Bilgiyurdu. Gençlik Dergisi YIL: 3 SAYI: 14 TEMMUZ-AĞUSTOS 2009 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ü Ölümünün 78. Yılında Saygı ve Minnetle Anıyoruz

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

8. SINIF T C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI BAŞLANGIÇ

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

İnsanların birbirleriyle ve devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallara hukuk denir. Hukuk kurallarını koyan, uygulanıp uygulanmadığını

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE OSMANLI DEVLET TEŞKİLATI

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE

Kazanım: : Vatanımız için mücadele eden insanların fedakarlıklarını öğrenerek vatanseverlik duygusunu artırır.

1974 Kıbrıs Barış Harekatı ndan sonra uygulanan silah ambargosu, ülkemizde savunma sistemlerinin temininde ve askeri haberleşme ihtiyaçlarının

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

Böylesine anlamlı ve sevinçli bir günde sizlerle birlikte olmaktan mutluluk duyuyorum. Türkiye İş Bankası adına sizleri kutluyorum.

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI

Türkiye'de 3 Ay OHAL İlan Edildi

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

10SORUDA AİLE SİGORTASI

II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ

SURİYE TÜRKMEN PLATFORMU I. TOPLANTISI ONUR VE ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİ SONUÇ BİLDİRİSİ

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

15 Ekim 2014 Genel Merkez

Başbakan Yıldırım, Seyranbağları Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezini ziyaret etti

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

Altınordu Belediye Başkanı Engin Tekintaş, Altınordu İlçesi nde bulunan 92 Mahalle nin muhtarlarıyla ile bir araya geldi.

Sunum ve Sistematik 1. BÖLÜM: MUSTAFA KEMAL İN HAYATI

Cumhuriyet Halk Partisi

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

Azrail in Bir Adama Bakması

HZ. PEYGAMBER (S.A.V) İN HOŞGÖRÜSÜ VE AFFEDİCİLİĞİ

Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti

Türkiye Milli Eğitim Sisteminin Yasal Dayanakları. 2. Eğitim ve Öğretimi Düzenleyen Yasalar. 3. Milli Eğitim Şuraları. 4.

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

Kütahya Gazeteciler Cemiyeti Ziyareti:

Göç yani hicret dini bir vazifedir.insanların dinlerini daha iyi yaşamaları,hayatlarını devam ettirebilmeleri için göç bir ihtiyaçtır.

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

İÇİNDEKİLER SUNUŞ İÇİNDEKİLER... III GİRİŞ... 1 BİRİNCİ BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİ DÜNYADA SİYASİ DURUM 1. Üçlü İttifak Üçlü İtilaf...

Yorumluyorum. Ceza Hukuku Perspektifinden Güncel Olaylara Bakış

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi.

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

1.Birlik ilkesi: İslam inancına göre bütün varlıklar, bir olan Allah tarafından yaratılmıştır.

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:

Alter Yay. Rek. Org.Tic. Ltd.Şti. Yayıncı Sertifika No:11483

KARİKATÜRLERİN DİLİNDEN IRAK I ANLAMAK - 1

Milli varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler

Genezinli Eliçin Ailesi

BURDUR VE ISPARTA OSB LERİ İÇİN ATIKSU ARITMA TESİSİ YAPIMI İLK ADIM ATILDI

SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar nerelerde görev aldınız?

SORU : CEVAP: SORU: CEVAP:

Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum.

CİHAN PARTİSİ HAYIR MI, EVET Mİ? REFERANDUM 2017 KATALOĞU. Devlet meseleleri uzun soluklu işlerdir; uzun yola tek şoförle gidilmez..

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Milli Devlete Yönelik Tehdit Değerlendirmesi

SİYASET ÜSTÜ DÜŞÜNMEK Pazar, 30 Kasım :00

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN İŞ DÜNYASI BAKIŞ AÇISIYLA TÜRKİYE DE YOLSUZLUK SEMİNERİ AÇILIŞ KONUŞMASI

1 Ahlâk nedir? Ahlâk; insanın ruhuna ve kişiliğine yerleşen alışkanlıklardır. İki kısma ayrılır:

ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILÂP TARİHİ DERSİ I.DÖNEM MÜFREDAT PROGRAMI

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu

20 Derste Eski Türkçe

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Her milletin dili kimliğidir eğer dilinizi yozlaştırırsanız kimliğiniz erozyona uğrar.

GADİR ESİNTİLERİ -9- Şiir: İsmail Bendiderya

Diyanet İşleri Başkanı Erbaş gazileri ziyaret etti

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

İÇİNDEKİLER İLKSÖZ... 1

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Anlamı. Temel Bilgiler 1

İSMEK İN USTALARI SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ

Nasrettin Hoca ya sormuşlar: - Kimsin? - Hiç demiş Hoca, Hiç kimseyim. Dudak büküp önemsemediklerini görünce, sormuş Hoca: - Sen kimsin?

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi

Sosyal bilgiler öğretmeninin verdiği bu bilgiye dayanarak Mustafa Kemal Paşa ile ilgili aşağıdakilerden hangisi söylenebilir?

İlim gıda gibidir. Ona her zaman ihtiyaç vardır. Faydası da herkesedir.

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

Maksut Genç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

İSLAM TARİHİ II DR. HALİDE ASLAN

Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. Dizeleriyle başladı.

KÖPRÜLÜ MEHMET PAŞA ANADOLU LİSESİ PANSİYONU BİLGİLENDİRME DOSYASI

Küresel Katılım Finans Zirvesi (GPAS) Haliç Kongre Merkezi Kurum ve Sivil Toplum Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

TÜRKİYE - AFRİKA EKONOMİ FORUMU AÇILIŞ TÖRENİ KONYA 9 MAYIS İş Dünyası ve STK ların Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Mustafa Kemal Atatürk ün Hayatı

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Vatan istilacılarına isyan edenlerin kırık utangaç hali, benim için, ibadetle olanların sert ve dik tavırlarından iyidir.

1.KİTAP ATATÜRK ANLATIYOR, ÇOCUKLUĞUM

Atatürk Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Müdürlüğü Öğretim Üyesi

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Transkript:

Bilgiyurdu Gençlik Dergisi YIL: 3 SAYI: 14 TEMMUZ-AĞUSTOS 2009 İKİ AYDA BİR YAYIMLANIR ÜCRETSİZDİR

İÇİNDEKİLER Bilgiyurdu Mustafa ÖZTÜRK Gündeme Bakış...3 Prof.Dr. Cihan DURA Ekonomik Gelişmenin Belirleyicileri: Sermaye...5 BİLGİYURDU GENÇLİK DERGİSİ YIL: 3 SAYI: 14 TEMMUZ-AĞUSTOS 2009 İKİ AYDA BİR ÇIKAR ÜCRETSİZDİR. SAHİBİ: Bilgiyurdu Gençlik Eğitim ve Kültür Derneği Adına Dernek Başkanı Mustafa ÖZTÜRK YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ: Mustafa İLHAN YAZIŞMA ADRESİ: Sahabiye Mahallesi Otağ Sokağı Kamer Apt. A Blok Nu: 4/3 Kocasinan/KAYSERİ TELEFON: (0352) 232 32 67 WEB: www.bilgiyurdu.org.tr E-POSTA: bilgiyurdu@hotmail.com GRAFİK TASARIM: DEĞİŞİM AJANS (0352) 336 08 48 www.degisimajans.net BASKI: ORKA MATBAACILIK SAN. TİC. LTD.ŞTİ. OSB 43. Cad. No: 11 KAYSERİ (0352) 322 17 00 Yazılar yayınlansın ya da yayınlanmasın iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlara aittir. Yrd.Doç. A. Vehbi ECER Kültürümüzün Dini Kaynaklarından Biri: Ebu Hanife...7 Mehmet ÇAYIRDAĞ Millî Mücadelede Teâlî İslâm Cemiyetinin Birinci Bildirisi...9 Röportaj: Mustafa KILIÇKAYA Eğitimci Osman Sel e 9 Soru...13 Hasan Sami BOLAK Ölüm Tohumları!...16 Nuralâ GÖKTÜRK Türkistan ım...18 İsmail BOZKURT Köy Enstitüleri...19 Yunus Emre ÖZKAN Bunun Hesabını Veremezler...24 Yrd.Doç.Dr. Kadir ÖZDAMARLAR Yunus Bekir in Şiirleri...25 Mehmet Emin BATUR Doğu Türkistan daki Vahşetin İçyüzü...28 İbrahim GÜNGÖR Kişisel Gelişim...30 Osman KARABABA Çalıya Takılanlar...32 Hakan BOZDOĞAN Kıbrıs ta Sessiz Oyunlar...33 Bilgiyurdu Naci Kınacıoğlu nun Ardından...34 Özlem AKŞİT Türkiye de Cadı Avı ve Devşirme Sorosçu Gençlik...35 Mustafa ÖZTÜRK Senin Adın Türk, Senin Adın Mazlum...38 www.bilgiyurdu.org.tr

ASIL DARBE TÜRK ORDUSUNA YAPILIYOR Gündeme Bakış Mustafa ÖZTÜRK 3 İnceleme Taraf gazetesinin 12 Haziran 2009 tarihinde yayımladığı AKP ve Gülen i Bitirme Planı başlıklı haber, o günden beri, Türkiye nin birinci konu ve sorunu oldu. Kamuoyu meşgul edildi, devlet kurumları arasında gerginlik yaşandı. Hükümet ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasında var olan güvensizlik daha da büyüdü. Aslında bunlara hiç gerek yoktu. Genelkurmay, O belge TSK nın herhangi bir biriminde hazırlanmadı. açıklamasını yaptıktan sonra tartışmaya nokta konulmalı, sessiz ve derinden iz sürülüp belgeyi kimin hazırladığı araştırılmalıydı. Fotokopi olan bir belge veya evrakın hukukî değeri yoktur. Bunu Yargıtay 19. Daire söylüyor. Söz konusu belge fotokopi olduğu için bu açıdan bir kâğıt parçasıdır ve üzerinde dahi durulmasına değmez. Ancak bu kâğıt parçasını hazırlayan karanlık merkezin Türkiye yi çok iyi tanıdığını kabul etmeliyiz. Çünkü Türkiye yi nasıl karıştıracaklarını, Türkiye yle nasıl oynayacaklarını iyi tespit etmişler. Söz konusu haberi yayımlayan Taraf gazetesinin misyonu gayet açık: TSK yı yıpratmak Bu görevlerini yayıma başladıkları ilk günden beri icra ediyorlar. Kimse de onları uyarmıyor, nereden beslendiklerini ve yönetildiklerini sormuyor. Yalnız Taraf mı daha bir yığın gazete ve TV kanalı TSK karşıtı yayım yapmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerine asimetrik psikolojik harekât uygulanmaktadır. diyen Genelkurmay Başkanı nın bu görüşünü paylaşmamak mümkün değil. Çünkü hakikat gün gibi ortadadır. Tarih boyunca, Türk Ordusu, Türk devletlerinin omurgasını teşkil etmiştir. Türk ordusunun zayıflatıldığı ve yıpratıldığı dönemlerde devletin

