Ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar; ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve

Benzer belgeler
_MEYVENIN ÇEKİRDEĞİ AĞACIN ÇEKİRDEĞİN NE AYNDIR NE GAYRDIR..._


Yirminci Mektub (İzahlı ve Resimli)

Risale-i Nuru Samsat-ta Lise öğrencisi iken Teyzem oğlu vasıtasıyla tanıdım.

Onuncu Söz, Yedinci Hakikat hakkında bilgi verir misiniz?

Nefsini Bilen Rabbini Bilir

Âyette belirtiliş ifadesiyle Allah a eş ve ortak koşma olan şirk bütün kâinata karşı büyük bir zulümdür.[1]

NOT : İMAM-I RABBANÎ Hz. bu mektubu muhterem şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır.

"İşte, Rabbimizi bize târif eden Kur ân-ı Hakîm; şu kitab-ı kebîr-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi..."

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

24.Mektub. Tılsım-ı Kainat

"Vesvese" ile "korku" aynı mıdır? Risalelerde vesveye önem vermemek, modern bilimde ise korkunun üzerine gitmekten bahsediliyor?..

Ölümün Gerçek Yüzü. Mehmedkirkinci.com

İlk paragrafdaki uzun cümlede insanın farklı ve birbirinden önemli yönlerine dikkat çekilir.

279. Ademî Ademîdir Ademîye Ademi Ademin Ademinde Ademinden Ademine Ademini. 375.

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

Bu sayfa şu linkten yazdırılmıştır: [

Adıyaman merkez köylerinden Kışla köyüne bağlı Meşetli köyünde doğdum.sonra köyümüz baraj altında kalınca Adıyaman a göç ettik.

Fatiha Suresi ve Meali

Asr-ı Saadette İçtihat

24. Mektub, 29. Söz 30. Söz

Başta bu hadis-i kudsinin kaynağını vereceğiz. Ayrıca bu hadis-i kudsinin manası ve hakikatını vereceğiz. "Levlâke" hadîsinin kaynakları şudur:

Onuncu Söz, Mukaddime, Birinci İşaret hakkında bilgi verir misiniz?

ESMA VE SIFAT-I NEBİ (A.S.M)

Ruhun Gayesi. Mehmedkirkinci.com

Risale-i Nurun kerametini gördüm.inayet altında olduğumuzu anladım.

"Şimdi senin hayatının sureti ve tarz-ı vazifesi şudur ki,.." İnsanın hayatının sureti ve tarzı vazifesi ne demektir, izah eder misiniz?

AYRILMAMAK ÜZERE İNKIYAD ETMEK.

Cevşen duasının ehemmiyeti..

Onuncu Söz, Üçüncü Hakikat hakkında bilgi verir misiniz?

Kur'an-ı Kerimde tevafuk mucizesi Kainatta tesadüf yok, tevafuk vardır

Eskişehir Hapishanesinin Son Meyvesi

başlıklı bir dersine dayanarak vermeye çalışacağız.

Cenab-ı Hakk neden insanları yarattı, imtihan olmadan cennete gönderseydi olmaz mıydı, insanın Yaratılış Gayesi Nedir?

Birinci Söz. By Hamra

BEDÎÜZZAMAN HAZRETLERİNİN İSİM VE ÜNVANLARI

Kur an-ı Kerim-de cennette kadınlar eşler tanımlanırken,aile ortamı şu ifadelerle dile getirilir:

(Seni sevdiğim için eğer benden bedel isterlerse, iki cihânın mülkünü versem bile bu bedeli ödemeye yetmez.)

Seçimler hızla yaklaşmasına rağmen,kimse de ciddi manada bir hareket ve heyecan görülmemektedir.

Risale-i Nur, sair kitablara muhalif

Seyyid Abdülkadir Geylâni hazretleri küçük yaşta iken, annesinden Bağdat a giderek ilim öğrenmesi için izin ister.

MEVZUU : Sübhan Hakkı, kalble, ariflerin müşahedesinin hakikati ve tahkiki.. NOT: İMAM-1 RABBANÎ Hz. bu mektubu, Fakir Haşini Kişemî'ye yazmıştır.

Peygamberlerin Lüzumu ve Gönderilmelerindeki Hikmetler

Ruhun Vicdanla Münasebeti

Onuncu Söz, Birinci Hakikat hakkında bilgi verir misiniz?

Onuncu Söz, Beşinci Hakikat hakkında bilgi verir misiniz?

Risale-i Nur'un hocası, Risale-i Nur'dur. Risale-i Nur, başkalarından ders almağa ihtiyaç bırakmıyor. Herkes istidadı nisbetinde kendi kendine

M VE NAZARDAN KORUNMA VE KURTULMA YOLLARI. lar aha beteri. dir veya 7 2. Y. 4. a bakarak " " dersek h 6. olarak sadaka verme.

a. Daire-i meşruada kalmayan gençliğin; dünyada, kabirde ve ahirette başlarına gelecek belalar ve elemler neler olabilir?

