Emily Snow - Medcezir. www.cepsitesi.net



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir.

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Yazan : Osman Batuhan Pekcan. Ülke : FRANSA. Şehir: Paris. Kuruluş : Vir volt. Başlama Tarihi : Bitiş Tarihi :

Rukia Nantale Benjamin Mitchley Nahide Büşra Ertekin Turkish Level 5

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap

ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK. Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an

1. Bölüm. Uçağın kalkmasına bir saat vardı. Birkaç dakika içinde kapıya çağırılacaklardı. Eğer yapacaksa, şimdi yapması gerekiyordu.

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

tellidetay.wordpress.com

tellidetay.wordpress.com

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

Öykü ile ilgili bitişik eğik yazı ile 5N1K soruları üretip çözünüz. nasıl : ne zaman:

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

Sevda Üzerine Mektup

YİNE YENİ KOMŞULAR. evine gidip Billy ile oynuyordu.

Okula sadece dört dakikalık yürüme mesafesinde oturmama

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

ÇAYLAK. Çevresinde güzel bahçeleri olan bir villaydı.

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

4. ve 5. Değerlendirme Sınavları. Puanlama Aşağıda...

İÇİNDEKİLER. Yeni Komşular 9 Kara İnsanı 22 Polis Ziyareti 38 Denizin Sesi 49 Önemli Ziyaret 65 Kütükhane 79 Korsan Ziyafeti 90 Hırsızlar 101

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

Herkese Bangkok tan merhabalar,

GÜZELLER GÜZELİ BAYAN COONEY

Helena S. Paige Çeviri Kübra Tekneci

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

Ankilozan Spondilit hastaları için Günlük egzersiz programı

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

TAVŞANCIK A DOĞUM GÜNÜ SÜRPRIZI

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

Zulu folktale Wiehan de Jager Leyla Tekül Turkish Level 4

ISBN :

Solunum Alıştırmaları Alıştırma 1

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

Ilgaz (14 Şubat 2010) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

meslek seçmişim kendime! Her gün dolaş dur! Masa başında çalışmaktan beter sıkıntıları var bu işin; yolculukların çilesi de işin cabası: Değiştirilen

Bu kitabın sahibi:...

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

MERAKLI KİTAPLAR. Alfabe

Mutlu Haftalar! Mutlu Ramazanlar! ilkokul1.com

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

TEST. 7. Dişer ne zaman fırçalanmalıdır? A. Yemeklerden sonra B. Okuldan gelince C. Evden çıkmadan önce

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Örnek alınacak en güzel insan Hz. Muhammed hayatı boyunca görüntüsüne ve hareketlerine dikkat etmiştir.

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

HAYAT BİLGİSİ A TEMASI: OKUL HEYECANIM. Gözümüzün rengi Saçımızın rengi Okula gitmemiz Yukarıdakilerden hangisi fiziksel özelliğimiz değildir?

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

Jake mektubu omzunun üstünden fırlatır. Finn mektubu yakalamak için abartılı bir şekilde atılır.

Başarıda İç Disiplin. Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür. Ama kimse önce kendini değiştirmeyi düşünmez.

Hedefler belirlendi. Saat on.

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

Derleyen: Halide Karaarslan / Uzman Pedagog Görsel Tasarım: Semra Bolat / Sanat Dersleri Zümre Başkanı

Streslere karşı 7 etkin uygulama

A2 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: PASAPORT NO:

Bir adam... Bel Plan Dış/Gün. Bir şehir... Geniş Açı. Ve insanlar... Geniş Açı

Meme Kanseri Taraması Hakkında Kısa Film*. *Central and East London Breast Screening Service tarafından hazırlanmıştır.

BİZE KATILIR MISINIZ?

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

Transkript:

- www.cepsitesi.net Seni seviyorum Ama sen olmadan da yaşayabilirim Sadece sensizliği reddediyorum GİRİŞ 17 Ağustos Benim adım Willow Avery. Evet, o Willow Avery, o aktris. Üç yıl önce balatayı sıyıran, bu sabah bütün gazetelerde boy boy fotoğrafları yer alan aktris. Bende görünenden fazlası olup olmadığını, gözden düşmemin altında ne sebepler yattığını hiç kimse umursamıyor. Bu sebepleri anne babam ve menajerim dışında kimse bilmiyor. En azından birkaç saat öncesine kadar bilmiyordu... Ve mesele şu ki, öyle görünmese bile ben insanların hakkımda ne düşündüklerini her zaman önemsiyorum. Biri-leri tarafından onaylanma arzum beni ne kadar incitse de yine de bundan vazgeçemeyen hastalıklı bir yanım var. Bu yanım beğenilmeye hasret. Ama şu anda insanların hakkımdaki gerçeği bilmelerinin umurumda olup olmadığından emin değilim. Artık hayatımda bir adam var. Her şeyi batırmamı dört gözle beklemeyen biri. Daha önce yaptıklarımı hiç umursamayan biri. Zaten bütün güzel filmler hikâyeler de bir adamla başlar hep... BÖLÜM BİR

15 Haziran Menajerimin bugün için tuttuğu şoför, arabanın frenine asılınca araç turuncu bir metrobüsün arkasında çığlıklar atarak durdu. Mercedes imizin arkasında duran araçlardan biri komasına sertçe ve uzun uzun bastı. Gürültüyü hoş karşıladım çünkü bu, son altı aydır hayatımı tüketen acı verici sessizlikten daha iyiydi. Fakat menajerim Kevin durumdan memnun değildi. Birlikte oturduğumuz arka koltukta olduğu yerde arkasını dönüp cama doğru ortaparmağım kaldırdı. Gerçi arkamızdaki şoför boyalı cam yüzünden muhtemelen onu görememişti. Kahrolası gerizekâlı cezayı hak ediyor. Trafiğin tıkandığını göremeyecek kadar aptal herhalde, diye mırıldandı Kevin. Sonra gri gözlerini devirerek içini çekti. Hiç değişmiyor, değil mi? 7 Kafamı krem rengi koltuk başlığına dayayıp klimanın soğuğu iyice vursun diye sağa sola çevirdikten sonra camdan dışarıyı izlemeye başladım. Yanımızda, elma şekeri rengi bir Ducati motosiklete binmiş bir çift vardı. Kadın iki kolunu da adamın beline sıkıca sarmıştı ve parmaklarını pantolonunun önünde gezdiriyordu. Adamın yüzündeyse ukalaca bir sırıtış vardı. Önlerindeki polis olmasaydı muhtemelen şimdiye soyunmuş olurlardı. Evet. Derin bir nefes alıp verdim. Hiç değişmiyor. Çılgınca bir şey. Hollywood un en sevdiğim yanı da bu çılgınlığıydı. Se-renity Hills te geçirdiğim yüz seksen günlük süreç boyunca buranın ne kadar yoğun bir yer olduğunu; sabahın onunda, çoğu insanın yatağından yeni kalktığı bu saatte bile vızır vızır işlediğini unutmuştum. Rehabilitasyonda her şey bunun tam tersiydi. Serenity Hills insanın, kendisini kurtarmak için içindeki kötülüklerle yüzleştiği, huzur verici, terapilerle dolu bir yerdi. Oradan nefret etmiştim ama bir saat önce altı ayımı tamamlamıştım. Özgürlük hiç bu kadar iyi hissettirmemişti. Bu sefer onu kolay kolay bırakmayacaktım. Bu sefer, gerçeklikleri yok etmeden kendime sınır koyup duygularıma hâkim olacak kadar akıllı olacaktım. Kendimden utanarak düşünceyi hemen kafamdan sildim. Hayır, bu sefer... bu sefer farklı olacaktım. Rehabilitasyona kesinlikle geri dönmeyecektim. Kendimi kontrol edebilirim, dedim kendi kendime, bakışlarımı sokak ortasında oynaşan çiftten ayırmadan önce. Kevin a tatlı bir tebessüm gönderip parmaklarımı çikolata rengi uzun saçlarımın arasından geçirdim. Beni otelime götürüyorsun, değil mi? Tekrar kargaşa ve gürültüye atılmak için sabırsızlanıyordum. Sessizlik dışında herhangi bir şeyi kabul edebilirdim. Fakat bu, Kevin dan ve geçen sene işi bırakmış olan korumam yerine geçici olarak hem korumam hem de şoförüm olarak görev yapacak olan adamdan kurtulmadan gerçekleşemeyecekti. İnce dudakları şaşkınlıkla aralanan Kevin bana aptalmışım gibi baktı. Dalgalı saçlarımın arasındaki ellerim donup kaldı. Kevin düşünceli bir şekilde parmaklarıyla altdudağıyla oynarken yanaklarımın içini kemirdim. Bu hareketinden hiç hoşlanmıyordum çünkü benim için her zaman kötü bir şeyin habercisiydi. Mesela annemle babamın beni almaya gelmemelerinin sebebinin mahkemede beklemekte olmaları gibi bir haber. Görünüşe göre yeni mesele yetişkin çocuklarının velayetini kimin alacağıydı. Neon sarısı polo tişörtünün içinde boynunu geren Kevin dudağıyla oynamayı bırakıp konuştu. Kırk beş dakika içinde James DicksonTa öğle yemeğinde buluşacaksın. Baban, annenin sana yazdığını... Annemle babam bana davalar, hükümler ve yine davalar hakkında bir şeyler yazmış, Paskalya da da, üstünde ürkütücü bir şekilde sırıtan bir tavşan resmi olan simli bir kart atmışlardı. Rehabilitasyondan çıktığım gün bir yapımcıyla görüşmeye gideceğimden hiç bahsetmemişlerdi. Bu onlar için öyle tipik bir şeydi ki şaşırmamıştım bile. Sadece kızmış ve incinmiştim. İptal et, dedim, Kevin m, aramızdaki bardak tutucuda duran iphone una işaret ederek.

