Evleri yüksek kurdular Cama betona boğdular Usumuzdaydı unuttuk Topraklar uzakta kaldı Toprağa bağlı olanlar Gülten Akın 1 Okul taşıtını bekliyordu. Yalnızdı, yıkkındı, kırıktı. Yadırgamasalar, doğal karşılasalar ağlayacaktı. Bağıracak, dövünecek, yırtınacak, sövüp sayacaktı. Ağırlığını, acısını, ağısını atacak, dinginleşecekti. Kara bulutlardan kurtulan gök örneği, aydınlanıp açılacaktı. İçindeki acı yüreğini, gözlerini yakıyordu. Sıkılıyordu, canı burnundaydı. Kente geleli bir ay olmuştu. Sağı solu tanımıyor, bilmiyordu. Geldiği ilçeyi düşündükçe daha da büyüyüp genişliyordu kent. Başı neresi, sonu neresi bilmiyordu. Bir bütün olarak düşünemiyor, tasarlayamıyordu. Oysa onun doğup büyüdüğü ilçe, küçücük, incecik, yalındı. Bir ucundan bakınca, diğer ucu görünürdü. Kollarını açsa kucaklardı. Gözlerini yumup düşünse, bütün ayrıntılarıyla anımsardı; ana caddelerini, ara sokaklarını, duraklarını, parklarını Bir başından diğer başına bağırsa duyulurdu. Bir solukta bütün caddelerini, sokaklarını, devlet kurumlarını sayardı. Alnı terlemeden bir baştan bir başa koşardı. 5
Bütün yaşıtlarını tanırdı. Düşse kaldırır, darda kalsa yardım ederlerdi. Ne korku, ne kaygı Oysa kent öyle değildi. Kimse kimseyi bilmez, tanımazdı. On binlerce, yüz binlerce, milyonlarca insan gelir giderdi. Bir gördüğünü bir daha göremezdin, tanıyamazdın, bilemezdin. Değişik yüzler, değişik sesler, değişik diller. Değişik tavırlar, tutumlar. Yerliler, yabancılar. Yol bilmezler, dil bilmezler, töre tanımazlar... Önünden, arkasından akıp giden insan seli, taşıt dalgası. Ürkütücü bir gürültü, uğultu. İnsanın içini kaldıran karışık, değişik bir koku. Kokular... Dedeler nineler. Anneler babalar. Gençler çocuklar. Kol kola, el ele. Bir o yalnız başına. Bir o kimsesiz. Ne tanıdık var, ne bildik. Çantası sırtında bekliyor. Arabalar geliyor, arabalar geçiyor. Arabaların içinde çocuklar, gençler, yaşlılar. Gülenler, konuşanlar, susanlar. Oturanlar, ayakta duranlar. Hepsi de ona bakıyor, gülüyor. Baktıklarını, güldüklerini sanıyor. İçlerinden, kim bu çocuk, diyorlar. Nereli, kimlerden? Nerede oturuyor, hangi okulda okuyor? Kaç yaşında, kaçıncı sınıf? Demeliler, ilgilenmeliler. Onun yaşadığı yerde ararlar, sorarlar. Yavrum neden bekliyorsun, derler. Kimsin, kimlerdensin? Kimi, neyi bekliyorsun? Gel, derler. Seni götürelim. Burada bekleyip durma. Ağaç olma, heykel olma. Gözlerini taşıtlardan alıp uzaklara bakıyor. Koca koca yapılar, göğe ağan minareler, sayısız bacalar. Birbirine girmiş, bütünleşmiş boz bir yapı, boz bir yığın. Boz bir... 6
Kim üretmiş bunca betonu, kim taşımış, kim tasarlamış, kim kurup yükseltmiş? Dağ yok, koyak yok, ırmak yok. Kuş, çiçek, böcek yok. Yeşil yok, yeşillik yok. Oysa onun doğduğu, büyüdüğü, karış karış bildiği, belleğine oya gibi işlediği o küçük ilçenin... İlkyazlardaki gibi yeşildir her yanı. Akşam güneşinde moraran dağları vardır. Sessiz, içli, serin parkları vardır. Gölgelenen koyakları, ak köpüklü dereleri, çayları vardır. Bin yıllık çınarları, kavakları, söğütleri, çamları, sedirleri, ladinleri Kestane, zeytin, dut, iğde, elma, nar ağaçları vardır. İlçenin güneyinde Güme Dağları uzanır. Yaz kış yeşildir. Yaz kış dumanlı, sisli, bulutludur. Akşam güneşinde maviden mora döner. Gidip böğrüne yaslanmak geçer içinizden. Yorgunsanız dinlenmek