Z A M A N G A Z E T E S Ý N Ý N Ü C R E T S Ý Z A Y L I K K Ý T A P E K Ý D Ý R. Y I L : 9 S A Y I : 9 8 3 M A R T 2 0 1 4 P A Z A R T E S Ý

Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

İBRAHİM ŞİNASİ

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

SAGALASSOS TA BİR GÜN

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Sevgili dostum, Can dostum,

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Hatıraların Masumiyeti Hatıraların Masumiyeti Hatıraların Masumiyeti

Yaz l Bas n n Gelece i

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

NOKTALAMA İŞARETLERİ MUSTAFA NAZIM ÖZGEN

SEN SURAT OKUMAYI BİLİR MİSİN?

VERİMLİ DERS ÇALIŞMA YÖNTEMLERİ

MATBAACILIK OYUNCAĞI

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

İnci Hoca CÜMLEDE ANLAM 2

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

Biz beyaz yakalılarız. Günümüzün çoğu plazalarda geçer. 9-6, 9-9, bazen de ne kadar giderse o kadar çalışırız. Adımız aynı zamanda kimliğimiz.

Aslında bugün İbrahim in Mihrac Ural ın kıçındaki ihanet kılıçları yazısının ikinci bölümü sitede yer alacaktı, ama ne yapayım!

Koç Üniversitesi nde ders verme tecrübelerim BURAK ÖZBAĞCI 2013

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

HİKÂYE ETME BİLİMİ 1 :

Hazırlayan: Tuğba Can Resimleyen: Pınar Büyükgüral Grafik Tasarım: Ayşegül Doğan Bircan

7AB 2 nd SEMESTER TURKISH FINAL REVIEW PACKET. 1. A: Adın ne? B:... a) Adım Alex b) Adın Alex c) Adımız Alex d) Adları Alex

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

Yaptığım şey çok acayip bir sır da değildi aslında. Çok basit ama çoğu kişinin ihmal ettiği bir şeyi yaptım: Kitap okudum.

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

NECİP FAZIL KISAKÜREK

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

1.KİTAP ATATÜRK ANLATIYOR, ÇOCUKLUĞUM

Ilgaz (14 Şubat 2010) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

1. Çağımızda, toplumların mutluluk ve. refahlarının hatta bağımsızlıklarının; bilimin. ışığında sürdürülen araştırma ve geliştirme

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

Bunu herkes yapıyor! -Gerçekten herkes mi? Nasıl korunmam gerektiğini biliyorum! -Kalbini, gönlünü nasıl koruyacaksın?

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

AİLE & YETİŞTİRME KONULU SORU LİSTELERİ


İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

İÇİNDEKİLER. 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım...

Erbaa lı Genç Şair Muhammed Dikal Lisede edebiyatı gerçekten seven öğretmenlerim bana da Edebiyatı sevdirdiler

Edirne Camileri - Eski Cami. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

Azrail in Bir Adama Bakması

Samed Behrengi. Sevgi Masalı. Çeviren: Songül Bakar

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

Yazan : Osman Batuhan Pekcan. Ülke : FRANSA. Şehir: Paris. Kuruluş : Vir volt. Başlama Tarihi : Bitiş Tarihi :

JORGE LUIS BORGES PIERRE MENARD A GÖRE DON QUIXOTE & HOMER İN BAZI UYARLAMALARI. Hazırlayan: Rabia ARIKAN

BULUNDUĞUMUZ MEKÂN VE ZAMAN

Kadir Akel "Dert Etme Allah Yeter" diyor. Bunu da neden dediğini bize böyle açıklıyor.

Selam vermekle karşımızdaki kimseye neyi ifade etmiş oluruz?

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ. Doç. Dr. Rıza BAĞCI

Yenişimdir Sözü Girişimdir Yönü İnsandır Özü:

MEHMET RAUF - Genç Gelişim Kişisel Gelişim ( )

DUA ETTİĞİNİZDE. J. Robert Ashcroft. ICI Elemanlarıyla İşbirliği İçinde Hazırlanmıştır Resimler: David Cahill Çeviren: Hande Taylan ICI

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

İTÜ GELİŞTİRME VAKFI OKULLARI BEYLERBEYİ ÖZEL ANAOKULU, İLKOKULU VE ORTAOKULU EĞİTİM VE ÖĞRETİM YILI 35.VELİ BÜLTENİ

"medya benim ayağımın altına muz kabuğunu biraz zor koyar" vari açıklamalarda bulunuyordu ki Olanlar oldu

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

Menümüzü incelediniz mi?

FARELER VE İNSANLAR ADLI ROMAN ÜZERİNE DÜŞÜNCELER Fareler ve İnsanlar İnsan ilişkilerine ve alt tabaka insanların umut dolu

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

KPSS'de çok konuşulan 'vitamin' sorusu ve çözümü

ORTA HAZIRLIK TÜRKÇE ORTAK SINAVI Açıklamalar GRADE. (20 Aralık 2015, Pazar)

--- ZEKÂ SORULARI ---

Kapadokya Turu 2015 Tur Genel Tanımı Neler Yapılır?

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar hangi okullarda okudunuz?

Başbakan Yıldırım, 25. İstişare ve Değerlendirme Toplantısı sonrası basın çadırını ziyaret etti

Tokat Plevne İmam Hatip Ortaokulu Öğrencilerinin Sorularına cevaplarımız

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

Aç l fl Vural Öger Çok değerli misafirler, Konrad-Adenauer vakfının 23 senedir yapmış olduğu bu gazetecilik seminerinde son senesinde bizim de k

Transkript:

06 Ömer Macar edebiyatının sıra dışı yazarı Ayhan 08 Münevver Ayaşlı dan edep kitabı Ahmet Doğru 17 Necati Tosuner den Korkağın Türküsü Ali Emin Tunç 04 ÖYKÜ Kaya Genç Bir öykücü olarak Herman Melville 16 TARİH Osman İridağ Avrupalı gözüyle Sultan Abdülhamid 19 ÖYKÜ İnan Çetin Başar Başarır ın toplu öyküleri 21 FELSEFE Süreyya Su Bir metaforlar kitabı: Endişe Nehri Geçiyor 24 ŞİİR Ercan Yılmaz Haydar Ergülen in şiir günlükleri 38 USTA GÖZÜYLE Recai Güllapdan ve İrfan Külyutmaz Şairler ve yazarlar nasıl çalışır? Edebiyat tarihinde iz bırakan şiirler, öyküler, romanlar hangi koşullarda yazıldı? İlginç örnekleri derledik. SAYFA 10 İLLÜSTRASYON: ZAMAN, ORHAN NALIN ZAMAN GAZETESÝ NÝN ÜCRETSÝZ AYLIK KÝTAP EKÝDÝR. YIL:9 SAYI:98

4kitap 1âlim Okul İnsan ve kıymetli âlim Fethullah Gülen Hocaefendi yi tanıma adına ruh ve gönül dünyamızda farklı pencereler açacak dört eser Fethullah Gülen ve Edebiyat Şiddetsiz Aksiyon Fethullah Gülen in Fıkhını Anlamak Fethullah Gülen in Sünnet Anlayışı Kulaktan dolma ile kitaptan bilme arasındaki fark hakikat tir. Ülkemizin ve dünyanın son yarım asrına ışıktan bir mühür vuran kıymetli âlim Fethullah Gülen Hocaefendi ye dair hakikatli değerlendirmeler içeren bu eserleri, mutlaka okuyunuz kitapkaynagi www.kitapkaynagi.com

