SAUL BELLOW Günü Yaşa



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Edwina Howard. Çeviri Elif Dinçer

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

ŞEBNEM İŞİGÜZEL Eski Dostum Kertenkele

ŞEBNEM İŞİGÜZEL Kirpiklerimin Gölgesi

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

BURCU ŞENTÜRK Bu Çamuru Beraber Çiğnedik

ŞEBNEM İŞİGÜZEL Sarmaşık

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Jamie Foxx J

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

WILHELM SCHMID Arkadaşlıktaki Saadete Dair

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

KEREM ASLAN Her Şey Dahil

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Zengin Adam, Fakir Adam

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

İletişim Yayınları SERTİFİKA NO Κρατύλος

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

* Balede, ayak parmakları ucunda dans etmek. [Ç.N.] ** Balede, ayaklarını birbirine vurarak zıplamak; antrşa şeklinde okunur. [Ç.N.

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap

ΕΘΝΙΚΟ & ΚΑΠΟΔΙΣΤΡΙΑΚΟ ΠΑΝΕΠΙΣΤΗΜΙΟ ΑΘΗΝΩΝ ΤΜΗΜΑ ΤΟΥΡΚΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ ΚΑΙ ΣΥΓΧΡΟΝΩΝ ΑΣΙΑΤΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ Μάθηµα : ΤΟΥΡΚΙΚΗ ΓΛΩΣΣΑ II ΔΕΞΙΟΤΗΤΕΣ ΣΤΟΝ

ISBN :

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

BARIŞ BIÇAKÇI Seyrek Yağmur

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

1.Aşağıdaki isimlere uygun sıfatkarı getiriniz.(büyük, açık, tuzlu, şekerli, soğuk, uzun,güzel, zengin)

İletişim Yayınları 2472 Çağdaş Türkçe Edebiyat 426 ISBN-13: İletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 2017, İstanbul

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

YAPACAĞIMIZ SANAT ETKİNLİKLERİ

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Tanşıl Kılıç. Roman ŞEKERLİ SİNEK. 12. basım. Resimleyen: Vaqar Aqaei

Tanşıl Kılıç ŞEKERLİ SİNEK. Resimleyen: Vaghar Aghaei

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

Veli Mektupları MyLittle Island 1

HAKAN BIÇAKCI Otel Paranoya

Einstufungstest / Seviye tespit sınavı

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

ALTIN KALPLİ ÖĞRETMENİM

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Samed Behrengi. Püsküllü Deve. Çeviren: Songül Bakar

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

YALNIZ BİR İNSAN. Her insanın hayatında mutlaka bir kitap vardır; ki zaten olması da gerekir. Kitap dediysem

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

MERAKLI KİTAPLAR. Alfabe

MATBAACILIK OYUNCAĞI

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

PELİN BUZLUK Deli Bal ve Kanatları Ölü Açıklığında

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Bekar Evli Boşanmış Eşi ölmüş Diğer. İlkokul Ortaokul Lise Yüksekokul Fakülte Yüksek Lisans

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

UFACIK TEFECİK KURBAĞACIK

FK IX OFFER BENLİK İMAJ ENVANTERİ

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

Bu kitabın sahibi:...

Ö.Ç BİLFEN OKULLARI GÜNLÜK EĞİTİM PROĞRAMI 6YAŞ 20.EKİM.PAZARTESİ-25.EKİM.CUMA

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Transkript:

SAUL BELLOW Günü Yaşa

İletişim Yayınları, Modern Klasikler, 2006-2010 (3 baskı) 2006 İletişim Yayıncılık A. Ş. Seize the Day 1956, 1974, 1984 The Estate of Saul Bellow Bu kitabın yayın hakları The Wylie Agency (UK) Ltd. den alınmıştır. İletişim Yayınları 1183 Dünya Edebiyatı 222 ISBN-13: 978-975-05-0437-2 2015 İletişim Yayıncılık A. Ş. 1. BASKI 2015, İstanbul DİZİ YAYIN YÖNETMENİ Murat Belge KAPAK Suat Aysu KAPAKTAKİ RESİM Edward Hopper, Alacakaranlıkta Ev, 1935 Virginia Museum of Fine Arts Virginia Museum of Fine Arts, Richmond, The John Barton Payne Fund Fotoğraf: Ron Jennings UYGULAMA Hüsnü Abbas DÜZELTİ Ümran Küçükislamoğlu BASKI ve CİLT Sena Ofset SERTİFİKA NO. 12064 Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11 Topkapı 34010 İstanbul Tel: 212.613 38 46 İletişim Yayınları SERTİFİKA NO. 10721 Binbirdirek Meydanı Sokak, İletişim Han 3, Fatih 34122 İstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 Faks: 212.516 12 58 e-mail: iletisim@iletisim.com.tr web: www.iletisim.com.tr

