KARATAY SANAT-EDEBİYAT BU SAYIDA ÖZEL DOSYA: AŞK ANTALYA DA SANATIN YENİ ADRESİ KARATAY MEDRESESİ. www.karatayfm.com. Bekir ÇAKAL.



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

25. Aşağıdaki deyimlerle anlamca üçlü bir grup oluşturulduğunda hangisi dışta kalır? A) eli bol B) eli açık C) eli geniş D) eli kulağında

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

İSMEK İN USTALARI SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ

Aruzla şiire başlayan sanatçılar, Ziya Gökalp in etkisiyle sonradan hece ölçüsüyle yazmaya başlamışlardır.

Buse Akbulut. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

1.KİTAP ATATÜRK ANLATIYOR, ÇOCUKLUĞUM

Bilim,Sevgi,Hoşgörü.

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

BU AY ÖĞRENDİKLERİMİZ ATATÜRK Atatürk kim olduğunu hatırladık. Atatürk ün hayatını inceledik. Atatürk ün kişisel özelliklerini ifade ettik. Atatürk ün

İnci Hoca YEDİ MEŞALECİLER

ÇALIŞKAN ARILAR EKİM AYI EĞİTİM PROGRAMI 1.HAFTA NELER ÖĞRENECEĞİZ HAFTANIN KONUSU:OKULUMUZ

ŞİİR, HİKÂYE, MAKALE. Ekim 2013 Sayı 1. Yazar; HARUN ŞEN

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Selman DEVECİOĞLU. Gönül Gözü

Arapgirli Haşim Koç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Sevgili dostum, Can dostum,

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Selam size ey yüce şehitler, Yahya Çavuşlar, Koca seyitler. Uyuyan nice adsız yiğitler, Adınızı tarihe yazmaya geldim.

ŞANLIURFA İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI. Konusu: Urfa Üzerine Yazılmış Şiir Seçkisi


Bahadın, 2 Ağustos 2014 Sevgili Yoldaşlar, Canlar, Yol Arkadaşlarım, Devrimciler Diyarı Bahadın da buluşan güzel insanlar,

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

kanaryamın öyküsü Ayla Çınaroğlu Resimler: Yaprak Berkkan

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları


ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Beykoz Yerel Basını: Yılın Öğretmen Çifti, Adife& Bayram YILDIZ - Özgün Haber

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

KARANLIKTA FİLİZLENEN TOHUM

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

Çocuk ve Gençlik Romanları Yazarı Tokatlı Hemşerimiz İbrahim Ünsal Uçar İyi yazar olmak isteyen bir gencin 100 roman okuyup bir roman yazması lazım

Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi,

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

Orhan benim için şarkı yazardı

KASIM AYI VELİ BÜLTENİ

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Tek başına anlamı ve görevi olmayan ancak kendinden önce gelen sözcükle öbekleşerek anlam ve görev kazanan sözcüklerdir. Edatlar şunlardır:

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.

MATBAACILIK OYUNCAĞI

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar nerelerde görev aldınız?

Birbirimize anlatacağımız ne çok şey var; düşündünüz mü? İşte bu yazma nedenlerimden biri. İlki...

NOKTALAMA İŞARETLERİ MUSTAFA NAZIM ÖZGEN

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

Başbakan Yıldırım, Seyranbağları Huzurevi Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezini ziyaret etti

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

&[1Ô A w - ' ",,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ

5. SINIF TÜRKÇE KELİME TÜRLERİ TESTİ. A) Ben ise yağmur yağmasını bekliyordum. Cümlesindeki isimlerin hepsi tekildir.

Azrail in Bir Adama Bakması

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

Yazar : Didem Rumeysa Sezginer Söz ola kese savaşı Söz ola kestire başı Söz ola ağulu aşı Yağ ile bal ede bir söz Yunus Emre

ÖZEL EFDAL ANAOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM DÖNEMİ DENIZYILDIZI GRUBU KASIM AYI BÜLTENİ

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

SİBELANNE ANAOKULU MAYIS AYI BÜLTENİ ÇALIŞKAN ARILAR SINIFI

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ VAKFI ADIGÜZEL ANAOKULU GÖKYÜZÜ SINIFI KASIM AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Maksut Genç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

Berk Yaman. Demodur. Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

Selam vermekle karşımızdaki kimseye neyi ifade etmiş oluruz?

2. Sınıf Kazanım Değerlendirme Testi -1

ilkokulu E-DERGi si 23 Nisan ın Önemi Sorumluluk Okulumuzda 23 Nisan Hedef Siir: Egemenlik Ulusundur 2017 Nisan Sayısı Bu Sayımızda:

Bir sözcüğün zihinde uyandırdığı ilk anlama gerçek anlam denir. Kelimelerin sözlükteki ilk anlamıdır. Bu yüzden sözlük anlamı da denir.

ÖZEL EFDAL ANAOKULU UĞURBÖCEĞİ GRUBU KASIM AYI BÜLTENİ

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

Transkript:

KARATAY SANAT-EDEBİYAT YIL:1 SAYI:2 * MART-2014 ÖZEL DOSYA: AŞK Sahibi : Bekir ÇAKAL Yazı İşleri Müdürü: Mustafa CEYLAN 0535 622 43 16 ceylanmustafa_07@hotmail.com www.edebiyatbiz.com Genel Yayın Müdürü Harun YİĞİT BU SAYIDA 1-Editör.Mustafa CEYLAN-... 2 2-Sanat eseri ve Sanatçı-M.Şevket Atalay. 3 3-Tadı Yok-Türk Öğer Koç....4 4-İçimizdeki Çocuk-Rukiye Orhan..5 5-Sen Yıktın.Halil Soyuer....6 6-Sonsuz Uyku*Rahime Kaya....7 7-Uzun İnce Bir Yoldayım-Aşık veysel..8 8-Kahraman Analarımız-Ahmet Özdemir. 9 9-Yaramı Sar Git.Nuri Can..10 10-Yere Tükürdü-Ökkeş Öztürk... 10 11-Tarihi Değerlerimiz Ali İrşi...11 12-İçimdeki Çocuk Yusuf Bozan....13 13-Geçilmez Çanakkale-Mustafa Ceylan.13 14-Sarıkamış destanı ndan Harun Yğit.14 15-Çocuklarımız ve Kitap-Ayşe Sönmez Bulut 15 16-Mart Ayında Edebiyat...15 17-Bir Öykümüz Var-Ahmet Ünal çam....16 18-Cemil Meriç Bugün Yaşasaydı-Elif Şafak..17 19-Tutuklamayın ozanları-ceyhun Atuf Kansu 18 20-Aşık Sarıca Kız-Hayrettin İvgin. 18 19-Bir ozanın Halktan-Osman Dağlı 21 20-Röportaj-Fecrin Nur Öngören.21 21-Antalyalı Genç ıza Mektup-A.Hamdi Tanpınar.24 22-Bir Ayrık Out Konuştu-Ahmet Tufan Şentürk 26 23-Özel Dosya/Türklerde Müzikle Tedavi (Yrd. Do. Dr. Pınar Somakçı).27 İLETİŞİM : KARATAY MEDRESESİ MÜZE-CAFÉ Karadayı Sokak No:3, 07020 Antalya TEL: 0242 248 48 08 www.karatayfm.com Dergimiz, basın meslek ilkelerine uymaya söz vermiştir. Dergimiz, Antalya Karatay Medresesi Müze Café Kuruluşunun kültür ve sanata yönelik bir çalışması olup, ücretsizdir. Dergimize gönderilen her türlü esere telif hakkı ödenmez. Yayınlanan eserlerin hukuki sorumluluğu eser sahibine aittir. Gönderilen eserler iade edilmez. * ANTALYA DA SANATIN YENİ ADRESİ KARATAY MEDRESESİ 1