4 bağımsızlığı tehlikeye girmiş, vatan toprakları istilâ edilmiştir. 93 Harbini, Balkan Savaşlarını, Birinci Dünya Harbini hatırlayalım. Bu yüzden, TSK nın yıpratılması, ancak düşman unsurların başvurdukları, bir faaliyettir; asla dost işi değildir. TSK yı yıpratanların, Türk milliyetçiliği, Atatürk ve millî devlet karşıtları olduğu ve dışarıdan yönlendirildikleri hususunda hiçbir şüphemiz yoktur. Aslında, içinde bulunduğumuz süreçte, TSK ya darbe yapılmaktadır. Askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasına ilişkin yasanın olup bitti ile TBMM den geçirilmesi ve Cumhurbaşkanınca onaylanması bunun görünen kanıtıdır. Tecrübeli istihbaratçı ve yazar Mahir Kaynak, şunları söylüyor: Ülkemizde günaşırı yeni bir çete yakalanıyor ve bunların hemen hepsi askerlerle ilişkilendiriliyor. Bazı yorumcular 28 Şubat süreciyle günümüz arasında benzerlik kuruyor ve demokrasiye yönelik yeni bir komplodan söz ediyor. Bu analizlerin hiçbirine katılmıyorum ve silahlı kuvvetlerin tertiplerin bir parçası değil hedefi olduğunu düşünüyorum. Türkiye nin bugünkü manzarası, doğal sürecin bir sonucu değil, başarılı dış operasyonların eseridir.( ) Yeni hedef, Silahlı Kuvvetlerin siyasi etkisini sınırlamak hatta yok etmektir. Bugün yaşadığımız coğrafya askeri operasyonların cereyan edeceği bölgedir ve ordumuzun oynayacağı rol belirleyici olacaktır bu şartlar altında ordu ile halk arasındaki güvenin zedelenmesi Türkiye nin bölgede oynayacağı rolü zora sokabilir hatta engelleyebilir. Olayları orduyu töhmet altında bırakacak biçimde yorumlayanlar bir karşı hamleye zemin hazırlamaktadır. Demek ki, TSK nın yıpratılmasının bir amacı vardır ve Türkiye deki bazı çevreler, bilerek veya bilmeyerek bu amaca hizmet etmektedirler. Üzerinde önemle durulması gereken bir konu da, TSK ya yöneltilen saldırılar karşısında Hükümet in tutumudur. Herhangi bir devlet kurumuna bir saldırı olursa, bu saldırıyı bertaraf etmek, suçluları yargıya götürmek Hükümet in görevleri arasındadır. Bunu yapmadıkları gibi, TSK nın yıpranmasında yarar gören bir politika Bilgiyurdu Dergisi - Mayıs 2009 izlemektedirler. İktidar yandaşı gazetelere, TV kanallarına baktığımızda bu politikayı apaçık görüyoruz. Hükümet in bir üyesi olan Bülent Arınç ın konuşmalarını da es geçmemeli. Siyasi iktidar, Türkiye deki bazı çevre ve kesimlerde kök salan TSK düşmanlığından rant sağlamak istiyorsa, bu politika oy getirir ama çok tehlikelidir. İşte o zaman Türk devlet ve milletinin bekası ile oynamış olursunuz. TSK, elbette, yasalarla belirlenen görevi dışına çıkmamalı ve sadece yasaların kendisine verdiği yetkiyi kullanmalı, asla siyaset batağına girmemeli. Elbette, burada günlük siyaseti, dar anlamıyla siyaseti kastediyoruz. Tabii ki TSK, millî siyasetin her zaman takipçisi olmalı ve millî siyaset çizgisini izlemelidir. Genelkurmay Başkanı İlker BAŞBUĞ un TSK da demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine aykırı düşüncenin içinde olan davranışlarda bulunan personel barınamaz. sözlerinin altını çizmeliyiz. Bu güvenceye herkes inanmalı ve TSK yı yıpratmaktan vazgeçmelidirler. Ben Atatürk çizgisindeki orduma güvenirim. O, milletin kendisidir; Mete Han dan beri akıp gelen ırmaktır, bağımsızlığımız, mutluluğumuz, övüncümüzdür. 3 Mayıs 1944 te ve 12 Eylül 1980 de tutuklanan ve eziyet çeken hiçbir Türk milliyetçisi, kişisel acılarından dolayı TSK yı suçlu sayıp, ona düşmanlık beslemedi. Kurum olarak TSK yı eleştirmedi, hatalı gördüğü kişileri eleştirdi. Bu hassasiyet herkese örnek olmalı. Asker düşmanlığını kendilerine yol haritası yapan bazı kişi ve yazarlar var. Bunlardan, kendisini milliyetçi diye adlandıran Hasan Celâl Güzel ve bir zamanlar, her nasılsa, Ülkü Ocakları nda bulunmuş Mümtaz er Türköne gibileri, Türk milliyetçilik hareketinin mensupları arasında saymaya imkân yoktur. Herkes nerede durduğuna, yazıp söylediklerine dikkat etmeli. Türk destanlarını yok sayan, bozkurta dil uzatan, çıkarına göre defalarca saf değiştiren, şahsi hırslarının rüzgârına kapılan, sorumsuzca yazıp konuşan ve Türk Ordusu nu düşman gören kimseler, asla Türk milliyetçisi olamazlar. Böyle kimselerin kendilerini başka sözcüklerle tanımlamaları gerekir.

5 EKONOMİK GELİŞMENİN BELİRLEYİCİLERİ: SERMAYE İnceleme Prof.Dr. Cihan DURA - www.cihandura.com Bir ülkenin ekonomik gelişmesini belirleyen başlıca faktörlerin nüfus (işgücü), doğal kaynaklar, sermaye birikimi ve teknolojik ilerleme olduğunu önceki yazılarımda belirtmiş, bunlardan nüfus ve doğal kaynakların rolünü elimden geldiğince basitleştirerek açıklamıştım. Şimdi sıra sermaye faktörüne gelmiş bulunuyor. Gerçekten -Batı iktisat bilimine göre- ekonomik gelişme üzerinde etkili olan bir faktör de sermayedir, sermaye birikimidir. Hangi ekonomik sistem -kapitalist, sosyalist ya da karma sistem- olursa olsun, üretim her ülkede sermayeye dayanır. Sermaye olmadan, birçok alanda üretim yapmanın imkânı yoktur. Sermaye ülkelerin ekonomik gelişme sürecinin merkezinde yer alır. Başka bir deyişle sermaye ile ekonomik gelişme arasında güçlü bir fonksiyonel ilişki vardır. Fonksiyonel ilişki demek, bir olgu (burada sermaye) değişirken, diğer bir olgunun da (burada ekonomik gelişme) ona bağlı olarak değişmesi demektir. Günümüzde özellikle az gelişmiş ülkelerde hem sermaye birikimi hem de mevcut sermayenin en iyi şekilde kullanılması, bu sebeple büyük önem taşır. Sermaye ve ekonomik gelişme ilişkisini, çok basit bir düzeyde şu üç başlık altında anlatmaya çalışacağım: Sermaye ve sermaye stoku, sosyal sabit sermaye ve üretken yatırımlar, az gelişmiş ülkelerde sermaye birikimi. I) SERMAYE VE SERMAYE STOKU a) Sermaye bina, tesis, makine ve teçhizat gibi üretimde kullanılan fizik ögelerdir. Sermaye, emeğin ve doğal kaynakların verimini artırır, tam kullanılmalarını sağlar. Bir ekonominin belirli bir anda (örneğin 2008 yılında, bugün itibariyle, ) sahip olduğu sermaye miktarına sermaye stoku denir. Bu stok nicelik ve nitelik olarak bir veridir. Bir ülkenin -örneğin Almanya nın, Türkiye nin- sahip olduğu sermaye stoku ne kadar büyükse, teknik bakımdan ne kadar yeni ise, ülkenin üretim gücü de o kadar fazla demektir. Özellikle ileri derecede gelişmiş ülkelerde sermaye stokunun değeri trilyonlarca doları bulur. Sermaye stoku -yukarda belirttiğim gibi- emeğin verimliğini arttırır, doğal kaynakların kullanım oranını yükseltir. Ancak şu da var ki verili bir sermaye stoku ekonominin yapısını sertleştirir. Bu, onun, kullanıldığı alandan farklı bir alana tahsisinin çok zor olması anlamına gelir. Başka bir deyişle, ileri işbölümüne göre oluşturuldukları için, bir alandaki sermaye mallarının başka alanlarda kullanılma imkânı çoğu zaman yoktur. Bu sebepledir ki ekonominin -otomotiv gibi- sermaye yoğun sektörlerinde meydana gelen krizler, büyük sıkıntılara yol açar. b) Bir ekonomide sermaye stoku (S) / emek (L) oranı na sermaye yoğunluğu (S/L) denir. Bu oran o ekonomide kişi başına düşen sermaye miktarını gösterir. Kolayca tahmin edileceği gibi değeri gelişmiş ülkelerde yüksek, az gelişmiş ülkelerde düşüktür. Sermaye stoku, sermaye birikimi sayesinde artar. Bu da tasarruflarla ve bu tasarruflarla gerçekleştirilen yatırımlarla olur. Sermaye stoku arttıkça, ülke üretim malları bakımından daha elverişli duruma gelir. Oranın iyileştirilmesi (yükselmesi) için, sermaye stokunun, emek miktarından daha hızlı artması gerekir. Daha fazla kişi başına sermaye, daha fazla üretim demektir. Demek ki üretim artışını sağlayan bir unsur da, sermaye stokudur. Sermaye birikimi ille kalkınma arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bu sebepledir ki, sermaye birikimi kalkınmanın stratejik unsurlarından sayılır. II) SOSYAL SABİT SERMAYE VE ÜRETKEN YATIRIMLAR Bir ülkede bir yıl içinde üretilen mal ve hizmet-

