İNCİ Mutlu okula gidiyordu. Kıvırcık, kara saçlı kafası öne eğik, iri kahverengi gözleri kaldırımlardaydı. Her sabah okula giderken ayakları geri geri giderdi Mutlu nun. Keşke evleri okula uzak olsaydı. Mutlu da diğer arkadaşları gibi şen şakrak servise binseydi. Böyle yalnız başına, sersem sepelek sürüklenmeseydi. Arkadaşlarını düşününce içi sevinçle doldu. Birden, Hey Mutlu! Yerde para mı arıyorsun? diye bir ses duydu. Kasabın çırağı Mehmet abiydi. Ne parası? dedi Mutlu şaşırarak. Onu sen söyle. Avro mu, dolar mı? Güldü Mutlu. Kafasını salladı ve hızlandı. Bu kez yere değil, havaya baktı. Gökte tek bulut bile yoktu. Olsaydı belki Mutlu aradığını bulurdu. Neydi aradığı? 7
Eksik olan, yanlış olan neydi? Atleti dışarıda mı? Yokladı; hayır, yerinde. Pantolonu da ayağında. Bir defasında formanın altına pantolon giymeden gitmiş, alay konusu olmuştu. Uydurukçu Mutlu nun yanına bir de Dalgın Mutlu yu eklemişti arkadaşları. Olsun. Gülümsedi. Uydurukçu, dalgın Mutlu komik biriydi. Sevildiğini de bilirdi. Peki, eksik olan ne? Akşamki şamata arasında yapamadığı matematik ödevi mi acaba? Dile kolay, tam on altı kazık mı kazık problem. Mutlu kalemi saçına dolayıp, o çözülmez problemlere kafa patlatırken annesiyle babası kapıdan çıkıyorlardı. Tam o sırada annesinin incileri yere saçılmıştı. 8
Eyvah! Biri bile kaybolursa mahvolurum. Çocuklar, lütfen hepsini bulun, diye bağırmıştı annesi. Hadi canım. Geciktik yemeğe, demişti babası. Çocuklara göz kulak olmaya gelen babaanne dişlerini takırdatıp, gözlerini devirmişti. Beceriksiz, dediğini sadece Mutlu duymuştu besbelli. Anne babası evden çıkınca ablasıyla birlikte incileri toplama işine girişmişti. Kulakları ağır işiten dedeye ne aradıklarını bağıra bağıra anlatmak, yine Mutlu ya düşmüştü. O güzeller güzeli, ailenin övünç kaynağı ablası çınçınlı sesiyle, İncisi kaç taneydi ki! Eksik olup olmadığını nasıl anlayacağız, diye söylenmişti. Gerçekten çok akıllıydı ablası. Her karne getirişte, Dizi dizi inciyim. Sınıfta birinciyim, demesi sinir bozucuydu ama hakkını teslim etmek gerek, çok başarılıydı. Mutlu nun yerinde olsa şıp diye ne aradığını, nasıl arayacağını bilirdi. O incileri tamam bir kolye gibiydi. Belki de Mutlu bir incisi eksik doğmuştu da onu arıyordu. 9
Köşeyi döner dönmez, arayacağı en son şey, o koca yapı, okul dikiliverdi karşısına. Zavallı Mutlu, merdivenleri bir kuş gibi uçarak değil, binbir zorlukla tırmandı. Çocuklar koridorlarda koşuyordu. Çınlayan seslerin müziği yankılanıp Mutlu nun yüreğine doluyordu. Bir anda içi sevinçle doldu. Eksik olan inciyi, her şeyi unuttu çocuk. O da koşmaya başladı. Sınıf, her zamanki sınıftı. Nesi değişecek! En ön sırada Ahmet kasıla kasıla oturuyor. Belli ki ödevleri tamam. Mutlu, göz ucuyla bakıp arkaya yöneldi: Öğretmenin bakışlarının erişemeyeceği en arka sıraya. Sıra arkadaşı sırık İbrahim, oturduğu halde ayakta duruyormuş gibi uzun boylu İbo, onu görünce sırıttı. Sürprizi duydun mu? dedi. Ne sürprizi? Öğretmen yarın velileri çağırmış. Sürpriz varmış. Ahmet e söylemiş. Bu mu sürpriz, dedi Mutlu. Notları söyleyecek besbelli. Yandım. Yok oğlum, öyle değil. Bir konuk mu ne gelecekmiş. Konuğun yanında söyleyecek herhalde. Daha kötü! Neden seviniyorsun ki? 10