EDİTÖR - Mustafa CEYLAN Mart ayında; Gelişim Sanat tarafından kent merkezi içindeki bazı otobüs duraklarına kitap konulması eylemine devam edildi. Ayrıca, Bizim zamanımızda Aşk Uykudaydı Türk Öğer Koç un imzası ile yayınlandı. Ayrıca; Merkezimizde; Karatay Sanat Edebiyat Dergimizin ikinci sayısı ile huzurlarınızdayız. Mart ayı, arada bir bahar esintisi ile Antalya güzelliğine güzellikler katmaya devam ediyor. Beklenen yağmurlar yeterince yağmadı, ama, erkenci ağaçların çiçeklenmiş manzaraları ile Akdeniz in maviliği, seçim ve propaganda araçlarının çıkardığı gürültüleri senenin üçüncü ayını doldurmaya yetti bile Mart ayında şairler için gündem dopdoludur. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, 18 Mart Çanakkale zaferimiz başta olmak üzere, bir çok konu gündemimizdedir. Bu ay içerisinde aramızdan ayrılıp Hakk a yürümüş olan şair ve yazarlarımızdan bazıları : A.Kadir, Ömer Seyfettin, Kemalettin Kamu, Çetin Emeç, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Vâlâ Nurettin, Salah Birsel, Yusuf Ziya Ortaç, Turhan Selçuk, Pertev Naili Boratav, Yaşar Nabi Nayır, Jülide Gülüzar, Ceyhun Atuf Kansu, Falih Rıfkı Atay, Aşık V eysel, Samiha Ayverdi, Şevket Süreyya Aydemir, Halit Ziya Uşaklıgil, Mithat Cemal Kuntay, Munis Faik Ozansoy 28 Şubat 1 Mart tarihleri arasında Ansan- Antalya Sanatçılar Derneği miz tarafından düzenlenen 14.Öykü Günleri ve 19 Şubat günü de rahmetli Cevat Uyanık I anma günlerini 20-22 Şubat arasında da 17.Altın Portakal Şiir sempozyumu ve etkinliklerini ajandamıza iz bırakan çalışmalar olarak not eyledik. Her Cuma günü saat 14:00 de Pir Sultan Abdal Derneği nimizin korosu, Her Perşembe günü saat 20:00 de Kaleiçinde Doğanlar ve Kaleiçini Sevenler in Türk Sanat Müziği Korosu, Her Cumartesi günü saat 14:00 de Türk halk Müziği Ata grubu; Ve her Pazar günü saat 11:00 de Neyzen Mustafa Coşkun Hocamızın ney kursu öğrencileriyle buluşmalarımız devam etti ve devam da edecek. Giderek, şairlerimiz ve yazarlarımızdan imza günleri, resim ve el sanatları sergileriyle çalışma ve çabalarımız çeşitlenerek ve artarak devam edecek demiştik. İşte bu ay, Fecrin Nur Öngören kardeşimizin onuncu sanat yılını ve Kördüğüm isimli romanının imza gününü de gerçekleştireceğiz. Bunun yanı sıra, Burdur türküleri ve Efsaneleri nden türkülerle tadımlık Halil Erdem kardeşimizin çalışmalarından esintiler sunmaya çalışacağız. İnternet ortamında www.edebiyatbiz.com veya www.edebiyat.biz adresi ile yayınlarımıza başlamış bulunuyoruz. Gelecek sayılarda buluşmak umuduyla, esenlikler diliyorum. Saygılarımla 2

SANAT ESERİ VE SANATÇI M. Şevket Atalay Ne kolay kullanıyoruz "sanatçı" sözcüğünü. Oysa kolay hak edilir bir tanımlama değildir sanatçı diye nitelendirilebilmek. Başka ülkelerde ve başka dillerde de bu kadar kolaylıkla kullanılıyor mu, hem başka bir ülkede hiç yaşamadığımdan hem de başka bir dil bilmediğimden bilemiyorum. Bu yüzden ülkemizde ve dilimizde kullanışıyla ilgilidir yazacaklarım. Ülkemizde şarkı türkü söyleyen de sanatçıdır eli biraz kalem tutan da. İtirazım var sanatçı sözcüğünün böyle cömert dağıtılmasına. İtirazımın nedeni "sanat eseri" ve "zanaat eseri" kavramları arasındaki farkta gizli. Bir yapıtın "sanat eseri" olarak kabul edilmesindeki birinci ayrım farklı olmasıdır. Farklılık, estetik beğeni gibi ayıraçlarla birlikte ortaya çıkan yapıtı bu niteliğe taşır. Kuşkusuz ki "zanaat eseri" 'de bir ustalık içerir. Ancak zanaat eserinde tekrar vardır. Bir tahta kaşığın sapını ortalamak hiçte kolay değildir. Ama bir kaşık ustası her gün ortalar onlarca kaşığın sapını. Bir müzik eserinin bestesi ve varsa güftesi bir "sanat eseri" olarak değerlendirilebilir. Kuşkusuz ki icrası da önemlidir. Ama bir müzik eserinin defalarca icra edilmesi icra edenlere sanatçı sıfatını kazandıramaz. Bir müzik eserinin icra edilmesi zanaatkârlık veya biraz daha Türkçeleştirilmiş haliyle sanatkârlıktır. Müzisyen ve şarkıcı dostlarımız alınmasınlar. Elbette ki içlerinde senelerce eğitimini almış olanlar kadar çekirdekten yetişerek müziği ustalıkla icra edenler çoktur. Sadece şunun altını çizmek istiyorum. Her gün onlarca kaşığın sapını ortalayan bir ustanın sanatçıyım diye dolaştığına şahit olmadım. Müzik özelinde sanatçı nitelendirmesini besteci ve güfteci için kullanılabilir. Yeter ki yapıtları farklılık, estetik gibi nitelikler taşısın ve kuşkusuz ki beğenilsin. Diğer sanat dallarında da böyle değil midir? Resim sanatını ele alalım. Osman Hamdi Bey bir sanatçıdır. Yaptığı resimler içinden "kaplumbağa terbiyecisi" adlı eseri binlerce kez başkaları tarafından tekrar edilmiştir. Bu gün bir çok resim kursunda öğrencilere çizdirilir durur. Otel odalarına malzeme almak için Çin'e giden arkadaşlarım anlatmıştı fabrika şeklinde resim atölyelerini. Her birinde yüzlerce zanaatkâr götürdüğünüz fotoğraflardan istediğiniz ebatlarda yağlı boya tablolar yapıyormuş. Yani bir gün içerisinde yüzlerce "kaplumbağa terbiyecisi" resmi. Oysa bu resmi "sanat eseri" yapan yukarıda saydığım niteliklerdir. Osman Hamdi Bey yaptığı eserlerle hak etmiştir sanatçı nitelendirmesini. Aynı resmi tekrarlayanlara da sanatçı dersek Osman Hamdi Bey'e haksızlık etmiş olmaz mıyız? Peki ya edebiyat. Şiir, roman, öykü, deneme. Her şiir yazana sanatçı denilebilir mi? Ya da yazılan her şiir sanat eseri midir? Sanatın edebiyat bölümüne gelindiğinde bir soluklanıp biraz daha düşünmek gerek. Zanaatkâr nitelendirmesi edebiyatçılar içinde kullanılabilir mi? Sanıyorum ki kullanılabilir. Yazımın üst bölümlerinde müzisyenlere dokundururken tekrardan bahsetmiştim. Kuşkusuz ki edebiyatta zanaatkârlık kavramını müziğin icrasından ayırmak gerek. Burada anlatmak istediğim adı, ambalajı değişik eserlerde kendini tekrarlamak. 3

Bir romancının üçüncü, dördüncü, beşinci romanlarını okuduğunuzda diğer eserleriyle aynı kurguyu aynı kokuyu hissediyorsanız ne demek istediğimi anlamışsınızdır.elbette ki bir edebiyatçının da kendine özgü bir tarzı bir stili olmalıdır. Ama bu stil içerik olarak tekrarlanıyorsa zanaatkârlık başlamış demektir. Ne yazık ki zaman zaman sevdiğim yazarların farklı eserlerini okuduğumda buna şahit olduğumu düşünüyorum. Yazarlık ta, diğer sanat dallarında olduğu gibi bir "sanat eseri" meydana getirirken sihri yakalamaktır. Bazı yazarlar sahip oldukları sihirsel yetiyi geliştirmek yerine tekrarlamayı tercih ediyor. Bunu bilinçli mi yapıyorlar yoksa edindikleri şöhretin geldiği yolun kestirmesine mi kaçıyorlar bilemiyorum. Belki de sihir ellerinden uçup gitmiştir, zanaat ürünlerini şöhretlerinin ardına gizliyorlardır. Edebiyat alanında sihir yakalamak zor iş. Geliştirmek daha da zor. TADI YOK Tanımlar anlamlarını toplumsal hareketlilik içerisinde değiştirirken (sahipsizleşirken) sorunların ve çözümlemelerin paylaşımı meleklerin cinsiyetinin tartışmalarına dönüyor. Sanat ve Sanatçının tanımına ihtiyaç duymadan, sanatçı kisveliğiher geçen gün köklerini daha da derinlere salıyor. Bana göre ile başlayan kavramsallık anlayışları araştırmacılığın, gerçeği arayışların önünü tıkıyor Sanatçısı uyanmayan toplumun uyanması çok zor ne desem boş, tadı yok hiçbir şeyin resimlerin şiirlerin öykülerin romanların salatalığın domatesin patlıcanın güzel görünen hormonlanan her şeyin başkalaşmış her şey savaşlar barışlar öpüşmeler dudaklar her şeyde silikon tadı her şeyde pudra Türk Öğer KOÇ 4

