Akıl, Allah'ın emirlerini ve nefsin, şeytanın arzularını inceler. İyiyle kötüyü, Allah'ın emrine uygun olanla olmayanı birbirinden ayırt eder. Ruhun bir başka alt kolu olan vicdan da doğruyu, güzeli, hakikati kalbe bildirir. Ayrıca rûh vasıtasıyla hafıza, mürşit, melek ve direk Allâh'tan gelen tesirler de kalpte toplanır. Beyin vasıtasıyla beş duyu organından gelen tesirler ile nefsin şeytanın telkinleri de kalpte toplanır. Gelen bilgi ve telkinleri değerlendiren kalp; aklın, vicdanın veya top yekün ruhun dediklerini tercih ederse nefsin arzularını yerine getirmez. Yani beyin vasıtasıyla kendisine bağlı olan el, ayak, ağız, dil gibi uzuvlara nefsin isteğini yaptırmaz. Şehvet, gazap ve aklî hilelerin esaretinden kurtulur. Allah'ın emrettiği ahlâkla ahlâklanır. Namus, hayâ, takvâ, sabır, kanaat, şecaat, neşe, huzur, müsamaha, lütuf, yumuşaklık, vakar, metanet ve güzel suret sahibi olur. Latîfeleri zikirle cilâlanır, geldiği ulvî âlemlere, yükselerek Rabbine vâsıl olur. Ebedî saadete ulaşır. Şayet kalp nefse tabi olursa o zaman hayvânî nefs; toprak, su, hava, ateş latîfelerinin yardımıyla ruh latîfesinin yolunu keser. İnsanı mütemadiyen aşağılara doğru çeker. Toprak, ibadette gevşekliğe ve Allah'ın emirlerine uymamaya sevk eder. Su, riyâ ve münafıklığa götürür. Ateş; gazap, kin, hiddet, intikama yöneltir. Hava ise, kibir ve enaniyete sevk eder. Böylece nefs askerleriyle birlikte akıl ve diğer latîfeleri emrine alır. Bu şekilde nefsinin emrine giren insan, yırtıcı hayvanlar gibi hiddetlenir, kızar, dövmek ve sövmekle etrafındakilere saldırır. Şehvet galebe edince, hayvanlar gibi boğazının ve eteğinin düşkünü olur. Firavun'un kendisini "Rab" olarak îlân ettiği gibi o da her şeyde üstünlük ve efendilik iddiasına geçer. Kulluk ve tevazudan hoşlanmaz. Bütün ilimlere heves eder, her şeyi bildiği iddiasına kalkışır. Âlim dendiği zaman sevinir, cahil dendiği zaman canı sıkılır. Bu şahsın bir de şeytanlık vasfı vardır ki, bununla akıl ve düşüncelerini kötülükte kullanır. Aldatma ve hîle yollarına başvurur, kötülüğü iyiliği gibi göstermeye çalışır. İşte bu da şeytaniyet ahlâkıdır. 1 / 7
NEFS VE BERZAHÎ TABLOLAR Söz konusu çirkin huyların hepsinin berzah âleminde bir resmi ve fotoğrafı vardır. Keşif ya da rüyâda görülen hınzır, merkep vs. hayvanlar şehveti temsil ederler. Köpek hiddeti, tilki hîle ve aldatmayı temsil eder. Nefsin sıfatlarına göre daha başka hayvanlar veya canavarlar suretinde de tezahür edebilir. Gazzâlî'nin dediği gibi, putperestlerin taşlara tapmasına kızan adamın gözünden gayb perdesi kalkıp da kendi hâli keşf olunsaydı, bakacaktı ki kendisi bir hınzırın önünde eğilmiş duruyor, bazan dize gelerek secde, bazan da rüku ediyor. Onun emirlerini yerine getiriyor, yemek, içmek ve şehevî arzularından neyi istiyorsa onu tedarik ediyor. Veya saldırgan bir