KA PAK 10 YAZARLAR NASIL ÇALIŞIR? Sarsıcı bir anne-kız ilişkisi 23 Şairin yazma sevinci 24 Dünya yok az ötede 25 İnsan fikrinin izinde 26 Bilinmeyen yönleriyle 28 Şubat 27 Şehrin ve kaçışların öyküsü 28 Fişleme cumhuriyeti 29 Uyum göstermek mi, yok olmak mı? 30 Sanatın felsefesi üzerine 32 Bediüzzaman ve zamanın hükmü 32 Kâinata müjde olan sözler 34 Kafası karışık sinema 35 18 noktası, 20 kazandırıldı. 22 özgün 28 öyküye Kedi Şiirleri Antolojisi, Türk edebiyatının kedici şairlerini okura tanıtıyor. Yüzyıllar öncesinden günümüze farklı kuşaklardan ve edebiyat anlayışlarından isimlerin ortak kedi sevgisi. Amerikan bilim çevrelerinin oldukça ilgisini çeken James Gleick ın yeni kitabı, Enformasyon: Bir Tarih Bir Kuram Bir Tufan ismiyle dilimize Amerikalı akademisyen ve çellist Lewis Lockwood un kaleme aldığı Beethoven adlı biyografi, büyük besteci üzerine yazılmış en kapsamlı ve kitaplardan biri. Sibel K. Türker edebiyata öyküyle başlamış, daha sonra romanlarıyla adından söz ettirmişti. Yazar yeni kitabı Aşkın Kalplerimizdeki Mutat Yolculuğu yla tekrar dönüyor. Çalışmak şart! E debiyat tarihinde iz bırakan şiirler, romanlar, öyküler hangi koşullarda yazılmıştır? Şairler ve yazarlar nasıl çalışır; ne tür takıntıları vardır, yazı masasına oturmak için günün hangi saatlerini tercih ederler, el yazısıyla mı yazarlar klavyede mi, masa başında kaç saat geçirirler, ilham gelmesini mi beklerler, yürüyüşçü yazarlar kimlerdir, eline kalemi almadan aklına hiçbir şey gelmeyen yazarlar hangileri? Bu gibi sorular okurun daima ilgisini çekmiştir. Mason Currey nin yenilerde dilimize çevrilen kitabı Günlük Ritüeller, yazarların nasıl çalıştıklarını öğrenmek için iyi bir başlangıç. Kitaptan yola çıkarak edebiyat tarihinden ilginç örnekleri derledik. Bütün örneklerin öğrettiği tek şey var: İyi bir edebi eserin yazılabilmesi için disiplin ve çalışma şart. Macar edebiyatının sıra dışı yazarı László Krasznahorkai, ülkemizde de bir okur kitlesi edinmeye başladı. Yazarın dilimize yeni çevrilen Savaş ve Savaş adlı romanını Ömer Ayhan tanıtıyor. Edebiyatseverleri sevindiren bir başka haber, Necati Tosuner in yeni romanının yayımlanmasıydı; kitabı Ali Emin Tunç değerlendirdi. Ahmet Doğru nun tanıttığı Münevver Ayaşlı nın hatıraları ise kültürümüzün kaybolan güzelliklerini tanımak için iyi bir kılavuz. Özellikle öykü sevenleri mutlu edecek, iyi öykü kitaplarının yayımlandığı bir ayı geride bıraktık. İyi okumalar. ÝMTÝYAZ SAHÝBÝ: FEZA GAZETECÝLÝK A.Þ. GENEL YAYIN MÜDÜRÜ: EKREM DUMANLI GENEL YAYIn MÜDÜR YARDIMcISI: MEHMET KAMIÞ GENEL YAYIn EdÝTöRÜ: ALÝ ÇOLAK EdÝTöR: CAN BAHADIR YÜCE GöRSEL YöNETMEN: FEVZÝ YAZICI SAYfa TASARIm: YUNUS EMRE YILDIRIM SoRuMLu MÜDÜR ve YAYIn SAHÝBÝNÝn TEMSÝLcÝSÝ: HAYRÝ BEÞER RekLAM Grup BaþkANI: MELİH KILIÇ RekLAM Grup BaþkAN YARDIMCISI: İskender YILMAZ REKLAM SekTör YöNETÝcÝSÝ: Cenk AYTUĞU REKLAM SEKTÖREEL YÖNETİCİSİ: Kazım ARSLAN REKLAM SEKTÖREEL UZMANI: MELEK TINMAZ YAYIn TÜRÜ: YAYGIN SÜRELÝ ADRES: Za man Ga Ze te sý 34194 YENÝBoSNA-ÝSTANBul Tel: 0212 454 1 454 (pbx) Faks: 0212 454 14 96 Rek lam Tel: 0212 454 82 47 Bas ki: feza GAZETEcÝLÝk A.Þ TESÝSLERÝ http:// kýtapzamaný.zaman.com.tr E-POSTA: kýtapzamaný@zaman.com.tr Her ayin Ýlk pazartesý GÜNÜ YAYIMLANIr twitter.com/kitap_zamani facebook.com/kitapzamanicom 30 çevirisiyle 33 36 ile 37 Fransız romancı Gustave Flaubert in 19 yaşında yazdığı, Türkiye okuru tarafından pek bilinmeyen novellası Kasım, Elif Gökteke nin titiz ve akıcı yayımlandı. Amy Mills, Hafızanın Sokakları adlı kitabında Kuzguncuk un tarihini, kültürünü ve geçirdiği dönüşümü inceliyor. Kitap, semt hakkında basılı kaynaklar kadar Kuzguncukluların anlattıklarına da yer veriyor. Kitapları Fazla Seven Adam, gazeteci Allison Hoover Bartlett ın ilk romanı. Kitapları sevdiği için çalan bir kitap hırsızının hikâyesini anlatan eser, başarılı polisiye kurgusu dikkati çekiyor. Tanıl Bora ile Ziya Adnan ın birlikte kaleme aldıkları Kimi Başrol Kimi Karakter: Kulüp Hikâyeleri adlı kitap, Ada futbolundan ülkemize kadar farklı coğrafyalardan anekdotları bir araya getiriyor.

ÖYKÜ Verandada gelecek hayalleri Amerikan edebiyatının büyük ustası Herman Melville hayattayken tek bir hikâye kitabı yayımlamıştı. Veranda Öyküleri adlı bu eser ilk kez Melville in yaşarken gördüğü şekilde çıkıyor karşımıza. 1856 yılında yayımlanan kitapta unutulmaz Melville öyküleri de var, pek tat vermeyen vasat metinler de... VERANDA ÖYKÜLERİ, HERMAN MELVILLE, ÇEV.: ARZU ALTINANIT, ALAKARGA KİTAP, 320 SAYFA, 20 TL Y KAYA GENÇ aşadığı dönemde tek bir hikâye kitabı yayımlamış Herman Melville. Adını da Veranda Öyküleri koymuş. Geçenlerde Arzu Altınanıt çevirisiyle Türkçesi yayımlanan bu kitap dışında bir de Elma Ağacı Masası ve Öteki Eskizler diye bir hikâye derlemesi var Melville in. Ölümünden 31 sene sonra, 1922 de Princeton Üniversitesi tarafından basılmış. Amerikan edebiyat dünyasının bu büyük yazarı mezarından çıkardığı, Melville i diriltme dönemi diye literatüre geçmiş bir dönemde yayımlanıyor Elma Ağacı Masası. Zamanlama manidar dediğinizi duyar gibiyim. Bir kenara itilmiş, parasız kalmış, unutulmuş bir adamın yaşarken yayımladığı Veranda Öyküleri bir yanda, Elma Ağacı Masası diğer yanda. Elimizdeki kitabı böylesine hüzünlü kılan da bu ikilik zaten. Veranda Öyküleri, 1856 yılında büyük umutlarla yayına hazırlanmış. İçindeki hikâyeleri Türkiyeli yayıncılar geçtiğimiz yıllar boyunca ayrı ayrı kitaplar halinde basmış; altmış yetmiş sayfa uzunluğunda, bir oturmada okunmalık ufak kitaplar bunlar Veranda Öyküleri, ilk defa şimdi Melville in yaşarken gördüğü şekilde toplu halde çıkıyor karşımıza. Sayfalarını Nabokov gibi not vererek karıştırınca A alacak kadar iyi hikâyelere de ( Bartleby mesela), bırakın A yı, C ye layık olmak için birkaç fırın ekmek yemesi gerekenlere de rastlıyoruz (Nabokov a hafakanlar basmış hissi veren türdeki alegorik hikâyeleri kastediyorum). Yine de Veranda Öyküleri nin yayımlanış hikâyesi o kadar dokunaklı ki, insanın içi Melville in yazdığı en iyi paragraflardan bazılarını da, pek bir tat vermeyenleri de bulabileceğiniz bu kitabı koruma isteğiyle doluyor. 30 lu yaşlarında yazdı Melville değerli kitaplar, herkesin hayranlık duyacağı romanlar ve hikâyeler yazmak istemiş. Lakin iyi bir kitap yazmakla para kazanmak arasında doğru orantı olmadığını görmüş. Hatta ters bile olabiliyormuş bu orantı: Çıtayı ne kadar yükseltirse o kadar büyük bir sessizlikle karşılanıyormuş hikâye ve kitapları. Sevgili ahbabı Nathaniel Hawthorne a ithaf ettiği Moby-Dick yayımlandığında 32 yaşında olan Melville, ne beklediği üne ve paraya kavuşmuş ne de eleştirmenlerin övgülerine mazhar olabilmiş. London Athenaeum da yayımlanan bir yazıda Melville in İngilizcesi kötü değil de delice diye tarif ediliyormuş mesela ( mad rather than bad ). Moby-Dick in bugün hayranlıkla okuduğumuz, farklı üslupları, yazım tarzlarını ve edebi türleri bir araya getiren ansiklopedik yapısı pek çok kişiye tuhaf gelmiş; ondan beş sene sonra, 1856 da yayımlanan kitabı Veranda Öyküleri ise 30 lu yaşlarının ortasındaki parasız Melville için Beckett ın yine dene, yine yenil, daha iyi yenil düsturunun bir sağlaması gibi olmuş. Eleştirmenler yine sevmemiş yazdıklarını. Okurlar yine satın almamış. Edebiyat âleminde yine yer yerinden oynamamış. Veranda Öyküleri nin tuhaf bir yapısı var. Tek bir tema yok kitapta. O yüzden de içindeki hikâyelere tek bir çerçeve çizmek kolay değil. Efsunlu Adalar başlıklı hikâye mesela: Her biri Edmund Spenser ın dizeleriyle başlayan on tane eskizden oluşuyor. Bize kâh Galápagos Adaları nı anlatıyor, kâh oradaki kaplumbağaları. Kâh oraların nasıl keşfedildiğini resmediyor, kâh vaktiyle adalara uğramış bir gemiyi. Bir National Geographic makalesinden alınmış da olabilirdi bu derken Melville uzaktan kumandanın durdurma düğmesine basıyor ve bizi hop diye Hıristiyan mitolojisine götürüveriyor. Sonra bir de bakmışız, Peru nun bağımsızlık 4 Herman Melville (1819-1891) savaşının ortasındayız. Efsunlu Adalar ı okuma deneyimi, bu nedenle gerçekten de efsunlu bir yolculuğu getiriyor akla. Bir baş dönmesi ve merkezsizlik hissiyle okuyoruz hikâyeyi. Deniz meraklıları için Benito Cereno ise daha derli toplu bir hikâye. Vaktiyle tiyatroya da uyarlanmış. Gemicilik, deniz, isyan hikâyelerine meraklı olanlar için güzel bir keşif. Geçenlerde sinemalarda gösterilen Tom Hanks li Captain Phillips i beğenenler için de. Hikâyenin kahramanı Kaptan Delano, günlerden bir gün San Dominik isimli tuhaf bir gemiye rastlıyor. İspanyol gemisinin kaptanı, Don Benito Cereno adlı bir arkadaş. Lakin Cereno nun kafasında bir tuhaflık var. Konuşması, hali tavrı, bakışları filan bir garip. Delano bu tuhaflığın ne olduğunu çözmek için kafa patlatıyor, bir yandan da gemiyi inceleyip San Dominik in yaşadıklarını dinliyor. Cereno nun kişisel kölesi olduğunu söylediği Babo, bir an olsun efendisinin yanından ayrılmıyor. Cereno mütemadiyen fenalaşır, baş dönmesi sonucu dengesini yitirir ve kendinden geçerken Babo hep yanında. Delano zamanla anlıyor ki kendi önüne çıkmasından evvel gemide bir isyan yaşanmış; Babo, Cereno yu esir almış; adamın sıkıntılı hallerinin açıklaması da buymuş Melville burada durmuyor, bizi hikâyenin devamına götürüyor, foyası meydana çıkan Babo nun başına gelenleri, Cereno nun bu yaşananlar karşısında hissettiklerini anlatıyor. Bir sayfası mahkeme tutanağı, diğeri macera romanı görünümündeki böyle bir hikâyenin yanında Bartleby ile karşılaşmak tabii ki şaşırtıyor insanı. Bakmayı bilen gözler için Kitab-ı Mukaddes göndermeleri de var hikâyede, modern New York un bir tablosu da. Ama biçimsel olarak diğer hikâyelerin aksine bir sadelik hâkim. Wall Street te bir hukuk bürosu sahibi anlatıcımızın duru sesinden dinliyoruz ofise alınan yazıcı Bartleby nin öyküsünü. Bu çalışkan elemanın günlerden bir gün anlatıcının kendisine verdiği bir kopya etme işini yapmamayı tercih ettiğini, diğer sorumluluklarından birer birer kendini kurtardığını, nihayetinde büroda durmak dışında hiçbir şey yapmadığını okuyoruz. Bartleby Yİ farklı kılan ne? Pek çok genç insan tanıdım, Bartleby nin hayatta en çok sevdikleri edebi karakter olduğunu söylediler bana. Bir önceki kuşak, Gonçarov un Oblomov unu okumuş, bu Rus kahramanın hareketsizliğini, Oblomovluk denilen davranışını hayattaki temel konulardan biri olarak görmüştü. Bizim edebiyatımızda Oğuz Atay ın Turgut Özben inin oynadığı rol de belki benzer mahiyetteydi. Oblomov veya Özben e kıyasla bugün insanlar Bartleby de daha çok şey buluyorsa bunun nedeni hiçliğin, zengin insanların tembelliğinden de entelektüellerin kararsızlık ve harekete geçememe sıkıntılarından da daha sahici bir şey olması belki de. Belki kitaptaki asıl güzel hikâye, Bartleby kadar güzel ama hiç bilinmeyen hikâye ise en baştaki Veranda hikâyesi. Anlatıcı kır evinde yaptırdığı verandadan hayata baktığında onu büyüleyen bir manzara görüyor. Bu hikâyede anlattığı ev, Massachusetts te bulunan ve 31 yaşındayken taşındığı evdi Melville in. Verandayı taşınmasından bir sene sonra yaptırmıştı. Kitabı okurken yazarı bir günbatımında verandasından manzaraya, hayata, kendi geleceğine bakarken hayal ettim. Korunmasızdı, parasızdı ve kimse tarafından umursanmıyordu ama Melville hayatının geride kalan 40 senesinde yazmaya devam edecekti. Nedir diye soranlara duyurulur, yazarlık işte böyle bir şeydir.

