YAŞAM 2014, 08 Nisan. Birbirinden habersiz insanlar, Yaşama ayak uydurmaya çalışıyorlar. Farkında değiller bir dakikanın, bir an ın hayatlarını ve birçok insanın hayatını değiştirdiğinin. Kusursuz bir bütünün parçası olmanın gururunu yaşayamıyorlar. Farkında değiller hiçbir şeyin Telaşla iniyor merdivenlerden. Hem gömleğinin eksik olan düğmesini hem eksik olan düğmeyi dikerse artacak olan işe geç kalma ihtimalini hem kedisine mama verip vermediğini hem de her basamaktan neden ayrı ses çıktığını düşünüyor. Sinirleniyor. Sürekli dolu olan kafasının artık boşalması gerektiğine karar veriyor. Kedisine mama verirken düğmeyi dikmekten vazgeçiyor. Üst katta gömleğini değiştirirken kafasının dolu ve dağınık olma sebebinin evinin dağınıklığından kaynaklandığını fark ediyor. Uzun bir uğraştan sonra masasının üzerinde ve birçok kitabın altındaki özgeçmişine ulaşıyor. Nedendir bilinmez bir tebessüm oturuyor yüzüne. O tebessümle evinden çıkıyor. Tam beş saattir ayakta sevgili yeni annemiz. Anne olmanın insanda oluşturduğu duyguların çeşitliliğini düşünmek istiyor; ancak o kadar yorgun ki bunu başka zamana erteliyor. Dilinde tüy bitmesine rağmen bıkmadan usanmadan ninni diyor sevgili bebeğine, gözünü ondan ayırmadan. Anne olduğundan beri nasıl böyle güçlü olabildiğini bir türlü anlayamıyor. Beş saat! Dile kolay. Ama bebeği sadece ağladığı için memnun. Hasta değil, bir şey değil. Şımarıklığından ağlıyor. Ama bir ay boyunca her gece mi şımarıklığından ağlar bir bebek? Belki de annesinin o güvenli rahmine dönmek istediğinden. Hepsine rağmen hem kocasının huzurlu horultusu hem bebeğinin ağlama sesi hem de kendisinin artık Yalvarırım uyu. şeklinde çıkan ninnileri birbirine karıştığında bunun dünyanın en güzel hissi olduğunu düşünüyor ve tebessüm ediyor istemsiz. O anda bebeği uyuyor. Bu sabah geç kaldı işe. Gece uyuyamadı çünkü. Uyursa eğer donup ölecekti. Güneşin doğmasıyla daldı uykuya. Ancak bu saatte kalkabildi işte. Küfürler ediyor kendi kendine, az uyuyup erken kalkmadığı için pişman oluyor; çünkü bu saatte çöplerdeki her şey toplanmış oluyor. Sonra pişman olmaktan vazgeçip iyi bir uyku çektiği için mutlu oluyor. Sokakta; ama iyi bir uyku... Sıcacık yatakları olmasına rağmen iyi uyuyamayan diğer yaşıtlarını düşünüyor. Hasta olup uyuyamayan, arkadaşlarıyla konuştuğu için uyuyamayan, ailesiyle kavga ettiği için uyuyamayan En azından onun, kavga edebileceği bir ailesi ve uyumasını engelleyen arkadaşları yok. Herhangi bir hastalığı da yok. Mutlu oluyor. Ardından yiyecek bir şeyler bulabilmek için Allah a dua ediyor ve yürüyüşe çıkıyor. Yalnız değil, kartonlarla dolu çuvalı ve sıcak tebessümü ona eşlik ediyor. Mevsimlerden bahar. Tam uçurtma mevsimi. Çocuklarıyla uçurtma uçuruyor derin bir baba. Ondan neşelisi yok çocuklarıyla beraber koşarken. Tam o anda büyük bir sesle uyanıyor kendisi kadar