geçer. Bunalmışsanız, güç durumdaysanız, sığınmak geçer. Başınız dertteyse, kimseyi görmek istemiyorsanız gizlenmek geçer. Sizi saracağını, koruyup kollayacağını, dinlendireceğini bilirsiniz. Kuzeyi, uçsuz bucaksız gibi gözüken bir ovadır. Yeşilliği hiç eksilmez. Çınar ağaçları olmasa, güneş rengi yapraklar bırakmasa eteklerine, buraya kış uğramamıştır dersiniz. Güneş ışığı dev yapılardan, minarelerden, dal uçlarından çekilip gidiyor. Ortalık gölgelenip serinliyor. Görüntüler soluklaşıp silikleşiyor. 7
Okul taşıtının gelmeyeceğini düşünüyor. Ya da kaçırdım diye kaygılanıyor. Ben dalıp düşünürken, büyük olasılıkla araba gelip geçmiştir, diyor. Kendine kızıyor. Salak, diyor. Kaz kafalı. Tire yi düşünmeyi, düş kurmayı bırak artık. Şimdi büyük bir kentte yaşıyorsun. Artık sen kentlisin. Kentli gibi davranman gerekir. Dönüşü yok bu yolun. Anla da kendine gel. Artık düş yok. Dalıp gitme yok. Oyun yok, koşmak yok, düşmek yok. Kuş yok, kelebek yok. Eski arkadaşların yok. Yağmur, Meltem, Uğur, Durgun Kaşla göz arası oyun kurmak yok. Tartışmak, bağrışmak, itişmek, gülüşmek yok. Yok diyor ama yeniden gerilere gidiyor. Arkadaşlarını düşünüyor. Unutup gidiyor taşıt beklediğini. O koca kenti, gürültüyü, içini kaldıran kokuyu, dalgalanıp taşan insan selini. Çeşitli biçimlerde, renkte taşıtları. Satıcıları, alıcıları. Durmadan bağıran simitçileri, kaldırım sergicilerini, biletçileri, boyacıları. Burgu gibi içe işleyen vınlamaları. Gürültüyü aralayıp gelen parça bölük ezgileri 8
İnsan, bir su birikintisinin çevresinde toplanmış kurbağaların, ağaçlardaki kuşların ve doğanın seslerini duymadıkça, yaşamın ne anlamı, ne değeri olur? Kızılderili reisi Seattle Bu kent dar geliyor ona. Yüreği daralıyor, soluğu sıkışıyor. Nereye baksa koca yapılar, duvarlar, yollar. Demir kapı, tel örgü, kalın cam, gökdelen. Yere batan, yerden biten evler. Birbirine yaslanmış, bitişmiş, bütünleşmiş. Bir elden çıkmış, kimliksiz, öyküsüz, tekdüze tasarımlar, yapılar. Çoğu insansız, sevgisiz... Kirlenmiş, örselenmiş kurumlar, kuruluşlar. Yalnız, kopuk, güvensiz, yarınsız, beklentisiz... İnsanlar da yapılara benziyor. Daha doğrusu yapılar insanları kendisine benzetmiş. İçi durgun, dışı canlı. İş yerleri sevimsiz, itici. O nedenle girerken ağır, yorgun, isteksiz, ölgün giriyorlar. Çıkarken yeğin, ivecen, kaçarcasına, koşarcasına... Bütün istedikleri derin derin soluk almak, yüklerinden arınmak, evlerine ulaşmak, kendilerini güvenceye almak, saklanmak, dinlenmek. İşadamları, işçiler, işsizler. Yöneticiler, öğreticiler, öğrenciler. Unutmuşlar sevgiyi, sevmeyi. Yönetmek, denetlemek, yargılamak, aşağılamak, itmek 9 2
Ses geçirmez, sevgi geçirmez yönetim odaları. Kanatları kırılmış, içi doldurulmuş, düğmesine basılmış insanlar. Gökleri bile gök değil. Ufku bilmez çocuklar. Çok katlı, çok amaçlı, çok işlevli yapıların sonu yoktur. Havası isten, dumandan, tozdan, gazdan, kokulu soluklardan oluşmuş, yoğunlaşmış silik soluk külrengi. Geceleri ay soluk, yıldızlar silik, kıpırtısız. Doğal, yalın, som değil renkler. Karışık, kirli. Yağ yeşili,van Gogh sarısı, kül rengi Öğretmeseler, uyarmasalar ağacı yeşil, göğü gök boyamayacak çocuklar. Oysa onun geldiği yerde bütün renkler doğal, yalın, parlak, göz alıcı. Her yapının bir geçmişi, öyküsü var. Bir kimliği, kökü, kökeni