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

tellidetay.wordpress.com

n. Kâmil İman Mehmedkirkinci.com

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

ALLAH`I (C.C.) BİZE TANITAN ÜÇ BÜYÜK TARİF EDİCİ

NUR & MANA. Uluhiyet-i Mutlaka. Uluhiyetin Mahiyeti. Uluhiyetin Hakikati. Uluhiyet. Uluhiyetin Sureti

"Şimdi sen dahi, ey Katre içine giren hakîm feylesof!

UKDE KİTAPLIĞI: 76. Editör: Serdar YAKAR. Görsel Yönetmen: Alaaddin ORÇAN. Baskı Cilt: FA AJANS Tel:

Üstadımız bu risalede dua üzerinde büyük bir önemle duruyor. Dua ve önemi konusunu biraz açar mısınız?

ALTININ DEĞERİNİ SARRAF, KELAMIN DEĞERİNİ ERBAP ANLAR!.. - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Otuz Üçüncü Söz'ün Otuz Birinci Pencere'sini izah eder misiniz?

Muhabbetullah ve Mehafetullah

İKİ TÜRLÜ MARİFET VAR

Küçüklerin Büyük Soruları-2

EK: Mucize Avcısı nı yayına hazırlarken, çok

Hz. Peygamber'in Tefekkürü

Sultanım, müsaade buyurun, ben İstanbul'un çevresini dolaşıp, mevcut suları bir inceleyeyim!.

Kur ân ve iman hakikatlerine ulaşmanın adresi

*GALIBIYET VE MAGLUBIYET

Muhammed Salih el-muneccid

RÜ'YETULLAH'IN (ALLAH'I GÖRMEK) KEYFİYETİ

Senin için gelmesi mukadder olan şeylere hırs göstermen yersizdir. Senin için olmayan, başkasının hakkı olan şeylere, hasret çekmen yakışıksızdır.

ÇAĞIN VEBASI: DÜNYEVİLEŞME(FANİYİ BAKİYE TERCİH) - Uzman Cemil Paslı Kişisel Sitesi Çarşamba, 28 Haziran :05

Resulullah Efendimiz'in Diğer Peygamberlerden Üstünlüğü

Kur an'daki selaset, selamet, tesanüd, tenasüb, teavün ve tecavüb mucizevî boyutlarındandır; bunları izah edebilir misiniz?

Dua ve Sûre Kitapçığı

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

iki sayfa bakayım neler var diye. Üstelik pembe kapaklı olanıydı. Basından izlemiştim, pembe kapaklı bayanlar için, gri kapaklı olan erkekler içindi.

Otuzüç Penceredir. [Bir Cihette Otuzüçüncü Mektub Ve Bir Cihette Otuzüçüncü Söz] Ø

HAYALİ, EFSANEVÎ VARLIKLAR VE İLİMLER

Ruh / 1. Ruhun açılımı.

YAŞLILIK: YENİDEN DOĞUŞA VE EZELÎ GENÇLİĞE DOĞRU. Prof. Dr. Bilal SAMBUR

Bu fikre girmenin iki önemli sebebi vardır.

Zerre-i cazibe. Görünen ve görünmeyen alemdeki tabakat

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

Üstat Hazretlerinin, çok hakikatleri aydınlatan güneş-ayna misalinden bu konuda da faydalanabiliriz.

YARATILIŞ SEBEPLER TESADÜF TABİAT

HÜCCETİN İKAMESİ VE ANLAŞILMASI

Değerli büyüğümüz Merhum Fatma ÖZTÜRK ün ruhunun şad olması duygu ve dileklerimizle Lisans Yayıncılık

TESETTÜR TESETTÜR TOPRAĞI ALTINDA NEŞV-Ü NEMA BULUR (S/537) EDEBİN, BİR NEVİ' TESETTÜRDÜR. MÜCÎB-İ İSTİHRAK HÂLÂTI SETRETMEKTEDİR.

Gençlik hiç şübhe yok ki gidecek. Yaz güze ve kışa yer vermesi ve gündüz akşama ve geceye değişmesi kat iyyetinde, gençlik dahi ihtiyarlığa ve ölüme

Bu ay içinde orucu ve namazı o kişiye kolaylaştırılır. Bu ay içinde orucu ve namazı ALLAH tarafından kabul edilir.

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Muhammedi Bakibillah'a yazmıştır.

İnsan ve Ahiret Cumartesi, 12 Eylül :49

Gizlemek. أ Helak etmek, yok etmek أ. Affetmek. Açıklamak. ا ر اد Sahip olmak, malik olmak. Đstemek,irade etmek. Seçme Metnler 25

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Burada mecazın, alimlerin elinden cahillerin eline geçmesi durumunda nasıl hakikate dönüştüğüne ve hurafelere kapı açtığına işaret olunuyor.

