D E L İ D E F T E R İ A Y L I K M İ Z A H E D E B İ Y A T I D E R G İ S İ



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

&[1Ô A w - ' ",,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

İÇİNDEKİLER FARE İLE KIZI 5 YUMURTALAR 9 DÜNYANIN EN AĞIR ŞEYİ 13 DEĞİRMEN 23 GÜNEŞ İLE AY 29 YILAN 35 ÇINGIRAK 43 YENGEÇ İLE YILAN 47

TAVŞANCIK A DOĞUM GÜNÜ SÜRPRIZI

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

Mutlu Haftalar! Mutlu Ramazanlar! ilkokul1.com

Samed Behrengi. Püsküllü Deve. Çeviren: Songül Bakar

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi ARILAR GRUBU

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

Bazen tam da yeni keþfettiðiniz, yeni tanýdýðýnýz zamanda yitirirsiniz güzellikleri.

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

ÖN OYUN Yer, ağustos böceklerinin yuvası. Cici ve Mimi aynanın karşısında son hazırlıklarını yapmaktadır.

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΠΤΑ (7) ΣΕΛΙΔΕΣ

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

CİN ALİ İLE BERBER FİL

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

AHMET ÖNERBAY GÖRELE'DE

DDD. m . HiKAYE. KiTAPLAR! . CİN. ALİ'NİN. SERiSiNDEN BAZILARI. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Jake mektubu omzunun üstünden fırlatır. Finn mektubu yakalamak için abartılı bir şekilde atılır.

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

--- ZEKÂ SORULARI ---

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

Lesley Koyi Wiehan de Jager Leyla Tekül Turkish Level 5

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU UĞUR BÖCEKLERİ SINIFI KASIM AYI BÜLTENİ

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Samed Behrengi. Sevgi Masalı. Çeviren: Songül Bakar

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

Sevda Üzerine Mektup

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

Her hakkı saklıdır. Ticarî amaç ile basılamaz ve çoğaltılamaz. Copyright

2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni

TEK TEK TEKERLEME. Havada bulut Sen bunu unut

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

AYLIK BÜLTEN MAYIS 2012 OKUL ÖNCESİ EĞİTİM SINIFI

UFUK GÜRBÜZDAL TURK 102-3

o ( ) (1 CİN ALİ'NİN HiKAYE KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Öğ. Rasim KAYGUSUZ

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 6 (ΔΞΙ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

GÜZELLER GÜZELİ BAYAN COONEY

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

MACERA AKADEMİSİ. Anneciğim ve Babacığım,

4. ve 5. Değerlendirme Sınavları. Puanlama Aşağıda...


A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

SATILMAZ EĞİTİM AMAÇLI KULLANILMAK İÇİN ÇOĞALTILMIŞTIR

7AB 2 nd SEMESTER TURKISH FINAL REVIEW PACKET. 1. A: Adın ne? B:... a) Adım Alex b) Adın Alex c) Adımız Alex d) Adları Alex

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

ORTA HAZIRLIK TÜRKÇE ORTAK SINAVI Açıklamalar GRADE. (20 Aralık 2015, Pazar)

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

Derleyen: Halide Karaarslan / Uzman Pedagog Görsel Tasarım: Semra Bolat / Sanat Dersleri Zümre Başkanı

Menümüzü incelediniz mi?

Yazan : Osman Batuhan Pekcan. Ülke : FRANSA. Şehir: Paris. Kuruluş : Vir volt. Başlama Tarihi : Bitiş Tarihi :

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

HİKÂYELERİMİZ FEN VE MATEMATİK ETKİNLİĞİ

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

HAYAT BİLGİSİ A TEMASI: OKUL HEYECANIM. Gözümüzün rengi Saçımızın rengi Okula gitmemiz Yukarıdakilerden hangisi fiziksel özelliğimiz değildir?

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Rukia Nantale Benjamin Mitchley Nahide Büşra Ertekin Turkish Level 5

Transkript:

D E L İ D E F T E R İ A Y L I K M İ Z A H E D E B İ Y A T I D E R G İ S İ SAYI: 5 TEMMUZ 2008 1,5 YTL << çilek çilli >> << ephraim kishon >> << esrar baz >> << hayri vaka >> << nazife demir >> << yoni brenner >>

rapor şaşırmak için fazla öğlen ikindi için fazla serin yaylarım gevşedi, çayımı döktüm gözlerimi kıstım, güneşi kıskandım benim raporum var haberinde mi? hey hey hey! çalsın sazlar! darbukalar darbulsun mızıkalar mızıksın ne polonya ne polyanna bilmez fakiri benim raporum var haberinde mi? doktora sorun, mastır sorun kaydıraklar paslanmış bekçiler çocuk kovalar sadece kovalar dolusu delirdim benim raporum var ama söylemem 1,5 YTL

<< neler var? >> yeşil panjurlu köşe >> çilek çilli ezop şehirde >> yoni brenner ayna ayna söyle bana >> nazife demir gafur balsa nın akıllara durgunluk veren hikayesi >> hayri vaka hazin haziran ve çividibidip >>esrar baz adalet görecelidir >> ephraim kishon deli defteri aylık mizah edebiyatı dergisi yıl: 1 sayı: 5 temmuz 2008 gölgelerin gücü adına sahibi: hayri vaka genel yayın yönetmeni: edip üryanî kapak karikatürü: sabriye kerebiç telaşe müdürü: nazife demir yazı ve görüşler için iletişim adresi: delidefteri@gmail.com

<< en önsöz >> ey deli dostlar, meşhur bir fıkra vardır ki bu fıkrayı herkes kendi konusuna, gündemin seyrine göre değiştirir. ben de geleneğe uyarak anlatacağım: temel, türkiye futbol federasyonu nun kapısını çalmış: ben milli takım teknik direktörü olmak istiyrum demiş. ne diyorsun kardeşim sen, deli misin? demişler. o da cevap vermiş: şart midur? ya işte böyle. bir avrupa şampiyonası daha geride kaldı. yarı finale kadar geldik ama sonunda elendik. canımız saolsun. ne demişler; yarım elma gönül alma. milli takım için çalışan; federasyon başkanından malzemecisine, krampon vidalayacısından peter cech e kadar herkese teşekkürü bir borç biliriz. ankara yı sıcakların iyice rehin aldığı, fidye olarak da kar helvası istediği şu temmuz günlerinde gene ellerinizdeyiz. ilkokullarda ve bazı dil kurslarında bop diye bir sayı oyunu oynanır, bilirsiniz. işte bu bizim ilk bop sayımız. nazife demir, pamuk prenses masalındaki kötü kalpli kraliçenin evde kalmış torununun hislerine tercüman olduğu ayna ayna söyle bana adlı yazısıyla mizah maratonuna devam ediyor. elif karadenizli, çağdaş ve güldürüklü bir demet ezop masalının güzel bir çevirisini yaptı. ezop şehirde adlı yazı amerikalı yazar yoni brenner a ait. hayri vaka ise gafur balsa nın akıllara durgunluk veren hikayesi ni yazdı. kendisi bu yazıyı malatya da askerliğini yapmakta olan canından çok sevdiği abisine ve kafka ya armağan ediyormuş. sabıkalı yazarımız esrar baz ise nelere parmak bazıyor bir bilseniz ohoo dövmeler, maymun-

lar, tahtalar, haziranlar, hazinler, piercingler, çibidipler ve dipler. öyle bir defans yapıyor ki ne servet i sakat ne de emre si cezalı. üstelik en iyi savunma önde basmaktır demişler. bu sayıda yeni bir yazar kadrosu daha açtık. kendisiyle oynadığımız köşe kapmaca testini başarıyla geçti. abd den bildirecek, güleç ve bildirgeç bir yazar olan çilek çilli. köşesinin adı yeşil panjurlu köşe. final yazısı da ephraim kishon dan. kadrolu çevirmenimiz ve editörsel patronumuz edip üryani çevirdi üstadın adalet görecelidir adlı kısa oyununu. her ne kadar olay israil de geçse de siz onu taksim-kadıköy hattında oluyormuş gibi düşünebilirsiniz. ağızda, biraz hayvanat bahçesine gitmiş gibi bir tat bırakan bu sayının, son sayfasında küçük bir sürpriz var. fakat muhtemelen siz onu bu yazıyı okumadan önce gördünüz çünkü biz türkler, ya fiyatına bakmak için ya da eskiden gazetelerde spor sayfalarının en arkada olmasının verdiği alışkanlıkla önce en arka sayfaya bakarız. şiiri imzasız yayınladık, o kadar da gizem olsun değil mi? bize elektronik posta yollayan, düşüncelerini ve gülüncelerini paylaşan, yazı gönderen, domates atan, yumurta kıran herkese teşekkür ediyoruz. devamını da bekliyoruz. unutmayınız, delilik çeşmesi aktıkça kapılar açık kalmaya ve cereyan yapmaya devam edecek. deli defteri

