Ümmet ve Ümmet Bilinci



Benzer belgeler
KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

ÖNCESİNDE BİZ SORDUK Editör Yayınevi LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Yeni Tarz Sorular Nasıl Çözülür? s. 55

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Orucun Manevi Hayatımıza Katkıları

Kültürümüzden Dua Örnekleri. Güzel İş ve Davranış: Salih Amel. İbadetler Davranışlarımızı Güzelleştirir. Rabbena Duaları ve Anlamları BÖLÜM: 3 URL:

TİN SURESİ. Rahman ve Rahim Olan Allah ın Adıyla TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ TİN SURESİ. 3 Bu güvenli belde şahittir;

1.Birlik ilkesi: İslam inancına göre bütün varlıklar, bir olan Allah tarafından yaratılmıştır.

Gençlik Eğitim Programları 7. SINIF SİYER-İ NEBİ

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir.

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Veda Hutbesi. "Ey insanlar! " Sözümü iyi dinleyiniz! Biliyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada bir daha buluşamayacağım.

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri

Ana Stratejimiz Milletimizle Gönül Bağımızdır BÜLTEN İSTANBUL B İ L G. İ NOTU FİLİSTİN MESELESİ 12 de İÇİN 3 HEDEFİMİZ, 3 DE ÖDEVİMİZ VAR 3 te

dinkulturuahlakbilgisi.com amaz dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

Arap diliyle tesis edilen İslam a dair hakikatler diğer dillere tercüme edilirken zaman ve zeminin de etkisiyle gerçek anlamından koparılabiliyor.

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KUR AN

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesin olarak inanırlar. Bakara suresi, 4. ayet.

Ü N İ T E L E N D İ R İ L M İ Ş Y I L L I K D E R S P L A N I

ÇANAKKALE İLİ GELİBOLU İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2016 YILI 1. DÖNEM (OCAK-ŞUBAT-MART) VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI


Anlamı. Temel Bilgiler 1

Erhan tarafından yazıldı. Çarşamba, 31 Ekim :03

MÜSİAD İNGİLTERE ŞUBESİ AÇILIŞI , LONDRA. İş ve Siyaset Dünyasının, STK larının Başkan ve Temsilcileri,

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

Islam & Camii Diyanet İşleri Türk İslam Birliği

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 12. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

dinkulturuahlakbilgisi.com KURBAN İBADETİ Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

İstanbul İmam Hatip Liseliler Derneği

Orucun tutulacağı günler olduğu gibi tutulmayacağı günlerde vardır. Resûlüllah sav bizzat bunu yasak etmiştir.

Avrupa da Yerelleşen İslam

ÜMMETİN GELECEK NESLİ ÇOCUKLARIMIZA NAMAZ EĞİTİMİ NASIL VERİLEBİLİR? Gelecek Nesle Doğru

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

IGMG Gençlik Teşkilatı

UKBA. e Bülten TACİKİSTAN DAN TÜRKİYE YE UKBA DERNEĞİ AMERİKA DA SOHBET MECLİSLERİ KURDU KARDEŞLERİMİZLE PİKNİKTEYİZ

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ KONU VE KAZANIMLARININ ÇALIŞMA TAKVİMİNE GÖRE DAĞILIM ÇİZELGESİ

5. Peygamberimizin Medine'ye hicret ettikten sonra yaptırdığı caminin adı nedir? 1. Aşağıdakilerden hangisi dinin faydalarından biri değildir?

ÖZEL BİLFEN İLKÖĞRETİM OKULU ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ KONU VE KAZANIMLARININ ÇALIŞMA TAKVİMİNE GÖRE DAĞILIM ÇİZELGESİ

Allah Kuran-ı Kerim'de bildirmiştir ki, O kadın ve erkeği eşit varlıklar olarak yaratmıştır.

HZ. PEYGAMBER (S.A.V) İN HOŞGÖRÜSÜ VE AFFEDİCİLİĞİ

İÇİNDEKİLER. Takdim... 9 İTİKAD ÜNİTESİ. I. BÖLÜM Din Din Ne Demektir? Dinin Çeşitleri İslâm Dini nin Bazı Özellikleri...

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI 8. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ KONU VE KAZANIMLARININ ÇALIŞMA TAKVİMİNE GÖRE DAĞILIM ÇİZELGESİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS HZ.MUHAMMEDİN HAYATI DKB

Mirza Tahir Ahmed Hazretleri Cuma Hutbesinde, duanın aşağıdaki bahsedilen durumda şartsız olarak kabul edileceğini söyledi;

Gençlik Eğitim Programları DAVET

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

OKUNMAMIŞ ÜÇ MESAJINIZ VAR

penceremi ışığa açıyorum PARMAKLIKLAR ARKASINDAKİ YÜREKLERİ IŞIKLA BULUŞTURUYORUZ

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

Azrail in Bir Adama Bakması

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Teravih Namazı - Gizli ilimler Sitesi

Kur an ın Bazı Hikmetleri

İslamî bilimler : Kur'an-ı Kerim'in ve İslam dininin doğru biçimde anlaşılması için yapılan çalışmalar sonucunda İslami bilimler doğdu.

Göç yani hicret dini bir vazifedir.insanların dinlerini daha iyi yaşamaları,hayatlarını devam ettirebilmeleri için göç bir ihtiyaçtır.

ICERIK. Salih amel nedir? Salih amelin önemi Zekat nedir? Zekat kimlere farzdır? Zekat kimlere verilir? Sonuc Kaynaklar

Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

MEDYA. Uluslararası Arapça Yarışmaları BASIN RAPORU

Ck MTP61 AYRINTILAR. 5. Sınıf Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi. Konu Tarama No. 01 Allah İnancı - I. Allah inancı. 03 Allah İnancı - III

EDİRNE İL MÜFTÜLÜĞÜ 2015 MERKEZ 4. DÖNEM VAAZ (EKİM, KASIM, ARALIK) VE İRŞAT PROGRAMI


DÜNYA MÜSLÜMAN KADINLAR ZİRVESİ VE FUARI (BİLGE 2017)

Kurban Nedir Ve Niçin Kesilir?

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 9. SINIF DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Edeb Ya Hu! Cumartesi, 03 Ocak :31

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

MKÜ de İftar Coşkusu. Akademik ve İdari Personel İçin Düzenlenen İft ara Büyük Kat ılım Oldu

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

MERSİN İL MÜFTÜLÜĞÜ 2015 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI VAİZİN

LGS Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Deneme Sınavı

Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti

PEYGAMBERLİKTEN SONRA EN YÜCE MAKAM ŞEHÂDET Cumartesi, 28 Şubat :06

İÇİNDEKİLER İTİKAD ÜNİTESİ. Sorular


Nesrin: Ahmet! Ne oturması! Daha gezecek birçok mağaza var, sen oturmaktan bahsediyorsun.

22:40 AYETİNİN KURAN DAKİ KOORDİNATLARI

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

tarafından yazıldı. Pazartesi, 13 Ağustos :33 - Son Güncelleme Pazartesi, 13 Ağustos :52

15 Ekim 2014 Genel Merkez

Herkes bir arayış içinde

KUR'ANDAN DUALAR. "Ey Rabbimiz, Bize dünyada bir iyilik, ahrette bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru." ( Bakara- 201 )

11. Kullara rızık olması için birbirine girmiş, küme küme tomurcukları olan uzun boylu hurma

2016 YILI 1. DÖNEM ÜÇ AYLIK VAAZ- IRŞAT PROGRAMI VAAZIN

Question. Masumların (Allah ın selamı üzerlerine olsun) velayet hakkına sahip olduklarının delili Nedir?

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI BAŞLANGIÇ

Transkript:

Selamların en güzeli ile Ümmet ve Ümmet Bilinci Bireyselliğin giderek kuvvetlendiği, kurulan ya da kurulması olası tüm ilişkilere kişisel çıkarlar çerçevesinde ayar verildiği günümüzde, bizim de kendimize ve çevremize bakışımız değişti, üstelik uzun zamandan beri ve yeryüzünde olan bitenlere karşı asli sorumluluklarımız unutulmaya yüz tuttu. Oysa bu bizim için bir seçenek değil, imanî bir zorunluluktu. Çok uzun zamandan beri, biz adına değil, ben adına düşünüyor, kararlar veriyor, planlar yapıyoruz. Mensubiyetlerimizin ve aidiyetlerimizin yeşerttiği ulu çınar, ümmetin bölünmüşlüğünün, birbirine "dost" ama uzak grupların birbirlerini rakip olarak görmelerinin, mezhep savaşlarının vs. etkisiyle her geçen gün daha hızlı döküyor yapraklarını ve esen sert rüzgarlara karşı daha cılız, daha dayanaksız hâle geliyor. Reel politiğe vahiy penceresinden bakmayı bırakmış olmamızdan olsa gerek, Suriye de kurşuna dizilen insanların, Irak ta birbirini boğazlayan kardeşlerin, Gazze de topa tutulan evlerin feryadını duymuyoruz; her yıl 10 milyona yakın çocuğun açlıktan ölmesi bizi sarsmıyor, 2 milyar insanın sefalet içinde kıvranması nedense içimizi titretmiyor artık. Her türlü israfın ihtiyaç olduğuna ikna olmuş, tüketimi alabildiğine artırmakta kimlik bulan bireyler olarak, çağa ve topluma tanıklık etme misyonumuzu unuttuk. Nil'in diğer yakasındaki bir kuzuyu kurt kapsa sorumlusu Ömer'dir dedirten bir Müslümanlık bilincini taşıması gereken duyarlılık ve sorumluluk bizim yitik malımız artık. Arafat ta birlik içinde eriten, sadece sevgi ve kardeşlik duygusuyla bütünleştiren emin belde yi yaşadığımız yerlere taşıyamıyoruz. Çünkü insanlığa hayırda ve iyilikte öncü olma iddiasından vazgeçtik. Nitekim Habeşli Hz. Bilal i, Bizanslı Hz. Suheyb i, Farslı Hz. Selman ı, Arap Hz. Ali yi kardeş kılan o ümmet olma bilincini kaybetmemiş olsaydık, bugün Türkiyemiz de Kürt sorunu diye bir şey olabilirmiydi? Unutulmamalıdır ki, Müslümanlar ancak ve sadece kardeştir âyeti, Müslümanları bir bütün olarak kabul eder, aralarındaki ilişkiyi kardeşlik esasına dayandırır. Ancak bu kardeşliği başka birlikteliklere karşıtlık olarak tanımlamaz. Zira Allah (cc.) insanı bir anne ve babadan yaratmış, bu bir ve tek soydan gelen tüm insanları da insanlıkta kardeş kılmıştır. Bu anlamda ümmet bilinci insanlığı kuşatmakta, onları kardeş olmaya davet etmekte, onlara iyilik ve güzellikte yardımlaşmayı, zulüm ve adaletsizlikte ise birbirilerine engel olmayı emretmektedir. Bizler de bu sayımızda, aklımızda bu düşünce ve endişelerle, ve hala vaktimiz varken, ümmet oluşun ne demek olduğunu, ümmet bilincinin kim liğimizi nasıl şekillendirmesi gerektiğini çeşitli yönleriyle işlemeye, hatırlamaya ve hatırlatmaya çalıştık. Zira ümmet zelil bir durumda ve her birimiz elinden geleni yapmadığı sürece her şey daha da kötüye gidecek. Ve bu bağlamda, Ahmet Taşgetiren Hocamız ile ümmet bilinci üzerine yaptığımız söyleşinin, üzerimizdeki ataletin atılmasına yönelik bir çağrı niteliği taşıdığını düşünüyoruz... Ayrıca Kutlu Doğum Haftası nın bu aya tekabül ediyor olması, Efendimiz (sav) in örnekliğini bir kez daha dergimize konu kılmamıza vesile oldu. Yazarlarımızdan Sultan Balkaya, Efendimizin aile hayatına ve aile tasavvuruna dair hatırlatmalarda bulunurken, Murat Kubat, kendisi de bir yetim olan Peygamberimizin yetimlere bakışını kaleme aldı. Gelecek sayımızda buluşmak üzere, kalbî selamlarımla. Mustafa YENEROĞLU