ROMAN Dünya: Kesintisiz bir kıyamet Macar edebiyatının güçlü ismi László Krasznahorkai nin kendine özgü bir üsluba sahip, uzun cümlelerden oluşan Savaş ve Savaş adlı romanı dilimizde yayımlandı. Çok karamsar metinler kaleme alan Krasznahorkai, bugüne ait temaları işlemese de yaşadığı çağın farkındalığıyla yazan, gerçek anlamda çağdaş bir yazar. SAVAŞ VE SAVAŞ, LÁSZLÓ KRASZNAHORKAI, ÇEV.: GÜN BENDERLİ, CAN YAYINLARI, 320 SAYFA, 22.50 TL M ÖMER AYHAN acar edebiyatı da tıpkı Türkçe edebiyat gibi sınırlı sayıda çevirmenle dünyaya açılabiliyor. Bu duruma bir de yayıncı ve okur önyargısı eklenince başka dillerde buluşmalar gecikebiliyor. László Krasznahorkai, adının yazılışı ve telaffuzuyla bile yabancı yayıncıları ve okuru ürkütebilir, ama işte talih rüzgârı birdenbire doğru yönde esmeye başlayınca, altmışına merdiven dayamış bir yazar, sonunda dünya edebiyatında çok tartışılan, günden güne yeni hayranlar edinen bir fenomene dönüşebiliyor. Susan Sontag, Gogol ve Melville le kıyaslanabilecek ölçüde büyük bir yazar olduğunu söylemiş ancak Krasznahorkai, yaşadığı çağın farkındalığıyla yazan, gerçek anlamda çağdaş bir yazar. Dolayısıyla akla daha ziyade günümüz yazarlarını getiriyor. Oysa Savaş ve Savaş adlı romanı geçtiğimiz günlerde dilimizde yayımlanan yazarın temalarının yeni olduğu söylenemez. Bir elyazmasının TUHAF hikâyesi Macaristan da, başkente yakın bir kasabada arşivci olarak çalışan György Korin, İkinci Dünya Savaşı na ait belgelerin arasında bir elyazması keşfeder. Yazarı belli olmayan elyazmasındaki hikâye Korin i hayatını değiştirecek ölçüde etkiler. Evi dâhil elinde avucunda ne varsa elden çıkaran Korin çılgınca bir fikre kapılır. Arşivden yürüttüğü elyazmasıyla dünyanın merkezi olduğunu düşündüğü New York a gidecek ve belgeyi ebediyete iletebilmek için noktasına virgülüne varasıya internete geçirecektir. Lanetli bir epiphany (aydınlanma) anıdır Korin in yaşadığı. Aslında çoktan kanıksadığımız yüzlerce kuraldan başka bir şey olmayan gündelik hayata sırt çeviren ve çılgın damgası yiyen Korin in başından geçenlere elyazmasındaki akıl almaz hikâye eklendiğinde, neden gemileri yaktığını yavaş yavaş anlamaya başlarız. Elyazmasında, zamanda yolculuk yapan dört arkadaş (Kasser, Bengazza, Felker ve Toot) ilkin milattan önce 1400 lerde Girit te karşımıza çıkar. Bir başka hikâyede 19 uncu yüzyılda Köln de büyük katedralin inşasına tanıklık ederler, Britanya da inşa edilen Hadrian (Roma) Duvarı na da ışınlanan dört arkadaşın yolu 1493 te Cebelitarık a düşer. Krasznahorkai, çok sık kullanılan bir klişeye yaslanarak söyleyeyim, adeta kanıyla yazan bir yazar, fantastik edebiyatın popüler kanadıyla karıştırılabilecek bir temayı ele aldığının da elbette farkında. Savunması ise o uzun cümlelerinde gizli:...bir bu eksikti, bir tane daha, bir çağdan başka bir çağa geçiş, yani, neden amatör hayal gücünün yarattığı bu türden oyunların artık bıkkınlık verdiğini düşünmezler ki, demiyor insan, hayır, okurken kesinlikle böyle demiyor insan... başka türlü olamazdı... Savaştan geriye kalan Elyazmasındaki hikâye Korin in yolunu ilkin New York a düşürür. Kahramanımız Macar bir tercümanın evinde kalmaya ve bir yandan elyazmasını bilgisayara geçirirken, bir yandan da hikâyeyi tercümanın kız arkadaşına anlatmaya başlar. Ne var ki bir tür sağırlar diyaloğudur bu. Korin İngilizce bilmez, kadın da Macarca. Zamanla birbirlerini çok az ortak sözcük ve vücut diliyle anlayabildikleri tuhaf bir iletişim başlar aralarında. Korin in bir taksinin camından New York u ilk görüşü de gizemlerle doludur. Elyazmasında okuduklarının gerçek manasının bu gökdelenlerle dolu şehirde olduğunu hisseder. Şehirde saatlerce dolaşır, etrafına dikkatle bakar ama uzun süre önünde duran gerçeği göremez. Elyazmasındaki hikâyeyle kendi yaşadıklarını ve şehrin kaotik mimarisini birleştirebildiğindeyse yolculuk kaçınılmaz biçimde yön değiştirir. Krasznahorkai hikâye içinde hikâye anlatmayı seviyor, elyazmasından kendi hikâyesine, oradan tercümanla kız arkadaşının hikâyesine, sonra bir başkasına o kadar sağlam geçişler yapıyor ki, evini vitrin mankenleriyle dolduran umutsuz bir âşıktan şehirde tutunabilmek için her türlü yola başvuran yabancılara, şiddete boyun eğen çaresiz FOTOĞRAF: Hartwig Klappert kadınlardan diğer insanlarla ilişki kurmaktan kaçınan yalnızlar kafilesine, ileri kapitalizmin açtığı yaraları iliklerinizde hissediyorsunuz. Elyazmasındaki dört karakterin zamanda yolculuğu hep aynı şekilde başlayıp sona eriyor. Dünyayı değiştirmeye dönük ümitler, savaştan, insana özgü o benzersiz şiddetten kaçma girişimleriyle sonuçlanıyor her defasında. Yazarın meseleleri eski demiştim, eski ama hâlâ eskimemiş, insan var olduğu sürece de eskimeyecek. Sözgelimi, elyazmasında M. S. II. yüzyılda geçen hikâyede...ister Londinium da ister İskenderiye de Tarraco da, Germanya da ya da ölümsüz Roma da olup biten hiçbir şeyin karanlıkta kalmaması için her şeyi ve herkesi mükemmelen denetleyen, ölümsüz Hadrianus un hizmetindeki gizli sistem yolumuzu dosdoğru Orwell ın 1984 üne, zıtlıklar içeren Venedik tasvirleri ve iyilikle kötülüğün aynı kapta buluşması (...mermer ve küf, şaşaa ve çürüme, altın ışıklı lal ve kurşunî loşluk...) başta Hesse ninkiler olmak üzere birçok farklı romana çıkarıyor. Korin in New York taki yalnızlığını ve kentle kurduğu karmaşık ilişkinin benzerini Paul Auster ın Cam Kent inde de görürüz. Yazarı özgün kılan dil Peki, yazarı biricik kılan nedir? Krasznahorkai bütün bu temaları benzersiz bir üslupla anlatıyor. Romanı kısa kısa bölümlerden oluşturmuş. Gelgelelim her bölüm sayısız virgül ve noktalı virgülle uzayıp gidiyor. Cümlelerin sayfalarca sürmesi gözünüzü korkutmasın. Aslında birçok küçük ara cümleden meydana gelen görkemli bir ağ kurmuş yazar. Dolayısıyla Savaş ve Savaş için okuru zorlamayan, etkileyici, hatta paranoyakça bir dil şöleni diyebiliriz. László Krasznahorkai, edebiyatın belkemiğinin dil olduğunu gösteren ve dili kullanma biçimiyle okuru büyüleyen bir yazar. Ne var ki, hep kıyamet gününden bahsediyor bize, savaş ve savaş, diyor, kesintisiz bir kıyameti yaşadığımızı söylüyor. Peki ama, bu karamsar yazarın haksız olduğunu söyleyebilir miyiz? 6