Kafasını hafifçe iki yana sallayarak eğdiğinde tepedeki kelleşmeye başlayan yer göründü. On yıl önce beni temsil etmeye ilk başladığında gür olan kestane rengi saçlarını artık kısacık kestiriyordu. Akıllıca olmaz bu, dedi imalı bir şekilde. Dahayeni çıktım. Bundan daha erken çalışmaya dönen insanlar var, Wil-low. Geçen sefer de hemen çalışmaya başlamıştım ama bak ne oldu, dedim sertçe. Oynadığım sitcom, eleştirmenler tarafından olumsuz eleştiri yağmuruna tutulmuş, seyirciler tarafından da hiç beğenilmemişti. Oyunculuğunuzun ne kadar sahte olduğu, ne kadar derinlere düştüğünüz hakkında yazılanları okumak gibisi yoktu. Yeşil gözleri porselen bebekler gibi ya da daha kötüsü, TLC* güzellik yarışmasının katılım-cıları gibi boş ve cansız bakıyor... diye yazmıştı sinir bozucu dedikodu sitelerinden biri. İşte o zaman psikolojik bozukluğum nüksetmişti. Annem, ben kiralayacak yeni bir yer bulana kadar kalmam için bir otel ayarladığınızı söylemişti, dedim sakin bir sesle. 'Bir TV kanalı, (ç.n.) 10 Kevin deri koltukta kayıp, vücutlarımızın yan tarafları birbirine değene kadar bana yaklaştı ve kısık, uyarıcı bir sesle, Neredeyse beş parasızsın. Yani, o lüks otellerde kalmak istiyorsan Dickson la görüşeceksin, dedi. Ona öfkeli bir cevap verecektim ki, gözlerini önündeki trafiğe dikmiş olan şoföre bir bakış attı. Şu an herkesin kara listesindesin. Dickson la görüşmezsen bu yıl için başka rollere de elveda diyebilirsin. Tabii soyunup başka işler yapmayı düşünmüyorsan. İğrençleşme, diye fısıldadım, ondan uzaklaşarak. Deri koltuğun kenannı sıkıca tutup dikkatimi Kevin ın benim için aldığı vücuda oturan, birkaç renkli elbisenin eteğine verdim. Serenity Hills teyken beş kilo almıştım ve biraz daha kilolu olsaydım pembe-beyaz-kahverengi dar elbisenin içine tıkılmış bir sosise benzerdim ama bu yazlık elbise hoşuma gitmişti. Rehabilitasyondaki danışman bana, etiketleri hâlâ üzerlerinde sallanan giysilerle dolu bir Neiman Marcus torbası getirdiğinde bir şeyler döndüğünü hissetmeliydim. Mesela bir yapımcıyla buluşmaya gideceğimi. Ama itiraf etmeyi hiç istemesem de Kevin haklıydı. Şu anda tek çarem Dickson ya da seksti. Bir daha bir rol teklifi alıp almayacağım hiç umurumda değildi, ama çulsuz olduğum bir gerçekti. Oyunculuksa kolay, çabuk para demekti. Ve annemle babamın, yıllardır benim üstümden kazandıklarını ya da iki yıl önce on sekiz yaşıma girmeden önce kendi kazandığım parayı bana vermeyeceklerini biliyordum. Yirmi bir yaşıma basana kadar bu parayı alamazdım ve buna daha on üç ay vardı. 11 Emilv Snow Derin bir nefes aldım. Rolün ne olduğunu biliyor musun? Büyük bir şey olacağını düşünmüyordum. Aklı başında olan kimse bana başrol teklifi yapmazdı. Geçen senenin sonlarında, Serenity Hills e gitmeden hemen önce çok popüler olan fantastik bir kitabın film projesini ekmiştim. Kitabı hiç okumamıştım ama rehabilitasyon merkezinde elden ele dolaşan bir kopyasını görmüştüm. Bazı kızlar, film çekimlerinin ertelenmesinin sebebinin ben olduğumu öğrendiklerinde günlerce yüzüme bakmamışlardı. Kevin çenesini kaşıyıp kafasını yana yatırdı. Baban sana senaryoyu gönderdiklerini söylemişti. Tabii öyle söyleyecekti. Kafamı pencereye çevirip yandaki çifte bakarken parmaklarımı tekrar saçlarımdan geçirdim, bu defa öyle serttim ki kafamı acıtmıştım. Eh, göndermedi, dedim. Bu davranışlarınla kimsenin seni işe almak istememesine şaşmamalı. Siktir git, Kevin, diye mırıldandım ama alnımı soğuk cama dayadığımda menajerimin dediklerini düşündüm. Davranışlarımın yıllarca rol kapamamış olmamla alakası yoktu, gerçi kara listeye alınmanın

eşiğine gelmiştim. Yapmak üzere olduğum şey yüzünden kendime kızarak dudaklarımı gerip dişlerimi ortaya çıkardım. İyi, gideceğim, dedim. Daha ilk kelimemle birlikte Kevin rahat bir nefes almıştı bile. En sevdiğim restoranlardan biri olan Junction a on da- 12 kika gecikmeli olarak vardık. Karşılama görevlisi, Kevin la ikimize kule gibi uzun bir şarap rafının yanındaki locaya kadar eşlik etti. Dickson gelmişti bile. Yanında da, karmakarışık sarı saçlarla kaplı kafasını eğip mönüye odaklanmış biri oturuyordu. Belki de Dickson m yeni asistanıydı bu. Hayır, olamazdı. James Dickson, çalışanlarının, özellikle de asistanlarının iş görüşmelerinde profesyonel bir şekilde giyinmeleri konusunda hep çok sert olmuştu. Oysa yanındaki, pazılarım ve göğsünü sıkıca saran, soluk limon yeşili bir tişört giymişti. Böyle kaslı görüntüler her zaman nefesimi keserdi. Belki de bu Dickson ın oğluydu. Bu düşünceyi de diğeri gibi çabuk sildim. İlk olarak, Dickson ın hiç çocuğu olmadığından emindim ve olsa bile onu bir toplantıya getirmeyecek kadar profesyonel biriydi. O zaman bu kimdi bu çocuk? Kafasının tepesine bakarken gözlerimi kıstım ve yüzünü iyice görebilmek için kafasını kaldırmasını diledim ama hiç kıpırdamadı. Junction ın mönüsü o kadar da ilginç olamazdı. Dickson kocaman gülümseyerek kalktı ve ellerini omuzlanma koyarak sıktı. Willow, seni tekrar görmek ne güzel, dedi hevesli bir şekilde, karşılama görevlisi mönülerimizi masaya koyarken. Kadın, garsonumuzun hemen geleceğini söyleyerek yanımızdan ayrıldı. Seni de öyle, dedim Dickson a gülümseyerek. Gerçekten. 13 O sırada gözucuyla bir ışığın yanıp söndüğünü gördüm, bir akıllı telefondan gelmişti. Gözlerimi bile kırpmadım ama yine de yıllar önce kontrol etmeyi öğrendiğim küçük bir şok yaşadım. Rehabilitasyondayken özlemediğim tek şey flaşların pat-lamasıydı. Bu hiç değişmemişti. Ben daha öğle yemeğimi bitirmeden, az önce çekilen fotoğraf dedikodu sitelerine düşecekti. Ne Givmemeli Willow Avery: Rehabilitasyon Sonrası Beş Kilo Almış ve Junction da Domuz Gibi Yiyor Bütün dünya benim düşüşümden beslenecek, her lokmasını afiyetle yiyecekti ve bu konuda yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Dickson ın kollarından kurtulup masaya geçtim. Kevin da kanaryayı mideye indirmiş kedi gibi sırıtarak yanıma oturdu. Hiç değişmemişsin, dedi Dickson yerine yerleşince. Bu sözleri karşısında geri çekilmemek ve bozguna uğramışlık hissini gözlerime yansıtmamak için kendimi zor tuttum. Çünkü yalan söylüyordu. Çünkü değişmiştim. Ve bu değişim sadece gözlerimin kenarlarında oluşmuş ince çizgiler ya da sol dirseğimin iç kısmındaki küçük, gümüşi yara izlerinden (bir sene kadar önceki kaçış girişimlerimden kalma) ibaret değildi. Dickson la en son beş yıl önce çalışmıştım. Uyuyan Gü- 14 zev in, içinde ürkütücü periler olmayan modem bir uyarlamasında başrolde oynamıştım. O zamanlar gişelerin yıldızıydım ve tek yapmak istediğim şey oyunculuktu.

