DÜNYANIN MANEVİ DENGE DÜZENİ KUTUP LAR VE KIRK LAR MECLİSİ - TEMMUZ 2009 - Milli Çözüm De Aslen Taşkent li iken sonra Karasınır a göç eden salih bir ailenin çocuğu olarak 1930 yılında doğan ve halen Konya da yaşayan, yetimlik ve fakirlik yüzünden küçük yaştan itibaren tam 22 sene çobanlık yaparak tenhalarda tefekkür ve tevekkülle yaşayan Üveysi bir zat, hiçbir hocadan tek kelime ders almadığı halde manevi bir ilham ve inayetle Kur an-ı Kerim i ezberleyen ve ayetlere hakikatli ve hikmetli manalar veren bir şahsiyettir. Bilgi ve eğitim noksanlığından ve bazen keşif ve sezgileri karıştırmasından olacak (159-160-250-251-255) sayfalarda olduğu gibi12 [1], bazı hikaye ve hikmetleri Kur an ın açık haberlerine uymayan biçimde nakletmesi, önemli tasavvuf ehli zatların dünyaya teşrif sıralarını gözetmemesi, bazı manevi makam ve mertebeleri anlatırken, kendi keşif ve kerametlerine karışan vehimlerini de bir hikmet ve işaret zannetmesi gibi hatalar yanında, samimi ihbar ve itirafları, ibret dersleri yerindedir. Siyonist Yahudilerin ve masonik merkezlerinde, bizzat iblis (Lusifer) ile irtibat kuran Kabalist kâhinlerden ve cin kâfirlerinden oluşan Senhadrin (yetmişler) cemiyeti, 3 ler, 7 ler ve 300 ler meclisi de, İslam daki kutup ve kırkların yönettiği manevi hükümetin, şeytani ve şerli bir örneğidir. Şu anda 100 yaşına yaklaşmış bulunup İngiltere de oturan ve tüm Avrupa nın ekonomik ve politik gizli hakîmi olan Rothschild ailesinin başı senhadrin (yetmişler) ekibinin reisi; Amerika da ki Hıristiyan görünen gizli Yahudi Rockefeller ailesinin reisi olan ve Erbakan Hocanın refah yol iktidarının yıkılması ve Hoca nın partisinin parçalanıp kendisinin yasaklanması kararını alan Siyonist şeytan ise 300 ler meclisinin temsilcisidir. 1 / 14
Keramet ve istidraç nedir? Keramet: Hakk Sübhânehû Ve Teâlâ Hazretlerinin Kerim ve Ekrem-el-Ekremin İsm-i Celili'nin tecellisi olup, Cenâb-ı Hak tarafından Ebrar'dan olan kullarına, layık oldukları vakit, bir mükâfat olarak verilen olağanüstü şeylerdir. Duruma ve münasebetlere göre zuhur eder. Herkesin farkına vardığı bir durum yoksa onu sadece ehli olan görüp bilir. Enbiya'dan Evliya'ya kadar, kemal ehillerinin dereceleri ve halleri muhteliftir. Kerametin zıddı ise; İstidraç'tır ve Şeytan işidir. İstidraç: Amelleri Hak rızası için olmayıp, Şeriatla amel etmeyen, zalim ve dinsiz kesimlerle işbirliğine girişen kimselerde görülen harikulade hallerdir ve kötü niyetli taraftarlarını saptırmak içindir. Kerâmât-ı Evliya haktır ve inkârı küfür ve nasipsizliktir Çünkü keramet, Neml Sûresi 38-39-40. Ayetleri ile sabittir ki; Süleyman Aleyhisselâm'ın veziri olan Asaf ibni Berhayâ bir nebi olmadığı halde, Sabâ Melikesi Belkıs'ın sarayını göz açıp kapayacak kadar kısa bir zaman içinde çok uzak beldelerden alıp getirmiştir. Bu ayet-i kerime de, kerametin hak olduğunun delilidir. Yine Al-i İmran Suresi 37 ve Meryem Suresi 24 ve 25. ayetlerinde geçen: 2 / 14