yeşil panjurlu köşe << yaz köşesi, kış köşesi, evin ortasında bira şişesi >> çilek çilli kıymetli okuyucular, nazarımda pek kıymetli olan temmuz ayı itibariyle hayri vaka bey'in aklını önce "yeşil panjurlu bir köşemiz olsa" diyerek çelmek, ardından da "o köşe illa ki benim olsun, benim olsun!" diyerek almak suretiyle dergimizin bu köşesini ele geçirdim. hayırlara vesile olmasını temenni ederim. nereden esti? diyeceksiniz. vakti zamanında reha muhtar atina'dan bildirirdi. o bildirdikçe benim de bildiresim gelirdi. eline saç fırçasını alıp şarkıcılık oynayan akranlarıma inat ben elimde saç maşası reha muhtarcılık oynardım. bir atina'dan, bir paris'ten, bir de lüksemburg'tan bildirirdim. hatta bir defasında hızımı alamayıp taaa helsinki'den bile bildirdim. reha muhtar "acı var mı acı?" sloganıyla mizah alemine daldıktan sonra içimdeki bildirme isteği dizginlenemez hale geldi. hâl böyleyken ve taaa buralara kadar gelmişken amerika birleşik devletleri'nden bildirmeye karar verdim. kısmetse, artık her sayıda size yeşil panjurlu köşe den bildireceğim. peki ne bildireceksin? diyeceksiniz. efendim, keyfimin kâhyasının canı ne çekerse onu bildireceğim; amerikalılar neden mor renkli deterjan kullanırlar?, neden çimlere basar?, neden bisküvi yer gibi havuç yer?, neden sütü şişesinden içerler? gibi. ve fakat "okuyucu başımın tacı-

dır" düşüncesini benimsemiş olmam sebebiyle merakınızı gıdıklayan hususları bana bildirmeniz halinde, bu hususlarla alâkalı bilgileri de seve seve bildireceğim. gölgelerin gücü yanımda olsun diyor ve yeşil panjurlarımı açıyorum: takvimin temmuz a- yını göstermesi sebebiyle bu sayıda sizlere amerikalılar "fourth of july independence day" yani adı üzerinde "dört temmuz bağımsızlık günü"nü kutlarken bendeniz biçarenin başına ne gibi işler açarlar, onu bildirmek isterim. efendim, amerikalılar'a bir nevi her gün bayramdır. zira çok dilli, çok dinli, çok ırklı, çok renkli, çok kültürlü amerikan takvimlerinde hemen hemen her ay bir dine, bir ırka, bir kültüre hitaben kutlaması günübirlik bir küçük bayramcık bulunur. misal otuz bir ekimde kılıktan kılığa girerek "halloween" (cadılar bayramı) kutlayan amerikalılar, on yedi martta yeri göğü yeşile boyayarak "st.patriks day" (ulusal irlanda bayramı), mart'ın yirmi birinden sonraya tekabül eden ilk dolunaydan sonraki ilk pazar sabahlara kadar yumurta boyamak suretiyle "easter" (paskalya) kutlarlar. işte dört temmuz da bir küçük bayramcık olarak takvimlerdeki yerini almıştır. ancak onu küçük görüp karamürsel sepeti sanan çok yanılır. zira doğusunda batısında, kuzeyinde, güneyinde ve tam orta yerinde birbirinden zıt kutuplarda yaşayan amerikalıların en mühim ortak özelliği hepsinin ucundan kıyısından "american dream"i paylaşmasıdır. bu topraklara dünyanın her neresinden savrulmuş olurlarsa olsunlar bir şekilde "amerikalı" olmayı başarmış bu insanların çoğunun buluşma noktası "amerikalı olmaktan gurur duymak"tır. abd'nin orta doğu çıkartmasından sonra "amerikalı olmaktan

utandığını" dile getiren istisnalar bu kaideyi bozmaz. yani macera dolu amtf9 0 0F9jEt2e 10k64.28351 556

disini polisi aramak zorunda bırakmamalarını rica etmiştir. ahaliden bir delikanlının "it's a national holiday, try to be more tolerant" cevabı üzerine sinirleriyle birlikte ağzı da bozulmuş bendenizin "national sensin, holiday de sana girsin" demesi üzerine dönülmez akşamın ufkuna varılmıştır. önce ahali "in english, in english" diye bağırmış, bendenizin "why the hell are you so egar to celebrate fourth of july? you are independent, so what? your fuck'in independence costs the independence of the rest of the world!" diye bağırması üzerine ahaliden "bicth!", "you fucking communist!" ve "racist!" nidaları yükselmiştir. zira amerikalılar herşeyi ya komünistlerden ya da ırkçılardan bilmektedir. bendenizin türkçe ve italyanca olarak bağıra bağıra ana avrat sövmesi bardağı taşıran son damla olmuştur. zira italyan milleti de türk milleti gibi ağız dolusu sövmeyi sevdiğinden italyan küfürleri türklerin, türk küfürleri de italyanların ağzına yakışmaktadır. ancak sorun italyanca kimi küfürlerin ingilizceye benzemesidir. işte tam da bu sebeple bendenizin son "bastardi" küfürüyle birlikte ahali hepten galeyana gelmiş ve deli kanlı iki delikanlı parkı bahçemizden ayıran duvardan atlayıp ellerindeki bira şişelerini balkon camıma atmışlardır. bendeniz biçare an itibariyle soluğu içeride alıp balkon kapısını kapatmayı başarmıştır. balkon camlarını ve akabinde de yan pencere camını tuzla buz eden delikanlılar yan komşunun müdahalesiyle hızla o- lay yerini terk etmişlerdir. iki melatonin bir de diazem'e inat gözüne uyku girmeyen bir gecenin ardından, sersem

sepelek derse gitmeyi ve hatta sunum yapmayı başarmış olan bendeniz biçare, ders dönüşünde apartman yöneticimizi kapıda kendisini bekler bulmuştur. kendisi bendenizi dört temmuz gecesi yaşanan tatsızlıklardan dolayı şiddetle kınamış, cam çerçeve masraflarını bendenizin karşılaması gerektiği belirtmiş ve fakat hikayeyi bir de bendenizden dinlemeyi katiyen reddetmiştir. hâl böyle olunca bendenizin "i hate fourth of july" deyivermesi an meselesi olmuş ve apartman yöneticimiz gözlerini kelebek gözlüklerinin üzerinden devirerek "either you're gonna sign up for an anger management class or i will evict you" demiştir. ders döneminin orta yerinde gül gibi evini bırakıp yeni bir yer aramayı gözü yemeyen bendeniz çareyi kuzu kuzu "yes ma'am" demekte bulmuştur. kös kös camı çerçevesi yere inmiş evine dönen bendeniz biçare, yaz sonuna kadar komşuların kuşkulu ve evhamlı bakışları altında yaşamış, kın kın kınanmaktan içi kurumuş ve mecburen tası tarağı toplayıp taşınmıştır. kıssadan hisse olarak bildirmek istediğim, yerkürenin her yerinde lale devrinin keyfini süren milliyetçi ateşin abd topraklarını da kasıp kavurduğu ve hayatta hiçbir şeyden geri kalmaya tahammülü olmayan amerikalıların son derece milli bir haleti ruhiye içinde olduğudur. ne diyelim, dört temmuz vatana millete hayırlı olsun efendim. cilekcilli@sbcglobal.net