SAUL BELLOW Günü Yaşa Seize the Day ÇEVİRENLER Özge Baykan - Raees Calafato

SAUL BELOW 10 Haziran 1915 te, ailesinin kısa bir süre önce Rusya dan göçerek yerleştiği Kanada nın Quebec şehrinde doğdu. Dokuz yaşındayken ailesiyle beraber Amerika ya, hayatının büyük bölümünü geçireceği, roman ve hikâyelerinin büyük kısmının ana mekânı olan Şikago ya göç etti. Küçük yaştan itibaren kitap okumaya merak sardı. Chicago Üniversitesi nde başladığı İngiliz Edebiyatı eğitimini iki sene sonra yarıda bırakarak, Northwestern Üniversitesi nin antropoloji bölümüne geçti. Bellow romancılık kariyerinden önce geçimini, bir süre gazete ve dergilere kitap eleştirileri yazarak sağladı. İlk romanı Boşlukta Sallanan Adam 1944 te, ikinci romanı Kurban 1947 de yayımlandı. 1948 de aldığı Guggenheim bursuyla iki sene Paris te ve başka Avrupa şehirlerinde kaldı. Asıl başarı ve ünü, bu iki yıl içinde yazmaya başlayıp 1953 te yayımladığı ve yayımlanır yayımlanmaz Amerikan Ulusal Kitap Ödülü ne değer bulunan Augie March ın Maceraları ile elde etti. Ardından 1956 da kısa ama güçlü bir kitap olan dördüncü romanı Günü Yaşa yı yayımladı. 1959 da, 1960 lardan 2000 lere kadar yazacağı kitapların tema ve yapılarının habercisi olan Yağmur Kral ı yayımladı. Beş senede yazdığı ve 1964 te yayımladığı en büyük kitabı Herzog ile ikinci defa Ulusal Kitap Ödülü nü kazandı. Bellow 1970 yılında Bay Sammler ın Gezegeni ni yayımladı ve bu kitapla beraber üst üste üç kez Ulusal Kitap Ödülü kazanan ilk Amerikan yazarı oldu. 1975 te Pulitzer Ödülü nü kazanacak olan Humboldt un Armağanı nı yazdı. 1976 da İsveç Akademisi tarafından Nobel Edebiyat Ödülü ne layık görüldü. Akademi ödül gerekçesinde, Bellow un derin bir insanlık kavrayışıyla çağdaş kültürün incelikli bir çözümlemesini eserlerinde birleştirmesine dikkat çekti. Bellow un bu tarihten sonra yazdığı kitaplar, sırayla Dean in Aralığı (1982), Daha Fazla Kalp Kırıklığı Ölümü (1987), Bir Hırsızlık (1989), Belarus Bağlantısı (1989), Beni Hatırlatacak Bir Şey: Üç Hikâye (1991), İşin Aslı (1997), Ravelstein (2000) ve Toplu Hikâyeler (2001) dir. 20. yüzyılın en büyük romancılarından biri sayılan Saul Bellow, 5 Nisan 2005 te, doksan yaşında Şikago da hayatını kaybetti.

I İş dertlerini saklamaya gelince, Tommy Wilhelm başkalarından daha az yetenekli değildi. En azından kendisi öyle düşünüyordu ve bu kanaatini destekleyen epey kanıt vardı. Bir zamanlar aktörlük hayır, tam sayılmaz, aslında figüranlık yapmıştı, oyunculuğun ne olduğunu biliyordu. Ayrıca puro içiyordu, puro içip şapka takanların bir avantajı vardır; ne hissettiklerini anlamak zorlaşır. Kahvaltıdan önce mektuplarını almak için yirmi üçüncü kattan asma kattaki lobiye indi; yeterince iyi göründüğünü, iyi bir izlenim uyandırdığını düşünüyor, daha doğrusu umuyordu. Ummaktan başka bir şey yapamazdı çünkü halihazırdaki çabalarına ekleyebileceği fazla bir şey yoktu. On dördüncü katta gözleri babasını aradı, genellikle kahvaltıya inerken bu saatte buluşurlardı. Görünüşüne önem vermesinin başlıca nedeni babasıydı. Ama asansör on dördüncü katta durmadı, aşağıya, daha aşağılara indi. Sonra otomatik kapı açıldı, lobiyi kaplayan büyük, koyu kırmızı asimetrik halı Wilhelm in ayaklarına doğru dalgalandı. Lobinin önü karanlık ve sakindi. Yelkeni andıran ağır perdeler güneş ışınlarını içeri sokmuyordu ama üç 5

yüksek, dar pencere açıktı ve Wilhelm mavi gökyüzünde bir güvercinin lobinin hemen altındaki sinemanın tentesini destekleyen zincire tünemek üzere olduğunu gördü. Bir an, kuşun kanatlarının birbirine şiddetle çarptığını duydu. Hotel Gloriana daki müşterilerin çoğu emeklilik yaşını geçmişti. New York un yaşlı kadın ve erkek nüfusunun büyük bir kısmı Broadway in Yetmişinci, Sekseninci ve Doksanıncı Sokakları boyunca yaşar. Hava çok soğuk ya da yağmurlu değilse Verdi Meydanı ndan Columbia Üniversitesi ne uzanan metro parmaklıklarının önündeki, çitle çevrili minik parklardaki banklara üşüşürler, mağazalara, kafeteryalara, ucuzcu dükkânlarına, çayhanelere, pastanelere, güzellik salonlarına, okuma salonlarına ve kulüp odalarına doluşurlar. Gloriana daki bu yaşlıların arasında Wilhelm kendini yabancı hissediyordu. Kırklarının ortalarında, nispeten genç bir adamdı; iri yarı, geniş omuzlu, sarışındı, sırtı şimdiden biraz kamburlaşmış ya da kalınlaşmışsa da sağlam ve güçlüydü. Kahvaltıdan sonra yaşlı müşteriler lobideki yeşil deri kaplı koltuklara, divanlara oturur, dedikodu yapıp gazete okurlardı; günün bitmesini beklemekten başka yapacak işleri yoktu. Ama Wilhelm hareketli bir hayata alışmıştı, sabahları enerjik bir halde dışarı çıkmayı seviyordu. Birkaç aydır işsiz olduğu için, moralini yüksek tutmak amacıyla her gün erken kalkmıştı; saat sekiz olmadan tıraşlı olarak lobiye iniyordu. Babasıyla kahvaltıya oturmadan önce lobiden gazete ve birkaç puro alıyor, bir iki kola içiyordu. Kahvaltıdan sonra işleriyle ilgilenmek için kendini dışarı atıyordu. Otelden çıkmak başlıca işi haline gelmişti. Ama bunun uzun süre böyle gitmeyeceğini anlamıştı ve bugün endişeliydi. Bu rutinin sona ereceğinin farkındaydı; çoktan öngörülmüş ama şimdiye dek belirsiz kalmış devasa bir sorunun yaklaşmakta olduğunu seziyordu. Akşam olmadan her şeyi anlayacaktı. 6

