Fotoğraf; Celal Dedem ve küçük kayığı.



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

yaşam boyu bağlanırsanız.

O günlerde, bir kıyı kenti olan Hull'a gitmiştim. Orada bir. arkadaşıma rastladım. Babasının gemisi vardı. Gemi o gün

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

Başarı Hikayelerinde Söke Ekspress Gazetesi ve Cumhuriyet Ofset Matbaasının sahibi, 1980 yılından bu yana üyemiz olan Yılmaz KALAYCI ya yer verdik.

Minti Monti. Yaz 2013 Sayı:10 Ücretsizdir. Yelkenli Tekneler. Nasıl Yüzer, Bilir misin?

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Korkut un Hindistan Güncesi. 6 Haridwar-Varanasi Carsamba Persembe

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

HEM DÜŞÜNECEĞİZ, HEM ÖĞRENECEĞİZ HEM DE SÜRPRİZ HEDİYELER KAZANMA ŞANSINA SAHİP OLACAĞIZ.

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

23 Yılllık Yazılım Sektöründen Yat Kaptanlığına

Eze meze Yýllar geçti geze geze. Neler gördüm neler! Daðlar gördüm yerden biter, gökte yiter. Daðlar gördüm kayalý, kayalarý oyalý.

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

İÇİNDEKİLER FARE İLE KIZI 5 YUMURTALAR 9 DÜNYANIN EN AĞIR ŞEYİ 13 DEĞİRMEN 23 GÜNEŞ İLE AY 29 YILAN 35 ÇINGIRAK 43 YENGEÇ İLE YILAN 47

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

Herkese Bangkok tan merhabalar,

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

T.C. İSTANBUL 13. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (T.M.K. 10. MADDE İLE YETKİLİ) TUTANAK

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

ALADAĞLAR - Kaldı Doğu Sırtı (3723m.)

Gizli Kupon u Kullanırken Dikkat Edilecek Koşullar

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Öykülerin sıralaması, söyleşi yapılan tarihlere göre oluşmuştur.

American Tank Company (Ruhi) vs Afrika Schützenkompanie (Levent) 1750 pts & Mid-War Hold the Line

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Lütfilerin Aydin'in Ruşen (YETMİŞBİR)

yemyeşil bir parkın içinden geçerek siteye giriyorsunuz. Yolunuzun üstünde mutlaka birkaç sincaba rastlıyorsunuz. Ağaçlara tırmanan, dallardan

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 6 (ΔΞΙ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Einstufungstest / Seviye tespit sınavı

BOGAZ DA 30 BALIK TÜRÜ YOK OLMAK ÜZERE

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

T.C. İSTANBUL VALİLİĞİ İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü. İL GIDA, TARIM ve HAYVANCILIK MÜDÜRLÜĞÜ GENEL İCMALİ

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Bir şey istediğimizde -imkansızmış gibi görünse dahi- bütün evren bunun gerçekleşmesi için bizimle hareket eder...

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

5. Ekibinize güvenin ve her yaptığınız harekette ekibinize güven verin.

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Bodrum dan Adriyatik e yelkenli ile 4 kadın

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

HADİ BAKALIM KOLAY GELSİN ORTAK ÖZELLİK. O halde, A, B, C, D, E, F sayılarını kolayca bulacağınızı sanıyoruz. 3 A 6 B 2 6 C 10 5 D E F MUZİP BİR SORU

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

Bir gün Pepe yi görmeye gittim ve ona : Anlayamıyorum her zaman bu kadar pozitif olmak mümkün değil, Bunu nasıl yapıyorsun? diye sordum.

FİRMALARIN PLAKA TAHDİTİ GÖRÜŞLERİ

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ... 7 TUVALET EĞİTİMİNİN HANDİKAPLARI TUVALET İLETİŞİMİ N 1K (UYGULAMALI TUVALET İLETİŞİMİ)... 29

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

TurkSail - Yelkencilerin Evi Çarşamba, 02 Eylül :52 - Son Güncelleme Çarşamba, 02 Eylül :47

POLONYA DA ERASMUS GDYNIA MARITIME UNIVERSITY 2018 BAHAR

Iron Butt Reports - 09 July 2011

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir.

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

Ürünü tüketmesini/satın almasını/kullanmasını ne tetikledi?

BİREYSEL EĞİTİM PROGRAMI GÖRÜŞME FORMU


Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Turkiye' ye dönmeden önce üniversiteyi kazandığımı öğrenmistim. Hayatımın en mutlu haberini de orada almıştım.

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

2- Takside. Türk kadınla Alman kadın aynı yerden taksiye bindiler aynı mesafeyi gidip aynı yerde indiler.

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

Hey Tekstil den direnen kadınlar soruyor: İşçiler burada, Aynur Bektaş nerede?

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Mayıs 2010 DİKKAT

FAALİYET RAPORU. 2 Murat Yıldırım 6 Günay Aydos. 3 Bora Akdeniz 7 Burcu Karabulut. 4 Mehmet Karaalp 8 Turgay Türkoğlu

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ÜRÜN KATEGORİSİYLE İLGİLİ:

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni

HAYAT BİLGİSİ HAFTA SONU ÖDEVİ ADI SOYADI:

Süha Derbent ile Kuzey Norveç te Fotograf Çekimi

ERASMUS BAHAR DÖNEMİ Accademia della Moda İtalya DİDEM ALTUNKILIÇ

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

ÇARŞI ESNAFININ BODRUM YOLCU LİMANINA TEŞEKKÜR ZİYARETİ

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

9-11 Aralık 2016 Erciyes Dağı Kış Tırmanışı Faaliyeti Raporu Hazırlayan: Katılımcılar: Amaç: Hava Durumu: Ay durumu: Kamp Malzemeleri:

2) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde daha kelimesi yerine henüz kelimesi getirilebilir?

--- ZEKÂ SORULARI ---

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

Başarıda İç Disiplin. Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür. Ama kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.


Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

Şimdi olayı şöyle düşünün. Temel ile Dursun iddiaya giriyor. Temel diyor ki

Transkript:

Rus İsmail (İLBAN) 1964 yılında doğdum. Baba tarafımın balıkçılıkla doğrudan ilişkisi olmamışsa da, anne tarafımın esas işi balıkçılık olagelmiştir. Amca dedem Süleyman ŞEN, bir fiil balıkçılık yapan ve kaptanlık bilgisi olan, bölgenin bilinen balıkçılarındanmış. Muzaffer Dayım, Sırrı Dayım amca dedemle balığa gitmekle birlikte, haylazlıkları çok olduğu için zaman zaman kaytarırmış. Amca dedem de onlara kızıp, annemi balığa götürürmüş. Annem, dedem ağ kurup kaldırırken kürek çekermiş. Figocu Şevki (Demircioğlu), İstanbul da Koca Mustafa Paşa da duran, Yunanistan da trolcülükte kullanılmış bir tekneyi 1953 yılında satın alıyor. Süleyman ŞEN bu geminin kaptanlığını yapıyor. Bu tekneye Yakakent ten Hamdi ALKİRAZ ı, Fononun Ömer ile Fırıncı Yavan Osman ın Cemil i (SEZER) gemici olarak alıyor. 160 beygirlik dizel Bolender marka motoru olan bu teknenin makinesinin tadilat ve bakımını Karabacak Şevket yapıyor. Teknenin motoru hava ile tüp açılıp, kafa kızdırıldıktan sonra çalıştırılıyormuş. Teknenin yakıtı Samsun da Cumhuriyet Meydanındaki benzinlikten alınırmış. Karadeniz deki ilk trol teknesi olan bu geminin trol ağlarını Çıldırlı Ömer Reis adlı birisi yapıyor. Çıldırlı Ömer Reis ufak tefek yapılı bir Rusya göçmeni. Rusya da iken ağ reisliği yapıyormuş. Trol kapıları Samsun da yaptırılıyor. Figocu Şevki 1958-1959 yılarında bu teknesini İskenderun dan gelen Araplara satıp, Trabzon da daha küçük bir tekne yaptırıyor. Bu tekneye ilk çıkan marşlı motorlardan olan 180 beygirlik Catner motoru takılıyor. Aynı motordan o dönemde Sinop tan Tuzcular ile Giresunlu Kazım da alıyor. (Hamdi ALKİRAZ ile yapılan söyleşiden derlenmiştir) 11

Balıkçılığa on üç yaşında iken başladım. Yaşım küçük olmasına karşın, yaşıtlarıma göre gelişkindim. Muzaffer dayım çağırdı, trolde gemiciye, genç birine ihtiyacım var, gelir misin dedi, ben de kabul ettim. Eylül ayında sezonun açılması ile dayımın troldeki gemicilerinden biri de bendim. O yaşıma kadar, her ne kadar Celal (ŞEN) dedemler balıkçı ise de, ben kayıkla balıkçılık yapmamıştım. Sadece sahilde veya limanda olta ile tarak balığı, gelin balığı, mavrişkül gibi balıkları tutmuşluğum vardı. Trolcülük çok farklı bir balıkçılık uğraşı idi. Gece saat üç gibi kalkıp, en az 2-3 saatlik mesafedeki yerlere gidilip avcılık yapılıyordu. Fotoğraf; Celal Dedem ve küçük kayığı. Teknede yedi kişi idik. İnsan gücüne dayanan işler yapıyorduk. Örneğin barbunları cıngıryalardan (yengeç), torbadan çıkan diğer avlardan ayırmak, sonra onları üç boyda sınıflamak gerekiyordu. Bunlar oldukça zaman alan işlerdi. Çok ince barbunları, istavritleri, iskorpitleri, trakonyayı, köpek balığını, vatozu denize atardık. Martılar baş müşterimiz olarak onları afiyetle yerdi. Bazen martılarla oyun oynardık. Bir kazığa ip bağlayıp, mezgidin ağzına sokup denize atardık. Martı attığımız mezgidi yediğinde, kazığa bağlı ipi çekip, onu yakalardık. Bu oyun, zorluklar içinde eğlencemizdi. Yunusların bizle 12

beraber seyir yaptığı zamanlar olurdu. Birinde hiç unutmam, abartısız 50 kadar yunus bizle beraber yarışmıştı. Yemeğimizi Abdul Dayı (AKÇA) yapardı. Kumanyamız fazla zengin değildi. Et diye bir şey alınmazdı. Baş kumanya balıktı. Diğer kumanyalarımız peynir, zeytin, günlük 20-25 ekmek, salça, makarna ve çaydı. Neler tutardık, neler Trol ağlarının gözleri çok geniş değildi. Yanlar 40 mm ise, torba olsa olsa 18-20 mm. idi. Bir de dışında muhafaza ağı olurdu. O zamanlarda amaç dipte ne varsa alınmasıydı. Dipte çeyrek altın olsa, o bile alınmaya çalışılırdı. Bu nedenle ağlarımızdan, balık dışında dipte olan ne varsa, onlar da çıkardı. 1979 senesinde Sinop tarafında çalışılırken, ağımız palet ağı olduğu halde, dipçiği olmayan bir G3 tüfeği almış, başımız belaya girmesin diye, denize geri atmıştık. Ağlarımıza belli bölgelerde sık sık amfora girerdi. Özellikle Sinop Adabaşı nda, İnceburun un yarım saat doğusunda, 50-70 kulaçlarda çok amfora olurdu. Her ağda 3-5 amfora alırdık. O zaman kimse yasak demezdi. Amforaları, orijinalliğini bozduğumuzu bilmeden fırça ile temizler, teknenin baş altına koyardık. Bunları isteyenlere, eşe dosta verirdik. Denizlerde pek kontrol olmazdı. Bir bot vardı, ama o da Zonguldak tan Trabzon a kadar olan bölgeye hitap eden bir bottu. O bota ayda yılda denk gelirseniz, o da sizin şansınızaydı. Botu gelirken, çok uzaktan kara dumanından anlardık. O zaman sahil güvenlik yoktu, ama yöre halkının tepkisi olurdu. Bazı yerlerde kayıklara binip gelerek, çalışanları uyarırlar, mıntıkalarından gitmelerini isterlerdi. Bazen karadan mavzer atıp, gelenleri gitmeleri için korkutmaya çalışırlardı. Eylül ayında sezon açılır, sezona 10-15 kulaçlarda barbunculukla başlardık. Barbuna ilk Toplu sırtlarında çalışırdık. Toplu önlerinden ırmak başına doğru bir hattımız vardı. Bu hattın biraz alt tarafına kayarsak midyeye, üst tarafına kayarsak kuyuya düşerdik. Bu 13

faaliyetimiz Ekim, hatta Kasım aylarına kadar devam eder, mezgide gitmezdik. Kontrol pek olmadığından, sahildeki insanları görecek kadar yakın mesafelerde çalıştığımız olurdu. Sezon başında barbunlar kıyıdayken, kışa doğru açığa çıkardı. Aralık, Ocak, Şubat aylarında ise ya adabaşına ya da ırmak başına mezgide giderdik. O zaman trolcülük yapan beş kadar tekne vardı. Samsun dan gelenlerle on kadar tekne olurduk. Herkes öncelikle kendi mıntıkasında çalışırdı; Yakakentliler Yakakent te, Samsunlular Samsun da. Daha sonra balık azaldıkça diğer yerlerden bizim çalıştığımız yerlere gelenler olurdu. Doğuda en uzak yer olarak Ünye ye barbunculuğa, batıda ise en uzak yer olarak Mart- Nisan aylarında Ayancığa kalkancılığa gittik. Ayancığa kalkan avlamaya giderken, Sinop ta Et ve Balık Kurumundan buz alırdık. Liman olarak İstefan limanını kullanır, akşamları Ayancık ta sinemaya giderdik. Avladığımız kalkan miktarı değişken olmakla birlikte, günde en az 250-300 kg gelen, 60-70 kalkan alırdık. 4-5 gün kadar çalıştıktan sonra Yakakent te dönerdik. Bu dönüş bazen zorunlu dönüş olurdu. Ayancık tarafında çok sayıda küçük balıkçının kalkan ağı olduğundan, ne kadar dikkat etsek de, trolün kapısı takıldığı için ağlarını yırttığımız, o ağlara zarar verdiğimiz olurdu. Böyle bir durumda tatsız bazı olayların yaşanmasındansa, ortadan kaybolmayı yeğlerdik. Ayancık tarafının kalkanı, Yakakent civarında avladığımız kalkanlara göre daha iri ve siyah olurdu. Ayancık dönüşlerinde çuval çuval, sert ve sulu meşhur Ayancık armutlarından alırdık. Pazarlamayı Yakakent teki, Samsun daki kabzımallar üzerinden yapardık. Tekneler bakıma çekildiğinde para olmazdı, kabzımallardan avans alınırdı. Kabzımallar böylece balıkçıyı kendine bağlar, sezonda ne derseler, o olurdu. Hiç unutmadığım anılardan biridir. Adabaşında iki ağda yaklaşık 700-800 kasa mezgit aldık. İri olanlarını 10-15 kasaya palamut gibi dizdik. Balıkları Samsun a gönderdik. İyi bir satış bekliyoruz. Bir iki hafta sonra bu balığın pusulası geldiğinde hayretler içinde kaldık. Bize o 14

