UFUK GÜRBÜZDAL 21302411 TURK 102-3 (Fotoğraf: onedio.com, 42.Ölüm Yıldönümünde Pablo Neruda.) SOFRAMDA KALAN SON EKMEĞİ AL VE ÖYLE GİT Serenat yapacak kimselerim olmadı benim yaşamımda. İki kömür karası göze avaz avaz duygularımı haykırmak istediğim olmuştur elbet. Bu örneği verme nedenim serenatın yara almışçasına bağırmak olduğunu iddia ettiğimden değil tabii, ben serenata kalkışsam ortaya çıkması kuvvetle ihtimal olan tablonun absürtlüğünden. Hafif uzun parmaklı iki sıcak ele serenat yapmadım, yapamam da belki. Ancak fincandaki sabah kahvesine, bir tutam taze ekmek kokusuna, memleketime, yoldaşlarıma, ağaçların sesine, sonra kavgama ve bir
yığın başka şeye yapabilirim. Deli muamelesi görmem olası; ekmek kokusu duyunca aşka gelen veya sabahın köründe içilen bir fincan kahveye serenat yapan bir adam. Ancak Neruda gibi çizebileceksem eğer tutkuyu kelimelerle, umrumda değil, bildiğimiz üzere deliliğe methiye de yeni bir konsept değil, beni anlayıp bana katılanlar da çıkacaktır elbet. Öte yandan, hislerim sığmayacaksa eğer kelime dağarcığıma, sırf müzikale dökeceğim diye sakatlayacaksam duygu yoğunluğumu, serenata kalkışıp onları yıpratmak da iş değil. O nedenle biz şimdi kelimeleri tutkusuyla yoğurarak onları serenatın potasında ustalıkla eriten bir şaire değinmekle yetinelim, Neruda ya. Sen benim derimden çok daha benimsin (45) diye sesleniyor sevgiliye Neruda Serenad ında, derisini ayazdan korumak gibi bir kaygısı yokken, sevgiliyi soğuğa teslim etmeyecek kadar sevda yüklü; üşüyen insanlık dünyanın her yerindeyken, sevgiliyi onlardan ayrı ve üstün tutmayacak kadar eşitlikçi bu kalem, benim de imdadıma yetişiyor. Ben de bir insana serenat yazamamanın zaafını örtmek için bir pay çıkarıyorum kendime buradan; insan ilişkilerinin belki de son kertesi olan gitmek, kalmak davası hakkında, birkaç kelam etme ehliyetini kendime geri veriyorum çünkü onlara serenat
yapamasam da, benim de kendime derimden yakın hissettiğim insanlarım var! Gitmek veya kalmak, meselem bu çünkü derimden yakın olanlar eksildikçe benden, bu kış aylarında dişe dokunan bir şeyler kalmayacak derimle benim aramda ve ben üşüyeceğim. Üşüyorum da aslına bakılırsa. Korkum tamamen donup bir daha asla çözülememe ihtimalinden. Gidenler gitti, gidiyorlar, gidecekler; kalan sağlar da kimsenin falan değil, Dadaloğlu çocukluğumuzdan beri kandırmış bizi. Kızgınlığım ve hasretim de ne gidene ne de kalana, gidenin gidiş, kalanın kalış yöntemine biraz. Henüz biraz önce deliliğe övgüden dem vurup deli gibi gözükmekten çekinmediğimi vurgulamışken rahat bir şekilde söyleyebilirim sanırım; gidişlerin en şiddetlisini, en kesinini ve hatta kırıp dökerek gerçekleşenini, naif gözyaşları içinde titrek bir elvedaya ve sessizce çekip gitmelere yeğlerim ben. Gidenin bir gün kapımı çalabilme ihtimali, gözyaşlarının sürekliliğine yoğurabilir çünkü beni. Ayrıca itiraf etmeliyim, o gözyaşları hiç naif değil. Durdurmak isteyince durmayıp bir zaman sonra karanlığını boşaltmak için işin düştüğünde gelmeyecek kadar arsızlar. Giden beklenti bırakmadan gitmeli ardında o sebeple, ne varsa kırıp
dökerek. Kalanların kalmasından bile daha samimi, gitme eyleminin hakkını vererek gidebilmeli. Giden okkalı bir sövgüyü hak edebilir, alık alık sayıklarken arkasında bir kapı çalmalık ihtimal bırakmışsa eğer ucuz şarap kokulu kalanına. Kapıyı mühürlercesine çekip giden, birçok kalandan daha samimidir oysa ve evet ben gidene küfrü meşrulaştırmaya kalkışabilirim. Gecenin geç saatlerinde Birisi kapımı çalmış gibi Bir de bakarım ki boşluğun ortasında rüzgârdan Başka bir şey yoktur (Neruda, 45). Ve ben ne Neruda yım ne de ortalama bir şair. Ağız dolusu sövgüm şiirimdir benim. Lakin bilirim de, yaşamın şiiri bu değil. Giden vefalıdır alıp öyle gidiyorsa soframdaki son ekmeği. Ardında zırnık bırakan, nefes alıp verebilmem için benim, acımasız ve hain. Kalan bölüşemeyecekse eğer ekmeksiz sofranın buruk
mutluluğunu, kırıp dökerek gitmeli. Çünkü, Yaşarız burada, bir tek bitkiymiş gibi Yapraklarının anlamını bilmeyen. (Neruda,45). Velhasıl... Yaşamak bu değil. KAYNAKÇA Neruda, Pablo. Yeryüzünde Konaklama. İstanbul: Can Yayınları, 2015.