derin olan uykusundan. Her uyandığında aklına gelen karısı, bu sefer gelmiyor aklına. Telaşla çocuklarının yanına koşuyor, sesin kaynağının patlayan bir bomba olduğunu düşünerek. Malum, devir terör devri, bombalar susmayacak tabii. Ama Sussun lütfen! diyor kendi kendine. Çocuklarının yaşadığını ve güvenle ona baktıklarını görünce daha bir sıkı sarılıyor onlara. Dünyanın en şanslı babasıyım, diyor içinden ve çocukları hüngür hüngür ağlarken o, az da olsa bir hüzünle tebessüm ediyor. Canlarım, diyor çocuklarına sarılırken ve kimse görmeden gözyaşını siliyor. Bir can daha hayata gözlerini yumuyor. Aynı anda belki yüzlerce can da hayata gözlerini açıyor. Kim bilir, daha neler oluyor... İnsanlardan biri, bir kadın, bir simit alıyor deniz kenarındaki seyyar simitçiden. Simitçiye bakıyor, gözlerinin içine, en derinini görmek istercesine. Ama simitçi ona hiç bakmıyor. Sizin gibilere çok baktım. demek istiyor sanki. Kadın anlayamıyor. Kendi kendine İnsan ne zaman karşısındakinin gözlerine bakmaktan vazgeçer ki? diye soruyor. Birçok cevap geliyor o an aklına; ancak doğru cevabın onlardan biri olmadığını biliyor. Simitçiye teşekkür edip Bir ihtiyacın var mı amca? diye soruyor. Simitçi o anda kadının gözlerine bakıyor. Bir simit kadar sıcacık iki tebessüm, yüzlerinde yavaşça yerini alıyor. Denizin dalgalarıyla dans ediyor rüzgâr. Kimi zaman sakin, kimi zaman deli dolu bir dans... Bu dans kadar deli dolu olan iki genç de konuşuyorlar, konuşmaktan çok birbirlerini kırıyorlar. Kavgalarının sebebi basit değil; ancak yaşlarından dolayı basit görünüyor onlara. Kız karşısındakine, sevgilisi olan erkeğe, işi olmadığı için kızıyor. Hep hazıra konduğunu, hiç kendi başına bir şey yapmadığını söylüyor. Erkek susuyor, bağırıp çağırmak yerine içine atıyor hep. Hâlbuki söyleyecek çok şeyi var. Neden çalışamadığını, hastalığını anlatmak istiyor. Ancak susuyor. Sevgilisinin üzülmesindense kızmasını yeğliyor. Hatta bu yüzden onu terk etse bile hastalığını söylemeyeceğine yeminler ediyor. Susmanın zorluğunu, sevginin kutsallığını düşünüyor sevgilisini sakinleştirmeye çalışırken. Ona sarılırken iki hayatı olduğunu düşünüyor: sevgilisi ve kendisi. İçten iki tebessüm ikisinin de yüzüne yerleşiyor. İş görüşmesine geç kaldığı için işi alamamış olan, kafası dolu genç kadın, derin bir nefes alarak çıkıyor iş hanından. İnsanların nasıl bu kadar önyargılı olduğunu hayatı boyunca anlayamayacağını düşünüyor. Ama bu güzel güneşli günü mahvetmemek için kötü şeylere kafasını yormamaya karar veriyor. Birkaç denemeden sonra bunun çok zor olduğunu fark ediyor ve deniz kenarındaki bir banka oturup hayatındaki kötü şeyleri bir kâğıda yazıyor. Tırnağının kırık olmasından annesinin ölümüne kadar, bugünlerde kafasına taktığı her şeyi yazıyor. Zaman zaman ağlıyor. Yaklaşık yarım saat boyunca hiç durmadan yazdıktan sonra kafasını kaldırıyor. Karşısında muhteşem bir tablo; martılar, deniz ve güneşin gülümsemesini görüyor. O da onlara gülümsedikten sonra, yazdığı onca şeyi yavaşça yırtıp çöpe atıyor. Dünyada hâlâ iyi bir şeylerin varlığını sürdürdüğünü fark etmenin heyecanı, sevinci ve umuduyla, yanında oturan kadına onunla simidini