İÇİMİZDEKİ ÇOCUK Rukiye ORHAN Yoğun geçen bir günün akşamı koltukta elimde çay bardağımla uyuyakaldım. Kumsalda yalınayak bir haldeyim. Dalgaların köpükleri ayaklarımı gıdıklıyor, denizden gelen yosun ve tuzun kokusunu hissediyorum. Kumsalda en saf ve en güzel duygularla yürüyorum. Öfke, kin, nefret,stres yok... Ümit, huzur ve sevgi var... Karşımda küçük bir çocuk görüyorum. Kumdan kaleler yapıyor. O çocuk yalnız ve neşesini kaybetmeyecek, onunla oynayacak ve saflığını yaşatacak birisini bekliyor... Yaklaştıkça o çocuğu tanıyorum, benim benim çocukluğum... Yanına oturuyorum ve çocuğa sarılıyorum.. Konuşuyoruz..."Sen benim içimdeki en saf, en temiz duygularımsın, sen neşemsin " diyerek sarılıyorum.. Kokluyorum ve ağlıyorum..kumdan kaleleri birlikte tamamlıyoruz, dalgalara doğru koşuyoruz, kumlara resimler çiziyoruz. Elini tutuyorum, öpüyorum ve vedalaşıyoruz. Kendi çocukluğumdan özür diliyor ve Onu yalnız bırakmamaya söz veriyorum. Ağır adımlarla oradan uzaklaşıyorum. Gözlerimi açtığımda bardağımda yarımkalan çayım soğumuştu. Koltuktan kalkarken yüreğimde huzur şarkıları mırıldanıyordu.. İçimizdeki çocuğu daima yaşatabildiğimiz sürece sevgi ve huzuru da yaşatacağımıza inanıyorum.. Arada bir olsa da çocukluğumuza dönelim... SONSUZ UYKU Gölgeye sığınırken yeryüzü Bir çocuk ağlıyor Güneşe karşı Elleri Kâğıt toplayan kadının eteklerinde Salya sümük Bir lokma ekmeğe Düşlere kaldı özgür dünya Durdu adım Büyüdü uyku Sen ekmek ara çocuğum Büyükler silah kapmaca oyununda 11 Mart 2014 Rahime KAYA 5

Kahraman Analarımız Ahmet ÖZDEMİR Uzun ince bir yoldayım Gidiyorum gündüz gece Bilmiyorum ne haldeyim Gidiyorum gündüz gece Dünyaya geldiğim anda Yürüdüm aynı zamanda İki kapılı bir handa Gidiyorum gündüz gece Uykuda dahi yürüyom Kalmaya sebeb arıyom Gidenleri hep görüyom Gidiyorum gündüz gece Bağımsızlık Savaşı'nın verildiği günlerdi. Yurdun bir çok yöresi gibi, İnegöl toprakları da facia geçirmişti. Domaniç Dağları'ndan inen bir köylü kadını, düşmana yol göstererek vatana ihanet etmiş olan öz oğlunu silâhıyla vurarak bizzat cezalandırmıştı. Olay şöyle olmuştu: Bir Yunan fırkası, Domaniç, Sultan Dağları üzerinden geçip Kütahya üzerine yürümüştü. Karargâh Kumandanı Nâzım Bey şehit olmuştu. İnegöl halkı yediden yetmişine kadar düşmana karşı koymaya hazırdı. Silah bulamayanlar, taş, odun, demir parçalarıyla vatanı korumaya gidiyorlardı... O sırada Domaniç Dağları'nın bu yiğit kadını da yirmi yıl boyunca bütün bir gençliğini harcayarak yetiştirdiği oğlunun eline silahını vermişti. Ona aşıladığı vatan sevgisinden emin bir halde, gururla, İnegöl'e düşmanın karşısına göndermişti. Kırkdokuz yıl bu yollarda Ovada dağda çöllerde Düşmüşüm gurbet ellerde Gidiyorum gündüz gece Şaşar Veysel işbu hale Gah ağlayan gahi güle Yetişmek için menzile Gidiyorum gündüz gece AŞIK VEYSEL Ama, dağdan inen bu saf köylü çocuğu, hain bir jandarma onbaşısının oyuncağı olmuştu. Yaptığı işin kötülüğünü bilmeden düşmana haber taşımıştı. Gel gör ki, köyünde oğlunu, yurdunun kurtuluşu için dua ederek bekleyen bu talihsiz anaya, uğursuz haber ulaşmıştı: "Oğlun casusluk etti!" Kadın bir an duraklamadan silahlarını kuşanarak atına binip yola düşmüştü. Kuytu ormanlar, yalçın kayalar aşarak bir yıldırım hızı ile İnegöl'e inmişti. Oğlunun bulunduğu yere varmış, kendisini görmek üzere geldiğini söylemişti: 6

Anasının gelişine sevinen oğlu, elini öpmek için koşa koşa yaklaşmaktaydı. Atının üstünde dimdik bekleyen kadın, kara feracesinde sakladığı silâhı çekmiş, tek kurşunla oğlunu toprağa sermişti... Atının başını çevirerek arkasına bakmadan, bir kasırga hızıyla dönüp kaybolmuştu. Evet... Aslanın dişisi de aslandır. Bu büyük Ulus'un kızları, kadınları, anaları erkekler kadar ulusal güç içinde yer almıştı. Çabalarıyla, kahramanlıklarıyla, Kurtuluş Savaş'ımızın zaferle sonuçlanmasında büyük pay sahibi olmuşlardı. O analarımız, bacılarımız ki, "Biz de varız" demişlerdi. Üstlendikleri görev, cephe gerisinden silah, mermi, ilaç, yiyecek, erzak sağlamak ve ulaştırmakla sınırlı kalmamıştı. Onlar, aynı zamanda kahramanca çarpışarak "Ulusal Güç"ümüze güç katmıştı... O analarımız, bacılarımız ki, yavrularını, "Ya şehid ol, ya gazi" ninnileriyle kundaklayıp büyütmüş, onları davul zurna eşliğinde kutsal göreve, askere uğurlamıştı. O analarımız, bacılarımız ki, cephaneleri sırtıyla, kollarıyla, bulursa kağnılarla savaş alanlarına taşımışlardı. Yağan karın altında üstlerine örtmedikleri yorganlarını, «Milletin malıdır, nemlenirse bozulur» kaygısıyla mermilerin üzerine örtmüşlerdi. Çıplak ayakla karın üzerinde cepheden cepheye koşarken: «Memleketim düşman çizmesi altında, benim içim yanıyor, ayaklarımın üşüdüğünü mü duyarım» demişlerdi. O analarımız, bacılarımız ki, yaralıları tedavi etmekten, yiyecek-giyecek taşımaya, propaganda yapmaya kadar maddi manevi her türlü özveriye katlanmıştı. Acılara, yokluklara karşın, zorlukların üstesinden gelmişlerdi. O analarımız bacılarımız ki, bebesini komşusuna bırakmış, kimisi cephane yollarında, ateşin ortasında doğum yapmıştı. Her şeylerini düşmandan kurtuluşa adamışlardı. O analarımız bacılarımız ki, bununla yetinmemişti. Düşmanın zulmüne karşı eşinin, kardeşinin, babasının yanında cephede açık savaşta da yer almıştı. Kimi zaman mahallenin, köyün erkeklerinden de önce düşman üzerine atılmışlardı. O analarımız, bacılarımız ki, yavrularının şehitlik haberleri geldiğinde, soğuk kanlılığını korumuş, onlarla gurur duymuştu. Şehit olmak, erkekler kadar, kadınlarımız için de geçerliydi. Onlar da cephede silah silaha, göğüs göğüse savaşmış, şehit olmuşlardı. Akhisar-Sındırgı sınırındaki Koca Yayla'da geri çekilen Türk askerlerinin karşısına yirmi bir yaşındaki Gördesli Makbule çıkmıştı. Onları geri çekildikleri için kınamış ve konuşmasıyla cesaret ve moral vermişti. Bununla da kalmamış silahı alarak düşman üzerine atılmıştı. 17 Mart 1922 günü şehit düşmüştü. YERE TÜKÜRDÜ Yürüyordu kendi halinde İtin biri takılı verdi Şöyle döndü baktı yüzüne İnsanlık içinde eriyiverdi Yere tükürdü. Kuma gömmüş kafayı devekuşları Mezopotamya da Bağdat önünde Apolet içinde canlılar gördü. Kaldırdı başını göklere baktı, İndirdi başını Yere tükürdü. Dayanamadı olup bitene, İnsanlığa lânet etti, haykırdı. Bunlar insan ise ben neyim? diye Elini cebine sokup yürüdü Eğdi başını Yere tükürdü. Ökkeş ÖZTÜRK 7

