Ben Tanpınar'ın iirlerini Tanpınar'ın iir Dünyası adlı kitabımda tahlile çalıtım.



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Nazlı Yürekler için!lk Adımım

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Bizi biz yapan degerli ogretmenlerimizin onunde saygiyla egiliyoruz...

KÜLTÜR SANAT-MAVÝ KARANFÝL-127

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

Ben Tanpınar'ın şiirlerini Tanpınar'ın Şiir Dünyası adlı kitabımda tahlile çalıştım.

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Ahmet Hamdi Tanpınar HUZUR ::::::::::::::::: TANPINAR HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ

tellidetay.wordpress.com

Degerli ILK YAR'larimizin Degerli Dostlari, Hepimizin yuregini yakan Soma faciasindan sonra cesitli teklifler ve sorular geldi...

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

ŞİİR, HİKÂYE, MAKALE. Ekim 2013 Sayı 1. Yazar; HARUN ŞEN

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül :55

5 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, fiziksel özelliklerim nelerdir? Vücudumuzun bölümleri ve iç organlarımız nelerdir? Ne işe yarar?

alternatif cevabı olabilir fakat anlatmak veya vurgulamak istediğim konu insanların alışveriş merkezlerine ihtiyacı olsun olmasın gitme durumları.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

Derinli!in Karanlıklarından Nasıl Çıkılır?

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

Ev ve apartmana dair / H.Cahit YALÇIN

TEK TEK TEKERLEME. Havada bulut Sen bunu unut

AHIRIN İÇİNDEKİ SARAY 300 Ispartalı filmini hatırladınız mı?

Almanya'da Yaşayan Trabzonsporlu Taraftarın 61 Plakanın İlginç Azmin Hikayesi

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

İyi Aksamlar, Bir gönüllümüzün annesinin mektubu da ekte yer alıyor... Bir de 12 sene sonra gelen mesaj...

SÖZCÜKTE ANLAM. Gerçek Anlam Yan Anlam Mecaz Anlam Terim Anlam Sözcükler Arasý Anlam Ýliþkileri Anlam Olaylarý Söz Öbeklerinde Anlam

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

ÝÇÝNDEKÝLER. Diyalog Tamamlama Haftanýn Testi...25

İntikam. Ölüm Allah ın Emri

Ömer Turhan. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Ertesi gün hastaneden taburcu olma vakti gelmi ti. Annesi odaya gelerek Can haz rlarken, babas hastane lemlerini yap yordu. Vitaboy hastaneden ç kman

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

SİBELANNE ANAOKULU MAYIS AYI BÜLTENİ ÇALIŞKAN ARILAR SINIFI

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

UFUK GÜRBÜZDAL TURK 102-3

TÜRKÇE PAMUK DEDE soruları yukarıdaki metne göre cevaplayınız. 1) Aşağıdakilerden hangisi Pamuk dede nin yaptığı işlerden birisi değildir?

MALTEPE SİHİRLİ GEMİLER ANAOKULU MAYIS AYI BÜLTENİ 3 YAŞ

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekmiş. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başlamış. Gelip geçenler, adama:

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Küçüklerin Büyük Soruları-2

Zihnindeki Sonu Hayal Et, İstediğini Elde Et! Eski zamanlarda üç yolcunun yolu çölde düşer. Kurumuş bir nehir... Sevgi Tunalı

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU


Samed Behrengi. Sevgi Masalı. Çeviren: Songül Bakar

Demodur Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır.

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

ÜNİTE 14 ŞEKİL BİLGİSİ-II YAPIM EKLERİ. TÜRK DİLİ Okt. Aslıhan AYTAÇ İÇİNDEKİLER HEDEFLER. Çekim Ekleri İsim Çekim Ekleri Fiil Çekim Ekleri

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Güzellerden Güzellemeler...

PoloStart2 Istituto Comprensivo Marcello Candia Milano. ESEMPI DI PROVE DI INGRESSO IN LINGUA MADRE a cura di Emanuela Crisà

Samed Behrengi. Püsküllü Deve. Çeviren: Songül Bakar

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 6 (ΔΞΙ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

PHOSPHORUS. ( Phos. ) Ana fikir ; çabuk parlar, çabuk yanar ama çabuk söner.

Administrator tarafından yazıldı. Çarşamba, 27 Temmuz :46 - Son Güncelleme Cuma, 19 Ağustos :53

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. FARE NİN DERS VEREN ÖYKÜSÜ

kural tanımayan cafer Adı-Soyadı:...

3 YAŞ EKİM AYI TEMASI

Turkcell 5228 e her mesajiniz 1 kitaba donusuyor.. --

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

Ö. Ç. BİLFEN ANAOKULU 6 YAŞ GRUBU GÜNLÜK EĞİTİM PROGRAMI

Numan İstanbul. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

PİNOKYO EĞİTİM KURUMLARI MART AYI AYLIK EĞİTİM PROGRAMI 1. HAFTA

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

Aşağıda sayın Kurdaş için dikilen çınarın kampüste bulunduğu yerdeki pano:

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Siirt'te Örf ve Adetler

Diyanet'in yaz Kur'an kursları bugün başladı

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Örnek alınacak en güzel insan Hz. Muhammed hayatı boyunca görüntüsüne ve hareketlerine dikkat etmiştir.

Yýldýz Tilbe 1 ADAM OLSAYDIN. Söz-Müzik: Yýldýz Tilbe. Sevdim olmadý yar, küstüm olmadý yar. Kendini arattý, beni bulmadý yar

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

Transkript:

Sayfa 1 / 279 Ahmet Hamdi Tanpınar HUZUR ::::::::::::::::: TANPINAR HAKKINDA BRKAÇ SÖZ Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) Türk edebiyatının en büyük yazarlarından biridir. Bu hükmü verirken kat'iyen mübalaa ettiimi sanmıyorum. Dayandıım delil ve ölçüleri açıklayabilirim. Edebiyatta deer, eserin her eyden önce güzel olmasında, fakat aynı zamanda onun insanı ve hayatı derinlik ve bütün zenginlii ile ifade etmesindedir. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın eserlerinde bu vasıflar vardır. 1901 yılında doan Tanpınar, gençlik yıllarında Yahya Kemal ve Ahmet Haim'in talebesi ve dostu olmu, Batı edebiyatından Paul Valery ile Marcel Proust'u kendisine üstad olarak seçmitir. Bu yazarlar edebiyatta güzellik ve mükemmeliyete ön planda yer verirler. Ahmet Haim ile Yahya Kemal, Türkiye'de Paul Valery ile Marcel Proust Fransa'da edebiyatın politik ve sosyal gayelerin emrinde bir propaganda vasıtası olmasına karı çıkmılardır. Onlara göre edebiyat, tıpkı resim ve musıki gibi -güzel- sanat-tır. Onlardan farkı, boya ve ses yerine, insani ve hayatı anlatmada bu iki vasıtadan çok daha zengin olan dili kullanmasıdır. Tanpınar'ın tenkidi yazılarını okuyanlar, onun sık sık -dil- ve -mükemmeliyet- deyimlerini kullandıını görürler. Dil edebiyatın ifade vasıtasıdır. yi yazar odur ki, kullandıı vasıtanın bütün imkanlarını bilir. Mükemmeliyete bu imkanları aramakla ulaılır. Kelime, iirde, adeta hassas terazi ile tartıldıı için, dilin imkanlarını en iyi bilenler airlerdir. Tanpınar iiri hayatının en büyük ihtirası haline getirmi, fakat asıl kabiliyetini iir estetiine göre yazdıı mensur eserlerinde göstermitir. Yahya Kemal ve Paul Valery'den gelen -mükemmeliyetfikrine göre iirlerinin dilini durmadan youran Tanpınar, az, fakat derin, güzel ve yeni iirler yazmıtır. Geni okuyucu kütlesi onu umumiyetle lise kitaplarına ve antolojilere giren -Bursa'da Zaman- iiri ile tanır. Halbuki Tanpınar'ın en çok önem verdii iirler hayatının sonuna doru çevresinin baskısı ile nerettii iirler kitabındaki manzumeler ile vefatından sonra kitap haline getirilmi olan serbest iirleridir. Ben Tanpınar'ın iirlerini Tanpınar'ın iir Dünyası adlı kitabımda tahlile çalıtım. Tanpınar nesirlerinde kendisini daha serbest, adeta daha mesut hissetmitir. Zira burada onun karısında Yahya Kemal ve Ahmet Haim gibi büyük rakipler yoktur. Dikkate ayandır ki, Tanpınar, mensur eserlerini olgunluk yaına ulatıktan sonra yazmıtır. Abdullah Efendi'nin Rüyaları (1943), Be ehir (1946), Huzur (1949), Yaz Yamuru (1953), Saatleri Ayarlama Enstitüsü (1962) yılında basılmılardır. Uzun yıllar kendi ahsiyetini gelitiren