Eco ortaçağı aydınlatıyor. 2500. Kitap ECO ILAN.indd 1 27.02.2014 17:33

HATIRA İlla edep, illa edep... Osmanlı için en kolay ve tabii olan şey edepli, terbiyeli ve nazik olmaktı. Kaba olmak, nâdân ve terbiyesiz olmak hatıra bile gelmezdi. diyor Münevver Ayaşlı, Edep Yâ Hû adlı kitabında ve zengin hatıralar eşliğinde bu edepten örnekleri anlatıyor. EDEP YÂ HÛ, MÜNEVVER AYAŞLI, TİMAŞ YAYINLARI, 216 SAYFA, 14.50 TL MAHMET DOĞRU ünevver Ayaşlı nın Edep Yâ Hû adlı kitabı Timaş Yayınları tarafından yeniden okura sunuldu. Günümüz nostalji meraklılarının hat levhalarından tanıdığı edep yâ Hû ifadesine pek bir kıymet atfediyor, Osmanlı dan cumhuriyet dönemine intikal etmiş, vefat ettiği 1999 yılına kadar yalısında payitaht İstanbul unun hatıralarıyla gün geçirmiş bu münevver hanımefendi. Vaktiyle teşrifat denilen resmî protokol, bizim medeniyetimizin yani İslam-Türk, kısacası Osmanlı medeniyetinin terbiyesini teşkil eden temel kaide Edep Yâ Hû idi. diyor. Yunus un Ehl-i diller arasında aradım kıldım taleb/ Her hüner makbûl imiş, illâ edeb, illâ edeb diye övdüğü edebi de bu çerçevede tarif ediyor: Edep, edep yâ Hû ihtarına muhatap olmamaktır. Saray İstanbul unu gördü Münevver Ayaşlı, ucundan kıyısından da olsa Devlet-i Aliyye ye yetişmiş. Selanik te, türküsünde Selanik içinde selâ okunur/ Selamın sedası câna dokunur denilen Osmanlı Selanik inde dünyaya gözlerini açmış. Üç yaşında iken İstanbul a gelmiş. Babasının askerliği münasebetiyle bir kısmı bugün hudut haricinde kalan farklı şehirleri gezmiş. Avrupa-i Osmanî dediği Rumeli ni, Osmanlı nın uzak diyarlarını, sarayın, saraylıların, saray terbiyesinin mevcut olduğu İstanbul u görmüş. Sadullah Paşazade Nusret Ayaşlı ile evlenmiş. Sadullah Paşa Yalısı na gelin olmuş. Bu sayede Bayramî Melâmilerinin büyüklerinden Bünyamin-i Ayaşî Hazretleri nin sülalesine dâhil olan Münevver Ayaşlı, yazar, çizer, şiir söyler kimselerden pek çoğuyla yakın dostluklar kurmuş. Serapa edep timsali insanları, cemiyetin her tabakasına sirayet etmiş üstün ahlâkın, asırlar boyu süzülüp gelen asaletin numunelerini görüp aralarında yaşamış. Edep Yâ Hû da anlattıkları, bugünkü nesilden pek çokları için sanki başka bir dünyadan sesleniyor. Lafza-yı Celâl e hürmetkârlık Louis Massignon dan bir alıntı yapıyor Münevver Ayaşlı: Öyle Müslüman kızları bilirim ki Lafza-yı Celâl i söyledikleri zaman hicaplarından yüzleri kızarır, önlerine bakar ve ancak öyle Allah diyebilirler. Ayaşlı, kendisi de bu müşahedeyi tasdik ediyor; çocukluğunda, gençliğinde Müslüman kızlarının hep böyle olduğunu, hatta yalnız kızların değil hiç kimsenin günlük konuşmalarında bugünkü kadar sık Lafza-yı Celâl i ağzına almadığını, yemin etmediğini, kahkahayla gülmediğini söylüyor. Dindarlığını ispatlamak ya da o yolda tepkisini göstermek için kalabalıklara Tekbiiir! diye bağırmak, o mübarek ism-i şerif ile slogan attırmak nerede, bu hürmetkârlık nerede Münevver Ayaşlı, içinde doğup büyüdüğü cemiyetin o günlerinde bir insanın Yüce Hâlık ın isminden başlayıp kitabına, peygamberine, devletine, milletine, mahallesine, cümle yaradılmışa karşı devam eden edepten nasipsiz olmasına da anlam veremiyor. Niçin terbiyesiz olsun ki? diye soruyor: Evi, muhiti, camii, tekkesi, medresesi, mektebi ve memuriyet hayatı, esnaflık hayatında da bütün çevresi edepli, terbiyeli idi. Ve bu edep, terbiye ve nezaket çerçevesinden çıkmak, bir Osmanlı için hakikaten güç ve hatta imkânsızdı. Evinde anasına, babasına, ağabeyine ve ablasına saygılı olan bir çocuk, camide, tekkede, medrese ve mektepte de büyüklerine karşı hürmetkâr ve saygılı olurdu. Osmanlı için en kolay ve tabii olan şey edepli, terbiyeli ve nazik olmaktı. Kaba olmak, nâdân ve terbiyesiz olmak hatıra bile gelmezdi. Mahalle çeşmesinden evine su taşıyan on üç yaşındaki bir ahretlik kızın bile ceylan kadar ürkek, hassas, mahcup ve afif olduğunu; bütün davranışlarında bir saray cariyesi edası, inceliği ve zarafeti bulunduğunu anlatan Ayaşlı, kitabın sonraki bölümlerinde mahalle konağından saraya, bu edebin kemâliyle yaşandığı, yaşatıldığı, öğretildiği 8 mekânları tarif ediyor. Yazarın, bilhassa saray edebi, saray hayatı, saray sofrası hakkında anlattıkları, başka yerde rastlanması pek mümkün olmayan bilgiler. Zira ekseriyetini hanedan mensubu ya da Osmanlı ricali dostlarından bizzat dinlediği, şahit olduğu hatıralar oluşturuyor. Ayaşlı, saraylıların birbirlerine hitap tarzlarındaki zarafeti anlattıktan sonra yeni devirde hanedan mensupları arasında bile bu durumun değişmesinden üzüntü duyduğunu belirtiyor: Otuz senelik bir menfadan sonra memlekete avdetlerinde, bu hanedan kaidesinin değiştiğini esefle gördüm ve gayet laubali bir tarzda sultanlara Teyze veya Hala dediklerini hayretle ve büyük bir üzüntü ile müşahede ettim. Münevver Ayaşlı, nezaket ve şefkati müsellem olan Sultan Abdülhamid Han ın, saltanat makamında bulunmasına rağmen hizmetindeki kızlardan bir şey istediği zaman bile Yapar mısınız?, Verir misiniz?, Getirir misiniz? dediğini; arzularını sual tarzında ifade ettiğini söylüyor. Abdülhamid merhumun kerimesi Refia Sultan ın maiyetinde bulunan Kadriye Hanım ın sonradan bir Mısırlı prensesin hizmetine girdiğini, gördüğü kaba muameleler karşısında yana yakıla içini döktüğünü anlatıyor. Rıza Tevfik ten bir hatıra Kitaptaki şu hatıra ise Feylesof Rıza Tevfik ten nakil Rıza Tevfik Bey, bir gün sürgünde iken Londra da eski dostu Nicholson ı ziyaret eder. İngiltere yi kast Münevver Ayaşlı (1906-1999) ederek Niye Sultan Abdülhamid Han ile bu kadar uğraştınız, sonunda yıktınız? diye sorar. Nicholson şu cevabı verir: Mecburduk, zira bizim ordumuzla, donanmamızla, açlık tehdidimizle yola getiremediğimiz Hintlileri, Hint Müslümanlarını Sultan Abdülhamid bir selamı ile yola getirebiliyordu, her istediğini yaptırabiliyordu. Binaenaleyh bu kuvveti yıkmak mecburiyetinde kaldık. Bu mücadelemizde yalnız değildik; bütün dünya devletleri ve Siyonizm bizimle beraberdi. Fakat Sultan Abdülhamid in yıkılmasında biz en büyük yardımı içeriden gördük. Yeni Osmanlılar (Jeunes-Turcs) ve İttihatçılar bizim beşinci kolumuzdu. Edep Yâ Hû muhtevası zengin olsa da küçük hacimde bir kitap. İlk kez 1984 te cep boy olarak neşredilmiş. Yeni baskısının ilk bölümü, bu kitabın gözden geçirilmiş halinden oluşuyor. İkinci bölüm ise Münevver Ayaşlı nın 1967-1972 yılları arasında Yeni İstanbul ve Babıâli de Sabah gazetelerinde yayımlanmış yazılarından bir seçki. Yazılar mübarek gün ve gecelerden, İslam tarihinden, din büyüklerinden bahseden makalelerden, Eşrefoğlu Rûmî nin Müzekki n-nüfûs, İmam Gazâlî nin Kırk Esas ve Mükâşefetü l-kulûb gibi klasik dinî/ tasavvufî eserlerinden alıntılardan oluşuyor. Mehmet Ali Özkardeş, Hali Can gibi zâtların Münevver Ayaşlı nın sorularına verdikleri yazılı cevapların da yer aldığı bu bölümün adı, Ayaşlı nın gazetedeki köşesinin de adı olan Merak.