belediye otobüsüne binerken birbirini ezen kalabalığa şöför inip şöyle seslense: ey kitle! bu otobüse bazılarınız binemeyecek, binenlere ise ben şahsen hayranım. onları bu nedenle çok süper bir yere götüreceğim. " sabriye kerebiç << ezop şehirde 1 >> yoni brenner ingilizceden çev: elif karadenizli atmaca ve fare zeki bir fare battery park ta güneşlenirken gözleri keskin bir atmaca hızla yaklaşır ve pençeleriyle fareyi yakalayıverir. havada süzülürlerken fare, atmacayı kendisini yememesi konusunda uyarır. niye yemeyecekmişim ki seni? der atmaca. aa diye cevaplar fare, bilmiyor musun, fareler trans yağ 2 deposudur. korkudan aklı başından giden atmaca, pençesindeki a- vı, fare değil de canlı bombaymışçasına can havliyle atar ve yoluna devam eder. 1 the new yorker, 13 ağustos 2007 2 koyun, kuzu, inek gibi hayvanların işkembelerinde bakteriler tarafından oluşturulan; yağların yüksek ısıda defalarca kullanılmasıyla ya da bitkisel yağların kısmi hidrojenasyonuyla da yapay olarak üretilen yağ cinsi. içeriğinde "hidrojene nebati yağ ya da hidrojene bitkisel yağ" yazan bütün bisküvi, çikolata, kek, gofret, mayonez, cips, margarin gibi gıdalarda bolca bulunur, iyi kolesterolü düşürüp kötü kolesterolü artırır. (ç.n.)

birkaç gün sonra atmaca, yaşlı bir baykuşu talihsiz bir fareyi mideye indirmek üzereyken görür. dur, diye canhıraş bir çığlık atar, farelerin trans yağ deposu olduğundan haberin yok herhalde! baykuş, ziyafetine ara verir, gözlerini devirir ve atmacaya sorar; nesin sen? geri zekâlı falan mı? kıssadan hisse: özgürlükçülerle tartışma! tilki ve keçi halkla ilişkiler biriminden cindy adlı bir kadın tilkinin birine, bir gösteri için beleş bilet vermeyi teklif eder. kadın, biletleri öğle yemeğinden sonra getirir ancak tilkinin hevesi kursağında kalır çünkü gösteriyi yapacak olanlar leøtåård adlı isveçli bir deneysel dans kumpanyasıdır. durumdan hoşnutsuz, biletleri yan bölmedeki keçiye götürür. leøtåård mı? der keçi, adlarını daha önce hiç duymamıştım. geçen haftaki gösterilerini izledim diye cevap verir tilki yumuşacık bir sesle, bu grup resmen iskandinavya nın alvin ailey 3 si. biletleri sana on dolara veririm. böylece keçi o akşamı soğuk ve rutubetli ikinci sınıf mekânda geçirirken tilki de ondan tırtıkladığı on doları ezmek için ollie nin yerine gidip çin yemeği yer. hiç şüphesiz gösteri berbattan da öte korkunçtur ve zavallı keçi oradan ayrıldığında hissettiği tek şey beyninde zıplayan fillerin yarattığı baş ağrısıdır. yine de, bilinme- 3 5 ocak 1931 1 aralık 1989 tarihleri arasında yaşamış amerikalı modern dansçı, koreograf ve alvin ailey amerikan dans tiyatrosu nun kurucusu. 58 yaşında aıds e bağlı hastalıklar nedeniyle ölmüştür. (ç.n.)

yen bir nedenle, kumpanyanın diğer etkinliklerinden haberdar olmak için mail grubuna üye olur. kıssadan hisse: bir yere gitmeden evvel muhakkak internette araştırın. karga ve yaban tavşanı şehir merkezine inmek için 1 numaralı treni bekleyen bir tavşan aniden hastalanır ve rayların üzerine yığılır. yakınlardaki bir kargaya yardım et diye seslenir ama karga tereddütlüdür. beni yemeyeceğini nereden bileyim? der kuşkulu kuşkulu. yardıma muhtacım diye cevaplar tavşan ve ekler, hem yaban tavşanları karga yemez ki! aldığı cevaptan tatmin olan karga, raylara inip boynundan nazikçe kavradığı tavşanı tehlike bölgesinden uzaklaştırırken tavşan çevik bir hareketle aniden döner ve kargayı yer. sonra da bunu görecekti der. kıssadan hisse: yaban tavşanları her şeyi yer. köpek ve sihirli tavuk köpeğin biri ana caddedeki kaldırıma uzanmış üzgün üzgün debelenirken dost canlısı bir tavuk yaklaşır ve derdini sorar. kemiğim, der kopek, şu volvo nun tekerinin altına sıkıştı. bak ne diyeceğim der tavuk, şimdi git, salı günü 12.30 da gel. sen geldiğinde volvo yu ortadan kaldırmış olacağım. böylece köpek, salı günü dönmek üzere gider ve geri geldiğinde doğal olarak volvo nun yerinde yeller esiyordur. inanılmaz! der kemiğine kavuşan köpek. senin için daha iyisini de yapacağım diye gı-

daklar tavuk. yarın gel de yolun öbür tarafındaki bütün araçları yok edeyim. köpek ertesi gün geldiğinde, tıpkı tavuğun dediği gibi yolun öbür tarafının bomboş olduğunu görür. inanılmaz diye çığlık atar, sanırım sana bu yüzden sihirli tavuk diyorlar. hayır der tavuk, bana sihirli tavuk diyorlar çünkü lsd satıyorum. kıssadan hisse: bunu benden duymadınız. fare ve donald central park ta vakit öldüren fare, bir avcının kurduğu ağa takılan donald trump 4 a rastlar ve yardım edip edemeyeceğini sorar. ne yapabilirsin ki diye dalga geçer adam, ben donald trump ım sense basit bir fare. birkaç yıl sonar donald fareyi ofisine çağırır ve johnson, bölümünün performansı şirketin genel başarı ortalamasının altında. bu gidişle birilerinin başı yanacak der. ama diye yalvar yakar olur fare, beni neden işe aldığını unuttun mu? o ağı nasıl kemirdiğimi ve seni hain avcıların elinden nasıl kurtardığımı? donald bir süre düşünür ve cevaplar ben olayı o şekilde hatırlamıyorum. kıssadan hisse: başarı geçicidir, o yüzden elinizin altında bir kâğıt arabası bulundurun. karga ve gider hesabı karganın biri ünlü bir danışmanlık firmasında iyi bir iş bulur. uzun ve yorucu bir iş gününden sonra, saat dokuzu epeyce geçtikten 4 14 haziran 1946 doğumlu amerikalı iş adamı. emlak kralı olarak bilinen trump dünya çapında pek çok otel ve kumarhanenin de sahibidir. (ç.n.)

sonra birkaç kadeh yuvarlamak ve bir şeyler yemek üzere şirket hesabından bir yere gider ve eski dostu yaban tavşanını da kendisine eşlik etmesi için davet eder. ikili menüyü uzunca bir süre inceledikten sonra garson gelir ve siparişlerini sorar. karga ravioli sipariş eder. yaban tavşanı da o halde ben de bir lapin à la cocotte alayım der. garson şaşkınlıktan donakalmış bir vaziyette ama efendim diye kekeler, o bir tavşan yemeğidir yaban tavşanı omuz silker, neyse ne. kıssadan hisse: yaban tavşanları gerçekten her şeyi yiyebilirler. aslan ve eşek bir aslan ve eşek, new york knicks 5 maçına giderler ama bir de bakarlar ki biletleri tribünün en arkasındaki sıradandır. hiç bir şey göremiyorum diye kükrer aslan. eşek cevap verir: sen aslan değil misin? hadi bir kaç sıra aşağı inelim! böylece aslan yoluna çıkan kalabalığı pençe darbeleriyle epeyce hırpalar ve eşek iki yüzüncü sıra civarında hoş bir yer bulunca otururlar. ve fakat birinci çeyreğin sonunda aslan buradan da memnun olmaz ve yine izleyicileri pençe içinde bırakarak yarı saha koltuklarına kadar ilerler. eşek de peşinde tabi. dördüncü çeyrek başladığında aslan ve eşek meşhur konuklara ayrılan saha kenarı koltuklarına yerleşmişlerdir bile. tam rahat bir nefes almışlarken aslan, pençelerinde kan, dişlerinde seyircilerin kıyafetlerinden kopardığı parçalarla dolu bir halde eşek e döner 5 new york merkezli ve nba da oynayan profesyonel bir basketbol takımı. forbes dergisi ne göre 608 milyon dolar değerindeki takım amerika daki en değerli basketbol takımıdır. (ç.n.)