Sana da yaranılmaz be! dedi İbo. Zaten canım sıkkın. Dün gece babam kızdı. Yine kitap mı kaybettin? diye sordu Mutlu. Hayır, o pahalı silgiyi. Bu kaçıncı? diye sordu Mutlu. Kaybetmek dedin de aklıma geldi. Bak şimdi sana komik bir şey anlatayım. Geçen yaz, dedemlerle tekne gezisine katıldık. Babam dedemin takma dişini biraz bol yapmış. Konuşurken ikide bir itekler. Tam mis gibi kızarmış balıkları yiyecekken dedem güldü. En uçta oturuyordu. Üst dişi fırlayıp denize uçtu. Ben o kadar çok güldüm ki burnum tabağa girmiş. Sıcak balıktan burnum yandı. Dedem bağırmaya başladı. Ortalık birbirine girdi. Tekne kıyıdaydı o sırada. Yanımızda oturanlar, hatta üst kattakiler bile meraktan çevremize toplandı. Kaptan geldi. Dedem üst dişi olmadığı için Pe-pepe diye tuhaf sesler çıkarıyordu. Ne olup bittiğini babaannem anlattı kaptana, biz gülmekten bir şey söyleyemedik. Dedem çok kızmıştı. O pepeledikçe, 11
babaannem dedemin sözlerini bağıra bağıra çevirdi kaptana: Dişimi bulmadan bir yere gidemezsiniz. Aç mı kalacağım! Bu gezi için dünyanın parasını verdim. Balıkları yemeden inmem. Hemen onu bulun, diyor. Nasıl bulacağız dede? Koca denizde senin dişini nasıl bulalım? Balıkları nasıl yakalıyorsanız, dişimi de öyle yakalayın diyor, diye çevirdi babaannem yine. Biliyor musun, babaannem çok akıllıdır. Biz ablamla, o anlamasın diye aramızda İngilizce konuşsak bile anlar. Anladım. Beni çekiştiriyorsunuz, der. Dedemin dişleri olmadan da ne dediğini anlaması normal, çünkü dedem geceleri evde dişini çıkarıyormuş. Eeee! Buldular mı dişi? diye sordu İbo merakla. Buldular. O da çok komikti. Millet toplanıp gürültü şamata kopunca, kıyıda bir balıkçı duymuş. Dalmış denize. Eliyle koymuş gibi bulmuş. Teknede aşağıdan bağırdı: Buyur dede, seninki bu mu? Atma Mutlu.
Vallahi atmıyorum. Başkasının dişi değil, dedemin kendi dişiydi. Sabunladı, yıkadı defalarca. Sonra soğumuş balıkları afiyetle yedi. Çok komiksin, dedi İbo gülerek. Sanki herkes takma dişini denize düşürürmüş gibi, dedemin dişiymiş diyor. Ayağa kalksana. Öğretmen geldi. Mutlu da İbo gibi ayaklanıp öğretmeni selamladı. Bu arada, her zamanki gibi, İbo nun yanında ne denli kısa kaldığını düşündü. İbo nun arka sırada oturmasının nedeni tembelliği değil, uzun boyuydu. Çok da akıllıydı İbo. Şimdi nedense inanmadı Mutlu ya. Yine uyduruyor sandı. Vallahi doğru söylüyorum, dedi Mutlu. Babam dedemin üst takma dişini on altı yerine on yedi tane yapmış, yanlışlıkla. Kaç? On yedi. Bol olması bu yüzden. Yeniden yapılacak. Kaç? Kızmıştı Mutlu. Kulakları duymuyor mu bu oğlanın. Öfkeyle, Sağır mısın, on yedi dedik, diye bağırdıktan 13
sonra tanıdı öğretmenin sesini. Birinci sorunun yanıtını soruyordu. Mutlu ayağa kalktığında suratı pancar gibi kızarmıştı. Özür dilerim. Size demedim efendim, diye mırıldandı. Ah! Yer yarılsa da içine girseydi Mutlu. Öğretmen yüzüne vurmasa da suçunu biliyordu. Suç bir değil ki: Ders sırasında konuşmak yanlış. Ödev yapmamak başka bir yanlış. Hele o bağırması Öğretmene bağırmadı, ama kendini kaybetti Mutlu. Tahtanın yanında başı öne eğik, utançtan kıpkırmızı, tahtaya çivilenmiş bir korkuluk gibi sallanıp duruyordu. Bu teşhir edilen Mutlu değildi. Evet, evet Bir korkuluktu bu. Herkes bakıp onunla alay ediyordu: Şuna bakın! Şu korkuluğa bakın! Boynundaki korkuluk yaftasıyla sus pus oturması yüzyıllarca sürdü Mutlu nun. Ahmet onun bilemediği soruları tahtada yanıtlayıp öğretmen gülümseyerek Ahmet i onaylarken kendini çok kötü duyumsadı. Aklından, bir mucize gerçekleşse, diye geçiyordu. Her şey bir anda değişse Olmadı. Önüne bakıp ders boyu oturdu öylece. Dersi de dinleyemedi. Zil çalıp öğretmen dışarı çıkınca şamata başladı. İbo bıkıp usanmadan önüne gelene anlatıyordu. Mutlu nun dedesinin takma dişi ciklet gibi çiğnenip dilden dile dolaştı durdu. Mutlu, İbo ya da güvenemezse kime 14