Yine de günlük güzergâhını izleyerek lobinin karşı tarafına geçti. Gazete tezgâhındaki Rubin in gözleri bozuktu. Belki de bozuk değildi, fakat kenarları sarkık, dantelli göz kapaklarıyla neredeyse ifadesiz bakıyordu. Rubin iyi giyinirdi. Bu çok da gerekli değildi ama zamanının çoğunu tezgâhın arkasında geçirmesine rağmen çok iyi giyinirdi. Bugün üzerinde koyu kahverengi bir takım elbise vardı, küçük ellerindeki kıllar ceketinin manşetlerine takılıyordu. Countess Mara imzalı bir kravat takmıştı. Wilhelm yaklaşırken Rubin onu görmedi, bir rüyadaymış gibi, bulunduğu köşeden görünen, birkaç sokak ötedeki Hotel Ansonia ya bakıyordu. Semte karakterini veren yapılardan biri olan Ansonia, Stanford White tarafından inşa edilmiştir. Kuleleri, kubbeleri, güneşten rengi yeşile dönmüş kabarcık ve baloncukları, demir oyma ve kabartmalarıyla Prag ya da Münih teki barok sarayların yüz kez büyütülmüş bir kopyası gibidir. Yuvarlak dorukları siyah televizyon antenleriyle doludur. Havanın durumuna göre mermeri ya da deniz suyunu andırabilir; siste kayrak taşı gibi kararıp, güneşte süngertaşı gibi beyazlaşabilir. Bu sabah kendisinin derin bir suya düşen, üstü beyaz ve bulutlu, altı mağaramsı bulanık şekillerle dolu bir yansıması gibiydi. İki adam birlikte binayı süzdüler. Sonra Rubin, İhtiyar beyefendi çoktan kahvaltıya indi, dedi. Sahi mi? Bugün benden erken mi davrandı? Üstündeki gömlek perişan halde, dedi Rubin. Nereden aldın, Saks tan mı? Hayır, bir Jack Fagman bu, Şikago dan. Wilhelm, canı sıkılsa bile, hâlâ alnını sevimli bir hareketle kırıştırabiliyordu. Yüzündeki bazı yavaş, sessiz hareketler son derece çekiciydi. Kendinden uzaklaşıp gömleğine daha iyi bakmak istermiş gibi bir adım geri çekildi. Bakışı 7

komikti, kendi pejmürdeliğine bir yorum gibiydi. İyi giyinmeyi severdi ama bir giysiyi üstüne geçirdi mi, her parçası ayrı telden çalıyormuş gibi bir görüntü oluşurdu. Wilhelm kesik kesik güldü; dişleri küçüktü, gülerken ve hızlı hızlı solurken yanakları şişiyor, bu hali onu olduğundan çok daha genç gösteriyordu. Eskiden, üniversiteye ilk girdiği, rakun kürkünden bir palto giyip büyük sarışın başına bir bere geçirdiği günlerde babası, iri vücut yapısına rağmen Wilhelm in bir kuşu tünediği ağaçtan uçmaya ikna edecek kadar çekici olduğunu söylerdi. Wilhelm hâlâ son derece çekiciydi. Bu güvercin grisini seviyorum, dedi o hoş ve nazik tavrıyla. Elle de makineyle de yıkanmıyor. Temizleyiciye göndermen şart. Asla yıkanmış gömlekler gibi güzel kokmuyor. Ama çok iyi gömlek. Fiyatı on altı, on sekiz dolar. Bu gömleği Wilhelm almamıştı; patronunun hediyesiydi kavga ettiği eski patronunun. Ama bu hikâyeyi Rubin e anlatması için bir neden yoktu. Gerçi Rubin muhtemelen biliyordu Rubin her şeyi ama her şeyi bilen tiplerdendi. Aslına bakılırsa Wilhelm de Rubin in karısı, işi, sağlığı hakkında birçok şey biliyordu. Rubin in işi, Rubin in sağlığı hakkında çok şey biliyordu. Bunların hiçbirinden söz edilmezdi, söze dökülmeyen şeylerin ağırlığı onlara konuşacak pek az şey bırakıyordu. Bugün bomba gibisin, dedi Rubin. Wilhelm sevinçle, Sahi mi? Gerçekten mi? dedi. İnanmakta güçlük çekiyordu. Puro kutularıyla dolu dolabın camında, heybetli mühürlerin, kaplama kağıtlarının, Garcia, VII. Edward, Büyük Kiruş gibi ünlülerin altın yaldızlı portrelerinin arasından kendi yansımasını gördü. Camın karanlığını ve şekilleri bozmasını da hesaba katmak gerekirdi ama yine de o kadar iyi göründüğünü sanmıyordu. Alnına, kaşlarının arasına, ayrıntılı bir tabela yazısına benzeyen bir kı- 8