Ama artık... Sakız patlatmıyorum, dedim tiz bir sesle. Dickson kıkırdayınca ben de onunla birlikte gülmek için kendimi zorladım. Uykusuz u çektiğimiz kış, çekim esnasında sakız çiğnediğim için Dickson beni sürekli uyarmıştı. Dickson ın yanındaki çocuk bıkkın bir şekilde iç çekince dikkatim yeniden ona yöneldi. Dickson da yalnız olmadığımızı birden hatırlamış gibi gözlerini kocaman açıp konuştu. Ah, ne kabayım. Kevin, sen Cooper la tanışmıştın zaten, değil mi? Kevin, kelleşmeye başlayan kırmızı kafasını salladı. Geçen hafta Tiff ve Jason la birlikte yaptığımız görüşmede, dedi bana özür diler gibi bir bakış atarak. Annem, babam ve menajerim çoktan Dickson la buluşmuşlardı. Bu demek oluyordu ki Kevin bana az önce arabada öğle yemeği hakkında yalan söylemişti. Masanın altından bacağının iç kısmını çimdiklediğimde irkilse de gevşek gevşek sırıtmaya devam etti. Dalkavuk. Willow, Cooper la tanış, dedi Dickson, sarışın çocuğu işaret ederek. Cooper... Cooper gözlerini mönüden ayırmadan, Willow Avery nin kim olduğunu bilmeyen yok, dedi, kısık sesine hafif alaycı bir ton katarak. 15 Aman Tanrım, aksanlı konuşuyordu. Daha fazla duymak istediğim seksi, leziz bir sesti bu. Ben Cooper Taylor, dedi. AvustralyalI. Kesinlikle AvustralyalIydı. Tokalaşmak için elini uzatırken sonunda bana bakmak için kafasını kaldırdı. Çocuk saniyeler önce benimle dalga geçmişti ama yine de gözlerine bakınca büyülenmiştim. Klasik muhteşemlikteki yüzünde, kapkara kirpiklerle çerçevelenmiş masmavi hayatımda gördüğüm en mavi- gözleri vardı. Elimi uzattım. Parmakları avcuma değdiğinde, tenlerimiz birleştiğinde burnumdan derin bir nefes aldım. İkimizin de gözleri ellerimize indi ve nabzım bir saniye içinde sıfırdan altmışa yükseldi. Elini bırakmadan konuşmak için ağzımı açtım ama o elini çekti. Kafasını bir yana yatırarak dümdüz, beyaz dişlerini göstererek kısaca gülümsedi. Ben Willow Avery, dedim aptal gibi. Evet, bunu biliyorum. Tanıştığımıza memnun oldum. Cooper bir sörf eğitmeni, dedi Dickson, kendimi ikinci sınıfa giden bir çocuk gibi hissetmeme neden olan bir sesle. Kayıtsız görünme çabasıyla tek kaşımı kaldırarak sordum. Sörf eğitmeni mi? Cooper m dokunuşunun hatırasını silmesini umarak ellerimi dizlerimin arasına koyup bastırdım. Bir işe yaramadı. Cooper m gözlerinin yüzümde olduğunu hissedebiliyordum. Uzun zamandır rehabilitasyonda olduğum için böyle, diye düşündüm kendi kendime. Ona karşı hissettiğim çekimin nedeni bu olmalı. 16 Harika bir sörf eğitmenidir, dedi Dickson. En iyilerden biri, diye araya girdi menajerim. Koyu renkli saçımın bir tutamını kulağımın arkasına koyup parmaklarımla kulak mememi ovalamaya başladım. Burada olmasının nedeni film sanıyorum? Dickson sırıttı. Her zaman hemen sadede gelmek istersin. Evet. Prodüksiyona başlamak üzereyiz ve çekimlere ay sonunda Hawaii de başlamayı planlıyoruz. Sörfle ilgili bir film mi bu? diye sordum.

Biz buna... Dickson parmaklarını tırnak işareti yapar gibi kaldırdı,...plaj draması demeyi tercih ediyoruz. Aslında film, seksenlerin sonundaki popüler bir filmin yeniden yapımı olacak. Yanındaki Cooper küçük bir ses çıkardı ama Dickson onu duymazdan geldi. Hangi film?. Hilary Norton m kariyerini başlatan filmdi. Ben de orijinalinde yapım amiriydim. Hilary Norton m pek çok filmini izlesem de bunu görmemiştim ama Dickson a bir şey söylemedim. Ben nasıl bir rolde oynayacağım? Sörf yapan yardımcı oyuncu mu? diye sordum ensemi ovalayarak. Yanımdaki Kevin çenemi kapatmam için tuhaf bir homurdanma sesi çıkardı. Ona seni keseceğim der gibi baktım. Dickson bu bakışı kaçırmıştı ama Sörfçü Çocuk görüp kaşlarını kaldırdı, hafifçe gülümsedi. Başrol, canım, dedi Dickson. Cevabı nefesimi kesmişti. Hemen karşılık veremedim çünkü garson siparişlerimizi almaya gelmişti. Hissiz bir şekilde, doğranmış salata ve 17 su sipariş ettikten sonra, diğerleri istediklerini söylerken parmağımı çatalımın kenarında dolaştırmaya başladım. Söylediklerini dinlediğim tek kişinin Cooper olduğunu fark ettim, bir hamburgerle kola istemişti. Kamım guruldayınca, keşke ben de onun siparişinin aynısını verseydim, diye düşündüm. Rehabilitasyondaki yemekler berbattı. Çekimlere ay sonunda mı başlayacağız? diye sordum, kafamda hesaplamayı yaptıktan sonra. Ay sonu on iki ya da on üç gün sonraydı. Hawaii ye gitmeden önce arkadaşlarımı görebilecek vaktim olacaktı. Şanslıysam Kevin, orada günlerimi mutlu geçirebilmem için yeterince avans isteyebilirdi. Evet, doğm ama Hawaii ye yarın akşam gideceksin, dedi Dickson. Ağzım açık kaldı, bakışlarımı ondan Kevin a, Kevin dan da sörfçüye çevirdim. Ama başka... yükümlülüklerim var, diye mırıldandım, son sözcüklere vurgu yaparak. Yükümlülük derken, Serenity Hills ten çıktıktan sonra hemen başlamam gereken kamu hizmetini kastediyordum. Elli saatlik kamu hizmetini tamamlamak için dört ya da beş gün son sürat çalışmam gerekecekti. Kevin kafasını iki yana salladı. Onun icabına bakıldı. Annenle baban, kamu hizmetini Honolulu da yapman için mahkemeye başvurdular. Öfkeyle kucağımdaki kumaş peçeteyi sıktım. Avukatım Clay, kamu hizmeti aktarımı için mahkemeye başvurmaya vakit buluyordu ama neredeyse üç yıl önce bir işletmeye aç- 18 tığım dava hakkında ona attığım mektuplara cevap yazamı-yordu. Annemle babamsa benim adıma toplantılara katılabiliyor ama beni karşılamaya menajerimi gönderiyorlardı. İnanılmaz. Her şeyi çözmüşsünüz bakıyorum, dedim. Cooper burnundan alaycı bir nefes verdi. Benimle olmadığın zamanlarda banklardaki graffitileri silme işine kadar, dedi bıyık altından. Her nedense bu alaycı sözler, onun yumuşak aksanlı sesinden duyulunca daha sert gelmişti. Gözlerimi masanın karşısına çevirip ona bakarken sıktığım gülümsememi bozmamaya çalıştım. Kahkahasını bastırmaya çalışırken yüzü kıpkırmızı olmuştu. Beni rolüm için çalıştıracak kişi bu muydu yani? Bana gülmeden öğle yemeğini bile geçiremiyordu. Bas git, dedim sertçe. Sonra Dickson a döndüm. Beni eğitirken de mi böyle yapacak? Hayır, tabii ki. Sadece patavatsızlık yapıyor, dedi Dickson, beni teselli etmek için. Sonra sesi ciddileşti. Sen bu rol için düşünülen tek kişisin. Bu sözler, her aktrisin duymak isteyeceği şeylerdi, işe dönmeye isteksiz olsa bile. James Dickson dürüst ve iyi bir adamdı, onunla Uykusuz u çekmek de çok kolay olmuştu. En önemlisi de gerçekten meteliğe kurşun atıyordum. Menajerim haklıydı, bu role ihtiyacım vardı.

Siz ikiniz detayları halledersiniz, değil mi? Sorumu Dickson la Kevin a yöneltmiştim ama nedense gözlerimi Sörfçü Çocuk tan ayıramıyordum. Bana sırıtması hiç hoşuma 19 gitmemişti. Yoğun bakışları rahatsız ediciydi ve kendimi çıplak hissetmeme neden oluyordu. Ve bu adam benim eğitmenim olacaktı. Çalışmalara başladık bile, diye teminat verdi Dickson. Gözlerimi Cooper dan ayırıp yeni yapımcıma bakarken her gün birlikte çalışacağım potansiyel denyoyu değil de bu işin bana kazandıracaklarını düşünmeye çalıştım. Fakat Cooper hâlâ orada, görüş alanımda bronz ve mavi bir sis halinde duruyordu. Yapacağım, dedim, titrek bir sesle. Dickson elimi tuttu. Ama o öğleden sonra, yemek buluşması bitip Kevin beni paramın yeteceği en iyi otele bıraktığında Dickson ın yeni filmini araştırdım ve genç bir yıldızın, program uyuşmazlığı nedeniyle kısa süre önce başrolden ayrıldığını öğrendim. Kızın ve Dickson ın fotoğrafları bulanıklaşana kadar ekrana baktıktan sonra en iyi arkadaşlarımdan biri olan Jes-sica yı aradım ve sesli mesaja yönlendirildim. Jess, benim. Dışardayım, beni ara, dedim. Sonra tanıdığım diğer herkesi aramayı denedim ama kimse açmadı. Annemle babamı aradığımda da ortak kullandıkları sesli mesajla karşılaştım. Tiffany ve Jason Avery yi aradınız. Şu anda Paris te tatildeyiz ama mesaj bırakırsanız... Öfkeli bir şekilde aramayı bitirme tuşuna basıp telefonu yatağın yanındaki komodinin üstüne fırlattım. Annemle babam tatildeydi demek. Televizyonu açıp MTV deki program- 20 ların tekrarlarını izlerken arkadaşlarımdan birinin aramama dönmesini bekledim. Ama gece yansından sonra yatakta kıvrılıp mavi gözleri ve engin mavi denizleri düşünerek uykuya dalmak üzereyken telefonum bir kere bile çalmamıştı. Böylesi daha iyi, dedim kollarımı kendime sararak. Eğer Jessica arasaydı dışarı çıkıp kafayı bulabilirdim. Artık böyle şeyler yapmamalıydım. Daha farklı bir kaçışa ihtiyacım vardı. Ama bu sözleri söylemek, bu düşünceleri kafamdan geçirmek göğsümdeki sancıyı iyileştirmemişti. Yumuşak, mavi battaniyeler hakkında rüyalar -hayır, kâbuslar- gördüm. Gece boyunca her uyandığımda, uyuşup her şeyi unutmak için daha fazla mavi görmeyi -en sevdiğim kaçış olan Roxy yi* istedim. Ve zayıflıklarımdan nefret ederek ve ağlayarak uykuya döndüm. 'Mavi renkli, uyuşturucu bir hap çeşidi. (ç.n.) 21 BÖLÜM İKİ Otel odamın kapısının yumruklanmasıyla düzensiz uykumdan uyandım. Bir anlığına, yatağa vuran güneş ışığıyla gözlerimi kısarak hareketsiz kaldım. Sürekli gidip gelen kızlarla sonuncusu bir rockçmm çocuğuydu ve sadece sekiz haftalığına gelmişti-paylaştığım Serenity Hills teki odamda hiç pencere yoktu. Altı ay boyunca güneş ışığıyla uyanmayı özlemiştim. Güneş, kısa bir süreliğine de olsa beni karanlıktan uzaklaştırıyordu. Kapı tekrar sarsıldı ve bu defa boğuk bir ses adımı bağırdı. Homurdanarak dönüp yataktan kalkarak şal desenli halıda sessizce ilerledim, bedenimdeki gerginliği atmak için kollarımla bacaklarımı sallayıp kapı deliğinden baktım. Koridorda duran Kevin ellerini cebine sokmuş, sabırsızca dudaklarını kemiriyordu. Menajerimin, diğer müşterilerinden çok benimle uğraştığını herkesten iyi biliyordum, ama benim o müşteri olduğumu her belli edişinde ağzım kuruyordu. Onun benim için yaptığı her şeye rağmen, işbirliği 23