Sayfa 2 / 279 Tanpınar'ın otuz be yaından sonra kaleme aldıı bu eserlerde, derin kültüre sahip, olgun bir sanatkarın varlıı kendisini gösterir. Eroine alıtırılan gibi kolay, hafif, sudan yazılara alıtırılmı okuyucu kütlesi için bu yazıların okunması ve anlaılması bir hayli güçtür. Fakat insan ve hayat son derece karıık ve en büyük filozof ve alimlerin sırlarını çözemedii karanlık muammalarla doludur. Tanpınar gibi çok yüklü bir hayat tecrübesi geçiren -Evin Sahibi- adlı hikayenin kahramanı yanlarında oturmak mecburiyetinde kaldıı aileden bahsederken: -Hayır, der, burada her eye bu kadar basit bir gözle bakan insanların arasında yaamak bana güç gelecek. Bunlar için ölüm, hayat, günün her hadisesi, saadetler ve felaketler o kadar tabii eylerdi ki... Halbuki ben bir masalı olan adamdım-. Bu cümle Tanpınar'ın insan ve hayat karısında aldıı tavrı aydınlatır. O hayatı, derinliine ele alan, onu bir masal kadar esrarlı ve -ilave edelim- güzel hale getiren bir yazardır. Onun eserleri ancak yazarın sahip olduu dikkat ve kültür ile okundukları zaman anlaılabilir ve zevkine varılabilir. Dünyada koarak hiçbir ey görülmez. Alain -düünmek için durmak lazımdır- der. lim adamı, filozof ve sanatkar durur. Derinletirir. Uzun uzun yoklar. Bize basit gibi görünen cümlelerin arkasında çalıma ile dolu günler ve uyanık geçmi geceler vardır. Tanpınar bir sanatkar olduu için, duygu ve düüncelerinin teferruatını bütün girinti ve çıkıntıları ile verir. O yazılarında sık sık cümlelerini uzatmakla beraber, onları bir resim veya musıki parçasına yaklatıran hayallere bavurur. Tanpınar'ın edebiyattan sonra en çok uratıı sanatlar -bir seyirci ve dinleyici olarak- resim ve musıkidir. Yazılarında bu iki güzel sanatın tesirleri açıkça görülür. Tanpınar son ça Türk edebiyatında Halid Ziya Uaklıgil'den sonra gelen en büyük -üslupçu-dur. Halid Ziya'nın nesirleri gibi onun nesirleri de - sanatkarane-dir, iir kutbuna yaklaır. Denemelerinde bile bu özellik kuvvetle hissolunur. Tanpınar'ı sanatkarane üsluba götüren balıca amillerden biri onun dünyaya bir ressam gözü ile bakmasıdır. Bir ressam için olduu gibi, Tanpınar için de dünya bir ıık, ekil ve renk cümbüüdür. Fakat Tanpınar tabiat ve insanın sadece dı görünüüne bakmaz. Onların derinliine de iner. Halid Ziya büyük bir yazar olmakla beraber, umumiyetle hayatın sathında kalmıtır. Onda Tanpınar'ın eserlerindeki badöndürücü derinlik yoktur. Çok geni kültüre sahip olan Tanpınar, tarih, psikoloji ve felsefeye de meraklı idi. Diyebilirim ki, son ça Türk edebiyatında beeri kültür ile güzel sanatlara Tanpınar kadar ihtiras ile sarılan, onlarla ruhunu besleyen baka bir Türk yazarı yoktur. Hayatı bir sanat eseri kadar güzel bulan Tanpınar'ın içinde onun sırlarını aratıran bir filozof, psikolog ve sosyolog tecessüsü de vardı. O, bu cephesiyle Halid Ziya'dan ve dier -üslupçu- yazarlardan ayrılır, onların çok üstüne çıkar. Deerli bir air, büyük bir hikayeci ve romancı olan Tanpınar derin görülerle dolu denemeler de yazmıtır. Be ehir, XX'uncu Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Edebiyata Dair Makaleler ve Yaadıım Gibi adlı kitaplarında sanatkar Tanpınar'ın yanı sıra çok okumu, çok

Sayfa 3 / 279 düünmü bir fikir adamını da buluruz. Üstadları olan Yahya Kemal ve Ahmet Haim fikre büyük önem vermemilerdir. Tanpınar'ın sanat eserlerinde bile fikir, arka planda insan hayatını gizliden gizliye idare eden esrarlı kainat gibi derinleir. Valery, sanat eserinde fikir, meyvenin içindeki besleyici gıda gibi erimi olmalıdır, der. Tanpınar'ın iirleri, hikayeleri, romanları bu prensibe tamamiyle uygundur. Okuyucu onları okurken bir masal alemine girmi gibi büyülenir. Hikayelerinde görüldüü üzere Tanpınar, rüya ve masala büyük ehemmiyet verir. Modern psikoloji, rüya ve mitlerde derin sembolik manalar bulmutur. Fakat onlar aynı zamanda güzeldirler. Güzellik kainatın altın anahtarıdır. Tanpınar'ı okurken bunu derinden hissederiz. Tanpınar'ı onun istedii gibi, dura dura, içlerine sindire sindire okuyanlar, onu sevecekler, yalnız ona karı deil, bütün sanata, insana ve kainata baka bir gözle bakacaklar, kendilerini ebediyete götüren esrarlı ııklarla dolu bir yolda bulacaklardır. Prof. Dr. MEHMET KAPLAN ::::::::::::::::: BRNC BÖLÜM HSAN Mümtaz, aabeyi dedii amcasının olu hsan'ın hastalandıından beri doru dürüst sokaa çıkmamıtı. Doktor çaırmak, eczaneye reçete götürüp ilaç getirmek, komunun evinden telefon etmek gibi eyler bir tarafa bırakılırsa, bu haftayı hemen hemen ya hastanın baı ucunda, yahut da kendi odasında, kitap okuyarak, düünerek, yeenlerini avutmaa çalıarak geçirmiti. hsan iki gün kadar ateten, halsizlikten, arka arılarından ikayet etmi, sonra birdenbire zatürree fevkaladelik halini ilan etmi, evin içinde korkudan, telatan, üzüntüden, bir türlü aızlardan dümiyen ve bakılardan eksilmiyen temennilerden saltanatını, o yıkım psikolojisini kurmutu. Herkes, hsan'ın hastalıının verdii üzüntü ile uyuyor, onunla uyanıyordu. Bu sabah, tren düdüklerinin büsbütün baka korkularla kanattıı uykusundan, Mümtaz gene bu üzüntü ile uyandı. Saat dokuza yaklaıyordu. Bir müddet yataının kenarına oturup düündü. Bugün yapacak bir yıın ii vardı. Doktor onda geleceini söylemiti; fakat onu beklemee mecbur deildi. Hereyden evvel bir hastabakıcı bulmak zorunda idi. Ne Macide, ne yengesi -hsan'ın annesi- hastanın baı ucundan ayrılmadıkları için, çocuklar haraptılar. htiyar hizmetçi, Ahmet'le öyle böyle megul olabilirdi. Fakat Sabiha ile adamakıllı uraıcak birisi lazımdı. Onun hereyden evvel konuacak insana ihtiyacı vardı. Mümtaz, bunu düünürken, küçük

Sayfa 4 / 279 yeeninin hallerine içinden gülümsedi. Sonra, eve döndüünden beri, akrabasına karı olan sevgisinin daha baka bir hal aldıına dikkat etti: -Acaba, hep alıkanlık mı? Hep yanımızdakileri mi seviyoruz?-, dedi. Bu düünceden kurtulmak için tekrar hastabakıcı meselesine döndü. Macide'nin sıhhati de öyle düzgün deildi. Hatta bu kadar yorgunlua nasıl tahammül ettiine aıyordu. Biraz fazla üzüntü, yorgunluk, onu yeniden bir gölge haline getirebilirdi. Evet, gidip, bir hastabakıcı bulmalıydı. Öleden sonra da o kiracı denen derde uraması lazımdı. Elbisesini giyinirken -nsan denen bu saz parçası...- diye birkaç defa tekrarladı. Çocukluunun mühim bir devrinde çok yalnız kalan Mümtaz, kendi kendisiyle konumayı severdi. -Ve hayat dediimiz çok ayrı ey...- Sonra zihni tekrar küçük Sabiha'ya gitti. Küçük yeenini sade eve döndüü için sevdiini düünmek houna gitmiyordu. Hayır; ona doduu günden beri balıydı. Hatta douunun artları düünülürse, ona karı minnettardı da. Pek az çocuk bu kadar zamanda bir eve teselli ve sevinç getirebilirdi. Mümtaz, üç gündür bu hastabakıcının peinde idi. Bir yıın adres almı, telefonlar etmiti. Fakat bizim memlekette aranan kaybolur. ark oturup beklemenin yeridir. Biraz sabırla her ey ayaınıza gelir. Mesela hsan iyi olduktan altı ay sonra bile bir iki hastabakıcı mutlaka onu arayacaktır. Fakat lazım olduu zaman... te hastabakıcı meselesi böyleydi. Kiracıya gelince... Kiracı meselesi büsbütün baka bir dertti. hsan'ın annesinin bu küçük dükkanını tuttuu günden beri beenmemi, hor görmütü. Fakat öyle bir on iki senedir de çıkmayı aklına getirmemiti. Bu adamcaız iki haftadır üst üste haberler gönderiyor, beyefendilerden birinin veya hanımefendinin behemehal terif etmelerini rica ediyordu. Bu, evcek inanılmayan bir hadise idi. Hasta bile, humma ve sancılar içinde buna aıyordu. Çünkü ev halkı, kiracılarının biricik vasfının, görünmemek, gizlenmek, aranmazsa, hatta arandıı zamanlarda bile mümkün mertebe geç ve güç meydana çıkmak olduunu bilirlerdi. Birkaç seneden beri kontratı yenilemek, kiraları almak gibi ileri yüklenen Mümtaz, onu hatta dükkanında ve karısında iken bile görmenin ne kadar güç olduunu bilirdi. Daha, genç adam dükkana girer girmez siyah gözlüünü, bir kudret tılsımı, büyülü bir silah gibi gözlerine takar, bu cam perde arkasında adeta görünmez olur, oradan piyasanın durgunluunu, hayatın aırlıını, devlet memuriyetinde belli bir gelirle çalıanların saadetini anlatır, memurluu bırakıp da, Elkasibü Habibullah hadisine uyduu için, -evet, sırf bunun için, Peygamber'in bu sözüne, bildii halde riayetsizlik etmemek için ticarete balamıtı;- kendisine kızar, dövünür, nihayet: -Beyefendi, vaziyeti biliyorsunuz, imdilik kabil deil; hanımefendiye arz-ı tazimat ederim. Bana birkaç gün daha mühlet