balıkların parası gelmediği gibi, Belediye çöpe dökmüş, dökme masrafının parası bizden isteniyordu. Yakakent limanından yola çıktığımızda, Sinop Ada Başın a üç saatte giderdik. Oraya gittiğimizde bir ağda 200-300 kasa mezgit alırdık. Öyle ki, bir ağda alınan balıklar kasalara konur, diğer ağdaki balıklar ise kasa kalmadığından güverteye dökme yapılır, güverte silme mezgit olurdu. Karaya geldiğimizde kabzımaldan kasa ister, güvertedeki balığı gelen kasalara koyardık. Adabaşı nda hep iri mezgit olur, içlerinden çok iri olanlarını palamut gibi kasalardık. Bu balıklardan kasalara beşerli sıradan on kadar balık koyardık. Kasalarda sıraladığımız balıkların karınları bembeyaz görülürdü. O zamanlar, balıkları buzlanmazdık. Muzaffer Dayım Kaptan, Adabaşı nda ağ çekiyoruz, tekne durdu gitmiyor dedi. Anlamak için denize bir kasa attırdı, kasa hizamızda duruyor, onu geçemiyoruz. Tekrar bir kasa daha attık, yine aynı, kasanın hizasını geçemiyoruz. Ağın takıldığına karar verip, basmaya başladık. Ağı çekerken, ağda bir ağırlık olduğu, halatlardan belli oluyor, zorlukla çekiyorduk. Torbayı kaldırdık ki, ağzına kadar mezgit dolmuş, tekne bu nedenle gitmiyormuş. 60-70 kulaçlarda morina aldığımız olurdu. Bazen iri barbunya olurdu. O barbun değişik bir barbundu, tatlı ve çok yağlı olur, ızgarası közü söndürürdü. Tekir- barbun ayrımı yoktu, hepsi barbun diye bilinirdi. Kaptanın vukuat defteri Bazen kabzımaldan mezgide gidin, barbuna gidin diye haber gelirdi. Bizim de bu isteğe uygun olarak balığa gittiğimiz olurdu. Ancak ava gitme konusunda daha çok kaptan tercih yapardı. Kaptan kendi tecrübesine göre hangi aylarda, nerede hangi balık olacağını tahmin eder, oralara gidilirdi. O zaman eski kaptanlar önder kişilerdi. Genç kaptanlar onları takip ederdi. Örneğin gece üçte herkes teknesinde olur, önce eski kaptan marşa basıp yola çıkar, diğerleri onu takip ederdi. 15

Limandan direk çıkılırsa Adabaşına gidilecek, Yakakent üzerine yönlenilirse, Toplu sırtına veya ırmak başına gidilecek anlamına gelirdi. O zaman telsiz olmadığından, herkes birbirini görerek takip ederdi. Muzaffer Dayım ve Kara Cemil (ÇAKIR) ilk trolcüler olarak, tecrübelerine önem verilen kişilerdi. Ancak her ikisi de içmeyi çok severdi. Bu nedenle sarhoşlukla ilgili birçok olayları bugün bile tebessümle hatırlanır. Muzaffer Dayım ve Kara Cemil limanda lokantada kafayı çekerken, o sıra Yakakent te avcılık yapan hamsicilerle atışmışlar. Bu atışma sonrası tekneye geldiklerinde, kafayı iyice bulmuşlardı. Dayım devletin onlara yunus avlamak için verdiği mavzeri alıp, içki içtikleri lokantanın üzerine doğru ateş etti. Lokantada oturan hamsiciler ne yapacaklarını şaşırmış, yerlere yatmışlar. Bunu ertesi gün lokanta sahibinden öğrenmiştik. Teknedeki herkes silah sesi ve gürültü üzerine uyanmıştı. Dayım jandarma gelmeden ortadan kaybolmak istediğinden olacak, balığa çıkıyoruz dedi. Kayalar tarafına gittik, Çayağzı ndan Gürzüvet istikametine doğru otuz kulaçlara ağ attık. Bu ağdan hiç balık alamadık. Bunun üzerine kırk kulaçlara çıkıp, ilk çektiğimiz ağın istikametinin tersine tekrar ağ attık. Bir saat kadar ağ çekmemiştik ki, dayım kayığın gitmediğini görüp, bunu anlamak için her zaman yaptığı gibi denize kasa attırdı. Kasanın hep hizamızda kalmasından gitmediğimizi anladı, bir ilişkene takıldığımızı düşünüp ağı basmaya başladık. Halat ve ağlar çok gergin geliyordu. Ağı çektiğimizde, ağın yakasına kadar köpek balığı ile dolu olduğunu gördük. Gece karanlığında torbayı boşaltmaya uğraşmamak için, ağı teknenin yan tarafına alıp, yelken kayalara doğru sahile indik. Tekneyi her iki kapıyı denize atarak demirledik. Köpek balıklarını sabah ışıdığında, torba vinç ile basılacak hale gelinceye kadar, tek tek torbadan aldık. Daha sonra, torba vinçin basacağı hale gelince, ağı güverteye aldık. O ağdan yaklaşık 15 ton köpek balığı almış, dayımın vukuatının ilk defa faydasını görmüştük. Teknedeki en teknik cihaz, kâğıtlı ekosandırdı. Balık sürüleri ondan anlaşılmaya çalışılırdı. Ekosandırla ilgili hiç unutamadığım bir anım var. Ekosandırdan çıkan kâğıtları ters çevirerek el silme kâğıdı yapmıştım. Lavaboda aynanın önünde rulo halinde duruyordu. 16