paylaşıp paylaşamayacağını soruyor. Kadın, simidinin yarısını ona veriyor. Genç kadın kalkıp simidi martılara veriyor. Çığlıklar sustu sonunda. Etraf aydınlanmaya başladı; polis, itfaiye ve ambulans geldi, yaralıları ve suçluları götürdüler. Bunun üzerine basının da gelmiş olabileceğini düşünüyor baba. Televizyonu açınca haber kanallarında kendi sokağını görüyor, ağlamamak için zor tutuyor kendini. Ama çocukları, güçlü görünmek zorunda olmadıklarından, tekrar ağlamaya başlıyorlar. Baba, televizyonu kapatıp çocuklarına birer kâğıt ve kalem verdikten sonra kahvaltı hazırlamaya gidiyor. Kişi başına bir tane yumurta, bir dilim ekmek ve bir çatal düşen minik sofrayı hazırlıyor. Çocukları masaya oturttuktan sonra beş dakikaya geleceğini söylüyor ve içi peynir ve domates dolu yarım ekmekle birlikte aşağıya iniyor. Sevgililerden hasta olanı ölüm anını düşünüyor. Var olan bir şeyi düzeltmeye çalışmanın zorluğunu ve sil baştan başlamanın kolaylığını anlamaya çalışıyor. Bu iki ana başlığın alt başlıklarını oluşturduğunda aslında ikisinin de aynı seviyede olduğunu fark ediyor. Sonra bütün düşünüldüğü zaman aslında yaşanan, yaşatılan ve yaşayan her şeyin eşit olduğuna karar veriyor. Sevgilisinin onu dürtmesiyle düşüncelerinden sıyrılıyor. Yan bankta oturan kadını gösteriyor sevgilisi. Yarım saat boyunca, kadının değiştirdiği ruh hallerini görüp görmediğini soruyor. Kadının martılara simit vererek huzuru bulmasına beraber şahit oluyorlar. Kavga ettiğimizde biz nasıl görünüyoruz acaba? diye soruyor kız sevgilisine, Birbirine âşık iki sevgili gibi. cevabını alıyor. Ve oğlan ablasından gelen bir telefonla kalkıyor. Bankta oturmuş simitçiye sorduğu soru ve aldığı cevabı düşünüyor kadın. Bir tebessümden daha anlamlı hiçbir cevabın olamayacağını ve simitçinin asıl ihtiyacının o soru olduğunu anladığında mutlu oluyor. Ama ilginç geliyor; yaklaşık yarım ömür, maddi açıdan eksiksiz geçmesine rağmen hâlâ manevi boşluk hissetmesinin sebebini olayların ve insanların çeşitliliğine bağlıyor. O bunları düşünürken yanına genç bir kadın oturuyor. Genç kadın ağlıyor, susuyor; sakinleşiyor, sinirleniyor ve aynı anda birkaç kâğıda bir şeyler karalıyor. Sonra ona dönüp simidinden istiyor, istediği şey aslında simit değil, çok daha değerli bir şeymiş gibi davranıyor. Söylediği birkaç basit kelime çok şey anlatıyor. Verdiği simidi martılara atan genç kadın tekrar banka dönüyor ve simit aldığı kadına teşekkür ediyor. Yaşadığı duygu karmaşasına şahit olmasına sebep olduğu için özür diliyor ondan ve sonra başlıyor anlatmaya. Hayatındaki inişleri çıkışları, neden ve nasıl bu hale geldiğini, insanları anlayamadığını; hatta kendisini bile anlayamadığını uzun uzun anlatıyor. O da genç kadını dikkatlice dinliyor. İlk başlarda dinlemekte tereddüt ediyor ama yardımının dokunacağını düşünerek yaklaşık bir saattir karşısında oturan, büyük ihtimalle hayatının en zor döneminde olan, yardıma muhtaç genç kadını can kulağıyla dinlemeye başlıyor. İki kadın sürekli konuşuyorlar. Birbirlerine duydukları tanışsız güvene hayran kalıyor her ikisi de. Uzun soluklu konuşmalarının sonunda genç kadınla diğer kadın el