İMAN ESASLARI BİRBİRİNİ İSBAT EDER

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

BEYANAT. Ahmed el Hasan (a.s)

Niyeti Etkileyenler. 1- Birinci niyetin hem hayra hem de şerre yönü var. 2- İkinci niyet bilkuvve istidada bakıyor.

Transkript:

2

3

4

5

Ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar; ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelal ine dönecekler ve Mevlâ-yı Kerim lerine kavuşacaklar. Yani, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkide huzur-u kibriyaya müşerref olacaklar. Yani, esbab dağdağasından ve vesaitin karanlık perdelerinden kurtulup, Rabb-i Rahîm lerine makarr-ı saltanat-ı ebedîsinde perdesiz kavuşacaklar. Doğrudan doğruya herkes, kendi Hâlıkı ve Mabudu ve Rabbi ve Seyyidi ve Mâliki kim olduğunu bilecek ve bulacaklar. İşte şu kelime bütün müjdelerin fevkinde şöyle müjde eder. Ve der ki: Ey insan! Bilir misin nereye gidiyorsun ve nereye sevk olunuyorsun? Otuzikinci Söz ün âhirinde denildiği gibi: Dünyanın bin sene mes udane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatının ve o Cennet hayatının dahi bin senesi, bir saat rü yet-i cemaline mukabil gelmeyen bir Cemil-i Zülcelal in daire-i rahmetine ve mertebe-i huzuruna gidiyorsun. Mübtela ve meftun ve müştak olduğunuz mecazî mahbublarda ve bütün mevcudat-ı dünyeviyedeki hüsün ve cemal, onun cilve-i cemalinin ve hüsn-ü esmasının bir nevi gölgesi ve bütün Cennet, bütün letaifiyle bir cilve-i rahmeti ve bütün iştiyaklar ve muhabbetler ve incizablar ve cazibeler, bir lem a-i muhabbeti olan bir Mabud-u Lemyezel in, bir Mahbub-u Lâyezal in daire-i huzuruna gidiyorsunuz ve ziyafetgâh-ı ebedîsi olan Cennet e çağrılıyorsunuz. Öyle ise kabir kapısına ağlayarak değil, gülerek giriniz. 1

Hem şu kelime şöyle müjde veriyor, diyor ki: Ey insan! Fenaya, ademe, hiçliğe, zulümata, nisyana, çürümeye, dağılmaya ve kesrette boğulmaya gittiğinizi tevehhüm edip düşünmeyiniz! Siz fenaya değil, bekaya gidiyorsunuz. Ademe değil, vücud-u daimîye sevk olunuyorsunuz. Zulümata değil, âlem-i nura giriyorsunuz. Sahib ve Mâlik-i Hakikî nin tarafına gidiyorsunuz ve Sultan-ı Ezelî nin payitahtına dönüyorsunuz. Kesrette boğulmaya değil, vahdet dairesinde teneffüs edeceksiniz. Firaka değil, visale müteveccihsiniz. Hem hiçbir cihetle akıl kabul eder mi ki: Hadsiz rahmetli, muhabbetli ve nihayet derecede şefkatli ve kendi san atını çok sever ve kendini sevdirip ve kendini sevenleri ziyade sever bir Zât-ı Kadîr-i Hakîm, en ziyade kendini seven ve sevimli ve sevilen ve Sâni ini fıtraten perestiş eden hayatı ve hayatın zâtı ve cevheri olan ruhu mevt-i ebedî ile i dam edip; kendinden o sevgili muhibbini ve habibini ebedî bir surette küstürsün, darıltsın, dehşetli rencide ederek sırr-ı rahmetini ve nur-u muhabbetini inkâr etsin ve ettirsin? Hâşâ, yüzbin defa hâşâ ve kellâ!.. Bu kâinatı cilvesiyle süslendiren bir cemal-i mutlak ve umum mahlukatı sevindiren bir rahmet-i mutlaka, böyle hadsiz bir çirkinlikten ve kubh-u mutlaktan ve böyle bir zulm-ü mutlaktan, bir merhametsizlikten, elbette nihayetsiz derece münezzehtir ve mukaddestir. Netice: Madem dünyada hayat var; elbette insanlardan hayatın sırrını anlayanlar ve hayatını sû -i istimal etmeyenler dâr-ı bekada ve Cennet-i Bâkiyede hayat-ı bâkiyeye mazhar olacaklardır, âmennâ... 2