6 lerin toplam değerine Millî Gelir adı verilir. Ülke yurttaşlarının refahının artması millî gelirin artmasına bağlıdır. Millî geliri arttırmak için de yatırım yapmak, eş-deyimle sermaye stokunu büyütmek, çeşitlendirmek gerekir. Sermayenin gelişme üzerindeki etkisini iyi anlamak için onu şu iki türü itibariyle ele almak gerekir: Sosyal sabit sermaye, üretken sermaye. Çünkü bir ülkede sosyal sabit sermaye ve üretken sermaye ne derecede ve uyumlu olarak artarsa, üretim de o ölçüde artar, kalitece iyileşir; bu da ekonomik gelişme demektir. Üretim faaliyetleri bakımından ülkenin altyapısını oluşturan, yol, liman, okul, hastane, baraj, enerji tesisleri gibi unsurlara sosyal sabit sermaye denir. Üretken sermaye, üretimde doğrudan doğruya kullanılan sermayedir. Her türlü bina; makine, alet, taşıt araçları ve benzerleri ile hammadde, yarı mamul madde, yardımcı madde ve mamul mal stoklarından oluşur. İşletmeler sermaye stokunun üretim yapan birimleridir. Bir işletmenin, hammadde ihtiyacını kısa bir sürede sağlaması, uzun bir eğitim dönemi gerektiren nitelikli işgücünü kolayca bulması, ürettiği malları geniş bir pazara zaman yitirmeden ulaştırması ve son olarak, öbür üretim kollarındaki yeni buluşlardan yararlanması gerekir. Bütün bunlar ancak sosyal sabit sermaye oluşturularak sağlanır. Az gelişmiş ülkelerde gerçekleştirilen kimi üretken yatırımların genellikle beklenen sonucu verememesinin başlıca sebebi, sosyal sabit sermayenin yeterli miktar ve nitelikte olmayışıdır. III) AZ GELİŞMİŞ ÜLKELERDE SERMAYE BİRİKİMİ a) Arz ettiği bütün öneme rağmen, az gelişmiş ülkeler genellikle yeterli nitelik ve nicelikte sahip değildir sermaye faktörüne. Batı iktisat bilimine göre bunun başlıca sebebi bu ülkelerde sermaye birikimi sorununun çözülememiş olmasıdır. Çünkü sermaye birikimi her ülkede şu koşulun yerine getirilmesine bağlıdır: Üretilmiş olan kaynakların bir kısmı tüketilmeyip tasarruf edilerek, gelecekte daha büyük hasıla (üretim) elde etmek amacıyla üretim malları üretimine ayrılmalıdır. Bu durumda ise üretim malları üretiminde istihdam edilen işgücünün geçim masraflarının karşılanması gerekir. Çünkü az gelişmiş ülkeler kıt kaynaklarını üretim malı teminine ayırmakla, ancak mevcut yaşama düzeylerini sürdürebilirler. Bu nedenle sermaye oluşumuna ayrılacak her kaynak tüketim mallarının üretiminin azalmasına dolayısıyla düşük olan yaşam düzeyinin daha da düşmesine sebep olacaktır. Bilgiyurdu Dergisi - Mayıs 2009 b) Sermaye birikimi azgelişmiş ülkelerde bazı önemli engellerle karşılaşır. Sermaye birikimini güçleştiren başlıca nedenler olarak da niteleyebileceğimiz bu etmenler şunlardır: - Azgelişmiş ülkelerde tasarrufa, dolayısıyla yatırıma yöneltilecek gelir azdır; çünkü bireylerin geliri düşüktür. Kişi başına düşen gelirin az olması tasarruf eğiliminin düşük, buna karşılık tüketim eğiliminin yüksek olmasına neden olur. Böylelikle kişilerin yatırıma ayrılacak olan tasarruf miktarı arzulanan ölçüde olmaz. - Hızlı nüfus artışı, geliri tüketime yöneltir; dolayısıyla tasarruf etmek zorlaşır. Az gelişmiş ülkelerde nüfusun hızla artması, yaratılabilecek tasarrufların tüketime yönelmesini sebep olur. - Teknolojik gerilik nedeniyle verimlilik, dolayısıyla da gelir düzeyi düşüktür. Bu durumda da tasarruflar az olacağından, yatırım zorlaşır. - Tasarrufları yatırıma yönlendirecek banka gibi kurumlar yoktur ya da yetersizdir. - Gösteriş tüketimi tasarrufları azaltır. Gösteriş tüketimi başkalarının yaşam tarzına -örneğin Türkiye de Avrupa nın tüketim biçimlerine- özenilerek yapılan tüketimdir. - Az gelişmiş ülkelerde yatırım malları üretimi yok denecek kadar az olduğundan, bu malların başka ülkelerden ithal edilmesi gerekir. Ancak dış ticaret hadleri (İthalat ve ihracat fiyatları oranları) bu ülkeler aleyhine işlediğinden, tasarruflar iç yatırım yerine yurt dışına akar. SONUÇ 1980 ler öncesi Türkiye sinde yurt içi tasarrufların değeri bilinirdi. Sermaye birikiminin ancak tasarruflarla sağlanacağına, ekonomik gelişmemizin, kalkınmamızın ancak bu yoldan sağlanacağına inanılırdı. Doğrusu da buydu. Ne var ki 1970 lerin sonlarından itibaren Batı emperyalizminin (ABD ve AB nin) küreselleşme ve neoliberalizm dayatmaları, Türkiye yi yönetenlerin de bu hâinane dayatmalara boyun eğmesi bilimin gerçeğini silip süpürdü. Türkiye Batı nın işine gelecek şekilde bir tüketim toplumuna dönüştürüldü. Son 25 yıl böyle harcandı. Bir musibet bin nasihattan evladır derler. 2007 Dünya ekonomik krizi iç tasarrufların, bununla yapılacak yatırımların stratejik önemini Türkiye ye de hatırlattı. Dilerim, yöneticiler bundan iyi bir ders alır; Türkiye nin, gerçek kalkınma yoluna geri dönmesini sağlarlar.

7 KÜLTÜRÜMÜZÜN DİNİ KAYNAKLARINDAN BİRİ EBU HANİFE İnceleme Yrd.Doç.Dr. A. Vehbi ECER - Erciyes Ü. Emekli Öğr. Üyesi - El. Mek.: avehbiecer@hotmail.com Toplumların inançları ile kültürleri arasında sıkı bir bağlantı vardır. Atalarımız tarih boyunca hiçbir hayvana, puta, resme tapmamış, tamamen kendine özgü Gök Tanrı diye adlandırılan Tek Tanrı inancı içinde olmuşlardır (Bak: A.V. Ecer, İslâm Tarihi Dersleri-I, Kayseri 2000, 89-111; H. Güngör, Türk Bodun Bilimi Araştırmaları, Kayseri 2000, 24). Öncelikli olarak bu sebebe dayanarak misyonersiz din olan İslâm Dinini din olarak direnişsiz kabullenmiş ve bu dinin Peygamberini, Yüce Kitabını sevmiş, benimsemiş, kendi kültürleriyle bağdaştırmış ve âdeta millileştirmiştir. Milletimizin din kültürü, İslâm Dininin farklı yorumunu yapan inanç, fıkıh (hukuk) ve tasavvuf alanındaki din bilginlerinden tercihlerine dayanmaktadır. Tarih sırasına göre ele alırsak İslâm hukuku alanında Arap olmadığı kesin olarak bilinen ve akılcı, hoşgörülü bir bilgin olan Ebu Hanife ye, (öl. 768) O nun öğrencilerinin geliştirdiği Türk asıllı olan inanç (akaid) bilgini Semerkandlı Mehmet el- Matüridî (öl. 944) ye Türkçe şiirleriyle kucaklayıcı, sevdirici bir tasavvuf anlayışına çağıran Hoca Ahmed Yesevî (öl. 1166) ye bağlandılar. Bu yazımızda İslâm dünyasındaki Müslümanların ibadet ve ahlak yaşayışlarını düzene koyan Ebu Hanife yi tanıtmaya çalışacağım. Ebu Hanife nin nerede ve hangi yılda doğduğu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Arap asıllı olmadığı ve Küfe de büyüdüğü, Türk asıllı olmasının da ihtimal dahilinde bulunduğu bazı araştırmacılar tarafından ifade edilmektedir (Bak: İsmet Demir, İmam-ı Âzam Ebû Hanife, İst. 2005, 1-12). Ebu Hanife ticaretle uğraşan varlıklı bir ailenin çocuğu olması sebebiyle çocukluk ve gençliğinde eğitime ve ilme yönelmesinde bir engel oluşmamıştır ve hayatı maddî sıkıntılardan uzak olarak geçmiştir. Devrinin bilginlerinden ders almış ve kendini yetiştirerek Ehl-i Sünnet anlayışının şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. Kısa zamanda seyahat yaparak vardığı her yerde (Basra dahil) bid at ehli ile tartışmalar yapmış ve ün kazanmıştır. Döneminin büyük bilginlerinden olan re y (akılcı, kıyasa) ekolün temsilcilerinden Hammad b. Ebu Süleyman ın (720-738 yılları arasında) derslerine devam etmiş ve yararlanmıştır. Hocasının 738 yılında ölümünden sonra onun yerine geçerek ders vermeye başlamıştır. Bu arada Malik b. Enes, Süfyan b. Uyeyne, İmam Zeyd b. Ali, Muhammed el-bakır, Ca fer üs-sâdık gibi bilginlerle görüşüp fikir alış verişlerinde bulunmuştur. Ömrünün 52 yılını Emeviler, 18 yılını Abbasiler döneminde geçirdiği söylenen Ebu Hanife, Ehl-i Beyt torunlarına muhabbeti sebebiyle Emeviler döneminde tutuklanmış ve dövülmüştür (747). Abbasilere sempati ve ümitle bağlanmışsa da onların Ehl-i Beyt torunlarına karşı düşmanca uygulamalarını görünce tavrını değiştirmiştir. Halife Mansur, onun Emevi yönetimine bağlanmasını sağlamak için Bağdat şehrinin kadı lığını teklif etmiş, bir çok kıymetli hediyeler göndermiştir. Ebu Hanife bunların hepsini reddetmiş, halife ile tartışmıştır. O nun halifeyle yaptığı tartışma, üstün zekâsına verilebi-

8 Bilgiyurdu Dergisi - Mayıs 2009 lecek bir örnek olabilir. Halifenin kadılık teklifine karşılık şöyle diyordu: - Ben kendime güvenmiyorum. Eğer beni Fırat nehrinde boğulmakla bu işi kabullenmek arasında seçme durumunda bıraksan, ben boğulmayı tercih ederim. Senin etrafında birçok makam ve ikram bekleyen adamların var. Ben bu işe layık değilim. Halife bu cevaba kızdı ve: - Yalan söylüyorsun, sen bu işe lâyıksın, dedi. Ebu Hanife şu cevabıyla halifeyi susturdu: - İşte hükmünü kendin verdin. Yalan söylediğini söylediğin bir kimseye kadılık görevini nasıl emanet edersin. Bu tartışmalardan sonra Ebu Hanife Bağdat ta hapse atıldı ve işkence yapıldı. Daha sonra Bağdat ın ileri gelenlerinin ricasıyla hapisten çıkartıldı, ancak fetva vermesi ve halkla görüşmesi yasaklandı. Bu konuyu genişçe ve kaynaklara dayalı olarak anlatan Prof. Muhammed Ebu Zehra kitabında (Bak: M. Ebu Zehra, Ebu Hanife, Çev: Osman Keskioğlu, Ankara 1962, 54) şöyle bir yorum getirir: Halifenin yakınlarından bazıları bu ihtiyar fakih e (bilgine) acıyarak Halife nezdinde O na şefaatçi çıkmış olabilir. Zira O, halifeye muhalifse de şahsen ona hiçbir zararı dokunmamıştır. Sonra bu işte efkâr-ı umumiyeyi de hesaba katmalıdır Umumî efkâr daima mazlumdan yana çıkar Hapishaneden çıkarıldıktan sonra halkla temastan ve ders vermekten men edilmiş olması Halifenin gönlünü yatıştırmıştır. Ortada şüpheye davet edecek bir hal kalmamıştır, aleyhte propaganda yolları kapanmıştır Hapisten çıktıktan sonra bir süre sonra ölen Ebu Hanife Bağdat ta defnedilmiştir, daha sonraları mezarı üzerine türbe ve çevresine de medrese yaptırılmıştır. Bugün Bağdat ta Azamiye diye adlandırılmış bulunan bir yerdedir (H/150-M/767). Türk Milletinin Ebu Hanife yi ve görüşlerini benimsemelerinin, onu tercih etmelerinin sebepleri vardır. O nun ahlâkı, kişiliği, toleransı ilmi yanında ortaya koyduğu Hanefîlik adıyla adlandırılan mezhebi (doktrini) ile Türk Milletinin karakteri, örf ve âdetleri arasındaki paralellikler ve uyuşmaların varlığı araştırmacıların dikkatini çekmiştir. Ebu Hanife kanaatkâr, güvenilir, cömert, temiz giyinen ve bu özelliklerini de çevresine tavsiye eden bir kimseydi. Arapların mevalî diye ikinci sınıf insan kabul ettikleri Arap asıllı olmayan Müslümanların ve Emevileri onaylamayanların manen saygı duydukları Ehl-i Beyt ve torunlarına hayatı boyunca sevgiyle baktı. Hz. Ali nin torunlarından Cafer üs-sadık dan iki yıl fıkıh dersi aldı ve ondan çokça yararlandığını ifade etmek için O iki yıl olmasaydı Ebu Hanife helâk olurdu cümlesini kullandı. Cesaret sahibi bir kimseydi ve halifeleri tenkit ettiği gibi dönemindeki bilgin ve kadıların verdiği yanlış hükümleri de tenkit etmekten çekinmedi. Ebu Hanife ehl ür-rey taraftarı, yani dinde aklı, aklın mantığın bir kuralı olan kıyas ı kullananlardandır. Onun bu görüşü, İslâm Dininin uygulanma ve yaşanma alanını genişletmiş, Müslümanlara kolaylık yollarını göstermiştir. Ayrıca hükümlerinde fakirden yana, kişi hürriyetinden yana, adaletten yana ve toleranstan (hoşgörüden) yana olmuştur. Bu konuları ayrı bir yazı olarak okurlarımıza sunmayı düşünüyorum. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisinde (X, 134) bu maddenin yazarlarından Prof. Dr. Mustafa Uzunpostalcı Ebu Hanife nin hayatı ile ilgili bölümü şu cümleyle sonlandırır: Fıkhî kanaatlerine katılsın katılmasın çağdaşı olan âlimler Ebu Hanife nin ilim, takva, cömertlik, edep, tevazu, cesaret gibi vasıflar bakımından eşine ender rastlanan bir İslâm âlimi olduğunu belirtirler.