sıkışıyorlar. Genç kadın ertesi gün işe başlayacak olmasının verdiği huzur ve heyecanla yerinden kalkıyor. Saat 10u 10 geçiyor. Çuvalıyla çöpleri gezen küçük, en güzel mesleğin kendisininki olduğunu düşünüyor. Hiçbir şey yapmamasına rağmen insanların istemsiz bir şekilde ona karşı takındıkları maskesiz tavırları hoşuna gidiyor. İyi bir insan ona hiçbir zaman kötü davranmıyor, kötü bir insan da hiçbir zaman iyi davranmıyor. Hem insanları gözlemleyip hem de dünyayı kurtarmak ona çok büyük zevk veriyor. Evet, küçük bir çocuk aç kalmamayı ve dünyayı kurtarmayı aynı anda düşünebiliyor. Anlayamadığı şeyse çöplerdeki gerekli şeyleri ayırırken, yani dünyayı kurtarırken neden aç ve evsiz kaldığı. Bir de insanların gerekli olan şeyleri neden çöpe attıklarını anlayamıyor. Çöpe atmak yerine, son model arabalarıyla sadece beş dakika sürecek olan yolu kat edip en fazla iki poşetlik kartonu geri dönüşüm merkezine bırakabilirler, öyle değil mi? Ama sonra İyi ki bu işi bana bırakıyorlar. Her işi onlar yapsa ben de dünyayı kurtaramam, değil mi? diye düşünüyor. O, bu derin düşüncelerin içinde kendi başına yüzerken bir el yavaşça koluna dokunuyor. Çocuk ürküyor. Gözleri adamın gözleriyle buluşunca sakinleşebiliyor ancak. Adama Sen de mi dünyayı kurtaracaksın? diyor. Adam evet anlamında yavaşça kafasını sallayıp domatesli ve peynirli ekmeği çocuğa uzatıyor. Çocuk gülüyor. Ben dünya mıyım? diyor büyük insan olgunluğuyla adamın gözlerine bakarken. Adam bu sefer cevap veriyor: Evet, sen dünyasın. Ben de bir babayım. Memnun oldum küçük adam.. Ben de memnun oldum büyük adam, umarım çocukların aç değildir. Dünyayı kurtardığın için ve domat, ekmek ve o beyaz şey için teşekkür ederim. Sizinle uzun uzun sohbet etmek isterdim ancak benim de kurtarmam gereken bir dünya var. Sağlıcakla kalın. Anne evdeki kusursuz sessizliğe rağmen uyanıyor. Kahvaltıyı hazırlıyor, ardından kocasını işe gönderiyor. Sakinliğe alışık olmayan evine kardeşini çağırmaya karar veriyor ve onun gelmesini beklerken neredeyse otuz yıl önce kardeşi için saç baş kavga ettiği iki oğlanı hatırlıyor. Kardeşinin başına gelen küçücük şeyler yüzünden kavga çıkaran bir ablanın, ölümüne göz yummasının; hayatına bir can girerken, diğer bir canın çıkmak zorunda olması kadar mantıksız olduğunu düşünüyor. Anne olmanın ona verdiği ödüllerden olan şefkat duygusunun biricik kardeşi üzerinde de etkili olduğunu fark ediyor. Kardeşinin ona söylediği Beni kaybediyorsun ama çok güzel bir evladın var, o senin mutluluk kaynağın. Bana üzülmek yerine, ona sevinmelisin. sözü kulağında çınlıyor ve gözyaşlarına engel olamıyor. Kapının çalınmasıyla kendine geliyor. Kapıyı açtığında kardeşi, tebessümü kadar kocaman bir demet sümbülle karşısında duruyor. Birden irkiliyor ve kafasındaki tüm düşünceler şimdiki zamanla yer değiştiriyor. Bebeğinin ağlamasıyla ikisi birlikte odaya gidiyor. Onlar odaya girdiğinde bebeğin ağlaması gülücüğe dönüşüyor ve hayatın, mutluluk dolu anlardan oluştuğunu fark ediyor anne. 2019, 08 Nisan.