rışık kazınmıştı ve karanlık sarışın teninde kahverengi lekeler vardı. Hayretle bakan, dertli, arzulu gözlerinin, burun deliklerinin, dudaklarının gölgelerine bakarak kendiyle eğlenmeye başladı. Sarışın su aygırı kendini böyle görüyordu. Büyük, yuvarlak bir surat, geniş, etli, kırmızı bir ağız, küçük dişler. Ve şapka ve de puro. Bütün hayatımı ağır işlerde çalışarak geçirmeliydim, diye düşündü. Yorgunluktan bitap düşüp kütük gibi uyuduğun onurlu, emek gerektiren işler. Bütün enerjimi harcar, kendimi daha iyi hissederdim. Bunun yerine, farklı biri olmak için çabaladım hâlâ da çabalıyorum. Çok çabalamıştı ama bu çaba ağır bir işte çalışmakla aynı değildi, öyle değil mi? Delikanlılığında kötü bir başlangıç yaptıysa, bunun suçlusu işte bu surattı. 1930 lu yılların başlarında, çarpıcı dış görünüşü sayesinde, kısa bir süreliğine yıldız potansiyeli taşıdığı düşünülmüş, böylece Hollywood a gitmişti. Orada yedi yıl boyunca, inatla film yıldızı olmaya çalışmıştı. İçindeki hırs ya da vehim yıllar önce tükenmişti ama gururu ve belki de tembelliği yüzünden Kalforniya da kalmıştı. Sonunda başka şeylere yöneldi ama yedi yıl sebat ettikten sonra yenilmesi onu ticaretten ve iş hayatından uzaklaştırmıştı ve artık meslek sahibi olmak için çok geçti. Geç olgunlaşmıştı, yelkenleri çabuk indirmişti, içindeki enerjiyi boşaltamamıştı, aslında kendine en büyük zararı bu enerjinin verdiğine inanıyordu. Dün gece cin remide seni göremedim, dedi Rubin. Kaçırdım. Nasıl geçti? Son birkaç haftadır Wilhelm neredeyse her gece cin remi oynamıştı ama dün bir kez daha kaybetmeyi göze alamayacağını hissetmişti. Hiç kazanmamıştı. Bir kere bile. Kayıplar küçük de olsa, sonuçta kazanç değildi, öyle değil mi? Kayıptı. Kaybetmekten, oyun arkadaşlarından bıkmış, böylece tek başına sinemaya gitmişti. 9

Fena değildi, dedi Rubin. Carl bağırmaktan kendini helak etti. Ama Doktor Tamkin bu kez dersini verdi. Davranışının psikolojik nedenini açıkladı. Neymiş nedeni? Ne dediğini tam olarak hatırlamıyorum, dedi Rubin. Kim hatırlayabilir ki? Tamkin in nasıl konuştuğunu biliyorsun. Bana sorma. Trib* ister misin? Kapanış rakamlarına bakmayacak mısın? Pek yararı olmayacak. Dün saat üçteki seviyeleri biliyorum, dedi Wilhelm. Yine de gazeteyi alsam iyi olacak. Elini başka türlü cebine sokamıyormuş gibi bir omzunu kaldırdı. Cebindeki küçük hap paketleri, ezilmiş sigara izmaritleri, bazen diş ipi olarak kullandığı kırmızı selofan şeritleri arasına bozuk para sıkıştırmış olduğunu hatırladı. Bu iyi haber değil, dedi Rubin. Şaka yapmak istemişti ama sesi ruhsuzdu, gevşek ve yarı kapalı gözkapakları başka tarafa bakıyordu. Wilhelm in cevabını duymak istemiyordu. Onun için fark etmezdi. Belki de vereceği cevabı biliyordu, ne de olsa her şeyi ama her şeyi bilen tiplerdendi. Hayır, haberler iyi değildi. Wilhelm in emtia piyasasında üç domuz yağı siparişi vardı. Dört gün önce o ve Dr. Tamkin bu domuz yağını 12.96 ya almışlardı; malın fiyatı aniden düşmeye başlamıştı ve hâlâ düşmekteydi. Bu sabahki postadan mutlaka bir fark ödemesi çıkacaktı. Her gün bunlardan bir tane geliyordu. Onu bu işe psikolog Dr. Tamkin sokmuştu. Tamkin Gloriana da kalıyordu ve iskambil oyunundaki oyunculardan biriydi. Wilhelm e, Wall Street teki güçlü şirketlerden birinin şehir merkezi dışındaki şubelerinde, yasaların gerektirdiği depozito marjını ödemeden spekülasyon yapabileceğini anlatmıştı. Her şey şubenin müdürüne bağlıydı. Sizi tanıyorsa ki bütün şube müdürleri Tamkin i tanıyordu kısa vade- (*) Herald Tribune gazetesi. 10