Masalcı-Ali İRŞİ TARİHİ DEĞERLERİMİZ Sizlere Tarih denilince akla gelen şeyi anlatmaya çalışacağım. Çünkü dünden dünyanın ilk kurulduğu güne kadar uzanan bir süreci değerlendirme herhalde kolay olmasa gerek Tarih denilen şeyi önünüze rastgelen yüz kişiye sorun; alacağınız yanıtta her ağızdan farklı ama birbirine yakın şeyler duyarsınız. Fakat ayrıntı sorduğunuzda aynı oranda yanıt alamazsınız. Size uzun bir yanıt verecek olanlar bu konuyla ilgilenmiş olanlardır. Onlar da çoğunlukla bu konunun üzerinde önemle durulmadığı için iç geçirerek konuşurlar. Günlük yaşantısını dar bir çerçeveye göre geçiren kişiye göre tarih bir olayın gününü, ayını ve yılını bildiren söz ya da gün; bir konuyu, geçmişi ve gelişimi içinde inceleyen anlatıdır. Bu konuyla yeterince ilgilenmiş kişilere göre ise Tarih, geçmişteki insan topluluklarını, bu toplulukların yaşayışlarını, birbirleriyle ilişkilerini, kültür ve uygarlıklarını, yer ve zaman göstererek, anlatan bilim dalıdır. Tarihçi de kimi zaman bu olayların neden ve sonuç ilişkisi içerisinde yer ve zaman göstererek, belgeler ışığında açıklamaya, bunu açıklarken de objektif olmaya çalışır (Bunun aksini yapan kendi inanç ve etnik duygularıyla konuları değiştirenleri gerçek tarihçi olarak görmediğim için onları bu sınıfa koymuyorum) ve geçmişteki olaylara ilişkin tüm bilgileri, olayların vuku bulduğu dönemin koşullarını göz önüne alarak anlatmaya çalışır. Tarih, yaşanan olayların bir daha yaşanabilmesi gibi bir olasılık olmadığından diğer bilimlerden farklıdır. Dolayısıyla geçmişten bu güne kadar yaşanan bunca olayların bize kazandırdıkları ve bıraktıkları yok mu? Elbette var. Tarihten ders alırız, almamız gerekir. Değilse eski bir düşünürün dediği gibi Ders alınmazsa tarih tekrarlanır. Bir de tarihten bize kalan emanet eserler var ki bina Tarihi Eser diyoruz. Peki, Tarihi Eser nedir? Tarihçi anlatımıyla Tarihi eser Geçmiş uygarlıklardan kalan kalıntı ve eserlere verilen genel bir addır. Eski uygarlıklardan kalan her kalıntının bir değeri vardır. Tarihi eserler eski uygarlıkların kültürü, yaşantısı, inanışları ve ilgili dönemin dokusu hakkında bilgiler verir. Tarihi eser denilince akla müzeler, kitaplar, kazılar ve eski dönemlerde yaşamış insanlardan günümüze gelen var oluş nedeni veya bazen ne olduğu bilinmeyen varlıkların araştırılması gelir. Tarihi eserlerle asırlar öncesine kadar gidip, şehirleşme özelliklerini, giyim kuşam şekli ve yaşam tarzlarını görür, din, örf ve adetleri, sanatları hakkında bilgi ediniriz Bu yüzden de tarihi eserlerin ortaya çıkarılması ve onların muhafazası toplumun geleceği için büyük önem taşır. Arkeoloji ise toprağın ve suyun altında kalmış olan tarihi eserleri ortaya çıkarır. Arkeolojik kazı tahmin ettiğinizden daha zor bir iştir. En küçük bir ayrıntıyı gözden kaçırmamak için iğneyle kuyu kazmaktan daha zordur. Bu uzun süreli uğraş gerektiren işin parasal kaynağını ancak devlet ya da onun kadar parasal kaynağı olan güçlü kurumlar üslenir. Bir de bu eserleri restore işi var ki o başlı başına büyük bir iştir. Bu işin zorluğunu anlatmaya kalksak Bu iş koca bir futbol sahasında dağılmış bir yaz-boz işini yapmaya benzer. Sizlerin dikkatini çekmeye çalıştığım bunca anlatıdan sonra Bizlere düşen nedir? diye sorduğunuzu işitir gibiyim. Bu nedenle soruyu yanıtlarken öncelikle bu iş için gönüllü olarak bir araya gelmemiz gerektiğidir. Önce bunun önemini herkese anlatarak başlamalıyız. Şunu iyi bilin ki sizin bildiğinizi herkesin bildiğini, herkesin duyarlılığının sizin kadar olduğunu sanmayın. (Şimdiki sözlerimin gerçekliğini bunca yıllık deneyimlerden biliyorum.) Aydınım diyenlerin hatası şu ki Ya her şeyi ben bilirim, havasındadır, ya da herkes biliyor, herkes kendiliğinden gelir diye düşünerek yeterince hareket etmez. Bu konuda adeta kapı kapı dolaşılması gerektiğini söyleyebilirim. Ancak bu kadar uğraştan sonra insanlardan destek isteyebiliriz. Şimdi ise desteği nereden isteyeceğimiz konusuna geldi. Pek tabii ki öncelikle en yakınımızdan Yani eşimizden kardeşimizden, arkadaşımızdan,komşumuzdan, mahallelimizden, aynı kasaba, ilçe ve ilimizden el birliği yapmanız gerektiğini söyleyebilirsiniz. 8

Onlara öncelikle en yakındaki sorunlardan başlamak üzere uzak sorunlara kadar bahsedebilir, onların da yanınızda bulunmasını, sizinle birlikte doğruları teşvik etmesini, yanlışlara karşı çıkmasını ve bu eylemlerin içinde el ele, kol kola olmalarını isteyebilirsiniz. Buraya kadar toplum olarak nasıl hareket etmemiz gerektiğini anlattım, şimdide ivedilikle yapılmak istenen ve gerek adı geçen yere ve gerekse ülkemize zarar verecek yakın bir sorundan bahsedeceğim. Adı geçen yer Phaselis Antik kentinin bulunduğu yarımada, iki plaj ve her attığınız adımda asırla önce ne aşkların yaşandığı, nice olayların geçtiği yere yapılmak istenen turistik oteldir. Herkes biliyor ki böyle bir olay orayı mahvetmekten başka bir işe yaramayacaktır. Memleketimizde otel yapılacak başka hiç bir yer kalmamış gibi buraya otel yapmak fikri kadar burayı baltalayıcı şey olamaz. Phaselis Antik kenti bize tarihi mirastır. Bu miras bize onu satma veya kiralama hakkını vermeyen ve olduğu gibi bizden sonraki nesle devretmemiz gereken bir mirastır. düşünüyorum. Bu günlerde seçim atmosferi ile bu konu gündeme gelmeyebilir belki ama bana göre bu seçimden daha önemlidir. Çünkü seçimde Ahmet gider Mehmet gelir ama Phaselis giderse bir daha geri gelmez. Haydi ANTALYA, Haydi İNSANLIK GÖREV BAŞINA! İçindeki Çocuk Mavilerin denizi Ege'de, Belki bir yakamoz alır; Alınganlığını, kırılganlığını. İçindeki çocuk da büyür bir gün. Artık o korur! Seni ve seninle olanları. Yusuf Bozan Bu bir devir-teslimdir ki bunun bir yerde kesilmesine evet demeye kimsenin hakkı yoktur. Buna karşı çıkmak vatan savunmasıdır. Halkın hakkıdır, daha doğmamış nesillerin hakkıdır. Bizler bu dünyadan göçüp onlar geldiği zaman arkamızdan bizi lanetle anmalarını istemiyorsak onların hakkını savunmak hem vatanseverlik hem de insanlık görevidir. Burada değil otel yapımına piknik yapılmasına hatta denize bile girilmesine izin verilmemelidir. (Çünkü bizde piknik yapmak, denize gitmek demek oranın kirletilmesi demektir. -Haksız mıyım?-) Buna karşı çıkarken hem öyle bina yapılmaya başladıktan, bir kısım inşaatlar yapıldıktan sonra değil, çivi bile çakılmadan bu karşı çıkış yapılmalıdır ki sonuç kesin olsun. (Çünkü bir-çok yerde yargı durdursa bile geri dönüş maalesef- olmuyor.) Bunun için derim ki öncelikle konuyu yakından takip etmek üzere Kemer halkı tarafından acilen Phaselis Antik kentini koruma heyeti veya benzeri bir birlik oluşturulmalıdır. Bu birlik öncülüğünde yürütülecek olan çalışmanın başarıya ulaşması daha kolay olacaktır diye 9

Diyerek, takvimleri kalbinden delen benim. Yağız atın topuğun yollara çelen benim Son nefesime kadar, orucum ben orucum Mermi kaç okkadır ki, yeter kınalı avcum?! İkiyüz altmış okka, bu basit bir mesele, Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale! Diyerek, gemileri ortadan bölen benim. Suları tutuşturup bir anda silen benim Tetiği çeken eller, Kılıçarslan elidir, Tebessümle açılan şehit çiçekleridir; Mor sümbüllü dağlarım yâdele olur kale Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale! Diyerek, kan kırmızı şafakta gülen benim. Kızılırmak misali yanan, bükülen benim Arıburnu kahraman, Conkbayırı Atatürk Nusret te her bir mayın vallahi Müslüman-Türk! Kefenimin rengidir kükreyen her şelâle Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale!, Diyerek, yurt uğruna cephede ölen benim. Bin melek kanadıyla göğe çekilen benim Geçilmez Çanakkale..! Gelibolu dediğim Anadolu kapısı Seddülbahir mutlaka İstanbul un tapusu Tepelerle Marmara benziyor bir pergele Ya Allah, Ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale! Diyerek, düğün diye cepheye gelen benim, Kartal kanatlarımla göğe yükselen benim Peygamber in övdüğü milleti, Batı bilmez, Türk ün olduğu yerde asla Ezan eksilmez Kan dökülür toprağa, can verilir hilâle Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale! Diyerek, yüreklere arştan dökülen benim Işık ışık ufuktan gene sökülen benim Mustafa CEYLAN Öksüzler çeşmesinden alıp ta abdestini Şu mübârek toprakta namazın kılan benim. Kopsa da kıyametler, olsa da bin zelzele Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale! Diyerek, süngü süngü düşmana dalan benim, Şu mübârek siperde namazın kılan benim Aynalı bir çarşı var Çanakkale içinde Eşi, benzeri yoktur, Hint te,yemen de, Çin de Kaç cephede ders verdim, gelen yedi düvele Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale! Diyerek, düşmanıma korkular salan benim. Çarpışıp göğüs göğse kılıcın çalan benim. Gücüm var Seyitlerde hazreti Hamzaların, Söylerim türküsünü cümle yıldırımların. Şehitlik şeref bana, kanımla açsın lâle Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale! Diyerek, dua dua mahşeri bulan benim. Cennetin kapısında okunan destan benim Şimşeğim, fırtınayım, geçerim kasırgayı Bağdaş kurdum güneşe, taç yaptım başa ay ı; Tarih denen hadise yalan yanlış meş ale Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale! 10