Sayfa 5 / 279 versinler. O bizim mal sahibimiz deil, velinimetimiz oldu. nallah on be gün sonra urarlarsa hem teerrüf etmi oluruz, hem de bir parça ey takdim ederim, diye ii müpheme balar; fakat genç adam kapıdan çıkarken, yaptıı vaadin büyüklüünden ürkmü gibi sesi titreyerek; -on be günde de kabil olur mu bilmem ki...- diyerek tekrar söze balar ve -mümkünse hiç gelmesin, hiçbiriniz gelmeyin, ne diye geleceksiniz sanki! Bu çürük binada, bu acayip kafeste oturduum yetmiyormu gibi, bir de size para mı vereceimdiyemedii için, -daha iyisi aybaına doru, hatta gelecek ayın ortasında terif buyursunlar...- ricasıyle, bu mülakatı gerilere, çok uzak zamana atmaa çalıırdı. Bu sefer, bu aranmaktan, yoklanmaktan holanmıyan adam, üst üste haber gönderiyor, hal hatır soruyor, hanımefendinin, olmazsa beylerden birinin behemehal gelmelerini, kendisini görmelerini istiyor, dükkanın arkasında eski konaın mütemilatından olan bakımsız kısımla üstündeki iki oda için konuacaını, kontratın geciktiini söylüyordu. Buna amaa hakları vardı. te Mümtaz, o gün öleden sonra da her ay istemeye istemeye, alacaı cevabı ezberden bildii için, uramaktan çekindii yere gidecekti, Fakat bu sefer i farklı idi. Yengesi dün akam, -Mümtaz, git u adamı görüver...- diye kendisine tenbih ettii zaman, hsan, annesinin arkasından -beyhude yorulma, ne diyeceini biliyorsun, öyle bir dola, gel!- diye iaret edememiti, O, yatakta çivili idi; gösü zorlukla inip kalkıyordu. hsan'ın, bu kiracı ile münasebeti, bilinen bir eyi beyhude tecrübe etmenin makul olamıyacaı hikmetine dayanırdı. Mümtaz ise, baba mirası olduu için bir türlü bu kirayı aklından çıkaramıyan yengesini kırmak istemezdi. Ayrıca, bu kira hikayesi, bu içiçe yaayan insanların hayatında, Mümtaz'a göre hsan Bey Adasında bir yıın latifeye vesile olurdu. Eve dönüp de ihtiyar kadına aldıı cevapları söyleyince, onun ilk andaki hiddetinin -boynu kopasıca herif... bunak...- yava ve perde perde merhamete -zavallı, biçare, adamcaız hasta zaten- doru gidii; sonunda: -Belki de hakikaten kazanmıyordur-, diye yengesinin üzülüleri, sonra yeniden bir hal çaresi aramaları, -elde koca konaktan orası kaldı, yoksa çoktan satar, kurtulurdum- diye bir türlü vaktinde ele geçmiyen bu kiranın hayıtında nasıl bir üzüntü kaynaı olduunu gösteren cümleler, bu iin herkes için en elenceli safhası olurdu. Günün birinde büyük yenge mutat ziyaretini yapmaa karar verir ve merhum Selim Paa'nın kızı refakatinde kimse olmadan sokaa çıkamıyacaı için Üsküdar'daki Arife Hanım'a haber gönderilir, Arife Hanım tayin edilen günde gelir, o geldikten sonra üç dört gün üst üste -yarın gitsek, u herifi görsek...- diye karar verilir, hatta komuları ziyarette, yahut Kapalıçarı'da hızı kesilen teebbüsler olur ve nihayet günün birinde bindii otomobil bir yıın eya ile dolu eve dönerdi. urası var ki, onun kiracıya uraması hiç de beyhude olmaz, paranın bir kısmını olsun behemehal alırdı. Mümtaz da hsan da bu

Sayfa 6 / 279 muvaffakiyete aırırlardı. Halbuki aacak hiçbir tarafı yoktu. hsan'ın annesi, Arife Hanım'ı hem sever, hem de çenesine tahammül edemezdi. Arife Hanım'ın ikameti evde uzadıkça, ta çocukluundan beri tanıdıı o keskin hiddet çoalır, büyürdü. Nihayet, tam kıvamına gelince otomobil ısmarlanır, Arife Hanım nereye gidileceini bilmeden yola çıkılır, evvela Üsküdar iskelesinde ihtiyar emektar, -Güle güle Arifeciim... Ben, seni gene çaırtırım olmaz mı?- diye bırakılır, ondan sonra doru dükkana gidilirdi. Böyle bir haleti ruhiye içinde gelen bir mal sahibini atlatmak elbette güçtür. Vakıa adamcaız birkaç defa onu da tecrübe etmi, mide arılarından, filan bahse kalkmıtı. Sabire Hanım birincisinde nane içmesini tavsiye etmi, ikincisinde daha karıık bir ilaç söylemi; fakat üçüncüsünde gene hastalıktan ikayet iitince -söylediim ilaçları içtin mi?- diye sormu. Adamcaızın hayır, cevabı üzerine -o halde bir daha bana hastalıktan bahsetme, anladın mı?- cevabını vermiti. Hiddetle vicdan azabı arasında bulunan bu ihtiyar kadını atlatamıyacaını kiracı bu üçüncü ziyarette örenmiti. Onun için gelir gelmez kahvesini ısmarlar, masası üstünde yalancıktan bir iki hesap yapar, kahve biter bitmez eline bir zarf tututurarak onu savardı. Ondan sonra kadın altında taksi, dükkan dükkan dolaır, herkese münasip hediyeler arar ve aldıı parayı son kurua kadar sarfettikten sonra eve dönerdi. hsan da, Mümtaz da bu dükkanı, kirası ve kiracısiyle, hatta biraz mütemilatından sayılan Arife Hanım'la beraber, ihtiyar kadının biricik elencesi, lüksü, bo saatlerini dolduran tek mühim meselesi addederler, onunla avunduu için ho görürlerdi, Zaten hsan Bey Adasında herkesin yaptıı ho görünür, her fantezi, her merak, kahkaha ile deilse bile tebessümle karılanırdı. Adanın sahibi bunu böyle isterdi; böyle olursa herkesin mesut olabileceine inanırdı. O, bu saadeti ta ta, seneler boyunca örmütü. Fakat, imdi onu talih ikinci defa tecrübe ediyordu. Çünkü hsan'ın hastalıı aırdı. Mümtaz, -bugün sekizinci gün- diye düündü: Çift günlerin daha sakin geçeceini ona söylemilerdi. Kötü uyumanın verdii halsizlii silerek aaıya indi. Sabiha, onun terliklerini giymi, sofada küskün küskün oturuyordu. Bu gürültücü çocuun böyle sessiz duruuna Mümtaz hiç tahammül edemiyordu. Vakıa, Ahmet de sakindi. Fakat yaratılıtan öyle idi. O, kendisini kabahatli bulan adamdı. Bilhassa, douunun hazin tesadüflerini örendii günden beri -kimseden, nasıl? Bunu hiç biri bilmiyordu. Belki de komulardan biri söylemiti;- daima köesinde, daima evi yadırgar olmutu. O kadar ki, biraz fazla ımartılmak istense, hatırımı alıyorlar düüncesine kapılıyor, gözlerine ya birikiyordu, Bu, her yerde tesadüf edilen eylerdendir. nsanlar bazen doutan mahkum olurlar, saz parçası kendiliinden kırılırdı. Sabiha öyle deildi. O evin masalıydı. Durmadan konuur, gezer, masallar uydurur, arkı söylerdi. hsan Bey Adasını çok defa onun neesi ve amatası doldururdu, Üç gecedir ki, o da doru dürüst uyumamı, babasının odasında,

Sayfa 7 / 279 çıkmanın geni sedirinde uyku taklidi yaparak onlarla beraber hastayı beklemiti. Mümtaz, kızın solmu yüzüne, içeriye kaçmı gözlerine, elinden geldii kadar nee ile baktı. Baı, üç günden beri olduu gibi, kurdelesizdi. Üç gün evvel Mümtaz'a -Kırmızı kurdelemi takmıyacaım. Babam iyileince süslenirim!- demiti, Bunu her zamanki uhluiyle, etrafındakilere anladıını, onlarla dost olduunu göstermek istedii zamanlardaki gülümsemesi ve kırıtmasiyle söylemiti, Fakat Mümtaz, kendisini biraz okayınca alamaa balamıtı, Sabiha'nın iki türlü alaması vardır. Birisi çocuk alayııdır; zorla ve ısrarla zalim olanların alaması, O zaman yüzü çirkinleir, sesi acayip perdeler bulur, durmadan tepinir, hulasa, hodbinlii içinde her çocuk gibi küçük bir ifrit olur. Bir de gerçek kederle, çocuk kafasının anlıyabilecei kadar olsa da, karılatıı zamanlardaki alaması vardır. Bu sessiz olur ve çok defa yarı yolda kalırdı. Hiç olmazsa bir zaman için gözyalarını tutardı. Fakat yüzü deiir, dudakları titrer, dolan gözleri insandan kaçardı. Omuzları birincisi gibi katılamazdı; adeta çökerdi. hmal edildiini, küçük düürüldüünü veya haksızlıa uradıını sandıı, yahut da çocuk dünyasını, o hereyin iyi ve dost olmasını istedii alemi, sade mercan dalları ve sedef çiçekleriyle süslü, üst üste canlı alemi etrafa kapattıı zamanların alayııydı bu. Mümtaz, böyle zamanlarda yeeninin kırmızı kadife kurdelesinin bile fersizletiini zannederdi. Bu kurdele, Sabiha'nın kendi kendisine bulduu bir süstü... ki yaını birkaç ay geçmiti. Bir gün yerde bulduu vine renginde bir kurdeleyi annesine uzatmı, -saçlarıma tak, tak- demiti, Sonra bir daha baından çıkarılmasına razı olmamıtı. Bu kurdele iki seneden beri süs olmaktan çıkmı, evin içinde, ona ait bir müessese haline gelmiti. Ona ait hereyin bir kırmızı kurdelesi vardı ki, Sabiha bunu bir hükümdarın dostlarına nian daıtması gibi hediye ederdi. Kedi yavruları, bebekleri, beendii eyası, -bilhassa yeni çocuk karyolası,- sevgisine mazhar herey ve herkes bu niana sahip olurdu. Hatta hususi bir irade ile bu nianın geri alındıı bile olurdu; fazla ımarıklıı yüzünden kendisini azarlıyan, bununla da kalmayıp, annesine ikayet eden açı kadına, i olup bittikten ve Sabiha epeyce aladıktan sonra, kendisine hediye ettii kurdeleyi lutfen çıkarmasını rica etmiti. Hakikat u ki, Sabiha'nın küçük çocuk hayatı bu cins hediyelere ve ceza vermelere hak veren bir hayattı. O, hiç olmazsa bu hastalıa kadar evin tek saltanatı idi. Ahmet bile kalblerdeki yerini almaa balayan kardeinin bu saltanatını tabii bulurdu. Çünkü Sabiha bu evi kökünden saran bir felaketten sonra gelmiti. Macide onu dourduu zaman yarı deli sanılıyordu. Akla ve hayata dönüü, Sabiha'nın douu ile olmutu. Vakıa, Macide'nin hastalıı tamamiyle geçmemiti. Zaman zaman küçük nöbetler oluyor, evin içinde gene eskisi gibi masal söyliyerek, sesine küçük bir kız tatlılıını sindirerek konuuyor, yahut da büyük kızının o hiç bahsetmedii çocuunun dönüünü saatlerce pencerede veya oturduu yerde bekliyordu. Bu ite büyük bir talihsizlik olduu muhakkaktı. Gerek hsan, gerek