içindekiler dosya Ümmet Kavramı ve İslam Ümmeti... 6 Medine Sözleşmesi nde Ümmet... 8 Söyleşi: Ahmet Taşgetiren ile Ümmet Bilinci üzerine... 11 Bireyselliğe Karşı Ümmet Olmak, Ümmet Kalmak... 16 Vasat Ümmet... 18 Parçalanmış Ümmet... 20 6 ÜMMET KAVRAMI VE İSLAM ÜMMETİ islam ve hayat Biz Seni Görmeden Sevdik... 22 Efendimizin Ailesi ve Aile Kavramı... 24 Yetim Yürekli Peygamber... 26 gündem Yeni Cumhurbaşkanı, Eski Sorumluluklar... 28 Genç Müslümanların Dünyası nı Anlamak (!)... 30 11 AHMET TAŞGETİREN İLE ÜMMET BİLİNCİ ÜZERİNE kültür Amsterdam Müzesi ve Buurtwinkel s Projesi... 32 1453 Kere İstiğfar... 34 teşkilat Süleymaniye ve Sinan, Kurum ve Yönetim Kültürü... 36 32 AMSTERDAM MÜZESİ VE BUURTWİNKEL S PROJESİ Perspektif IGMG Aylık Yayın Organı APRIL / NİSAN 2012 Yıl/Jg.: 18, Sayı/Nr.: 208 Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen, Deutshcland Tel.: 02237/ 656-0 Fax: 02237/ 656 555 www.igmg.de E-Mail: dergi@igmg.de YAYINCI HERAUSGEBER: IGMG-Islamische Gemeinschaft Millî Görüş e.v. Amtsgericht Köln, VR 17018 adına Kurumsal İletişim Başkanlığı Vertreten durch den Vorstand: Kemal Ergün, Vorsitzender; Oğuz Üçüncü, Generalsekretär; Hakkı Çiftçi, stellv. Vorsitzender Genel Yayın Yönetmeni / Chefredakteur: Mustafa Yeneroğlu (V.i.S.d.P) Editör: İlhan Bilgü Yayımlanan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir. Die in der Zeitschrift veröffentlichten Meinungen binden die Autoren, nicht die IGMG. İLAN SERVİSİ ANZEIGENSERVICE: Tel.: 02237/ 656-201 Fax: 02237/ 656 555 E-Mail: tanitma@igmg.de ABONE SERVİSİ ABONNEMENT: IGMG-Islamische Gemeinschaft Millî Görüş Mitgliederbetreung: Boschstr. 61-65, D- 50171 Kerpen Tel.: 02237/ 656-0 Fax: 02237/ 656 555 E-Mail: mitglied@igmg.de Yıllık abone ücreti: Jahresabonnement: 59,-EURO IGMG Genel Merkez Üyelerine ücretsizdir. Der Bezugspreis ist für Vereinsmitglieder im Mitgliedsbeitrag enthalten. HESAP NO BANKVERBINDUNG: BANK AUSTRIA: IBAN: AT 23 12 000 515 74 66 56 01 SWIFT: BKAUATWW

GÜNDEMDEN KISA KISA... AFGANİSTAN DA NATO YİNE ORTALIĞI KARIŞTIRDI Afganistan da görev yapan bir Amerikan askeri, bir köyde katliam yaptı. Üç eve giren asker, rastgele ateş açtı. Olayda 9 u çocuk ve 3 ü kadın olmak üzere 16 kişi yaşamını yitirdi. Taliban, olaydan sonra barış görüşmelerini askıya aldı. Ayrıca, ABD nin Afganistan daki Bagram askeri üssünde 30 Kur an-ı Kerim in yakıldığı ortaya çıktı. ABD, Kur an-ı Kerim in tutuklular arasında iletişim aracı olarak kullanıldığı gerekçesiyle imha edildiğini açıkladı ve özür diledi, ancak bu özür olayları engellemedi ve her iki olay Afganistan da yoğun protestolara sebep oldu. Protesto gösterileri sırasında güvenlik güçlerinin ateş açması üzerine ise yaklaşık 30 sivil hayatını kaybetti, çok sayıda kişi de yaralandı. BELÇİKA DA CAMİYE SALDIRI Brüksel in Anderlecht semtindeki en büyük Şiî camisine molotofkokteylli bir saldırı gerçekleştirildi. Saldırı sonrası olay yerine giden itfaiye ekipleri, yangını 45 dakika sonra söndürebildi, ancak imam Şeyh Abdullah hayatını kaybetti. Belçika Başkakan Yardımcısı ve İçişleri Bakanı Joelle Milquet, saldırıyı kınadı. Belçika Müslüman Temsil Kurumu Başkan Yardımcısı Isabelle Praile, Selefîlerden yoğun tehdit alan Anderlecht teki El-Rida Camisi nin bir dönem polis tarafından koruma altına alındığını söyledi. Olayın akabinde cami çevresinde toplanan yüzlerce Müslüman saldırıyı protesto etti. SARKOZY DEN SEÇİM YATIRIMI Fransa nın Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday olan Nicholas Sarkozy Paris Camii ni ziyaret etti. Müslümanlarla biraraya gelen ve Fransız ordusunda görev yaparken hayatını kaybeden askerler için kurulan anıta çelenk bırakan Sarkozy, haftalardır gündemde olan ve aşırı sağcı Marine Le Pen tarafından başlatılan helal et polemiğine bir an önce son verilmesi gerektiğini söyledi. Seçim için yapılan son anketlerde geride gözüküyor ve Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy nin bu ziyareti, ülkedeki Müslüman kesimin oylarını almak için gerçekleştirdiği yorumları yapılıyor. HOLLANDA TÜRK İŞADAMLARINA VİZEYİ KALDIRDI Hollanda Danıştayı, Türk işadamlarının bu ülkeye vizesiz girebileceklerine ve ikamet izni almadan 3 ay kalabileceklerine karar verdi. Türk işadamı Cahit Yılmaz ın 14 Şubat 2011 tarihinde Haarlem Mahkemesi nde kazandığı davaya Hollanda Göç ve Mülteciler Bakanlığı nın yaptığı itirazı değerlendiren Danıştay, Yılmaz ın davasını bireysel nedenlerden dolayı bozdu. Danıştay, kararında Hollanda nın Türk işadamlarına uyguladığı vizenin haksız olduğuna karar verdi. HANNOVER DE İŞYERİNDE NAMAZA İZİN Hannover İş Mahkemesi Müslümanların işyerinde vaktinde namaz kılabileceğine hükmetti. 1995 yılından beri aynı inşaat şirketinde çalışan Mustafa Yavuz un son bir yıldır işyerinde vaktinde namaz kılmasına müsaade edilmemesi üzerine yaptığı başvuruyu değerlendiren mahkeme, İnanç sahibinin inandığı din ibâdetini vaktinde yerine getirmesini emrediyorsa, kişinin o ibadeti zamanında yerine getirme hakkının var olduğuna karar vererek, inanç hürriyeti noktasında sevindirici bir gelişmeye imza attı. GENÇLİK YURTDIŞI ÇALIŞTAYI T.C. Gençlik ve Spor Bakanlığı Yurtdışı Çalıştayı 17-18 Mart tarihinde yapıldı. Tüm Avrupa dan Türkiye kökenli gençlerin ve gençlik ile ilgili alanlarda görevli kişilerin davet edildiği bu çalıştaya özellikle sanat, spor, siyaset ve üniversitelerde aktif olan bireyler katıldı. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç ın açılışını yaptığı çalıştayda katılımcılar, Almanya daki Eğitim, İnsanî Değerler/Sivil Toplum Faaliyetleri ve Sosyal Hayat gibi konuları ele aldılar. NEW YORK'TA İSLAM SERGİSİ New York ta bulunan Metropolitan Sanat Müzesi, İslam eserleri sergisine ev sahipliği yapıyor. Bizans ve İslam isimli sergide 7. yüzyıldan itibaren Doğu Akdeniz de hızla yayılan İslamiyet in Bizans ın siyasî ve kültürel yapısında yarattığı etkisi konu alınıyor. 13 farklı ülkeden derlenen eserlere yer veren sergi Temmuz ayına kadar ziyaretçilere açık. NİSAN 2012 sayfa 5

dosya Ümmet Kavramı ve İslam Ümmeti Abdulgafur Levent abdulgafur.levent@ibb.gov.tr ÜMMET KAVRAMI Ümmet kelimesi Kur an-ı Kerim de altmış dört yerde geçmekte olup, genel olarak topluluk, insan topluluğu anlamına gelmekle birlikte, millet, zaman, önder, yol, din, cemaat, rehber anlamlarına da geldiği lügatlerde belirtilmektedir. Fakat kelimenin daha çok bir din, gelenek, durum, zaman veya mekân gibi sebeplerle bir araya gelmiş grup, cemaat veya topluluğu ifade ettiği anlaşılmaktadır. İbn Manzur, Lisan ul Arab da ümmet kelimesini dil açısından incelerken şu tespitlere yer veriyor: Ümmet, insan nesli demektir. Her nebinin ümmeti, kâfir veya mümin ayrımı olmaksızın, tebliğ için gönderildiği tüm insanlardır. Muhammed Ümmeti denince de, Hz. Muhammed (s.a.v.) e inanan ve inanmayan bütün insanlar kastedilir Hz. Muhammed (s.a.v.) kendisine tabi olunması, uyulması bakımından, kıyamete kadar tüm insanlığın yegâne tek Peygamberidir. Bu, Muhammed Ümmeti deyiminin genel çerçevesini oluşturmaktadır. Bu hususta Kur an-ı Kerim de: De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah ın elçisiyim. Ondan başka ilah yoktur. O diriltir ve öldürür 1 Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler 2 buyurulmaktadır. O nun risaletini kabul edip iman edenler ve O na inanmayıp, İslam dairesinin dışında kalanlar olmak üzere, Muhammed Ümmeti iki gruba ayrılmaktadır. İslam dairesinin dışındaki grubu oluşturanlar da, ümmet çerçevesi içerisinde değerlendirilirler. Bu engin ve geniş ümmet çerçevesi içinde, Hz. Muhammed (s.a.v.) e kulak verip O nu, Allah ın Resulü Muhammed olarak kabul ve tasdik edenlerle, Abdullah ın oğlu Muhammed olarak tanıyıp, Peygamberliğini reddedenlerin maruz kalacakları akıbet, elbette farklı olacaktır. Ancak, inanmayan bu güruh, kendilerine davet ulaştırılması gereken kitleyi oluşturmaktadır.insan topluluğu, ister kalabalık ve büyük, isterse az sayıda olsun her çeşit insan topluluğu, ümmet kelimesinin en çok kullanıldığı anlamlardan birisidir. İnsanlık başlangıç itibarı ile tek bir ümmet idi. Bütün insanlık Hz. Âdem (a.s.) den çoğalmıştır. 3 Nitekim Kur an-ı Kerim de Yüce Allah: İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarında kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler 4 buyurmaktadır. İbrahim (a.s.), oğlu İsmail (a.s.) ile birlikte Beytullah ın temellerini yükseltirken, Ey Rabbimiz! Bizi sana boyun eğenlerden kıl, neslimizden de sana itaat eden bir ümmet (topluluk, cemaat) çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira tevbeleri çokça kabul eden, çok merhametli olan ancak sensin 5 şeklinde dua ederek nesillerinden hayırlı bir ümmet gelmesini arzulamaktadırlar. Ayrıca, ümmet kelimesi, insan toplulukları yanında, hayvan topluluklarını da anlatır. Bu bağlamda Yüce Allah, Kur an da şöyle buyurmaktadır: Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi birer ümmet (topluluk) dir. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecektir. 6 Yeryüzündeki bütün canlıların insanlar gibi birer topluluk ve tür olduğunu ayeti celile bildirmektedir. sayfa 6 Perspektif