köpeğin karşısında eğilmiş ona tapıyor, emirlerini hassasiyet ve titizlikle yerine getiriyor. HİLKATİN TERS YÜZ EDİLİŞİ Bu adam basîret ve insafla bakarsa ömrü boyunca nefs ve şehveti uğrunda çalıştığını hemen anlar. Akıl ve ulvî latifelerini nefsinin emrine vermekle galibi mağlup, efendiyi köle, padişahı hizmetçi yapmış olur. Allah c.c., merkebi üzerine binip yularından tutarak sürmek veya sırtında yük taşımak için yaratmıştır. Şayet bu şahıs kalkar da merkebi kendi sırtına bindirir, boynuna taktığı esaret yularını da merkebe verirse yaratılış gayesini ters çevirmiş olur. İşte bu zulmün son haddidir. 2 / 7
Nefsin esaretine girip hürriyetini kaybeden ruh, malik olduğu itibar ve yüksek kıymetleri unutup, duygularının ve şehvetlerinin girdabına kapılmıştır. Nefsin istilasıyla gönül puthaneye dönmüş, Allah u Teâlâ nın zâtî tecellilerinden mahrum kalmıştır. Yüzü O nun aşk ve sevgisinden dünyanın maddesine dönmüş, Allah sevgisi yok olmuştur. O aslî vatanı asla hatırına gelmeyip ilk geldikleri ve son gidecekleri asıl ülkesini büsbütün unutarak terk etmiştir. Kalp, ruh, sır, hafâ, ehfa gaflete girmiş ve harap birer şehir haline gelmişlerdir. Böylece Kur an-ı Kerim de ifade buyurulduğu gibi, ruhların çoğu hayvanların mertebesine düşmüş ve hatta onlardan da beter hale gelmişlerdir. NEFSİN TABÎBİ Nefsin hilesiyle kalp ve diğer latifeler koma halindedir. Zehirli yemler beden kafesindeki kekliği öyle uyuşturmuş ki uykusundan uyanamaz. Artık kâmil bir üstattan başka onları emir âleminden haberdar edecek, zikir kamçısıyla onları uyandıracak hiçbir kuvvet yoktur. Mürşit, sesiyle, nefesiyle, bakışıyla asli vatandan bahs eder. Dilsiz dilsizle konuştuğu gibi, kâmil üstat da dilsiz latifelerle konuşur, onlara nereli olduklarını hatırlatır. Nebilerin ve bütün mürşitlerin yaptıkları iş, işte budur. Beşeriyete yüce âlemlerin kandilini yakarak gönülleri aydınlatmaktır. Ta ki beşer nasıl bir çamur deryasında yüzdüğünü görsün. Sonra da kabiliyetini işleterek asıl ülkesine dönmeyi arzu etsin. NEFSİN MERTEBELERİ 3 / 7
Emîr âleminden Rabbânî bir latîfe olan insânî nefs, sıfatlarına göre farklı isimler alır. Hayvânî nefsin tesirinden uzaklaştıkça sıfatı değişir, mertebesi de yükselir. Nihayet tamamen billurlaşıp Rabbine vasıl olur. İnsan, aşağıda ismi geçen mertebelerden sadece birinde olabilir. Üst mertebelere yükselebildiği gibi, geri de düşebilir. Şimdi bu mertebe ve isimleri sırasıyla görelim: 1. Nefs-i Emâre: Kötü his ve huyların, çirkin vasıfların mahallidir. Şehvet düşkünü hayvânî nefsin hükmü altında olmakla hayvanların yoluna girmiştir. Kötü işleri güzel görür. Hesap ve âhiret derdi yoktur. Sadece keyfini düşünür. Bu nefsin eserinden kibir benlik, hırs, şehvet, kıskançlık, cimrilik, kin, intikam, hiddet vb. ahlâklar çıkar. Allah'ın düşmanıdır. Hadîs-i kudsîde: "Nefsine