Sayfa 8 / 279 doktorlar, Macide'nin felaketi haber almaması için ellerinden geleni yapmılar; fakat hiç kimse tela ve ıstırabını ilk sancılar arasında kıvranan kadından saklıyamamıtı. Nihayet, genç kadın hastabakıcılardan baına geleni örenmi, yattıı yerden ölünün bulunduu yere kadar sürüne sürüne gitmi, hazırlanmı cesedi görmü, baında kaskatı kesilmiti, Ondan sonra da bir türlü kendine gelememiti, Aır bir humma ile günlerce yatmı. Ahmet'i bu humma içinde dourmutu. Bu, sekiz sene evvel bir Haziran sabahı olmutu. Zeynep, annesinin yattıı hastahaneye büyük annesiyle beraber gelmi, sonra getirmesini unuttuu hediyeyi hatırlamı, hiç kimseye haber vermeden hastahanenin önünde babasını beklemek ve ona söylemek için dıarı çıkmı ve kim bilir neler düünen küçük çocuk kafasının bir dalgınlık anında ölüm kendisini birdenbire kapmıtı. hsan, karısını, gerçekten aır araz gösterdiini söyleyen doktorlara kapılarak hastahanede dourmaa kandırdıı için kendisini hiç affetmemiti. O felaketi, olduundan hemen iki dakika sonra, daha vücut kan içinde ve sıcakken görmü, çocuunu kolları arasında içeriye taımı, son ümitlerin iflasına ahit olmutu. Talih bu felaketi o ekilde hazırlamıtı ki, ortada kabahatli kimse yoktu. Macide, kızının hastahaneye gelmesini bir kere olsun istememiti. hsan'ın annesi, kızın ısrarlarına ve alamasına iki gün karı gelmiti. hsan vaktinde hastahaneye yetiebilmek için bir türlü araba bulamamı, tramvayla gelmiti, Hatta yolda bo bir araba bulabilmek için tramvayın basamaında beklemiti. Onun için herkes bu felaketten kendisini mesul tutuyordu. Fakat en fazla onu kendine mal eden, onunla yaayan Ahmet'ti. Mümtaz, Ahmet'i babasının yataı ucunda, en küçük iarette kaçmaa hazır buldu. Macide ayakta, elleriyle sırtındaki yün ceketin örgüsünden kaçan bir iplikle dalgın oynuyordu. hsan, onu görünce sevindi. Yüzü gene kırmızıydı. Gösü aır aır kalkıp iniyordu, Mümtaz, onu sabah ııında olduundan çok zayıf buldu, Uzayan tıraı yüzüne garip bir ifade veriyordu. Sanki, -Ben, hsan olmaktan çıkıyorum. Yakında herhangi bir ey veyahut bir hiç olacaım. Ona hazırlanıyorum!- der gibi bir hali vardı. Hasta eliyle müphem bir iaret yaptı. Mümtaz yataa eilerek: -Daha gazeteleri okumadım. Zannetmem ki korkulacak bir ey olsun... dedi. Hakikatte harbin patlamak üzere olduuna emindi. -Dünya gömlek deitirecei zaman hadiseler sakınılmaz olur.- Albert Sorel'in bu cümlesini, son yılların vaziyetini daima beraber konutukları hsan sık sık tekrarlardı. Mümtaz imdi bu dikkate çok sevdii bir airin acı kehanetini ilave etmiti: -Avrupa'nın sonu...- Fakat imdi bunları hsan'la konuamazdı. hsan hastaydı.

Sayfa 9 / 279 O, yattıı yerden, vaziyeti düünüyordu. Eli bir çaresizlik ve yalvarma iaretiyle yorganın üstüne dütü. -Geceyi nasıl geçirdi? Macide yumuak ve taze çimen rüyası sesiyle cevap verdi: -Hep böyle Mümtaz, dedi, hep böyle... - Sen hiç uyudun mu? -Burada Sabiha ile beraber yattık. Fakat uyuyamadım. Eliyle gülümseyerek sediri gösteriyordu. Be gecedir yattıı bu yeri, bir daraacını gösterir gibi dehetle, ürpermelerle gösterebilirdi. Fakat Macide'de, bu garip ve sonsuz derecede zengin mahlukta tebessüm ahsiyetin yarısıdır. O kadar ki, gülümsemedii zamanlar onu tanımak kabil olmaz. -Çok ükür ki, o günler geçti!- Macide'nin tebessümünü kaybettii günler arkada kalmıtı. -Biraz uyusan bari... -Sen git gel, sonra... Bütün gece tren seslerinden uyuyamadım. Sevkiyat mı var, nedir bilmiyorum ki... -Felaketi Kastamonu'da telgrafla haber aldım. Derhal geldim. Çocuu ayrı yerde, Macide'yi ayrı yerde buldum. Herkes Macide ile meguldü. Büyük yengem deli gibiydi. hsan kendisinin gölgesiydi. O yazı hiç unutmayacaım. hsan'ın hayata imanı olmasa, Macide imdi ne olurdu?- hsan, Macide'yi gösterdi: -Bu... Sözünü bitirmekten aciz gibi durdu, Sonra kendini toplayarak tamamladı: -Buna bir ey söyle... Yarabbim ne kadar zorla konuuyordu. Tanıdıı insanların en rahat, en güzel konuanı, dersi, sohbeti, akası günlerce hatırdan çıkmayan adam, bu üç kelimeyi yan yana güçlükle getirebilmiti. Fakat gene memnundu. Ne olsa eski yadigar -bu, kendi tabiridir- ie yaramıtı. Fikrini anlatmıtı. Mümtaz, Macide'nin yorulmaması için elbette bir çare bulurdu ve gözü genç adamın yüzünde kaldı. Kapının önüne çıktıı zaman sokaı adeta çok uzun bir ayrılıtan sonra görüyormu gibi seyretti. Evin karısındaki camiin kapısında bir çocuk, gözleri alçak duvardan sarkan incir dallarında, elindeki sicim parçasıyle oynuyordu. Belki de biraz sonra bu incirin vadedilmi lezzetlerine doru yapacaı hücumu düünüyordu. -Ve tıpkı yirmi sene evvel benim oturduum ve düündüüm gibi... Fakat

Sayfa 10 / 279 o zaman cami böyle deildi...- Büyük bir kederle düüncesini tamamladı: -Ne de mahalle...- Sokak ıık içindeydi. Mümtaz bu ııa dalgın dalgın baktı. Sonra tekrar çocua, tekrar incir dalına ve onun üstünden -camiin, kurunları bir elden eldiven gibi çıkarılmı veya bu incir aacının meyvasının kabukları gibi kolaylıkla soyulmu- kubbesine baktı. - Elagöz Mehmet Efendi...- diye düündü. -Hala u adamın kim olduunu öreneceim!..- Eyüp'te bir camii daha vardı ve türbesi oradaydı. Fakat vakfiyeyi bulabilecek miydi? Mümtaz'a verilen adreslerin çou yanlıtı. lk uradıı evde Fatma ismindeki hastabakıcı hiç oturmamıtı. Sadece evin kızı hastabakıcı kursuna girmiti. Kız, onu gülümseyerek karıladı. -Harp olursa bir ie yarayayım diye kursa yazıldım. Fakat daha hiçbir ey bilmiyorum...- Sesi ciddiydi. -Aabeyim askerde... Onu düünerek...- kinci uradıı evde hakikaten bir hastabakıcı oturuyordu. Fakat üç ay evvel kendisi Anadolu'da bir hastahanede i bulmu, gitmiti, Mümtaz'ı karılayan annesi, -Bakayım, kızımın arkadalarından birisini görürsem, tenbih ederim...- diyordu. Mümtaz, oyunu bozmamak isteyenlerin sabrı ile bir kaıda adresini yazdı. Ev fakir ve eskiydi. -Kıın ne yaparlar? Nasıl ısınırlar?- diye düüne düüne uzaklatı. -Ne yaparlar? Nasıl ısınırlar?..- Bu sual hiç olmazsa bu anda garipti. Bu Austos sonu sabahı bütün sokaklar bir fırın azı gibi insanı kapıyor, çiniyor, yutuyor, sonra kendisinden bir sonrakine geçiriyordu. Ara yerde bir gölge parçası, bir yol azında serince bir nefes sanki hayatı hafifletiriyordu. -hsan, bu yaz kütüphanelerden uzakta kalamam... Behemehal birinci cildi bitirmeliyim!- demiti. Birinci cilt. Mümtaz, ince satırlarla dolu kaıtları gözünün önünde gibi görüyordu. Kırmızı mürekkeple haiyeleri, büyük çıkmaları, kendi kendisiyle bir kavgaya benziyen yazı bozuluları... Kim bilir, belki de kitap hiç bitmeyecekti. Bu düüncenin azabı ile sokaktan sokaa giriyor, köebaındaki bakkallarla, kahvecilerle konuuyordu. Evinde bulduu tek hastabakıcı, -Kocam hasta, onun için izin aldım, isiz deilim. Onu hastahaneye yatırdıktan sonra vazifeme döneceim- demiti. Kadının yüzü bir harabeye benziyordu. Mümtaz, ister istemez: -Nedir hastalıı? diye sordu. -Felç geldi. Ben yoktum. Eve vücudunun yarısı sarkık getirdiler. O anda akıl etselerdi, hastahaneye yatardı. imdi doktorlar, ikinci bir yer deitirmek için on gün beklemeli, diyorlar. O zalim kadına kaç defa yalvardım, bırak u adamın yakasını diye... Parası, pulu yok, genç, güzel deil, kendine daha iyisini bul... Hayır, illaki o... imdi üç çocukla kaldık. Mümtaz, bu aile faciasının eiinde karısındakine; - Allahaısmarladık!- dedi. Üç çocuk, mefluç bir koca... Bir hastabakıcı