li alımlar yapabilirdiniz. Bunun için küçük miktarda bir hesap açmak yeterliydi. Bu tür spekülasyonların tüm sırrı, demişti Tamkin, tetikte olmaktır. Hızlı hareket edeceksin alıp satacaksın; satıp tekrar alacaksın. Ama hiç vakit kaybetmeden! Gişeye gideceksin, derhal Şikago ya telgraf çekmelerini sağlayacaksın. Bir daha, bir daha! Sonra aynı gün hesapları kapatacaksın. Göz açıp kapayana kadar on beş, yirmi bin dolarlık soya tohumu, kahve, mısır, deri, buğday, pamuk alıp satmış olursun. Doktorun piyasadan anladığı açıktı. Yoksa her şeyi bu kadar basit anlatamazdı. İnsanlar açgözlü oldukları için para kaybediyorlar, fiyatlar yükseldiğinde durmayı bilmiyorlar. Kumar oynuyorlar ama ben bilimsel bir yol izliyorum. Bu bir tahmin işi değil. Birkaç puan kazanıp çıkman gerek. Neden ey tanrılar! demişti kel, patlak gözlü, sarkık dudaklı Dr. Tamkin. Piyasada insanların ne kadar para kazandığını merak ettin mi hiç? Wilhelm kasvetli bir dikkatle bakarken kesik kesik gülmeye başlayınca yüzünün şekli değişmişti; Ha ha, merak etmiş miyim! Ne zannettin? Bin dokuz yüz yirmi sekiz bin dokuz yüz yirmi dokuzun çok üstünde ve hâlâ yükselişte olduğunu bilmeyen var mı? Fullbright soruşturmasını okumayan var mı? Herkes kürekle para götürüyor. Para... para... Ve bütün bunlar olurken sen yerinde oturabilir misin? demişti Dr. Tamkin. İtiraf ederim ki ben oturamıyorum. Ceplerindeki birkaç sentle servet yapan insanları düşünüyorum. Akıllı değiller, yetenekleri yok, ceplerinde fazladan biraz paraları var ve bu para onlara daha çok kazandırıyor. Canım sıkılıyor, içim kabarıyor, huzursuz oluyorum... hem de nasıl! Mesleğimi bile yapamıyorum. Çevrende herkes para kazanırken aptal yerine konulmak istemiyorsun. Boş boş etrafta dolanıp haftada beş, on bin kazanan insanlar biliyorum. Hotel Pierre de bir adam var. Hiçbir özelliği yok ama 11

öğle yemeğinde koca bir şişe Mumm s şampanyası içiyor. Central Park South ta başka bir adam var ama boşuna çenemi yormayayım. Milyonlar kazanıyorlar. Bin bir dalavereyle onları vergiden kurtaran uyanık avukatları var. O avukatlar benim canıma okudu, dedi Wilhelm. Karım ortak gider göstermeyi reddetti. Nispeten iyi bir yıl geçirince yüzde otuz iki gelir dilimine dahil oldum ve resmen soyuldum. Kötü geçen yıllar ne olacak? Bu ülkeyi işadamları yönetiyor, dedi Dr. Tamkin. O adamların haftada beş bin kazandıklarından emin olabilirsin. Öyle paralara ihtiyacım yok, dedi Wilhelm. Ama ah! Şu işten sürekli bir gelir elde edebilseydim. Fazla değil. Çok bir şey istemiyorum. Fakat öyle ihtiyacım var ki. Ne yapacağımı gösterirsen minnettar olurum. Gösteririm elbette. Ben hep yapıyorum. İstersen makbuzlarımı getireyim. Hem bir şey söyleyeyim mi? Tavrın çok hoşuma gitti. Para hırsına kapılmamak istiyorsun. Bu işlerde insan kolayca düşmanca duygulara ve para şehvetine kapılabilir. Bazılarının ne hale geldiğini görmen gerek. İçlerinde cinayet duygusuyla borsaya gidiyorlar. Bir zamanlar adamın birinden duymuştum, dedi Wilhelm. İnsan ancak sevdiği şey kadar iyidir. Tamkin İşte bu, aynen öyle, dedi. Onlar gibi olman gerekmiyor. Borsada oynamanın daha sakin ve mantıklı, psikolojik bir yolu da var. Wilhelm in babası ihtiyar Dr. Adler, oğlundan tamamen farklı bir dünyada yaşıyordu ama bir keresinde onu Dr. Tamkin e karşı uyarmıştı. Sıradan bir şey söyler gibi iyi huylu bir ihtiyardı Wilky, demişti, belki de bu Tamkin in sözlerine fazla kulak asıyorsun. İlginç şeyler söylüyor. Bundan şüphem yok. Bence vasat bir adam ama ikna 12

edici bir tarafı var. Fakat ne kadar güvenilir olduğunu bilmiyorum. Wilhelm babasının oğlunun selameti konusunda bu denli mesafeli bir tavır almasına çok ama çok içerlemişti. Dr. Adler dost canlısı görünmeyi severdi. Dost canlısı! Öz oğlu, tek ve biricik çocuğu, babasına düşüncelerini aktaramıyor, kalbini açamıyordu. Onunla yakınlaşabilseydim, Tamkin e ihtiyacım olmazdı, diye düşündü. Tamkin hiç olmazsa beni anlıyor, bana elini uzatıyor, oysa babam rahatsız edilmek istemiyor. İhtiyar Dr. Adler mesleğinden emekli olmuştu; epey parası vardı ve oğluna rahatça yardım edebilirdi. Geçenlerde Wilhelm ona Baba, demişti, kötü durumdayım. Bunu söylemek hiç hoşuma gitmiyor. Sana iyi haberler vermek isterdim. Ama gerçek bu. Ve gerçek bu olduğuna göre, baba... Ne diyebilirim ki? Gerçek bu. Başka bir baba, bu itirafı ne büyük zorlukla yaptığını kötü giden talihini, yıpranmışlığını, zaaflarını ve yenilgisini anlayıp ona hak verebilirdi. Wilhelm yaşlı adamın sesini taklit etmeye, centilmen, kibar biri gibi alçak sesle konuşmaya çalışmıştı. Sesinin titremesine izin vermemiş, aptalca hareketler yapmamıştı. Ama doktor cevap vermiyordu. Sadece başını sallıyordu. Sanki kendisine Seattle ın Puget Sound a yakın olduğu ya da Giants ile Dodgers ın bir gece maçı yaptığı söylenmişti; yüzündeki sağlıklı, hoş, keyifli yaşlılık ifadesi hiç değişmiyordu. Oğluna eskiden hastalarına davrandığı gibi davranıyordu ve Wilhelm bu duruma çok üzülüyor, bu kadarına dayanamayacağını hissediyordu. Neler yaşadığını görmüyor muydu, anlamıyor muydu? Aile duygusunu yitirmiş miydi? Çok kırılmıştı, yine de adil olmaya çalıştı. Yaşlılık insanı değiştiriyor, dedi kendine. Düşünecekleri çok şey var. Gidecekleri yere kendilerini hazırlamaları gerek. Eski alış- 13