245x325 Subat ilan.indd 1 17.02.2014 23:16:01

KAPAK Yazarlar nasıl çalışır? Mason Currey, Günlük Ritüeller: Büyük Eserlerin Yaratıcıları Nasıl Çalışır? adlı kitabında büyük dâhilerin nasıl çalıştıklarının izini sürüyor. Kitap, edebiyat eserlerinin içeriğine değil, yazıldığı koşullara, anlamdan ziyade üretime odaklanıyor. Currey nin kitabından yola çıkarak edebiyatçıların eserlerini araştırdık. P MEHMET ÖZTUNÇ hilip Roth yazma uğraşıyla ilgili şöyle der: Kömür madenciliği zor bir iştir. Yazı ise kâbus Mesleğin içine yerleşmiş muazzam bir belirsizlik, sizi bazı açılardan destekleyen ve sürekli devam eden bir şüphe dozu var. İyi bir doktor işiyle mücadele halinde olmaz; iyi bir yazarsa işiyle giriştiği mücadeleye hapsolmuştur. Çoğu mesleğin bir başlangıcı, ortası ve sonu vardır. Ama yazmak her zaman yeniden başlar. İşin doğası gereği yeniliğe ihtiyaç duyarız. Bu işte birçok yenilenme söz konusudur. Aslında her yazarın ihtiyaç duyduğu tek yetenek, bu son derece olaysız çalışma esnasında hareket etmeden oturma becerisidir. Yazmanın nasıl harlı bir ateş olduğunu Roth un bu tespitleri bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Her zaman yeniden başlayan, sürekli yeniliğe ihtiyaç duyan bir çalışma... Peki, yazar nasıl çalışır, hayranlıkla okuduğumuz yapıtlarını nasıl var eder? Kadim zamanların sorusu Sadece günümüzde değil kadim zamanlardan beri insanlar bu sorunun yanıtını aramışlardır. Bir Çin meseli tam da söz konusu arayışa ışık düşürüyor: Çinli ressamların kendilerini tamamıyla doğaya kaptırmak üzere haftalarca dağlarda ve ormanda, hayvanlar arasında, hatta suyun içinde yaşadığı söylenir. Mi Fei, tuhaf bir şekilde bir kayaya kardeşim diyordu, Fan K uan dağlarda ve ormanlarda yaşıyor, genellikle bütün gününü bir kayanın üzerine tüneyerek geçiriyor, kırın güzelliğini seyrediyordu. Yer karla kaplı olduğu zaman bile ay ışığında geziniyor, esinlenmek için kararlı bir tavırla ilerilere bakıyordu. Kao K o-ming karanlığı ve sessizliği seviyordu; yabanda dolanıyor, günlerini kendini kaybetmiş bir halde dağların ve ormanların güzelliğini tefekkür ederek geçiriyordu. Eve dönünce de bir odaya kapanıyor, kimsenin girmediği o odada ruhunun bu dünyanın sınırlarını aşması için çabalıyordu. Susan Sontag, daha çok Pavese nin günlüklerinden yola çıkarak yazdığı ufuk açıcı Sanatçı: Örnek Bir Çilekeş adlı denemesinde, yazma sürecini şu sözlerle ifade eder: Yazar, örnek bir çilekeştir çünkü hem acı çekmenin en derin katmanlarına inmiş hem de acısını yüceltmede profesyonel bir yöntem keşfetmiştir. Yazar, bir insan olarak acı çeker; yazar olarak da bu acısını sanata dönüştürür. Yazar, çektiği acıyı, sanatta elde edeceği kazanç uğruna kullanmayı keşfetmiş kişidir -tıpkı azizlerin, ruhların selameti için acı çekmenin yararlı ve gerekli olduğunu keşfetmeleri gibi. Sontag dikkat çekici bir biçimde yazarı insan ve yazar kimlikleriyle ele alıyor. İnsan kimliği bu acıyı yüklenirken, yazar kimliği sanat katına çıkarıyor. Konu bulamadığım günler olur Nurullah Ataç, 10 Eylül 1955 tarihinde güncesine şu notu düşer: O yazarların ne yaptıklarıyla, nasıl yaşadıklarıyla gerçekten ilgilenirler mi? İlgilendiklerini sanırlar, o başka. Çoğu, öğrenmeleriyle unutmaları bir olur. Diyelim ki unutmadılar, şu hikâyecinin ne biçim çalıştığını, bu şairin geceleri kaçta yatıp sabah kaçta kalktığını iyice biliyorlar, ne olacak bunu bilecekler de? Öte yandan Ataç, Yaşar Nabi Nayır ın Varlık dergisi için kendisine yönelttiği, 10 Philip Roth Nurullah Ataç Nasıl yazarsınız? Mevzularınızı arar mısınız? Ve sırf yazmak ihtiyacı ile masa başına hazırlıksız oturduğunuz olur mu? sorusuna şu cevabı verir: Öylesi de olur, böylesi de Biliyorsunuz, ben bir gazeteye her hafta bir yazı veririm. Bir konu bulamadığım günler olur. Gene otururum yazmaya, konu gelir kendi kendine. Bir yazımı, gün olur, dört saat, beş saatte yazarım, kimi de çabuk biter. Yaşar Nabi Nayır ın bu sorusuna cevap veren yazarlarımızdan biri de Ahmet Hamdi Tanpınar dır. Mason Currey Tanpınar, güç ve yavaş yazdığını söyleyerek söze girer ve Yazarken çok değiştiririm. Çalışmaya başlayınca araya herhangi bir şey girmezse sonuna kadar aynı hızla devam ederim. Fakat aralık verince tekrar başlamaklığım için aylar ister. dedikten sonra sözlerini şöyle sürdürür: Çok defa devamlı çalışmam için eserin beni bırakmayacak kadar ilerlemiş olması ve kapıda matbaacının adamı beklemesi lazım olur. Hayatımda en mesut olduğum anlar sekizden bire kadar yazı masasının başında kalabildiğim anlardır. Zorluk ve sıkıntıyla yazarım Yaban, Kiralık Konak, Sodom ve Gomore gibi edebiyatımızın klasikleri arasında sayılan romanların yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu ise yazdıklarından hiç de hoşnut değildir. Kendisine karşı müsamahasızlığını ya da kendi ifadesiyle müşkülpesentliğini ilkgençlik yıllarında okuduğu Gustave Flaubert in, Anatole France ın eserlerindeki göz kamaştırıcı ifade yeteneğine bağlar ve nasıl çalıştığını şu sözlerle dile getirir: O uzak zamanlardan kalma harâbatilikle ben, kendimi hâlâ edebiyatın bohème i içinde hissetmekteyim. Öyle Avrupa nın kalantor üstadları gibi muayyen ve hususi bir çalışma tarzım yoktur. Yalnız şunu söyleyeyim ki, yazılarımı büyük bir zorluk ve sıkıntıyla yazarım. Yazıp bitirdikten sonra da hiçbir ferahlık duymam. Dâhiler nasıl çalışıyordu? Mason Currey, Günlük Ritüeller: Büyük Eserlerin Yaratıcıları Nasıl Çalışır? (Kolektif Kitap) adlı kitabında büyük dâhilerin nasıl çalıştıklarının izini sürü-