Ve hem nasılki: Yeryüzünde bulunan parlak şeylerin Güneşin akisleriyle parlamaları ve denizlerin yüzlerinde kabarcıklar, ziyanın lem alarıyla parlayıp sönmeleri, arkalarından gelen kabarcıklar, gidenler gibi yine hayalî Güneşçiklere âyinelik etmeleri; bilbedahe gösteriyor ki: O lem alar, yüksek birtek Güneşin cilve-i in ikasıdırlar ve Güneşin vücudunu muhtelif diller ile yâdediyorlar ve ışık parmaklarıyla ona işaret ediyorlar. Aynen öyle de: Zât-ı Hayy-u Kayyum un Muhyî isminin cilve-i a zamı ile berrin yüzünde ve bahrın içindeki zîhayatların kudret-i İlahiye ile parlayıp, arkalarından gelenlere yer vermek için Ya Hayy deyip perde-i gaybda gizlenmeleri; bir hayat-ı sermediye sahibi olan Zât-ı Hayy-u Kayyum un hayatına ve vücub-u vücuduna şehadetler, işaretler ettikleri gibi, umum mevcudatın tanziminde eseri görünen ilm-i İlahîye şehadet eden bütün deliller ve kâinata tasarruf eden kudreti isbat eden bütün bürhanlar ve tanzim ve idare-i kâinatta hükümferma olan irade ve meşieti isbat eden bütün hüccetler ve kelâm-ı Rabbanî ve vahy-i İlahînin medarı olan risaletleri isbat eden bütün alâmetler, mu cizeler ve hâkeza yedi sıfât-ı İlahiyeye şehadet eden bütün delail, bil ittifak Zât-ı Hayy-u Kayyum un hayatına delalet, şehadet, işaret ediyorlar. Çünki nasıl bir şeyde görmek varsa, hayatı da vardır. İşitmek varsa, hayatın alâmetidir. Söylemek varsa, hayatın vücuduna işaret eder. İhtiyar, irade varsa, hayatı gösterir. Aynen öyle de; bu kâinatta âsârıyla vücudları muhakkak ve bedihî olan kudret-i mutlaka ve irade-i şamile ve ilm-i muhit gibi sıfatlar, bütün delailleri ile Zât-ı Hayy-u Kayyum un hayatına ve vücub-u vücuduna şehadet ederler 3

ve bütün kâinatı bir gölgesiyle ışıklandıran ve bir cilvesiyle bütün dâr-ı âhireti zerratıyla beraber hayatlandıran hayat-ı sermediyesine şehadet ederler. Risale-i Nur dan Gençlik Rehberi nin güzelce izah ettiği gibi, ölüm o kadar kat î ve zahirdir ki; bugünün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek. Bu hapishane nasılki mütemadiyen çıkanlar ve girenler için muvakkat bir misafirhanedir. Öyle de: Bu zemin yüzü dahi, acele hareket eden kafilelerin yollarında bir gecelik konmak ve göçmek için bir handır. Herbir şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir istediği var. İşte bu dehşetli hakikatın muammasını Risale-i Nur hall ve keşfetmiş. Bir kısacık hülâsası şudur: Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor; elbette bu ecel celladının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyük ve herşeyin fevkinde bir endişesi, bir mes elesidir. Evet çaresi var ve Risale-i Nur Kur anın sırrıyla o çareyi iki kerre iki dört eder derecesinde kat î isbat etmiş. Kısacık hülâsası şudur ki: Ölüm ya i dam-ı ebedîdir; hem o insanı, hem bütün ahbabını ve akaribini asacak bir darağacıdır. Veyahut başka bir bâki âleme gitmek ve iman vesikasıyla saadet sarayına girmek için bir terhis tezkeresidir. Ve kabir ise, ya karanlıklı bir haps-i münferid ve dipsiz bir kuyudur veyahut bu zindan-ı dünyadan bâki ve nurani bir ziyafetgâh ve bağistana açılan bir kapıdır. Sizlere müjde! Mevt i dam değil, hiçlik değil, fena değil, 4

inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in idam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksandokuz ahbabın mecma ı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır. En güzel bir kıssanın güzel bir nüktesidir. Ahsen-ül kasas olan Kıssa-i Yusuf Aleyhisselâm hâtimesini haber veren âyetinin, ulvî ve latif ve müjdeli ve i cazkârane bir nüktesi şudur ki: Sair ferahlı ve saadetli kıssaların âhirindeki zeval ve firak haberlerinin acıları ve elemi, kıssadan alınan hayalî lezzeti acılaştırıyor, kırıyor. Bahusus kemal-i ferah ve saadet içinde bulunduğunu ihbar ettiği hengâmda, mevtini ve firakını haber vermek daha elîmdir; dinleyenlere «Eyvah!» dedirtir. Halbuki şu âyet, Kıssa-i Yusuf un (A.S.) en parlak kısmı ki; Aziz-i Mısır olması, peder ve vâlidesiyle görüşmesi, kardeşleriyle sevişip tanışması olan, dünyada en büyük saadetli ve ferahlı bir hengâmda, Hazret-i Yusuf un mevtini şöyle bir surette haber veriyor ve diyor ki: Şu ferahlı ve saadetli vaziyetten daha saadetli, daha parlak bir vaziyete mazhar olmak için, Hazret-i Yusuf kendisi Cenab-ı Hak tan vefatını istedi ve vefat etti; o saadete mazhar oldu. Demek o dünyevî lezzetli saadetten daha cazibedar bir saadet ve ferahlı bir vaziyet kabrin arkasında vardır ki; Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi hakikat-bîn bir zât, o gayet lezzetli dünyevî vaziyet içinde gayet acı olan mevti istedi, tâ öteki saadete mazhar olsun. 5