düşmanlık et, çünkü o benim düşmanımdır." buyrulmuştur. Kur'ân-ı Kerîm'de Yusuf Aleyhisselâm'ın diliyle: "Ben nefsimi temize çıkarmam; çünkü nefs, Rabbimin merhameti olmadıkça, kötülüğü emreder. " (Yusuf, 12/53) buyrulmaktadır. Bu nefsin bütün ahlâkı bir kişide toplanırsa, o kişi şeytanların mertebesine düşer. Nefs-i emmârenin sahibi, ya fâsık, ya münâfık ya da kâfirdir. İtikadı düzeltmek, samîmî tövbe ve terbiye ile tedavi olur. Tezkiye edilmezse, cehennem ateşiyle temizlenmesi vaciptir. 2. Nefs-i Levvâme: Kendini kınayan, kötüleyen, azarlayan nefistir. Nitekim Allah u Teâlâ: "Nefs-i Levvâme'ye(kendini kınayan nefse) yemin olsun ki" (Kıyame, 75/2) buyurmuştur. Bu nefis sahibi; günâh işlediğinde pişman olup tövbe eder, kendisini kınar, yapmamak için karar verir. 4 / 7
Fakat günâh önüne gelince, duramaz, yine içine düşer. Sonra pişman olur. İyilik ve kötülük arasında gider gelir.kendini beğenme, çekişme, gizli riyâ, makam ve şehvet tutkusu gibi nefs-i emârenin bazı vasıfları bu mertebede de bulunur. Fakat nefs hakkı hak; bâtılı bâtıl görür. Yine bilir ki, bu sıfatlarla huzurdan uzaktır. Fakat onlardan kurtulamıyor. Hâli muhabbet, gidişi tarikat, mahalli kalptir. Âlemi Berzah âlemidir. Nefsiyle mücahedede sabit olursa âlemi misâl âlemidir. Uykuyla uyanıklık arasında genellikle oturma hâlinde misâl âleminden birçok mânâlar temessül eder. Bu mertebede nefs ve şeytan birleşip vesveseyle kalbe saldırırlar. Tedavisi râbıta ve zikirdir. 3. Nefs-i Mülhime: Allâh u Teâlâ nefsin isyan ve itaatini vasıtasız ilham ettiği için bu makamda nefsin adı mülhime olmuştur. Nitekim Kur'an'da: "Sonra da o nefse isyan ve itaati ilham edene yemin ederim" (Şems, 91/8) buyrulmuştur. Nefis tövbe, zikir, râbıta ve mücâhedeyle günahların ağırlığından ve şehvet bağından kurtulunca, ilham ve feyiz almaya kabiliyet kazanır. Devamlı olarak kâmil mürşitten kalbine ilhamlar gelir. Bu mertebede hayvânî nefs tamamen ıslah olur. Haramdan kaçar, hayırlara koşar. Âlemi ruhlar âlemi, mahalli ruhtur. Ruhunda ilâhî aşk ateşi parlamaya başlar. İlim, tevazu, yumuşaklık, kanaat, mertlik, sabır, belâya tahammül gibi, güzel ahlâklar belirir. Visâl rüzgârları esmeye başlar. Fakat şeytan ona açık ve bariz bir şekilde saldırmaya başlar. Kendini ve amellerini beğendirir, insanları küçük ve değersiz gösterir, ümitsizliğe düşürür, Allah'ın azabına karşı ona emniyet hissi verir. Bu makamda mürşidin dua ve himmeti olmazsa tehlikeye düşebilir. 4. Nefs-i Mutmainne: 5 / 7