Bir kurşun değse ısıtırdı donan elini Allahuekber yorganına sardık ne yazık Doksan bin gönülde yatan gelini SARIKAMIŞ DESTANI NDAN Harun YİĞİT Bölüm : 3 Üç kıtanın ortasında dağım ben Bulutlardan daha üstte bu başım Yırtıcı kuş çığlığıdır, ses bende Şahinlerle kartallarla gardaşım Esaretin zincirini erittim Boz toprağı kan dökerek yeşerttim Yüreğimle kahramanlar dirilttim Bu vatana hizmet etmek telaşım Topuklarım sis, kar, buzdur biline Bir şehidim Azrail in eline Sıra dağlar ortasında bölüne Yazsın tarih düşmanlarla savaşım Derem vardır, boz bulanık su akar Yamaçlarım kardelenle hoş kokar Mehmetlerim; hele sabır, dinsin kar Sarıkamış dağlarıyla bir yaşım Aman dağlar, yaman dağlar, oy dağlar Ben derdimi yağan kara sunamam Yad yabanın paylaşımı dünyayı Enver Paşam, nedendir; anlatamam Üç kıtanın tek kilidi Bardız ey!.. Ben bu sözden gerisini anlamam! Hatıralar bölük pörçük tek çözüm Saraya bak, güya her şey tastamam Homurtulu bir mevsimde şom filler Ateş, barut Bende ise bir kamam Emperyalizmin Pazar Paylaşımı işte Ve Alıp Masaya Yatırdılar Hasta adamı. Ellerinde neşter Başladılar kesmeye Rus, Fransız ve İngiliz! Bin dokuz yüzün başlarında Dünyayı paylaştılar bu üçü Sanayi devrimini geç yapanlar Kaptırdılar bütün fırsatları Almanlar ve İtalyanlar Kıvırmaya başladılar. İkiyüzlü İtalya Üç devin yanında Saf tuttu hemen Osmanlı yı İttiler Alman denilen Ateşten kucağa Kucağa düşen hasta Hastalığına bakmadan Bakmadan sağına soluna Uzandı İlâç diye sunulan zehire; İçti, İçti, İçti.. Her yokluğun son adresi Soğuk, ayaz ve de buz, kış Düşünceli, çıkmaz sesi Sarıkamış, Sarıkamış Güneşi var sırt ısıtmaz Dumanı var dağdan kalkmaz Teli kopmuş ağlayan saz Sarıkamış, Sarıkamış Bir istasyon, bir ince yol İki hangar, üç karakol Sen ağlama içime dol Sarıkamış, Sarıkamış Kayıp ettim mataramı Sarmadın hiç şu yaramı Sürecek gurbet akşamı Sarıkamış, Sarıkamış 11

İçim türkü, dışım ağıt Benizler var beyaz kâğıt Askerime verdim öğüt Sarıkamış, Sarıkamış *.. Kar beyazdır Sarıkamış ta güller Kar beyazdır renklerin cümlesi Çakır Hasan, Seyitlerin Mıstafa ve Ben Bir Sarıkamış beyazıyız şimdi Kardelen yeşilinin beyaz dudağı Kar çiçekleridir yağar üstümüzden Bu dağda ceren değil Gezse gezse ölüm gezer Nişanlım saçından kesip koymuş Kâkülünü mektuba Kokusu yâr kokusu seher vaktinin Dün bir asker düştü kar çukuru içine Tutmak istedim Yetişemedim Yürü, durmak yok dedi çavuşum Öldü mü, sağ mı? Dönüp bakamadım bile Kar beyazdır bu yaylanın gelinliği Kudret boyasından almış rengini Bir elim tüfeğimde Öbür elim buz kesmiş Yürü gündüzden geceye bu dağda Yürü düşman üstüne yürü Yayan Dayan!.. Dayan ey dizlerim dayan Harun YİĞİT 12

Çocuklarımız ve Kitap Ayşe Sönmez Bulut Çocuklar, toplumun ümidi ve geleceğidir. Onlar ne kadar iyi yetişirlerse, toplum da o kadar sağlam ve güvenlidir. Bu bakımdan çocuk eğitimi, bütün milletlerin önemle üzerinde durduğu bir konudur. Eskiden okullar ve ders kitapları çocuğun eğitimi için yeterliydi. Ders dışı kitaplar ise gereksiz sayılırdı. Bugün ise eğitimin ders kitaplarının dar çerçevesini çoktan aştığı, iyi seçilmiş kitap ve dergilerin, çocuk eğitiminde çok faydalı olduğu anlaşılmıştır. Ders dışı kitapların, çocuğa bilgi kazandırdığı gibi kişilik gelişiminde de rol oynadığı gözlemlenmiştir. Bugün okullarımızın öğrencilere kazandırmaya çalıştığı en önemli alışkanlık, kitap sevgisi ve okuma zevkidir. Buna alışan çocuk bir daha bırakmaz. Bir kez bunu yapabilsek çocuğun eğitimi büyük oranda başarılmış sayılır. Çünkü kitap, bilim ve tekniğin gelişmesinde olduğu kadar insan hayatının şekillenmesinde de en önemli rolü üstlenir. Kitap, zaman ve mesafe tanımayan iyi bir öğretmen ve bilgi hazinesidir. Kitabı açtığımızda yüzlerce yıl önce yaşamış insanlarım buluşları, duygu ve düşünceleri ile karşı karşıya geliriz. Binlerce kilo metre uzaktaki insanların yaşayışlarını öğrenebiliriz. Kitap, aynı zamanda iyi bir arkadaş, güzel bir dilenme aracıdır. Sevdiğimiz bir şiiri, bir öyküyü, bir anıyı okurken duyduğumuz zevk ve huzuru başka hiçbir yerde bulamayız. Kitaplar en yakın dostlarımızdır. İyiyi, doğruyu güzeli bize kitaplar öğretir. Onlar bizim dünyaya açılan pencerelerimizdir. O pencereyi daima açık tutmak yani okumak gerekir. Ders dışı kitapların faydalı olabilmesi için öğretmen ve aileler şu noktalara dikkat etmelidirler: 1- Çocuklara vereceğimiz kitabı mutlaka iyi seçmeliyiz. Her kitap iyi ya da faydalı olmayabilir. Ünlü bir düşünürün dediği gibi İyi kitap çok iyi, kötü kitap çok kötüdür. Çocuklarımızı kötü kitabın etkisinden korumanın yolu kitap seçerken dikkatli olmaktır. 2- Kitap, ilgi ve seviyesine uygun olmalıdır. 5. sınıf öğrencisinin zevkle okuduğu bir kitap, 3. sınıf öğrencisine dil ve konu bakımından ağır gelebilir. 3- Kitap, çocuğa korku, kin dehşet, karamsarlık gibi karanlık ve olumsuz duygular aşılamamalıdır. Ona hayatı sevdiren, ümit ve cesaret veren kitaplar olmalıdır. 4- Konuları çocuğu, düşünmeye ve araştırmaya yöneltmelidir. 5- Çocuğun okuduğu kitaplardaki kahramanlara benzemeye çalışacağı göz önüne alınarak, acıma, iyilik, kahramanlık ve fedakârlık örnekleri gelenek ve göreneklerimize uygun kitaplar seçilmelidir. 6- Dili ve anlatımı çekici olmalı, çocuğu sıkmamalıdır. Kitap, çocuğu etkileyen çok güçlü bir etkendir. Severek, benimseyerek, kişilere benzemeye çalışarak okuduğu bir kitapta, istediğimiz şekilde yönlendirebilir, kötü davranışlardan koruyabiliriz. O bakımdan çocuklara, bir yandan güzel kitapları tanıtırken bir yandan da okuma sevgisi verebiliriz. Ancak evde anne babayı hiç kitap okurken görmeyen bir çocuğa kitap okuma alışkanlığı kazandırmak zor olacaktır. Anne ve babalar akşamları en azından bir yarım saatini kitap okumaya ayırmalıdır. Düşünsenize, televizyon kapanmış, sessiz bir ortam, herkesin elinde bir kitap. Bundan daha huzur verici bir an olabilir mi? Şimdi çocuklarımız bilgisayar başından kalmamak için kitapta olanlar burada da var deseler de aynı şey değil. Kitapsız büyüyen çocuk, susuz yetişen ağaca benzer sözü boş yere söylenmiş bir söz değildir. Unutmayalım ki okumayı öğrenmeyen başka şeyleri öğrenir. Okuma sevgisi dünya hazinlerine değişilmez. İnsan bir kitabı her açışında yeni bir şey öğrenir. Bol kitaplı güzel bir gelecek dileğiyle 13