Sayfa 11 / 279 maaı. Büyükçe bir evin iki odasında oturuyorlardı. Su küpleri bile sofada duruyordu. Bu demekti ki, bir mutfakları, belki ayakyolları bile yoktu. Kim bilir hangi zengin memurun, defterdar veya mutasarrıfın, kızını evlendirirken yaptırdıı ahap bir evdi bu. Dıarıdan dökülmü boyasına ramen ne kadar itinalı yapıldıı görülüyordu. Pencere kenarları, cumbalar, çatı, hep inceden inceye yontulmutu. ki yandan be ayak merdivenle kapısına çıkılıyordu. Sa tarafında bir de kömürlük kapısı vardı. Fakat mal sahibi kömürlüü bir kömürcüye kiralamıtı. Belki mutfak da ayrıca kirada idi. Bir kömür kamyonu, bütün sokaı kapamı, cüssesiyle, devrile, sarsıla geliyordu. Mümtaz, yan sokaklardan birine saptı... Mümtaz, bir yaz evvel bu sokaklarda, belki bugünkülerden birinde, Nuran'la dolatıını, Kocamustafapaa'yı, Hekimalipaa'yı gezdiklerini düünüyordu. Genç kadınla yan yana, adeta vücudu vücuduna girmi, sıcakta, alnındaki terleri silerek, konua konua bu medresenin avlusuna girmiler, biraz evvelki çemenin kitabesini okumulardı. Bu, bir sene evveldi. Mümtaz, etrafına, bu bir sene evveline dönebilmek için, en kısa bir yol arar gibi bakındı. Yediehitler'e kadar geldiini gördü. Fatih ehitleri, küçük ta lahitlerde yan yana uyuyorlardı. Sokak tozlu ve dardı. Yalnız ehitlerin bulunduu yerde meydanımsı bir ey geniliyordu. ki katlı, fakat o küçük spor otomobilleri gibi, neredeyse mukavvadan zannedilecek fakir bir evin penceresinden bir tango sesi geliyor, yol ortasında toza bulanmı kız çocukları oyun oynuyorlardı. Mümtaz, onların türküsünü dinledi: Aç kapıyı bezirganbaı, bezirganbaı Kapı hakkı ne verirsin? Ne verirsin? Çocukların hepsi gürbüz ve güzeldi. Fakat, üstleri baları periandı. Bir zamanlar Hekimolu Ali Paa'nın konaı bulunan bir mahallede bu hayat döküntüsü evler, bu fakir kıyafet, bu türkü ona garip düünceler veriyordu. Nuran, çocukluunda bu oyunu muhakkak oynamıtı. Ondan evvel annesi, annesinin annesi de aynı türküyü söylemiler ve aynı oyunu oynamılardı. -Devam etmesi lazım gelen, ite bu türküdür. Çocuklarımızın bu türküyü söyliyerek, bu oyunu oynıyarak büyümesi; ne Hekimolu Ali Paa'nın kendisi, ne konaı, hatta ne de mahallesi. Her ey deiebilir, hatta kendi irademizle deitiririz. Deimiyecek olan, hayata ekil veren, ona bizim damgamızı basan eylerdir.- hsan, bunları ne kadar güzel anlardı. Bir gün, -Her ninnide milyonlarca çocuk baı ve rüyası vardır!- demiti. Fakat hsan hasta idi, Nuran, onunla dargındı ve gördüü gazete manetleri gergin vaziyetten bahsediyorlardı. Sabahtan beri düünmemee, zihninin bir tarafına atmaa çalıtıı eylerin hücumu altında idi.

Sayfa 12 / 279 Zavallı çocuklar, bir barut fıçısının üzerinde oynuyorlardı. Fakat türkü, eski türkü idi; demek barut fıçısı üzerinde de hayat devam ediyordu. Yava yava bir düünceden öbürüne gcçerek yürüyordu. Bu taraflardan hiç kimseyi bulamıyacaını anlamıtı. Elindeki son adresi çok arkada bırakmıtı. Onu da yokladıktan sonra, Amerikan Hastahanesi'ndeki bir akrabasına telefon edecek, bir de o taraflarda arıyacaktı. Sefil, perian mahalleler, yoksulluk yüzünden bir insan çehresini andıran eski evler arasından geçiyordu. Etrafında bir yıın perian ve hasta yüzlü insan vardı. Herkes neesizdi. Herkes yarını, büyük kıyameti düünüyordu. Bari, u hastalık olmasaydı. Ya kendisini de çaırırlarsa, hsan'ı hasta bırakarak gitmee mecbur kalırsa? Eve geldii zaman Macide'yi uyuyor buldu. hsan'ın nefesi muntazamdı. Doktor, iyi haberler bırakarak gitmiti. Ahmet, büyük annesiyle, babasının baı ucunda idi. Sabiha, annesinin ayaı ucunda kıvrılmı, bu sefer sahiden uyuyordu. Garip bir sükunet içinde odasına çıktı. Hemen hemen bütün dünyasını görmütü; hemen hemen... Çünkü, Nuran'dan habersizdi. Nuran, acaba ne yapıyordu? Mümtaz'ın hayatında hsan'la karısının çok büyük bir yeri vardır. Babasının ve annesinin birkaç hafta ara ile ölümünden sonra onu amcasının olu büyütmütü. Macide ve hsan, hsan ve Macide. Nuran'ı tanıyana kadar hayatı hemen hemen bu ikisinin arasında geçmiti. hsan, onun hem babası, hem hocası idi. Macide iyiletikten sonra, iki sene için gittii Fransa'da bile aabeyisinin tesiri devam etmi, hatta daha iyisi bu yeni muhitte ve o kadar cazip eyler arasında biraz da bu tesir yüzünden ilk sarholuklardan kurtulmu, vakit israf etmemiti. Macide ise, kadın efkatine ve güzelliin terbiyesine en muhtaç olduu zamanda onun hayatına girmiti. Onu düünürken Mümtaz, benim çocukluumun bir kısmı bir bahar dalı altında geçti, derdi. Hakikatte de böyle idi. Onun için hsan'ın bu seferki hastalıı, zaten sıkıntı içinde olan genç adamı temelinden sarsmıtı. Doktorun azından zatürree kelimesini duyduu andan itibaren, garip bir teheyyüç içinde yaıyordu. Mümtaz, bu psikolojiyi ömründe ilk defa olarak tanımıyordu. Onun için benliini, o sular altında uyuyan, fakat hereyi idare eden kesif tabakayı biraz da bu korku yapardı. hsan, daha o çocukken içine çöreklenen bu yılanı, kökü kalbinde aacı ondan sökebilmek için çok uramıtı. Fakat asıl Macide'nin eve gelii ile Mümtaz iyilemi. yüzünü günee çevirmiti. Onun eline geçene kadar Mümtaz, hereye