yapmak istemeyen bir baş belasıydım. Gerçi Kevin m önerileri ve çabaları her zaman istediği etkiyi yapmıyordu. Göğsümdeki sancıyı yok etmeye çalışarak derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı açtım. Kevin, kolunun altında bir dosyayla, tekerlekli bir valizi çekerek içeri girdi. Kapıyı kapatıp içimden ona kadar saymaya başladım, pişman olacağım bir şey söylemek istemiyordum. Karşımdaki Kevin ya da ebeveynlerimse bunu yapmamla bilinirdim çünkü. Alaycı bir gülümseme takınıp ona döndüm. Sana da günaydın, dedim, kollarımı göğsüme sarıp sırtımı duvara dayayarak. Valizi yatağın ortasına bıraktıktan sonra konuşmaya başladı. Sanıyorum sen... Kafasını kaldırıp beni inceleyince cümlesini yarıda bıraktı. Her şey yolunda mı, Willow? Beni karşısında tertemiz görmek onu çok şaşırtmıştı. Dramatik bir şekilde gözlerimi devirip ayağımla kendimi duvardan ittim. Her zaman kafayı bulmak zorunda değilim. Ama istedim, diye ekledim içimden, tüm bedenimin utançla kızardığını hissederek. Ve kimse beni aramadı. Yatağın kenarına oturup halının üstündeki ayak parmaklarımı kıvırdım. Kevin onaylayıcı bir şekilde kafa salladı. Ayıkken iyi görünüyorsun. Ona cevap vermemeyi seçtim. Bunun yerine başparmağımla valizin fermuarlarıyla oynamaya başladım. Metal sürgüler sallanıp birbirlerine çarparak sesler çıkardılar. Bu ne için? 24 Tiff birkaç kıyafetini yanında götürmeni istedi. İhtiyacın olacak diğer şeyleri de ayarladı. Hepsi Honolulu daki kiralık evine gönderilecek. Ne komik. Annem seni arıyor ama rehabilitasyondan çıktığıma sevindiğini söylemek için bana bir sesli mesaj bile bırakamıyor. Son birkaç kelimede sesim çatallandı. Telefonları aramaların çoğunu görmüyormuş. Bu boktan bir bahaneydi. Özellikle de gözünü bile kırpmadan yalan söyleyebilecek Kevin için. Ama umursamadım. Çünkü o bu saçmalığı sürdürmeye çalışacak, bense daha da sinir olacaktım. Henüz tartışmaya girmek için çok erkendi. Peki ya... diye konuşmaya başladım. Çekimler tamamlandığında alacağın iki yüz elli bin doların yirmi binini avans olarak veriyorlar, dedi, gidip koltuğun koluna otururken. Benim yüzdemi çıkartırsak sana.. On yedi bin dolar kalıyor, dedim. Bu işi o kadar uzun zamandır yapıyordum ki ücretin yüzde on beşini hesaplamak artık çok kolay geliyordu. Hesabıma yattı mı? Kevin kafasını iki yana salladı. Hayır. Ama hafta sonuna yatmış olur. Kalbimin şarkı söylemeye başladığını, bedenimin heyecanla uyandığını hissettim. Hawaii ye gittiğimde her şey daha güzel olacaktı. Sörfçü Çocuk orada olacaktı. Düşmanca hisler besleyen, seksi Sörfçü Çocuk. Sertçe yutkunurken dün hissettiğim çekimin önemsiz bir şey olmasını umdum. Onun önümde bir engel oluşturmasına izin veremezdim. O güzel, küçük kafandaki çarkların dönmeye başladı- 25 ğım görüyorum. Kendini mahvedecek aptalca bir şey yapma sakın, dedi Kevin, beni daldığım hayal âleminden uyandırarak. Sesindeki acıma tonu, gözlerindeki bakışlarla uyum sağlıyordu. Menajerim bana yıllardır böyle bakıyordu ama bugün kafam çok temizdi -tamamen temiz- ve bu bakışları sinirime dokunmuştu. Onun üç yıl önce bana yaptığı uyarıyı hâlâ hatırlıyordum. Bu iş için yeterince sorumluluk sahibi biri değilsin, Wil-low. Böyle bir seçim daha yaptığın anda kendini mahvedersin. Ve her nasılsa, onun bu uyarısına rağmen yapma dediği şeyi yapmıştım.

Boğulurken güzeldi, yüzeye çıkarken mahvoldu, diye mırıldandım kendi kendime, rehabilitasyondayken okuduğum bir şiiri hatırlayarak. Kevin bir kaşını kaldırdı ama kafamı iki yana salladım. Uçağım ne zaman? Elindeki dosyayı uzattı, ben hemen almayınca da sağa sola salladı. Homurdanarak yanına gidip dosyayı aldım ve yatağa dönerken içindekilere baktım. Hawaii deki kamu hizmetim ve rapor vermem gereken şartlı tahliye memuruyla ilgili bilgilerin yanı sıra özel antrenörümün adresi de vardı. En zayıf halimdeyken bile - geçen sene yemek yemeyi unuttuğum zamanlarda- asla Hollywood un zayıf tanımına uymuyordum. Uzun boyluydum, C beden sutyen takıyordum ve geniş kalçalarım vardı. Kıçımdaki yağlardan kurtulduğuma emin olmak lazım 26 tabii. Dur tahmin edeyim; bu, son kontratımdaki maddelerden biri olacak, değil mi? diye sordum alaycı bir şekilde. Kevin ın gırtlağından boğulur gibi bir ses yükseldi. Bana bu konuda yalan söylemene gerek yok. Bu işi çok uzun zamandır yapıyoruz. Neyse ki Kevin çenesini kapalı tutmayı seçti. Özel antrenörün bilgilerinin yazılı olduğu sayfayı çevirip dosyadaki son belgeye ulaştım. Biletimi dikkatlice, sessizce inceledim. Birkaç saat içinde Los Angeles Havaalanı ndan uçağa binecektim ama daha hazır bile değildim. Tam o sırada kamım guruldadı. Kevin valize doğru elini salladı. Sen giyinirken ben de ödemeyi yapayım. Teşekkürler, diye mırıldandım, onun sessizce odadan çıkmasını izlerken. Hızlıca duş alıp bacaklarımı sıkan bir kot şort, göğüslerime çok dar gelen beyaz, askılı bir tişört ve ekoseli, büyük beden bir gömlek giydim. Valizin ön tarafında bulduğum tarakla ıslak, karmakarışık saçlarımı tararken bir yandan da ayaklarımı siyah Converse Terime sokmaya çalıştım. Ardından uzunca bir süre banyo aynasının önünde durup yansımamı izledim. Rehabilitasyondan önce, annemin nefret ettiği beyzbol şapkası hariç hep böyle giyiniyordum ama artık o zamanki gibi özensiz görünmüyordum. Şu anda kendim olmak için çaba sarf ediyormuş gibi hissediyordum. Sızlanmayı kes, diye fısıldadım aynadaki, yeşil göz- 27 leri solgun yüzüne çok büyük gelen kıza. Her şey yakında düzelecek. Sonra valizimi alıp odadan ayrılarak Kevin ı aramaya gittim. Junction a öğle yemeğine gitmek istediğimi söyleyince Kevin hemen kabul etti. Sebebi beni mutlu etmek miydi, yoksa benimle uğraşmak mı istemiyordu bilmiyordum. Bugün arabayı kendi sürecekti. Gösterişli, gri bir Audi spor araba olduğunu bilmiyordum. Kapıyı benim için açtığında içimde küçük bir kıskançlık oluştu; kendi ehliyetimi bir sene önce, on dokuz yaşına bastıktan hemen sonra kaybetmiştim. Tekrar araç kullanma hakkını da yakın gelecekte kazanamayacak gibi görünüyordum. Aceleyle yediğimiz öğle yemeğinden sonra evrakları imzalamak için Kevin Ta birlikte ofisine gittim. Evrakların yarısı bitmişti ki dev gibi bir adam içeri girdi. Bakışlarımı ofisin ön kısmına çevirip adamın, Kevin m asistanıyla konuşmasını izlerken onun benim için tutulan koruma olduğunu anladım. Yeni bakıcım. O tarafa baktığımı gören Kevin eliyle işaret ederek adamı çağırdı. Willow, bu bey stüdyo tarafından tutuldu. Fanatik fanları uzak tutmak gerek, bilirsin, dedi Kevin. Yani kameralar demek istiyordu. Tom Miller. Ama herkes bana Miller der, dedi adam. Kafamı kaldırıp mırıldanarak merhaba dedim. Tepemde kule 28 gibi dikilen Miller saçlarını sıfıra yakın kestirmişti, yüzü tıraşlıydı ve teni, Yukarı Doğu Yakası hakkındaki kafa ütüleyici televizyon şovundaki oyuncular kadar turuncuydu. Muhtemelen vücuduna deli gibi steroit