Rusya da yakalandığımızda, tekneye gelen askerler o ruloyu çektiğinde, arkasındaki zikzak şeklindeki çizgileri görüp bir anlam verememiş ya da şüphelenmiş olmalı ki, bu ne diye bizi sorguya çekmişti. Teknelerde harita bulunmazdı. Eski büyük pusulalardan bir tane vardı, bir de hava durumu için barometre bulunurdu. Gerçi eski balıkçılar denizin eseceğini bilir, hava durumu için barometreye çok ihtiyaç duymazdık. Havanın bozma ihtimali olması durumunda kıyıya yakın yerlerde avlanırdık. Hava bozarsa hemen limana kaçardık. Ancak o zaman liman şimdiki gibi korunaklı değildi. Limanın girişinde dalgalar yarardı. Bu yüzden limana giremeyip Gerze veya Sinop a gittiğimiz de olurdu. Çok dalgalı denizlerde çalıştığımızda rüzgâr yandan alınmaz, ya baştan alınır, dalgaya karşı seyredilir, ya da dalga arkadan alınıp, denizin viyasına çalışılırdı. Rusya macerası Balık çok çıkmıyor, yakalanan miktarlar bizi tatmin etmiyordu. 1979 yılının Nisan ayları, sezonun sonuna yaklaşıyoruz. Rusya ya kalkancılık için giden tekneler iyi av yapıyorlardı. Dayımlar motor eski, şanzıman çalışmıyor, sık sık arıza veriyor diye teknesine fazla güvenmiyordu. Şen Tarkan 1971 yılında inşa edilmiş, 16 metrelik ahşap, derin olmayan sığ bir tekneydi. Bu özellikleri yüzünden de dayımların Rusya ya gitmeye pek cesaretleri yoktu. Ama gidenler Rusya da çalışırsınız diyor, bize cesaret veriyordu. Şen Tarkan ın General marka motoru vardı, tanktan sökme imiş. Ben o zaman motora bakıyordum. Motor yağ kaçırıyor, kaçan yağı alıp tekrar koyuyordum. Bir nevi makinistim, dayımla beraber çalışarak mekanik işleri öğrenmiştim. Uçkuru, pervaneyi sökme, yağ boşaltma, filtre değiştirme gibi işleri rahatlıkla yapıyordum. Yukarıdan marş basmadığında, ben aşağıdan motoru çalıştırıyordum. Bu işleri yaptığımdan dolayı, motoru iyi tanıdığımı düşünür, tekneye güvenirdim. Gerek Rusya ya gidip gelenlerin iyi balık avlamasının cazibesi ve gerekse bize verdikleri cesaretin etkisi ile olacak, Rusya ya gitmeye 17

karar verdik. Rusya ya giderken ekipte Abdul dayı (AKÇA), Döndü nün Osman (GÜDEN), Toplu dan Satılmış (YETMİŞBİR), Paşa nın Ahmet (İBRAHİMOĞLU), Beycur Mustafa (BEYCUR), Muzaffer ve Sırrı dayım vardı. Akşamüzeri Yakakent Limanı ndan mazotumuzu alarak çıktık. Normal bir sefere çıkarken aldığımıza göre fazladan kumanya ve yakıt aldık. Bunlar dışında ekstra bir şey almadık. İki tane sağlı sollu bir buçuk ton yakıt alan tankımız vardı, onları doldurduk. Ayrıca 200 er litrelik iki de varil aldık, onları da doldurduk. Bir teneke zeytin, bir çuval soğan, bir çuval makarna, 10 kilo kadar pirinç, 50 ekmek aldık. 200 litrelik su tankımızı doldurduk, ayrıca 20 bidon alıp, onlara da su koyduk. Onları dengeli bir şekilde baş altına yerleştirdik. Yakakent ten çıkınca, önce buz almak üzere Sinop a gittik. Beş kalıp buzu parçalayıp kalkan sandıklarına koyduk. İçi çinko, dışında strafor ve üzerinde ahşap olan bir muhafaza odası yaptırmıştık. Muhafaza odasına buzları koyduğumuz sandıkları ve ayrıca bozulacak yiyecekleri yerleştirdik. Daha önce gitmiş, tecrübesi olan Dilber teknesi ile beraber yola çıktık. Sabah gün ışırken, saat 5.00 de hareket ettik. Rotamız Yıldız 10 idi. Hava durumuna radyo ya da televizyon haberlerinden bakmak kimsenin aklında gelmedi. Ancak teknede barometreye var, ona bakıyoruz. Bize seyrimizin 24 saatte süreceği söylenmişti. Giderken bir korkum yoktu desem, yalan olur. Sinop u arkamızda bırakıp, Gazi taşını döndük. Gazi taşını döndükten sonra Sinop adasını kaybettik. Bir anda iki tekne denizin ortasında yalnız kaldık. O zaman ilginç bir olay oldu. Bir kuş geldi bom direğine kondu, sonra Türkiye ye doğru uçtu gitti. Sanki sınır devriyesi bizi uğurluyordu. Herkeste bilinmeze gitmenin verdiği bir heyecan ve tedirginlik vardı. Başlangıçta gündüz gitmemiz, heyecan ve tedirginliği, zamanla azaltmıştı. Belki gece gitsek, daha sıkıntılı bir seyir olacaktı. 18

Harita; Sinop ve Gazitaşı Gündüz ve gece boyunca yol aldık, yolculuğumuz boyunca hiçbir gemiye rastlamadık. Dümene uyku durumuna göre sırayla iki dayım geçti, bir süre ben de geçtim. İki tekne yıldız 10 rotasında 10-12 mil hızda beraberce gittik. Herkesin teknede bir görevi vardı. Bunun için iş bölümü yapılmıştı. Mesela ben makine dairesinde sintineye bakmakla sorumluydum. Kayık su alıyor mu kontrol edecek, su alıyorsa tahliye edecektim. Ayrıca motoru kontrol etmek görevim de vardı. Ancak şimdi düşünüyorum da, kayık bir şeye çarpsa, delinse, onu tamir edecek bir malzeme bile almamıştık. Şimdiki aklım olsa, o şartlarda gitmezdim. O zaman ne kadar hazırlıksız gittiğimizi şimdi daha iyi anlıyorum. Düşünün o kadar uzak 19

bir yola gidiyorsunuz, teknede filika olmasından vazgeçtim, can simidi, can yeleği bile bulunmuyordu. Seyrimiz hiç sorunsuz, iyi hava koşullarında oldu. Sabah ışımaya başladığında biraz sis vardı. Ekosanderi açtık, derinlik göstermiyordu. Doğuya kaydığımızdan, kuyuya düşmüşüz. Bir ara 150 kulaç yazdı, o sırada sis dağılmıştı, karayı gördük. Dilber önümüz sıra gidiyordu, karayı görünce, Rus karasularına girdiğini anlayıp, kıyıya paralel döndü. O zaman kıyıyı ve Rusların 12 mil karasuyunu ölçecek su üstü radarı olmadığından, her şey tahmini, göz kararı yapılıyordu. Daha önce gidip gelen teknelerden dinlediğimiz, çalışılan sulardan kara görülmezmiş. Biz bilmediğimizden, fazladan gidip, adamların karasuyuna girmişiz. Biz de Dilber gibi rotamızı kıyıya paralel hale getirmeye kalktığımızda makine stop etti. Aşağıya indik, makineyi çalıştırmaya çalışıyoruz, çalışmıyor. Yukarıdan göstergelere bakıyoruz, yağ basıncı düşmüş. Bunun üzerine Dilber teknesine bağlandık. Bu sırada uzaktan sinek gibi bir şey göründü; yaklaşınca baktık ki, kocaman bir muhrip, savaş gemisi. Çok büyük olduğundan, bize yaklaşması, bordo olmamız mümkün değil, bu yüzden lastik bot indirdiler. 10 tane asker, başlarında bir de komutanla geldi. Hemen tekneye girip arama yaptılar. Başaltındaki amforaları görüp, bunları nereden aldınız diye sordular. Onları gelirken bırakmayı bile akıl etmemişiz. Daha önce Türkiye de avlanırken ağımıza girdiğine benzer bir şeyler söyledik. Niye durdunuz dediler, makine bozuldu dedik. Tamam dediler, ama Dilber teknesini de bırakmadılar. Tabii bu konuşmalar Tarzanca ve işaretlerin yardımı ile yapılıyor. Bizi bulduklarında saat yedi civarındaydı. Bizi Dilberle beraber savaş gemisine bağladılar, teknede bekliyoruz. Dilberin kaptanı Mustafa abi Almanca biliyor. Askerlerin içinde Doğu Alman askeri varmış, onun vasıtası ile anlaşmaya çalışıyoruz. Bize yardım edin, sorunumuzu giderin diyoruz. Onlar da size yardım etmemiz için, dışarıdan emir gelmesi lazım diyor. Daha sonra emir geldi. Dilberin bizi bağlayıp, geri götürmesini istemişler. Biz 24 saat bu şekilde dayanamayız, o tekne küçük, bizi çekemez deyip, itiraz ettik. 20