MART AYINDA EDEBİYAT 1 MART 1874: Recaizade Ekrem doğdu. 1985: A. Kadir öldü. 2 MART 1930: D.H. Lawrence Fransa'nın Vence kentinde öldü. 1944: Edip Cansever'in yayımlanan ilk şiiri, İstanbul dergisinde. 3 MART 1756: William Goldwin doğdu. Frankeştayn yazarı Mary Shelley'nin babası 4 MART 1995: Şair, sinema yazarı ve ressam Mustafa Irgat öldü. Aktör ve şair Cahit Irgat ile yazar, çevirmen ve İngiliz edebiyatı "duayen"imiz Mîna Urgan'ın oğluydu. 5 MART 1916: Dada Zürih'te ortaya çıktı. 1922: Yönetmen ve şair Pier Paolo Passolini doğdu. 6 MART 1920: Öykücü Ömer Seyfettin öldü. 22 Şubat günü hastalanmış, o gece evinde kaldığı (daha önce meşhur "Geliniz Canip Bey..." mektubunu yazdığı ve Selanik'te Genç Kalemler'i birlikte çıkardığı) arkadaşı Ali Canip'in annesi ona ıhlamur kaynatmıştı. Kadıköy Kuşdili'ndeki Mahmutbaba Mezarlığı'na gömülen Ömer Seyfettin'e mezarında da rahat yoktu: 1940'lı yıllarda, mezarlığın yerine tramvay garajı yapılacağı için, Ali Canip ve birkaç arkadaşı Ömer Seyfettin'in kemiklerini Asri Mezarlık'a naklettiler. Başucuna tekrar dikilen taşındaki yazı, eski harflerle olduğu için örtüldü. Bunları yazan Ali Canip "1920 yılında kerametimiz yoktu ki kitabeyi yeni harflerle yazdıralım" diyordu. (Bu arada, tramvay garajı sonradan İETT Taşıt Müzesi oldu; nihayet 1990'lı yıllarda müze de kaldırıldı ve yerine İtfaiye taşındı.) 1935: Tarihçi İbnürrefik Ahmet Nuri (Sekizinci) öldü. 1948: Şair Kemalettin Kamu öldü. 7 MART 1936: Georges Perec doğdu. 8 MART 1944: Hüseyin Rahmi Gürpınar öldü. (Tuhaf bir tesadüf: Dünya Kadınlar Günü, çocukluğu kadınlar arasında geçen ve romanlarında kadınları çok iyi anlatan bu yazarımızın doğumgününe rastlıyor.) 1977: Öykücü (Van, Kısa Lodos Hikâyeleri), iç hastalıkları uzmanı ve psikiyatr (Şizofreni), Sait Faik'in yakın arkadaşı ve doktoru Fikret Ürgüp, İstanbul'da öldü. 1914'te yine İstanbul'da doğmuştu. Dosdoğru Günlük'ü yıllar sonra çıktı. 9 MART 1967: Nâzım Hikmet'in gençlik ve Moskova'ya Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne (KUTV) giden uzun yolda yolculuk arkadaşı, gazeteci ve yazar Vâlâ Nurettin Vâ-Nû öldü. 1965'te çıkan Bu Dünyadan Nâzım Geçti'de o günleri ve sonrasını anlatmıştı. 11 MART 1892: Enis Behiç Koryürek doğdu. 1962: Yusuf Ziya Ortaç öldü. 12 MART 1913: Guillaume Apollinaire, tek deneme kitabı olan Kübist Ressamlar / Estetik Düşünceler'i (YKY, 1996) yayımladı. Bu kitap kübist ressamlar konusunda hâlâ en önemli kaynaklardan biri, belki de birincisi. 13 MART 1970: Adalet Cimcoz öldü. 14 MART 1604: Kınalızade Hasan Çelebi öldü. 1883: Karl Marx öldü. 1941: Şair Metin Altıok doğdu. 15 MART 1971: Cevat Fehmi Başkut öldü. 1981: Yaşar Nabi Nayır geçirdiği mide kanaması sonucunda öldü. İlk sayısını 15 Temmuz 1933'te çıkardığı Varlık dergisi 2001 yılında 68 yaşına girecek. 16 MART 1694: Mutasavvıf şair Niyazi-i Mısri öldü. 1933: Sedat Simavi haftalık magazin (ve edebiyat) dergisi Yedigün'ün ilk sayısını çıkardı. Hüseyin Cahit Yalçın, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin, Nurullah Ataç, Mahmut Yesari, Sadri 14

Ertem, Murat Sertoğlu gibi tanınmış yazar ve gazetecilerin yanısıra gençlerin de yazı, şiir, öykü ve romanlarının, Hikmet Feridun Es ve Naci Sadullah Danış'ın röportajlarının, Ramiz Gökçe ve Münif Fehim'in illüstrasyonlarının yayımlandığı dergi, son sayısının çıktığı 17 Ağustos 1950'ye kadar 17 yıl -yüksek bir tirajla- gündemde kalmayı başaracaktı. 17 MART 1978: Unutulmaz "Kızamuk Ağıdı"nın şairi Ceyhun Atuf Kansu öldü. 18 MART 1892: Ruşen Eşref Ünaydın doğdu. 19 MART 1721: Tobias Smollett doğdu. 20 MART 1971: Falih Rıfkı Atay öldü. 1984: Kerime Nadir öldü. 21 MART 1942: Hüseyin Suat Yalçın öldü. 1973: Âşık Veysel öldü. 27 MART 1797: Fransız şair ve oyun yazarı Alfred de Vigny, Loches'da doğdu. 1889: Yakup Kadri Karaosmanoğlu doğdu. 1945: Halit Ziya Uşaklıgil öldü. d. 1866 29 MART 1868: Maksim Gorki doğdu. 1883: Cumhuriyet döneminin önemli öykücülerinden Memduh Şevket Esendal doğdu. Öğretmenlik, elçilik ve CHP genel sekreterliği gibi devlet memurluklarında bulunacak, bu yüzden öykülerinde M.Ş., M.Ş.E., Mustafa Yalınkat ve Oğulcuk gibi çeşitli imzalar kullanacaktı. 1966: Kızıltuğ ve Kolsuz Kahraman'ın yazarı, Karaoğlan'ın fikir babası Abdullah Ziya Kozanoğlu öldü. 1984: İlhami Bekir Tez öldü. 1988: Şair Emin Ülgener öldü. 30 MART 1631: Azmizade Halet öldü. 1956: Mithat Cemal Kuntay öldü. 22 MART 1832: Goethe öldü. 1971: Salih Zeki Aktay öldü. 1842: Stendhal öldü. 1876: Ziya Gökalp doğdu. 24 MART 1904: Şair İsmail Safa öldü. Romancı Peyami Safa'nın babasıydı. 1935: İsviçreli öykücü Peter Bichsel doğdu. 25 MART 1611: Evliya Çelebi doğdu. 1820: Anne Bronté doğdu. 26 MART 1892: Walt Whitman öldü. 15

BİR ÖYKÜMÜZ VAR ANNENİN GÖZYAŞLARI Ahmet Ünal ÇAM Orta yaşlı kadın, evin içinde telaşlı bir haldeydi. Eşyaların yerini değiştiriyor, örtüleri düzeltiyor, arada bir mutfağa gidip pişmekte olan yemeğe bakıyor, tekrar salona dönüyordu. Sokaktan gelen her seste pencereye koşuyor, her duyduğu kapı zilinde de, başkasının zili olduğunu anlayıp üzülüyordu. Başka şehirde iş bulan oğlu, hem uzak yerde olduğundan hem de izin alamadığından 2 aydır gelememişti. Orta yaşlı kadın, büyük bir özlemle oğlunun gelmesini ümit ediyor, kulağı zil sesinde, ayak sesinde telaşla bekliyordu. Her anneler gününde, çocuğunun ona Anneciğim, annler günün kutlu olsun diyerek, boynuna sarılmasına öyle alışmıştı ki, sanki oğlu kapıdan giriverecek ve koşup boynuna sarılacaktı, sonra da onun için hazırladığı tatlılardan yiyecekti. Oysa oğlu geleceğini söylememişti ki. Kadın, boynu bükük düşündü, -ya gelmezse, ya izin alamadıysa. İçini özlem dolu bir alevin yalayıp geçtiğini hissetti. Kadın sabahtan hazırlığa başlamıştı.. Telaşlı halini gören eşi, sorup durmuştu; Bu telaşın niye? diye ama cevabını bir türlü alamamıştı. Sonunda da kadın; Bu gün evde işim çok, sen git-gez biraz diye ısrar ederek, eşini rica-minnet dışarı çıkarmıştı. Ya, telaşımın nedenini anlarsa, ya saatlerce beklediğim halde oğlum gelmezse diye düşünmüştü. Gelmezse düşüncesiyle bir daha yüreği titremişti. Saatler geçip gidiyordu, öğlen olmak üzereydi; Gelemiyorsan, bir telefon et bari, anneciğim de.. İçinde sıkıntı armaya başlamıştı; -Anneler gününü kutlamak için bir telefon bile etmeyecek mi acaba? Ben böyle bekliyorum ama o belki hatırlamadı bile. Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur sözü anneler için de geçerli olur mu hiç. Olamaz canım, bir telefon eder en azından. Hoş telefon yetmez, özledim yavrumu, kara gözlerini, yaramaz gülüşünü. Hıh.. yaramaz, dediğimi duysa yine darılır, Beni çocuk gibi sevme der. Sanki nasıl seveceksem Çocuğunu düşündükçe, onunla konuştuğunu düşündükçe yüzü gülüyor, farkında olmadan bir anda neşeleniyordu. Sonra duvardaki saate gözü takılıyor, yeniden durgunlaşıyordu. Gelmeyecek, telefon bari etse.. diye düşündü istemeye istemeye. Sesini bari duymuş olurum. Tam böyle düşünürken, cep telefonunun sesiyle irkildi, omuzlarında bir yorgunluk, bakışlarında bir burukluk telefona uzandı., ekranına baktı, arayan oğluydu. Sevinmeli miydi? sevinemedi. acaba acaba gelemeyeceğini söylemek için mi aramıştı. Telefonda kutlayıp geçecek miydi anneler gününü, sarılamayacak mıydı yavrusuna? Açtı telefonu; -Alo.. -Alo, nasılsın anneciğim? -Sağol yavrum, sen nasılsın? -İyiyim anneciğim. -Ne yapıyorsun, işler nasıl? -Biraz zor oldu ama alıştım, hem bu şehre, hem de işe alıştım. -Öyle mi yavrucuğum. Söylemiyordu işte ne telefonda kutluyordu, ne de gelmiyeceğini söylüyordu. Sonunda dayanamayıp sordu; -İzin aldın mı yavrum? -Evet anneciğim, izin aldım. Sen nerden bildin. -Nerden mi, anneler günü için izin almadın mı? 16