yüklemesi yapmışü ve Jessica nın ayı omuzları diye tabir ettiği türde omuzları vardı. Yirmili yaşların sonunda olduğunu tahmin ettim ama spor meraklılarının yaşından hiçbir zaman emin olamazdım. Willow, dedim en sonunda. Miller m da Cooper gibi ukala bir şekilde, Willow Avery nin kim olduğunu bilmeyen yok, demesini bekledim ama demedi. Tam bir dallama olmamasına sevinmiştim. Evrakları imzalamayı bitirince Kevin bana düzgün davran nutuğu çekti, sonra da asistanına, Miller Ta beni havaalanına bırakmasını söyledi. Sessizce havaalanına gittik. M iller Ta yalnız kaldığımda ondan gözüm korkmuştu. Papa-razzi flaşlarının yüzümde patlamasına alışkın olduğum kadar yabancıların beni koruması olayına da alışmalıydım, ama vücudu benimkinin iki katı olan bir yabancının yanında oturmak çok rahatsız ediciydi. Her zaman da öyle olacaktı. Terminalde sessizce beklerken birisinin bıraktığı eski bir magazin dergisini karıştırıp olabildiğince göze batma-ınaya çalıştım. Telefonu çalan Miller cevap verip birkaç rakam ve harf söyledi, otuz saniye içinde de telefonu kapattı. Merakla ona baktım. Kız kardeşim. Mahcup bir şekilde omuz silkti. Ona banka şifremi söylemem gerekiyordu da. Sonra gülümseyip ön dişlerinin arasındaki küçük boşluğu ortaya çıkardı. Rahat 29 ifadesi sayesinde göğsümden bir yük kalkmıştı. Ödemesini düzgün bir şekilde alırsa muhtemelen Hawaii de hep peşimde dolaşmayacaktı. Biri gitti, diye düşündüm. Gözümün önüne Cooper ın yüzü geldi. Biri kaldı. Tanrım, kendini beğenmiş, alaycı denyo... Dikkatli ol Wills, çok fazla düşünmek tehlikelidir, dedi biri birkaç metre öteden. İngiliz ve Güneyli aksanlarımn karışımı olan o seksi, yumuşak ses... Derin bir nefes aldım, vücudumdaki bütün kaslar gerildi. İti an çomağı hazırla. Yeni korumam alarma geçip yerinden fırladı ama elimi koluna koyup kafamı iki yana salladım. O... bizimle, diye mırıldandım, Cooper ı daha iyi görebilmek için oturduğum yerde yana dönerken. Birkaç metre ötede, siyah silindir valizini omzuna atmış duruyordu. Uzun, yapılı gövdesini iyice ortaya çıkaran siyah tişörtü ve yıpranmış kotu içinde kendine güveni tam ve rahat görünüyordu. Ve gülümsüyordu. Bir kadının kalbini durduracak, çamaşırını hemen çıkarmasına neden olacak bir gülümsemeydi bu. Şu kahrolası çekimi yok etmek için ağzına bir tane patlatsam mı, yoksa dudaklarımız uyuşana kadar onu öpsem mi karar veremiyordum. Duygularımı köreltip köreltmeyeceğime karar vermeden önce sadece bir kez tadına bakabilirdim. Parmaklarımla gömleğimin buruşuk eteğini sıktım. Hayır, hayır, hayır; kötü alışkanlıklarım dışında hiçbir şeyi köreltmem gerekmiyordu. Sadece işimi yapmalı ve hayatıma 30 devam etmeliydim. Her şeyi bombok etmeden de istediğim şekilde hareket dolu bir hayat sürebilirdim. Cooper, gürültücü bir çiftin aramızdan geçmesini bekledikten sonra sessiz adımlarla yaklaşarak yanımda durdu. Kafamı kaldırıp ona dik dik baktım. Dallama gibi davranmamaya çalışabilirsin, dedim. Dilini dişlerinde gezdirdiğinde göğsümde, kaburgalarımın arasında keskin bir his oluştu. Tanrım, neden yakışıklı adamlar hep böyle pislik olmak zorundaydı? Niye? Senin kızışmış halini seviyorum ama, dedi Cooper göz kırparak. Avcunu sandalyemin üst kısmında gezdirdi. Elinin alt kısmı kürekkemiklerimin arasına değdiğinde ürperdim. Öyle daha az insaniyetsiz, daha çok... Beni tanımlayacak sözcüğü bulamamış gibi sustu. Söylemesini istiyordum. Hakkımda ne düşündüğünü bilmek istiyordum. Daha çok neyim? Kafasını yana yatırıp beni inceledi. Miller alaycı bir şekilde homurdandı, ama bir şey demedi. Sonunda Cooper eğilip kulağıma fısıldadı, Güzelsin.

Ben kendimi bildim bileli bir oyuncuydum, bütün duygularını maskeleyebilen bir yalancıydım, ama CooperTn sözleri bedenimin baştan ayağa tutuşmasına neden olmuştu. MillerTa benim karşıma oturup valizini yere atarken ona yine bu şekilde, refleksle tepki verdiğim için kendimi içten içe azarladım. Bu adam dallamanın teki. Senin eğitmenin. Başını tekrar belaya sokmadan önce hemen yavaşla seni aptal. 31 Bu yüzden söylediklerinin olumsuz yanma odaklanmaya karar verdim. İnsaniyetsiz olduğumu bilmek güzel, dedim buz gibi bir sesle. Cooper m gülümsemesinin yerini özür diler gibi bir bakış aldı. Belki de yanlış kelime kullandım. O kadar da... mekanik görünmüyorsun. Gırtlağımdan küçük bir homurtu yükseldi. Dickson bu adamı nereden bulmuştu? Gözlerimi iyice kısıp öne eğilerek kollarımın ön kısmını çıplak bacaklarıma dayadım. Belki de kelimeleri kullanmayı kesmelisin, nokta, dedim. Elini dağınık, sarı saçlarından geçirdi. Ah, Wills... Benim adım Willow, dedim sertçe, dişlerimi sıkarak. Sırıttı. Wikipedia da adının Brittany olduğunu gördüğümden eminim, dediğinde dehşetle sindim. Hayatım boyunca bana gerçek adımla seslenen tek kişi, üç yıl önce beni paramparça eden adamdı. Yüzümdeki değişikliği görmemiş olan Cooper samimi bir ses tonuyla devam etti. Eee, Wills, baştan almaya ne dersin? Her neyse. Oturduğu yerde öne eğilip elini uzattı. Ben Cooper Taylor. Burcum akrep. Kadınlardan, kumsalda uzun yürüyüşler yapmaktan hoşlanırım ve ev arkadaşım, kullandığım şampuanın kız şampuanı olduğunu söyler. Ah, bir de film endüstrisindeki çoğu kişiden nefret ederim, çünkü hepsi birer 32 pisliktir. Sanırım senin Pai Mei n* olduğumu söyleyebiliriz. Dalga geçer gibi konuşmuş ve yine mesleğime hakaret etmişti ama her nedense bu sefer sesindeki alaycılık gülümsememe neden oldu. Belki uykusuzluk, belki de hiç sıkılmadan her gün seyredebileceğim bir film olan Kili BUT e değin-mesiydi sebep. Elimi uzatıp onunkini tuttum. Willow Avery. Aktrisim, yengeç burcuyum ve takımımın düşüncesine göre pomo filmlere düşmeden önceki son demlerimi yaşıyorum. Bu sözcükler dudaklarımdan dökülür dökülmez hata yaptığımı anlamıştım. Bakışlarımı sağ dizimdeki yaraya diktim ama Miller ın yandan meraklı bir şekilde baktığım, Coo-per ınsa ifadesiz bakışlarını kafamın tepesine diktiğini hissedebiliyordum. Cooper boğazını temizlediğinde kendimi kötü bir yoruma hazırladım. Sertçe yutkundum çünkü her ne kadar kendime, insanların hakkımda ne düşündüğünü önemsemediğimi söylesem de önemsiyordum. Birkaç yıl önce verdiğim karar da bunun kanıtıydı. Filmlerini izledim, dedi Cooper nazik bir şekilde. Kafamı kaldırdığımda bana hiç mahcubiyet göstermeyen gözlerle baktı. Müşterilerim hakkında araştırma yapmaktan hoşlandığımı söyleyebiliriz. Wikipedia da tam adımı bulmuş ve filmlerimi izlemişti. Onun dünyaya gelmiş en mükemmel, en acı verici seksilik-teki sörf eğitmeni olduğunu düşündüm. * Qııentin Trarıtino nun Kili Bili filmindeki savunma sanatları ustası, (ç.n.) 33 Dur tahmin edeyim... insaniyetsiz? diye sordum çatallı bir sesle. Başparmağını tenimde, işaretparmağımla başparmağım arasındaki bölgede gezdirdiğinde burnumdan derin bir nefes aldım. Hayır, son derece yeteneklisin. Kahrolası ekranı aydınlatacak kadar yeteneklisin, Wills.