KAPAK yor. Kadim Çin hikâyesindeki duruma benzer bir biçimde Currey de bir buçuk yıl boyunca hafta içi hemen her sabah beş buçukta kalkarak önce dişlerini fırçalar, sonra bir fincan kahve hazırlar ve son dört yüzyılın büyük dâhilerinin nasıl çalıştıkları üzerine yazmaya koyulur. Kitap, yazarın da belirttiği gibi, anlamdan ziyade üretime odaklanıyor. Currey yazarlar kadar besteciler, bilim adamları ve felsefecilerin de çalışma biçimlerini irdeliyor ama biz bu yazı da sadece yazarların nasıl çalıştıkları üzerinde duracağız. Haftada yedi gün, her sabah yazarım Nobelli yazarların çalışma biçimleri, disiplinleri askerî bir düzeni ve titizliği andırır. 2013 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Kanadalı öykücü Alice Munro, ödülü almadan önce verdiği bir söyleşide kendisine yöneltilen, Haftada kaç gün yazarsınız? sorusuna şu cevabı veriyor: Haftada yedi gün, her sabah yazarım. Sabah sekiz gibi başlarım yazmaya ve on bir civarında bitiririm. Günün geri kalan kısmında başka işler yaparım, eğer son müsveddemi yazıyorsam ya da üzerinde çalışmaya devam etmek istediğim bir şey varsa bütün gün küçük aralar vererek çalışırım. Munro nun bu çalışma disiplini karşısında kaçınılmaz olarak ikinci soru gelir: Bir düğün ya da etkinlik olsa bile uyulan katı bir çalışma programı mıdır bu? Öylesine takıntılıyımdır ki, belirli bir sayfa kotam vardır. Belli bir günde bir yere gideceksem o sayfaları önceden yazarım. diyen Munro, söyleşinin devamında bir öyküyü bitirdikten hemen sonra yeni bir öykü yazmaya koyulduğunu söylüyor. Orhan Pamuk: Günde on saat Orhan Pamuk ise Manzaradan Parçalar adlı kitabında yer alan ve The Paris Review a verdiği söyleşide, yazı mekânının mutlaka hayatın diğer işlerinin görüldüğü yerden farklı olması gerektiğini; evcilleşmiş, ehlileşmiş günlük düzenin, hayal gücünün işlemek için ihtiyaç duyduğu öteki dünyaya duyulan özlemi soldurduğunu ifade ediyor. Pamuk, 1986 baharında eşiyle birlikte evli öğrencilere ayrılmış bir evde yaşadığını belirtiyor ve aynı mekânda hem yatmak hem de yazmak zorunda kaldığını, aile hayatını hatırlatan ayrıntıların çalışırken kendisini huzursuz ettiğini anlatıyor. Pamuk daha sonra sabahları karısıyla tıpkı işe giden bir adam gibi vedalaştığını, evden çıkıp sokaklarda dolaştığını ve ofisine yeni gelen biri gibi masasına geçtiğini aktarıyor. Yazar, 1994 te Cihangir deki evinde her gün ortalama on saat çalışmış. Günde on saat mi? şeklindeki soruya şu cevabı veriyor: Evet, çok çalışırım. Masamda oturmak, oyuncaklarıyla oynayan bir çocuk gibi hoşuma gidiyor. Yaptığım temelde bir iş, ama aynı zamanda oyun ve eğlence. Çocukların gürültü yapması yasak! Mason Currey, Thomas Mann ın her gün saat sekizde uyandığını, yataktan çıktıktan sonra karısıyla bir fincan kahve içtiğini, daha sonra banyo yapıp giyindiğini, sekiz buçuktaki kahvaltının ardından dokuzda odasına geçtiğini ve hiç kimseyle görüşmediğini aktarıyor. Mann ın esas yazma saatleri dokuz ile öğle saatleri arasıymış ve çocukların evde gürültü yapması kesinlikle yasakmış. Mann, Her paragraf bir yolculuğa, her sıfat da bir karara dönüşür. diye yazmıştı. Yazar için öğleye kadar oluşmayan her şeyin ertesi güne kalması gibi bir riski vardı, bu nedenle Buddenbrooklar, Doktor Faustus, Lotte Weimar da ve Büyülü Dağ ın yazarı dişlerini sıkıp bir seferde yavaş adım atmaya kendini zorluyordu. Ayakta yazan HemIngway Kısa cümlelerin ustası Ernest Hemingway, bilinenin aksine, her yazma seansına iki numaralı yirmi tane kalemin ucunu açarak başlamaz. Bu yanlışı şu açıklamasıyla düzeltir: Bir seferde yirmi kalemim birden olduğunu hiç sanmıyorum. Hemingway, üstünde bir daktilo ve onun da üstünde bir okuma levhası olan, göğüs hizasındaki bir kitap rafına dönük olarak ayakta çalışır. İlk müsveddeleri, levhanın üstündeki eğik duran pelür daktilo kâğıtlarına kalemle yazar, çalışma iyi gittiğinde panoyu kaldırıp yerine daktilosunu koyar. Günlük kelime randımanını bir çizelge üzerinden takip eder, yazmanın iyi gittiğine inanmıyorsa romana ara verir. Alice Munro Orhan Pamuk Ernest Hemingway Tarık Buğra İkindi saatlerinde yazılan başyapıt William Faulkner, Ruhum beni harekete geçirdiğinde yazıyorum. Ve o ruh beni her gün harekete geçiriyor. demişti. Döşeğimde Ölürken i denetmen olarak çalıştığı üniversitenin elektrik santralindeki gece mesaisine başlamadan önce, ikindi saatlerinde yazmıştır. 1930 da büyük ve döküntü bir ev alan Faulkner, evi tamir etmek ve işleri hal yoluna koymak için istifa eder. Sonrasında erken saatlerde uyanan, kahvaltısını yapan ve bütün sabahı çalışma masasında geçiren bir Faulkner karşımıza çıkar. Öğle yemeğinden sonra evin tamiratına devam eder, ardından ya uzun yürüyüşler yapar ya da ata biner. Mesaiden sonra yazı masasında Tam yirmi yıl önce aramızdan ayrılan Tarık Buğra verdiği bir söyleşide Orhan Pamuk un yazma imkânlarını kıskandığını söylemiş ve Pamuk un başka bir iş yapmak zorunda olmadan bütün vaktini yazarak geçirebildiğini, oysa kendisinin sabahtan akşama kadar süren bir memuriyet mesaisinden sonra yazı masasına oturabildiğini anlatmıştı. ABD li yazar Toni Morrison da çalışma koşullarından yakınan yazarlardandır. The Paris Review a verdiği söyleşide, Düzenli yazamıyorum. Bunu hiçbir zaman beceremedim; nedeni de daima dokuz-beş bir işim olmasıydı. Ya bu saatler dışında hızlı hızlı yazmam ya da hafta sonlarımın ve gün doğmadan önceki vakitlerimin büyük kısmını harcamam gerekti. der. Morrison yazı masasına oturduğu anda hayatı bir kenarda bekletmeyi başaranlardandır: Yazmaya oturduğumda asla derin düşüncelere dalmıyorum. Buna vaktim yok; çocuklarımla ve öğretmenlikle ilgili yapacak başka bir dolu işim oluyor. Düşüncelere dalma, fikirler üretme işini arabayla işe giderken, metrodayken veya çim biçerken yapıyorum. Kâğıdın başına geçtiğimde üzerinde çalışabileceğim bir şeyler oluyor ve böylece üretebiliyorum. Gün ışığına ihtiyacım var Günter Grass, Gece mi yazarsınız, gündüz mü? sorusuna, Asla gece olmaz. Geceleri yazmak çok kolaydır. Sabah okuduğumda gece yazdıklarımın hiç iyi olmadığını görürüm. Başlamak için gün ışığına ihtiyacım var. Sabah dokuz ile on arasında okuyarak 11