(İDEAL) İSLAM ÜMMETİ Müslümanların başka hiçbir toplumda görülmeyen din/iman kardeşliği bağıyla birbirlerine bağlanmaları, onları tek bir yürek, tek bir vücut haline getirir. Müslüman topluluğu tek bir ümmettir. Ümmetin vasıflarını ortaya koyan en önemli kaynak Kur an-ı Kerim ve Efendimiz (s.a.v) in Sünnetidir. İslam Ümmeti akide, ibadet, kulluk, cihad, emr-i bil-maruf ve nehy-i ani l-münker ümmetidir. Yüce Allah Kur an ında şöyle buyurur: Yarattıklarımızdan, daima hakka ileten ve adaleti hak ile yerine getiren bir ümmet (millet) bulunur. 7 İslam ümmeti bu hasletleri sayesinde yücelmiş, şan ve şeref sahibi olmuştur. İdeal bir ümmetin ilk örneği, Medine-i Münevvere de Hz. Peygamberimiz (s.a.v) tarafından oluşturulmuştur. Ne hazindir ki, yaşama ve hoşgörünün en güzel modeli ve tarihsel örneği olan İslam Ümmetinin son kuşakları, sahip oldukları değerler bakımından zafiyetler içindedirler. Yaşamış olduğumuz şu zaman dilimi içinde İslam ümmetinin birliği, ideolojik, siyasî, kültürel sebeplerle ve emperyalist baskılarla şimdiye kadar hiç görülmedik şekilde bölünüp parçalanmıştır. Müslüman mütefekkirlerin, sürekli İslam ümmetinin birliğine vurgu yapmaları bundandır. Arzulanan birlik ve beraberliğin, ümmet olma bilinci ile sağlanacağı aşikârdır. İslam ümmetinin ihtilaflarını unutması, grup mücadelelerinden uzak durarak, Kur an ve Sünnete sarılarak hak üzere birleşmeyi gerçekleştirmesi gerekmektedir. Bundan dolayı İslam ümmetinin kendine mahsus olan özelliklerini gözden geçirmesine ve sahip olduğu değerlerin bilincine varmasına çok ihtiyaç vardır. Ümmetin, bu özelliklerini ihya etmeden dünya ve ahiret bakımından mutlu ve huzurlu olması mümkün değildir. Rahmet Peygamberimiz (s.a.v): Size iki şey bırakıyorum. Bu iki şeye sımsıkı sarıldığınız (tabi olup uyduğunuz) müddetçe, asla delalete (sapıklığa) düşmeyeceksiniz: Allah ın Kitabı (Kur an) ve Resulünün Sünneti 8 buyurmuşlardır. Yukarıdaki mezkûr hadis-i şerif muvacehesinde, Müslümanların ümmeti yeniden inşa ve ihya etmeleri bir vecibedir. Müslim in aktardığı bir rivayette Sa d (r.a.) şöyle dedi: Bir gün Peygamber (s.a.v.) Aliye ye 9 doğru giderken yolda Beni Muaviye mescidine uğradı. İçeri girerek iki rekât namaz kıldı; biz de öyle yaptık. (Namaz bitince) Allah a uzun uzun dua ettikten sonra bize dönerek şunları söyledi; Allah tan üç şey istedim; ikisini kabul etti, birini reddetti. Allah tan ümmetimi kıtlık ve açlık vererek ölüme terk etmemesini istedim; bu dileğimi kabul etti. Allah tan ümmetimi, suda boğularak can vermekten korumasını istedim; Allah bu arzumu da kabul buyurdu. Bir de ümmetimin parçalanarak birbirine düşmemesini istedim; Allah bu dileğimi reddetti. 10 Müslümanlar olarak ümmet olabilmenin önündeki engelleri kaldırabilirsek yahut aşabilirsek, kâinattaki varlık sebebimizi, sorumluluk ve ödevimizi de anlamış ve kavramış oluruz. Dünyevî çıkarlarımızı öteleyip, paylaşımı önceleyebilirsek, kıskançlık, haset ve çekememezliği terk edip, hoşgörü ve gıpta ile birbirimize bakabilirsek, nefsi arzu ve heveslerimize uymayıp, vahyin doğrultusunda ortak akla kulak verebilirsek, aramızdaki anlaşmazlıkların izalesi için, çözümü Kur an ve sünnette ararsak bu işin üstesinden gelebiliriz. Aksi halde içerisinde bulunduğumuz bu kargaşa ve buhran çok daha devam edecek gibi. Nitekim Yüce Rabbimiz Kur an ında şöyle buyurur: Ey iman edenler! Allah a itaat edin. Peygamber e ve sizden olan Ûlü l Emr e de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah a ve ahrete gerçekten inanıyorsanızonu Allah a ve Resul e götürün; bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir. 11 Ve Efendimiz (s.a.v), müminler topluluğu (İslam Ümmeti) ni şöyle tarif etmektedir: Birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve merhamette müminler bir vücut gibidir. Vücuttan bir organ rahatsız olduğunda, diğer organlar da onunla birlikte ateşlenir, uykusuz kalırlar. 12 Dünyanın dört bir yanında sıkıntıya maruz kalan mustazaf, nahak yere kanları heder edilen, ırzı ve namusu ayaklar altına alınan, ülkeleri işkâl edilen, kısaca her şeyi tarumar olan ümmet kardeşlerimizi, ümmet bilinci içerisinde, ne kadar hissedebiliyor, ne kadar anlıyor ve yanlarında olabiliyoruz acaba? 1 A râf Sûresi [7:158]) 2 Sebe Sûresi [34:28]) 3 Nisâ Sûresi [4:1]) 4 Bakara Sûresi [2:213]) 5 Bakara Sûresi [2:128]) 6 En am Sûresi [6:38]) 7 A râf Sûresi [7:181]) 8 Muvatta, Kader 3 C.2 S.899 9 Medine yakınlarında bir köy 10 Müslim, Fiten 20 11 NisâSûresi [4:59]) 12 Buharî Edeb 27. NİSAN 2012 sayfa 7

dosya Medine Sözleşmesi nde Ümmet İlhan Bilgü ibilgu@igmg.de İslam dünyasında daha çok merhum Prof. Dr. Muhammed Hamidullah ın, daha sonra da yazar Ali Bulaç ın Türkiye gündemine getirdiği Medine Sözleşmesi, farklı inanç grupları arasında ortak yaşamanın temel ilkelerini ortaya koyması bakımından tarihî bir önem taşır. Bununla birlikte sözleşmenin Müslümanların temel ıstılahlarından biri olan ve tüm Müslümanların birliğini/birlikteliğini, hatta diğer dinî gruplardan farklılıklarını ifade eden ümmet kelimesini kullanması da önemlidir. Sözleşmenin ümmet tanımlaması içinde, isimleri zikredilerek pek çok Yahudi kabillelerini de geçmesi, hatta müşrikleri de zikretmesi Müslümanların, dinî, sosyal veya siyasal bir topluluk olarak farklı toplumlarla da bir ümmet oluşturabileceklerini göstermektedir. Sözleşmenin ana maddelerinin genel karakterlerini göz önünde bulundurarak, Muhammed Hamidullah bu sözleşmeyi bir Anayasa olarak tarif ederken, aynı tanımlamayı Prof. Dr. Mehmed Said Hatiboğlu da yapmakta ve sözleşmeyi Medine Şehir Devleti Anayasası şeklinde tanımlamaktadır. Mehmed Said Hatiboğlu: 1 Bu kelimenin Hz. Peygamber devrindeki kullanılışında dikkate değer bir taraf vardır ki, o da, O nun risaletine inanmadıkları hâlde, siyasî hâkimiyetini tanımış veya onunla anlaşma yapmış toplumların Müslüman ümmet kavramına dâhil edilmiş olmasıdır, yorumunu yapar ve yorumuna şöyle devam eder: Medine Şehir Devleti Anayasası nın ikinci maddesinde Müslümanlar ve onlarla anlaşmalı olanlar, ötekiler karşısında tek/aynı ümmet olarak gösterilmektedir. Hatiboğlu sözleşmenin 25. maddesinde ise: Beni Avf Yahudileri de Mü minlerle, (Mü minlerden) bir ümmettir; Yahudilerin dinleri kendilerinin, Müslümanların dinleri de kendilerinindir, mealindeki bölümünün aslını örnek vererek, bu kısmında Yahudi kabilelerinin dinî hürriyetlerine sahip kimseler olarak Mü minler ile bir ümmet teşkil ettikleri... yazıldığını, bu ifadelerin, ilk İslam devletinde gayr-i müslimlerin, Müslümanların siyasî hakimiyeti altında aynı ümmetin ferdleri olarak dinî hürriyet içinde yaşayabileceklerini gösterdiğini ve daha sonraki dönemlerde de böyle anlaşıldığını söyler. Medine Sözleşmesi nin bu anlam ve değerlendirmelerdeki isimlendirmesi bir yana, ana gayesinin, sözleşmeye katılanlara ortak sorumluluklar yüklemesi, adaleti ve dayanışmayı öncelemesi Kur an ve Sünnet te tanım ve sıfatları bulunan Ümmet tarifi ile de tam anlamıyla özdeşleşmektedir. Öyleyse ümmet tanımlaması ve sıfatlandırması tam olarak neyi içermektedir? Kur an da geçen kelimelerin manaları ve Kur an-ı Kerim deki kullanılışlarından çıkarılabilecek anlamlar üzerine kendisinden sonra gelen İslam alimlerince kaynak olarak gösterilen ünlü bilgin Râgıb el İsfehânî, 2 ümmet maddesinde çeşitli ayetlerden örnekler verir: Bakara Sûresi nin 213. ayetinde İnsanlar tek bir ümmet idi... şeklinde geçen ümmet kelimesini; Yani: Tek sınıf idiler; sapıklık ve küfürde tek yol (aynı yol) üzerinde idiler şeklinde açıklar. Hûd Sûresi nin 118. ayetinde; Eğer Rabbin dileseydi elbette bütün insanları tek bir ümmet yapardı, şeklinde geçen ümmet kelimesini de imanda, inançda tek bir ümmet şeklinde yorumlar. İsfehânî, bu yazıda söz konusu edilecek olan ve genel bir kanaat olarak Sizden, iyiliğe çağıran bir ümmet bulunsun meali verilen Âl-i İmrân Sûresi nin 104. ayetinde geçen ümmet kelimesini de, Yani: ilmi ve amel-i salihi seçip tercih eden, böylece kendinden başkalarına da örnek olacak olan bir topluluk olsun şeklinde açıklar. sayfa 8 Perspektif