"Meryem Validemiz'in yanında yaz ayında kış meyvesi, kış ayında yaz meyvesi, ikram edilmesi, hiçbir getireni bulunmadığı halde, önüne türlü yemekler bulunan sofraların gelmesi. Bu sofraların nereden geldiğini soranlara: - " Bu Rabbim'in katındandır!" diye cevap vermesi (Ali İmran: 37) Bunlar birer keramet olup, bu ayet-i kerimeler de kerametin delilleridir. Peygamber (Sallallahü Aleyhi Vesellem) Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: "Her asırda ümmetimin içinde; "Sabikûn" vardır. Bunlara; Büdela ve Sıddîkûn Veliler adı verilmiştir. Cenab-ı Hakk'ın inayeti ve merhameti onlara o kadar boldur ki, sizler de o sayede yer içersiniz. Ehl-i Arz'a gelmesi muhtemel olan bazı belâ ve musibetler onların hürmetine def edilip, kullar üzerinden kaldırılıp ertelenir. Hadis-i şerifte geçen mübarek zevat, her asırda mevcut olduğuna göre; zamanımızda da mutlaka vardır, kıyamet sabahına kadar da devam edecektir. Velilerin kerametleri Bir Müslümanın velilerin keramet gösterebileceklerine inanması gerekir. Yoksa; "Peygamber mucizelerine benzetilir" düşüncesiyle, velilerin kerametlerini kabul etmeyenlerin bu tutumu, şu üç şıktan birine girmektedir. 3 / 14
1- Ya Kur'an-ı Kerim'deki, kerametle ilgili ayetleri kabul etmiyordur. Yahut reddetmiyor da, bu ayetleri keyfince yorumluyordur. Her iki halde de o kişi sapmış demektir. 2- Ayetlere inanıyor, lakin anlatılan fevkalade işleri başaran kimselerin de peygamber olduklarını söylüyorsa; yine kâfirdir. Çünkü bunların peygamber olmadıkları naslarla sabittir. 3- Ayetlere inanıyor, kerameti de kabul ediyor, bu kerametleri gösterenlerin peygamberliklerini de ileri sürmüyor, lakin kerameti geçmiş ümmetlere hasrediyorsa; Mesela, Süleyman Aleyhisşelâm'ın vezirlerinden bir veli olan Asaf ibni Berhaya'nın, Saba Melikesi Belkıs'ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar getirmesini caiz görüyor ve doğru buluyorsa, ona şu suali yöneltiriz: - Süleyman Aleyhisselâm ın kavminden olan bir veli zat'ın keramet göstermesi caiz görülürken, Muhammed Ümmetinin evliyası için neden caiz olmasın? Kaldı ki, Hazret-i Muhammed (Sallallahü Aleyhi Vesellem)'in Ümmeti, Süleyman Aleyhisselâm'ın ümmetinden daha hayırlı olduğu hadislerle bildirilmiştir. Eğer bir Şahıs: - Gerçekte o kerametin zuhuruna sebep, bizzat Süleyman Aleyhisselâm'dır! derse, Biz de, ona: Zaten, Muhammed Aleyhisselâm'ın ümmetinden olan velilerin izhar ettikleri bu kerametlerin hepsi, aslında Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'ın tesiri ile vücuda gelmektedir ve O nun nübüvvetinin haklılığının alametidir diye cevap veririz. 4 / 14
Ey oğul! Bu veli kullar, cennete girdikleri zaman, melekler onları türlü türlü hayır ve nimetlerle karşılayıp müjdeleyecektir. Onlar için sedirler kurularak döşenir. Kendilerine çeşit çeşit yemek ve meyveler ikram edilir. Bu nimetlere rağmen, üzerlerinde bir durgunluk fark edilir. Belirli bir bekleyiş havası içinde bulundukları sezilir. O zaman Cenab-ı Allah: - "Ey veli kullarım! Burası durgunluk ve mahzunluk içinde olunacak bir yer olmadığı halde, sizlerdeki bu endişeli bekleme hali nedir?" diye buyurur. O veli kullar da: - Ya Rabbi! Bize yapılmış bir vaat vardı, şimdi lütfundan onu gözleriz diye cevap verirler. Bu cevap üzerine Allah-ü Teâlâ meleklere: - " Perdeleri yüzlerinden kaldırın" diye emir buyurur. Melekler: 5 / 14