KAPAK ve müzik dinleyerek uzun bir kahvaltı yaparım. Kahvaltıdan sonra çalışırım ve öğleden sonra bir kahve molası veririm. Sonra tekrar başlar ve akşam yedide çalışmayı bırakırım. şeklinde cevap verir. Hiç kuşkusuz şiirin süzülüp gelmesiyle öykü ya da romanın yazılma biçimi arasında fark vardır. Söz ya da dize esaslı şiir, bazen küçük bir kıvılcımla birden ortaya çıkabilirken, öykü özellikle de roman daha uzun soluklu bir çalışmayı gereksinir. Şairlerin nasıl yazdığı da bu tartışmanın bir başka yönü. Bilge şair T. S. Eliot bir söyleşide, Dizelerinizi kaleme alırken alışkanlık olarak yaptıklarınızdan söz eder misiniz? sorusuna şu cevabı verir: Elle ya da daktiloyla fark etmez, düzenli saatlerle çalışırım, ondan bire kadar mesela. Ama daktiloyla yazarken hatırı sayılır değişiklikler yaparım. Gerçek anlamda yazabildiğim, üç saati geçmiyor. Aynı gün daha sonra yazdıklarımın üstünde çalışabilirim. Hızırla Kırk Saat nasıl yazıldı? Sezai Karakoç ise Hatıralar adlı kitabında Hızırla Kırk Saat in yazılış hikâyesini şu sözlerle anlatıyor: Mayıs, haziran aylarında (1976) akşamüzerleri Yenikapı ya iniyor, deniz kenarındaki kahvelerde Hızırla Kırk Saat i yazıyordum. Sanki denizle mülâkat yapıyordum da şiir bu mülâkatın notlarıydı. İki ay içinde aşağı yukarı 40 gün kadar deniz kenarına inip şiiri bölüm bölüm yazdım. Tabii ki ikindiden sonra gidiyor, akşam dönüyordum Her gidişimde net bir saat yazmış olduğumu kabul edersek kitap için kırk saatlik net çalışma olmuş demekti. Ziya Osman Saba ise nasıl çalıştığını şu sözlerle anlatıyor: Çok şükür şiiri ne zaman, nerede olsa yazabiliyoruz. Tramvayda, vapurda, yürürken, otururken, yatarken hatta kim bilir uykuda bile Kalemle yazmak bakımından yaptığım, fazla fazla, küçük kâğıt parçalarına not etmektir. Bu küçük kâğıt parçalarını, cebimde yine küçük kâğıt parçalarına not etmektir. Bazı şiirler inatçıdır, bitmek bilmezler; nihayet olmayacak der bırakırım. Notlarım o küçük kâğıtların üzerinde kalır. Ara sıra yoklarım, yine bana mısın demezler. Sonra ne olur bilmem, bazen senelerce sonra o şiirler yola gelmişlerdir, bitiverirler. Günter Grass Ziya Osman Saba Ziya Osman demişken Cahit Sıtkı Tarancı ya söz vermemek olmaz: Nasıl yazdığımı ben de bilmiyorum dersem şaşırmayın. Şiirde bu belli olmaz. Yemek yerken veya yolda giderken bir mısra geliverir, galiba Valéry nin yukarıdan inen mısraı gibi bir şey. Dairede çalışmanızı, yemeğinizi, gezmenizi, uykunuzu ona tahsis etmek mecburiyetindesiniz. Şiir bitmeden bu yükten kurtulamazsınız. 12 Sezai Karakoç W. B. Yeats Yeats: Çok ağır yazarım Çok ağır yazarım. diyen İrlandalı şair W. B. Yeats, günde beş ya da altı iyi cümleden fazlasını yazamadığını söyler. Edebiyat çevreleri onun her gün en az iki saat yazdığında hemfikirdir. Günlük düzeni bozulunca yazma gücünü kaybeden şair, Her türlü değişiklik, benim hiçbir zaman güçlü olmayan çalışma alışkanlığımı altüst ediyor. der. Şairlerin çok okumadığı yaklaşımını boşa çıkartacak şekilde Yeats, sabah ondan bire kadar düzenli okuma alışkanlığını sürdürmüştür. İkinci Yeni nin usta şairi Turgut Uyar da içinden gelsin gelmesin yazma ihtiyacıyla masa başına ya da başka bir yere oturduğunu belirtse de, Böyle hallerde daima ellerim böğrümde kalır. der ve sözlerini şöyle sürdürür: İnadına hiçbir şey yazamam. Hele yazmak istediğim bir şiir olursa. Bir şiir yazdıktan sonra uzun zaman başka bir şey yazmazsam belli belirsiz bir huzursuzluk duyarım. Sonra birden gelen bir iki mısra etrafında dönenir, ya tamamlarım yahut kalır. Uyar ın dikkati çeken açıklamaları ise daha sonra gelir: Mektepten kalma bir alışkanlık olacak, şiir yazdığım zaman bir kabahat yapıyormuşum gibi gizli, hemen daracık vakitte, suçüstü yakalanacakmışçasına çabuk davranmamı gerektirecek şartlar ararım. İşimi bir an evvel ve en iyi şekilde (zira sonra kolay kolay düzetmem) bitirmeye zorlayacak sebepler bulunmalıdır. İlham beklenmez, çağrılır Cahit Zarifoğlu ise Nasıl yazıyorsunuz? sorusuna şu cevabı verir: Eskiden böyle soruları ilham geliyor mu, diye sorarlardı. İlham önemlidir ama onun gelmesini beklemem. Çağırırım. Sanırım Balzac gibi kafama sargılar mı doladığımı, bir dağ evine çekilmek, evden kaçmak gibi şeyleri öğrenmek istediniz. Böyle alışkanlıklarım yok. Çok ilginç yazma yöntemleri olan yazarlar da var elbet. Sözgelimi Voltaire, yatakta okuyarak eserlerini sekreterine dikte ettirir. Victor Hugo romanlarını çıplak yazarken, Colette yazıya başlamadan önce kedisinin pirelerini ayıklar. Edgar Allan Poe da kedisi olmadan yazamayanlardandır. O yazarken kedisi mutlaka omzundadır. Schiller masasının çekmecelerindeki çürük elma kokuları içinde adeta kendinden geçer eserlerini yazarken, Alexandre Dumas ise sabahın ilk ışıklarıyla birlikte güne elma yiyerek başlar. Virginia Woolf da tıpkı Hemingway gibi ayakta yazanlardandır. Kemal Tahir ise romanlarını ses kaydediciye söyler, sonra de eşi Semiha Hanım yazıya aktarır. Selim İleri, Kemal Tahir in eserlerine olan hâkimiyetini anlatırken, bir yandan art arda cümleler kurduğunu bir yandan da Semiha, ünlem diyorum dikkat etmeyip nokta koyuyorsun! sözleriyle karısını uyardığını aktarıyor. Savaş ve Barış sekiz defa yazıldı Sevim Burak, cümlelerini küçük kâğıtlara yazar, perdelere tutuşturur sonra da bunları toplayıp öykülerini tamamlar. Raymond Carver, öykünün ilk taslağını bir oturuşta çıkarmasına rağmen aynı öykünün birkaç versiyonunu yazmanın zaman aldığını, yaklaşık otuz-kırk taslak daha çıkardığını söyler. Carver, bu sözlerinin arasında Tolstoy un Savaş ve Barış ı sekiz defa yazdığını da hatırlatır. Herman Melville her sabah ahıra gidip önce atını sonra da ineğini ziyaret edip yazı masasının başına geçerken, dindar bir Katolik olan Flannery O Connor güne sabah altıda başlar, dualarını okur, sabah ayinine katılır ve sonra yazmaya koyulur. Elinde sigara ve kahvesi olmadan adeta düşünemeyen Truman Capote de yatarak yazanlardandır. Capote kopyaları daktilo ederken bile yataktadır ve daktilosu dizlerinin üzerindedir. İnsanın hayatını bir kitap imal etmeye adaması gerçekten iğrenç. diyen Marcel Proust kronik astımını rahatlatmak için Legras tozunu yakar ve bazen odası tamamen duman altı olur. Gümüş demlikte yanına bırakılan iki fincanlık sert kahve ve

KAPAK Cahit Zarifoğlu Sevim Burak Umberto Eco Graham Greene tek kruvasan, yazı yazarken gün boyu idare ettiği azığıdır. Öyküler uzunluklarına bağlı olarak en iyi bir ya da üç sıçrayışta yazılır. Üç sıçramalık öykü art arda üç günde yazılıp bitirilmeli, ardından gözden geçirilmeli ve sonra da işe gitmeli. diyen F. Scott Fitzgerald, askerdeyken bile gizli gizli yazmıştır. Bu yazma aşkına rağmen Fitzgerald düzenli yazamamaktan yakınır. Graham Greene ise başyapıtını tamamlamak için karısından başka kimsenin giremediği özel bir atölye kiralar. Ev yaşamının hengâmesinden kaçmak için adresini ve telefon numarasını hiç kimseye vermez. Her gün beş yüz kelime sınırı olan Greene bu dönemde günde iki bin kelime yazar ve altı haftanın sonunda The Confidential Agent ı (Gizli Ajan) tamamlar. Yazar, altmışlı yaşlarda ise beş yüz kelime çıtasını iki yüz kelimeye kadar düşürmüştür. Stephen King de her gün iki bin kelime kotasını doldurmadan çalışmaya asla ara vermez. Soldan sağa doğru yazıyorum Yazma koşullarının, yazı araçlarının, görsel imkânların değiştiği, çeşitlendiği günümüzde çağdaş yazarların nasıl çalıştıklarına bakalım. Günümüz İtalyan edebiyatının en önemli romancılarından Umberto Eco, Genç Bir Romancının İtirafları adlı kitabında belki de Nasıl yazıyorsunuz? sorusuna verilebilecek yeni bir cevabın kalmayışını muhteşem ve ironik bir imkâna dönüştürerek, Soldan sağa doğru yazıyorum. demişti. Eco bunu söylese de romanları öncesinde belgeler topladığını, haritalar çizdiğini, bir binanın ya da geminin planlarını defterlerine geçirdiğini belirtiyor. Eco, Gülün Adı ndaki keşişlerin portrelerini bile çizmiştir. İtalyan romancı, Gülün Adı için uzun zaman bir şatoda kaldığını, münzevi bir hayat yaşadığını aktarıyor. Foucault Sarkacı nı planlarken de hikâyenin temel olaylarından bir kısmının geçtiği Conservatoire des Arts et Métiers nin koridorlarında dolaştığını söylüyor. Düş kurarak yazmak Amerikalı yazar Joyce Carol Oates, yazı yazarken zamanının çoğunu daima uzun uzun pencereden dışarı bakarak, düş kurarak ve düşüncelere dalarak 14 Joyce Carol Oates geçirdiğini aktarıyor: Sözüm ona düş ürünü yaşantının büyük bir kısmı, dikişle tutturulmadan birbirinin içine geçmiş gibi olan bu üç eylem tarafından çepeçevre sarılır. Bu sık sık yaptığım sözlüğe bakma eyleminden pek de farklı değil, bütün sabahlar böyle bir zihin meşguliyetinin mutlu sersemliği içinde akıp gidebilir. İnsanlar benim üretken biri olduğumu düşünüyor ama yakınlarımın bildiği gibi, zamanımın çoğunu pencereden dışarıya bakarak geçiriyorum ve bunu öneriyorum. Fiziksel gücün sanatsal duyarlık kadar gerekli olduğuna inanan Japon yazar Haruki Murakami, koşmak ve sağlıklı beslenmek için Tokyo dan taşraya taşınır ve sigarayı bırakır. Murakami yoğun yazma temposu içinde birçok daveti geri çevirir. Japon romancı, sabah dörtte kalkıp kesintisiz beş altı saat çalışır. Öğleden sonra ise ya koşar ya da yüzer. İkisini yaptığı zamanlar da olur. Günlük işlerin ardından müzik dinler. Saat dokuzda ise uyur. The Paris Review a verdiği söyleşide, Her gün hiç aksatmadan bu rutini sürdürüyorum. der. El yazısıyla ve kurşunkalemle Yaşar Kemal hâlâ kurşunkalemle ve el yazısıyla yazarken, yakın bir zamana kadar daktilo ile yazan Selim İleri artık Yaşar Kemal şerit bulmakta zorlandığı için bilgisayara geçtiğini söylemişti. Selim İleri bir yazısında, Nazlı Eray ın bilgisayarla yazmaya başlasa da bir süre sonra tekrar el yazısına döndüğünü belirtiyordu. Cemil Kavukçu ise yürümeyi adeta bir yazma öncesi seans gibi kurguladığını yürüme esnasında zihnine doluşan sözcükleri bir an önce kâğıda ya da bilgisayara aktarmak için eve döndüğünü söylüyor. Belirlenmiş bir güzergâhta yol almaktan, belirlenmiş bir hedefe doğru yürümekten hoşlanmadığını belirten Hasan Ali Toptaş, Romanı romanın içinde düşünebiliyorum ben, orada, onunla birlikte planlayabiliyorum. diyor. Bir yazarın nasıl yazdığı, bir magazin sorusu niteliği taşısa da yazıyla, yazarla kurulan ilişkiyi renklendiren, çeşitlendiren bir özellik de barındırır, bu ilişkiyi derinleştirir. Philip Roth, kömür madenciliğini zor bir iş, yazıyı ise bir kâbus olarak tanımlarken zorluktan öte nasıl bir azap olduğunu da tarif ediyor. Zor bir işten kaçmanın yollarını ararken çoğu zaman çekilen azaba ortak olmaktan kendimizi alamayız. Belki de yazarın nasıl yazdığının izini sürerken bir okur olmanın konforundan sıyrılıp örnek çilekeşlerin çektiği o azaba ortak olmanın peşindeyizdir, kim bilir.