Kelime olarak, daha farklı anlamları da olan ümmet kelimesi, İslam dünyasında genelde İsfehânî nin verdiği anlamlarda anlaşılmıştır. Ümmet kelimesininin, kelime anlamının yanı sıra bir de ıstılahi anlama sahip olması sebebiyle, kavramın ifade ettiği mana ancak ona yüklenilebilecek vasıflarla anlaşılabilecektir. Bu vasıflandırmalar içerisinde Âl-i İmrân Sûresi nin 104. ayeti önemli bir yer teşkil etmektedir, ki İslam alimlerinin ümmet kelimesini tanımlayıp anlamlandırırken gösterdikleri kaynakların başında bu ayet gelir. Hatiboğlu, yukarıda atıfta bulunduğumuz söz konusu yazısında, ayette geçen veltekün minküm ümmeten şeklindeki ifadenin manasının, İslam alimleri tarafından kısıtlı bir şekilde verildiğini ifade eder. Kabul görmüş anlamdırmaya göre bu ayetin veltekün minküm ümmeten ifadesi, sizden bir cemaat, grub, ümmet olsun, bulunsun şeklinde tercüme edilip yorumlanırken, Hatiboğlu bu ifadeyi, ayetin manasını kısıtlayıcı olarak değerlendirmektedir. Hatiboğlu bu kısma sizin tümünüz böyle bir ümmet olun şeklinde değerlendirilebilecek bir anlam vermektedir ki, tam tercümesi şöyledir: Ey Mü minler, siz hayırlı olana çağıran, ma rufu emreden ve münkerden alıkoyan bir ümmet olun. İslam alimlerinin kahir ekseriyetinin, belirli bir gruba yüklediği, hayra çağırma, ma rufu emretme ve de kötülüklerden alıkoyma görevi, Hatiboğlu nun yorumuna göre, bütün bir ümmetin görevi şeklinde anlaşılmalıdır. O, ayeti bu şekilde manalandırmasının gerekçelerini ise şöyle izah eder: Kur an-ı Kerim in Müslüman ümmette görmek istediği seviye, onların toplum için hayırlı olanı hâkim kılacak, zararlı olanı engelleyecek bir tenkid ve murakebe şuuruna sahip olmalarıdır. Bu noktadaki temel ayetleri hatırlayalım: 3. Ali İmrân suresinin 102. ayeti: Ey iman edenler... diye başlamakta, 103 te tefrikaya düşmemeleri emredilmekte, 104 te ise şöyle buyurulmaktadır: Ey Mü minler, siz hayırlı olana çağıran, ma rufu emreden ve münkerden alıkoyan bir ümmet olun. Bu yorumuyla Hatiboğlu, hayra çağırma görevini belirli bir gruba hamledenlerin anlayışını bir hata olarak görür: Geçmiş âlimlerimizden pek çoğu, 102. ayetle başlayan hitabın bütün ümmet ferdlerini içine aldığını adeta unutarak, 104. ayetin başındaki ifadeyi kısıtlamakta ve veltekün minküm ümmeten ibaresini içinizden bir cemaat çıksın bu işleri yapsın şeklinde anlayarak murakabe vazifesini Müslümanların hepsine yüklememek cihetine gitmiş bulunmaktadırlar. Ve böyle bir anlayışın Kur anî zihniyete uygun olmadığı açıktır... Hatiboğlu, gayr-i müslim İslamiyatçılara bir örnek olarak Marcel A. Boisard ı gösterir ve onun İslam ın İnsaniyetçiliği eserinden şu bölümü aktarır: Gerçekten de Kur an, ayette emrediyor ki, Müslüman toplum üyeleri şahsen veya toplu olarak, iyiyi emreden ve kötüyü yasaklayan bir toplum olmak zorundadır. Gerçekten de İslam alimleri bu ayeti Hatiboğlu nun kısıtlayıcı bulduğu şekilde değerlendirmişler ve bu değerlendirme sonucudur ki iyiliği emr ve kötülükten nehyeyleme görevini farz-ı kifaye saymışlardır. Ömer Nasuhî Bilmen ilgili ayetin tefsirinde, 3 Bu vazife esasen bütün Müslümanlara yöneliktir, şeklinde bir ifadede bulunsa da, manayı kısıtlayıcı şu yorumu yapar: Gerçekten de iyiliği emr, kötülüğü yasaklamak bu rahmete ermiş ümmet için büyük bir dinî vazifedir. Bu vazife esasen bütün Müslümanlara yöneliktir. Fakat ümmetin fertlerinden her biri bu vazifeyi ifa edebilecek bir iktidarda bulunmaz. Bu mühim vazifeyi güzelce yapabilmek için ilim ister, tecrübe ister, hakimâne hitapta bulunmak melekesi ister, umum halkın ihtiyacını takdir etmek kabiliyeti ister. Binaenaleyh bu kutsal vazife, kifâye yoluyla farzdır. Bir halk arasında bunlardan bir zümrenin bu vazifeyi ifa etmesiyle bu fârize ifa edilmiş olur. Böyle bir vazife hiç ifa edilmediği takdirde ise bütün millete dinî sorumluluk gelir, hepsi de günahkâr olur. Seyyid Kutub da bu görevi bir grup üzerine yükler ki, onun öngördüğü grup ülkeyi yönetenlerdir. Bu anlamda Kutub, 4 buradaki ümmet kelimesini bir otorite, emretme ve nehyetme yetki ve kudretine sahip sulta olarak anlamlandırır. Bizzat Kur an ayetinin ifadesiyle yeryüzünde, hayra çağıran, iyiliği emreden kötülüğü nehyeden bir otoritenin bulunması da kaçınılmazdır. Çünkü ayette hayra Davet olayı söz konusu edildiği gibi iyiliği Emr ve kötülüğü Nehy etmek de söz konusu edilmiştir. Bilindiği gibi Davet otorite olmadan da yerine getirilebildiği halde, Emir ve Nehiy ancak bir otorite ile mümkündür. Nitekim Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ise tef- NİSAN 2012 sayfa 9

dosya sirinde kısmen Seyyid Kutub un yorumu ile özdeşleşen ifadelerde bulunmuştur. Ayetten, İslâm toplumundan böyle bir ümmet (topluluk) de teşekkül etmelidir, mealini anlayan ve tefsirinde İsfehânî ye benzer kelime anlamlarını açıklamasıyla meşhur olan Muhammed Hamdi Yazır şöyle devam eder: 5 Bu şekilde hayra davet ve iyiliği emir, kötülüğü de men edecek bir topluluk ve imamet (önderlik) teşkili Müslümanların imandan sonra ilk dinî farîzalarıdır. Ancak Hamdi Yazır, ayete umuma vazife yükleyici bir mana da verilecebileceğini ifade eder ki, bu mana Hatiboğlu nun verdiği manaya yaklaşmaktadır: Hayra çağırmak, iyiliği emir, kötülüğe engel olma bütün Müslümanlara farz-ı kifayedir. Bu yapılmayınca hiçbir Müslüman mesuliyetten kendini kurtaramaz. Fakat bu her ferde tek tek farz değildir. Ümmetin tümünün vazifesidir. Çünkü sizden buyurulmuştur. Buradaki min in, tecrîdî (soyutlayıcı) veya teb îzî (ayırıcı) olmak üzere iki mânâya gelme ihtimali vardır. Tecridî olduğuna göre, her Müslüman bununla görevlidir. Teb îzî olduğuna göre de, genelde Müslümanların vazifeleri, içlerinden bunu yapacak belli, özel bir topluluk meydana getirmek, onlara yardım ederek ve uyarak o vasıta ile bu görevi yerine getirtmektir. Görülüyor ki, Hamdi Yazır, ayetteki min kelimesinin tecrîdî; yani soyut olması halinde, umumîlik ifade edebileceğini belirtiyor. Ayrıca, bu ayetteki min kelimesininin genel bir kanaat olarak teb îzî; yani bir topluluğun bazısı, bir kısmı anlamına gelecek şekilde anlaşılmasını tercih edenlere ez Zuheylî ve el Cezâirî yi de dahil edebiliriz. Her iki müfessir de mananın teb îzî yönüne dikkat çekmiştir. Prof. Dr. Vehbe ez Zuheylî, 6 ayetten çıkarılacak olan mananın buradan hareketle, ümmetin hepsine görev yüklemediği kanaatindedir. Ayetteki sizden kelimesi burada bir kısmınızı ifade etmektedir. Çünkü sözü geçen davranış farz-ı kifaye olup bütün ümmeti bağlayıcı değildir, diyen Zuheylî yorumuna, görevi şahsîlendirmeyi de ima edecek şekilde şöyle devam eder: Yüce Allah, İslam ümmetine, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten alıkoymakla görevli bir cemaatin oluşturulmasını emretmektedir. İşte bu mükemmel insanlar dünya ve ahirette kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Bu cemaatin sözü geçen anlamda uzmanlaşması iyiliği emredip kötülükten sakındırmanın her bir kimseye kendi durumuna göre farz olmasına mani değildir. Aynı şekilde, Ebubekir Câbir el Cezâirî de, 7 tartışmanın sebebi olan ve ayette geçen minküm: sizden kelimesindeki min: den kelimesinin bir gruba ve bu grubun da bir kısmına işaret eden, bâzılık anlamında olduğunu açıklar. Ki, böylece Cezâirî de tefsirlerin alışılagelmiş usûlünü benimsemiştir. Nitekim El Cezâirî, buraya koyduğu dipnotunda, ayeti buna göre tefsir ettiğini, bütün ümmetin değil, bir grubun bulunması dedik. Çünkü iyiliği emredip kötülükten alıkoyan kimseler için ilim gereklidir. İlim ise herkeste bulunmaz, şeklinde gerekçelendirir. El Cezâirî sözlük anlamı olarak Ümmet e, Din bağı ile bağlı insanlar, anlamı verdikten sonra şu yorumu getirir: Burada (ayette) ümmetten maksat, mücahitlerce iyiliği emredip kötülüğü nehyeden heyetleridir, der. Cenab-ı Hakk, bu ayette, mü min kullarına aralarında İslam a çağıran bir cemaat bulunmasını emretti yorumunu yapan El Cezâirî, Müslümanların bu görevlerini nasıl yerine getirmeleri gerektiğini ise şu şekilde yorumlar: Bunu, İslam ı kavimlere ve kabilelere arzedip Müslüman olmaya davet ederek yaparlar. Tabii İslam diyarında ve Müslümanlar arasında iyiliği emredip kötülüğü de yasaklarlar. Müfessirlerin Âl-i İmrân Sûresi nin 104. ayetine getirdikleri bu yorumlar, anlamlarını çoğaltsa da, özellikle, ayete konu olan vazifelerin ve özelliklerin umumîliğini, yani toptan ümmetin her ferdinin bu vazife ile görevli oluşunu tamamıyla ortadan kaldırmıyor. Ömer Nasuhî Bilmen ve Muhammed Hamdi Yazır örneğinde olduğu gibi görev, her ne kadar bir grup veya cemaate yüklense de, ferden her Müslüman ın, İslam ümmet inin bir mensubu olarak aynı yükümlülüğe sahip olduğu ortadadır. 1 Prof. Dr. Mehmed Said Hatiboğlu. İslâmiyât dergisi. Yıl 2005. Sayı 2. 2 Râgıb el İsfehânî. Müfredâtü Elfâzi l Kur an. 3 Ömer Nashî Bilmen Kur an-ı Kerim in Türkçe Meâli Âlisi ve Tefsiri 4 Seyyid Kutub. Fi Zilâ lil Kur an (Kur an ın Gölgesinde) isimli tefsirinde, 5 Muhammed Hamdi Yazır. Hak Dini, Kur an Dili 6 Prof. Dr. Vehbe ez Zuheylî. Tefsiru l Munîr. 7 Ebubekir Câbir el Cezâirî. Eyseru t Tefâsir. (Tefsirlerin En Kolayı) sayfa 10 Perspektif