ve sorar; buna savunma mı diyorlar allah aşkına? kıssadan hisse: hem içerde varlık gösterip dolambaçlı toplar çalacak adamı olmayan ve tamamı hücumculardan oluşan bir takım kurup hem de otuz beş maçtan fazlasını kazanmayı bekleyemezsiniz. kurt, koyun, insan kaynakları müdürü, belediye başkanı bloomberg, al sharpton ve stajyer jesse kurdun biri belediyenin park ve bahçeler müdürlüğü bünyesindeki bir işe başvurur. hayâl kırıklığı yaratacak biçimde, görüşmeye bile çağrılmaz. daha sonra kimliğini saklayıp koyun kılığına girer ve aynı işe yeniden başvurur ancak insan kaynakları müdürünü etkilemeyi yine başaramaz. ayrımcılığa maruz kaldığına inanan kurt, bir avukat tutar. al sharpton u 6 örnek gösteren hırslı avukat, belediye başkanı bloomberg 7 e dava açacaklarını söyler. bunun üzerine bir basın toplantısı düzenleyen başkan, şehir yönetimi olarak ayrımcılığa karşı olduklarını söyleyerek, aslında kurt olan koyuna iş teklif eder. kurt teklifi kabul eder ve tüm olumsuzluklar da unutulur. 6 3 ekim 1954 doğumlu amerikan baptist bakan, politikacı, sivil haklar ve sosyal adalet aktivisti. kendine ait bir de radyo programı sunan sharpton, 2004 yılında demokratlar adına başkan adayı oldu. (ç.n.) 7 14 şubat 1942 doğumlu iş adamı ve new york belediye başkanı. servetini, kurucusu olduğu ve dünyanın en sıkı takip edilen ekonomi kanallarından ve bilgi bankalarından biri olan bloomberg l.p. den kazanan bloomberg, yaşamı boyunca demokrat saflarda yer almasına rağmen, 2001 yılında cumhuriyetçiler adına yarışa katıldı ve belediye başkanı seçildi ve 2005 yılındaki seçimlerde koltuğunu korudu. (ç.n.)

bir ay boyunca telefonlara cevap veren kurt birden üzerindeki koyun postunu fırlatır ve tüm ofise aslında bir kurt olduğunu açıklar. kurt un bu davranışından ilham alan stajyer jesse de eşcinsel olduğunu açıklar. ofis bu önemli açıklamaların ardından alkışlarla yıkılır ve herkes kutlama için dışarı çıkar. kıssadan hisse: kirli çamaşırlarınızı ortaya dökmek için en iyi gün cuma dır. böylece insanlara olayın şokunu atmaları için koca bir hafta sonu kalmış olur. ahmet çakar: bugüne kadar fatih terim'in yönetimi sırasında 20'ye yakın yabancı alınmış... güntekin onay: tam sayısı 22... ahmet çakar: global konuşuyorum ben. yahu bu sven goran eriksson mudur, motorola mıdır nedir, o kim ki konuşuyor? ingilizlerin paralı bir adamı, biz onların baldır bacak gezen isveçli kızlarına bi şey diyor muyuz? osman tamburacı

ukrayna oyuncu değiştiriyor. husin girdi oyuna. top onda... karşısında hüseyin var. bizimkisi daha hüseyin tabii. ümit aktan hamit evet... hamit topu çok tutma ayağında... bravo... ama oraya değil... ah!.. hamit tekrar kazandı... aferin!.. hemen pas ver... verdi... okan... okan koşsana oraya... şimdi hemen defansa dönün... aferin volkan, aferin!.. hemen çıkar topu elinden... hakan sola koş... bravo!.. aferin!.. ilker yasin

<< ayna ayna söyle bana >> nazife demir on altı yaşımdan bu yana saçlarımı aynanın karşısında tarıyorum, kaşlarımı aynanın karşısında alıyor, mimiklerimi aynada prova ediyor, rujumu aynaya bakarak sürüyorum. gözaltı kırışıklıklarımı aynadan takip ediyor, telefonda konuşurken sık sık aynada güzelliğime dalıyorum. hatta dalıp da gidiyorum. aynaya göz kırpmadan evden dışarı adımımı atmıyorum. yeri geliyor "söyle bana, benden güzeli var mı bu dünyada?" diye soruyorum. bugün yaşgünüm. parmağımda ışıldayan bir tek taş alyansı aynada seyretmenin nasip olmadığı bir yaşı daha geride bırakıyorum. ve bugün ayna karşısında hayırlı bir kısmet standardına, hani içkisi-kumarı olmayan, temiz aile kızı olma mertebesine erişip erişemediğimi sorguluyorum. evvela içkim azdır. bayram şekerinin yanında likör, yemeğin yanında beyaz şarap, siyah biranın yanında burbon, mezenin yanında rakı. o kadar. üstelik iki tek attı mı eski aşklarına itafen içli şiirler okuyup cümle rakı sofrasını efkara boğanlara hiç benzemem."oturmaya mı geldik, hoppaa" diyerek mikrofonu kaptığım gibi bir "bahçevan" patlatır, hızımı alamazsam, ki genelde alamam, "bir yangının külünü yeniden yakıp geçtin"e bağlar, cümlealemi neşeye boğarım. neşeye boğduğum alem finali genellikle "kal bu gece, yaşanacak çok şey var bu gece" ile yaptığımı iddia eder. ben genellikle o kadarını anımsamam. sonra kumarım yoktur. çünkü kumar oynamanın las vegas dizisinde gördüğümüz gibi bir hadise olmadığını bizzat tecrübe etmişliğim var-

dır. diyebilirim ki siz istediğiniz kadar sebat e- dip her turda paranızı kırmızı 13'e yatırın; kırmızı 13'ün size garezi varsa içki bardağınızı gözyaşları arasında gecenin talihlisinin kafasına fırlatmanız an meselesidir. hal böyleyken izbandut kılıklı güvenlik görevlisinin en seksi elbisenizin altına giydiğiniz en ince ve en yüksek topuklu pabuçlarınızın gözünün yaşına bakmadan sizi yaka paça dışarı atması da an meselesidir. esasen sigaram da yoktur. fakat sigaraya başlamam bir hikaye konusudur. tabii bunun konumuzla alakası yoktur. neyse ki sigarayı bırakmam da ayrı bir hikaye konusudur. hikayenin cereyanı eski daireme taşındığımın haftasına tekabül eder. günde bir paket sigara tükettiğim günlere... üç gece üst üste duman dedektörünün varlığını unutup sigara yaktığım, komşuların her bir gecenin köründe alarm sesine fırlayıp dördüncü gece beni ev sahibine gammazladıkları, ev sahibinin beni çocukmuşum gibi azarladığı, benim hıncımı duman dedektüründen çıkartıp kendsini ekmek bıçağıyla parçalara ayırdığım, durumun ortaya çıkması sonucu apartmandan atıldığım günlere... ki hikayenin kıssadan hissesi şudur: beş gündür ağzıma sigara koymuşluğum yoktur. parada pulda hiç gözüm yoktur. zira erkek olmadığım için pul koleksiyonu yapmam son derece manasızdır, kimselere gösteremedikten sonra pul koleksiyonu yapmışım neye yarar? ve fikrimce lidyalılar parayı bularak ellerinin kirini elalemin eline bulaştırmışlardır. misal para geline takıldığında bile güzel durmaz; bembeyaz gelinliğin üzerinden pis pis sırıtır. halbuki mücevher öyle mi ya! ışıl ışıl, renk renk, şıkır şıkır, kımıl kımıl! şahsen tercihen; pırlantalı, yakutlu,