Sayfa 13 / 279 küskün, etrafa kapalı, gökten yalnız felaket bekleyen bir mahluktu ve bunda da haklıydı. Mümtaz'ın babası, S...'nin igali gecesi, oturdukları evin sahibine düman olan bir Rum tarafından ve onun yerine öldürülmütü. ehrin düeceine yakındı. Birçok aileler ehri daha evvelden terketmilerdi. Adamcaız da o gece karısiyle çocuunu götürmek için vasıta bulmutu. Denkler, herey hazırlanmıtı. Bütün günü bu iler için dıarıda geçirmiti. Akamdan biraz sonra eve gelmi, haydi! demiti; biraz bir ey yiyelim, bir saate kadar yola çıkacaız. Yollar henüz açık. Sonra yere serilen bir örtü üzerinde yemee oturmulardı. Tam o esnada kapı çalınmıtı. Hizmetçi, birisinin kapıda beyi beklediini haber vermiti. Babası, bütün gün akama kadar peinden kotuu yük arabasına dair bir haber geldii zanniyle komutu. Sonra bir silah sesi, tek, kuru, hatta akissiz bir ses. Ve koskoca adam bir eli karnının üstünde, adeta sürünerek, yukarıya kadar çıkmı ve orada sofada, yere yıkılmıtı. Bunların hepsi be dakika bile sürmemiti. Ana oul ne aaıda konuulanları, ne de gelenlerin kim olduunu örenmilerdi. Sadece silah sesinin arkasından yoku aaı bir kouma olmutu. Daha onlar, olup bitenin akınlıı içinde iken, yakından top sesleri duyulmaa balamıtı. Biraz sonra komular gelmi, ihtiyar bir adam onları ölünün üstünden kaldırmaa çalımı, -Bu kadar iyiliini gördük. u adamı açıkta bırakmıyalım, gömelim, ehittir, elbisesiyle gömülür- demiti. Sonra isli bir fenerle yarı çılgın bir bahçıvanın tuttuu henüz denge girmemi petrol lambasının ııı altında, bahçenin bir köesinde, büyükçe bir aacın dibinde, alelacele bir mezar kazmılardı. Mümtaz bu sahneyi hiç unutamadı. Annesi yukarıda hep ölünün üstünde alıyordu. Kendisi bahçe kapısının bir kanadına yapımı, büyülenmi gibi oradan aacın dibinde çalıanlara bakıyordu. Üç insan, aacın dalına astıkları bir fenerin altında çalııyorlardı. Fenerin ııı ikide bir rüzgarla kısılıyor, sönecek gibi oluyor, ihtiyar bostancı ceketinin eteini kaldırmı, lambanın sönmemesine dikkat ediyordu. Bu iki ıık altında gölgeler büyüyor, küçülüyor, top sesleri arasından annesinin çılıı kazma seslerine karııyordu. Sona doru hava birden kızıllamıtı. Bu kızıllık evin bulunduu taraftan geliyordu. ehir alabildiine yanıyordu. Hakikatte yangın bir saat evvel balamıtı. Bahçedekiler imdi kıpkırmızı bir göün altında çalııyorlardı. Bir an sonra tek tük arapnel parçaları bahçeye dümee baladı. Sonra ehirde büyük, bendini yıkmı sularınkini geçen bir uultu baladı. Bu her türlü sesten bir maherdi. Bir adam bahçenin çitinden içeriye atladı. ehre giriyorlar, diye baırdı. O zaman hepsi birden durdular. Fakat annesi aaıya inmi yalvarıyordu. Mümtaz daha fazlasına dayanamadı, eli birdenbire tutunduu kapının kanadında gevedi ve yere yıkıldı. Olduu yerde kulaına birtakım sesler geliyor, fakat etrafındakilerden büsbütün baka eyler görüyordu. Babası her akam yaptıı gibi büyük kesme billur lambanın iesini çıkarmı, onu yakmaa çalııyordu. Uyandıı zaman kendisini çitlerin dıında buldu. Annesi, yürüyebilecek misin? diye soruyordu. Mümtaz akın akın etrafına bakındı; hiçbir ey anlamadan, -yürürüm- dedi. Kendisinden yürümesi isteniliyordu. O da yürüyecekti.

Sayfa 14 / 279 Mümtaz bu yolculuu bir türlü tam olarak hatırlıyamazdı. Hangi tepeden ehrin yanıını seyretmiler? Hangi büyük yolda o yüzlerce insanlık acayip, perian, mustarip kafileye katılmılardı? Kim onları sabaha karı o yaylıya koymu, kendisini arabacının yanına oturtmutu? Bunlar cevapsız kalan suallerdi. Hafızasında gerisi gelmeyen birkaç hayal vardı. Bunlardan biri, annesinin yola çıkar çıkmaz deimesiydi. Artık o, kocasının ölüsü üzerinde alayan, sızlayan kadın deildi. Yola çıkmı, olunu ve kendisini kurtarmaa çalıan kadındı. Sessiz, sedasız, küçük kafileyi idare edenlerin dediklerini yapıyordu. Olunun elinden sıkı sıkı tutmu, yürüyordu. Mümtaz avuçlarında hala bu kilitlenmenin, belki ölümün ötesine kadar sürecek kavrayıını duyardı. Bazen hayal daha vazıh olur. Annesini yanıbaında, yırtık çarafı, zayıf ve kaskatı yüzü ile, dimdik gördüü olurdu. Sonra arabada, baını her arkaya çeviriinde onu biraz daha solgun, erimi yüzü, hapsedilmi gözyalarıyle adeta bir yara haline gelmi, hereyden biraz daha uzak görürdü. kinci geceyi, bozkırı adeta tek baına bekleyen beyaz, kireç sıvalı geni bir handa geçirmilerdi. Hanın merdiveni dıarıdandı ve odaların pencereleri sonbaharda öte beri kurutulan yere açılıyordu. Mümtaz bu odalardan birinde dört be çocuk ve bir o kadar kadınla beraber yatmıtı. Hanın kapısının önünde araba ve ahıra sımayan bir yıın deve ile katır vardı. çiçe girmi, dinlenen bu hayvanlardan biri silkinince, hepsi birden harekete geçiyor, küçük çan sesleri, nöbetçilerin baırıları, küçük bir rüzgarın ve sessizliin kim bilir nerelerden, hangi uzak daların eteinden, ıssız vadilerden, insansız kalmı köylerden toplayıp, odalarını aydınlatan isli lambanın etrafına getirip yıdıı bozkır gecesini, onun sessizliini, gurbet duygusunu bozuyordu. Arada sırada kapının önünde karanlıkta cıgara içen erkeklerin yüksek sesle konutukları eyler yukarıya, onlara kadar çıkıyordu. Bunlar manasını anlamadan, içini ümitsizlikle, hınçla dolduran, o zamana kadar farkına varmadan yaadıı hayatı, küçük, nazlı, iyilikle dolu hayatı birdenbire kendisi için çok katı, çok zalim ve anlaılmaz yapan kelimeler, cümlelerdi. Sonra açık pencereden bir rüzgar kabarıyor, çaraflardan yapılmı perdeler iiyor, etrafındaki gürültülere daha uzak yerlerden gelen gürültü karııyordu. Geceyarısına doru büyük bir amata ile uyandılar. Zaten etraftaki sessizlik o kadar tam, o kadar sert, fakat çok ince bir madde gibi bütün hayatlarını örtmütü ki, en ufak ses, en küçük gürültü, kırılan bir camdan içeriye düen bir madde gibi büyük bir angırtıyla, bir yıkılı, bir devrili hissiyle onlara geliyordu. Hemen herkes pencereye ve hatta dıarıya üütü. Yalnız Mümtaz'ın annesi, olduu yerde kalmıtı. Bunlar dört atlıydılar. Atlılardan biri, terkisinden bir ey indirdi. Atların burnuna kadar sokulan Mümtaz, bir genç kadının: -Emmi, Allah senden razı olsun, diye mırıldandıını iitti. Hancının tuttuu ııkta kadının büyük siyah gözleri görünüyordu. Vücudunun alt kısmı, afyon tarlalarında çalıan kadınların kullandıı cinsten bir petemalla örtülü idi. Belden yukarısında bir efe ceketi vardı. Yeni gelenler, demin, odalara çay getiren hancı çıraının uzattıı testiden

Sayfa 15 / 279 su içtiler, hancının verdii ekmekleri aldılar, kıl torbaları arpa ile doldurdular. Herey evvelden hazırlanmı gibi çarçabuk oluverdi. Hanın önünde oturan erkekler hep havadis soruyorlardı. -S...'nin üstünde muharebe oluyor. Yarın akama kadar vaktiniz var. Fakat çok gecikmeyin, arkadan büyük kalabalık geliyor. Sonra hemen, veda etmeden atlarını mahmuzladılar. Nereye gidiyorlardı? Ne ileri vardı? Mümtaz yukarıya annesinin yanına çıktıı zaman, demin gelen kadının on sekiz, yirmi yalarında bir kız olduunu, annesinin yanına olduu gibi boylu boyunca uzanmı, gözleri açık, yüzü adeta kaskatı, hıçkırdıını gördü. Annesi biraz geriye çekilerek ona yer açtı. Mümtaz bu genç kızı yalnız birkaç saat gördü. Fakat o geceden sonraki uykularında, onun, bütün gece vücudunda duyduu yakınlıının verdii duyguyu duydu. Uzun zaman, o gece birkaç kere olduu gibi, onun kolları arasında, onun gösü gösünde ve saçları yüzünü örtmü, yahut alnı nefesiyle buulu uyandı. Genç kız ikide bir teheyyüçle uyanıyordu. O zaman kesik, adeta insan dıı hıçkırıklarla inliyordu. Bu, belki annesinin dalgın sükutu kadar acı bir eydi. Fakat uykuya dalar dalmaz, bacakları ve kollarıyle Mümtaz'ı kavrıyor, sanki annesinin koynundan zorla çekiyor, yüzü bütün bir saç ve nefes kalabalııyle yüzüne geçiyor, yahut onu gösünün tam ortasına çekip bastırıyordu. Mümtaz sık sık bir kucaklayıtan veya iniltilerden uyandıkça, bu yabancı ve bilinmedik itihalarla dolu vücudu bu kadar kendisiyle içiçe görmekten aırıyor, bütün vücuduyle, bir akam evvel ilk tecrübesini yaptıı ölümden baka türlü ölmee hazır bu vücut, yaklatıı her eyi adeta nefesinde yumuak bir maden gibi eriten bu nefes, bu acayip ve gergin yüz onu korkutuyor, hala yanmakta devam eden gaz lambasının ııında gözlerinin kendinde olmayan pırıltısını görmemek için gözlerini yumuyordu. Sanki kendi baına ileyen bu ten itihasının, bu sıcak sokuluun ve onların boluunu tam zıddıyle dolduran iniltilerin hiç tatmadıı cinsten bir büyüsü vardı. Onun için bir türlü bu kucaklayıtan kendisini kurtaramıyor, ılık ve kokulu bir suda uyumu yorgun bir insanın hem boulmaktan korkan, hem de uykunun uyuukluundan kendisini bir türlü kurtaramayan o garip ve ikizli haliyle onlara kendisini terkediveriyordu. Bu, o zamana kadar tatmadıı bir duyguydu. O zamana kadar muayyen duyumların ötesine geçmeyen vücudu, sanki yepyeni bir dünyaya açılmıtı; bir nevi sarholuk içinde vücudunun hiç bilmedii ve tanımadıı noktalarına, sade lezzet anları taınıp duruyordu. çinde bazı uyku sonlarını andıran çok lezzetli bir tükenme duygusu, hatta bu sıcak kavrayı ve sokuluların içinde bir tükenme arzusu vardı. Ve bu arzu en son haddine, uurun kaybına vardıı, insan ve etrafının adeta birletii anda bütün o yorgunluk ve acıların harap ettii beden birdenbire uykuya geçiyordu. Gariptir ki, uyku balar balamaz hep bir gece evvel bayıldıı zamanki rüyayı, babasını, büyük kesme billur petrol lambasıyle görüyor, fakat hayal, kendisini ilk defa doyuran acıyle beraber geldii için onu çok defa iddetle uyandırıyor. O zaman içindeki acı, kucaında yattıı genç vücuttan bütün uzviyetini kaplıyan hazla birleiyor, garip, çift manalı ve vücutlu bir ey