kanlıklarını sürdüremiyorlar, tüm bakış açıları değişiyor, eş dost, herkes onlar için aynı oluyor. Babam artık aynı adam değil, diye düşündü Wilhelm. Doğduğumda otuz iki yaşındaydı, şimdi seksenlerinde. Ayrıca, onun yanında kendimi küçük bir evlat, bir çocuk gibi hissetmeyi bırakmalıyım artık. Yakışıklı, yaşlı doktor oteldeki diğer ihtiyarların arasında seçkinliğiyle ayırt ediliyordu. Örnek bir insan gözüyle bakılıyordu ona. Aralarında şöyle konuşuyorlardı: O adam Profesör Adler, dahiliye hocasıydı. Teşhiste New York un en iyilerindendi, müthiş bir kariyer yaptı. Ne tatlı bir ihtiyar, değil mi? Böyle hoş, titiz, mükemmel bir bilim adamı görmek insana keyif veriyor. Dimdik ayakta, söylediğiniz her şeyi anlıyor. Zekâsı hâlâ yerinde. Onunla istediğiniz konuda konuşabilirsiniz. Resepsiyoncular, asansör görevlileri, santral memurları, garsonlar, oda hizmetçileri, otel idaresi onu övüyor, şımartıyordu. Dr. Adler in istediği de buydu. Her zaman kibirli bir adam olmuştu. Babasının kendini bu kadar beğendiğini görmek, bazen Wilhelm i çileden çıkarıyordu. Tribune un ağır, siyah, çarpıcı sütunlarla dolu sayfalarını açtı, kelimelere dikkat etmeden okudu; aklı hâlâ babasının kibrindeydi. Doktora yağdırılan övgüler onun kendi marifetiydi. İnsanlar, onun yönlendirdiğini bilmeden doktoru alkışlıyorlardı. Peki bu övgülere neden gerek duyuyordu? Herkesin bir şeylerle meşgul olduğu, ilişkilerin kısa karşılaşmalarla sınırlı kaldığı ve kısa ömürlü olduğu bir otelde, bu gibi şeyler ona nasıl bir tatmin sağlayabilirdi? Belki bir an insanların düşüncelerinde parıldar, hemen akabinde unutulurdu. Asla onların hatıralarında kalıcı olmazdı. Wilhelm derin, uzun bir soluk vererek, yuvarlak, neredeyse dairesel gözlerinin üstündeki kaşlarını kaldırdı. Bakışlarını gazetenin kalın sayfalarının ötelerine dikti. 14

... iyi sev çok geçmeden veda etmen gerekeni.* Dağınık düşünceler ona bu dizeyi getirmişti. Önce bu sözlerin muhatabının babası olduğunu düşündü, sonra kendisi için daha çok uygun olduğuna karar verdi. Sevmesi gereken kişi kendisiydi. Bunları görmen artıracak sevgini. Son zamanlarda Dr. Tamkin in etkisiyle eskiden okuduğu şiirleri hatırlamaya başlamıştı. Dr. Tamkin önemli İngiliz şairlerini bilir, daha doğrusu bildiğini iddia ederdi, arada sırada kendi şiirlerinden birini de söylerdi.. Uzun zamandır kimse Wilhelm le böyle şeylerden konuşmuyordu. Üniversite yıllarını hatırlamak istemiyordu, ama şimdi ona anlamlı gelen bir ders varsa, o da Edebiyat I idi. Ders kitabı, Lieder ve Lovelett in İngiliz Nazmı ve Nesri, ince sayfaları olan siyah, kalın bir kitaptı. Okumuş muydum? diye sordu kendine. Evet, okumuştu ve en azından keyifle hatırladığı bir başarıydı bu. Bir kez daha, ey defne dalları. Ne büyük bir saflıkla dökülüyordu ağzından! Çok güzeldi. Batmış da olsa suların altında... Böyle şeyler onu hep etkilemişti ve şimdi bu kelimelerin gücü çok, çok daha fazlaydı. Wilhelm hakikate saygı duyardı ama yalan söylerdi ve sıkça söylediği yalanlardan biri eğitimi hakkındaydı. Pennsylvania Eyalet Üniversitesi mezunu olduğunu söylerdi, aslında ikinci sınıfı bitirmeden okuldan ayrılmıştı. Kız kardeşi Catherine in lisans diploması vardı. Wilhelm in rahmetli annesi Bryn Mawr dan mezundu. Ailede yüksek eğitim almayan tek kişi oydu. Bu da içindeki yaralardan biriydi. Babası ondan utanıyordu. Fakat ihtiyarın başka bir yaşlı adama böbürlenerek şöyle (*) Shakespeare, 73. sone. 15