Gemici kâğıtlarımızı istediler. Herkeste su ürünlerinin verdiği gemici kâğıtları var, bende ne bu kâğıtlardan var, ne de kimlik var, hiçbir belge yok. Hiç böyle bir belgeyi ya da yanıma kimlik almayı düşünmemiştim bile. Kimliğim olmadığı için bu kim diye beni sordular. Dayım benim yeğenim dedi. Ancak diğer gemicilere göre daha sarışın olduğum için, beni farklı gördüklerinden, ne bilelim onun Rusya dan kayığa binmediğini, belki de ajan diyorlar. Dayımlar çocukta hiç ajan olacak bir hal var mı diyorlar, ajanın nasıl olacağını nereden biliyorlarsa. Bizi sorgulayan bu cevaplar üzerine kızdı, bağırarak çıktı. Bu konuşmalar hep Almanca üzerinden yapılıyor, Dilberin kaptanı Mustafa tercümanlık yapıyordu. Mustafa abi sana kâğıdın olmadığı için kızdılar, belki seni alacaklar dedi. Akşam saat dokuzda, sizi çözeceğiz, demir atın dediler, halatımızı çözdüler. Demir atacağımız yerde kırk kulaç kadar derinlik vardı. Biz de hiç düşünmeden demir halkalı zincire bağlı ağır çapayı attık. Ancak motor çalışmadığından, demir çapayı o derinlikten zor çekebileceğimiz, attıktan sonra aklımıza geldi. Dayım, gece bir şey olur, bu demiri kaldıramayız, dedi. Bunun üzerine demiri elimizle çekmeyi denedik, ama çekemedik. Biz bunları yaparken Ruslar da gemilerinden bizi seyredip, ne yaptığımız anlamaya çalışıyorlardı. Demiri elimizle çekemeyince, caraskalın yardımı ile aldık, demir çapayı halka zincirli kısmından söküp, naylon halata bağlayarak attık. Gece saat 12 ye doğru Rus gemisinde bir hareketlenme oldu. Dilber in gitmesini istediler. Dilber yanımıza geldi, helalleştik. Mustafa abi Onlar arızanızı tamir ederler dedi. Daha sonra bizden ayrılıp gitti. Dilber in gitmesinin üzerinden 10-15 dakika kadar bir süre geçmişti ki, birden Rus gemisinden Dilber e doğru projektör tutuldu. Dilber in yanlış yöne gittiğini sanıp, ışıkla gitmesi gereken yönü işaret ediyorlardı. Hâlbuki Dilber çalışma suyuna gitmek için öyle gidiyor, onlar da yanlış yöne gittiğini zannediyordu. Bizim bekleyişimiz devam ederken, gece saat bire doğru bir römorkör geldi. Halatınızı atın dediler, attık. Teknemizi bağlayıp, bizi çekmeye başladılar. Savaş gemisi ise ayrıldı gitti. Römorkör bizi öyle hızlı çekiyordu ki, teknenin önü batıyor gibi oluyordu. Biz onlara bağırıyor, fakat bir türlü sesimizi duyuramıyorduk. 21

Römorkör bizi doğu yöne doğru çekiyordu. Dayım herhalde bizi Batum a götürüp, Türk yetkililerine teslim edecekler diyordu. Ancak nerede olduğumuzu bilemediğimizden, tahminde bulunmak neredeyse imkânsızdı. Elimizde okulda kullandığımız basit bir atlas bile olsa, iyi kötü nerede olduğumuz tahmin edebilirdik. Bitmeyecek gibi gelen bu çekilme işlemi sonrası, sabaha karşı dağların arasında bir yere geldik. Körfez şeklindeki bu yere girdik, bir saat kadar daha gittik. O körfez girişinin ortasında bir fener vardı. Orasını sonradan öğrendik, Navroski limanı imiş. Harita, Novorossiyskaya körfezi ve limanı Navroski limanında Tekne limana bağlanınca, yetkililer beraberinde tercümanla geldiler. Tercüman onların konuşmasını bize arıza yaptığınızı bildirdiniz, Navroski limanında bulunuyorsunuz, Şen Tarkan bizim misafirimiz diye tercüme edince, nerede olduğumuzu anladık. Savaş gemisinde ve römorkörde olanlar beraber olduğumuz sürece bize iyi davrandılar. Bunlardaki askerler benim yaşta, çocuk sayılacak büyüklükteydi. Ancak hareketlerinden bize karşı bir şüphe taşıdıkları belli oluyordu. Gerçekten balıkçı olduğumuza kanaat getirseler, daha da iyi davranırlardı diye düşünüyorum. 22