9 MİLLİ MÜCADELE DE TEÂLÎ-İ İSLÂM CEMİYETİ NİN BİRİNCİ BİLDİRİSİ İnceleme Mehmet ÇAYIRDAĞ Geçen yazılarımızda Millî Mücadele aleyhine İstanbul da Şeyhülislâm Dürrî-zâde nin fetvasını, buna dayanan Padişah VI. Mehmet Vahdeddin in iradesini ve Sadrazam Damat Ferit Paşa nın tamimi üzerinde durmuştuk. Bu yazımızda ise söz verdiğimiz üzere Teâlî-i İslâm Cemiyeti nin millete, yine aynı zihniyet içerisinde yayınladığı ve Yunan uçakları ile de Anadolu ya serpilen uzun bildirisini yayınlayacağız. İsmi yüce olan fakat Millî Mücadeleye karşı olarak istilacı düşmanların emellerine hizmet eden bu cemiyetin kurucuları arasında İstiklâl Mahkemelerinde idam edilmiş bulunan İskilipli Atıf Efendi de bulunmakta idi. Şimdi bu bildiriyi aynen aktarıyoruz: TEÂLÎ-İ İSLÂM CEMİYETİ NİN BİRİNCİ BİLDİRİSİ Anadolu nun muhterem ve masum halkı! Teâlî-i İslâm Cemiyeti nin işbu bildirisini dikkatlice ve önemle okuyunuz! Ey Anadolu nun masum ve mazlum halkı! Bir zamanlar ne kadar şen ve bahtiyar idiniz. Hemen hepiniz çoluğunuz ve çocuğunuzun yanında, tarlalarınızın, bağlarınızın başı ucunda, çiftinizle çubuğunuzla uğraşıp vaktinizi hoş geçirmeye çalışır idiniz. Bir müddetten beri size ne oldu? Niçin böyle boynunuz bükük tıpkı bir yetim gibi mahzun duruyorsunuz? Hakkınız var. Çünkü kiminiz yerinizden, yurdunuzdan, varınızdan yoğunuzdan, kiminiz çoluğunuzdan çocuğunuzdan oldunuz. Vaktiyle gürül gürül tüten ocaklarınız şimdi söndü ve her akşam tarladan gelirken keyifli keyifli türkü söyleyen babalarınız ve yavrularınız şimdi öldü. Acaba şu halin neden ileri geldiğini biliyor musunuz; şüphesiz ki bazılarınız bilir fakat içinizde bilmeyenler de bulunur. Bunun için cümlenizin yani aziz milletimizin ve kutsal vatanımızın bir vakitten beri başına gelen belâların ve vebadan beter olan afetlerin sebeplerini size biraz anlatalım: On iki yıl önce İttihat ve Terakki adıyla ülkemizde bir türeme çıktı. Selanik dönmeleriyle aslı, nesli ve mezhep ve meşrebi belirsiz türlü soydan gelen türedilerden meydana gelmiş olan bu kuruluş; istibdâdı kaldıracağız, meşrutiyet ve hürriyet getireceğiz, hükümet ahâliye zulmetmeyecek, halk rahat edecek, devletlerin yanında kadrimiz, itibarımız yükselecek diye bizi aldattılar. O zamanki padişahımız Sultan Hamid i de aldattılar. Padişah ile millet baba evlât gibi birbirine ısınacak, yaklaşacak dediler. Arası çok geçmedi, önce padişahı aldattıkları meydana çıktı. Bir Otuzbir Mart oyunuyla Sultan Hamid i haksız yere tahtından indirdiler ve sarayını Bulgar eşkiyasıyla birlikte yağma ettiler. Hatta bu eşkıya ile beraber harem-i hümâyûna kadar girerek oradaki saygıdeğer namuslu kadınların üstünü başını aradılar, ziynetlerini soydular. Otuz bu kadar yıl hilafet makamı ve saltanatta bulunmuş bir şerefli padişahın kendine ve ailesine karşı reva gördükleri o hakaret bu alçakların nasıl cibilliyetsiz ve utanmaz bir eşkıya çetesi olduklarını göstermişti; padişaha yaptıkları muameleden milletin başına neler getireceklerini anlamak güç bir şey değildi. Fakat biz o zaman anlayamadık. Cenab-ı Hakk basiretimizi bağlamıştı. Yine Otuzbir Mart hadisesini bahana ederek Selanik ten İstanbul a gelen düzme Hareket Ordusu yani İttihat çetesi Pây-i Taht taki asker neferlerini zavallı vatan kuzularını din hâdimleri olan medrese öğrencilerini, medrese hocalarını sokak ortalarında süngülemişler ve birçok mazlumları darağacına asmışlar ve Fatih Camii

10 Bilgiyurdu Dergisi - Mayıs 2009 şerifine kurşun yağdırmışlardır. O vakalardan da bu heriflerin maksat ve mahiyetlerini anlamak lâzım gelirdi. Fakat yine anlayamadık. O günden sonra bu eşkıya Osmanlı Devleti nin idaresini ellerine aldılar. Ellerine geçirdikleri devlet ve Osmanlı Saltanatı nın sınırları Bağdat, Basra, Hicaz, Şam, Halep, Diyarbekir, Musul, Yemen, Erzurum, İzmir, Bosna, Arnavutluk, Edirne, Trablusgarp, Rumeli gibi büyük büyük vilayetleri ve ülkeleri kapsamaktaydı. Sonra gaflet ve cahillikleri yüzünden önce Trablusgarp gibi milyonlarca İslâm ülkesini elden çıkardılar. Biraz sonra Arnavutluk taki din kardeşlerimize de fena muamele ederek Rumeli nin kalesi değerinde olan o yerleri karıştırdılar, ateşe verdiler. Bu yüzden kendilerinin de mevkii sarsıldı. Arnavutların çabası ile ve İstanbul da çalışan mücahit ve muhaliflerin yardımıyla İttihatçılar devrildi. Gazi Muhtar Paşa ve Kâmil Paşa heyetleri hükümete geçti. Fakat İttihatçılar el altından çalıştılar. Balkan Savaşı nı çıkarttılar ve Kâmil Paşa hükümetini küçük düşürmek için bu savaşta Osmanlı ordusunun içine girerek Allah tan korkmadan ve vatana acımadan bin türlü yalan dolan, hile ve oyunlarla İslâm askerlerinin bozulması için çalıştılar. Daha sonra apaçık eşkıya gibi Bâb-ı Âlî yi bastılar. Harbiye Nazırı Nazım Paşa yı diğer günahsız devlet memurlarını öldürdüler. Ve tekrar hükümete geçerek eski zulüm ve şiddetlerini kat kat fazlasıyla tekrara başladılar. Mahmut Şevket Paşa olayı vesilesiyle yine darağaçlarını kurdular. Damad-ı Şehriyari Salih Paşa ile beraber sürü sürü insanları astılar. Vapurlar dolusu binlerce halkı Sinop a sürdüler. Sözde hürriyet verilen ahâlinin ve millet fertlerinin ağızlarını kapadılar, kilitlediler. İstediklerini yaptılar ve bir kelime itiraz edeni boğdular, susturdular. Yapılan mebûsan seçimlerinde sopayla silahla halkı tehdit ederek ve bazı yerlerde adam öldürerek milletin oyunu cebren istediklerine verdirdiler, bu suretle seçilen mebuslar da milletin haklarını savunacak yerde, İttihatçıların dalkavukluğunu yaptılar, hak ve gerçeği gizlediler, millete söylemediler. Eğer millet, bu gibi seçim sıralarında biraz daha gayrete gelerek İttihatçılara karşı savaşan muhaliflerle el ele verip de bu zorbaları vaktiyle başından defetmiş olsaydı bugünkü felaketlere maruz olmayacaktı. Yazık ki öyle zamanlarda yalnız muhalifler çalıştı. İttihatçıların baskı ve haksızlıklarına göğüs gerdi, fakat milletten hakkıyla yardım göremeyen o bir avuç hamiyet sahibi ve muhalefet ordunun bir kısım subaylarına dayanan İttihatçılarla başa çıkamadı kahroldu, perişan oldu ve o zavallılar vaktiyle İttihatçıların ne kadar zararlı ve muhlik bir yaratık olduğunu anlamak üzere her türlü belâlara uğrarken, beri tarafta milletin çoğunluğu seyirci gibi duruyor ve güya; bize dokunmayan yılan bin yıl yaşasın der gibi aldırmıyordu. Genel savaş çıkıp da savaş ve açlık sebebiyle her evden bir ölü çıkmağa başladığı gün millet ve memleket vaktiyle İttihatçılarla çarpışan mücahitlere yardım etmemesinin cezasını kendi gözüyle görerek müşahede etti, fakat iş işten geçmişti. Gerçekten İttihat ve Terakki nin kıpkızıl cahil ve kanlı elleriyle, bütün dünya için bir tehlike olan o Genel Savaşa istemeye istemeye sürüklendiğimiz zaman, millet ve memleketimiz için kıyamet kopmuştu. Bu savaşa karışmayıp uzakta durmak gerekirken Almanların teşviki ve Enver ve Talat gibi çılgınların delâletiyle kendimizi öyle bir büyük tehlikeye attık; bütün dünya ve bütün İslâm âlemi bizi ayıpladı, artık bizim işimiz daha o gün bitmişti. Koskoca Osmanlı saltanatı beş on serserinin keyif ve arzusuna feda etmişti. Artık sınırlarda ve muhtelif cephelerde milyonlarca vatan evladı su yerine kırılıyordu. Halbuki bu kadar fedakarlığa rağmen İngiliz ve Fransız gibi muazzam ve muntazam devletlere karşı bu savaşta kesinlikle bizim için kazanmak ihtimali yoktu. Bir taraftan da savaş meydanlarındaki kayıplarımız kadar ve belki daha fazla olarak ahali açlıktan ve sefaletten kaybediliyordu. Millet fertleri bu felaket hali ve sefalette kıvranırken, çaresiz Anadolu yavruları, ana baba kuzuları kızgın çöllerde ve karlı dağlarda zorluk ve sıkıntı altında aç ve susuz can verirken İttihatçılar İstanbul da ve tehlikeden uzak yerlerde zevk ve sefa ile vakit geçiriyor, istediği gibi yiyor, içiyor, yüz mil-