söyleşi Ahmet Taşgetiren ile Ümmet Bilinci üzerine Yusuf Ziya Altıntaş yusufziyaaltintas@gmail.com - Hocam, isterseniz öncelikle, ümmet bilinci kavramından ne anlamamız gerekir? sorusuyla başlayalım. - Bilinç dediğimizde, bir aidiyetin şuur haline gelmesini, gelişingüzellikten çıkılmasını, derinlikli bir farkındalık oluşmasını, ümmet bilinci ile de, bir tür Rasulullah a biat şuuru taşınmasını kastediyoruz. Şu muhakkak ki bütün aidiyetler, ancak bilinçli tercihi ve takibi içinde barındırdığı ölçüde anlamlıdır. Bundan bir sonraki adımda da, Rasulullah Efendimiz etrafında buluşan insanların, ırk, cinsiyet, renk, statü, coğrafya farkı gözetilmeksizin kardeşlik hukuku içine girmesi, birbirinde fani olması, birbirini sevmesi, birbirinin acısına ortak olması, birbirine asla zulmetmemesi gibi bir inanç kardeşliği teessüs eder. -Ümmet bilinci nasıl teşekkül eder, unsurları nelerdir ve Asr-ı saadette nasıl teşekkül etmiştir? -Ümmet bilinci, öncelikle o ümmete dahil olmakla teşekkül etmeye başlar. Bu bilinçli bir tercih olmalıdır. Yani birisi sürükledi ve geldiniz, o topluluğun içine dahil oldunuz, bu değil. İslam ı din olarak, Hazreti Muhammed i Peygamber olarak seçtiniz, iman ettiniz, bağlandınız, O nunla aynileşme cehdine girdiniz, O nun boyasına boyandınız, işte ancak o zaman ümmet bilincini temessül etmeye başladınız demektir. Ümmet bilincinin unsurları dediğimizde ise akla ilkin iman ve aşk gelir. Bu ikisini bulduğunuzda, zaten aynileşme cehdi başlamış demektir. Bundan sonra Ümmet niteliğinde bir toplumsal dokunun oluşması devreye girer. İslam ın ilk günlerinde bu safhalar yaşanmıştır. Önce Rasulullah a, O nun kutlu davetine inanılmış, canlar pahasına bu inanca sadakat gösterilmek üzere biat edilmiştir... Bu hadise, kavmiyet asabiyyeti çok etkili olduğu, kökelik gibi bir müessesenin, kadınların insandan sayılmaması gibi bir uygulamanın geçerli olduğu bir zamanda ve topluluk içinde gerçekleşmiştir. Oysa Hazreti Muhammed e, köleler inanmış, Arap olmayanlar inanmış, kadınlar, çocuklar inanmıştır... İslam, kendi çerçevesine giren herkesin, statüsüne aldırış etmeksizin aynı Şerefli konuma layık olduğunu bildirmiştir. Kim ki Peygamber in elinden tuttu, o, izzetlidir, onurludur, insanlar arasındaki fark, sadece inanç kalitesiyle, yani takva ile alakalıdır denilmiştir ve ümmet, bir tarafın dişleri gibi eşit sayılmıştır. Bilal, siyah renklidir. Süheyb Rum ilindendir. Selman Farisidir. Peygamber aliyhisselam Araptır. Ama Arabın Arap olmayana üstünlüğü yoktur, ilkesini dünyaya ilan eden de O dur. -Peygamberimizi tanımadan ve O nun getirdiği ilahî mesaj olan Kuran-ı Kerim ile bağ kurmadan ümmet bilinci gerçekleşebilir mi? Bu çerçevede Sünneti nasıl anlamalı ve Kuran ı nasıl okuyup anlamalıyız? -Hazreti Peygamber, Müslüman oluşun olmazsa olmazıdır. Muhammedsiz Müslümanlık mümkün değildir. Kur an O na inmiş, O nun vasıtasıyla bize ulaşmıştır. Allah-ü Teala, Elçiliğine O nu layık bulmuş, O nun yüreğini Elçilik makamına layık hale getirmiş, En güzel eğitim le eğitmiştir. Ümmet oluş, O nun etrafındadır. Tesbihin imamesi O dur. Dolayısıyla Muhammed ümmeti olabilmek için en başta, en sonda ve bütün hayat boyunca O nu okumak gerekir. O nu hecelemek, O nu ezberlemek gerekir. Bilinç, O nu idrak etmek demektir. Sünnet ise, O nun muazzez hayatıdır. Tebessümünden yeme içmesine, ibadetine, duasına, aile hayatına kadar. O nun her sözü, O nun her davranışı, ümmet bilincinin ana dokuları olmak zorundadır. Kur an, Rasulullah ın kalbine inen, oradan dünya kelamına intikal eden bir ilahî kelamdır. Allah buyruğudur. Rasulullah ile Kur an ın misyonu içiçedir. Kur an Muhammedsiz, Muhammed Kur an sız düşünülemez. Bir insan Peygamber e NİSAN 2012 sayfa 11

söyleşi ve Kitab a inanmadan zaten İslam dairesine girmiş olamaz, İslam dairesine girdikten sonra da Peygambersiz ve Kur an sız olamaz. Rasulullah da, Kur an da, bütün zamanların Müslümanı için olmazsa olmaz değerdedir. Onun için, gerek Rasulullah Efendimizin Sünnetini, gerekse Kur an ı, en iyi şekilde anlamaya, bize taalluk eden hükümleri öğrenmeye, hayatımıza en hassas biçimde taşımaya gayret etmeliyiz. -Peki Sahabenin ümmet bilincinin oluşmasındaki rolü nedir? -Sahabe, Rasulullah Efendimiz e hayatta iken iman eden ve gören insandır. Sahabe, Rasulullah Efendimizin ifade buyurduğu veçhile, yıldızlar gibidir ve hangisine uyulsa doğru yola gitmeye vesile olacak insanlar dır. Can, mal sınavı gibi büyük imtihanların içinden geçmişlerdir. Onlar ümmet oluş sürecini, bütün sancılarıyla birlikte yaşamışlardır. Farklı kavimlerin kabilelerin kardeşleşmesi gibi bir hadise onlar tarafından yaşanmıştır. İlk İslam ümmeti örneğini sergilemişlerdir. Rasulullah ın terbiyesinden geçmişlerdir. Onun için, onların Ümmet kalitesi ne bakmak, başlıbaşına bir eğitimdir. Bazı problemler yaşanmışsa, onlar da bizim için terbiye edici örnekler olarak değerlendirilmelidir. -Ümmetin sahabe dönemindeki ve bugünkü resmini nasıl mukayese edersiniz? -Sahabe, ilk iman ediş heyecanını yaşayan, küfrün; şirkin içinden çıkıp gelen, İslam ı bir ateş çukurunun kenarından kurtuluş gibi algılayan, İslamlığını, işkencelere, zulümlere rağmen canı pahasına koruyan bir topluluktur. Nev i şahsına münhasır diye nitelenebilecek bir topluluktur. Çok özeldir. Rasulullah ın terbiyesi, başlıbaşına onları özel kılmaya yeterlidir. Bizler, bugünün İslam ümmeti, tabii ki Sahabeden çok farklıyız. Ama Rasulullah Efendimiz, Beni görmeden inananlar kardeşlerimdir diye farklı bir müjde de veriyor. Ümmetimin fesada yöneldiği bir zamanda sünnetime sarılanlara yüz şehid sevabı vardır gibi müjdeler veriyor. Belki bütün ümmeti yargılamak doğru olmayabilir. Bu ümmet içinde nice güzel mü minler vardır, Muhammed aşıkları vardır, kim bilebilir ki... Şunu söyleyebilirim: Asr-ı Saadet te de mü minler çetin sınavlar yaşadılar, bugün de çetin sınavlar yaşanıyor. Sınavları yüz akı ile aşabilenlere ne mutlu. -Hac ve zekât gibi ibadetlerin ümmet bilincinin güçlenmesindeki yeri nedir? -Ümmet oluş için, İslam ın her rüknü bir harç niteliği arzediyor dense yeridir. Namazdan başlanabilir mesela. Camiden... Saf oluştan, safları düzeltmekten, saf tutmaktan, araya şeytanın girmesine izin vermemekten... Rabbani lütufla Fatiha nın içine dercedilmiş olan duaları İhdina... gibi çoğul sigasıyla yapmaktan. Zekat, Kantaratül islam - İslam ın köprüsü olarak nitelenmiş bizzat Allah Rasulü (s.a.) tarafından. Gönül köprüsü... Zenginle fakiri kardeşlikte buluşturan... Müslümanı birbirine karşı sorumlu kılan... İslam ümmeti için bir gergef adeta. Hac ise, ümmet buluşması, yüreklerin Kabe etrafında aşkla dönmesi, Arafat ta, Mahşer misali statüsüz ortamda cem oluş... Allah a koşmak, Allah a sarılmak... tarzındaki Kur an çağrılarının ibadetler halinde sistematize edilmiş şekli bunlar... Hepsi ümmet ergefini dokuyor. -Şüphesiz ümmet olmada hicretin önemi büyüktür. Avrupa daki Müslümanları da bir nevi hicrette olarak görebilir miyiz? -Ben Hicret i, Müslümanca yaşamak için alan arayışı, bir Medine inşası cehdi olarak değerlendiriyorum. Rasulullah tan sonraki Hicret ler, yani bizim Hicretlerimiz, içimizde İslam ın yaşanabileceği yer arayışı olarak yer etmeli diyorum. Onun için insan, dünyanın neresinde bulunursa bulunsun, yaşadığı ortamı Müslümanca yaşanabilecek ortam haline getirme gayreti içinde olursa, bir anlamda Hicret ruhu nu yakalamış olur, diye düşünüyorum. Avrupa daki Müslümanlar Hicret halinde mi, Hicret ruhunu kuşanma zaruretinde mi, doğrusu bu, herkesin kendi içinde sorgulayacağı bir şeydir. En önce sorulması gereken şey, Ben kendi yüreğimde İslam ı yaşamak gibi bir hassasiyet taşıyor muyum? Hayatımda İslam a ait olanlarla olmayanları ayrıştıracak bir bilinç duyarlılığı içinde miyim sorusudur. -Peki cami ve cemaat ümmet bilincinin oluşmasında hangi ölçüde etkilidir Hocam? -Yukarıda ifade ettim. Cami ve cemaat, Rasulullah ın büyük itina gösterdiği iki vakıadır. İlk camiyi O inşa etmiş, cemaat hassasiyetini de ilk Müslümanların yüreğine adeta O kazımıştır. Müslüman için Cami ve Cemaat konusunda Rasulullah ın hassasiyetini kuşanmak, başlıbaşına bir kişilik disiplini olmalıdır. -Millet ve ümmet ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz? Ulus devletlerin kurulmasından sonra tüm dünya gibi, İslam alemine de sirayet etmiş olan Milliyetçilik ümmet bilincini nasıl etkilemiştir? -Millet kelimesi, Kur an^ı çerçevede, Ümmet yerine, yani bir inanç topluluğu anlamında kullanılmıştır. Daha çok ırkî-etnik bağlamda kavim kullanılmıştır. İslam, kavmî aidiyeti reddetmiyor. O, Allah Teala nın bir tayinidir. Bir kavmî suçlamak, bir insanı sırf şu veya bu kavme mensubiyeti sebebiyle aşağılamak, ilahî iradeye karşı haddi aşmaktır. İslam sayfa 12 Perspektif