var. Tanıdık, bildik. Güler, gülümser. Düşlere, çağrışımlara açık. Dünle bugün iç içe yaşanır orada. Dünün izlerini, havasını taşır gün. Yollar, yerler uzak değil. Taşıtları kaçırma, yolunu yitirme, geç kalma kaygısı yok. İnsanlar korkusuz, kaygısız, güvenli. Geceleri ay hep bir top ışıltıyla doğar. Yıldızlar kıpır kıpır. Dokunacak kadar yakın. Çağrılı, açık, albenili Gök alabildiğine geniş, derin, uzak, duru, som mavi. Yelleri ince, serin, esrik, çiçek kokulu. Turna katarları geçer göklerinden, kırlangıçlar kanat biler, çizik atar sulara. Yapılarla sınırlı değildir gök. Oysa burada her şey sınırlıdır. Evlerin sınırı başka evler. Yapıların sınırı başka yapılar. 10
Devler masallardan kaçıp bu kente gelmiş. Bir dudakları yerde, bir dudakları gökte. Ağızları koca mağara, solukları kokulu. Ne kadar yeseler doymuyorlar. Deli Dumrul a iş kalmamış buralarda. Çekişmenin, yenişmenin kuralları değişmiş. Tutulmuş köprü başları. Geçenden beş yüz, geçmeyenden bin dolar. Akçenin başı sağ olsun Lira yaşamak için direniyor. Kalkınmanın, gelişmenin göstergesidir kentler. Dev adımlarla ilerliyor uluslar. Yeryüzü kapı komşu... Kafdağı yok artık. Ülkeler, kıtalar, yıldızlar ötesi var. Veremden, kızamıktan, üşütmekten, açlıktan çok; füzeler, bombalar, mermilerle ölüyor çocuklar! Çok gelişti insanlık, çok ilerledi. Mağaralı kardeşlerimiz erginleşti, uygarlaştı, uslandı. Ölüm indiren uçaklar var. Taşı, toprağı, betonu tanıyan ama insanı tanımayan bombalar üretildi. Ne ilkellikti o ok atmak, kılıç kullanmak. Kan akıtmak, kelle sunmak tepsilerde. Şimdi nar gibi kızarıyor ölüler. Kentleşmek, uygarlaşmaktır. Her şeyimiz var artık. Atomlar, nötronlar, gazlar. Eğri kılıç çoktan paslandı kında, masal oldu Köroğlu. İşlerimiz çal oyna. Vitrinler çok, giysiler çok, yiyecekler çok. Giyene, yiyene aşk olsun. Ağacın aşkıdır çiçek. Çocuğun sevdasıdır ekmek. Kuşun kestirmesidir tünek. Burada kuşlar da unutmuş kuşluğunu. İnsan gibi konuşur olmuş: Oynama şıkıdım şıkıdım. 11
Ah kuşlar kağıt kuşlar / Dışları düğün bayram / İçleri ağıt kuşlar * Nerde yolları gölgeleyen ağaçlar. Duvarlara tırmanan sarmaşıklar. Kapıları aşan çardak gülleri. Ne taşı taş, ne toprağı toprak. Tozlu yollar, tozlu güller, tozlu yapraklar. Burada çoğu çocuk buğday başağını görmemiş. Koparmamış elmayı dalından. Yoruluncaya değin koşmamış. Takla atmamış yeşilliklerde. Köpüklü sularda yüzmemiş. Erken gelişir çocuklar kentlerde, tez erginleşir. Çocuk olmadan adam olur. Kızlar geçiyor; nane, kekik, çiçek kokulu dağ esintileri bırakarak. Onu gerilere çağırıyor, gerilere götürüyor. Doğduğu yere, doğduğu sokağa: Bir iki gün önce yağan yağmur yıkayıp arındırmış otları, çiçekleri, ağaçları. Her yan pırıl pırıl. Toprak kokusu, çiçek kokusuna karışıyor. Otlardaki çiğler, çiseler balkıyor. Dal uçları yıldızlanıyor. Hava insanın başını döndürüyor. Oynak serçe, gel koşturalım, diyor. İki gidip, bir duruyor. İçinde sevinç patlamalarıyla sokağa doğru yürüyor. Olmayan bir ezgiyle kollarını kaldırıp oynuyor. Yeryüzü güzel. Ağaçlar, kuşlar, kara yer, mavi gök Çocuk olmak, kaygısız, korkusuz olmak güzel Okul bitmiş, koca bir öğrenim yılı sona ermiş. Karlarını bırakan dağ etekleri gibi yeşermeye, gövermeye başlamışlar. Artık özgürce koşabilir, oynayabilirler. Tıkırdayan saat, çalan zil, uyaran öğretmen yok. * Ali Yüce 12