-Ha, anneler günü doğru ya. Anneler günün kutlu olsun anneciğim. -Sen sen.. bunun için izin almadın mı? -Ah anneciğim, çok sevdiğim, benim için çok önemli bir bayanı görmeye gideceğimi söyledim. Şefim de izin verdi. Şimdi onun yanına gidiyorum. Orta yaşlı kadın durakladı, sesine hakim olmaya çalıştı. -Öyle mi, nasıl biriymiş bu? -Anneciğim, emin ol bana, senin daha önce yaptığın yemeklerden daha lezzetlisini, daha önce yaptığın tatlılardan daha tatlısını yapmıştır, beni bekliyor şimdi. -Ben şey tamam yavrucuğum. Şey, umarım o da seni seviyordur. -Sevdiğine eminim anne, zaten bu ilk iznimi sırf onu görmek için aldım. Babam nerde anne? -Dışarıdaydı yavrum. Hah.. kapı çalıyor, sanırım baban geldi. -Tamam anne selam söyle, ben de mis gibi kokuların geldiği, dünya da en çok değer verdiğim bir dünya güzelinin kapısındayım. -Tamam yavrum, söylerim. Sonra yine ara yavrum. Allah a emanet ol. Telefonu kapattı. Oysa ne kadar özlemişti oğlunu, ne kadar görmek istiyordu. Kapıya eli uzanırken, gözünden süzülen yaşlara engel olamıyordu. Kapıyı açtığında, boynuna atılan oğlunun -Canım anneciğim, anneler günün kutlu olsun! diye bağırması sanki bir rüya sahnesiymiş gibi geldi. Oğlu; -Anneciğim, seni sevindirecek bir sürpriz yapayım dedim, lütfen ağlama dese de, annesi sevinçten hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. 17

Cemil Meriç bugün yaşasaydı Elif Şafak Siyasi gündem, toplumsal hareketlilik ve huzursuzluk derken, Türkiye de siyaset hep gölgeliyor edebiyatı, sanatı ve felsefeyi. Kayboluyor nüanslar. Keza bunca toz duman arasında bir düşün adamının ölüm yıldönümü de geldi geçti. Sessizce. Yeterince tartışılmadan, konuşulmadan, okunmadan, hatırlanmadan... Ben doğrusu merak ediyorum, bugün bu ortamda yaşasaydı ne yazardı, nelere parmak basardı? Ne sağa ne sola, ne bir kampa ne bir gruba kolayca mal edilebilecek, eşiklerin, ara kategorilerin, gri tonların, nüansların insanıydı. Bugünün kutuplaşmalarına ne derdi acaba? Cemil Meriç okumaya başladığımda lise sondaydım. Hakkını vererek okumam ise üniversite yıllarıma rastlar. Bu Ülke yi okumak muazzam bir etki bırakmıştı bende. Bu sayfalarda hayatımın bütünü, yani bütün sevgilerim, bütün kinlerim, bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülakata bu kitabı yazmak için geldim; etimin eti, kemiğimin kemiği dediği Bu Ülke. Söylediği her şeye katılmıyordum belki ama katılıp katılmamanın önemi yoktu ki. Dürüstlüğü, entelektüel ahlakı alıp götürüyordu okuru. Yitirdiğimiz bir geleneğin belki de son halkasıydı Cemil Meriç. Kaleminin mürekkebini sadece bilgi ve akılla değil, bir de vicdanla dolduran bir düşünsel geleneğin... Çok yönlüydü. Roman okumaya vakti olmayan, ciddi yazılarla uğraşan aydınlardan değildi. Onun gözünde bilgi bir bütündü. Edebiyat sosyolojisinden siyaset felsefesine, dinler tarihinden kültürel okumalara kadar çeşitli alanlarda yazı ve bağlar kurdu. Bugün bir üniversitede ders veriyor olsa belki de disiplinlerarası bir oluşumun başını çekerdi. Daha evvel okuduğum düşünürlere benzemeyen bir yanı vardı Meriç in. Doğu dan ve Batı dan aynı anda alıyordu sanki ilhamını, geçmişten ve bugünden ve bir de abartısız bir karamsarlıkla yorumladığı gelecekten aynı anda... Zeki ve şüpheci, mütevazı ama bir o kadar mağrur, buralı 18

ama bir o kadar bağımsız, yalnız ve yalnızlığından korkmayan bir adam... Cemil Meriç in nasıl biri olduğunu, nasıl yaşadığını ne zaman düşünmeye kalksam gözümün önüne bir resim gelirdi o yıllarda... Sade döşenmiş bir evin kuytusunda, bahçeye bakan bir odasında, kitap üstüne kitap yığılmış bir masa başında, eğilmiş açık duran bir kitaba, parmakları sabitlenmiş bir paragrafın üzerinde, sanki korkmuş cümleleri yitirmekten, kaçmasın diye sıkı sıkı sarılmış söz dizinine, kaybolmuş kelimelerin arasında, çalışıyor adam... Fonda, geri planda onu seven bir kadın var. Kadın sabırla bekliyor okumasının bitmesini, yemeğini getirmeyi. Kadın bekliyor, yemek soğuyor, bir gölge düşüyor odaya. Kararıyor ortalık. Ne gariptir ki okumaya bu kadar düşkün olan Cemil Meriç, ömrünün uzun senelerini gözleri görmeden geçirdi. Etrafındakiler okudular ona. O dinledi. Okuyabilmek için başkalarına muhtaç olmak onu nasıl yaralamış olmalı.. veriyorum okuyucu... Nihayet bütün dünya kelimelerden ibaret. Ama sende ne varsa kelimede de o var. Kelime, narsistin kendisini seyrettiği dere. Çok bakma, içine düşersin Batı ile Doğu iki ucuz kelimeden, basmakalıp genellemeden ibaret değildir Meriç için. Batı nın ve Doğu nun düşünce sistematiklerini kıyaslar, birbirlerinin aynasında eksiklerini görmelerini sağlar. Bir yandan Hint e uzanır, İran a, Doğu felsefesine. Bir yandan Fransız edebiyatını ve felsefesini bilir, yazılarına sindirir. Bu iki farklı epistemolojiden iki farklı su çeker. Birbirine harmanlar. İki yol var insanlık için, demişti Cemil Meriç. Ya kendi kendini imha etme noktasına gelecek ya da gerçekten insanlaşacak. Nasıl olacak bu gerçekten insanlaşma? Bugün yaşasaydı umut görür müydü acaba? TUTUKLAMAYIN OZANLARI Bir ozanı tutuklamak Tutuklamaktır ana dilini Gökyüzünü yoksunlamak Türkçeden Kırmaktır en taze dalı su yürürken Bir ozanı tutuklamak Tutuklamaktır ana sözcüğünü Dili büyüten güneşli kapı önlerinde Konuşurken gelen geçenle Bir ozanı tutuklamak Tutuklamaktır yaşamın pınarını Bir ulusun yağmurlarını biriktiren Ve akıtan zamanın dağ eteğinden Bir ozanı tutuklamak Nisan başlangıcında bir daldan Üreyen bir gül haberini Dondurmaktır ve sürdürmektir zemheriyi. Ama ben en çok Cemil Meriç in kelimelere olan aşkından etkilendim belki de. Öyle seveceksin ki kelimeleri, yetecekler sana, der. Kelimeleri rastgele kullanmaz. Araçsallaştırmaz. Kelimeleri sana Ozanı tutuklayan toplum, tutuklar kendisini Bir büyük hapishanedir artık orası Devlet adamı da tutukludur orda bir bakıma Muş ovasında ot biçen bir köylüyü de.. Ceyhun Atuf Kansu 19

