Sorularlarisale.com "Rabbimizi bize târif eden Kur ân-ı Hakîm; şu kitab-ı kebîr-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi... şu sahâif-i arz ve semâda müstetir Künûz-u Esmâ-i İlâhiyenin keşşafı... şu sutûr-u hâdisatın altında muzmer hakaikın miftâhı..." Kur ân'ın, bu şümullü ve güzel tarifini maddeler halinde açıklar mısınız? "İşte, Rabbimizi bize târif eden Kur ân-ı Hakîm; şu kitab-ı kebîr-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi..." Bu kâinat, kudret kalemiyle yazılmış büyük bir kitaba benzetiliyor. Bir risalede âlemdeki varlıklar için ayât-ı tekviniye tabiri kullanılır. Tekvinî ayet, kün emriyle yaratılan ve Allah ın varlığını, birliğini, esmâ ve sıfatını bildiren ve onlara delil olan demektir. Kur ân-ı Kerim'deki ayetler Allah ın kelam sıfatından gelmişlerdir, kâinattaki ayetler ise kudret sıfatından Nitekim Nur Külliyatı'nda varlıklar için "kelimat-ı kudret" tabiri sıkça kullanılır. Bu kâinat kitabı bütün ayetleriyle Allah ı tanıttığı halde insanlar onu okuyamamışlar ve doğru değerlendirememişlerdir. Yani, o kitabın dilini anlamamışlardır. İşte, Kur ân-ı Hakîm; kâinat kitabını tercüme etmiş, insanlara anlatmış ve o kitabın kâtibi olan Rabbimizi bize tarif etmiştir. O nu sıfatlarıyla, isimleriyle, fiilleriyle bizlere bildirmiştir. "Şu sahaif-i Arz ve Semâda müstetir künuz-u Esmâ-i İlâhiyenin keşşafı..." Müstetir; perdelenmiş, örtülmüş, görülmez ve bilinmez hale gelmiş demektir. Kur ân-ı Hakîmin kâinat kitabını tercüme etmesi sayesinde, arz ve semâda müstetir olan esmâ tecellileri müminlerce okunmaya başlanmıştır. Bu ifadede Allah ın isimleri birer hazineye teşbih edilmiştir. Meselâ, Hâlık ismi bir hazinedir; bütün mahlukat o hazinenin cevherleri gibidir. Muhyi ismi ayrı bir hazinedir; bütün hayatlar da o hazineden gelmiştir. page 1 / 5
"Şu sutûr-u hâdisatın altında muzmer hakaikın miftâhı..." Şu kainat kitabında, her mahluk gibi her hadise de bir kelime yahut bir satır hükmündedir. Onların da doğru okunması gerekir. İşte, hadiselerin altında gizli olan hakikatler ancak Kur ân'ın irşadı ve talimiyle doğru okunabilir. Gece ve gündüz, sıhhat ve hastalık, sevinç ve keder, ihtiyarlık ve ölüm bu kitapta yazılmış birer hakikattirler. Bunlar içerisinde insan için en önemli hadise ölümdür. Ölümü, hiçlik, yokluk, kabre girip çürüme ve kaybolma olarak düşünenler, ölümün hakikatine erememiş, o en önemli hadiseyi yanlış değerlendirmişler demektir. Kur ân'ın irşadıyla ölüm hadisesinin hakikati anlaşılır. Doğum ana rahminden dünyaya gelmek olduğu gibi ölüm de dünyadan berzah alemine göçmektir. Onu ba s denilen son bir doğum daha takip edecek, onunla da kabir âleminden mahşer meydanına çıkılacaktır. Nur Külliyatı'nda ölümün hakikatiyle ilgili çok geniş açıklamalar yapılmıştır. Bir kaçını hatırlayalım: Ölüm, tebdil-i mekândır, vazifeden paydostur, ıtlak-ı ruhtur. Kabir ise bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır. "Şu âlem-i şehadet perdesi arkasındaki âlem-i gayb cihetinden gelen iltifatat-ı Rahmâniye ve hitâbât-ı Ezeliye nin hazinesi..." Bu ifadede geçen, âlem-i gaybı, bu görünen âlemin sevk ve idare edildiği arş-ı azam, her şeyin misallerinin alındığı âlem-i misal, her şeyin yazılıp hıfz edildiği Levh-i Mahfuz gibi göremediğimiz gaybî âlemler olarak anlayabiliriz. Üstat Hazretleri de bir risalesinde Kur ân'ın arş-ı azamdan geldiğini beyan ederler. Demek ki Kur ân, dünya semasına arştan nazil oluştur. İltifat ve hitap kelimeleri birbirini tamamlamakta ve aynı hedefe işaret etmektedirler. Cenab-ı Hakk ın kullarına hitap etmesi en büyük bir iltifattır. Onlara emir ve yasaklarını bildirmesi, rızasına erme ve cennetine varma yollarını göstermesi insanlar için en büyük bir lütuf ve en ileri bir ihsandır. "Şu âlem-i mâneviye-i İslâmiye nin güneşi, temeli, hendesesi..." page 2 / 5