zümrütlü bir gerdanlığı dünyanın parasına değişmem. hele hele elalemin karısına kızına katiyen yan gözle bakmam. eğer çok güzelse döner hakkıyla bakarım. o da sevap olduğundan. hatta döner bir daha bakarım. sevabına şöyle bir tepeden tırnağa gözden geçiririm. saçları boya mı, renkli gözleri lens mi, tırnakları takma mı, hokka burnunu yaptırmış mı diye. şayet güzelliği allah vergisiyse, allah sahibine bağışlasın der geçerim. fakat o sahibine de mühim olanın iç güzelliği olduğunu anımsatmak isterim. sonracığıma temiz aile kızıyımdır. bir defa beyazlarla renklileri, çoraplarla iç çamaşırlarını, çarşaflarla dış giyimleri katiyen bir arada yıkamam. ayrıca paranın gözünün yaşına bakmam, deterjanın, yumuşatıcının, leke çözücü ve beyazlatıcının en makbulünü kullanırım. fakat bu ecnebi memleketin gümrük memurlarının benim hijyen sevdamı paylaşmadıklarını deneme yanılma yoluyla öğrendim. onu da söylemeyi bir borç bilirim. elin ecnebisinin florasan beyazlığı vaad eden beyazlatıcı üretemediğini keşfettikten sonra yurda ilk gelişimin dönüşünde plastik kaplara şov florasan beyazlığından koyup bavula attım. ben ne bileyim gümrük polisinin bavullarımı didik didik edip caanım beyazlatıcımı kokain sanacağını. esasında beyazlatıcıyı analize gelen polis memurunun yakasına "analize manalize lüzum yok, gömleğinizi çıkartın iki çitileyivereyim, zira leş gibi olmuş" diyerek yapışmasaydım göz altına alınmayabilirdim. ve sanırım sonrasında "memleketinizde adam gibi beyazlatıcı yoksa kabahat benim mi" diye a- vazım çıktığı kadar bağırmasaydım üç saat ne-

zarette oturmayabilirdim. fakat bedeli ağır olsa da temiz aile kızı olmak güzeldir. ayrıca şanda şöhrette de gözüm yoktur. lise son sınıftayken annemin babamdan gizli gizli e- limden tutup beni mankenlik ajansına götürdüğü doğrudur. annemin "eti sizin kemiği benim" dediği, ajans sahibinin de beni çok beğenip "podyumla başlar, arkadan kaset çalışmaları, sahne çalışmaları, dizi çalışmaları, ekstralar gelir" dediği de doğrudur. fakat ilk defile günü kıskanç kızkardeşimin hasetinden çatlamak suretiyle havadisleri babama yetiştirdiği, babamın sosyetenin ve magazincilerin gözü önünde beni kolumdan tutup podyumdan indirdiği de doğrudur. ve maalesef babamın beş yıllık sıkıyönetimi sona erince kapısını çaldığım her ajansın sanki son kullanma tarihim geçmiş gibi "yaşınız geçmiş" diyerek kapıyı suratıma kapattığı da doğrudur. yani artık ne kaset çalışmalarında ne de ekstarlarda gözüm vardır. şimdi halim böyle hayırlara vesile olmuşken aynaya sormak istediğim şudur: ayna ayna söyle bana, benden hayırlı kısmet var mı bu dünyada? keşke aynaların dili olsa. ndemir@sbcglobal.net

"aşık olmak acı çekmektir. acı çekmek istemeyen bir kişi aşık olmamalıdır. ama bu sefer de kişi aşksızlıktan acı çekecektir. sonuç olarak aşk acıdır, aşksızlık acıdır, acı da acıdır. mutlu olmak için aşık olunur, mutluluk da acı getirir, acı da mutsuz eder. yani mutsuz olmak için aşık olmak gerekir, ya da acı çekmek için, ya da aşırı mutluluktan acı çekmek için. umarım ne demek istediğimi anlıyorsunuzdur." woody allen

<< gafur balsa nın akıllara durgunluk veren hikayesi >> hayri vaka gafur balsa, bir sabah kene olarak uyandı. gözlerini açtığında her sabah alıştığı gibi üstüne yattığı için uyuşmuş bir kol yerine sekiz tane bacak gördü. bütün bunlar kendi uzuvları mıydı? tekrar tekrar saydı. emin olmalıydı. bu bir kabustu herhalde. biraz sonra uyanacak kırk beş dakika boyunca kravatını aradıktan sonra işe gidecekti. hayır. galiba kabus değil gerçeğin ta kendisiydi. yatakta zorlukla döndü. kıllı siyah bacaklarıyla kendini tokatlamaya çalıştı. beceremeyince sırtüstü yere kapaklandı. debelenirken hamamböceklerinin hamamdaki ahvalini daha iyi anladı. gafur bir keneydi artık. ilk aklına gelen soru; kırım-kongo türünden olup olmadığıydı. bu yörelerin birbirinden çok uzak olduğunu kıt coğrafya bilgisiyle bile çözebilirdi. kırım dan kız alan kene kabilesi kongo daki anlı şanlı düğünden sonra demek ki böyle bir tür ortaya çıkarmıştı. kendisini kırım a mı kongo ya mı daha yakın hissettiğini düşündü bir süre. sonra bu sorunsalın artık anlamlı olmadığının farkına vardı. en nihayetinde keneydi artık. kan içmeliydi. sabahları kendini aç hissetmezdi gafur. günün en önemli öğününü hep geçiştirirdi. şimdi de aç değildi ama madem keneydi, o zaman misyonunun farkında olmalıydı. odasının kapısı şiddetle vuruldu. annesiydi bu. gafuuur, allah ın cezası geç kalacaksın gene, hadi kalk artık tembel herif. uyuz eşek diye bağırıyordu. gafur eşeği göreceksiniz siz az sonra dedi içinden.

otuz iki yaşındaydı gafur. toprak mahsülleri ofisinde fasülye denetim amirliğinde görevli bir ambar memuruydu. bekâr olduğu için annesi ve yaşlı anneannesiyle birlikte yaşıyordu. zaten anneannesinin genç olması düşünülemezdi. gafur otuz iki yaşında olduğuna göre annesine de en az elli desek anneannenin yaşı yüzü buluyordu. anneanne, soranlara kanuni zigetvar da hastalandığında ona bakan yaver yeniçerinin altıncı çocuğuydum ben diye cevap verir. bilmeyiz doğru bilmeyiz yanlış. anneannesi böyle bir insandır işte. babası birkaç yıl önce ölmüştü. gafur u fasülyenin faydalarından başka bir şey bilmeyen angut oğlum benim diye severdi. görüyorsunuz işte; angut, eşşek bütün bunlardan sonra bir kene olarak yeni bir doksan dakikaya başlıyordu gafur. yeni bir sayfa açıyordu. kendini bu yeni mevkide de ispat etmeliydi. kapıyı ısrarla vurduktan sonra kalkmıyorsun demi gene altı yüz elli yedi sayılı eşek diye söylenerek içeri daldı annesi. yatakta sekiz bacağı ile göbeğini sekiz farklı yerden kaşıyan gafuru görünce oracıkta düşüp bayıldı. olayı görenler bayılırken ay bana bir şeyler oluyor demediğini, birden, lümbedenek yere yığıldığını anlatırlar. etli kadındır annesi. lümbedenek yığılır yığılırsa. annesi yere düşünce çatırdayan ahşap döşemenin sesine koşup gelen anneannesinin çığlıklarını duyup yetişen komşular hemen belediye böcek ilaçlama ekiplerini aradılar. anneanneye göre bu meymenetsiz kongo kenesi gafur u geceden emmeye başlamış tadına doyamayınca yutmuştu. kimse gafur un keneye dönüştüğüne inanmıyordu. ben gafur um!.. gafur!.. nerede benim kravatım? diye bağırsa da