Bilgiyurdu Dergisi - Mayıs 2009 11 yonlarca lira borca soktuğu milletin hazinesinden, Müslümanların malından, masumların rızkından para çalıyor, zengin olmaya çalışıyor ve milletin sıkıntılarıyla adeta istihza ediyordu. Çünkü bu herifler, bu hinoğlu hinler, memleketin başına kendi elleriyle getirdikleri her belâda, her savaşta herkesi ölüme teşvik etmek, halkı kırdırarak kendi canlarını beslemek ve öncekinden daha zinde ve kuvvetli bir varlıkla savaşın sonuna çıkmak yöntemini pek iyi biliyordu. Savaş olur, savaşı kendisi çıkarmayan her sınıf halk kayba uğrar, cidden azalır; fakat İttihatçılar sanki eskisinden fazla çoğalır. Bu hal gözbağcı İttihatçılara özgü bir sihirdir. Genel savaşan önceki İttihatçılarla sonrakiler arasında bir karşılaştırma yaparsanız bu dakikada anlarsınız. Bu sır ve sihrin anahtarını da, belirttiğimiz şekilde başkalarını savaşa ve ölüme göndererek kendileri geride yaygara ile vakit geçirmek ve tehlikeden kendilerine iltica ederek kul köle yazılanların sayısıyla kendi mevcutlarının sayısını artırmak yöntemini ustalıkla idare etmelerinde aramalıdır. Nitekim, bu defa da Anadolu da Mustafa Kemal ve Kuva-yı Milliye maskaraları Yunan askerlerinin önünden alçak bir surette kaçarken, zavallı saf ve gafil ahali ve askerden topladıkları kuvvetleri düşmanla savaşa tutuşturarak ve siz mevkiinizde sebat edin, biz şu taraftan onların arkasını çevireceğiz tarzında yalanlar ve hilelerle savaşıp kaçarak zavallı erlerimizi ve ahalimizi boşu boşuna kırdırmak yöntemini takip ediyorlar. Çaresiz millet! Bu yankesicilerin hilelerini, oyunlarını halâ tamamen anlayamamıştır. Yazık, bin kere yazık ki gerek savaş içinde ve gerek mütarekeden sonra memleket bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor da Talat, Enver, Cemal, Mustafa Kemal ve saire gibi beş on şakinin vücudunu ortadan kaldırmak için gereken küçük fedakârlığı göze alamayarak memleketi ve kendilerini ebedi tehlikeden kurtarmak ve selamete çıkarmak yolunu idrak edemedi ve halâ da edemiyor! Millet, Meşrutiyeti kabul ettiği zaman bunun hükümlerini ve Kanun-ı Esasi ni kendi koruyacak ve haklarını zorbalara ve yalancılara, dolandırıcılara kaptırmamak üzere kendisi olanca kuvvetiyle ve bütün azim ve dikkatiyle çalışacaktı, uyumayacak ve yaldızlı sözlere aldanmayacak, zarar ve menfaatini hakkıyla takdir edecekti. Halbuki millet halâ aldanıyor, aldatılıyor, gereksiz yere girdiği ve mağlubiyetle çıktığı bir savaşın ertesinde de aklını başına toplayamıyor! Kendisini halâ aldatmaya çalışan heriflere niçin diyemiyor ki: Ey hainler, ey Allah tan korkmayan ve peygamberden utanmayan yaratıklar, savaştınız, başımızı bin türlü belâlara soktunuz, mağlup oldunuz, bizi de o yolda mahv ve perişan ettiniz, devletlere karşı mağlup olduk dediniz mütareke imzaladınız, silahlarımızı, boğazlarımızı, başkentimizi teslim ettiniz. Şimdi niye tekrar gücünüz yetmediğini ikrar ve imza ettiğiniz devletleri yeniden kızdırarak üzerimize husumet ve gazaplarını davet etmekten ve istila olunmayan memleketimizin geri kalan kısımlarını da istila ettirmekten başka bir yararı olmayacak surette delice hareketlere kalkışıyor ve bizi de eskisi gibi boşu boşuna kırdırıyorsunuz? İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Savaşta mağlup olduktan sonra uslu oturmak ve mağlubiyetin sonuçlarına katlanarak telafisini sabır ve sükun ve akıl ve tedbir dairesinde gidermekten başka çare var mıdır? Yunanlılarla savaşa tutuşuyor, sonra da bir taraftan kaçıyor ve bir taraftan şöyle dayandık, böyle kayıplar verdirdik gibi yalanlarla halkı iğfale çalışıyorsunuz! Düşünmüyorsunuz ki Yunanlılara fazla kayıp verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz: Allah göstermesin sizin yalanlarınızı şahit tutarak işgal ettiği memleketimizde, bu kadar kan döktüm ve şöyle fedakârlık ettim, böyle emek çektim diyerek fetih hakkı davasına kalkar! Hem sizler ey yalancı ve alçak şakiler! Kendi milletimize karşı yabancı milletlerden hiçbirinin yapmadığı eşkıyalık ve kötülükleri yapıp dururken milleti, memleket eşrafını, medrese hocalarını asıp keserek, mallarını yağma ederken kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuva-yı Milliye adını

12 Bilgiyurdu Dergisi - Mayıs 2009 veriyorsunuz? Milleti öldürerek, yok ederek milletin haklarını koruyacaksınız öyle mi? Utanmaz hainler, artık yetişir, yakamızı bırakın: Cenab-ı Hakk ın gazap ve lâneti sizin üzerinize olsun! Şimdi barış imzalandı Kuva-yı Milliye belâsının yarattığı zorunlulukla galip devletlere karşı yeniden taahhüt altına girdik. Devletler şimdi bize: Eğer Anadolu da Kuva-yı Milliye isyanını devam ettirir ve bastırmazsanız İstanbul u elinizden alacağız diyorlar. Kuva-yı Milliye eşkıyası ise İstanbul u da elimizden çıkarmak ve memlekete son hizmet şeklinde son ihanetlerini de yapmak için çalışıyorlar. Ey Anadolu nun mazlum ve muhterem halkı! İyi biliniz ve emin olunuz ki bu durum böyle devam edemez ve memleketin her saçağına ve her bucağına sarmış olan bu vahşet ateşi ve eşkıyalık böyle sürüp gidemez! Vaktimiz pek daraldı ve bu âsilerin, serkeşlerin, eşkıyalıklarından, cinayetlerinden halk bunaldı kaldı. Eğer bu ateşi kendi kendimize söndüremeyecek ve Anadolu da asayişi sağlayarak çaresiz vatandaşlarımıza refah ve huzur vermeyecek olur isek galip devletler tarafından bildirildiği üzere başkentimizden, sevgili İstanbul umuzdan mahrum edileceğimiz gibi Anadolu nun da yabancılar tarafından istila olunacağı şüphesizdir. Bundan dolayı bu serkeşleri, bu âsileri mümkün olduğu kadar az zaman içinde hadlerini bildirip, tepelemek hepimiz için bir farzdır. Yukarıda bulunan resmi ve kesin belgelerden anlayacağınız üzere İstanbul halkı ve hükümetin, nasıl korkulu ve acı dakikalar yaşamakta olduğumuzu göz önüne alarak ciddiyet ve büyük bir olgunlukla gerekli tedbirlere başvurduğunu size bildiririz ve haber aldığımıza göre şerefli Halifemiz ve sevgili vekilimiz efendimiz hazretlerinin de âsilere hadlerini bildirmek ve sizin rahatınızı ve saadetinizi sağlamak için toplanılacak kuvvetin başında olarak bizzat oralara geleceklerini sizlere müjdeleriz. Hazır olunuz! Ve bu hainlerden, bu canilerden vatanı kurtarmak için size düşen görevi yerine getirmekte kusur etmeyiniz. Ey kahraman askerler! Savaş yıllarında sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerinizin, hemşehrilerinizin boş yere ölmelerine sebep olan birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zalimler de var idi! İşte bu hainlerin savaş cephesi dışında kalmış olan ailenizin fertlerine kanlı elleriyle ne kadar kötülük yapmış olduklarını savaştan döndükten sonra gördünüz! Bugün yine o şakiler, serkeşlerdir ki elleri birtakım yetimlerin, dul kadınların kanlarına bulaşmış halde canevinize sokularak sizi yok etmek ve çocuk ve eşinizi yetim ve dul bırakmak ve servet ve saadetinizi tamamen çalmak için şeytanın dahi hatırına gelmeyen hile ve oyunlar yapıyorlar. Siz bu zalimlerin cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız? Elinize aldığınız fetva-i şerif ki Allah ın emridir, okuduğunuz hatt-ı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır, siz Allah ın emri ve halifenin fermanına uyarak bu canileri, bu katil canavarlardan daha fazla görevli ve yükümlüsünüz. Şu alçaklar ve arkadaşları bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor; bunların vücutlarını tamamen dünyadan kaldırmak, insanlık için, Müslümanlık için bir farz olmuştur. Memleketin başına bu kadar felaket getirmiş olan bu hainler daha yaşatılacak mı? Siz daha ne kadar böyle gafletle bunların gayri meşru emirlerine uyacaksınız? Korkuyoruz ki sizin bu aklınız, bu gafletiniz körü körüne hainlere itaatiniz daha pek çok mescit ve mabedimizi yıktıracaktır! Askerler! Bu kadar uyuduğunuz artık yeter, bu zalimlere âlet olduğunuz artık yetişir! Padişahımız halifemiz efendimiz hazretlerinin merhamet ve şefkat kucağı size açılmıştır. Hepiniz koşunuz, geliniz dünya ve ahiret saadetini hazırlayınız; işte size ihtar ediyoruz, Allah ını, Peygamberini ve Padişahını seven bu tarafa gelsin! Evet, gelecek sayıda söyleyecek çok sözümüz olacak