- Ey Rabbimiz! Bunlar seni nasıl görebilirler. Dünyada günah işlemişlerdi!?" derler. Meleklerin bu sözleri üzerine Cenab-ı Allah, emrini tekrar ederek şöyle buyurur: -"Perdeleri kaldırın ki tecellimi görsünler! Onlar dünyada iken, bana kavuşmak arzusu ile cihada ve sıkıntılara göğüs gerdiler, Ben'i zikrettiler, secde ettiler ve gözyaşı döktüler" Bunun üzerine perdeler kaldırılır ve ilahi tecelliye bakarlar, ansızın Allah katında secdeye kapanırlar. O zaman, Allah-ü Teâlâ onlara: -" Kaldırın başınızı! Zira burası amel yeri değil, bağış ve mükâfat yeridir" diye buyurur. Başlarını kaldırınca, keyfiyet ölçüleri dışında; Cenâb-ı Hakk onlara tecelli ve tezahür ederek Cemali'ni gösterir!! Duydunuz mu ey inkârcı sapık insanlar! Sizlere sesleniyorum! İsyan ve inadı ve Şeytana uşaklığı terk edip inkârcılığı bırakın! Peygamber (Sallallahü Aleyhi Vesellem) Efendimiz hadis-i şeriflerinde de, velilerin ve kerametlerinin varlığını teyit etmekte, gerçek varislerin de veliler olduğunu haber vermektedir. 6 / 14
Ey oğul! inkârcı sapıklardan olma! Bir gün olup ecel kapını çalacaktır. Ömrün sona erip, amel defterin ortaya konacaktır! İşte bakın o zaman halimiz ne olacak: Her insan, neyi yapıp neyi yapmadığını amel defterinde görünce düşeceği durumu, Kehf Suresi 49. Ayet-i Kerimesi şöyle haber veriyor: "Bu deftere ne oluyor ki; benim kapalı kapılar ardında, gece karanlıklarında, hiç kimsenin olmadığı yerlerde dahi yapmış olduğum ibadetlerin, iyiliklerin ve kötülüklerin hiç birini bırakmaksızın içine almış, her şeyi sayıp döküyor! Bu defter hayat filmimin ve niyetimin hepsini kaydetmiş bulunuyor! diye boşuna hayıflanıp pişmanlık duyacak! Çünkü o insan, her yerde kendi yanı başında hazır bulunan ve yaptığı hayır ya da şer amellerin her zerresini kaydedip duran iki meleğin varlığını unutmuş ve benim yaptıklarımdan kimsenin haberi yok zannetmişti. Şimdi ektiğini biçip, ettiğini bulacak! Ey zavallı insan! Kiramen Katibin meleklerinin varlığını, amel defterinin sürekli yazıldığını duymadın!? Benim yaptıklarımı kimse görmüyor zannederek, haramı helali seçmeden, eline geçeni yiyip harcadın.. Dünyan için dinini sattın, zalim güçlere, Hıristiyan ve Yahudi emperyalistlere taraf çıktın. 7 / 14
Doğru dürüst namaz kılmadın! Huzur ve şuurla Ramazan orucu tutmadın! Zekâtını vermedin! Hayır için malına kıymadın. Emri bil maruf ve nehyi anil münker yapmadın. Şimdi ilk hesap durağına, yani kabir çukuruna geldin bakalım, halinin ne olacağına bir bak. Ahirette kendine yararlı olacağını zannettiğin hiçbir şeyin seni koruyamayacağını, orada görüp anlayacaksın! İşte o anda, kesin olarak seni kurtaracak olan şeyin sadece salih amel ile Allah'ın rahmeti olduğunu anlayacaksın. Ama iş işten geçmiş olacak, salih amelden ve halis niyetten başkasının fayda vermediğini görecek ve boşa geçirdiğin günlerine yanacaksın. O zaman; "Keşke bana amel defterim verilmeseydi, hesabımı da hiç bilmeseydim! Malım bana hiç fayda sağlamadı, güç ve kudretim de yok oldu. Bu azabı çekmektense, keşke ayaklar altında basılıp çiğnenen bir toprak olsaydım.!" (Bakara: 25) diye haykıracaksın! Artık uyan, uslan ve Allah a dayan. Çünkü Zararın neresinden dönersen kârındır! Kore'de Vegas cephesi 1952 Senesinde Kore de On beş Aylık Asker İken; Vegas Denilen Bir Mevkide Cephedeyiz. Ağır toplara ve düşman hücumuna karşı korunma ve savunma hattından da mevzideyiz. 8 / 14