Başta iman olmak üzere, bütün güzelliklerin, faziletlerin, meziyetlerin, güzel ahlâkın kaynağı Kur ân güneşidir. Dinimizin temeli Kur ân hakiatleridir. Kur ân'ın ilk müfessiri olan hadis-i şeriflerle o temel üzerine ebediyete kadar devam edecek bir hidayet ve istikamet binası kurulmuştur. Hendese kelimesini, büyüyen İslâm binasında ortaya çıkan yeni meseleleri çözmek, yeni ihtiyaçlara cevap vermek üzere Kur ân ve hadis-i şeriflerin ışığında yapılan içtihatlar, verilen fetvalar olarak değerlendirebiliriz. "Avâlim-i uhreviyenin haritası..." Kur ân-ı Kerim'de, mahşere çıkışla başlayıp, vakfe, mizan, sırat, cennet yahut cehennem şeklinde devam eden âhiret hayatının yol haritası çizildiği gibi, cennette mazhar olunacak çeşitli saadetler ve cehennemde tadılacak muhtelif azaplar da birer fotoğraf gibi insanın önüne konulmuştur. "Zât ve sıfât ve şuun-u İlâhiye nin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, bürhan-ı nâtıkı, tercüman-ı sâtıı..." Allah ın zâtı, sıfatları ve şuunatı hakkında tek sağlam bilgi kaynağı Kur ân'dır. Bu gaybî ve sonsuz hakikatler hakkında insan aklı ve hayali hiçbir şey yapacak durumda değildir. Allah, kendisini Kur ân'la anlatmış olduğundan, insanların yersiz tahminlerine ve geçersiz fikirlerine ihtiyaç kalmamıştır. Biz Kur ân ayetlerinden ve onları tefsir eden yetkili âlimlerimizden, Allah ın zâtının vacip, ezelî, ebedî, mekândan ve zamandan münezzeh olduğunu, sıfatlarının sonsuz olup ne kadar varlık yaratırsa yaratsın bu sıfatlarda hiçbir değişme ve eksilme düşünülemeyeceğini, zâtı ve sıfatları gibi, merhamet ve gazabının, şefkat ve gayretinin ve sair bütün şuunatının da mahlukatın halleriyle ve kabiliyetleriyle mukayese edilemeyeceğini ve daha böyle nice hakikatleri öğrenmiş bulunuyoruz. Kâinattaki varlıklar da Allah ın varlığını ve sıfatlarını hal dilleriyle ilan etmiş olmakla birlikte, bu manevî sözlere çoğu zaman kulak verilmediğini, yahut yanlış anlaşıldığını görüyoruz. Onun için bir bürhan-ı natık, yani konuşan delil lazımdır. page 3 / 5
[Bürhan-ı natık ifadesi Allah Resulü (asm.) için kullanıldığında Kur ânı insanlara tebliğ eden, anlatan manasına gelir.] Tercüman-ı satıı (yüksek tercümanı) ifadesi, kâinat kitabının sözlerini anlamayan insanlık âlemine Kur ân'ın bu konuda tercümanlık yaptığını ifade eder ve burhan-ı natık terkibine yakın mana taşır. "Şu âlem-i insaniyetin mürebbisi, hikmet-i hakîkisi, mürşid ve hâdîsi..." Kur ân, insanların ruhlarını terbiye etmek, kalplerini imanla, akıllarını ilim ve irfanla kemale erdirmek, onlara hakiki hikmet dersini vermek, beşeriyeti hatalı yollardan çevirmek ve hidayet yolunu göstermek üzere inzal olmuştur. Hakiki hikmet, yani gerek insanların gerek diğer varlıkların yaratılış gayeleri ve görevleri konusunda en doğru bilgi Kur ân ayetlerinden alınabilir. Çünkü bu ayetler o varlıkları yaratanın kelâmıdır. Bilindiği gibi hikmet kelimesi felsefe için de kullanılmaktadır. Burada konulan hakiki kaydı, felsefenin gerçek hikmet olmadığına da bir işarettir. Nitekim, Üstat Hazretleri de ilm-i hikmet dedikleri felsefe ifadesiyle, kendisinin bu isimlendirmeye iştirak etmediğini ortaya koymuş oluyor. Hikmetin birçok tarifi vardır. Bunlardan birisi de ilimle beraber amel dir. Yani, bir fikir, insanları güzel amele götürüyorsa hikmetlidir. Yoksa sadece sözde kalan, uygulamaya konulamayan düşünceler şahsî olmaktan öteye geçmez ve insanlar için bir irşat ve hidayet vesilesi olamazlar. "Hem bir kitab-ı hikmet ve şeriat, hem bir kitab-ı dua ve ubûdiyyet, hem bir kitab-ı emir ve davet, hem bir kitab-ı zikir ve mârifet gibi; bütün hâcât-ı mâneviyesine karşı birer kitab ve bütün muhtelif ehl-i mesâlik ve meşârib olan evliya ve sıddıkînin, asfiya ve muhakkikînin her birinin meşreblerine lâyık birer risale ibraz eden bir 'kütübhanei mukaddese'dir..." Kur ân-ı Kerim, bütün varlık âleminin yaratılış gayelerini ve görevlerini öğretmesi cihetiyle bir kitab-ı hikmet olduğu gibi, hem şahsî hayatımıza hem de toplum hayatımıza dair emir ve yasakları bildirmesi yönüyle bir kitab-ı şeriattır. page 4 / 5
Powered by TCPDF (www.tcpdf.org) Şeriatın birer esası olan dua, ubudiyet, emir ve davetleri de bütün yönleriyle içine alır. Kur ân-ı Kerim, okunduğunda her harfine en az on sevap verilen bir zikir olduğu gibi, Allah ı isim ve sıfatlarıyla tanıtması yönüyle de bir marifet kitabıdır. Kur ân-ı Kerim'de bütün hak meslek ve meşreplerin esasları mevcuttur. Aynı kâinattan her meyve ağacı kendi istidadına göre farklı bir meyve süzdüğü gibi, her tefsir âlimi Kur ân'dan farklı manalar sezer, her meşrep sahibi farklı feyiz kapıları bulur ve farklı esmânın tecellilerine mazhar olmakla ayrı bir irşat mesleği ortaya koyar. Bu yönüyle Kur ân bir tek kitap olduğu halde bir kütüphane hükmüne geçer. page 5 / 5