Teknemizi Navroski limanına bağladık, başımıza silahsız, uzun abalar giymiş iki asker bıraktılar. Bıraktıkları askerler bize sürekli tebessüm ediyordu, kötü bir davranışları yoktu. Liman sanayi bölgesi gibi bir yerdeydi. Körfez şeklindeki bu limanda, işçileri körfezin bir yakasından diğer yakasına götürüp getiren römorkörler çalışıyordu. Römorkörler ile giden işçiler, kadın erkek karışık oluyordu. İşçilerin hepsi, fabrika işçisi olduklarını gösterir şekilde koyu renk, tulum gibi tek tip bir elbise giyiyorlardı. Römorkörler gidip gelirken uluorta sevişenleri görüyorduk, bu durum çok garibimize gidiyordu. Bazen işçiler arasından bağlandığımız mendireğe doğru yaklaşıp, Türkçe olarak, Şen Tarkan, hoş geldin diye bağıranlar oluyor, askerler onları uzaklaştırıyordu. Limana bağlandıktan sonra, iki gün boyunca yanımıza kimse gelmedi. Kumanyamız olduğundan, bir sorun yaşamadan onları kullandık. İki gün sonra bir yüzbaşı, beraberinde bir tercümanla geldi. Bize teknenizi yaptıracağız, ancak 9 bin Türk lirası kadar masrafı olacak dedi. Bu para o zaman 100 kasa barbun parası karşılığı küçük bir meblağ, sanırım sembolik bir miktar olarak söylediler. Ancak dayımlar daha tamir olmadan niye bu kadar para istiyorsunuz diye söylendiler. Sonra bu parayı şimdi veremeyeceklerini, paralarının olmadığını, ama gidince gönderebileceklerini belirttiler. Bunun üzerine Türkçe olarak bir tutanak tutuldu. Erzak, su ve isterseniz mazot vereceğiz dediler. Bunları da tutanağa ekleyerek imzalattılar. Parayı döndüğümüzde limana ödeyecekmişiz. Daha sonra dönünce hiçbir yere para ödemedik, kimse de bu paranın peşine düşmedi. Sanırım bizim dönüşümüzü sağlama almaya çalışıyorlardı, para sorun değildi. Sonrası gün tercümanla beraber, mühendis olduklarını söylenen beş kişi geldi. Makine dairesinin açılmasını istediler. Makine dairesine girip, General marka tank motorumuzu görünce, bu Amerikan malı, burada tamir edemeyiz, alıp götürmemiz lazım dediler. Teknenin üst kapağı açılıyordu, açtırdılar, motorun çeşitli açılardan fotoğrafını çektiler. Set uçkurunu, makineyi pervaneden ayırın dediler. Sonra çok güzel tulumlu genç bir bayan vinçle geldi. Bir başka bayanla 23

beraber çok ustaca bir çalışma ile bizim koca motoru yarım saatte tekneden çıkardılar. Taşıyıcı bir römorköre yükleyip götürdüler. Motorumuzun tamiri için beklediğimiz sürece teknede kaldık. Rıhtımda Rus askerleri maç yapıyorlardı, biz de oynayalım deyip, onlarla Türkiye-Rusya maçı yaptık. Askerler sivilleri bize ve tekneye yaklaştırmıyorlardı, ancak kendileri ile bu tip bir ilişki kurmamıza izin veriyorlardı. Bizde öyle çok top oynayan yoktu, takımda o güne kadar topla hiç ilişkisi olmamış Sırrı dayım bile vardı. Ancak askerler de fazla iyi oynamadığından, beşer kişi olarak yaptığımız maçta onları yendik. Su ihtiyacımızı limanda iki katlı yemekhane benzeri bir lokanta vardı, oradan karşılıyorduk. Birkaç sefer oraya su almaya gittim. Bizi önce salonuna soktular. Yemekhanede iki bayan vardı. Orada bir şey dikkatimi çekti. Bayanların gömleklerinin üstten birkaç düğmesi açıktı, göğüsleri görülüyordu. Bir adam biz olduğumuz halde, onları, göğüslerini elleyerek taciz ediyordu. Su aldığımız sırada ben üst kata çıktım, bu kattaki masalarda beyaz ekmek vardı. Aşağıdaki salonda ise siyah ekmek vardı. Su doldurmamızı bekleyen tercümana üst kattaki ekmeklerin niye beyaz, aşağıdakilerin ise siyah olduğunu sordum. Bu durum karnım aç olduğu için mi, yoksa özlemden mi dikkatimi çekmişti, bilmiyorum. Tercüman yukarıdaki ekmeğin mühendislerin yediği ekmek olduğunu, aşağıdaki ekmelerinse işçilerin yediği ekmek olduğunu söyledi. Ben de burada eşitlik yok mu, niye bu farklılık var diye sordum. Bu sorum üzerine tercüman rahatsız olmalı ki, sen fazla konuşma dedi, herhangi bir yanıt vermedi. Şimdi bakıyorum da, dünyada durum tam tersi oldu, siyah ekmeği, durumu iyi olanlar, zenginler yiyor. Limanın karşısında büyük siteler, gökdelenler, bir de küçük küçük binalar görülüyordu. Tercümana bu binalarda kimlerin oturduğunu sormuştum. Yüksek binalarda mühendislerin ve üst kademenin oturduğunu, küçüklerde de işçilerin oturduğunu söylemişti. Sokakların bomboş olması çok dikkat çekici bir durumdu. Bir paydos zili çalıyor, o zaman insanlar oradan oraya koşuyor, bir koşuşturmadır 24

gidiyordu. Bizim olduğumuz yerde çimento fabrikası vardı. Hep bayanlar çalışıyordu. Su almak için gittiğimiz lokantanın tuvaletini kullanıyorduk. Tuvaletin temizliğini bayanlar yapıyordu. O bayanlar o kadar güzellerdi ki, Türkiye de rahatlıkla mankenlik yapabilirler diye düşünmüştüm. Bir süre sonra bizi bekleyen askerlerin başlangıçtaki disiplinleri gevşedi, siviller bize yaklaşmaya başladı. Yaklaşanlar, askerlerden fırsat bulduklarında bizden sakız, kot istiyorlardı. Bizde onlara verecek hiçbir şey yoktu. Hiç böyle bir durumla karşılaşacağımızı düşünmemiştik. Hesabımıza göre gideceğiz, bir hafta çalışıp, balıkları yakalayıp döneceğiz. Her ihtimale karşı küçük hediyeler, ne bileyim bir kaç kutu sakız, küçük şeyler almayı akıl etmemiştik. Bir seferinde bir bayan mühendis gelmişti, o da çok güzeldi. Ona gel seni Türkiye ye götürelim dedim. O da işaretlerle, çok isterim ama gidemem, böyle bir şeye yeltenirsem beni asarlar anlamında bir şeyler anlatmıştı. Limanda yanımıza yaklaşanlardan Kazak, Gürcü olup, Türkçe konuşanlar vardı. Çimento fabrikasında çalışıyorlarmış. Bize Türkiye nin neresinden geldiğimizi, ne iş yaptığımızı, ne olduğunu soruyorlardı. Hepsi tek giyimli, durumları iyi görünmeyen insanlardı, bize verebilecekleri bir şeyleri yoktu, bizden bir şeyler istiyorlardı. Kumanyamız bitince bize çay, şeker, peynir, soğan, pirinç ve hiç unutmam tirsi tuzlaması verdiler. Tirsi tuzlamasını yağlı kâğıda koyup getirdiler. Ayrıca bir teker de kaşar peyniri vermişlerdi. Hayatımda ilk defa kaşar peynirini orada gördüm. Onu büyük bir afiyetle yedik, ancak onu yemek bizi bozdu, ishal olduk. Et verelim diye teklifte bulundular, ancak dayımlar bize domuz eti verirler, diyerek kabul etmediler. Bize verdikleri ekmek, beyaz ekmekti. Limanda beklediğimizin yirmi dördüncü gününde, motoru aynı ekip geri getirdi. Motoru aynı şekilde yerine koyup, uçkuru bağladılar. Motoru getiren ekipteki bir adamın elinde bir yazı tahtası vardı, bu tahtaya motorun planı çizilmişti. Motorumuzun arızasının nedenini anlatmak için, tahta üzerine bir dişli çizip, dişlinin üzerine çarpı attı. Yağ pompasının dişlisi sıyırmış, onu anlatmak istiyordu. Bu bilinse 25