Bir Ramazan akşamıydı ve ezanın okunmasına beş dakika kalmıştı. Kumanyalarımızı hazırlayıp iftar etmek için beklerken Çin askerinin cephesinden top sesleri gelmeye, mermiler peş peşe gümbürdemeye başlamıştı. Bizim bulunduğumuz mevzinin sağına soluna, ilerisine, gerisine derken; her tarafa düşen yoğun top mermileri şaşkınlığa yol açmıştı. Hazırladığımız kumanya toz duman içinde kalmış iftar dahi açamamıştık. Hemen silahlarımızın başına koşup, kumandanımızdan gelecek emri beklerken; bir yandan da düşmanı caydırıcı taciz atışları yapmaktaydık. Saat, bir veya ikiye yaklaşmıştı. Bu arada, Çin saldırılarından bizim top taburunun cephane ve topları isabet almıştı. Cephanemizin patlamasıyla öyle bir yangın çıktı ki; bütün top taburunun bulunduğu alan infilak edip; toplar, arabalar ne varsa, bulunduğumuz mıntıka cayır cayır yanmaya başlamıştı. Bir taraftan üzerimize mermi yağarken., bir taraftan da yanar dağ lavları gibi alevler ortasında kalmıştı. Bu arada, silah arkadaşımız olan; Bozkır'ın Hoca köyünden Muhsin Yaşar isminde bir kardeşimiz hemen yanımızda şehit olup Rahmeti Rahmana yollanmıştı. İmdada yetişen yeşil sarıklı yeşil cübbeli manevi askerler gözlenmiştir Bir ara Taarruz durmuş ve top sesleri susmuştu. Daha iftar bile açmamıştım, ama sahur vakti olduğu için ikinci günün orucuna niyet etmeden biraz su içmeye koyulmuştum. Mataralara ve su kaplarına baktım, ama bir yudum su kalmamıştı. Hemen elime birkaç matara aldım ve doldurup geleyim diye koştum. Su aldığımız yer, mevziye 150 metre uzakta bulunmaktaydı. Suyun yanına varıp mataraları doldurdum, bir bardak kadar da su içince sahur vakti de dolmuştu. Suyun başından, üç veya dört metre kadar ayrılmıştım ki, Çin cephesi tarafından, bülbül sesine 9 / 14
benzer bir kuş sesi duydum. Batı tarafımızdan, bir de koyun sesine benzer bir ses duydum. Derken, etrafımda karartılar görmeye başladım. Hava da bulutlu idi, ama ay ışığı da vardı. Ay, bazen buluta giriyor her taraf kararıyor, bazen buluttan çıkıyor her taraf ışıyordu. Bulunduğum yer, sık ağaçlık bir yerdi. Ormanın arasında gördüğüm karartılar birbirlerine haberleşme işaretleri vererek bana doğru iyice yaklaşıyordu. Benim bacaklarımın dermanı kesilip dizlerimin üzerine yığılıp kaldım. O anda, yüzümü semaya kaldırıp ellerimi Mevlâ huzuruna açtım: - Ey kâinatın sahibi yüce Mevlâm! Sana sığındım. Senden başka beni koruyacak, senden başka imdadıma koşacak yok, ya Rabbi! Ancak sana sığındım. Beni bu kafirlerin eline teslim etme Allah ım!.. diye dua edip yalvarırken... Semadan, gökkuşağı gibi yeşil bir ışık direk, üzerime iniverdi. Işığın içinde, Hocam Hızır Aleyhisselâm ile Ladikli Ahmed Ağayı gördüm. Hocam bana: - Korkma Halis! Allah'ın emri ve inayetiyle senin imdadına yetiştik, yapış elime! Buyurdu. Hocamın eline yapıştım, beni kaldırıp havada tutmuştu. O anda, benim bulunduğum yerin dört tarafında bulunan düşman askerleri, bizim gözümüzün önünde toplanmış, hepsi ellerini kendi başları üzerinde parmaklarını kilitlemiş şekilde, tek sıra halinde dizilmişler ve: Teslim, teslim!.. diye bağırıp duruyordu. 10 / 14