komşuların önyargılarla sıvanmış duvarlarını yıkamadı. belediye böcek ilaçlama ekipleriyle beraber tv kanalları, gazeteciler, sağlık bakanlığı keneler dairesi hekimleri, uğur dündar ve tuğba özay da olay yerine intikal edince, gafur çareyi pencereden atlayarak kaçmakta buldu. gafur bir yandan böcek ilaçlama görevlilerinden bir yandan tuğba özay dan kaçıyordu. öte yandan misyonunu gerçekleştirmek için uygun bir hedef seçmeye çalışıyordu. geri dönüp gazetecilerden birine yapışsa bir taşla en az dört kış vurmuş olurum diye geçirdi içinden. sonra vazgeçti. bir kene kendi familyasından yaratıklarla uğraşmamalıydı. evden iyice uzaklaştıktan sonra üzerinde eğreti bir yazıyla buraya çöp döken ali sami alkış olsun yokolmasına merhem bulamasın yazan bir duvar dibinde çöp torbalarının üstüne çöktü. önce bir kamuflaj bulmalıydı kendine. hedefine ulaşabilmek için şehrin ortasında bodoslama hamleler yapamazdı bu haliyle. giyim mağazalarından birinin önünde kadınları kollarından tutup dükkandan içeri sokmaya çalışan bir palyaçoyu saklandığı yerden hişt bir dakika bakar mısın birader yöntemiyle devre dışı bıraktıktan sonra onun kostümlerini giyerek mağazaya dalmak sorun olmadı. sekiz bacaklı bir palyaçodan kimse şüphelenmezdi. dikkati çekmezdi. neticede palyaçoların işi dikkatleri celbetmekti. bu da onları hareketlerinde genel ahlak ve muaşeret kurallarından muaf kılıyordu. mağazadaki sezon sonu reyonundan kendine genişçe ve kapşonlu bir pardesü seçti. mağazadan pardesü giymiş sekiz bacaklı bir palyaço olarak çıktı. kimse ona kardeşim sen ne ayak-

sın? demedi. ama sorsalardı elbette buna verecek bir cevabı vardı. işyerine, çalıştığı ambara gitti. masasına o- turdu. fasülyeden meseleler için orada bulunan memurları başından savdı. fasülyeleri saydı. dün geceye göre üç yüz kırk iki adet azalmış görünüyordu. bir an bunun hesabını nasıl vereceğini düşündü. sonra rahatladı, içinden şu güzel şiiri geçirdi: zafer yolunda erise de fasülyeler kanla boyanır bütün gölgeler pardesüsünü çıkardı. oturduğu yerde düşünmeye başladı. tarım bakanı kendi camiası içinden bir kurbandı. ama çok gürültü koparmayabilirdi. tarım bakanını kene ısırdı. bakan üç gün işgöremez raporu aldı. kene derhal itlaf edildi haberini görür gibi oldu. düşünmeye devam etti. kongo büyükelçisi iyi bir fikir olabilir miydi acaba? hayır, bu çok bayat bir espri olurdu. karnı yavaş yavaş acıkmaya başlamıştı. öyle bir av bulmalıydı ki yıllarca gafur un adından söz ettirsin hem de kanı midesinde yer etsin. tam bu sırada birdenbire içeriye fındık işçileri doldu. gafur u görünce duvarlarda asılı duran, üzerinde acil durumlarda haşerinin gözüne gözüne çekinmeden bolca sıkınız, işe yaramazsa kaçınız yazılı ilaç tüplerini alıp üzerine saldırdılar. anlaşılan arkadaşları bu sabah bir a- vuçtan fazla fındık yemiş, bünyelerine dolan e- nerjiyle kene busters oluvermişlerdi. pardesüsünü kaptığı gibi yıldırım hızıyla uzaklaştı depodan. kendini kaçak dizisindeki dr. kimble gibi hissetmeye başlamıştı. amacına ulaşıncaya kadar kaçmaya devam edecekti. cadde-

ye çıkınca aklına çılgınca bir fikir geldi. bu fikir öyle bir coşkuyla gelmişti ki kafasında on iki yıl garantili on iki tane eko-ampül yandı. pardesüsüne iyice sarındı. sadece kendisinin değil birçok insanın yıllardır canını sıkan birini seçmişti. güniz sokağa yöneldi. sokakta o şişman ve kısa boylu adamı bulmak zor olmadı. zaten herkes evini biliyordu. iki katlı, büyük, yorgun fakat gösterişli evin önüne geldiğinde bugün şanslı gününde olduğunu düşündü. bahçeyi suluyordu şişman. nasıl olmuşsa bahçıvanın görevini üstlenmişti bugün. emeklilik günlerinin tadını çıkarıyor olmalıydı. o kocaman göbeğini gezdiriyor diyebilirdiniz. zira göbeğin de gezmeye, hava almaya ihtiyacı vardı. en azından gafur böyle düşünüyordu. ama o göbek kaç kişinin hakkında girilerek, kaç tüyü bitmemiş yetimin berber masrafına göz dikilerek, kaç bekar evinin semalarında görünüp kaybolarak büyütülmüştü. ama şişman, yolun sonuna gelmişti. hesap verme, bedel ödeme, fiş kesme zamanıydı. koşarak, bu göbekli, kısa boylu yaşlı adamı boynundan yakalayıp kitinden (hani o hamamböceklerinin üstüne bastığınızda çıtırt diye kırılan kabuklarını oluşturan madde) yapılma dişlerini geçirmesi bir oldu. ne korumalar, ne polisler bir şey anlayamadan ele geçirmişti hasmını. hemen kanını emmeye başladı. öyle lezzetliydi ki. diğerleri üstüne gelse de bir nevi rehine almış olmanın da verdiği rahatlıkla dişleri şişmanın boynunda sokağa yürüdü. arkasından polisler ve korumalar bir şeyler konuşarak takip etmeye başladılar. telsizler inanılmaz bir gürültüyle çalışmaya başlamıştı. olayı duyanlar sanki papayla ve amerikan başkanıyla irtibata geçildiğini

sandılar. öyle yoğun bir telsiz trafiği olmuştu ki. kimse ona yaklaşamadı. şişmanı vurabiliriz belki diye kimse ateş edemedi. yalnızca takip etmekle yetindiler. şişmanın adı hıfzı hafazan dı. süleyman demirel in evinin karşı çaprazında oturuyordu. büyük bir döner büfeleri zinciri vardı. soğan koyma diyenlere soğan koymasıyla, soğan koy diyenlere cimri davranmasıyla meşhur, odundan yapılma ustaları vardı. işte gafur, çocukluğundan beri yediği ve yiyemediği dönerlerin, soğanların ve dahi bir sürü şeyin intikamını alıyordu işte. çok uyarmıştı onları. müşterileri dikkate alın, müşteri velinimettir demişti. memleketin en pahalı dönerini sattıkları yetmiyormuş gibi sokaklardan topladıkları kedileri, köpekleri ve lepistes balıklarını kesip döner yaptıkları söyleniyordu. hafazan döner holding ten her şey beklenirdi. bir keresinde gafur bizzat büfelerden birinin arka sokağında çöpe atılmış klasik bir kadın kürkü görmüştü. demek ki besili kadınları da kesip döner yapıyorlardı bu alçaklar. kanını içtikçe gafur büyüyor, hıfzı küçülüyor adeta yanlışlıkla çamaşır makinesine atılmış bir kedi gibi çekiyordu. göbeğinden ve kulak memelerinden eser kalmamıştı. gafur sünger gibi hıfzı nın bütün varlığını midesine doldururken güniz sokak tan aşağı inerek amerikan büyükelçiliğinin karşısındaki bddk (bankacılık düzenleme ve denetleme kurumu) binasına girdi. hamle eden herkes, büzüşmüş rehinesini görünce geri çekiliyordu. en üst kata çıktı boynuna yapıştığı şişmanla beraber. oradan çatıya. çatının kenarına geldi. aşağıya baktı. telsizlerin çalışması boşuna değilmiş. neredeyse bütün ankara hatta bütün türkiye aşağıya toplanmıştı. annesi, an-

neannesi, yüzlerce polis, jandarma, köy korucuları, tv kanalları, amerikan büyükelçisi, harrison ford, steven spielberg, uğur dündar, tuğba özay herkes ama herkes gülümsedi gafur. bu tuğba özay ne kadar azimli bir şeydi öyle. bir anda yanına birilerinin yaklaştığını hissetti. dur sana zarar vermeyeceğiz. lütfen rehineyi bırak. polis müdürüydü bu. kenardan uzatıp kelini kapattığı saçları rüzgarda dalgalanıyordu. neyini bırakayım zaten bitti bu. olsun gene de bırak. yaşıyor hala. hakikaten nefes alıyordu hıfzı. koskoca döner zincirinin patronuydu. çift dürümlük canı vardı. şartlarım var söyle. dinliyorum. bak annen de geldi. aşağıda seni bekliyor. yaa ilaçlıycak beni. sabah zor kaçtım. hayır ilaç yok. rehineyi bırak. annene kavuş. anneme kavuşmak istemiyorum. şartlarım var. bu arada süleyman demirel de terasa çıkmıştı. eski bir devlet büyüğünün ikna konusunda etkili olacağını düşünmüşlerdi. birkaç kamera, birkaç kredi kartı mümessili de yanındaydı. teras kalabalıklaşıyordu. döner menülerine soğanlı ve soğansız olmak üzere iki ayrı başlık eklenecek. hıfzı, minnacık kalmış kafasını kabul anlamında salladı. tuğba özay kitap yazmayacak. aaa, sanane be! diye bağırdı aşağıdan tuğba.