İşte Kur an-ı Hakîm in şu belâgatına bak ki, Kıssa-i Yusuf un hâtimesini ne suretle haber verdi. O haberde dinleyenlere elem ve teessüf değil, belki bir müjde ve bir sürur ilâve ediyor. Hem irşad ediyor ki: Kabrin arkası için çalışınız, hakikî saadet ve lezzet ondadır. Hem Hazret-i Yusuf un âlî sıddıkıyetini gösteriyor ve diyor: Dünyanın en parlak ve en sürurlu haleti dahi ona gaflet vermiyor, onu meftun etmiyor, yine âhireti istiyor. Sual: Eazım-ı Esma-i İlahiyeden olan Rahîm ve Hakîm ve Vedud un iktiza ettikleri şefkatperverane terbiye ve maslahatkârane tedbir ve muhabbetdarane taltif, nasıl ve ne suretle, müdhiş ve muvahhiş olan mevt ve adem ile, zeval ve firak ile, musibet ve meşakkat ile tevfik edilebilir? Haydi insan saadet-i ebediyeye gittiği için, mevt yolunda geçtiğini hoş görelim; fakat bu nazik ve nazenin ve zîhayat olan eşcar ve nebatat enva ları ve çiçekleri ve vücuda lâyık ve hayata âşık ve bekaya müştak olan hayvanat taifelerini, mütemadiyen hiçbirini bırakmayarak ifnalarında ve gayet sür atle onlara göz açtırmayarak i damlarında ve onlara nefes aldırmayarak meşakkatle çalıştırmalarında ve hiçbirini rahatta bırakmayarak musibetlerle tağyirlerinde ve hiçbirini müstesna etmeyerek öldürmelerinde ve hiçbiri durmayarak zevallerinde ve hiçbiri memnun olmayarak firaklarında hangi şefkat ve merhamet var, hangi hikmet ve maslahat bulunur, hangi lütuf ve merhamet yerleşebilir? Elcevab: Dâî ve muktezîyi gösteren beş remiz ile ve gayeleri ve faideleri gösteren beş işaretle şu suali halleden çok geniş ve 6

çok derin ve çok yüksek olan hakikat-ı uzmaya uzaktan uzağa baktırmağa çalışacağız. BİRİNCİ MAKAM: Beş remizdir. Birinci Remiz: Yirmialtıncı Söz ün hâtimelerinde denildiği gibi; nasılki bir mahir san atkâr kıymetdar bir elbiseyi murassa ve münakkaş surette yapmak için, bir miskin adamı lâyık olduğu bir ücrete mukabil model yaparak kendi san at ve meharetini göstermek için; o elbiseyi o miskin adam üstünde biçer, keser, kısaltır, uzatır; o adamı da oturtur, kaldırır, muhtelif vaziyetler verir. Şu miskin adamın hiç bir hakkı var mıdır ki, o san atkâra desin: Beni güzelleştiren bu elbiseye neden ilişip tebdil ve tağyir ediyorsun ve beni kaldırıp oturtup, meşakkatle benim istirahatımı bozuyorsun? Aynen öyle de: Sâni -i Zülcelal herbir nevi mevcudatın mahiyetini birer model ittihaz ederek ve nukuş-u esmasıyla kemalât-ı san atını göstermek için; herbir şey e hususan zîhayata, duygularla murassa bir vücud libasını giydirerek, üstünde kalem-i kaza ve kaderle nakışlar yapar; cilve-i esmasını gösterir. Herbir mevcuda dahi, ona lâyık bir tarzda bir ücret olarak; bir kemal, bir lezzet, bir feyz veriyor sırrına mazhar olan o Sâni -i Zülcelal e karşı hiçbir şey in hakkı var mıdır ki, desin: Bana zahmet veriyorsun. Benim istirahatımı bozuyorsun. Hâşâ! Evet mevcudatın hiçbir cihette Vâcib-ül Vücud a karşı hakları yoktur ve hak dava edemezler; belki hakları, daima şükür ve hamd ile, verdiği vücud mertebelerinin hakkını eda etmektir. Çünki verilen bütün vücud mertebeleri vukuattır, birer illet ister. Fakat verilmeyen mertebeler imkânattır. İmkânat 7