13 Eğitimci OSMAN SEL e 9 Soru Röportaj Röportaj: Mustafa KILIÇKAYA TÜRKÇE İNSANI TÜRKLEŞTİRİR, TÜRK TARİH ŞUURU İSE TÜRKÇÜLEŞTİRİR Türk millî eğitimine öğretmen ve yönetici olarak uzun yıllar hizmet ettiğinizi biliyoruz. Türk eğitim sistemini, bu sistemin amaç ve araçlarını tanıyorsunuz. Söyler misiniz, Türk eğitim sistemi, ülkemizin ihtiyaç duyduğu insan tipi veya tiplerini yetiştirebiliyor mu? Yetiştiremiyorsa, neden yetiştiremiyor? Sorunuzda anahtar kelime insan tipi veya tipleri sözleridir. İnsan tipi tek tip insanı, insan tipleri değişik görüşte, anlayışta insanı ifade eder. Türk eğitim sistemi uzun yıllar tek tip insan yetiştirme üzerine kurulu idi. Daha sonra sistem üzerinde değil ama sosyolojik gelişmeler yüzünden tek tip insan yetiştirmenin hem imkânsız olduğu, hem de iyi olmadığı yönünde bir görüş gelişti. Bana göre de tek tip insan yetiştirmek eşyanın tabiatına aykırıdır. Dünyada bunu başarmış bir devlet yoktur. Olmamalıdır da. Bu çok korkunç neticeler doğurabilir. 1930 lar Almanya sında ve Sovyetler Birliği nde olduğu gibi... Suudi Arabistan ve İran bile bunu başaramıyorsa Türkiye Cumhuriyeti gibi hukukun üstünlüğüne inanılan, az çok da demokratik olan bir devlette bu olamaz. İnsan tipleri sözü uzun süre Türkiye Cumhuriyeti ni ürkütmüştür. Acaba bununla vatandaşları kontrolümüzden çıkarır mıyız, rejim tehlikeye girer mi? diye düşünülmüştür. Ekonomide tekellerin kalkması düşüncede de tekelleri kaldırmıştır. Kalkmak zorundadır. Tabii ki her devlet kendi sistemini devletin devamı için eğitim çağındaki çocuklarına benimsetmeye çalışır, bundan doğal bir şey olamaz. Bizim açmazımız devletimizin bu konuda tam bir tercih yapamamasıdır. Anayasamız ve kanunlarımız hukukun üstünlüğü, demokrasi ve laiklik konusunda birbiriyle çelişen maddelerle doludur. Bunun için de iktidara gelenlere göre uygulamalarda değişik sonuçlar ortaya çıkmıştır. Mesela bugünkü iktidarın elinde bu anayasa ve kanunlar otokratik bir devletin yasalarıymış gibi uygulanmakta ve nerdeyse bir korku imparatorluğu yaratılmaktadır. Bu dönemde eğitim de bundan nasibini almıştır. Artık Türk Millî Eğitim sistemi, bir cemaatin emrine tahsis edilmiş görüntüsü vermektedir. Kadrolaşma, müfredatta yapılan değişiklikler, ders kitaplarının içeriği, kullanılan kelimeler, kitaplara basılan resimler bunları açık seçik göstermektedir. Düşünen değil inanan, sorgulayan değil itaat eden, analiz yapabilen değil toptan inkâr veya kabul eden, araştırmacı değil hazırcı, ferdiyetçi değil cemaatçi, ben bilirim diyen değil ağabeyim bilirci, dünyayla bütünleşenci değil içine kapanık, atak değil pısırık bir tip veya tipler yetiştirmeye gayret gösteriyorlar. Bana göre tip yetiştirmek yerine nitelikli insan yetiştirilmelidir. Yüzme bilen, bir enstrüman çalan, küfürlü konuşmayan, caddeye tükürmeyen, yeri geldiğinde özür dilemesini, teşekkür etmesini bilen, resim çizen, spor yapan, kitap okuyan, özgür düşünen, düşündüğünü ifade edebilen, soran, sorgulayan, merak sahibi, araştırmacı, bulduğu ile yetinmeyen, şükürcü olmayan, paylaşımcı, hukukun üstünlüğüne inanan, demokrasiyi benimsemiş, kişilik sahibi olan. Namık Kemal der ki; Fert olunmadan mert olunmaz. Bu anlamda fert olan bir nesil yetiştirmek gerekir. Hülasa, Türk Millî Eğitiminin durumu bugün için iç açıcı değildir. Size göre öğretmenliğin püf noktası nedir? Öğretmenliğin ne ülkemizde ne de dünyada bir standardı yoktur. Ancak yasalar, uygulama ve diğer bilimsel disiplinler meslek sahiplerinin özelliklerini belirlemede birbirlerine katkıda bulunmuşlardır. Psikoloji alanındaki gelişmeler, tıptaki gelişmeler, genetik bilimindeki gelişmeler, sosyolojik veriler, anketler ve istatistikler her meslek grubuna yönelik bazı standartlar oluşmasına yardımcı olmuştur. Öğretmenlik mesleğine de bu pencereden baktığımızda karşımıza bazı özellikler çıkmaktadır ki; bunları şöyle sıralayabiliriz: Öncelikle bir öğretmen; bilgili olmalı, kültürlü olmalı, uyumlu ve temiz giyinmeli,

14 Türkçeyi doğru ve güzel kullanmalı, insan psikolojisini bilmeli, Türk toplumunun tarihi ve sosyolojik yapısını bilmeli, kendine göre değil sisteme göre ders anlatmalı. Ülkesini ve milletini sevmeli, idealist olmalı, kesinlikle öğrencisini dövmemeli ve onu aşağılayıcı davranışta bulunmamalı, eleştiriye açık olmalı, kendisinin bilginin kaynağı değil aktarıcısı olduğunu kabul etmeli, yaptığı işin önemini ve değerini kavramış olmalı ve en son olarak çok ama çok okumalıdır. Emekli olduktan sonra köşenize çekilmediniz, Organize Sanayi de kurs yönetiniz, Erciyes TV de program yapıyorsunuz ve siyasetle ilgileniyorsunuz. Bunlar aydın olmanın gerekleri midir? Ben hayattan emekli olmadım, resmi görevimden emekli oldum. Hayat sadece görev değildir. Devlet memuru olarak devlete ücret karşılığı hizmet ediyordum. Şimdi de ücret karşılığı millete hizmet ediyorum. Aldığım ücret ise konuştuğum dil, içtiğim su, aldığım hava, atalarımın bu vatanda bulunan mezarlarının, hürriyetimin ve bu vatanda bırakacağım mezarım, çocuklarım ve torunlarımdır. Şöyle bakınca bayağı bir ücret alıyorum. Ama bunun karşılığını verebiliyor muyum? Ondan şüpheliyim. Ayrıca Amerikalıların bir sözü vardır derler ki; Devlet o kadar önemlidir ki sadece devlet memuruna bırakılamaz. Ben bu söze çok önem veririm. Türkiye Cumhuriyeti nin ilelebet bölünmeden ve parçalanmadan yaşaması için Cumhurbaşkanı kadar sokaktaki insan da duyarlılık göstermelidir. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Ben kendime aydın demiyorum. Ama siz bana böyle bir sıfat lütfettiniz bu da hoşuma gitmedi desem yalan söylemiş olurum. Bu iltifatınız için teşekkür ederim. Türkiye de bazı insanlar kendilerini muhafazakâr demokrat, liberal demokrat, ikinci cumhuriyetçi, Atatürkçü, milliyetçi gibi tanımlıyorlar. Siz kendinizi nasıl tanımlarsınız? Çok iddialı bir şey söyleyeceğim. Kendilerini bu sıfatlarla tanımlayan insanların yüzde doksanı mübalağa etmiyorum, evet yüzde doksanı bunların ne anlama geldiğini bilmiyor. Mesela kendini demokrat diyen bir insanla biraz konuşsanız altından çok otokrat bir kişilik çıkıyor. Kendine Atatürkçü diyen bir insanı biraz kazısanız altından muhafazakar bir kişi çıkıyor. Sıfatlar insanı ifade etmez. Büyülü kelimeler bir fikrin tamamı değildir. Keşke bu saydığınız sıfattaki insanlar çok olsa bu topluma kalite ve zenginlik getirir. Ancak benim tespit ettiğim kadarıyla bu ülkede bu sıfatlarla anılacak Bilgiyurdu Dergisi - Mayıs 2009 insan sayısı azdır. Bu durumda bu sıfatlara yazık oluyor. Nüfusunun yüzde dördü kitap okuyan bir toplumda bu sıfatların içeriğini bilen, onu özümsemiş insan sayısı olsa olsa yüzde birdir. Benimle ilgili sorunuza dönersek ben kendimi Milliyetçi bir kişi olarak tanımlarım. Tarifini de şöyle yaparım: Türk milletinin kalkınması, gelişmesi, güçlü olması, dünyadaki Türklerin bağımsız olması, onurlu bir hayat sürmesi için hiçbir önyargıya saplanmadan çalışmaktır. Bunun iki ön şartı vardır; Türkçenin iyi bilinmesi ve Türk tarih şuuruna sahip olmak. ÇÜNKÜ; TÜRKÇE İNSANI TÜRKLEŞTİRİR TÜRK TARİH ŞUURU İSE İNSANI TÜRKÇÜLEŞTİRİR. Türkiye de, Türk, Türklük kavramlarına savaş açılmış gibi bir durum var. Aynı şekilde Atatürk e ve istiklâl Savaşı yla kurulan millî devlet e sistemli düşmanlık yürütülüyor diye düşünüyoruz. Ülkemizde Türklüğe düşmanlık prim mi yapıyor? Bunu nasıl izah edersiniz? Ben bundan, bir iyi bir de kötü durumun olduğuna inanıyorum. İyi tarafı şudur: Türkiye Cumhuriyeti güçleniyor, kalkınıyor çevresindeki ülkelere etkisi artıyor. Türk dünyasındaki ağırlığı fazlalaşıyor. Millî geliri yükseliyor. Nüfusu genç, dinamik ve fazla, dünya ekonomisinde ilk 20 ülke arasına girmiş, yavaş yavaş bir dev uyanıyor. Büyük bir tarihi var. Türk milleti büyük millet psikolojisini benimsemiş, tarihte ne yaptıkları belli. Dünyanın en büyük imparatorluklarından birini kurmuşuz. Güçlü bir ordumuz var. Şimdi yukarıda saydıklarım kendini Türk hisseden herkes için çok güzel bir tablo oluşturur. Şimdi gelelim meselenin öbür yanına: Bütün bunlar Türk olmayan için ne ifade ediyor? KORKU İşte bunun devam etmemesi için Türk milletinde nifak çıkarmak, etnik kimlikleri kaşımak, insanları değişik görüşlerinden, dinlerinden, mezheplerinden ve ırkından dolayı birbirine düşünerek Türkiye Cumhuriyeti nin önü kesilmek istenmektedir. Bugün Atatürk ün dediği gibi dâhili ve harici bedhahları vardır. Dünyaya yön veren devletler Türkiye nin bu gidişinden endişe ediyorlar. Çünkü, Türk tarihini biliyorlar. Bundan dolayı her türlü yol, imkân, fırsat, fikir, insan, cemaat, grup kullanılarak içimizde ayrışma yaratıp bir iç savaş yaratmak ve kalkınmamızı önlemek istiyorlar. İçimizdeki bazı gafil ve hainler de buna alet oluyorlar. Bir kısmı paraya tamahından, bir kısmı inanç sömürü-