Pencereden bakarken gördüğü eski püskü kıyafetlerin içinde neredeyse fark edilmeyen ve güleç bir şekilde çöpleri kurcalayan çocuk, ona beş yıl önceki halini hatırlatıyor. O zamanlar yaşadığı şeylerin zorluğunu düşünüyor. Aç, evsiz kalmanın üstesinden sabırla ve umutla gelinebildiğini anımsayarak Umarım sabırlısındır küçüğüm. diyor kendi kendine. Ve babasının sesiyle hatıralarından sıyrılıyor. Babası kahvaltıya çağırıyor onu kardeşleriyle beraber. Babasına Kahvaltıda beyaz şeyden var mı? diye soruyor, Yani peynir. diye ekliyor ardından. Gülüyor ikisi. İlk karşılaştıkları günü hatırlıyorlar. Genç kadın kocasının gömleğini ütülüyor. Gömlekteki eksik düğme, iş bulduğu günü hatırlatıyor ona. Hayatımın dönüm noktası; kafamı, evimi topladığım gün. diye düşünüyor. Yaşadığı acı verici şeyler sayesinde şu an bu halde olduğunu anlamanın olgunluğuyla Daha dün bankta oturup deli gibi ağlayan, tanımadığım insanlara derdimi anlatan ben değilmişim gibi, şimdi bir şirketin ortaklarındanım ve kocam var. En ilginci de huzur. Ondan da var. diyor içinden. Giyinip işe gitmek üzere evden çıkıyor. Ter içinde uyanıyor. 5-10 dakika rüya ile gerçek arasında gidip geldikten sonra yüzünü yıkayarak ayılabiliyor. Rüyasında kardeşini görüyor, beş yıl önceki halini; sarılıyorlar, konuşuyorlar, ağlıyorlar. Özlem gideriyorlar sanki. Dayanamıyor, tekrar ağlamaya başlıyor. O sırada oğlu geliyor yanına. Ağlama. deyip kucağına yatıyor. Anne, hayatında kötü olaylar kadar, hatta daha fazla, iyi olayların da olduğunu fark ediyor. İyi ki varsın. diyor oğluna İyi ki sen girdin hayatıma.. Baba kahvaltıyı hazırlarken ailesine en son katılan oğlunu düşünüyor. Karşılaştıkları ilk günden sonra o çocuğa verdiği şeyin yarım ekmekle kalmaması gerektiğini anladığı zamanı hatırlıyor. Zaten sonra çocuk onun ailesine katılıyor. Tam olarak katılmıyor aslında. Hâlâ bazen dışarıda eski kaldığı yerde yatıyor. Diğer çöp toplayanlarla sohbet ediyor; hatta harçlığından biriktirip onlara yemek alıyor. Baba tek bir insanı doyurmakla birçok insanın hayatını kurtardığını fark ediyor. Çocuklarını kahvaltıya çağırıyor. Kadın, maddiyatın hayatındaki yerinin beş yılda ne kadar da azaldığını düşünüyor. Sonra da maneviyatı hayatına sokan genç kadını... Ona verdiği çay getir götür işinin ortaklığa dönüşmesi ikisinin de hayatını bataklıktan çıkarıyor. O zaman anlıyor, sahip olduğu onca şeyin sadece kendi cebindeyken hiçbir öneminin olmadığını. Fatma Gizem Demirci