Bir flaşın patladığını gördüğümde elimi hemen geri çektim. Cooper da ben de kafalarımızı makineyi tutana çevirdik ve Miller hemen ayağa kalkıp kollarını göğsünde kavuşturarak önüme dikildi. Bir paparazziyle karşılaşmayı bekleyerek arkasından gizlice bakınca fotoğrafı çekenin ailesiyle birlikte olan, on iki-on üç yaşlarında bir kız olduğunu fark ettim. Bir bebeğin feryatlarını duydum ve gözlerimi, kızın babasının tuttuğu bebek arabasına indirdim. Bir anlığına yüzümdeki ve tüm bedenimdeki kan çekildi, ama kendimi hemen toplayıp dikkatimi kıza çevirdim. Heyecanlı bir şekilde ayakuç-larmda zıplıyor, babasına bir şeyler anlatıyordu. Kız öne doğru atılınca adam bana özür diler gibi baktı. Miller omzunun üstünden bana baktı. Görüşmek istiyor musun? İçimde aniden beliren bir his yapmamamı söylese de kafamı salladım. Miller kenara çekildi. Aman Tanrım, Uykusuz'a bayılıyorum! diye bağırdı. Kızın sesine bebeğin bağırışları da eklenince kulaklarımı tıkamak istedim. Ben hemen cevap vermeyince kız birkaç adım geriledi. Bir dakika, siz Willow Avery siniz, değil mi? O anda yüzümde gergin bir gülümseme belirdi. Mide bulantımı bastırmak için sertçe yutkundum. Evet! Uykıı- 34 suz'u sevdiğini duyduğuma çok sevindim. O benim de en sevdiğim filmim. Adın ne? Sesim neşeli ve tatlı çıkıyordu ama aslında berbat haldeydim. Robot gibi konuşuyordum. Oysa daha on dakika önce Cooper öyle olmadığımı söylemişti. Lizzie, dedi kız. Geniş ekranlı, ince telefonunu kaldırıp salladı. Acaba... Birkaç metre ötedeki bebek cıyakladı. Tekrar tekrar. Kıza çok çabuk, çok mutlu bir şekilde cevap verdim. Tabii ki! Direkt olarak Lizzie ye bakıyor olsam da Cooper m kafa karışıklığıyla dudaklarını büzdüğünü görebiliyordum. Onu görmezden gelecektim. Onu da bebeği de görmezden gelip şu işi hemen bitirecektim. Telefonu aceleyle Lizzie den alıp Miller a uzattım. Adam dev eliyle telefonu aldığında ona yalvarır gibi baktım. Fotoğrafı çekebilir misin? diye yalvardım. Çek de gitsinler. Lütfen. Miller sert bir şekilde kafa sallayıp Cooper m oturduğu tarafa giderek telefonu kaldırdı. Lizzie ince kolunu omzuma atıp ağzı kulaklarına vararak güldü. Bu harika bir şey, dedi, annesiyle babasına mutlu bir şekilde bakarak. Kafamdaki bulanıklığın arasında dakikalar önce Cooper Ta konuştuklarımız nedeniyle oluşan bulanıklık- acaba kızın ailesi ne düşünüyor diye merak ettim. Acaba kızlarının benim gibi birini idol olarak görmesi nedeniyle hayal kırıklığına uğramışlar mıydı? Lizzie yüzünü bana çevirdi. Fotoğraf çekilirken ne diyelim? diye sordu. Uykusuz a ne dersin? dedi Cooper gergin bir sesle. 35 Evet, Uykusuz, diye mırıldandım. Miller ın fotoğrafı düzgünce çekmek için birkaç kez deneme yapması gerekti, dev parmakları ya fotoğraf çekme programından çıkıyordu ya da fotoğrafta beliriyordu. Ama en sonunda birkaç güzel fotoğraf çekmeyi başardı. Lizzie birkaç dakika daha filmlerim hakkında konuşurken sandalyemin ucunda oturdum. Sonunda kız mutlu bir şekilde mırıldanarak, anne babası ve bebekle birlikte uzaklaştı. Uçağımızın kalkış anonsu yapıldığında rahatlayarak iç geçirdim. Cooper gözlerime bakmaktan kaçınarak yanımdan geçerken, İyi gidiyorsun, Wills, dedi. Sesi sert ve ifadesizdi. Lizzie nin ailesine o kadar yakın olmanın beni neredeyse öldüreceğini Cooper a söyleyecek cesaretim yoktu. Bunun, üç yıl önce vazgeçtiğim şeyi hatırlattığını söyleyemezdim. 36 BÖLÜM ÜÇ

Koltuklarımızın yan yana olduğunu daha önce öğrenmiş olsak da Cooper pencere kenarında, ben ortada, Miller da sağımda, koridor tarafındaydı- Cooper hakkında havaalanında gösterdiğim ilerleme Honolulu ya giden uçağa bindiğimiz anda buhar olup uçmuştu. Kahve kokulu, dar uçak koridorunda koltuklarımıza doğru onun arkasından ilerlerken kafamda sadece, şöyle olsaydı nasıl olurdu, soruları dönüyordu. Şöyle yapsaydım böyle olabilirdi ve de ya öyle olsaydı, gibi ifadelerle boğuşmaya alışıktım ama her nedense bu defa çok daha berbat hissediyordum. Nedenini bilmiyormuş gibi yapacak kadar da toy değildim. Ayrıca kafam iyi değildi, yani fark edebiliyordum. Rehabilitasyona girip çıktığım ilk seferde iki sene kadar önce Four Seasons m bağımlılar için inşa edilen versiyonuna benzeyen lüks bir programda doksan gün kalmıştım-pes edip üç ay yetecek kadar Roxy satın alana dek ancak altı 37 saat dayanabilmiştim. Haplar üç ay yetmeliydi ama en iyi arkadaşım Jessica yla birlikte hepsini bir haftada bitirmiştik. O yedi günü hâlâ hatırlayamıyordum. Pardon, dedi Cooper kaba bir sesle, düşüncelerimi bölerek. Konuşmak istiyordu, çok şükür. Ona beklenti dolu gözlerle baktım, ama Cooper kafamın üzerindeki dolaplara bakıyordu. Valizimi koymam gerek. Tamam, yani bana diyecek bir şeyi yoktu. Tabii, dedim ve o, valizini koymak için uzanırken ben yerime oturup kollarımı göğsümde kavuşturdum. Bir saniye sonra yerine geçtiğinde hemen arka cebinden bir dergi -SUR-FING, bak şu işe!- çıkarıp incelemeye başladı. Boğazımda keskin bir his, bir yumru oluştu; hüngür hüngür ağlamaya başlamadan önce hep hissettiğim şeydi bu. Omuzlarımı sarkıtıp koltuğuma gömüldüm. Biliyor musun Cooper, ne düşündüğünü kıçıma hile takmıyorum. Tabii ki bu koca bir yalandı. Takıyordum. Tanrım, ne kadar yapmamaya çalışsam da muhtemelen insanların düşündüğünden çok daha fazla takıyordum. Bu yüzden öylece oturdum, birinci sınıfta CooperTn yanma tıkılmıştım ve havaalanında olanlar yüzünden tamamen perişan haldeydim. Sessizlik de kokuşmuş çamaşır gibi aramızda asılı kalmıştı. İki saatlik sessizlik boyunca gözlerini benden kaçırdıktan sonra Cooper sonunda içini çekip fısıldadı, İyi görünmüyorsun. İrkilerek kafamı ona çevirdim. Bakışları pencereye dö- 38 nüktü, bulanık hiçliği izliyordu. Son bir saati, dikkatini bir dergisine, bir pencereye vererek geçirmişti. MiIIer sa uykuya dalmış, hostes içecek arabasını koltuğunun kenarına çarptığında bile hareket etmemişti. İyi olacak mısın? diye sordu Cooper. Sonunda konuşmaya karar verdi, dedim. Yokmuşum gibi davranmaktan yoruldun mu yoksa? Üstüme kusma sakın, Wills, diye uyardı beni, avcunu cama dayayarak. Soruma cevap vermemişti. Ondan özür dilemediğim için memnundum. Gözlerimi sıkıca kapatıp üçe kadar saydım. Suyun üstünde uçmayı sevmiyorum, dedim. Cooper kısık sesle homurdanıp küfretti. Lütfen bana sudan korkmadığım söyle. Karada olsaydık ve aramızda büyük bir gerginlik olmasaydı evet diyebilirdim. Onu çileden çıkartmak eğlenceli olurdu. Ama kafamı iki yana sallayıp, Hayır... sadece kırk bin fit üstünde olmaktan korkuyorum. Doğruyu söylüyordum. Kısmen. Birkaç ay önce rehabilitasyon danışmanım en büyük korkularımı yazmamı söylediğimde suyun üstünde uçmak üçüncüsüydü. Sessizlik, listemde ilk sıradaydı ama aslında