ise ademdir, hem nihayetsizdir. Ademler ise, illet istemezler. Nihayetsize illet olamaz. Meselâ madenler diyemezler: Niçin nebatî olmadık? Şekva edemezler; belki vücud-u madenîye mazhar oldukları için hakları Fâtırına şükrandır. Nebatat niçin hayvan olmadım deyip şekva edemez, belki vücud ile beraber hayata mazhar olduğu için hakkı şükrandır. Hayvan ise niçin insan olmadım diye şikayet edemez, belki hayat ve vücud ile beraber kıymetdar bir ruh cevheri ona verildiği için, onun üstündeki hakkı, şükrandır. Ve hâkeza kıyas et. Ey insan-ı müştekî! Sen madum kalmadın, vücud nimetini giydin, hayatı tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslâmiyet nimetini buldun, dalalette kalmadın, sıhhat ve selâmet nimetini gördün ve hâkeza... Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenab-ı Hakk ın sana verdiği mahz-ı nimet olan vücud mertebelerine mukabil şükretmeyerek; imkânat ve ademiyat nev inde ve senin eline geçmediği ve sen lâyık olmadığın yüksek nimetlerin sana verilmediğinden bâtıl bir hırsla Cenab-ı Hak tan şekva ediyorsun ve küfran-ı nimet ediyorsun? Acaba bir adam; minare başına çıkmak gibi âlî derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin: Niçin o minareden daha yükseğine çıkamadım diye şekva ederek ağlayıp sızlasın. Ne kadar haksızlık eder ve ne kadar küfran-ı nimete düşer, ne kadar büyük divanelik eder, divaneler dahi anlar. Ey kanaatsız hırslı ve iktisadsız israflı ve haksız şekvalı 8

gafil insan! Kat iyyen bil ki: Kanaat, ticaretli bir şükrandır; hırs, hasaretli bir küfrandır. Ey bîçareler! Bu dünya bir misafirhanedir. Her günde otuzbin şahid, cenazeleriyle El-mevtü hak hükmünü imza ediyorlar ve o davaya şehadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahidleri tekzib edebilir misiniz? Madem edemiyorsunuz; mevt, Allah Allah dedirtir. Sekeratta Allah Allah yerine; hangi topunuz, hangi tüfeğiniz, zulümat-ı ebedîyi o sekerattakinin önünde ışıklandırır, ye s-i mutlakını ümid-i mutlaka çevirebilir? Madem ölüm var, kabre girilecek; bu hayat gidiyor, bâki bir hayat geliyor. Bir defa top tüfek denilse; bin defa Allah Allah demek lâzım gelir. Hem Allah yolunda olsa; tüfek de Allah der, top da Allahü Ekber diye bağırır, Allah ile iftar eder, imsak eder. Sual: Eğer denilse: Dalalette öyle dehşetli bir elem ve bir korku var ki; kâfir, değil hayattan lezzet alması, hiç yaşamaması lâzım geliyor. Belki o elemden ezilmeli ve o korkudan ödü patlamalı idi. Çünki insaniyet itibariyle hadsiz eşyaya müştak ve hayata âşık olduğu halde, küfür vasıtasıyla mevtini bir i dam-ı ebedî ve bir firak-ı lâyezalî ve zeval-i mevcudatı ve ahbabının vefatlarını ve bütün sevdiklerini i dam ve müfarakat-ı ebediye suretinde gözü önünde daima küfür vasıtasıyla gören insan, nasıl yaşayabilir? Nasıl hayattan lezzet alabilir? Elcevab: Acib bir mağlata-i şeytaniye ile kendini aldatır, yaşar. Surî bir lezzet alır zanneder. Meşhur bir temsil ile onun mahiyetine işaret edeceğiz. Şöyle ki: Deniliyor: Deve kuşuna demişler: Kanatların var, uç! 9

O da kanatlarını kısıp, Ben deveyim demiş, uçmamış. Fakat avcının tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş. Halbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş. Sonra ona demişler: Madem deveyim diyorsun, yük götür! O zaman kanatlarını açıvermiş, Ben kuşum demiş, yükün zahmetinden kurtulmuş. Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna hedef olmuş. Aynen onun gibi; kâfir, Kur anın semavî ilânatına karşı küfr-ü mutlakı bırakıp meşkuk bir küfre inmiş. Ona denilse: Madem mevt ve zevali, bir i dam-ı ebedî biliyorsun; kendini asacak olan darağacı göz önünde... Ona her vakit bakan, nasıl yaşar? Nasıl lezzet alır? O adam, Kur anın umumî vech-i rahmet ve şümullü nurundan aldığı bir hisse ile der: Mevt i dam değil, ihtimal beka var. Veyahud deve kuşu gibi başını gaflet kumuna sokar, tâ ki ecel onu görmesin ve kabir ona bakmasın ve zeval-i eşya ona ok atmasın! Elhasıl: O meşkuk küfür vasıtasıyla deve kuşu gibi mevt ve zevali i dam manasında gördüğü vakit Kur an ve semavî kitabların iman-ı bil âhirete dair kat î ihbaratı ona bir ihtimal verir. O kâfir, o ihtimale yapışır, o dehşetli elemi üzerine almaz. O vakit ona denilse: Madem bâki bir âleme gidilecek; o âlemde güzel yaşamak için tekâlif-i diniye meşakkatini çekmek gerektir. O adam şekk-i küfrî cihetiyle der: Belki yoktur; yok için neden çalışayım? Yani: Vakta ki o hükm-ü Kur anın verdiği ihtimal-i beka cihetiyle i dam-ı ebedî âlâmından kurtulur; ve meşkuk küfrün verdiği ihtimal-i adem cihetiyle tekâlif-i diniye meşakkati ona müteveccih olur, 10