koca makineyi sökmeye gerek kalmayacaktı, ancak bu bilinmediği için motorun tamamı sökülüp götürülmüştü. Motor takıldıktan sonra liman içinde bir deneme turu attık, herhangi bir sorun görülmedi. Ertesi gün, 26 Nisan 1979 tarihinde tekrar geldiler, şu anda Türkiye ye gidebilirsiniz, hava güzel dediler. Liman çıkışında bir muhribin beklediğini ve bize 12 mil dışına çıkana kadar refakat edeceğini söylediler. İstemiş olduğumuz kumanyaları verdiler, yakıtımız yeterli olduğundan, para isteyecekler diye ayrıca yakıt istemedik. Navroski limanından çıkana kadar olan yolu tarif ettiler, iyi yolculuklar dilediler. Biz de onlara teşekkür edip, tokalaştıktan sonra yola çıktık. Dönüş yolunda Körfezden çıkınca muhrip bizi bekliyordu, denizde keşişleme rüzgârı vardı. Keşişleme Türkiye de etkili olmamakla birlikte, orada etkili bir rüzgâr. Dayım rüzgârı görünce Ruslara kızdı, bize yanlış bilgi verdiler diyor. Hemen gemicilere ambar kapaklarını çivileyin şeklinde talimat verdi. Rüzgârdan dolayı tekneye deniz girer, ambara su dolar diye korkuyor. Kısa bir süre sonra korkmakta haklı olduğunu gördük. Büyük bir dalganın yarması sonrası teknenin içine giren sular, Beycur Mustafa yı teknenin başından, kıçına kadar götürdü. Mustafa denize düşmemek için zorlukla tutundu. Bayağı ciddi dalga oluyor, dalgalar karşıdan çift çift geliyordu. Öyle ki, tekneyi Sırrı Dayım gazda, Muzaffer Dayım dümende, ikisi beraber idare edebiliyordu. Muhrip yanımızda bize eşlik ediyordu. Muhrip çok hızlı olduğundan, denizi bıçak gibi kesiyordu. Bizim teknemiz ise, dalgaların içinde inip çıkıyordu. Muhripteki askerler üstlerini çıkarmış, şezlongda güneşleniyor, deniz onlara hiç etki etmiyordu. Biz geride kalınca biraz bekliyorlardı. Muhrip 12 mile kadar bize eşlik etti, kara görünmemeye başladı, oradan hiçbir şey demeden döndü, geri gitti. Muhrip gidince hepimize bir hüzün çöktü, denizin ortasında yapayalnızdık. Kimse birbirine söylemese de ne yapacağız, kazasız belasız gidebilecek miyiz sorusu, herkesin birbirine söylemediği, akıllarda olan soruydu. 26

Öğlen saat bir civarında oradan çıktık. Tekrar arıza veririz korkusu ile çalışmayı düşünmedik. Yağ basıncı çok yüksek olmadığından, bir an önce Türkiye ye gitmekten başka düşüncemiz yoktu. Türkiye ye doğru gittikçe hava kaldı, rüzgâr kesildi. Gece saat bir civarı Muzaffer Dayımın yanında dümendeydim, bir ışık gördük, yaklaşınca savaş gemisi olduğunu anladık. Ancak hiç böyle büyük, devasa bir gemi görmemiştim. Bize yanaş diye işaret etiler, ama yanaşmamız mümkün değildi. Dayım yanaşamayacağını işaretle anlatmaya çalıştı. Onlar ise sürekli yanaş demeyi sürdürdü. Bizim yanaşamayacağımız anlayınca bir aydınlatma fişeği attılar, kayık ışıktan gündüz gibi bembeyaz oldu, biz Dayımla korkudan kendimizi yere attık. Aydınlatma fişeği ilk anda havada asılı gibi duruyordu. Dayım, bunlar havaya lamba mı 27

astı? diyor. Gemidekiler bize, tekneye baktı, balıkçı olduğumuzu anladı, Rusya ya doğru yoluna devam etti. Ertesi gün akşama doğru kara siluetleri hayal meyal göründü. Ama neresi olabileceğini kestiremiyoruz. Çünkü rotada bir kaç derecelik bir kayma olsa, Zonguldak a mı, Trabzon a mı çıkarız Allah bilir. Ahmet İBRAHİMOĞLU kara iyice görününce üst kamaranın üzerindeki direğe bayrağı bağladı. Herkeste biraz da rahatlamanın verdiği neşe ile iddialaşmalar başladı. Abdul Dayı o görünen yer Dütmen Tepesi diyor, bir başkası yok, Zonguldak diyor, bir başkası Fatsa diyor. İddia da, o akşamki meyhane masrafı. Aslında herkes o akşam gidip içmek için bahane arıyordu. Tepeleri gördüğümüz için ekosandıra bakmıyorduk. Bunda biraz da kâğıt pahalı olduğu için ekosandırı çok çalıştırmamamızın etkisi vardı. Biraz daha yaklaşınca o dağın Dütmen Tepesi olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine rotamızı Toplu üstüne çevirdik. Toplu nun oraya geldiğimizde, Toplular bizi tanıdılar. Herkes bizim Rusya da olduğumuzu biliyormuş. Konsolosluk aracılığı ile girişimde bulunulmuş, radyoda, gazetelerde bizden bahsedilmiş. Konsolosluk yaşıyor bilgisi vermiş, ama kimse bu bilginin doğruluğundan emin değil. Kimsenin bizim akıbetimiz konusunda bilgisi yok, herkes endişeli bir bekleyişte. Bizden son alınan haber, bizi en son gören Dilber teknesindekilerin verdiği bilgiler. Dilber teknesi bizden ayrıldıktan sonra suyu bulup çalışmış, 300-350 balık almış. Döndüğünde arıza yaptığımızı, bir muhribin arızamızı gidermek için bizi götürdüğünü, ama nereye götürdüğünü bilmediğini söylemiş. Bizi görünce Toplu dan bir kayık çıkardılar. Gelen kayığa Toplu lu gemicimiz Satılmış ı verdik. Bir başka kayık geldi, bize bir tane sivriçka ve birkaç tane kalkan verdi; hoş geldin balığı. Yakakent önlerine yalı yalı geliyoruz, herkes yalı kenarına dizilmiş. Büyük bir sevinç dalgası vardı. Ağlayanlar, gülenler, çığlık atanlar. O an ki yaşadıklarım aklıma geldikçe hala gözyaşlarıma engel olamam, çok duygusal bir ortamdı. Limana vardığımızda bütün Yakakent limana dolmuştu. 28