dediğini duymuştu: Oğlum satış müdürü. Okulu bitirmeye sabrı yoktu. Ama durumu iyi. Geliri beş haneli rakamlara ulaştı. Nasıl otuz, kırk bin mi? demişti kambur, yaşlı arkadaşı. Yaşadığı hayatı sürdürmek için en az bu kadarına ihtiyacı var. Evet, buna ihtiyacı var. Tüm sorunlarına karşın Wilhelm az daha gülecekti. Ne gösteriş meraklısı, ikiyüzlü bir ihtiyarmış. Haftalardır müdürden de, satıştan da, gelirden de eser yoktu. Fakat dünyaya gösteriş yapmayı ne çok severiz, ihtiyarlar bizi temize çıkardığında ne çok seviniriz! Asıl satıcı babam, diye düşündü Wilhelm. Beni satıyor. Kapı kapı dolaşan o olmalıydı. Peki ya gerçek? Ah, gerçek bazı sorunlarının olmasıydı ve babası bu sorunlara hiç bulaşmak istemiyordu. Gerçek, diye düşündü Wilhelm, çok tuhaf bir şey. Dudaklarını sıktı, dili gevşedi; arkalarda, ses telleri ve boğazı ağrıyordu, göğsünde de bir sıkışma hissetti. Babam gençliğimde asla benimle arkadaşlık etmedi, dedi kendine. Ya muayenehanesinde, ya hastanede ya da dersteydi. Başımın çaresine bakmamı bekler, benim için kafasını yormazdı. Şimdi beni küçümsüyor. Ve belki de haklı nedenleri var. Wilhelm bu düşüncelerle yemek salonuna gitmeyi erteliyordu. Rubin in tezgâhının ucuna ilişmişti. Tribune u açmış, gazetenin düzgün sayfaları elinden kaymıştı; purosu sönmüştü ve şapkası artık kalkan görevi görmüyordu. İş dertlerini saklamaya geldi mi, başkalarından daha yetenekli olduğu konusunda yanılmıştı. Hepsi suratından okunuyordu. Farkında bile değildi. Bir de farklı isim meselesi vardı. Siz Doktor Adler in oğlu musunuz? Evet ama adım Tommy Wilhelm. Doktor şöyle derdi; Oğlumla benim soyadlarımız farklı. Ben geleneklere bağlıyım. O yenilikten yana. Tommy adını Wilhelm icat 16

etmişti. Hollywood a gittiğinde bu adı kullanmaya başlamış, Adler i atmıştı. Hollywood da kendi fikriydi. Her şey Maurice Venice adında bir yıldız avcısının kafasından çıkmış gibi bir hava yaratmıştı. Ne ki yıldız avcısı asla kesin bir teklifte bulunmamış, bir stüdyoyla bağlantı kurmamıştı. Onunla ilgilenmişti ama deneme çekimleri iyi sonuç vermemişti. Testten sonra Wilhelm inisiyatifi ele almış, Maurice Venice e baskı yapmıştı; sonunda adam Pekâlâ, orada başarılı olabilirsin sanırım, demek zorunda kalmıştı. Bu sözün verdiği cesaretle Wilhelm üniversiteyi bırakmış, Kalforniya ya taşınmıştı. Bir zamanlar birisi, sanki ülkenin bütün gevşek nesnelerinin Los Angeles ta toplandığını, Amerika bir yana eğilince iyi vidalanmamış olanların Güney Kaliforniya ya kaydığını söylemiş, Wilhelm de bu görüşe katılmıştı. Kendisi de bu gevşek nesnelerden biriydi. Bazen insanlara, Üniversite için fazla olgundum, derdi. Erken büyümüştüm. Ne zaman adam olacağım, dedim kendime. Küçük, ucuz bir araba kullanmış, üstünde yazılar olan sarı, plastik bir yağmurluk giymiş, yasa dışı poker oynamış, kızlarla gönül eğlendirmiş, sonunda üniversiteden sıkılmıştı. Yeni şeyler denemek istiyor, kariyeri konusunda ailesiyle kavgalar ediyordu. Derken Maurice Venice ten bir mektup geldi. Yetenek avcısının hikâyesi uzun ve karmaşıktı ve birkaç versiyonu vardı. Doğru hikâyeden hiç söz edilmemişti. Wilhelm önce gösteriş amacıyla, sonra kendine merhamet edercesine yalan söylemişti. Fakat hafızası güçlüydü, uydurduğu olayları gerçeğinden ayırt edebiliyordu hâlâ ve bu sabah, elinde Tribune, Rubin in vitrininin önünde dururken, gerçek olayların çılgın gidişatını hatırlama ihtiyacı hissetti. Bir ekonomik kriz olduğunun farkında bile değildim. Nasıl oldu da hiçbir hazırlık yapmadan kendimi şansa ve esinlenmeye bırakacak kadar aptal olabildim? Gri yuvarlak göz- 17

lerini büyüterek, iri biçimli dudaklarını kendine duyduğu öfkeyle sıkarak kendini içinde sakladığı her şeyi çıkarmaya zorladı. Babamla duygularımı paylaşamıyordum. Annem beni durdurmaya çalıştı, birbirimize bağırdık, yalvardık. Yalan söyledikçe sesimi daha da yükselttim, su aygırı gibi üstüne yürüdüm. Zavallı annem! Nasıl da hayal kırıklığına uğrattım onu. Koltuğunun altında unuttuğu ezilmiş Tribune la ayağa kalktı; Rubin onun iç geçirdiğini duydu. Wilhelm, bu sabah ne yapacağını bilmeden dolanan Rubin in onu aylak aylak izlediğini fark edince Coca Cola makinesine yöneldi. Kola şişesinden büyük bir yudum alıp öksürdü ama aldırmadı, çünkü gözleri yukarda, eliyle dudaklarını kapatmış, düşünüyordu hâlâ. Tuhaf bir alışkanlığı vardı, ceketinin yakaları hep yukarı kalkık olurdu, sanki rüzgâr esiyormuş gibi. Yakalarını asla düzleştirmezdi. Ne ki, kendi ağırlığıyla kamburlaşan, taşıdığı güçle biçimsizleşen geniş sırtında, spor ceketinin yakaları zaten bir kurdele kadar ince görünüyordu. Yirmi beş yıl önce West Bank Avenue deki oturma odasında Ama anne, aktör olmayı beceremezsem okula geri dönebilirim, derkenki kendi sesini dinliyordu. Fakat annesi onun kendini mahvedeceğinden korkmuştu. Wilky, eğer tıp okumak istersen baban sana yardımcı olabilir, demişti. Bunu hatırlarken boğazına bir yumru oturdu. Daha sonra annesi, Columbia Üniversitesi nde yabancı diller ve matematik dallarında üstün başarı gösteren, Wilhelm in kuzeni, kendisinin yeğeni Artie den bahsetme gafletinde bulunmuştu. Benleri ve iğrenç basık yüzü, kendini koklama huyu, yemeğini üstüne başına dökerek yemesi, birlikte yürüyüşe çıktığınızda sizi sıkıntıdan öldüren fiilleri çekme alışkanlığıyla küçük, esmer, kasvetli Artie. Rumence kolay bir dil. Her şeye tl ekliyorsun, o kadar. Riverside Drive daki asker ve denizci heykelinin yanında Wilhelm le 18