Mevlâ'nın "Ey tatmin olmuş Nefs" (Fecr, 89/27) hitabıyla, ıstıraptan kurtulup huzura eren nefstir. Her türlü şek ve şüpheden temizlenip rahatlamış, ayne'l-yakîne ve kâmil îmana ulaşmıştır. Kötü ahlâklardan tamamen pâk olmuş, fenalıklara arzusu kalmamıştır. Seyri, Allah ile gerçekleşmiş (seyr-i maallah), velîlik mertebesine ulaşmıştır. Âlemi, Muhammedî hakikat, mahalli sırdır. Mânevî tecellîlerin mazharıdır. Sıfatları, tevekkül, incelik, cömertlik, yumuşaklık, güler yüz, tatlı dil, kusurları bağışlama, hamd, şükür, müşahede, teslimiyet ve rızadır. 5. Nefs-i Râdiyye: İster belâ, ister safâ Allah'ın bütün fiillerinden razı olan, O'ndan başka her şeyi gözünden silip atan ve sadece Rabbinin rızasına nazarını diken nefstir. Bu nefse: "Razı olmuş ve razı olunmuş olarak Rabbine dön" (Fecr, 89/28) kelâmıyla hitab edilmiştir. Seyri Allah'tadır (Seyr-i fillâh). Âlemi; Lâhût (Rûhânîler) âlemi, mahalli, sırrın sırrıdır. Beşerî sıfatlardan büsbütün yok olmakla fenâya varmıştır. Lâkin bu makama varanlar ârif değil, velîdirler. O yüzden başkasını irşad edemezler. Şeytan onların kıyafetinde başkalarının rüyâlarına girip yoldan çıkarabilir. 6. Nefs-i Merdıyye: 6 / 7
Allah u Teâlâ'nın razı olduğu nefstir. Âriflerin makamıdır. Bekâbillâh burada tahakkuk eder. Muhtaç olduğu ilimleri bütünüyle alıp mânâ âleminden bu görünen madde âlemine dönmüştür. Dış itibariyle diğer insanlardan ayırt edilmez. Fakat iç itibariyle, bütün cisimleri altına çevirecek bir iksir gibidir. Kendine lütfedilen mârifet bilgisinden dünya halkına ikram eder. İlâhî bilgi dairesinin mahremidir. Allah ın izniyle onun müşahedesine yabancı bir diyâr yoktur. Kendisine üfürülen ruh ile görür, bilir. Sesini uzaklardan işittirir. Mürşidinden izin almak kaydıyla irşadı sahihtir. Bunların kıyafetinde şeytan başkasının rüyâsına giremez. Seyri, Allah'tandır (anillâh). Âlemi şu görünen maddî âlem, mahalli hafâdır. 7. Nefs-i Kâmile: Seçkin, saf, tertemiz, sâfî nefistir. Allah'ın en seçkin dostları olan Gavs ve Kutupların makamıdır. Seyirleri Allah'ladır. (Seyr-i billâh) Âlemleri; kesrette (çoklukta) vahdet, vahdette kesrettir. Mahalleri ehfâdır. Önceki bütün nefislerin güzel vasıflarını üzerinde toplamışlardır. Her hâlleri ibadet ve zikirdir. Bir an Allah'tan gafil olmazlar. Onların mu radı Allah'ın murad ettiği şeydir. Rızaları da öfkeleri de Mevlâ iledir. Allah için olan işleri yaparlar. Bunun için çevrenin ayıplaması ve çekiştirmesinden ürkmezler. Cenâb-ı Hak c.c. onlarla âlemlere ikramda bulunur, belâları def eder. Sâliklerin gönüllerinde onlar sayesinde hâller zuhur eder. Allah'ın emirlerine riayet edenleri kendi öz çocuklarından çok severler. Ama herkese merhamet ve şefkatle bakarlar. Halkın kusurlarına bakmazlar. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar. Pâk ve tertemiz yüzleri huzur ve aydınlık saçarlar. Onları görenler Allah'a yönelirler. Mübarek yüzlerine edep içinde bakmak bile ibadettir. İnce ve latîf sözleri katıksız hikmet bilgisidir. Gayet ince, zarif, yumuşak ve alçak gönüllülükle telkinde bulunurlar. Edna bir nazarları dahi dünya ve içindekilerden üstündür. Bu dünyada onların kapısında bulunmak kadar büyük saadet yoktur. 7 / 7