Olmadı, bir daha Bu macera bize yetmemiş olacak ki, 1980 yılının Nisan ayında tekrar Rusya ya kalkancılığa gittik. Şubat, Mart aylarının denizlerinde tekneye güvenemediğimizden, Nisan ayını özellikle tercih ettik. Nisan ayında geçmiş yıllar tecrübesi olarak, büyük fırtına olmadığı biliniyordu. Bu seferdeki yol arkadaşımız, Kara Cemil in Çakırlar teknesiydi. Çakırlar a Sadık abi (OFLUOĞLU) kaptanlık yapıyordu. Daha önce başka teknelerle Rusya ya gitmişliği olmakla birlikte, Çakırlar ile ilk kez gidiyordu. Yine Sinop tan istikamet aldık, rota yine yıldız 10 idi. Geçen sefer başımızdan bir olay geçtiği halde, ilk gidişimizden farklı hiçbir hazırlığımız olmadı. Benzer kumanya ve hazırlıkla yola çıktık. Sürekli giden tekneler profesyonelleşmiş, daha hazırlıklı gidiyorlardı. Biz ise ne yedek halat, ne tel almayı akıl ettik. 60-70 kulaçtaki çalışma suyunu ve orada çalışan tekneleri bulduk. Şenağa, Malkoçlar gibi Samsun tekneleri oradaydı. Herkes palet ağla kalkana çalışıyordu. Onlara, nasıl balık var mı diye durumu sorduk. Her ağda 15-20 balık alıyoruz dediler. İlk ağı attık bir şey alamadık, halatları kontrol ettik karışmış, düzelttik, tekrar attık. O çalışılan sahada, biraz doğuya gidilirse, 2. Dünya Savaşı ndan kalma uçak enkazlarına, torpillere rastlanıyor, ağlar bunlara takılabiliyordu. Bizim halat böyle bir takılma sonucu koptu, yedek halatımız olmadığından Şenağa dan halat alıp tekrar ağ attık. Ağa patlamış bir mayın geldi, onu geri attık. Sonraki ağda uçak kabini geldi, panelde göstergeleri duruyordu. Onu da geri attık. Sonra normal bir çalışma temposuna girdik. Bir saat ağ çekip, 25-30 kalkan alıyorduk. Ağa bazen 15-20 29

kiloluk morinalar giriyordu, onlar da bizim için iyi bir avdı. Kalkan balıklarını aldığımızda sümüksü tabakayı atmak için her iki tarafını tel fırça ile fırçalıyor, kadife gibi yapıyorduk. Bu işlemi Türkiye de yapmıyorduk. Balığı muhafaza etmek için bu işlemin yapılması gerekiyormuş. Bu şekilde temizlemiş balığı buzun arasına koyduğumuzda, daha uzun süre bozulmadan kalıyordu. Bir hafta çalışıp 3 ton kadar balık yaptık. Yakakent te geldik, o balıkları Kel Halil e (KARABULUT) kilosunu, o zamanki para ile 290 liradan, - bugünkü para ile 29 lira filan olsa gerek- verdik. Uluslararası sularda çalışıyor, gidip-gelmek ve balık avlamak için ne zahmetler çekiyorduk. Ancak bunun için harcadığımız çabanın yüzde birini pazarlama için harcamıyorduk. Avladığımız balıkları iyi pazarlayamıyor, kabzımallar hiç çaba harcamadan bizden daha fazla ve kolay para kazanıyordu. Bu sadece bizim için değil, diğer balıkçılar için de aynıydı, hala da aynı. Rusya balıkçılığının bendeki en büyük hatırası ne derseniz, bana bıraktığı lakap oldu. Yiğit lakabı ile anılır atasözüne uyarak beni herkes Rus İsmail olarak bilir. Biz de 12 Eylül mağduruyuz (!) Teknenin bakımı, Yakakent te çekek olmadığı için Samsun da yapılıyordu. 1980 yılında 1 Eylül tarihinde sezon açıldı, Samsun civarında çalışmaya başladık. Ünye Çimento fabrikasının oralarda barbunya olduğunu duyunca, 9 Eylül de oraya gittik. Avlandığımız yer Samsun a uzak ve havalarda iyi olduğu için iki-üç gün çalışıp, gece denizde teknede yatıyor, avladığımız balıkları buzlayıp buzhaneye koyuyorduk. Ayın on ve onbirinde çalıştık, her ağda 20-30 kasa barbunya alıyorduk. Ertesi gün de avlanıp, geri dönmeyi planladık. 12 Eylül sabahı saat 05.00 gibi, daha biz yatarken Çako Saffet yanımıza geldi, dayıma radyodan ihtilal olduğunu, askerlerin yönetime al koyduğunu duyduğunu söyleyip, balıklarımızı nasıl satacağız, iyisi mi boşuna avlanmayalım, limana gidelim dedi. Dayımın Çako Saffet ile yaptığı görüşme sonrası, demir alarak Samsun Limanına hareket ettik. Liman girişinde bir savaş gemisi duruyordu. Zodiyakla tekneye gelip, nereden geldiğimizi sordular, 30

kimliklerimizi kontrol ettiler. Rıhtıma gidip teknemizi bağlamamızı ve dışarı çıkmadan beklememizi söylediler. Rıhtıma yanaştığımızda askerlerin 5-10 metre aralıkla nöbet tuttuklarını gördük. Burada bu kadar asker varsa, başka yerler nasıldır diye düşündük. Bu kadar çok askeri göreve çıkarınca hepsine yetecek teçhizat olmadığından olacak, bazı askerlerin tüfeklerinde dipçik yoktu. Ancak askerler çok serttiler, rıhtıma kimsenin çıkmasına kesinlikle izin vermiyorlardı. Bizim rıhtıma bağlandığımız yerde, ön tarafımızda bir palamut gırgırı yedeği vardı ve küpeşteye kadar silme iri palamut doluydu. Teknenin kaptanı isyan halinde bu balıkları ne yapacağını soruyor, bu sorusuna cevap alamadığı gibi, askerler onu tüfeklerinin dipçiğini göstererek tehdit ediyordu. Kaptan askerlere ne kadar yalvardıysa da, balıklarını dışarı çıkarma girişimleri sonuçsuz kaldı. Biz trol balığından bıktığımızdan, o teknenin kaptanından yemek için palamut istedik. O da balıklarını satma umudunu yitirdiği için olacak, bize istediğimiz kadar balık alabileceğimiz söyledi. Bunu üzerine rıhtıma çıkmadan bu tekneye birkaç kişi geçtik. Balıkların en irilerinden seçerek, bizim tekneye atmaya başladık. Bizim teknedeki bir kişi de attığımız balıkları delikten buzhaneye gönderiyordu. Bu şekilde bin tane kadar balığı bizim tekneye attık. Daha sonra attığımız bu balıkları temizlerken, fazla uğraşmamak için ikiyi bölüyor, kafanın olduğu tarafı denize atıyorduk. Bunu gören Muzaffer Dayım buldunuz da beğenmiyorsunuz diyerek, balığın ziyan edeceğinize tuzlayın diye bize çıkıştı. Biz balıkları temizledik, ancak tuz ve tuzlayacak bidon olmadığından, balıkları buzhaneye koyduk. Limanda iki gün boyunca teknede hapis kaldık. İkinci günün sonunda hastamız olduğunu belirterek Yakakent e gitmek için izin istedik. Talebimizi uygun görerek gitmemize izin verdiler. Yakakent e gidince birçok tanıdığımızın gözaltına alındığını öğrendik. Buzhanemize koyduğumuz, avladığımız tüm balıkları, kimse denize çıkamadığı için balık olmadığından kolaylıkla sattık. Sakladığımız palamutları da eşe dosta tuzlaması için dağıttık. 31