Bilgiyurdu Dergisi - Mayıs 2009 sü yoluyla, etnik kimlikler kaşınarak bu devam ettiriliyor. Türkiye nin harcı Türklük ve Atatürkçülüktür. Türk ün düşmanları bunu iyi biliyor. Bunun için harcı çatlatmak istiyorlar. Mevcut iktidar da siyasi ve şahsi kaygılarından dolayı buna çanak tutuyor. Burada en büyük görev Türk milletine düşüyor. O kendine sahip çıktığı sürece hiçbir tehlike yoktur. 24 saat Türk milletine bunun anlatılması gerekir. Türkiye, uzunca bir süredir sorunlarını çözemiyor. Ekonomide dışa bağımlılık, kültürde yozlaşma, dış politikada teslimiyetçilik Bölücü terör 25 yıldır sürüyor. Bunun sebeplerinden biri de Türk milliyetçilik akımının zayıflığı olabilir mi? Türk milliyetçiliği akımının zayıflığı değil de, Türk milliyetçilerinin zayıflığı dersek daha doğru olur. Türk milliyetçiliği Türk tarihinin derinliklerinden gelen ve Türkiye Cumhuriyeti ni kuran fikirdir. Demek ki Türk milliyetçiliği bir devlet kurabiliyorsa çok güçlü bir fikirdir. Burada sorgulanması gereken Türk milliyetçileridir. Slogan milliyetçilikten hiçbir fayda gelmez, niteliksiz insanların milliyetçiliğinden iyi neticeler çıkmaz. Türk milliyetçileri Milli Mücadele deki selefleri gibi çalışmalıdır. Atatürk, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, Hüseyin Nihal Atsız, Mümtaz Turhan, Erol Güngör, Alpaslan Türkeş, Dündar Taşer i iyi bilmek zorundadır. Onların hayat hikâyesi ve fikirleri Türk milliyetçilerini tekrar ülkede söz sahibi yapacak duruma getirecektir. O zaman da ülkenin kaderi değişecek, Türkiye Cumhuriyeti ebedi yolculuğuna daha güvenli devam edecektir. Türk milliyetçiliğini Türk toplumunun kılcal damarlarına kadar yayılan ve etkili olan güçlü bir hareket haline getirmek için neler yapılmalı? Türk insanının niteliği, bilgisi ve millî geliri artırılmalıdır. Çünkü milliyetçilik bir aydın hareketidir. Milletler kalkındıkça milliyetçi olur, milliyetçi oldukça kalkınırlar. Bilen insan milliyetçi olur. Kendine güvenen insan milliyetçi olur. Oktay Sinanoğlu bilgiyle milliyetçi olmuştur. Cemil Meriç, Hayrettin Karaca okudukça milliyetçi olmuştur. Türk milliyetçileri çok okumalı, çok çalışmalı, zengin olmalı ve bu birikimlerini milletinin emrine vermelidir. Bu yönüyle Türk milliyetçiliği zayıflayan değil güçlenen bir fikirdir. Türk milliyetçiliğinin muharrik unsuru Türkçülüktür. Ancak antropolojik değil etnolojik yani kafatasçılık değil kültürel Türkçülüktür. Bu yöne ağırlık verilmelidir. Talas İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünüz zamanında açılan okullara Rauf Denktaş, Halide Nusret Zorlutuna, Bilge Kağan, Atatürk adlarının verilmesini sağladınız. Bu hassasiyetiniz, o günün yöneticileri tarafından nasıl karşılandı? Bu isimleri niçin tercih ettiniz? Ben 1989-2000 yılları arasında Talas İlçe Millî Müdürlüğü görevinde bulundum. Talas ın ilk Millî Eğitim Müdürüyüm. Bu bazı yönlerden şanstır. Okullaşma oranı bu dönemde artmıştır. Okullar yapılırken onlara isim vermek kafamı epeyce meşgul etmiştir. Ben isimlerin varlıkların sadece adı olmayıp onların kimliğine de katkıda bulunduğuna inanırım. Bu düşünceden hareketle Talas isminin Türkistan ı çağrıştırdığını bundan dolayı Talas ın bir mahallesine Türkistan daki Kiçitalas anısına Kiçiköy isminin verildiğini, ilk yapılan okula Anayurt adının verildiğini biliyordum. Kendi kendime dedim ki burada okullara isim verirken Türk dünyasını, Türk kültürünü, Türk tarihini temsil edecek isimler verelim, böylece Türk dünyasını Talas ta yaratalım. Bu düşüncelerle yola çıktım. Bu isimlerin verilmesinde hiçbir zorlukla karşılaşmadım. Bu gün olsaydı ne olurdu bilmiyorum. Sadece o zaman Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olan Sayın Rauf Dentaş, isminin verilmesini istemedi. Bana yazdığı mektupta Türk tarihinde büyük insanlar var, onlar var iken benim ismimi niye veriyorsunuz diye karşı çıktı. Ben de kendisine yazdığım mektupta Bu mektup bile sizin ne kadar büyük bir insan olduğunuzun delilidir dedim. Böylece Talas ta Bilge Kağan, Atatürk, Rauf Dentaş, Anayurt, Halide Nusret Zorlutuna birleşti ve Talas a güçlü bir ruh kazanındı diye düşünüyorum. Çok okuyan, kitabı seven bir insan olarak gençlere okuma ve kitap hakkında neler söylemek istersiniz? Bu soruyla ilgili bir kitap yazılabilir. Ben burada sadece şunu söyleyeceğim: Kitap okumadan hiçbir iyi özelliğe sahip olunamaz ama kitap okumadan her türlü kötü özelliğe sahip olunabilir. 16. yüzyılda yaşamış filozoflardan Erasmus der ki : Atlar at doğar at ölür ancak insanlar insan doğmaz insanlaşır. İşte kitap insanı insanlaştıran bir nesnedir. Okudukça insanlaşırız. Dünyada insan olmaktan daha büyük bir meziyet tanımıyorum. Türk gençliğinin, kitap okudukça hem kendine, hem de milletine daha büyük katkı sağlayacağına inanıyorum. 15

16 İnceleme ÖLÜM TOHUMLARI! Hasan Sami BOLAK Son zamanlarda GDO (genetiği değiştirilmiş organizma)larla ilgili olarak Dünya komuoyunda yoğunlaşan tartışmalarda ileri sürülen iddialar tek kelime ile gerçekten korkunç tur. Alman asıllı Amerikalı araştırmacıgazeteci F. William Engdahl, tarım sektörünü elinde tutan GDO devlerinin insanlık için gerçek bir kıyamet yaratacağı iddiası ile, konuya vakıf olanların tüylerini ürperten bir tartışma ufku açmış bulunuyor. Bu gazetecinin iddialarının başında, Norveç teki küresel tohum deposuyla amaçlanan arî-üstün ırk yaratmak, bunun için de istenmeyen ırkları yiyeceklerle kısırlaştırmakla ilgili görüşleri oldukça çarpıcı ve düşündürücü.. Konunun tamamen yabancısı olanlar için kısa bir açıklama yaparsak: Norveç`in kuzeyindeki Spitsbergen adasında `Svalbard Küresel Tohum Deposu adı verilen bir ambar, Mart 2008 itibariyle resmen faaliyete başladı. Donmuş bir dağın 130 metre altına inşa edilen ambarda şu anda dünyanın dört bir yanından yaklaşık 3 milyondan fazla, farklı tohum özel ambalajlarda saklanıyor. Kuzey Kutbu na 1100 kilometre uzaklıkta olan buzdağı ambarında bazı dayanıklı tohumlar 1000 yıl kadar bozulmadan kalabilecek. Her türlü nükleer saldırıya, patlamaya ve depreme dayanıklı olan bu depoya `kıyamet tohum deposu` da deniyor. Böyle bir ambar yapımında hedeflenen amaç, Dünya üzerindeki tüm tohum çeşitlerini bir araya getirerek, gelecekte dünyanın başına gelebilecek nükleer savaş, meteor düşmesi veya iklim değişimi gibi bir felaket durumunda, tohum çeşitliliğinin korunmasını sağlamak, olarak gösteriliyor. Peki, bunda ne var? diye soracaksınız.. Ancak, yukarıda adı geçen gazetecinin bu proje ile ilgili dehşet verici şüphelerini dünya kamuoyu ile paylaşmamak mümkün değil. Gazeteci Engdahl ın iddiası, tarım sektörünü ellerinde tutan GDO (genetiği değiştirilmiş organizma) devlerinin bizim bilmediğimiz bir şeyler bildikleri ve Dünya nın demografik ve kültürel yapısını değiştirmekte oldukları yönünde.. Spitsbergen`in buzlaşmış kayalıklarının altında `dünyayı ekonomik ve genetik olarak ele geçirme` planlarının yattığını iddia eden Engdahl, teorisini ambar projesi finansörlerinin kimlikleri ve geçmişleri hakkında ayrıntıları hatırlatarak ispatlamaya çalışıyor ve maalesef bunu da akla çok yatkın tezlerle ispat ediyor. İlk baskısı 2007`de yapılan ve Nisan 2009`da Türkçe ye çevrilen Ölüm Tohumları / Kalıtımın Değiştirilmesinin Arkasındaki Karanlık Oyunlar adlı kitabında Engdahl `kıyamet muhafızları` dediği finansörlerin kimlikleri, neler yaptıkları ve Svalbard Küresel Tohum Deposu üzerindeki hedefleri hakkında ilginç ve bir o kadar da korkunç açıklamalarda bulunuyor. İleri sürülen iddiaların özeti şu: Son yıllarda genleri değiştirilmiş tohumlarla insanlar kısırlaştırılıyor, bu tohumlarla yetiştirilen bitkiler vasıtası ile çeşitli hastalıklar yayılıyor. Kuş gribi, kene ısırması ile meydana gelen ölümler, domuz gribi gibi son dönem hastalıkları hep bu tohumlar vasıtası ile, bilinçli olarak insanlığın felaketi için hazırlanıyor. Yani, tohumların asılları bir ambarda sakla-

Bilgiyurdu Dergisi - Mayıs 2009 nıp, genleri ile değiştirilmiş olanları silah olarak kullanılıyor! Türkiye de bu konu ile ilgili bir araştırma, kısırlığın % 3 lerden, %20 lere çıktığını gösteriyor.. Kimse, mecbur kalmadıkça kısırlığını açıklayamadığı için de bu konunun önemi kavranamıyor.. Diğer yandan, akciğer kanserinin erkeklerde 55-58 yaş arasında gittikçe yoğunlaşmasının da bir izahı yapılamıyor ve bu konuda günah keçisi olarak sadece sigara gösteriliyor. Geçen yaz yemeye mecbur kaldığımız ve bu günlerde de rafları süslemeye başlayan karpuz kabuğunun kalınlığının balkabağından, kırmızılığının ise bir böceğin geninden yararlanılarak değiştirildiğini biliyor muydunuz? Yani, böyle bir karpuz daha başlangıcında kırmızı olarak büyümeye başlıyor ve kabuğunun kalınlığı ile de raf ömrü uzatılmış oluyor ama, karpuz da karpuzluktan çıkıyor.. Meselâ, çilek diye yemeye mecbur edildiğimiz ve oldukça da çekici görünümlü plastic lezzetli meyve ile gerçeği arasında dağlar kadar fark olduğu ortada.. Diğer taraftan, genetiği değiştirilmiş çiçeklerin park ve bahçeleri süslemeleri bildiğimiz kadarı ile zararsız fakat, genleri ile oynanmış sebzeleri, meyvaları tüketirken kimbilir hangi ilaç ve tohum firmalarının koboyu oluyoruz? Bugün batı ülkelerinde içi kurtlu meyvalar ilaçla korunmuş olanlardan çok daha pahalı ve gözde konumdalar! Oysa bizler o tür meyvaları kötüsü olarak niteler ve çöpe atarız! Bu arada, bir kaç yıl önce Oktay Babuna isimli, güya lösemili biri için toplanılan ve hâlen ABD de olduğu bilinen binlerce unitelik Türk kanı nın akıbetini, geçen yıl kendisine sorduğum zamanın Sağlık Bakanı Osman Durmuş da bilmiyordu! Yani, Dünya daki bazı tröstler yalnız sebze ve meyvalarımızla değil, kanımızla da yakından ilgileniyorlar! Ölüm tohumları, canımız ve kanımız bugün içiçeler! 17

18 Bilgiyurdu Dergisi - Mayıs 2009 Şiir Nuralâ GÖKTÜRK TÜRKİSTAN IM Ey dünyanın gözdesi, ey Cennet im, Ey Rabbimin bahşettiği nimetim, Türkistan ım, sensiz yetimdir başım, Bulut olup ağlamakta gözyaşım. Orta Asya ortasında nur beldem, Bin asırlık tarihte gurur beldem, Sende kaldı en sevgili kardeşim, Kana döndü sensiz akan gözyaşım. Tanrı dağı eteğinde yaylalar, Senden uzak bir başkadır sevdalar, Yeşil çimen, göl, pınar ve deryalar, Seni özler, seni bekler bu başım, Sana hasret dökülmekte gözyaşım. Ey her rengin mutlu olduğu vatan Ey dünyaya en büyük hisse katan, Sende eşim dostum, yarim, sırdaşım, Akmasın mı sana hasret gözyaşım?