buna izin vermez. Ama İslam, sırf şu kavme mensup olmak dolayısıyla bir insanın izzet kazanacağını da kabul etmez. Bu konuda Rasulullah ın önümüze koyduğu Üstünlük kriteri takvadır. Dolayısıyla Şu kavimden olsun da çamurdan olsun yaklaşımı yanlıştır. İnsan, mensubu olduğu kavmî aidiyetten dolayı memnuniyet duyabilir mi, duyabilir. Ama, bir Müslüman, her işini, Ahiret boyutunda yapar ve biz biliyoruz ki Ahirette hiç kimse sadece şu veya bu kavme mensup olduğu için yüzü ak çıkmayacak, yüzün ak çıkması, tamamen dünyada iken Halik Teala nın buyrukları çerçevesinde, Rasulullah ın izinde yaşamakyaşamamakla alakalı olacak. Ümmetin paramparça olması sonucunu doğuracak şekilde kavmî aidiyetlerin öne çıkması, milliyetçiliğin bu niteliğe bürünmesi, kanaatimce, 19 uncu yüzyıldan bu yana İslam ümmetini sömürgeleştirmek için kullanılan bir emperyalist yöntemden ibarettir. -İbn Haldun un asabiyet yaklaşımı çerçevesinde Avrupa daki Müslümanların ümmet bilincini değerlendirebilir misiniz? -İbn Haldun, Mukaddime sinde, medeniyetlerin teşekkülünde asabiyetin etkin bir rol oynadığını belirtir. Ben bunu şöyle anlarım: Bir medeniyetin kuruluş safhasında, o medeniyetin maddi - manevi değerlerini benimseyen ve onu hayatın tüm alanlarına taşıma misyonuna soyunan toplulukların, aşkla, tutku ile, mensubu bulunduğu medeniyetin değerlerinin en üstün değer olduğuna inanarak yola çıkması lazımdır. Ben buna asabiyyet ya da aşk ya da tutku diyorum. Hamle tutkuya bağlı, aşka bağlıdır. Avrupa daki Müslümanların İslam ın medeniyet kuruculuğu konusundaki hisleri, böyle bir aşk yüklü mü? Savunma psikolojisi aşıldı ve Avrupa ya İslam ın medeniyet değerlerinin taşınması iradesi oluştu mu? Avrupa, bünyesine aldığı Müslümanları özümsemeye, dönüştürmeye, daha açık ifadeyle asimile etmeye çalışıyor. Ama ona mukabil, siz, kendi değerlerinizin Avrupa nın bugünkü yapısından çok daha insani bir muhteva taşıdığına inanabilirsiniz. Birçok Avrupalı da Müslümanlar Batı nın kaybettiği birçok insani değer Oturup bir değerlendirme yapmak lazım. Avrupa ya göre artımız ne, eksimiz ne, İslam bize neyi veriyor, Avrupa nın İslam a ne kadar ihtiyacı var, biz bu ihtiyacı ne oranda karşılayacak bir Müslümanlık kalitesi taşımaktayız? Avrupa daki Müslümanların İslam ın medeniyet kuruculuğu konusundaki hisleri, böyle bir aşk yüklü mü? Savunma psikolojisi aşıldı ve Avrupa ya İslam ın medeniyet değerlerinin taşınması iradesi oluştu mu? kendi özel ortamlarında yaşıyor gibi bir düşünceye gelmiş olabilir. Şunu derim: Oturup bir değerlendirme yapmak lazım. Avrupa ya göre artımız ne, eksimiz ne, İslam bize neyi veriyor, Avrupa nın İslam a ne kadar ihtiyacı var, biz bu ihtiyacı ne oranda karşılayacak bir Müslümanlık kalitesi taşımaktayız? Bence bu özeleştiri çok önemli. -Küreselleşen ve giderek daha da küçülen dünyada ümmet bilinci nasıl bir seyir izliyor? -Küreselleşen ve bir de iletişimin en kılcal damarlara kadar bilgi taşıdığı bir dünyada, dünyanın neresinde Müslümanı ilgilendiren bir şey varsa bunu öğrenmek mümkün oluyor. Aynı şekilde, Rasulullah Efendimizin Bizans a İslam ol, kurtul mesajını gönderdiği zamanda, bu mektubu taşıyan sahabi, aylarca yol almak zorunda olurken, bugün biz, bir düğmeye basarak Washington a mesaj iletebiliyoruz. Demek imkanlar çoğaldı. Ama acaba yürekler ne durumda? Bence oraya bakmak, oraya yoğunlaşmak lazım. Bizim içimizde İslam ol, kurtul mesajının izleri var mı, biz dünyaya o mesajı taşıyacak özgüven içinde miyiz, sesimizi dünyanın hangi agoralarına taşıma kararlılığındayız? Soru bu. Bazen evimize bile sesimiz ulaşmıyorsa, yüreğimizde iktidar olamamışsak, dünya başkentlerine sesimiz yetmez. Önce kendimize, kalbimize bakmalıyız, diyorum. -Son olarak, günümüzde ümmet şuurunu nasıl canlı tutabiliriz Hocam? Avrupa da azınlık olarak yaşayan Müslümanların bunun için özel bir şey yapmaları gerekli midir? -Ümmet şuurunu ancak, yüreklerimize bir kere daha bakarak, oradaki Rasulullah aşkını yeniden ateşleyerek, yeniden O nun elinden tutarak, yeniden kardeşleşerek, kardeşleşme noktasında yüreklerimizdeki yaralı yanlarını tedavi ederek, severek, sevgiyi çoğaltarak, Rabbimizin öğrettiği Kalblerimizde diğer mü minlere karşı bir kin, bugz bırakma şeklindeki duayı daha bir içten yaparak... canlı tutabiliriz. Buna özellikle gurbetteki Müslümanların ihtiyaç duymasını doğru bulurum. Yani kaybettiğiniz her insan, kendi kendinizde bir azalma demektir. Yüreğiniz azalır, eliniz, kolunuz, gözünüz, kulağınız azalır... Bir tek insanın kaybı bile içimizi acıtmalı derim ben. Camiler, mescidler birbirine sadece muhabbet yollamalı... Sayalım ki, 14 asır önce Mekke deyiz, Rasulullah Efendimizin elinden tuttuk, bir bir çoğalıyoruz, acaba hangi halkayı koparıp Rasulullah ın elinden uzaklaşmasına razı olurduk? Zor bir soru değil mi? Ben de son olarak diyorum ki, gurbette, birbirimize daha çok fazla ihtiyacımız var. -Vakit ayırdınız Hocam, çok teşekkür ediyoruz. NİSAN 2012 sayfa 13

dosya Efendimiz, peygamberliğinin ilk senelerinde insanları ancak gizli olarak dine davet edebiliyordu ve ilk üç senede Müslümanların sayısı 30'u biraz geçebilmişti. Açık tebliğin başlamasıyla, Kur an ın nuzûlünün yedinci yılında Müslümanların sayısı 300'ü buldu. Miladi 615 yılında, Peygamberimizin müsaadesiyle, Müslümanlardan 10 erkek ve 5 kadın ve bundan bir yıl sonra, 616 yılında, 82 erkek ve 10 kadın Habeşistan'a hicret ettiler. 620 senesinin hac mevsiminde, Medine'den Mekke'ye gelenlerden 6 kişi Müslüman oldu ve bir sene sonra Kabe yi ziyarete 12 kişi olarak geldiler ve Akabe denilen yerde Peygamberimize biat ettiler. 622 senesinin hac mevsiminde de, 73 erkek ve 2 kadın Akabe Biatı nı yaptı. Bütün bu gelişmeleri müteakip, birçok Müslüman Mekke'de baskılara dayanamayıp Efendimizin müsaadesiyle, Medine'ye hicret etti, ki bu hicrete bir süre sonra Efendimiz de katıldı. Hicretin ardından İslam'ı kabul edenlerin sayısı hızla artmaya başladı. 632 yılında, Peygamber Efendimizin Veda Haccı olarak adlandırılan son Kabe ziyaretinde, onunla birlikte Mekke'ye gelen Müslümanların sayısı 140 bini bulmuştu. Dört Halife döneminde hızla yayılan, akabinde, Emevîler, Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlı dönemlerinde kadim dünyanın en ücra köşelerine kadar yayılan İslam, bugün bu dine mensup yaklaşık 1,5 milyar Müslüman ile, dünyadaki ikinci en kalabalık dinî cemaati oluşturmaktadır. ABD'de 4.6 milyon, Kanada'da 700 bin olmak üzere, Kuzey Amerika da yaklaşık 6 milyon Müslüman yaşıyor. Kuzey Amerika, ilk olarak, köle olarak getirilen Afrikalı Müslümanlarla birlikte İslam ile tanıştı. Amerikalı Müslüman önder Malcolm X in çabaları ve gerek akademik gerekse diğer alanlardaki iş göçü, İslam ın Amerika da yayılmasına önemli bir ivme kazandırdı. Güney Amerika'ya gelen ilk Müslümanlar, 1500'lü yıllarda Avrupa'dan giden Endülüs asıllı Müslümanlar ve Batı Afrika ülkelerinden giden/getirilen kölelerdi. Bir milyondan fazla Müslümanın yaşadığı Arjantin ve Brezilya başta olmak üzere, bugün Güney Amerika'da yaklaşık 4,5 milyon Müslüman yaşamakta Hz. Osman'ın halifeliği döneminde Kuzey Afrika seferleri başlatıldı ve Afrikalılar ilk kez bu dönemde İslam ile müşerref oldular. İslam ın Afrika kıtasındaki yayılışı Emevîler döneminde devam etti. Sömürgecilik döneminde çok sayıda Müslüman katedildiği gibi bir o kadarı da din değiştirmeye zorlandı. Bugün Afrika'da 315 milyon Müslüman yaşıyor, en kalabalık Müslüman nüfus 80 milyon ile Mısır'da bulunyor. Afrika genelindeki Müslümanların çoğu Şafiî ve Malikî mezhebine mensup. sayfa 14 Perspektif

Avrupa İslamiyet ile ilk olarak, 8. yüzyılda Endülüs Emevî Devleti'nin bugünkü güney İspanya bölgesinde kurulmasıyla tanıştı. 15. yüzyılda, Osmanlıların İstanbul u fethiyle İslam Avrupa kıtasında ilerlemesini sürdürdü. Çok daha geç bir tarihte, 1960'lı yıllarda, genellikle ekonomik sebeplerle farklı ülkelerden Müslümanların göç edip yerleştiği Avrupa'da bugün yaklaşık 24 milyon Müslüman yaşıyor. Avrupa kıtasında, en fazla Müslüman, 4,3 milyon nüfusuyla Almanya da yaşıyor. Göçmenlerin çok olduğu bir başka Avrupa ülkesi olan Fransa'da Müslüman nüfusun sayısı ise 3,7 milyon. Asya nın en büyük iki devleti olan Rusya ve Çin de; Rusya da 16, Çin de 24 milyon olmak üzere yaklaşık 40 milyon Müslüman yaşıyor. Ancak Çinli Müslümanların sayısının bu resmî rakamların çok üzerinde olduğu tahmin ediliyor. İlk Müslümanların hicretin 90. yılında ayak bastığı Asya'da, bugünkü Müslüman nüfusun yaklaşık %60 ı yaşıyor. Dünyanın en kalabalık İslam ülkesi ise 203 milyonluk Müslüman nüfusuyla Endonezya. Hindistan da da 120 milyonu aşkın Müslüman yaşıyor. Asya'daki Müslümanlar ağırlıklı olarak Şafiî ve Hanefî mezhebine mensuplar. Dünyadaki en büyük Müslüman ülkelerden biri İran. İran halkı büyük oranda Şii mezhebine mensup ve bugün dünya genelindeki Müslümanların yaklaşık %15 i Şiî lerden oluşuyor. Dünyadaki en büyük Şiî nüfusu da, 636 yılında feth edilen ve İslam ile tanışan İran'da yaşıyor. Avustralya'ya ilk Müslümanlar, 1840 li yıllarda getirilen develerin çobanları olarak Asya'dan geldi. Bugün Avustralya genelinde yaklaşık 350 bin Müslüman var. Yerli Aborijinler de son yıllarda İslam ile tanışmaya ve ilgi duymaya başladılar. Şu anda Avustralya daki Müslüman Aborijin sayısı 1000 civarında. NİSAN 2012 sayfa 15

