Ece Şenses 21001982 ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an oldu mu hiç? Louvre müzesi benim için tam olarak böyle oldu. Sadece benim değil birçok insanın hakkında bir şeyler görüp, okuduğu ve hayalinde canlandırdığı bir yer Louvre müzesi. Bölümdeki ilk yılımda aldığım sanat tarihi dersinden bu yana hep merak etmişimdir. Hocalarımın ve diğer insanların anlattıklarının da biraz abartı olduğunu düşünürdüm açıkçası. Belki de ben hayalimde çok da büyütmemiştim Louvre müzesini. Yine de ben şanslı insanlardanım. Hayalimde yarattığım bir yeri görme şansına sahip oldum. Gittiğim zaman anladım ki gerçekten abartmıyorlarmış. İnsanı çok fazla etkileyen bir havası var. Özellikle çok büyük olması, çok önemli ve çok sayıda eser barındırması ve bu kadar ihtişamlı olması insanı ayrı etkiliyor. Müzeye yaklaştığımda gerçekten de ne kadar büyük olduğunun farkına vardım. İlk bakışta garı anımsattı bana. Kapısı, sütunları, işlemeleriyle tam bir gar havası vardı. İçeriye giriş kapısı karanlıktı. Yürüdükçe, avluya yaklaştıkça aydınlanıyordu etraf. Avluya çıktığımda karşı tarafta o meşhur piramidi gördüm. Açık konuşmak gerekirse tam o zaman anladım Louvre müzesinde olduğumu. Orada olduğumu fark ettikten hemen sonra da Da Vinci nin şifresi filmini hatırladım. Suratımda kocaman bir gülümseme oluştu. Kitabını olduğu kadar filmini de çok sevmiştim ve çok etkilenmiştim. O an suratımdaki gülümsemeyle birlikte kendimi bu filmin içerisinde hayal ettim ve geziye başladım.
Heyecanımı biraz olsun dindirdikten sonra içeri girdim. İçeriye adım attığım anda gözümün önüne film sahnelerini getirmeye başladım. Yanlış mı hatırlıyordum yoksa filmde mekânı değiştirdikleri için mi bilmem pek bir şey anımsatmadı bana. O muhteşem piramitten içeri girdiğimiz anda merdivenlerden inip ana salona ulaşıyoruz. Buradan farklı sergi salonlarına giden yollar var. Tabii ki hepsini bir günde gezmek mümkün olmadığı için ben bazı öncelikler tanıdım kendime. Bu tavanı görüp de oradan hiçbir şey hissetmeden, etkilenmeden geçmek mümkün değil sanırım. Orada yürürken ağzım açık bir şekilde tavana bakarak yürüdüğümü dün gibi hatırlıyorum. Hatta böyle yürüdüğüm için birkaç kişiye yanlışlıkla çarptığım da oldu. Bu tavanı gördükten sonra aniden Da Vinci şifresi filminden çıktım ve 17-18.yy da bir sarayda yaşarken
buldum kendimi. Bu tavanın bana hissettirdiği kesinlikle buydu. Çok eski zamanlara gitmiştim birden bire. O kadar çok hayal kuruyordum ki o zamanla ilgili, eserlere bakmayı unutmuştum. Daha sonra diğer fotoğrafta gördüğümüz merdivenlere ulaştım. Bu merdivenlerden çıktığımda karşıma çıkan heykelden de bahsetmeden geçemeyeceğim. Buradan çok anlaşılmıyor fakat yanına geldiğimde ne kadar küçük bir insan olduğumu bir kez daha anladım. İnanılmaz büyük ve gösterişli bir heykeldi. Kanatlı Zafer Heykeliymiş bu heykel. Yunan mitolojisindeki zafer tanrıçası Nike nin heykeli. Başı ve kolları bulunamamış bu heykelin. Bu yüzden Louvre müzesinde de başı ve kolu olmadan sergileniyor. Bu heykele baktığımda da eski zamanlardan çıktım günümüze döndüm. Birden 18.yydan günümüze atladım. İnsanların aslında git gide küçüldüklerini ve önemsizleştiklerini fark ettim. Heykelin boyutuyla bunun hiçbir alası yoktu aslında. Ama bana hissettirdiği buydu. Nike gibi başka bir tanrı olmamıştı mesela Yunan mitolojisinde. Ama bizim gibi bir sürü insan vardı şuan hayatta. Sıradanlaştığımızı düşünüp yoluma devam ettim. Birkaç yer gezdikten sonra odalardan çıkıp kalabalığın arasına karıştım. Yine ağzım açık etrafı seyrederken, çok kalabalık bir oda gördüm. Herkes meraklı bir şekilde duvara bakıyordu. Bir çok insan zıplıyordu duvaru görebilmek için. Ben sabırlı olup insanların biraz dağılmasını bekledim. Tabii bu durum uzun sürdü. Herkesin elinde bir cep telefonu veya kamera vardı. Birsürü fotoğraf çekiliyordu ve uzakta cam bir alanda bir resim vardı. Biraz daha yaklaşınca gördüm ki bu Mona Lisa idi. Bir süre sonra kendimi bir tablo için değil de başka bir olay için ordaymışım gibi hissetim. Meraklı gözlerle bir yere bakıp fotoğraf çeken bir sürü insan vardı. Sanki orada önemli bir olay olmuş gibiydi. Uzun bir süre geçtikten sonra nihayet Mona Lisa tablosuna yaklaşmıştım. Kalabalığın arasına karıştığım andaki heyecanım yok olmuştu. Açıkçası hayal
kırıklığına uğramıştım. Çok uzun yıllardır insanların dilinden düşmeyen Mona Lisa karşımdaydı. Ama ben bu tabloyu hiç böyle hayal etmemiştim. Bu sefer hayalimin gerçekten hayal olduğu kanısına vardım. Daha görkemli, gösterişli bir şey beklemiştim sanırım. Hiç de beklediğim gibi değildi. Çok küçük bir tabloydu. Tabii ki Mona Lisa yı güzel yapan şeyler çok farklıydı ama yine de beni pek etkileyememişti. Mona Lisa dan daha fazla etkilendiğim eserlerle karşılaşmıştım en azından. Çok fazla kalabalıktı Mona Lisa nın etrafı. İstediğim gibi bu eserle baş başa kalamamıştım. Eserle konuşamamış, onu analiz edememiştim. Sebebinin bu olabileceğini de çok daha sonra anladım tabii. Çünkü en çok etkilendiğim eserlerle bir süre baş başa kaldım. Gözlerimle ve hislerimle onlarla konuştum. Hayatımızda her şeyde olduğu gibi bir nesneyle, insanla göz göze gelip onu anlamak her zaman için çok daha etkilidir. Bir şeye dikkatimizi vermediğimiz sürece dünyanın en güzel şeyi de olsa, bizi etkileyemeyeceğini bir kez daha anladım.