Düşman askerleri, tek sıra halinde önümüze düşüp bizim mevziye doğru yürümeye başlamıştı. Ellerindeki silahlarını atmışlardı. Yürürlerken saydım; 22 tane Çin askeri vardı. Onlar önümüzde biz arkalarında, nihayet Türk mevzilerine yaklaştık. Mevzide 12 Amerikan askeri, 7 Türk ve bir de Koreli tercüman; 22 kişinin önünde teslim olmuşlardı. Arkadaşlar aniden böyle bir şeyle karşılaşınca, hayretler içinde bana: - Bu hal nedir Halis, anlat! dediler. Ben de: - Bu hali kendilerine soralım, çünkü ben de bilmiyorum! Koreli tercümana dönüp: - Çin askerlerine sor bakalım da durumu onlardan öğrenelim.. dedik. Tercüman, bunlarla konuştu: - Bir tek Türk askerine, 22 kişi nasıl teslim oldunuz da geldiniz? Çin askerleri, şöyle cevap veriyorlar: - Biz bir Türk askerine teslim olmadık. Yeşil sarıklı, yeşil cübbeli, beyaz sarıklı beyaz, cübbeli, sayıları sayılamayacak kadar çok askerle kuşatıldık. Bizi çember içine aldılar, silahlarımızı attırdılar, ellerimizi başlarımıza kaldırttılar; bizi etkisiz hale sokup esir aldılar. Bizi o sarıklı askerler getirdiler. Biz, bir askere teslim olup gelecek kadar korkak değiliz!! 11 / 14
Bu arada, Hızır Aleyhisselam ile Ahmed Ağa: - Halis biz gidiyoruz! Bizim görevimiz buraya kadar. Yine geliriz! deyip ayrılmıştı. Onlar gittikten sonra, bendeki Mevlâ inancı ve cihat aşkı da kat kat artmıştı. Buna benzer olağanüstü haller ve hikâyeler Kıbrıs Barış Harekâtımız sırasında, daha önce Şanlı Kurtuluş Savaşımız ve destansı Çanakkale savunmamızda da yaşanmış, bu hadiseler üst rütbeli komutanlarımız ve hatta yabancı subaylar tarafından bile defalarca aktarılmıştı. Bu durum, hem İslam inancının ve Allah ın yardımının, hem aziz milletimizin manevi dayanağının, hem de keramet hakikatinin apaçık ispatıydı. Zaferden zafere koşan kahraman ordumuz psikolojik ve teknolojik hazırlık ve eğitim yanında işte bu ilahi nusret ve inayetle ayaktaydı. Oğlu Cemil Efendi nin naklettiğine göre Hacı Haydar Baba, manevi toplantı ve seyahatlerin bedenen değil ruhen gerçekleştiğini söylemiştir. Bu tür toplantılara katılmak ve bazı savaşlara ve sıkıntı ortamlarına manevi destek sağlamak için, velilerin bu bedenle gittiklerini sanmak yanlıştır. Allah ın izni ve iradesiyle ve manevi mecliste verilen görevle sadece ruhen (manevi-enerji bedenleriyle) katılınmaktadır. Bak şu anda biz buradayız. Ama işte Mekke-Medine, işte Kıbrıs, işte Bosna, İşte Çeçenistan, işte Afganistan ( bir dünya küre haritasını gösterir gibi) elimizin altındadır. Rical-i gayb velilerin divan toplantıları ve hikmetleri Tayy-i Zaman ve Tayy-i Mekân yapan yani bir anda farklı zaman ve mekânlarda bulunan ve boyut değiştirme yeteneği kazanan Rical-i Gayb Tabakaları'nın (Bizim) Divan toplantılarımız, senede üç sefer yapılır. 12 / 14
Bu toplantılarımızın ilk ikisi; Divan ve Hazırlık Toplantısı, Üçüncüsü de; Manevi Hükümet ve İstişari Meclis Toplantısı dır. Divan toplantılarımızın birincisi; Arafat'ta, İkinci toplantımız; Ramazan ayında, ekseri Cebel-i Nur'da yapılır. Ancak, illâ burada yapılması şart olmayıp nerede emrolundu ise orada toplanır. Âdem babamızdan başlayıp, bugünkü Zamanın Kutbu'na kadar geçen kutubların tamamı ve Rical-i Gayb tabakaları, bu tabakalara dahil melekler ve cinler dahi eksiksiz olarak; Allah'ın emri ile, Divan Toplantıları'mıza katılır. Üçüncüsü; Manevi Hükümet Meclis Toplantısı, her sene Ramazan ayının 27. gecesi, saat 24 ten sonra; Yetmiş Hicab ötesinde, maneviyat ikliminde RUKKA Âlemi'nde yapılır. 13 / 14
[1] Bak. Veliler ve Kerametleri, Şems yy. Konya-2002, Hacı Halis Kestane Share: 14 / 14