dosya Bireyselliğe Karşı Ümmet Olmak, Ümmet Kalmak Rahime Söylemez ahves@gmx.de Yazar Hofstede, bireyselliği ve toplumculuğu şöyle tanımlar: Bireysellik, bireyler arasında bağların olmadığı toplumlara özgüdür, bu toplumlarda her birey sadece kendisine ve ailesine bakmakla yükümlüdür. Toplumculuk ise bireylerin doğdukları andan itibaren, hayatları boyunca sadakat gösterecekleri güçlü bağlara sahip gruplara sokulduğu toplumlara özgüdür Bireyselliğin ağır bastığı toplumların bakış açısına göre tek tek bireyler diğer insanlardan, toplumdan/toplumun bütününden ayrı bir varlıktır. Yine böyle toplumlarda ben bilincinin, benliğin ve narsisizmin (kendini aşırı beğenme, sevme duygusunun) öne çıkması kaçınılmazdır. Ve bencillik, bireysellik anlayış ve kültürünün hakim olduğu modern toplumlarda, bu topluma mensup modern insanın dini haline gelmiştir. İnsanı kutsallaştıran ve özel kılan, bencilliği, bireyciliği, benmerkezciliği yücelten hümanizm de, bir taraftan modernizm adı altında insanlara birer birey olarak canının her istediğini yapmayı, nasıl istiyorsa öyle yaşaması gerektiğini, kendisinden başka kimseden sorumlu olmadığını, hür ve özgür olduğunu gri propaganda (zihin bulandırma eylemi) ile empoze etmektedir. Kendi dünyasına odaklanmış benmerkezci insanlar, kendilerini kusursuz bir varlık olarak kabul edip, var olan esas problemleri görmediklerinden ve sorunların kaynağını hep başkalarında aradıklarından (ve genelde de bulduklarından), zamanla Freud un ünlü savunma mekanizmalarından olan projeksiyon u (yansıtmayı) yaşamlarının her alanında, düşünmeden kullanır hale gelmiştir, getirilmiştir. Kısaca; sanayileşmenin ve şehirleşmenin gelişimiyle ve kapitalizmin bu durumdan devşirdiği menfaatlerin de körüklemesiyle, son birkaç yüzyıldır bireysellik ve özgür olma adı altında insanlar benmerkezciliğe ve bencilliğe özendirilmiştir, ve hali hazırda sadece Batılı toplumlarda değil, dünyada varlığını sürdürmeye çalışan her kültürel havzada bu anlayış hakim kılınmaya çalışılmaktadır: Sorunu kendinde arama, başkasında ara! Çünkü sen kusursuzsun ve sadece senin bireysel çıkarlarını gözeten şeyleri yapmaktan daha makul bir davranış biçimi olamaz Psikiyatri uzmanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan ise bu konuda düşüncelerini bizlere şu şekilde aktarmaktadır: Benmerkezcilik, hoşgörüyü en çok sabote eden etkenlerdendir. Modernizm, bireyselleşmeyi benmerkezcilik tarzında yücelterek, toplumun mensupları arasında hakim olması gereken hoşgörüye en büyük zararı vermiştir. Böylece toplumsal empati de (insanların kendilerini karşılarındakinin yerine koyup, eşduyum kurup, diğerkam bir tavırla hareket etmeleri) zarar görmüştür. Ayrıca benmerkezci insan eleştiriye kapalıdır, kendini merkeze alır ve empati (eşduyum) kuramaz. Olaylarda karşı tarafı dinleme çabası yoktur, sadece kendi doğrularını karşı tarafa dikte etme çabası içerisindedir. Çünkü kendi ego sunu (nefsini) kutsallaştırmıştır ve kendini herkesten özel ve önemli görmektedir. Bu tür insanların diyalog kurması da mümkün değildir; ancak kendilerini onaylayan, (narsisik ihtiyaçlarını gideren) insanlarla iletişime geçerler. Doğrulara ve ortak çıkarlara uygun diyalog kuramaz, sadece kendi kişisel çıkarlarına uygun diyalog kurarlar. Bu durum da (toplumun bekası için olmazsa olmaz olan) hoşgörüye zarar verir. 1 Ben, benim, ben yaparım vs demeye başlayan bireyler, bir süre sonra Biz demeyi tamamen unutur. Ben diyen, biz demekte giderek daha çok zorlanır. Zira biz çoğul sigalıdır Birlik olabilmek, yani Ümmet olabilmek için ise birçok bireye, daha doğrusu bireylerin birliğine, yani Biz e ihtiyaç vardır. Biz demek nefsi egoizmden, toplumu oluşturması öngörülen bireyi ise benmerkezcilikten korur. Pek çok uzmana göre, özellikle modern Batı kültürünün hakim olduğu toplumlarda ailelerin parçalanmasının, ahlaksızlığın had safhaya çıkmasının ve kişilik sorunlarının artmasının temel sebebi, benmerkezciliktir. Ve bu uzmanlara göre, benmerkezci insanlardaki hakim özellikleri, kısaca şöyle sıralayabiliriz: Birey kendisini bağımsız bir varlık olarak görür. Bireysel zafer, rekabet ve güç hedeflenir. sayfa 16 Perspektif

Bireyler özel yaşam hakkına sahiptirler. Bu insanlar duygusal anlamlarda bağımsızdırlar. Bireysel insiyatif kullanırlar. Oysa kadim kültürlerde ve İslamî toplum anlayışında insan tek başına yaşayan, topluma karşı kendini sorumlu hissetmeyen, ayrı bir varlık değildir. Zira fıtratı gereği insanın bir başkasıyla iletişim kurmaya, onlarla ilgilenmeye ve diğer insanlarla beraber olmaya ihtiyacı vardır. Ve fark da, bu ihtiyacın karşılanma türünde kendini gösterir; bireyselciliğin hakim olduğu bir toplumda, bireyler ancak kendileri ihtiyaç duyduğunda, bu ihtiyaç kadar ve asla diğerleri için fedakarlık yapmayı düşünmeyerek hareket eder. Toplumcu (ümmetçi) bir anlayışa sahip birey ise, kimi zaman (hatta çoğu zaman), kendi çıkarına olmasa da, toplumdaki diğer bireylerin faydasını gözeterek hareket eder, fedakarlıktan kaçınmaz; bu fedakarlık kimi zaman kendi kişisel konforuna ve çıkarına mugayyir olsa da Nitekim, tek başına kaldıramayacağı ağır bir yükü insan ancak kardeşleriyle, işbirliği ve elbirliği edip kaldırabilir. Bireyselcilik, yardımlaşmayı seven, Allah rızası için sadaka/zekat veren, tanımadığı ve tanışma ihtimali olmadığı halde, kardeşleri olarak gördüğü insanları dualarının içine alıp, ettiği her duaya, Ya Rabbi bize diye başlayan, yolda kalmışa yardım etmekte tereddüt etmeyen, komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir! diyen bir peygamber ümmetinin bir ferdi olduğunu unutmayanların, ruhunu öldürmekte, hem bu dünyalarını, hem de ahiretlerini ziyan etmektedir. Biz Müslümanların, İslam a teslim olmuş olanların, İslam dendigi zaman Ümmet, Ümmet dendiği zaman da aklına ilk olarak kardeşlik gelmektedir/gelmelidir. Hucurât Sûresi nin 10. ayet-i kerimesi bunun en açık delilidir: Hiç şüphesiz Mü minler elbette ki, kardeştirler. (Birbirlerine karşı kardeşlik hukukuna uyarlar ) Mü min tevhid dinine gönül verendir. Mü min, Âl-i İmrân Sûresi nin 110 ayetini gözardı edemez; Ma rufu (iyiliği) emreden, münkeri (kötülüğü) önlemeye çalışan İslam ümmeti, insanlık içerisinden çıkartılmış en hayırlı ümmettir. İnsanlar arasından çıkartılmış en hayırlı ümmet olan İslam ümmeti, diğer ümmetlere karşı üstün konumdadır. İslam, üstünlüğü soy, kabile, renk, ırk ya da zenginlik gibi şeylerde görmemiş, üstünlüğün ancak ve ancak takva ile olacağını her daim vurgulamıştır. Ey insanlar, biz sizi erkekle dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye cemiyetlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak Allah indinde en iyiniz, takvası en fazla olanınızdır. (Hucurât Sûresi [49:13]) Allah-u Teala bu ayette 3 temel ilkeyi ortaya koymaktadır: Birincisi, sizin hepinizin özü ve kökü aynıdır. Hepiniz bir soydan gelmektesiniz. Bütün ırkların ana ve babaları aynıdır. Bu sebepten dolayı boş yere böbürlenerek ve gururlanarak ırksal farkları vurgulamayın! II. Dünya savaşında büyük felaketlere yol açan ırki (aria) üstünlük felsefesini hatırlarsak, Kur an ı Kerim de geçen ayetlerin insanlık dışı davranışları ve yol açtıkları felaketleri önleyecek nitelikte olduğunu bir kez daha anlamış oluruz. İkincisi, özde ve yaratılışta aynı olmanıza rağmen sizi kabilelere, toplumlara ve milletlere ayırdık. (Allah ın insanlar arasında tanışma, dostluk, sevgi ve işbirliğinin gelişmesi için yarattığı farklılıklar, maalesef insanların cehaleti ve dalaleti yüzünden düşmanlığa, nefret, üstünlük iddiasına ve bencilliğe yol açmıştır.) Üçüncüsü, insanlar arasında üstünlük ve faziletin ölçüsü ancak ve ancak iman ve güzel ahlakdır. Tarih boyunca, Müslümanlar kadar aralarında sevgi bağı olan, dayanışma ve yardımlaşmanın bulunduğu başka bir toplumun ve toplum düzeninin kurulamadığı açıktır. Bu kardeşliğin gücünü bilen ve büyük bir tehdit olarak algılayan emperyalist güçler türlü türlü oyunlar ile bunu bozmak, ümmeti parçalamak istemektedirler. Oysa İslam tüm dünyada Müslümanlardan (ve dahi Müslim-gayri müslim bütün insanlardan) teşekkül eden ve evrensel olan bir kardeşliği meydana getirmeyi hedeflemektedir. Ümmet olmak, tek bir vücud olmak demektir: Hz. Sehl bin Sa d Saidi nin rivayetine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: Bir Müslüman, iman sahipleriyle baş ve gövde gibidir. Bir müslüman, iman sahiplerinin her acısını, bir başın, vücudun herhangi bir kısmındaki acısı gibi duyar. (Müsned-i Ahmed) Ümmet olmak ben likten biz liğe geçiştir. Ümmet olmak, renk, ırk, dil, mezhep ayırımı gözetmeden, Kur an ın öngördüğü birey sorumluluğuna inanmak ve hayatımızı ona göre şekillendirmekten geçer. Bireyselliği dayatan modernizme karşı Müslümanlar, ümmet olduklarının bilincine bir kez daha varmalı, Allah için sevmeli, birbirlerine adaletli davranmalı ve birbirlerine sabır ve merhamet göstermelidirler. Ve Kur an ın tarif ettiği Müslüman/Mü min vasfını, ümmet şuuruna tarihte hiç olmadığı kadar çok saldırının olduğu modern çağda, büyük bir hassasiyetle sahiplenmelidirler. 1 Prof. Dr. Nevzat Tarhan. Toplum Psikolojsi, Sayfa 246. NİSAN 2012 sayfa 17