Sayfa 16 / 279 oluyordu. Sabaha karı tam uyandıı zaman kendisini genç kızın kolları arasında, çenesi küçük çenesine dayanmı, bütün uzviyetiyle kendisine sahip buldu, gözleri yüzüne garip bir ısrarla açılmıtı. Mümtaz bu gözleri görmemek için gözlerini tekrar kapadı ve korka korka annesine doru döndü. kinci hatıra böyle karıık deildi. O günün ikindisinden sonra idi. Bindikleri araba kafileyi çok geride bırakmıtı. Annesi, üç kadın ve kendisinden çok küçük iki çocukla beraber arabanın içindeydiler. Dün akamki genç kız da orada, yaylının tam arkasına düen tarafındaydı. Arabacı B...'a yaklatıını söylüyor, ikide bir fırsat bularak arabanın içine doru baını çeviriyordu. Mümtaz bu konuma ve anlatma ihtiyacının genç kıza hitap ettiini iyi biliyordu. Fakat genç kız ne ona, ne de atını arabanın yanından ayırmayan jandarmaya, ne de hiç kimseye tek kelime söylüyordu. Dün geceki iniltileri kesilmiti. Mümtaz, onu görmek ihtiyacıyle çıldırıyor; fakat buna cesaret edemedii için baını çevirip annesini bile aramıyordu. Genç kızdan adeta korkuyor ve bu korku zaman zaman omuzunu omuzuna dayandıkça çok insafsız bir ey oluyordu. Bu, garip, dün akamın sıcaklıından mahrum, fakat onların hatırasıyle dolu bir temastı ve genç adam farkında olmadan onların kendisine doru gelmesini arzu ediyor, bu bekleyi içinde omuzu adeta katılaıyordu. te bu bekleyilerden birindeydi ki, gözü arabacının elinde tuttuu mein kırbacın ucundaki mavi boncuklarda, hiçbir ey düünmeden beklerken o zamana kadar duyduu acıların çok üstünde, çok deiik, her ayrılıı atlamaya hazır, aralarındaki her mesafeyi küçük gören bir acıyle, babasını hatırladı. Onu bir daha göremiyecekti. O sonuna kadar hayatından çekilmiti. Mümtaz bu anı bütün hayatında unutamazdı. Herey olduu gibi gözlerinin önünde idi. Mein kırbacın ucunda mavi boncuklar, sonbahar güneinin içinde olduklarından daha baka türlü parlak, bir kısmı havada, bir kısmı kendi önündeki atın kalçası üstünde parlıyordu. Atlar yelelerini sallıyarak kouyorlardı. Biraz ilerilerindeki bir telgraf direinin ucundan geni kanatlı bir ku havalanmıtı. Etraf sapsarıydı ve arabaların gürültüsünden, arabanın içinde alıyan üç yaındaki kızın sesinden baka hiçbir ses yoktu, kendisi arabacının yanındaydı, arkasında dün akam sabaha kadar onu kucaklayan, bilmedii bir itihayı onun kapalı vücudunda yıkan genç kız ve onun tam karısında da ne olduunu, hatta ne olacaını bilmedii annesi vardı. Birdenbire babasını olduu gibi karısında gördü ve bu hayal ona bir daha onu görmeyeceini, sonuna kadar onun varlıından uzak kalacaını, bir insanı bir daha görmemenin, sesini bir daha iitmemenin, bir daha hayatına girmemenin keskin ve yenilmez acısıyle ona hatırlattı. Tam bu esnada belki de geçirdii fenalıın farkına varan köylü kız dümesin diye onu tutmutu. Böylece, bir gece evvelin garip duyumları, babasının ölümüyle yeni batan ve çözülmez bir ekilde

Sayfa 17 / 279 birleti. çinde büyük bir günah ilemi duygusu vardı; kendisini bilmedii eylerden mücrim sanıyordu. Belki de o anda sormu olsalar, babamın ölümüne ben sebep oldum, derdi. Bu çok korkunç bir duygu idi. Kendisini son derecede sefil buluyordu. Bu garip ruh hali Mümtaz'da senelerce devam edecek, her adım atıında ayaına takılacaktır. lk gençliine girdii devirlerde bile Mümtaz bu hislerin içinde kalacaktır. Rüyalarının bir tarafını dolduran hayaller, o garip tereddütleri, korkuları, hayatının zenginliini ve ıstırabını yapan bir yıın ruh hali hep bu ikiz tesadüfe balıdır. Genç kız B...'de onlardan ayrıldı. ehrin yarı harap sokaklarından birinde büyük bir güne lekesinin içinde araba durdu. Hiçbir ey demeden, kimseye bakmadan kız arabadan atladı. Koa koa atların önünden karı tarafa geçti ve oradan Mümtaz'a son defa baktı. Sonra yine koa koa yan sokaklardan birine saptı. Mümtaz ilk ve son defa, bu günein içinde onun yüzünü gördü. Sa akaından çenesine kadar henüz iyi olmu bir bıçak yarası vardı. Bu yara yüze garip bir sertlik veriyordu. Fakat Mümtaz'a bakarken gözlerinin içi güldü ve çehresi yumuadı. Bundan iki gün sonra bir akamüstü Mümtaz'la, annesi, A...'ya geldiler ve uzak bir akrabanın evine indiler. V Burası Akdeniz'di. Mümtaz, Akdeniz'in ne olduunu, nasıl bir hayat rahatlıiyle insanı kavradıını, günein, berrak havanın, ufkun çizgisine kadar uzanan ve her dalgayı, her kıvrımı kendi kenarlariyle göze nakeden sarahatin, insanı nasıl terbiye ettiini, ruhumuza nasıl doduunu, hulasa üzümle zeytini, mistik ilhamla vazıh düünceyi, en çetin ihtirasla ferdi huzur endiesini elele yürüten tabiatın mahiyetini sonra kitaplardan örendi. Fakat onları o yata bilmemesi, onlardan lezzet alınaması demek deildi. Buradaki zamanı, hayatının sürüp giden kötü tesadüflerine ramen onun için ayrı bir mevsim oldu. S...'de hayatlarının bir tarafını yakan humma burada da vardı. Her gün ehir yeni bir havadisle çalkalanıyor, bugün yukarılarda büyük bir isyandan korku ile bahsediliyor, ertesi gün, akam üstü unutulacak bir zaferin müjdesi sokakları nee ile dolduruyordu. Hemen her sokak baında münakaalar oluyor, geceleri yarı gizli sevkiyat yapılıyor, malzeme gönderiliyordu. Evlerinin karısındaki otel her gün yeni batan dolup boalıyordu. Fakat bunlar elmas kadar parlak bir günein altında, bin türlü arızasında onu kabul eden, onunla deien, hiddetli sükuneti, uzun baygınlıkları, lezzetleri hep onunla beraber yürüyen bir denizin karısında, bayıltıcı portakal çiçei, hanımeli, fül kokuları arasında oluyordu. Ne kadar mustarip olursanız olun, güne bu ıstırabın arasında er geç bir çatlak buluyor, oradan altın bir ejder gibi kayıyor. Sizi iç mahzeninizden çıkarıyor, bir yıın imkanı bir masal gibi anlatıyor. - Sanki, bana inan, ben her mucizenin kaynaıyım, herey elimden