oyunlar oynayan bu Artie şimdi profesördü. Profesör olmak o kadar matah bir şey olduğundan değil. O kadar çok dil öğrenmeye kim katlanabilirdi? Artie, Artie olarak kalacaktı ki bu da pek iyi bir şey değildi. Ama belki de başarı onu değiştirmişti. Artık dünyada bir yeri olduğuna göre belki kendini daha iyi hissediyordu. Artie öğrendiği dilleri seviyor, onlar için mi yaşıyordu, yoksa o da içten içe bir sinik miydi? Bugünlerde çok kişi öyleydi. Kimsenin tatmin olmuş gibi bir hali yoktu, Wilhelm özellikle başarılı olanların sinikliği karşısında dehşete düşüyordu. Siniklik herkesin besini olmuştu. İroni de öyle. Belki bunun çaresi yoktu. Hatta belki de gerekliydi. Yine de Wilhelm i çok korkutuyordu. Günün sonunda kendini her zamankinden yorgun hissediyorsa, bundan sinizmi sorumlu tutuyordu. Dünya işleri ne kadar da çokmuş. Ne çok sahtekârlık var! Bu durumun ondaki etkisini anlatmak için çeşitli kelimeler bulmuştu. Korkak tavuk! Pislik! Kabız! diye haykırıyordu kalbi. İt yarışı! Sahtekâr! Cinayet! Oyna oyununu! Baş belaları! Başlangıçta yıldız avcısının mektubu gönül okşayıcı bir şakadan başka bir şey değildi. Öğrenci saymanlığı için aday olduğunda Maurice Venice üniversite gazetesinde çıkan fotoğrafını görmüş, onu deneme çekimine çağırmıştı. Wilhelm derhal trene atlayıp New York a gitti. Yıldız avcısı iri yarı, öküzü andıran bir adamdı; öyle iriydi ki kolları derisinin altındaki yağ ve etin baskısıyla gerilmişti sanki; bu hali ona epey acı veriyormuş gibi bir görünümü vardı. Kafasında çok az saç vardı. Fakat cildi sağlıklıydı. Gürültüyle nefes alıyordu, boğazındaki yağlardan ötürü hırıltılı bir sesle, zar zor konuşuyordu. Mavi üstüne ince pembe çizgileri olan kruvaze bir ceket giymişti; pantolonu ayak bileklerinin hizasındaydı. Buluştular, el sıkışıp oturdular. Bu iki iri yapılı adamın yanında minik Broadway bürosu iyice küçülüyor, mobilya- 19

lar oyuncak gibi görünüyordu. Wilhelm in keyfi yerinde olduğunda yanakları Golden Grimes elmalarının rengini alırdı; o zamanlar kalın sarışın saçları gür, omuzları dikti; çenesi daha inceydi, gözleri daha büyük ve canlıydı, bacakları o zaman da huzursuzdu ama etkileyici bir yakışıklılığa sahipti. Ve hayatının en büyük hatasını yapmak üzereydi. Sanki, diye düşünürdü bazen, elime bir silah alıp kendimi vurmuşum gibi. Şehir merkezinin kalabalık binalarının uzun duvarlar, gri alanlar, katran ve çakıl taşından kuru lagünler kararttığı küçük bürosundaki masasında olduğundan daha da azametli görünen Maurice Venice kendisi hakkında bilgiler verdi. Mektubu antetli kâğıda yazmıştım, dedi. Ama yine de beni soruşturabilirsin. Kim, ben mi? dedi Wilhelm. Niçin? Bazıları sahtekâr olduğumu, deneme çekiminden para aldığımı söylüyor. Cebime tek sent girmiyor. Menajer değilim. Komisyon almıyorum. Aklıma bile getirmedim, dedi Wilhelm. Bu Maurice Venice de bir bit yeniği mi vardı? Aşırı tepki gösteriyordu. Sonunda boğazındaki yağın güçsüzleştirdiği, boğuk sesiyle Wilhem e meydan okudu; Eğer şüphen varsa dağıtımcıyı arayıp Maurice Venice in kim olduğunu öğrenebilirsin, dedi. Wilhelm şaşkınlıkla ona baktı. Neden şüphem olsun ki? Tabii ki yok. Hakkımda ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum, çünkü burası bayağı küçük bir büro. Bana inanmıyormuş gibi bakıyorsun. Haydi. Aç telefonu. İhtiyatlı davranırsan dert etmem. Ciddiyim. Birçokları ilk bakışta benden şüphelenir. Şöhrete ve servete kavuşacaklarına kolay kolay inanmazlar. Ama dedim ya, ben inanıyorum, demişti Wilhelm, attığı içten kahkahanın etkisiyle öne eğilerek. Tamamen sinirin- 20