dosya Vasat Ümmet Zeynep Gencer z.eynep@hotmail.de Bir insan tek başına ne kadar mükemmel olursa olsun, bir topluma girmediği ya da bir topluluk içinde etkileşimde bulunmadığı sürece, ferdi özelliklerinin ne denli güçlü ve hangi ölçüde etkili olduğunu anlayamaz. Amerikalı psikolog ve psikoterapist Carl Roger in öğrencilerinden olan, psikoterapist ve teolog Peter F. Schmid, toplum ve çevreden bahsetmeden, insandan bahsetmemizin ve onun ilişki şekillerini anlamamızın neredeyse imkansız olduğunu belirtir, ayrıca insana toplum içerisinde, ferd olarak yöneltilen anlamın ancak din, yani Tanrı ile olan ilişkisi hakkında malumata sahip olduktan sonra izah edebilineceğini önemle vurgular. Atasoy Müftüoğlu da, Ümmet Bilinci adlı kitabında aynı şekilde, insanlararası ilişkilerde insanların inançlarına olan bağlılıklarının belirleyici olduğunu söyler. Ona göre, insanlar arası ilişkiler, inanç bağı üzerinden gerçekleştiği vakit, ahlaki bir nitelik kazanır ve bu vesileyle toplumsal terakki olumlu yönde ilerler. Ancak görünen o ki, insanlık modern dönemde ilahi değerlere olan bağlılığını neredeyse tümüyle yitirdi ve bu, toplumun gelişimi için katkı sağlayan, sahici insanlararası ilişkilerinin belirsizleşip buhranlaşmasını da beraberinde getirdi. Günümüzde hakim modern hayat tarzı ve tüm dünyadaki modernleşme süreci, geniş halk kitleleri için dinî bir dünya tasavvurunu ve hayat tarzını neredeyse imkansız kılıyor. Ve bu durum Müslümanları da doğrudan etkiliyor. İslam ın, ona inananları içine alan, kaplayan, kapsayan bir din olduğu iddiasını kimse geri çevir(e)mese bile, günümüzde bu temel varsayım uygulamada ciddi sorun ve engellerle karşılaşıyor. Halbuki hayatı yaşamaya değer kılan anlamlar, insanların o anlamları tek başlarına vermeleri mümkün olmadığından, ilahi anlamlardır! Buna karşın, dinî kimliğin, kültürün ve değerlerin günlük hayatta ön plana çıkmasından rahatsızlık duyan modern tasavvur, insanları ve bilhassa Müslümanları tabiatlarına aykırı olarak, tek başına yaşayan ve bu hayat tarzına dair herhangi bir soru sormayan ve ondan rahatsızlık duymayan kitleler yapmayı hedefleyerek yetiştiriyor. Ve bu durum özellikle İslamî ümmet anlayışına ters görünüyor. Bu çok yönlü ve karmaşık durum karşısında naif bir tavırla, çözüm İslam dadır demek artık İslam ı yaşamaya çalışan Müslümanlar için yetersiz kalabiliyor. Eskilerde yaşanmış olarak tanımlanan ve öyle görülmek, gösterilmek istenen Asr-ı Saadet örneği, postmodern zamanlarda ne kadar birebir uygulamaya geçirilemiyor ise, son zamanlarda sık sık örnek gösterilen, toplumsal dayanışma ibadeti olarak hac veya umre de, Asr-ı Saadet dönemi gibi yanlış/eksik yorumlandığından, ya da yaşanılan döneme uygun olarak yorumlanamadığından yetersiz ve muvakkat kalabiliyor maalesef. Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta (vasat) bir ümmet kıldık [ ] deniliyor Bakara Sûresi nin 143. Ayetinde. Vasat orta yolu tutmaksa eğer, dengeyi, yani bu orta yolu sınırlandırmayı bugün nasıl yorumlamalıyız? Yaşadığımız yüzyılda hangi ölçeğe göre mana yüklüyoruz ümmet kavramına? Müslüman birey, bir bütüne ait olmadan, ya da kendini bir bütüne ait hissetmeden, bireysel olarak hangi ölçeğe başvururak, içinde bulunduğumuz zamanda dinî kavramların muhtevasını/manasını yeniden yorumlayabilir? Böylesi bir durum kavramların sorgulandığı ve eleştirildiği anlamına gelebilir ve ancak teklifi olan kişi böylesi hassas ve kritik bir konuyu eleştirebilir. Ancak eğer ümmet yeni bir çağda ise, ve bu çağın içerisinde kişisel çıkarlar dinî değerlerin önüne geçtiyse, İslamî kuruluşlar başta olmak üzere her birey ve cemaatin böylesine vahametli ve ağır bir sorun karşısında önceliklerini değiştirmesi gereklidir. Yine Atasoy Müftüoğlu, atıfta bulunduğumuz kitabında, İslamî bütün kavramların evrensel kavramlar olduğunu vurguluyor ve bugün ümmet bilincini tehdit eden en büyük sapmanın, kimi insanların/hareketlerin/akımların/cemaatlerin/toplulukların kendilerini diğer insanlardan ayıran birtakım farklı niteliklere/özelliklere sahip olduklarına inanmalarıdır, tespitinde bulunuyor. Ümmet bu sebepden dolayı her zamankinden daha fazla yapısal bir değişime ihtiyaç duyuyor ve istikametsiz bireylerden gelen talepler bu yönde gittikçe artıyor. Ve bir değişim özlemi almış başını gidiyor. sayfa 18 Perspektif

Peki bize ümmet anlayışını tekrar öğretecek veya tatbike geçirmede örnek olabilecek numune veya model bugün somut olarak tam olarak nerede? Bu soruyu, bir alternatif üretmek, önermek için ya da doğruyu göstermek için değil, sadece varolması gereken modelin inşa edilebileceği bir zemin hazırlamak için soruyoruz. Kanaatimizce, günümüzde ümmetin dinî birliğini güçlendiren her türlü muayyen örnek ve önerilere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ihtiyaç doğrultusunda etrafımıza birçok insanın kendi kişisel şartlarını zorlayarak (kendince ümmete katkı sağlamak adına) ibadetlerine ve özel yaşantılarına yön vermeye çalıştığını görüyoruz. Bu bize yine şunu gösteriyor: Kişi hiçbir zaman tek başına ibadet ederek veya sosyal aktive düzenleyerek, eksik olan ve eksik kalan ümmet bilincini inşa edemez. Bunu hakkını vererek yapabilmek için şart olan ilk öge yine cemaattir. Günümüzde, giderek daha yoğun bir şekilde, toplumdan bireye, ümmetten ferde doğru indirgenen bir anlayışla karşı karşıyayız. Toplumun, hayatın ve diğer insanların sorunlarıyla ve dertleriyle ilgilenmek yerine, içine kapanık, ailesine vakit ayırmaktan aciz, kendi dertlerine çözüm bulmakta zorlanan bir ümmet ya da daha doğru bir ifadeyle Müslüman bireyler yetişmekte. Ancak unutulmamalıdır ki, (sosyal ve sanal) medyanın da kısmen sebebi olduğu, reel dünya ile iletişim kopukluğu yaşayan bir Müslüman birey, kendiyle barışık olmadan ve diğer Müslümanları da kendisi gibi görüp, sevmeden sosyal çevre ile irtibata geçip onlara faydalı olamaz. Son olarak, ümmet kavramına farklı bir açıdan bakabilmek için Almanların Gesellschaft ve Gemeinschaft, yani toplum ve cemaat kelimelerini ele almakta fayda olduğunu düşünüyoruz. Gesellschaft belirli siyasi, ekonomik ve sosyal koşullar altında gönüllü olarak birarada yaşayan ve temel yararlarını sağlamak için belirli hedefleri gerçekleştirebilmek için biraraya gelen insanlar topluluğudur. Gemeinschaft ise, birbirlerine inançları, benzer görüşleri veya ırk, dil, tarih ve kültür nedeniyle gönülsüz bağlanabilen birlik olarak tanımlanabilir. Ümmet bu kavramların hangisine müsavi ve eşittir? Ümmet her ne kadar, hem bir Gemeinschaft hem de bir Gesellschaft özelliklerini gösteriyor ya da içinde barındırıyor gibi görünse de, daha çok, bir Gemeinschaft (tabiatı gereği bir cemaat) değil, bir Gesellschaft (irade ve tercihle oluşturulmuş bir cemaat), bir toplumdur. 1 Bu nedenle ümmet, ırk-dil-coğrafya meselesi değil, bilinçli bir bütünlük, bir birliktir. Ayrıca ümmet birbirine bağlı olan, lakin bağımlı olmayan bir toplum olarak da ele alınabilir. Ümmet içerisinde yer alan ferdler katı şekilcilikten uzakta olan, kendi istekleri doğrultusunda hayatlarına yön veren, hareket edebilen, fakat dünyada doğa, düşünce ve siyaset gibi tematik alanlarda, kendi bakış açısını müdafaa ettiği gibi, ümmette yer alan kardeşlerinin de haklarını dürüstçe koruması ve savunması gerektiğini bilen kişilerdir. Günümüz Müslümanın en temel sorunlarından biri, belki de başlıcası, ümmet kavramının anlam kayması yaşamasına karşı sunabileceği ve sunmak istediği bir çözüm yolunun olmamasıdır(!). Ve bu noktada, doğan sorumluluk duygusunu zayi etmeyen, kendi çıkarları ve ihtirasları için kardeşinin hakkına tecavüz etmeyen, cemaati ve toplumu benimseyen şahsiyetlere ihtiyaç vardır. Bunun dışında yapılması gereken çok zor ve güç şey belki de, bir beklenti içerisine girmeksizin en basit ve bayağı şekliyle bu dünyanın fani olduğunu her daim yad etmek ve elden geldiğince topluma faydalı olmaya çalışmaktır. 1 İsmail R. Faruki: Tevhid. İstanbul 1988, S. 129 NİSAN 2012 sayfa 19

dosya Parçalanmış Ümmet Mahmut Aydınel aydinel.mahmut@gmail.com Savaş ve işgallerle son dönemlerde yangın yerine dönen İslam coğrafyasının ve Müslümanların en önemli problemlerinden birisi de şüphesiz ki, İslam ülkelerinin iç savaşlara ve mezhep savaşlarına sahne olmasıdır. Öyle ki, bir gün Bağdat ta, Kerbelâ da, Necef te, Karaçi de, Peşaver de, Kuetta da, İslamabad da, Lahor da, Kabil de ya da Aligarh da Cuma namazına gittiğinizde, sünnî veya şiî olmanızdan dolayı tam da Allah ın huzurunda rükuya durduğunuz anda seccadenizin altına yerleştirilmiş bir bomba ile parçalabilirsiniz. Hürmet gösterdiğiniz büyüklerin türbelerini ziyaret ettiğinizde, şirke düşmüş lüğünüze hükmeden bir kimse ya da grup tarafından hakkınızda verilen katli vaciptir kararının infazı ile karşılaşabilirsiniz. Ya da, sûnnî olduğunuz halde biraz farklı bir din tasavvuruna sahip iseniz, kendilerinden başka herkesin kanını mübah gören ehl-i sünnet savunucusu kâtillerin hedefi olabilirsiniz. Ve bu saldırıları yapanlar, kendilerini o kadar masum ve gerçek İslam ın savunucusu, mücahidler olarak görmekte ve göstermektedirler ki, sanki Allah ın dininin muhafızlığını yapmak üzere (haşâ) ilahî bir vazifeyle görevlendirilmişlercesine, yaptıkları bu vahşetten zerre kadar vicdan azabı duymaz, aksine bir ibadeti yerine getirmenin verdiği huşuya benzer bir huşu ile hayatlarına devam ederler. Halbuki, bilindiği ve defaatle tekrar edildiği üzere İslam ümmetinin en önemli özelliği kardeşliktir ve bu kardeşlik bizzat alemlerin Rabb i, inandığımız dinin asıl sahibi olan Allah (c.c.) tarafından hususiyetle vurgulanmıştır. Dinimizin ana kaynağı olan Kur an-ı Kerim, Kim bir mü mini kasden öldürürse cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap etmiş, onu lanetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır, 1 hükmünü apaçık ortaya koyup, din adına, mezheb adına ve her şeyden önce Allah adına kâtillik yapanları en baştan uyarırken, acaba bu insanlar işledikleri cinayetleri nasıl da kolayca meşrulaştırabiliyorlar? Bu gözü dönmüşlüğün, cinayet düşkünlüğünün mezhep taassubundan, hatta fanatikliğinden başka bir izahını bulmak mümkün müdür? Tarih boyunca mezhep farklılıkları, siyasî iktidarların çıkarlarını korumak adına, ya da hak yolda olmuşluğun ispatlanması adına kimi zaman çatışmalara yol açmış ve onlara kaynaklık etmiş ise de, bugünkü boyutta bir bölünmüşlük ve cinayet silsilesini görmek hiçbir zaman ve dönemde vaki olmamıştır. Nitekim, mezhep savaşlarının tarihî ilk örneğini, Sıffîn Savaşı nda Muaviye ile Hz. Ali arasındaki ihtilafta hakem olayını kabullenen herkesi, hüküm ancak Allah ındır hakikatini ters yüz ederek, kâfirlikle suçlayan ve bu kimselerin öldürülmeleri vaciptir diyerek isyan eden Haricîler de görüyoruz. Bu gürûh daha sonra Hz. Ali yi de camide şehit etmiştir. Her ne kadar bugün fiziksel olarak Haricîlerinden kimse kalmadı ise de, o ruhu diri tutan hem gruplar ziyadesiyle mevcut. Ve bu din savunucuları(!), Bağdat ta, Necef te ya da Karaçi de, Hz. Ali nin de karşılaştığı ve elbette ki Allah ın lanetini mucib olan bu menfûr cinayetleri sergileyebilmektedir. Halbuki, Müslüman Müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez; onu düşmana teslim etmez, hükmünü ortaya koyan bir Peygamberin ümmeti olan bu insanlar, Allah Resûlü nün şu emirlerini nasıl da hiçe sayıyorlar: Kim bir Müslüman kardeşinin ihtiyacını giderirse, Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümanın sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamette onun bir sıkıntısını giderir. Kim de bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da kıyamette onun bir ayıbını örter. 2 Bugü- sayfa 20 Perspektif