Sayfa 18 / 279 gelir; topraı altın yaparım. Ölüleri saçlarından tutup silker, uykularından uyandırırım. Düünceleri bal gibi eritir, kendi cevherime benzetirim. Ben hayatın efendisiyim. Bulunduum yerde yeis ve hüzün olamaz. Ben, arabın neesi ve balın tadıyım- diyordu. Ve bu nasihati dinleyen hayat, her üzüntünün üstünde cıvıl cıvıl ötüyordu. Her gün bir iki vapur ve bir yıın deve ve mekkarenin taıdıı yükler, yolcular, evlerinin karısındaki otelin önüne indiriliyor, denkler açılıyor, tekrar yükleniyor, çivileniyor, tahta sandıklara maden kuaklar vuruluyor, yolcular kapının önündeki iskemlelere oturup konuuyorlar, pencerelerden bir fütürist tablo gibi sade göz, sade kulak ve tecessüs, yahut arzulu kadın baları uzanıyor, arsız talyan neferleri isizlikten kapıların önündeki çocuklarla saatlerce oynuyorlar, Caromio diye diye onları çaırıyorlar, fırınlara ev hanımlarının yaptıkları börek, baklava tepsilerini taıyorlar, biraz arsızlık edip de azarlandıı zamanlarda pek mahçup olmu gibi balarını eiyorlar ve arka sokaktan dolaıp gelmek için sırıta sırıta uzaklaıyorlardı. Deppoyun önünde dünyanın en sulhperver hayvanlarına, iri develere güre yaptırıyor, tabiatın bu ölçüsüz ve sakin mahluklarını insan aklına uymu görmekle herkes mesut oluyordu. Geceleri kız, erkek çocuklar arampole, daha baka taraflara ay ııında ve zifiri karanlıkta evlerinin bahçesine su balamaa gidiyordu. Hulasa, hayat dar, fakat tabiat geni ve munisti. Mümtaz geldiinin daha ikinci günü bir yıın arkada bulmutu. Evin çocuklarıyle beraber çıkıp geziyorlar, portakal bahçelerine, Karaolan'a gidiyorlardı. Hatta ehrin dıındaki cevizlie kadar uzanmılardı. Mümtaz sonraları Kozyataı'nı bu cevizlie benzettii için sevmiti. Fakat ekseriya gündüzleri Mermerli'de veya iskelede deniz kenarında vakit geçiriyorlar, akama yakın Hastahane üstüne çıkıyorlardı. Mümtaz burada, yoldan denize kadar inen büyük kayalar üstünde oturup akam saatlerini geçirmei severdi. Bey dalarının üstünde güne, sanki kendi ölümünün ayinini ve kendi yaldızdan ve koyu lacivert gölgelerden lahdini hazırlıyormu gibi, bu daların kıvrımlarına altın ve gümü zırhlar geçirir, sonra alçalan ve arkaya devrilen kavis, bir altın yelpaze gibi açılır, büyük ıık parçaları uraya, buraya ateten yarasalar gibi uçar, kayaların üstüne asılırdı. Bu, bir mevsim gibi bereketli, velut saatti. Çünkü gündüzleri, sadece yosunlu, rüzgarın, yamurun sünger gibi delik deik ettii ta parçaları olan kayalar, bu saatte birdenbire canlanırlar, birdenbire, kudretleri ve cüsseleri insanın çok üstünde, talih gibi susan ve yalnız varlıklarının içimizdeki aksiyle konuan bir yıın hayal varlık, Mümtaz'ın etrafını alırdı. Ve Mümtaz onların arasında küçücük cüssesiyle, içinde genileyen hayat idrakiyle bütün benliini saran o acayip, kökü çok derinlerde, korkunun rüzgarında daılmaa çalıırdı. Bu, hereyin ayrı ekilde dirildii, seslerin kabartma kazandıı, derinleen, dost yüzünü, sıcaklıını kaybeden göklerin altında insanolunun namütenahiye doru küçüldüü, tabiatın bize her taraftan -ne diye ayrıldın, sefil ıstırapların oyuncaı oldun, gel, bana dön, terkibime karı, hereyi unutur, eyanın rahat ve mesut uykusunu uyursun- dedii saatti. Mümtaz bu sesi ta belkemiklerine varıncaya kadar duyar ve manasını pek anlamadıı bu davete

Sayfa 19 / 279 komamak için küçücük varlıı katılaır, kendi üstüne kapanırdı. Bazen de daha ilerilere, denize çok yukarıdan bakan kayalıklara kadar gider, orada yosun bakılı uçurumun kenarında, durulmu suyun yeil ve somaki bir ayna gibi akamın son ganimetlerine açılıını, bir anne rahmi gibi bu ıık parçalarını alıını ve yava yava onların üstüne kapanıını, örtülüünü seyrederdı. Ta yerin altından, ilerleyen ve gerileyen dalgaların saır gürültüsü, küçük piyanolar, ak fısıltıları, kanat çırpıları, ıpırtılar, hulasa bilinmeyen varlıkların, yalnız günün bu saati için yaayan, akamla gecenin arasındaki geçidi doldurduktan sonra kim bilir hangi sedef kabuunda, balık pulunda, kaya çukurunda, ay ve yıldız aksinde uyuyan binlerce varlıın sesleriyle kenarları pul pul, akisleri renkli büyük davetler onu çaırırdı. Nereye çaırırlardı? Mümtaz bunu bilseydi, belki bu davete koardı. Çünkü suyun sesi, akın, ihtirasın sesinden kuvvetlidir. Karanlıkta su sesi insanın içindeki ölüm mayasının dilini konuur. Mümtaz, bu karanlık aynada henüz balangıçta olan ömrünün dost hayallerini, babasının altında yattıı aacı, olduu gibi bıraktıı mesut çocuk saatlerini, han odasında bakir tenine çok derin bir aı gibi yapıan köylü kızını, büyük siyah gözlerini her an bu uultulu davete komaa hazır bir ürperme ile arar, sonra onun sadece boluun aynası olduunu görünce yerinden kalkar, kabuslu bir rüyadan çıkar gibi kayaların dev gölgeleri arasından, her adımda sendeliyerek, solmaya çalıırdı. Ona öyle gelirdi ki, bütün bu kayalar, o, yanıbalarından geçerken dirilecekler, neredeyse bir el uzanacak bir tarafından onu yakalıyacak, yahut biri sırtındaki harmaniyi baının üstüne atacaktı. Çünkü bu kalabalıın gündüz ııında bile insanı ürperten bir manzarası vardı. Onlar canlı bir tabiat parçasından ziyade, kim bilir hangi felaketle oldukları vaziyette donup kalmı mahluklara benzerlerdi. Fakat asıl korkuncu; muhayyilenin durduu anlardaki manzaralarıydı. O zaman hayattan boaltılmı, ebediyen ona yabancı, onu inkar eden bir çehre takınırlardı. Sanki -biz hayatın dıındayız, derlerdi. Hayatın dıında... O, hereyi besleyen hayat suyu bizden çekilmitir. Ölüm bile bizim kadar kısır deilidir.- Hakikaten çocukken oynamasını o kadar sevdii ve ömrünün sonuna kadar sevecei bir balçık parçası bu kayaların yanında ne kadar canlıydı. Onun yumuak ve ekilsiz varlıı, her ekli, her iradeyi, hatta düünceyi bile kabul edebilirdi. Fakat bu sert kaya parçaları hayattan ebediyen uzaktılar; rüzgar eser, yamur yaar, zerre zerre ufalırlar, dev cüsselerinde derin izler, oluklar peydahlanır; fakat hiçbiri onlardan ilk felaketin eliyle yorulup kaldıkları hali gideremezdi. Onlar hayat yolunun üzerinde soracak belli hiçbir sualleri olmadıı için, her suali birden soran sonsuz zamanın içinden gelmi zalim, hain sembollerdi. Bazen bir yarasa, tam adım attıı yerden fırlar, cinsini bilmedii bir baka ku uzakta yavrularını çaırırdı. Kayalıktan sıyrıldıı zaman içi rahatlardı. Düz osede adımlarını yavalatır, bir daha gelmem! diye karar verirdi. Fakat bilinmezin lezzeti gariptir, ertesi akam yine orada, ya denizin kenarında, yahut sadece yola yakın bir kayanın

Sayfa 20 / 279 üstünde bulunurdu. Bu hazzı tek baına tadabilmek için daha gündüzden çareler arar, arkadalarından ayrılırdı. Bir gün arkadaları, onu Güvercinlik'e götürdüler. Bu Hastahane üstü ile Konyaaltı arasında, ehirden epeyce uzak bir yerde bir deniz maarası idi. Bir müddet deniz boyunca yürümüler, sonra kayaların arasına sapmılar, nihayet bir oyuktan yeraltına girmee balamılardı. Zifiri bir karanlık içinde ve elleriyle dizleri üstünde sürtünerek yürümek, Mümtaz'ın pek houna gitmiti. Fakat bu dehlizin sonunda birdenbire ortalık, günee arasından bakılan taze yaprak yeili bir aydınlıkla aydınlanmı ve bu aydınlık içinde asıl maaraya atlamılardı. Elleri ve dizkapakları yara ve yırtık içinde kalmasına ramen, bu koyu tire ile nefti arasında deien aydınlık Mümtaz'ı çıldırtmıtı. Denizin oyduu kaya parçası içinde, dalgalar çekildii zaman, durgun, az derin, dibindeki balıklar, kaya kenarlarındaki yengeç ve böcekler görünecek kadar berrak sulu, son derecede tabiiye benzer yapılmı rokay bir havuza benzeyen gölceiz, ortasındaki küçük ta parçası adasıyle kalıyordu. Burası maaranın deniz tarafından yaklaılabilen kısmıydı. Onun arkasında, geldikleri taraf daha geni ve biraz yüksek, fakat hep kaya parçaları dolu büyükçe bir salon tekil ediyordu. Dalga çarpıp maaranın azını örttüü zaman her taraf yemyeil oluyordu. Sonra garip, adeta toprak altından gelen bir yıın gürültü ile su boanıyor, etraf güneli denizin gönderdii akislerle aydınlanıyordu. O gün Mümtaz, kısa pantalonuyle, iki eli çenesinin iki yanında, çömeldii bir taın üstünden saatlerce, hiç konumadan bu ıık gölge oyununu seyretti. Acaba ne düünmütü, neyi beklemiti? Bu dalgaların ona getirecekleri bir ey olduunu mu sanıyordu; yoksa maaranın içine dolup boalan suyun o acayip uultusuna mı kendini kaptırmıtı? Bu seslerde onun için neyin, hangi sırrın daveti vardı? Akama doru bir tesadüfle oraya kadar gelmi bir kayık kolayca onları iskeleye getirdi. Mümtaz acele acele arkadalarından ayrıldı ve eve kotu. Gördüü eyi annesine anlatmak istiyordu. Fakat kadın o kadar harap haldeydi ki, hiçbir ey söylemedi ve bir daha da annesini yalnız bırakmadı. Günlerini orada, hastanın yataının yanıbaında, kah ona bakarak, kah düünerek, okuyarak geçirdi. Her gün öleye doru telgrafhaneye gidiyor, annesinin çektii telgrafın cevabının gelip gelmediini öreniyordu. Sonra hastanın odasına kapanıyor, daima hareketli, daima canlı sokaın kendisine kadar çıkan gürültüsü içinde ona arkadalık ediyordu. Akam oldu mu pencerenin yanına otururdu. Kaç gündür sokakta küçük bir çocuk peyda olmutu. Her akam elinde bo bir ie veya baka bir kap, evlerinin önünden, türkü söyliyerek geçerdi. Mümtaz, daha sokaın baında iken onun sesini tanırdı: Akam oldu yakamadım gazımı, Kadir Mevlam böyle yazmı yazımı,