ona karşı küfür ihtimaline yapışır, o zahmetten kurtulur. Demek bu nokta-i nazarda, mü minden ziyade bu hayatta lezzet alır zannediyor. Çünki tekâlif-i diniyenin zahmetinden ihtimal-i küfrî ile kurtuluyor ve âlâm-ı ebediyeden ise ihtimal-i imanî cihetiyle kendi üzerine almaz. Halbuki bu mağlata-i şeytaniyenin hükmü, gayet sathî ve faidesiz ve muvakkattır. İşte Kur an-ı Hakîm in küffarlar hakkında da bir nevi cihet-i rahmeti vardır ki; hayat-ı dünyeviyeyi onlara Cehennem olmaktan bir derece kurtarıp bir nevi şekk vererek, şekk ile yaşıyorlar. Yoksa âhiret cehennemini andıracak bu dünyada dahi manevî bir cehennem azabı çekeceklerdi ve intihara mecbur olacaklardı. İşte ey ehl-i iman! Sizi i dam-ı ebedîden ve dünyevî ve uhrevî cehennemlerden kurtaran Kur anın himayeti altına mü minane ve mu temidane giriniz ve Sünnet-i Seniyesinin dairesine teslimkârane ve müstahsinane dâhil olunuz, dünya şekavetinden ve âhirette azabdan kurtulunuz! Lezzetleri tahrib edip acılaştıran ölümü çok zikrediniz! En evvel herkesi korkutan, en korkunç tevehhüm edilen ölümün yüzüne baktım.. nur-u Kur an ile gördüm ki: Ölümün peçesi gerçi karanlık, siyah, çirkin ise de; fakat mü min için asıl sîması nuranîdir, güzeldir gördüm. Ve çok risalelerde bu hakikatı kat î bir surette isbat etmişiz. Sekizinci Söz ve Yirminci Mektub gibi çok risalelerde izah ettiğimiz gibi; ölüm i dam değil, firak değil, belki hayat-ı ebediyenin mukaddemesidir, mebdeidir ve vazife-i hayat külfetinden bir paydostur, bir 11

terhistir, bir tebdil-i mekândır. Berzah âlemine göçmüş kafile-i ahbaba kavuşmaktır. Ve hâkeza bunlar gibi hakikatlar ile ölümün hakikî güzel sîmasını gördüm. Korkarak değil, belki bir cihetle müştakane mevtin yüzüne baktım. Bir zaman, bahar mevsiminde temaşa ederken gördüm ki: Zemin yüzünde haşir ve neşr-i a zamın yüzbinler nümunelerini gösteren bir seyeran ve seyelan içinde kafile kafile arkasında gelen geçen mevcudatın ve bilhâssa zîhayat mahlukatın, hususan küçücük zîhayatların kısa bir zamanda görünüp der-akab kaybolmaları ve daimî bir faaliyet-i müdhişe içinde mevt ve zeval levhaları bana çok hazîn görünüp, rikkatime şiddetle dokunarak beni ağlatıyordu. O güzel hayvancıkların vefatlarını gördükçe kalbim acıyordu. Of, yazık! Ah, yazık! diyerek, bu ahların, ofların altında derinden derine bir vaveylâ-i ruhî hissediyordum. Ve bu akibete uğrayan hayat ise, ölümden beter bir azab gördüm. Hem nebatat ve hayvanat âleminde gayet güzel, sevimli ve çok kıymetdar san atta olan zîhayatların bir dakikada gözünü açıp bu seyrangâh-ı kâinata bakar, dakikasıyla mahvolur, gider. Bu hali temaşa ettikçe, ciğerlerim sızlıyordu. Ağlamak ile şekva etmek istiyor; neden geliyorlar, hiç durmadan gidiyorlar?.. diye feleğe karşı kalbim dehşetli sualler soruyor ve böyle faydasız, gayesiz, neticesiz, çabuk i dam edilen bu masnu cuklar gözümüz önünde bu kadar ihtimam ve dikkat ve san at ve cihazat ve terbiye ve tedbir ile kıymetdar bir surette icad edildikten sonra, gayet ehemmiyetsiz paçavralar gibi parçalanıp, hiçlik karanlıklarına atılmalarını gördükçe; kemalâta meftun ve güzelliklere mübtela ve kıymetdar şeylere âşık olan bütün latifelerim ve duygularım 12