susturdular hemen. kabul dedi polis müdürü. yarım ekmek döner, öğrencilere ve memurlara yüzde elli indirimli olacak. hıfzı, biraz çırpınır gibi oldu. başka bir noktadan ısırıp hızla çekti kalan kanını gafur. hıfzı, fındık kadar kafasıyla kabul işareti yaptı. şahitsiniz bak? şahidiz, dedi polis müdürü. şahidiz binaenaleyh, dedi süleyman. sen süleyman amca sana amca dememde bir sakınca var mı? yok evladım. amca diyebilirsin bana. benim memurumsun sen. kes traşı. bak amca. söyle bu hıfzı ya lepistes balıklarından uzak dursun. benim dönercim. uzak duracak. kabul. hıfzı beyciğim. duydun deel mi? duydum anlamında başını yarım kere salladıktan sonra bayıldı hıfzı. bu arada harrison ford binaya tırmanmaya çalışıyor, gafur un annesi aşağıda feryat figan ediyordu. ellerini başına vurarak o ilaççıları çağıran dillerim kopsun diye ağlıyordu. altı ay kullanılmış bulaşık süngeri kıvamına gelmiş olan hıfzı yı bıraktı gafur. hıfzı, patlak bir top gibi yere düştü. hiç sekmedi bu yüzden yerde. poff etti. kurutulmuş patlıcan gibiydi derisi. hemen görevliler yetişti, gafur un sekiz koluna sekiz polis girmiş aşağı indirirlerken hıfzı yı da hastaneye kaldırıyorlardı. kızılay a haber verildi. bir tanker kan sipariş edildi. kalabalığın karşısına çıkınca bir alkış koptu. annesi koşup gafur a sarıldı. kilo almışsın oğlum dedi. dikkat et biraz kendine. sevimli ol-

maya çalışıyordu. gafur hiç pas vermedi. gözü etrafı tarıyordu. fındık işçileri de ordaydı. uğur dündar mikrofon uzattı hemen: kene olmak nasıl bir duygu? bi dur be amca sen de hemen, dedi gafur. bir kahkaha kopardı kalabalık. hıfzı ölmemiş, kürklü kadınlar ve lepistesler kurtulmuş ve dönercilik sektörü büyük bir darbe almıştı. her şey mutlu bir son gibi görünüyordu. tam bu sırada kalabalığı yararak gelen ufak tefek bir dönerci ustası elindeki döner bıçağıyla bir vuruşta gafur u ikiye böldü. esas oğlan ölünce haliyle hikaye bitti. eki: - binaya tırmanmaya çalışan harrison, on beşinci katta kalp krizi geçirdi. bunun üzerine emekli oldu. - döner ustasına toprak mahsulleri ofisinde kadro verdiler. - hıfzı hafazan, güney çin de ve singapur da şubeler açtı. orada köpek yemek serbest olduğundan büyük işler yaptı. - tuğba özay, kader mahkumları ansiklopedisi ni yazmaya başladı. - gafur u, cebeci asri mezarlığına devlet töreniyle gömdüler. cenazesine levent kırca da katıldı. anlatılana göre, tören boyunca ben bu olayı nasıl kaçırdım?! diye söylenip durmuş. hayrivaka@gmail.com

balığa sormuşlar: neden deniz? ne bileyim ben demiş. cem yılmaz hiç saygı kalmadı. geçenlerde karşıdan karşıya geçerken bir gezici kütüphane otobüsü çarptı bana. yerde acıyla kıvranıp, feryat ederken otobüsten bir görevli yanıma gelip parmağını dudaklarına götürerek şşş! dedi. rodney dangerfield

<< hazin haziran ve çividibidip >> esrar baz merhaba sevgili okur! temmuz sıcağının göbek çukurunda yeni bir deli defterinden sesleniyor olmak benim için büyük bir onur ve gurur kaynağı. okuyor olmak da öyle mi ki? sen de tüm kış "ulan yaz gelsin sıcaktan bir dirhem şikayet edersem dilim kilitlensin, kardanadama döneyim yahut klimalı mekandan çıkmak nasip olmasın diyenlerdensen bana katıl. muhtemelen bir süpermarketin en serin reyonundayım. tüm sıcağa karşın berbat bir ayı geride bırakmanın ferahlığı sarsın içini.bilimum öss, yds, sbs, oks, abc, def, ghğ sınavları hep bu rezil ayda yapılır. karneler bu ayda alınır."kendini" intihar edeceksen bu ayı beklemelisin.(başkasını intihar edeceksen bilemem) ayrıca babalar günü için para biriktirme (yahut biriktirememe) gayretleri had safhadadır. daha da kötüsü gaflet, delalet ve hatta hıyanet içinde aziz babanızın babalar gününü unutmak, size tüm sene yetecek vicdan azabını bahşedecektir. lafın kısası (kısasını madem biliyordun...) haziran, "hazin" bir aydır... bu güzide ayda doğmuş süperötesi, aşırı zeki, atom karınca kadar becerikli, güzellik abidesi, deli defteri'nin vazgeçilmez prensesi (!) bendeniz de haziranda doğmuş nefis bir insanım. doğduğum ay olan bu kutlu haziranı karalara bağlamak için yapılmış yukarıda yazdığım hunharca (bu kelimeyi de ömrümde ilk defa

yazıyorum.hunlarla bir ilgisi var mıdır diye yazarken düşünmedim değil. bilgisi olan bir maili çok görmesin. ayıp.) girişimler dahi benim doğduğum mükemmel günü mahvedemedi elbette. feyzbuk sağolsun, kimse unutmadı doğum günümü. feyzbuk bile unutmuyor. düşün artık! onca güzelliği bir bünyede hapsetmiş ve o güzelliğin bünye duvarlarına sürekli baskı yapması nedeniyle zorlu bir yaşam süren bu yazar, elbette bir kafede yalnız başına bir kahve içmeyi bile haketmiyor. şanım almış yürümüş sayın okur. durdurabilene aşık olsun! heyhat! işte bir dövmeli maymun masama teşrif ediyor. elimle yazıyı kapattığım vakit, ( bilirsin hırsızlığa karşı oldukça duyarlıyım. bkz: deli defteri sayı 4.) "özel bir şeyse ben bakmayayım istersen" konu başlıklı sohbet girişimi "hayır bakabilirsin. okuma bildiğinden emin değilim zaten" anlamına gelen bakışımla ( bu u- zun cümle bir bakışla nasıl anlatılır buna ileriki sayılarda değineceğim.) bertaraf edilemiyor ve o müthiş soru geliyor: maymun: oturabilir miyim? ben: bilmem, biz oturabiliyoruz. maymun: ahahah! gerçekten çok hoşsunuz. ve beklenildiği üzere oturdu. ben ise "112' nin numarası kaçtı?" diye düşünmekteydim. lakin retinasını felfecir tarihine altın harflerle yazdırmış bu şahsına münhasır dövme tahtası hakikaten dövülesi, aklı başına getirilesi insan, gözlerimle neler söylediğimi yine anlamadı.