19 KÖY ENSTİTÜLERİ İnceleme İsmail BOZKURT Aynı yolda aynı emek Gönüllerde bir tek dilek Türk köyünü önde görmek Engelleri aşıyoruz, Ülkümüze koşuyoruz. Eğitim tarihimizde iz bırakan kurumlardan birisi de Köy Enstitüleri dir. Kurulduğu tarih, istihdam edildiği bölge, öğrenci alım merkezleri, mezunların görev aldıkları hizmet alanları ve de hizmet süresi dikkate alındığı zaman şu tesbitleri yapmamız mümkün görülmektedir: Adı üstünde, Köy Enstitüleri köy öğretmeni yetiştirecek. Öğrencileri de köy okullarından mezun olmuş olacak. Bu imkanı olamayanlar da eğitmende üç yıl okuduktan sonra, 4. ve 5. sınıfları Enstitü bünyesinde hazırlık sınıfı olacak şeklinde okuyarak tamamlayacaklardı. Bu okullardan mezun olan öğrenciler köy okullarında görevlendirilecek, köyde hizmet süreleri de yirmi yıl olacak. Köy Enstitüleri nin veya Köy Öğretmen Okulları nın kurulması acil sebeplerdendir. Genç Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte eğitim alanında yapılan İnkılâpların ve eğitim seferberliğinin, peşi peşine geçen savaş, kıtlık ve benzeri imkansızlıklardan dolayı köylere ulaşması bir hayli güç idi. Atatürk ün millet mektepleri ile birlikte başlattığı hareket devam ediyor; şehir ve ilçe merkezlerinde ilk mektepler, orta mektepler, liseler merkezden taşraya doğru yayılıyordu. Köylerde, büyük yerleşim yerlerinde, nahiye merkezlerinde kudretli yöneticiler vasıtasiyle imece usulü güç kullanılarak, okullar yaptırıyordu. Pazarören Köy Enstitüsünün Pazarören e kurulmasına sebep olan Ana bina 1936 yılında Ethem Bey (Sarı Müdür) lakaplı nahiye müdürünün gayreti ile Bölge İlkokulu olarak hizmete açılmıştı. Köy Enstitülerin den önce bu tür yerlere köy öğretmen okulu ve eğitmen kursları açılıyordu. 1926 da Rahmetli Mustafa Necati Bey le başlayan Denizli ve Kayseri de Köy Öğretmen Okulu açılışı daha sonra 1937 yılında Saffet Arıkan ın Bakanlığı döneminde İzmir Kızılçullu-Eskişehir Mahmudiye ve Kastamonu Gölköy de açılan köy öğretmen okulları ile çoğaltılmıştır. Yine 1937 de başlatılan eğitmen kursları, askerliğini çavuş ve onbaşı olarak yapanlardan okur yazar olanların, altı aylık bir kurs sonucu aldıkları bir belge ile köylerde öğrencileri ilkokul üçüncü sınıfa kadar okutmaları şekliyle sürdürülüyordu. Bu fedakar insanların ellerindeki araç ve gereçleri, bir alfabe, bir de birinci yıl, ikinci yıl ve üçüncü yıl kitapları ile birlikte ellerinden düşürmedikleri Eğitmenin El Kitabı denen kılavuz kitapları idi. Bunlardan birçokları başarılı da olmuşlardır. Eğitim faaliyetleri Türkiye genelinde bu şekilde devam edip giderken Eğitim Bakanlığında yapılan bir değişiklik ile tanıyanların ve tanımayanların en çok konuştuğu Köy Enstitüleri nin sahneye çıkışı başlamıştır. Yıl 1938 Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel... Eğitim menşeili, felsefe hocası, müfettiş, maarif müdürü, genel müdür ve nihayetinde Bakan... İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç Bu iki bürokrat ve politikacının birlikte düşünmesi sonucu Köy Enstitüleri denemesi başlar. Fikrin, Tonguç a ait olduğu söylenir. Onun için ileride adına marş yazılacaktır: Köy Enstitüleri babası yaşasın Hakkı Tonguç diye sonuçlanan marş Yıl 1940 ya gelindiğinde 17 Nisan 1940 tarih ve 3803 sayılı kanunla (Köy Enstitüleri Kanunu) 14 yerde Köy Enstitüsü kuruldu. Genel Müdürlüğüne İsmail Hakkı Tonguç getirildi. İlköğretim Genel Müdürlüğü unvanı da Köy Enstitüleri Genel Müdürlüğü olarak değiştirildi. Köy Enstitüleri ve kurulduğu yerleri kısaca zikredelim: Kayseri (Pazarören), Malatya (Akçadağ), Erzurum (NeneHatun), Kars (Suzuz), Diyarbakır (Dicle), Adana (Haruniye), Konya (İvriz), Antalya(Aksu), Isparta (Gönenköy), Aydın (Ortaklar), İzmir (Kızılçullu),

20 Kastamonu (Gölköy), Samsun (Ladik), Trabzon (Beşikdüzü), Eskişehir (Mahmudiye), Sivas (Pamukpınar), Edirne (Kepirtepe), Balıkesir (Savaştepe), Ankara (Hasanoğlan), Adapazarı (Arifiye). 1942 yılında 4274 sayılı teşkilat kanunu uyarınca Enstitülerin sayısı 14 ten 20 ye çıkarılırken 1943 yılına gelindiğinde, ayrıca Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde bir de YÜKSEK KÖY ENSTİTÜSÜ açıldı. Enstitülere öğretmen yetiştirmek maksadıyla açılan okulun 1947 yılında kapandığı zaman 104 mezun verdiği bilinmektedir. Yıl 1945 te çok partili sisteme geçişle birlikte CHP den bölünerek DP yi kuran ekibin tartışmaları sonucu yıpranan hükümet, bakanı değiştirmiş ve Genel Müdürü görevden almıştır. (Yıl 1946) Milli Eğitim Bakanlığına Reşat Şemsettin Sirer getirilmiştir. Okullarda yönetim kadrosu değiştirilmiş ve 1947 yılında Yüksek Köy Enstitüsü kapatılmıştır. Mezun olmayan öğrenciler Gazi Eğitim Enstitüsü ne yerleştirilmişlerdir. Köy Enstitülerinde 1949 yılına gelindiğinde kız öğrenci alımı değiştirildi. 1950 den itibaren mevcut öğrenciler İzmir Kızılçullu ya nakledilir. Bir de galiba Kastamonu Gölköy e. 1950 yılında iktidar değişimi ile birlikte Bakan da değişti, Milli Eğitim Bakanlığı na Tevfik İleri getirildi. Köy Enstitüleri nin statüsü şehir öğretmen okullarının seviyesine yükseltildi. Öğrenim süresi 6 yıla çıkarıldı. 1954 yılına gelindiğinde Köy Enstitüsü ismi İlköğretmen Okulu olarak değiştirildi. Kuruluşu, kuruluş tarihi, kurucuları ve kurulduğu yerler itibariyle kısaca serüvenini sıraladığımız Köy Enstitüleri nin gelelim işleyiş tarzına: Nedeni bilinmez, bilen de bilmeyen de hakkında ya çok övgü ile ya da yergi ile bahsediyor, her ikisi de bilmeden konuşuyor. Ömründe Köy Enstitülerini görmemiş, kurulduğu bölgeye benzer bir bölgede doğmamış, Köy Enstitülü bir öğretmenden okumamış hatta kolej mezunu, meslek olarak eğitimle hiç alakalı olmayan kesimden herhangi bir aydınımız, Köy Enstitüleri kapatılmasaydı da görseydiniz der başlar. Kapatıldı mı? Değişim mi gerçekleşti, sayısı mı arttı, eksildi mi, mezunları hak mı elde etti, kayıpları mı var, ne zaman kim kapattı, yerine hangi okullar açıldı, hiçbir bilgisi olmadan veryansın eder. Hayranlığının ve sahiplenmesinin tek sebebi Bilgiyurdu Dergisi - Mayıs 2009 kendisinin saplantı haline getirdiği ideolojik düşüncesidir. Köy Enstitüsü çıkışlı bazı yazarlarımız da köyü anlatıyorum diye, köyün en zayıf ve yalın cephesini anlatmışlar. Bir yüzünün, bir yönünün anlatılması onun için ciddi bir savunma mekanizması olmuş. Karşı ideolojiye sahip birinin kötülemesine gelince yine hayretler içinde kalırsınız. Onlar da doğru dürüst bir bilgiye sahip olmadan iftiraya varan dedikodularla veryansın ederler. Halbuki, Köy Enstitüleri bu her ikisinin de dediği gibi değildir. Zaruretler sonucu kurulmuş kurumlarımızdan biridir. Ne mezunları her derde deva sihirli birer elemandır, ne de sevmeyenin dediği gibi Türkiye yi komünizme götüren bir faaliyetin başlangıcıdır. Ne marangozdur, ne duvarcıdır, ne baytardır ne de dörtbaşı mamur bir çiftçidir. Aslında beklenen de becerilen de köyün karanlığına mum u dikmek, köy çocuğunu okutmaktır. Parola da budur. Hedefleri: Aynı yolda aynı ekmek Gönüllerde bir tek dilek Türk köyünü önde görmek Engelleri aşıyoruz Ülkümüze koşuyoruz. Şarkıları: El gibi dolaşma Anadolu nda Arkadaş yurdunu yakından tanı Dinle bir yosmayı pınar yolunda Dinle bir yaylada çalan kavalı Dinle bir yaylada çoban sesini Köy Enstitülerini en masum anlatanlar köyden çıkıp, köyde okuyup mezun olduktan sonra yine köyde görev yapan kendi mezunlarıdır. Bunlar, kıtlıkta verilen sokum (lokma) unutulmaz kabilinden 1940 ların kıtlığında, yolsuz, ışıksız, ekmeğin karnede, gazın, bezin bulunmadığı yoksul köy ortamından ani bir değişimle çarıktan potine, şalvardan takım elbiseye, dört çocuğun bir yatakta yattığı yer yatağından tek kişilik ranzaya, tek kaşık, tek tabakta yemek yemeye geçişini ve gaz çırasından elektrik ışığında ders çalıştığı günü hatırlar. Bir türlü unutamazlar okullarını. Ama günümüzde bu okullarımızın daha da gelişmiş olanına bu mezunlarımızın çocuklarını veya torunlarını göndersek bir gün dahi durmaları mümkün değildir. Zira gidilen ortam ile fark edilen ortam farklıdır.