ikinci korkumdu; birinciyi yazmaya çok korkmuştum. Bugün, beni milyonlarca parçaya ayırabilecek üç korkumla da yüz yüze gelmiş ve ilaçsız da başa çıkmıştım. Bunu yapabilirdim. Belki... belki inandığım kadar zayıf değildim. 39 Biraz dinlen, dedi Cooper alçak sesle. Ilık nefesi kulağıma, yüzümün yan tarafına vurmuştu. İçgüdüsel olarak ürperdim, boynumda nefesini hissettiğim taraf kasıldı. Pencereden bana döndüğünü fark etmemiştim. Neden? diye sordum. Çünkü yarın sahile gittiğimizde dinlenmiş olman gerek. Bu sefer dudakları tenime iyice yaklaştı ama bir tepki vermedim. Ama hissetmiştim, kamımın ortasında başlayan alevler beni tutuşturana kadar büyümüştü. Daha az uykuyla çalıştığım da oldu, diye cevap verdim gözlerimi açarak. Benimle olmaz, Wills. Başarısız olmana izin vermeyeceğim. Alaycı bir nefes verdim. Bunu yaparken bir aptal gibi görünsem de sen yine de ödemeni alacaksın. Bunun parayla ilgili olduğunu kim söyledi ki? dedi. Sonra koltuğunda kıpırdanıp benden uzaklaştı ve tekrar sessizliğe gömüldü. Uçak Hawaii topraklarına üç saat sonra, 19.15 te indi. Birkaç adım arkamızdan gelen Miller la birlikte bagaj teslim bölümüne ilerlerken Cooper a, Ne? Lei* yok mu? diye espri yaptım. Ukalalık akan gözlerle bana baktı. Olmasını ne kadar çok isterdim bilemezsin, Wills.** '"Hawaii de takılan çiçek kolyesi. (ç.n.j ** İngilizcede "lei" kelimesiyle telaffuzu aynı olan ve "birlikte olmak, sevişmek" anlamlarına gelen "lav " kelimesine atıfta bulunuluyor, (ç.n.) 40 Kendim kaşınmıştım. Rezil olduğumu hissederek yüzüm kızarırken valizimi almak için cilalı zemine baktım. Lei almak için ödeme yapman gerek, diye ekledi Cooper. Kafamı tam zamanında kaldırıp onun, koluna lev lerle birlikte SATILIK yazılı bir karton asmış olan adamı işaret ettiğini gördüm. Filmlerdeki karşılamaları ancak rüyamızda görürüz, ha? İstersen seninle birlikte olabilirim*. Eminim, diye mırıldanıp önüme geçmesi için adımlarımı yavaşlatarak Miller Ta yan yana geldim. Adam tamamen işine odaklanmıştı katı bir ifade ve koca kaslar- ve bize dikkat eden kimse yokmuş gibi görünse de koyu renkli gözlerini dikkatli bir şekilde etrafta gezdiriyordu. Neyse ki valizlerimizi, tek bir kamera ya da telefonla karşılaşmadan alabildik. Miller arabamızın anahtarlarım almak için araç kiralama standına gitti, ben de Cooper ı takip ederek kayan kapılardan çıkıp kiralık araç garajına gittim. Yüzüme sıcak, boğucu hava çarpınca öksürdüm. Yanımdaki Cooper telefonunu çıkarıp dijital klavyede bir şeyler yazmaya başladı. Los Angeles ta olanlardan hâlâ bahsetmemişti, ama önümüzdeki haftalarda film endüstrisinden ne kadar nefret ettiğiyle ilgili şikâyetlerini muhtemelen yineleyecekti, böylece o konu da açılacaktı. Midem büzüldü. Aramızdaki havayı yumuşatmam ve bunu hemen yapmam gerekiyordu. Cooper, diye başladığımda çenesini hafifçe kaldırdı. Bak, ben... Yine lay kelimesine atıfta bulunuluyor, (ç.rt.) 41 Alıştığınız gibi bir araba değil bu, dedi Miller yüksek sesle arkamızdan. Sözümün kesilmesi nedeniyle hissettiğim öfkeyi bir kenara atarak arkama baktığımda korumamın havada araba anahtarlarını salladığını gördüm.

Bir motosiklet, değil mi? dedi Cooper, saatlerdir ilk kez candan bir kahkaha atarak. Hadi canım! Özel jet yok, şimdi de bir motosiklete kaldık. Miller ona kötü bakıp kafasını iki yana salladı. Hayır, aslında... Anahtarlıktaki düğmeye birkaç kez sertçe bastı. Dönüp hangi arabanın farlarının yandığını kontrol ettiğimde küçük bir Kia nın etrafı aydınlattığını gördüm. Miller haklıydı, bu alıştığım türden bir araba değildi ama umurumda da değildi. A noktasından B noktasına hangi araçla gideceğimden çok daha önemli şeyler hakkında endişelenmem gerekiyordu. Mesela başımın ortasında yavaş yavaş başlayan migren ağrısı gibi. Anne babamın beni hâlâ aramamış olması, hesabıma birkaç gün içinde aktarılacak olan para ve birkaç hafta sonra çekimlerine başlayacağım film gibi. Cooper gibi. Çok küçük, dedim, dar kot şortumun ceplerine ellerimi sokarak. Kafamı korumama doğru kaldırıp şüpheci bir şekilde yana yatırdım. Sen buna sığabilir misin ki? Kaldırımda duraksayan Miller bana bakıp kaşlarını kaldırdı. Daha küçüklerine de sığmışlığım var. Sonra valizlerimizi alıp Kia ya doğru ilerledi. 42 Ne diyeceğimi bilemediğimden sadece kafamı salladım. Cooper da ilerlemeye başladı. İşleri yoluna koyma telaşıyla kaslı koluna yapıştım. Dur, seninle konuşmam lazım, dedim. Kaşlarını kaldırdı ama daha fazla gitmedi. Bak, Los Angeles ta o çocukla olanlar... düşündüğün gibi değildi, dedim. Dudaklarının kenarları bir sırıtmayla kalktı. Biliyorum. Konu o değil zaten. Şensin. İçimdeki en kötü şeyleri ortaya çıkartacaksın. İçindeki kötülükleri mi? Benim 1.68 lik boyumdan en az on beş santim daha uzun olduğu için mavi gözlerine bakabilmek için kafamı kaldırdım. Bir aktris olduğum için mi? diye sordum. Garajdan ılık bir esinti geçtiğinde altın rengi saçları hafifçe havalanırken Cooper bana döndü. Kolunu benden kurtarıp ellerini omuzlanma koydu, motoru çalışan Kia nın içinde sessiz bir şekilde beklerken gözleri telefonuna yapışmış olan Miller a bir bakış atıp sesini dengesiz bir fısıltı halinde çıkana dek alçalttı. Çünkü bana zor zamanlar yaşatacağını şimdiden görebiliyorum, Wills. Beni böyle yargılayacak kadar iyi tanımıyorsun ki sen, dedim sertçe. Yüzünü buruşturdu. Hemen sonuca varma, dedi. Çenesi gerilmişti. Geçmişte neler yaptığın hiç umurumda değil, tamam mı? Benim için önemli olan gelecekte neler olacağı. Açıklamasını beklerken ayağımın altını gergin bir şekilde yere sürttüm. Yürekten arzuladığım -düzeltme yapıyo- 43 ram: hâlâ da arzulamakta olduğum- o dudak uyuşturucu öpücük denklemin içinde yer almadığına göre bana en azından bir açıklama yapabilirdi. Birlikte çalıştığım insanlarla ilişkiye girmemek gibi bir kuralım vardır, dedi. Bir anlığına başım döndü. Ona öylece bakıp parmaklarını omuzlarıma batırmasına izin verdim. Bu adam bundan daha fazla ukalalaşabilir miydi acaba? Pekâlâ, ilk olarak şunu belirteyim ki beni daha iki saniyedir falan tanıyorsun. İkincisi de... seninle olmak isteyeceğimi sana düşündüren ne? Gülünçleşme. Sen Willow Avery sin, herkes seni tanır. Kaba bir cevap vermekten kaçınmak için dişlerimi alt-dudağıma bastırdığımda ekledi, Ve ayrıca, duyguların... bakışlarını gömleğime indirip parmak uçlarıyla kumaşın bir kısmını tuttu... gömleğinden belli oluyor. Kaşlarımı çatıp ellerinden kurtuldum, geri çekilip kollarımı göğsümde kavuşturdum. Mekanik olduğumu söylediğini sanıyordum. Öfkeliyken değilsin. Geriye doğra birkaç adım atıp kiralık Kia mızın tam tersi yönüne döndü. İyi geceler, Wills, dedi çıkışa ulaştığında.

Bir dakika... hangi cehenneme gidiyorsun? diye seslendim öfkelenerek. Kapıyı açıp omzunun üstünden baktı ve Hollywoodvari bir çıkış cümlesi olarak tanımlanabilecek şekilde konuştu, Ben burada yaşıyorum, hatırlamıyor musun? Arabamı uzun süreli otoparka bırakmıştım. 44 Hayır, Honolulu da yaşadığını hatırlamıyordum, çünkü bana hiç söylememişti. Aksam yüzünden Avustralya dan geldiğini düşünmüştüm. Köşeden dönüp gözden kaybolmasını izledikten sonra beton zeminde Kia ya doğru ilerledim. Yolcu kapısını çarparak kapattığımda Miller bana ne düşündüğünü belli eden alaycı bir bakış attı. Öyle bir şey değil, dedim sertçe. Ne dediğin hakkında hiçbir fikrim yok, diye cevap verdi hemen, kahkahasını bastırarak. Dümdüz önüne bakıyordu, ama yüzünde her an belirmeye hazır salak gülümseme ne düşündüğünü anlatıyordu. Havaalanı kaosundan kurtulduğumuzda trafik seyreldi. Bütün yol boyunca Miller m verdiği sakızı çiğneyip güneş yavaşça batarken oluşan manzarayı izledim. Otuz dakika sonra Kia yı, evden çok bir garaja benzeyen ahşap iskeletli küçük bir binanın araba yoluna çekti. Kapıyı açıp dışarı adımımı attığım anda yakındaki denizin dalga sesleri kulağıma ulaştı. Ev okyanusa sıfır olmasa da havadaki tuzun kokusunu ve tadını alabiliyordum. Burası bomboş, diye mırıldandım, içimi panik dalgaları sararken. Saat daha sekizi yeni geçmişti, ama çıkmaz sokağın sonunda basketbol oynayan birkaç çocuk dışında dışarıda kimsecikler yoktu. Burası benim istediğim kargaşayı barındırmayan boş ve düzenli bir yerdi. Derin bir nefes alıp kendimi sakinleşmeye, mekânın pozitif yanlarını düşünmeye zorladım. Mesela dalgaların sesi gibi. Tam sevdiğim gibi gürültülü ve dikkat dağıtıcıydı. 45 Şanslıysam bu sesler bu gece ve burada kalacağım diğer gecelerde rüyasız uykular uyumamı sağlardı. Gözlerimi kapattığımda aklımdaki görüntüleri ve eğer leri yok eder, kendimi kurtaramadığım şeylere batmamı engellerdi. Artık bu kahrolası şeyleri aşacağım, diye söz verdim kendi kendime. Arabanın kaputuna yaslanmış olan Miller boğazını temizleyip dikkatimi kendisine çekti. Güneş batarken oluşan gölgelerde kesinlikle göz korkutucu görünüyordu, ama yüzünde benimle Cooper hakkında sessizce dalga geçerken takındığı, ona çok kızmamı engelleyen tasasız gülümseme vardı. Sanıyorum bu da alışkın olduğun bir şey değil, öyle mi? diye sordu. Bakışlarını takip edip minik eve dönerek nefesimi bıraktım. En azından rehabilitasyon değil, öyle mi? diye mırıldandım, beni duyup duyamadığından emin olmadığım kadar kısık sesle. Arabanın etrafından dönüp bagajı açtı. Birkaç saniye sonra kapağı kapattığında benim tekerlekli valizim de kendi çantası da devasa kollarının arasındaydı. Kendiminkini almaya çalıştım ama inatla homurdandı. Bu benim işim, dedi. Eve doğru yürümeye başladım. Kendimi cüce gibi hissetmeme neden oluyorsun. Bu da benim işim, diye karşılık verdi. Kafa salladım ama ona dönmedim. Üzücü olan şuydu ki her zaman bir korumaya ihtiyacım olmamıştı. Dört ya da 46 beş yıl kadar önce yeterince tanınıp bunun güzel yanlarından yararlandığım, fakat korunmamı gerektirecek kadar meşhur olmadığım zamanlar olmuştu. Dürüst olmak gerekirse şan şöhretin istenmeyen taraflarına katlanmak zorunda kalacak kadar düşmek ve işverenin koruma -yani bakıcı tutmak zorunda kaldığı,