ben: bir sorun mu vardı? yani oturabildiniz evet çok hoşum evet? maymun: pardon yaaa kemm kümmm... uff yaa, ben hiç bu kadar salak bir duruma düşmemiştim daha önce... ben: sahi mi? ben bunu sizin umumi haleti ruhiyeniz sanmıştım. maymun: efendim? ben: devam edin... maymun: yani ben şey demek istiyorum. te bilirsiniz sizden çok hoşlandım. adım börkecan bu arada. ben: hangi arada? maymun: sizin isim neydi? ben: bilmem siz kız isimlerini sayın ben durun derim. maymun: ahahaha! tamam başlıyorum o zaman! ben:????!!! maymun: ben de şaka yapmak istedim. ben: farkettim. maymun: neyse, numaranızı alabilir miyim? ben: ben telefon kullanmıyorum. maymun: nasıl yaa???? hiç mi kullanmadınız hayatınızda? ben: hayır şu andan itibaren kullanmıyorum. maymun: ha anladım... ben gideyim o zaman. tanıştığımıza memnun oldum. gerçi adınızı bilmiyorum daha? ben: ah söylemedim değil mi?

maymun: hayır söylemediniz. ben: tamam. maymun:... ben:... maymun:??? ben: gidiyordunuz.? maymun: evet. iyi günler. hangi akla hizmet, mertebeme erişir bulur kendini anlamam, ama aklımdan ilk geçen bu piercing yuvasına haddini bildirmekti. lakin sıcak, beynimi uyuşturmuştu. bu kadarıyla yetinmek zorunda kaldım. bir yazar okurlarına elbette örnek olmalıdır. sen eğer iklimi müsait bir kafedeysen, elinden geleni ardına koyma sayın okur! ayrıca gugıl tanrıdan şunları araştır: - hunlar - hunhar - maymun - hava durumu. esrarbaz@gmail.com camilere şöyle bir yazı asılsa: lütfen cep telefonlarınızı açık tutunuz, bakarsınız arayan olur, hatta kurtlar vadisi polifonik melodisi yüklü olsun. yükleyemeyenler namazdan sonra müezzin efendiyle görüşsün. sabriye kerebiç

hey dostum arabam nerde? filmi iyi bir gişe yaptı. ikinci film için çalışmalar başladı bile. adı: oh, tamam, ordaymış jon stewart dünyanın en büyük iki yalanı; aşk ve diyettir. ikisi de bir tek browni ye bakar hayri vaka

<< adalet görecelidir 8 >> ephraim kishon ingilizceden çev: edip üryanî -tek sahnelik oyun- yer: kişiler: zaman: israil de herhangi bir otobüs durağı kanunlara saygılı vatandaşlar her zaman dr.partzuf: (otobüsün kapısını açar ve girer) tamam. hadi gidelim. şöför: (motoru kapatır) hey sen, in aşağı. dr.partzuf: neden? şöför: ben danışma bürosu değilim. kibarca gerizekalı diyerek inebilirsin. dr.partzuf: hayır. bir sürü boşluk var ilerde. arkalara doğru ilerler misiniz lütfen? (kalabalığı iter) otobüs: ah! asabi adam: ne oluyor orada? bu şöför neden bu kadar domuz kafalı? bir yolcu fazla olmuş ne fark eder? hadi gidelim yahu! yaşlı kadın: doğru. zaten zayıf bir adam, çok yer kaplamıyor. hadi artık. şöför: bu adam inmedikçe hiçbir yere gitmiyoruz. benim zamanım çok. dr. partzuf: gerizekalı. (inmeye yeltenir) zvika: (adamı kolundan yakalar) bekleyim beyefendi, bekleyin. bu kadar sinirlenmeyin. ve siz şöför bey, komik mi olmaya çalışıyorsunuz? 8 look back, mrs. lot!, bronfman publishing, tel aviv, 1975

nedir? hadi şu yaşlı gemiyi yürütün. gurur meselesi yapmayın lütfen. şöför: size katılmıyorum. zamanım çok. asabi adam: skandal! buna sosyalizm mi diyorsunuz? şu zavallı adam sadece işine yetişmeye herif! m. toscanini: haklı. enflasyon da bunlar yüzünden artıyor zaten. yaşlı kadın: pis tekelci! ıraklı: ben gurion! tam ben gurion! dr. partzuf: inmek istiyorum. zvika: boşuna uğraşma ihtiyar. inmene izin vermeyeceğim. artık bu senin kişisel meselen olmaktan çıktı, hepimizin davası artık. bu kadar korkak olma. çak ağzına bir tane şu şöförün ve gidelim. dr. partzuf: ineceğim. hepsi: hayır! dik dur ve haklarını savun! bu devlete vergi veriyorsun sen! şuna bir ders ver. bugün sen yarın biz asabi adam: (yasak olmasına rağmen kafasını pencereden dışarı uzatarak) polis! polis! (şöför, sakin sakin bozuk paralarını tasnif etmektedir) polis: (otobüse girer) arkalara doğru ilerleyelim lütfen. otobüs: (daha yüksek) ah! polis: kesin şu gürültüyü. ne oluyor? asabi adam: şu küstah şöför bu kibar beyefendiye gerizekalı dedi ve onu dışarı doğru it-

tirdi o da ona kendini savunmak için bir tekmecik attı sonra öbürü de buna tekrar vurdu hepsi bu. polis: yeter. eğer şöför böyle yaptıysa onu karakola götürmem gerekecek. (not defterini çıkarır) iki şahide ihtiyacım var. (birden korku, bir buz kalıbı gibi bütün otobüsü kaplar. karanlık ve soğuk mahkeme koridorlarında günlerce beklemeler gelir yolcuların gözlerinin önüne) polis: adınız nedir beyefendi? asabi adam: ben turist. bilmiyor ben ibranice amerika nie poriemai po ruski, adan hamajor polis: siz bayan? yaşlı kadın: ben bir şey görmedim. gözlüklerimi evde unutmuşum. polis: siz? ıraklı: ben gurion! polis: (öfkeyle etrafına bakar) bana bakın: şöför aleyhinde bir şahit çıkmazsa hiçbir şey yapamam hey sen! (panik dalga dalga yayılmaktadır.otobüsün tek kapısına doğru bir izdiham oluşur. kardeş kardeşi vurur, evlat babayı keser. plop!...bir kaçı pencereden atlayıp kaçar.) polis: (kapıya kendini siper ederek) sen, buraya gel çabuk, adın ne? m. toscanini: doktor yeliel ekşisüt. dahiliye mütehassısı. 101 abdul nasır caddesi. zili iki kere

çalınız. (polis bunları yazarken dr. ekşisüt koltuğun altına saklanır) polis: evet, bir şahit daha (mutlak sessizlik. astımlı bir sineğin cama çarpıp durmasının sesi duyulur) asabi adam: şu noktaya parmak basmak istiyorum ki, niye şöför aleyhinde şahit oluyoruz ki? saygısız bir yolcu ağzına kadar dolu bir otobüse binmeye çalışıyorsa bunda şöförün suçu nedir söyler misiniz? yaşlı kadın: doğru. bu yahudi şöför zaten çok zor şartlar altında çalışıyor sonra bu herif gelip ortalığı karıştırıyor. m. toscanini: (kafasını koltuğun altından çıkararak) hiç kimse bir emekçiye tekme atmamalı dr. partzuf: ne istiyorsunuz ama ben sadece hrrr zvika: kapa çeneni. bir dakika önce o koca aptal ağzını nasıl açıyordun ama?! şimdi efendi ol ve bir dahaki sefere şöför aşağı in dediğinde in. m. toscanini: nitekim bu yarmayı dışarı atmak zorundayız. sonra gidebiliriz. hadi! hepsi: evet doğru. aynen. memur bey, bu yüzsüz salağı dışarı atın ve gidelim ben gurion yüce mahkeme neden böyle ıvır zıvır işlerle uğraşsın ki? şöför yüzde yüz haklı zaten sürün şöför bey dr. partzuf: ama ama

polis: (adamı yaka paça dışarı atar) sana nasıl sorun çıkarılacağını şimdi öğreteceğim kımılda kalk o kaldırımdan kimlik! şöför: (motoru çalıştırır) teşekkürler. güzellikle hallettiniz şu meseleyi. perde