feryad edip bağırıyorlardı ki: Neden bunlara merhamet edilmiyor? Yazık değiller mi? Bu baş döndürücü deverandaki fena ve zeval nereden gelip bu bîçarelere musallat olmuş? diye mukadderat-ı hayatiyenin dış yüzünde bulunan elîm keyfiyetleriyle kadere karşı müdhiş itirazlar başladığı hengâmda; birden nur-u Kur an, sırr-ı iman, lütf-u Rahman ile tevhid imdadıma yetişti; o karanlıkları aydınlattı, benim bütün Ah! ve Of! larımı Oh! lara ve ağlamalarımı sürurlara ve Yazık demelerimi Mâşâallah, bârekâllah lara çevirdi. Elhamdülillahi alâ nur-il iman dedirtti. Çünki sırr-ı vahdetle şöyle gördüm ki: Herbir mahluk, hususan herbir zîhayatın sırr-ı tevhid ile çok büyük neticeleri ve umumî faydaları vardır. Ezcümle:Herbir zîhayat, meselâ bu süslü çiçek ve şu tatlıcı sinek, öyle manidar, İlahî, manzum bir kasideciktir ki, hadsiz zîşuurlar onu kemal-i lezzetle mütalaa ederler. Ve öyle kıymetdar bir mu cize-i kudrettir ve bir ilânname-i hikmettir ki, Sâni inin san atını nihayetsiz ehl-i takdire cazibedarane teşhir eder. Hem kendi san atını kendisi temaşa etmek ve kendi cemal-i fıtratını kendisi müşahede etmek ve kendi cilve-i esmasının güzelliklerini âyineciklerde kendisi seyretmek isteyen Fâtır-ı Zülcelal in nazar-ı şuhuduna görünmek ve mazhar olmak, gayet yüksek bir netice-i hilkatidir. Hem kâinattaki hadsiz faaliyeti iktiza eden tezahür-ü rububiyete ve tebarüz-ü kemalât-ı İlahiyeye (Yirmidördüncü 13

Mektub da beyan edildiği gibi) beş vecihle hizmeti dahi, ulvî bir vazife-i fıtratıdır. Ve böyle faideleri ve neticeleri vermekle beraber; kendi yerinde, bu âlem-i şehadette zîruh ise ruhunu ve hadsiz hâfızalarda ve sair elvah-ı mahfuzalarda suretini ve hüviyetini ve tohumlarında ve yumurtacıklarında mahiyetinin kanunlarını ve bir nevi müstakbel hayatını ve âlem-i gaybda ve daire-i esmada âyinedarlık ettiği kemalleri ve güzellikleri bırakıp, mesrurane terhis manasında bir zahirî mevt ile bir zeval perdesi altına girer; yalnız dünyevî gözlerden saklanır mahiyetinde gördüm, Oh Elhamdülillah! dedim. Evet kâinatın bütün tabakatında ve umum nevilerinde göz ile görünen ve her tarafa kök salan gayet esaslı ve çok kuvvetli ve kusursuz ve nihayet derecede parlak olan bu cemaller ve güzellikler, elbette şirkin iktiza ettiği çok çirkin ve haşin ve gayet menfur ve perişan olan evvelki vaziyet muhal ve mevhum olduğunu gösteriyor. Çünki böyle çok esaslı bir cemal perdesi altında, böyle dehşetli bir çirkinlik saklanamaz ve bulunamaz. Eğer bulunsa; o hakikatlı cemal hakikatsız, asılsız, vâhî ve vehmî olur. Demek şirkin hakikatı yok, yolu kapalı, bataklıkta saplanır; hükmü muhal, mümteni dir. Bu mezkûr hissî olan hakikat-ı imaniye, tafsilatla ve kat î bürhanlar ile Siracünnur un müteaddid risalelerinde beyan edildiğinden burada bu kısacık işaretle iktifa ederiz. Biz dahi elimizde hayat-ı bâkiyenin mukaddemesi ve perdesi olan mevti ve ölümü tutup onların başlarına vurup intibaha getirmek ve onların hakikî mes uliyet ve mahkûmiyetten ve i dam-ı ebedî ve daimî haps-i münferidden 14

kurtulmalarına bütün kuvvetimizle çalışıyoruz. Bu gözümüz önünde ve bizi bekleyen ölümün i dam-ı ebedîsinden ve karşımızda kapısını açan ve bizi cebr-i kat î ile çağıran kabrin daimî karanlık haps-i münferidinden kurtulmağa çalışıyoruz. Hem sizin de o dehşetli ve çaresiz musibetten kurtulmanıza yardım ediyoruz. Sizin nazarınızda en büyük bir mes ele-i dünyeviye ve siyasiye, bizim nazarımızda ve hakikat cihetinde kıymeti pek azdır ve bilfiil vazifedar olmayanlara malayani ve ehemmiyetsizdir ve kıymeti yoktur. Fakat bizim iştigal ettiğimiz vazife-i zaruriye-i insaniye ise, herkese her zaman ciddî alâkası var. Bu vazifemizi beğenmeyenler ve kaldıranlar, ölümü kaldırmalı ve kabri kapamalı! 15

Risale-İ Nur Külliyatından Müellifi BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ 16