SAZIN TELİ-GÖNÜL DİLİ Deşifre: Zuhal TÜRKKAHRAMAN Redaksiyon: Hayrettin İVGİN GİZDE BULDUM BEN KENDİMİ ÂŞIK SARICAKIZ (İLKİN MANYA) 1948 yılında Eskişehir de doğdu. Annesinin adı Lâtife, babasının Mehmet tir. İlk ve ortaokulu Ankara da okuduktan sonra, Konya Öğretmen Okulu na girdi. Öğretmen olarak ilk atandığı yer Ankara nın Ömerler Köyü İlkokuludur. Daha sonra çeşitli okullarda öğretmen olarak görev yapmıştır. Öğretmen okulunda atletizm çalışmış ve aletli jimnastikte birkaç kez Türkiye birinciliği elde etmiştir.. Saz çalmak merakı daha ilkokul sıralarında başlamış, öğretmen okulunda gelişmiştir. İlk defa 1970 yılında yapılan Konya Âşıklar Bayramı na katılmıştır. Karacaoğlan, Yunus Emre, Pîr Sultan Abdal gibi eski ozanları okumuş ve incelemiştir. Tip olarak sarışın olduğu için mahlasını Sarıcakız olarak almıştır. Şiirlerinde bu mahlasını baştan bu yana kullanmaktadır. Pek çok festival, şenlik ve şölene katılmış, Türkiye nin en ünlü âşıkları ile tanışmıştır. 1996 yılında başladığı Arif Sağ Bağlama Okulu na, iki yıl devam etmiş ve bağlama çalmasını geliştirmiştir. Bir 45 lik plağı, dört tane kaseti bulunuyor. Kadın âşıklar üzerine yapılmış bir araştırması Halk Şiirinde Ana Sesi adıyla kitap olarak yayımlanmıştır. Bu alem bu yer içinde Gizde buldum ben kendimi Koca dünya üzerinde Bizde buldum ben kendimi Çektiğim her bir çilemi Al eline yaz kalemi El yaşarken zevk alemi Közde buldum ben kendimi Gönül razı yaşamadan Bazı bazı yaşamadan Bahar-yazı yaşamadan Güzde buldum ben kendimi Bir yol güldür, biri diken Makbul olur zahmet çeken Kolay yollar da var iken Tozda buldum ben kendimi Gönül tufan, gönül boran Budur beni hepten saran Bir ulu dergaha varan İzde buldum ben kendimi Artık şu ömür yarıca Yer dolandım, yer arıca Bunca yer varken Sarıcakız da buldum ben kendimi. Aşik SARICAKIZ Hakkında yapılmış bir kitap 2006 yılı içinde yayımlanmıştır. Öğretmenlikten emekli olan Âşık Sarıcakız, İstanbul da ikamet etmektedir. 20

FECRİN NUR ÖNGÖREN Bir ozanın halktan Bir ozanın halktan ayrı yaşamı Balığın karaya düşmesi demek Kesesine bağlı sanat adamı Çıkar pazarının yosması demek Şöhreti ünvanı zirvede olsa Kıral sarayında ödüler alsa Kavgada halkından geride kalsa Tilkinin köşeye pusması demek Tarafsız sanatçı sorumsuz insan Yozlaşır asalak yaşar her zaman Halka söylediğin tutmayan ozan Rüzgarın kayaya esmesi demek Meydanı boş bulsa ucuz kahraman Saray dalkavuğu yamandır yaman Yağma sofrasında karnın doyuran Yem kuşunun faka basması demek Maksudi mazlumun sesi olmayan Yoksul çilesine gönül vermeyen Velhasıl gücünü halktan almayan Karlı dağın kuru çeşmesi demek Ozan MAKSUDİ(Osman DAĞLI) ROMANCILIĞI ÜZERİNE RÖPORTAJ S.1)Niçin roman yazmayı tercih ettiniz? İlk romanınıza yazarken hangi duygular içindeydiniz? C.1)Annem kanser hastasıdır. Ben, orta halli bir ailenin çocuğuyum.bu nedenle tedavi için her ay Ankara ya giderken büyük zorluklar yaşıyordum. Bir gün, tedavi olduğumuz hastahanede yarım kalmış bir bina dikkatimi çekti. Bu binanın hangi amaç için yapıldığını ve niçin böyle yarım kaldığını sorduğumda, o binanın bizler gibi tedavi için gelen hasta yakınlarının konaklaması için yapılmaya başladığını, ancak, ödeneksizlikten yarım kaldığını söylediklerinde, bağış yapacak kadar param olmadığını düşünüp üzüldüm. Orada, o an karar verdim. Roman yazacağım ve o inşaata romanlarımın gelirini bağışlayacağım diye. İşte, ilk romanım olan Sonbahar Korkusu nu bu duygularla yazdım. S.2)Linda, Zafer ve Zafer in Karısı dersek, cevabınız ne olur? 21

C.2)Taşradan şehre taşınmış bir çiftin, şehir yaşantısını yakalama telaşıdır. Kentin sancılı yaşantısıdır. Dul bir hanımdır Linda Zafer ve karısının yolu Linda ile kesişir. Yaşantılarında tahmin edemeyecekleri büyük bir değişim meydana gelir. S.3).Kahramanlariniz aşka ve yaşama dair düşüncelerini eğitici ve öğretici bir üslupla mı anlatırlar? Kahramanlarınızla ruh kökünüz arasında bir bağ var mıdır? C.3) Romanlarımda halkın konuştuğu dili kullanıyorum. Halkın içinden yaşamları irdeleyip kaleme almayı tercih ettiğim için okurlarım, mutlaka ya kendi yaşantılarından ya da çevrelerindeki herhangi bir dostlarının yaşantılarından kareler buluyorlar. Sırf bu sebepten, yazarken bir çok konuda dikkatli olmaya çalışıyorum. Okurla bütünleşen, kendi farkındalıklarını seren bir anlayış ve dil tercihimdir. Enteresan bir şey daha söyliyeyim, Romanlarımı yazarken hiçbir kurguya dayandırmadan yazıyorum. Anlıyacağınız, yazmaya başladığımda kitabın sonunu ben de bilmiyorum. Böylece yazarken o anki ruh halim doğrultusunda yazdığımdan; romandaki karakterlerle hem ağlıyor, hem mutlu oluyor hem de yazıyorum. Bazen annem odama girdiğinde beni ağlar görürse Niçin ağlıyorsun? Onlar gerçek değil ki kızım! diye söylenebiliyor. S.4)Antalya ve kadın dersek ne dersiniz? C.4)Antalya mızı Türkiye nin diğer şehirlerimizle kıyasladığımızda, Antalya mız kadınlar için bir özgürlük şehridir. Şehrimiz oldukça güvenli bir şehirdir. Kadınlarımızı her alanda çalışırkeni gezerken, alışveriş yaparken, müzikte, siyasette; sanatın her dalında görebiliriz. S.5)Türk romanı nereye gidiyor? C.5)Bir halk tabiri vardır, ağzı olan konuşuyor diye. İşte bugün herşeyin parayla ölçüldüğü bir de eline kalemi alan herkesin roman yazdığı bir dönemi yaşıyoruz. Bu, elbetteki çok acı. Lâkin daha acı olan; bazı yayınevleri demeyelim de matbaalar kitap basıp yazarın eline tutuşturuveriyor. Onlar da kitaplarını eline alıp tencere, tava satar gibi 22

pazarlamaya çalışıyorlar. Çok üzülüyorum. Diğer taraftan, çok kaliteli, edebî, değeri yüksek romanlar da basılıyor. Bunların öne çıkması bence sadece tesadüf. Her dalda olduğu gibi bu camiada da ya paranız olacak, ya da sosyal bir çevreniz. S.6)Roman yazmaya yeni başlayanlar için tavsiyeleriniz nelerdir? C.6)Yazma eğilimi olan herkesin once roman yazıyorum diye başlaması taraftarı değilim. Sadece tavsiyem çok okusunlar. Bu arada da ilk olarak günlük tutmaya başlasınlar. Sonra küçük hikâyelerle devam edip zaman içerisinde kendilerini geliştirebilirler. C.10)Evet. S.11)Yakup kimdir? C.11)Timmeh cinsi bir papağandır ve 7 yıldır bizimledir. S.12)Sizi etkileyen bir roman? C.12)Nermin Bezmen Kurt Seyit ve Suna. -Teşekkür ederiz. -Ben teşekkür ederim. S.7)Diğer iki romanınızda ana karakter kadın iken, niçin son romanınız Kördüğüm de ana karekteriniz erkek? C.7) Daha once bahsettiğim gibi bir kurguya dayalı olarak yazmıyorum. Aslında bu kitabımda da ana karakter kadındı. Kitap bitene kadar yine ana karakteri kadın sanıyordum. Kitap bitip son okumada farkettimki ana karakter bir erkek olmuş. Bunu ben değil, roman kendi kendini yönlendirmiş S.8)Fecrin Nur Öngören adı, bir mahlas mı, yoksa gerçek adınız mıdır? C.8)Gerçek adımdır. S.9)Kördüğüm kitabınızın kapağı? C.9)Aşk üçgeni içindeki entrikalar. S.10)Kitaplarınızda kendi yaşantınızdan kesitler var mıdır? 23