TARİH Avrupalı gazeteci gözüyle ulu hakan Nicolas Nicolaides, 1800 lü yılların sonunda Paris te gazete çıkaran, Sultan II. Abdülhamid tarafından maddi ve manevi olarak desteklenen bir gazeteciydi. Nicolaides in padişahı anlatan Bir Gazeteci Gözüyle Abdülhamid adlı kitabı Erdoğan Keskinkılıç tarafından yayına hazırlanıp günümüz okuruna sunuldu. BİR GAZETECİNİN GÖZÜYLE II. ABDÜLHAMİD, NICOLAS NICOLAIDES, HAZ.: ERDOĞAN KESKİNKILIÇ, YİTİK HAZİNE YAYINLARI, 167 SAYFA, 8.50 TL D OSMAN İRİDAĞ ers kitaplarında Osmanlı Devleti anlatılırken dört dönem sayılır: Kuruluş, yükselme, duraklama ve dağılma dönemleri Söğüt te Osman Gazi tarafından temeli atılan ve kısa sürede fetihlerle büyüyerek üç kıtada hüküm süren Osmanlı Devleti, 600 yıl boyunca dünya siyasetine yön vermeyi başarmıştı. Toplam 36 padişah ülkeyi yönetirken, tarih kitaplarında ağırlıklı olarak ilk 10 padişah dönemi anlatıldı. Daha doğru bir ifadeyle, tarihe biraz meraklı olanların ilgisi hep ilk 10 padişah dönemiyle sınırlı kaldı. 11. padişah olan II. Selim e (Sarı Selim) kadar olan süreç -12 yıllık Fetret Devri sayılmazsa- Osmanlıların hep yükseliş dönemiydi. Bu nedenle olsa gerek, ilk dönem padişahlarının kim olduğunu, neler yaptıklarını, hangi zaferleri kazandıklarını, ülkenin sınırlarını nasıl genişlettiklerini okuduk, öğrendik, hayal ettik. Duraklama dönemi ile beraber padişahların sırasını da karıştırmaya başladık; kimin kimden sonra geldiğini öğrenmeye pek hevesimiz kalmadı. Bu dönemlerde toprak kaybetmeye başlanması padişahların büyüklüklerini anlamaya engeldi. Oysa bu süreçte de, Osmanlı nın son yıllarında da dünya tarihine yön veren sultanlar çıkmıştı tahta. Onlardan biri de Avrupa nın Osmanlı yı hasta adam ilan ettiği yıllarda başa geçen Sultan II. Abdülhamid di Sultan Abdülhamid in tahta çıktığı dönemde Devlet-i Aliyye dış borçları ödeyemez hale gelmiş, ordu arka arkaya alınan yenilgilerle dağılmaya başlamış, deniz kuvvetleri neredeyse yok olmuş ve dönemin büyük devletleri, özellikle de sıcak denizlere inmek isteyen Rusya için kolay lokma haline gelmişti. Hasta adam ı iyileştirmeye çalıştı Kardeşi V. Murat ın kısa süren padişahlığının ardından sürpriz bir şekilde tahta çıkan Sultan Abdülhamid, 33 yıllık padişahlığı süresince özellikle dış politikadaki siyasetiyle hasta adam ın iyileşmesi için adımlar atmıştı. Büyük devletlerin kendisinden önce başlatıp devam ettirdikleri planlara karşı reel politika şartlarında her devlete eşit uzaklık ilkesiyle barış ortamında bağımsız bir politika izledi. Kendi sağlığında politikasını beğenmeyen Fransız ve İngiliz yazarların kızıl sultan, büyük cani şeklindeki kampanyalarına karşılık yurtdışında Osmanlı Devleti lehinde kamuoyu oluşturmak için stratejiler geliştirdi. Avrupa başkentlerinde çıkan gazeteleri lehte yayın yapmaları şartıyla maddi olarak destekledi, çeşitli devlet nişanları ve madalyalarla ödüllendirdi. Hatta sadece lehte yayın için gazete çıkarılmasını sağladı. Gazetelerin yanında bazı haber ajanslarına abone adı altında maddi destek sağladı veya İstanbul daki muhabirlerine para verildi. Yurtdışında kamuoyu oluşturma yoluna giden ilk Osmanlı padişahı olan II. Abdülhamid, Osmanlı Devleti sınırları içinde yaşayan gayrimüslimlerin sosyal ve ekonomik bakımdan Müslümanlarla eşit şartlar altında yaşadıklarını bu yayınlar aracılığıyla Avrupa kamuoyuna anlattı. Sultan II. Abdülhamid in yurtdışında desteklediği gazetecilerden biri de Nicolas Nicolaides idi. Osmanlı tebaasından İstanbullu bir Rum olan Nicolaides, Paris te ilk sayısı 1888 de yayımlanan L Orient isimli haftalık bir gazete çıkarıyordu. Başlangıçta sadece Rumların hukukunu savunan gazete, 1892 yılından itibaren logosunda hem Rumların hem Osmanlıların gazetesi olduğunu duyurmaya ve ilk sayfasına Abdülhamid in büyük bir turrasını koymaya başladı. 1893 yılından itibaren gazetenin logosuna Organe special des Interes de l empire Ottoman ifadesi yazılarak Osmanlı Devleti nin yayın organı olduğu tescillendi. Hizmetlerinin karşılığı olarak Devlet-i Aliyye den aylık 200 frank ve çeşitli nişanlar alan Nicolaides, II. Abdülhamid ve Osmanlı Devleti ile ilgili üç kitap yazdı. Aynı zamanda bir Osmanlı tebaası olan Nicolaides in Sultan Abdülhamid le ilgili yazdığı üç kitaptan en dikkat çekicisi, Erdoğan Keskinkılıç tarafından hem günümüz hem Osmanlı Türkçesi ile yayımlanan Bir 16 II. Abdülhamid Gazeteci Gözüyle Abdülhamid adlı eser olsa gerek. Gazeteci bu kitapta amacının sultanın idari, siyasi ve askeri konularda yaptığı ıslahatları anlatmak olduğunu söylüyor. Tarihçi olmadığını belirten Nicolaides, II. Abdülhamid dönemini hiçbir kritiğe tabi tutmadan olduğu gibi anlatan bir tarzı tercih etmiş. Eserin bazı bölümlerinde Osmanlı Devleti ne dair sayısal veriler ve ayrıntılı bilgiler var. Bu husus, devletle ilgili istatistiklerin yazara verildiği izlenimini uyandırıyor. Yazara göre hükümdar, dönemin ağır şartlarına aldırmadan ülkesinin gelişmesi ve ilerlemesi için gece-gündüz çalıştığından, hürmetle anılmaya lâyıktır ve başarıları ne kadar övülse azdır. İyi siyasetçi, akıllı komutan, hayırsever Padişahın 33 yıllık iktidarını dokuz bölümde anlatan Nicolaides onun sadece iyi bir siyasetçi, akıllı bir komutan değil, aynı zamanda iyi kalpli bir insan olduğuna dikkati çekiyor. Yaptırdığı aşevi ve imarethanelerin çokluğunu hatırlatan yazar; sel, deprem ya da yangın gibi felaket yaşanan bölgelere padişahın kendi hazinesinden para aktardığını söylüyor. Bizzat Abdülhamid in nakit yardımlarıyla kurulan Darülaceze de ayrım gözetilmeksizin her din ve mezhebe mensup, bakıma muhtaç kişilerin barındırıldığını anlatıyor. O dönemde Avrupa da acizlere yardım için böyle bir yer olmadığını belirtiyor. Hac ibadeti sırasında hacılara gerekli tıbbi hizmetlerin sağlandığı, tabip ve ilaç gönderildiği ve bütün masrafların sultanın hassa bütçesinden karşılandığı da kitapta yer alan bilgiler arasında. Kitapta Abdülhamid in maliye, bayındırlık, ticaret, sanat, ziraat, eğitim ve savunma alanlarında yaptıkları detaylıca aktarılmış. Her bölümde sultanın büyüklüğüne şahitlik ediyor yazar. Biz tek örnekle yetinelim: Sultan Abdülhamid in tahta çıktığı dönemde ülkedeki toplam demiryolu uzunluğu 1068 km. imiş. Tahttan indiğinde ise bu rakam 6159 km. olmuş. Üstelik İstanbul a tarihin en eski tramvay yolu yapılmış ve yine payitahttan kutsal topraklara kadar bir tren yolu inşa edilmiş. Nicolaides in kitabını okurken ders kitaplarında anlatılan kuruluş ve yükseliş dönemlerindeki Osmanlı padişahlarından birinin hayat hikâyesini okuyormuş hissine kapılabilirsiniz Ve dönemin şartları düşünüldüğünde yazarın anlattığı Sultan Abdülhamid in neden ulu hakan olduğu gerçeğiyle de yüzleşirken bulabilirsiniz kendinizi.