herkesin diline düşen o aktris olmak berbat bir şeydi. Muhtemelen Miller a benden daha çok ödeme yapılıyordu. Gülümsemem soldu. Miller m ifadesi de değişti. Öne doğru tereddütlü bir adım attı. İyi misin? diye sordu. Kafamı fazla hevesli şekilde sallayarak ön kapıya dönüp anahtar kutusunu Kevin m verdiği şifreyle açtım. İçindeki iki set anahtarın tekini Miller m uzattığı avcuna bıraktım. Tavanı delme sakın, Dev. Sonra kiralık evimi mahvettiğim için bütün gazeteler beni yazar, dedim, ortamı biraz neşelendirmek için. Miller kafasını geriye atıp bir kahkaha patlattı ama benim göğsümün içi boştu ve bir el tarafından sıkılıyormuş gibiydi. Yüzümdeki bakışı görmesin diye kapıyı açmak için döndüm. Elimden geleni yaparım, dedi ciddi bir şekilde. Miller müst kattaki dairesine çıkan ahşap merdivenleri tırmanmasını dinlerken dışarda bekledim. Kapımı açtığım anda midem bulandı, içeride boğucu bir sıcak vardı. Eşiğe doğru gerileyip ciğerlerime temiz hava çektim, sonra ahşap kapı çerçevesine tutunarak son nefeslerimi alıyormuşçasına derin derin soluklandım. 47 Kendimi toplamam gerekiyordu. O eve girip bir an önce yatmalıydım çünkü yarın sabah Cooper la yüzleşmek zorunda kalacaktım. Bir an önce... Arka cebimdeki ceptelefonum titreyerek beni değişken düşüncelerimden uyandırdı. Sonunda içeri girip ayağımla kapıyı arkamdan kapatınca telefonumu çıkardım. Termostatı bulup en düşük seviyeye getirdikten sonra yıpranmış, kahverengi süet koltuğa çöküp mesajlarımı kontrol ettim. Üç okunmamış mesajım vardı. İkisi annemdendi: bir tanesinde buzdolabının en sevdiğim yiyeceklerle dolu olduğunu söylüyordu (bunu zaten biliyordum çünkü saatler önce Kevin m asistanı Miller a, Miller da bana söylemişti), İkincisinde de birkaç eşyamın iki gün içinde bana gönderileceğini, babamla ikisinin beni özlediklerini yazmıştı. Telefon bozukmuş, kıçıma anlatın siz onu, dedim, Kevin m sabah otelde bana söylediği yalanı düşünerek. Sonra da cevap yazdım: Teşekkürler, sizinle konuşmak için sabırsızlanıyorum. Diğer mesajın Jessica dan olduğunu düşünmüştüm çünkü henüz aramamış ya da mesaj göndermemişti ama bu mesaj 808 bölge kodlu yabancı bir numaradan gelmişti. Odanın karşı tarafında, üstünde yerel bir sigorta şirketinin reklamı bulunan takvime göz attığımda 808 in Hawaii nin kodu olduğunu gördüm. Numaramı ona vermemiş olsam da kimin gönderdiğinden %99 emin olarak mesajı açtım. 48 20.14: Hadi tekrar deneyelim... Özür dilerim, Wills. Birlikte bir şeyler yapmak ister misin? İkimiz de bu akşam yalnız kalmak istemiyoruz. Seni kafa karıştırıcı, manyak çocuk, diye fısıldadım, inanamayarak kafamı iki yana sallarken. Onun gibilerle yıllardır uğraştığımı anlasın diye basıp gitmesini söylemek için parmaklarımı dijital klavyeye yerleştirdim ama sonra daha iyi bir fikir geldi aklıma. Onu aradım. Senin mesajlaşmayı daha çok tercih edeceğini düşünmüştüm, dedi telefonu açtığı an. Arkasından dalga seslerinin geldiğini duyabiliyordum. Bazı şeyler yazılmayıp söylenirse daha iyi anlaşılır. Ne gibi şeyler? Selam Cooper, ben Willow. Davetin için teşekkürler ama bu akşam seni becermiyorum, gibi şeyler. Gırtlağının gerisinden kısık bir homurtu yükseldi ve bir şeylere sertçe vurduğunu duydum. Diğer mesajı göndermemin sebebi de buydu, Wills, dedi uyarıcı bir sesle. Ekrana baktığımda gerçekten de ben onu aramadan hemen önce bir başka mesaj daha attığını gördüm. 20.19: Bu, külotunu indirmek istiyormuşum gibi anlaşıldı, değil mi? Öyle bir şey yok.

Zırva. Ayrıca sizin külota don dediğinizi sanıyordum, 49 dedim. Kıkırdadı. Ahh, gülüşünde bile seksi bir aksan vardı. Açması klimanın yüzüme hava üflemesi için koltuğa uzanıp uzun kollu gömleğimi çıkardım. Müşterilerimle yatmam, dedi. Ve on yıldır Avustralya da yaşamıyorum. On iki yaşımdayken annemle birlikte Hawaii ye taşındık. Her neyse. Ayaklarımı kullanarak ayakkabılarımı çıkardım. İyi geceler, Cooper, dedim, havaalanında bana söylediği son sözleri tekrarlayarak. On beş dakika içinde seni almaya geliyorum. Ne? dedim, hızla oturma pozisyonuna geçerek. Birden kalbim deli gibi çarpmaya, ağzım kurumaya başlamıştı. Elimi koyu kahverengi saçlarımdan geçirdim. Olmaz. Yani, niye geliyorsun ki? Bir şeyler yemelisin, Wills. Kimse hastalıklı bir görüntüsü olan bir sörfçüyü izlemek istemez. Ayrıca seninle ilgilenmek benim işim. Dickson m verdiği işi fazla abarttığını düşünmüyor musun? Bunun Dickson la alakası yok. Müşterilerinle ilgili kuralına ne oldu? diye sordum, kesik kesik nefesler halinde çıkan sesimle. Fikrini mi değiştirdin? Bir anlığına duraksadı, bir kapının çarpıldığını duydum. Arabasının motoru çalıştı, cennetten atılmakla ilgili bir Bru-no Mars şarkısı bangır bangır çalmaya başladı. Ses irkilmeme neden olmuştu ama Cooper sesi kıstığında onun sessizce güldüğünü duydum. 50 Seninle yemek yemek, kuralımı bozmak anlamına gelmez... İkimiz de ne zaman duracağımızı bildiğimiz sürece, dedi. İçimde kanat çırpan kelebekleri sakinleştirme çabasıyla serbest kolumu kamımın alt kısmına sarıp kum dudaklarımı yaladım. Haberin yok mu? Ben ne zaman duracağımı bilmem. Muhtemelen onunla flörtleşme isteğime karşı gelemememin nedeni de buydu. Cooper tekrar sessizleşti. Onun nefes alış verişlerini ve çatlak bir cama vuran rüzgâr sesine benzeyen gürültüyü dinlerken parmaklarımı askılı tişörtümün üstünde gezdirdim. Onunla yemek yemek istemesem de konuşmasını istiyordum. Kelimelere, seslere ihtiyacım vardı. Cooper içini çekti. Yalan söyledim. Kuralların hakkında mı? Hayır, on beş dakikada orada olacağım konusunda. Şu anda senin garaj yoluna girmek üzereyim. Atıyorsun, dedim. Hayır... Bu mekânı anne babana öneren bendim. Arkadaşım Paige in ailesinin evi orası. Söylediklerinin kanıtıymış gibi ahşap jaluzinin arasında far ışıklarının parladığını gördüm. Lanet olası takipçi. Öfkeyle yerimden kalktım ve tam kapıyı çalmak için elini kaldırırken kapıya ulaştım. Dümdüz burnunun ucuna küçücük kum parçaları yapışmıştı ve ıslak saçları darmada- 51 ğınıktı. Ellerimi saçlarının arasına sokup onu içeri çekmek ve... Üç yıl önce bütün problemlerini başlatan şey böyle düşüncelerdi, diye tısladı kafamın gerisindeki ses. Sen benim eğitmenimsin, dedim uyarıcı bir sesle, ondan çok kendime. Ve kuralların olduğunu çoktan konuştuk. Seninle yemeğe çıkmayacağım. Midemdeki açlık sancılarını görmezden geldim. Buzdolabında yiyebileceğim bir sürü yiyecek vardı.

Anlaşıldı. Ben sadece... Off, siktir. Ve sonra beni sertçe kendine çekti, sırtımı kapı çerçevesine yasladı ve ellerimi kafamın tepesinde birleştirdi. Parmaklarımın ucu tırtıklı ahşabı sıyırıyordu. Dudakları yumuşak ve tuzluydu. Dili dudaklarımı ayırmaya çalışırken inledim. Evin önünden geçen biri komasını çalıp, Lanet işinizi evinizde görün! diye bağırınca bedenlerimiz ayrılmadan içeri girdik ve yan tarafımızla kapıyı kapattık. Bir teoriyi test etmek istemiştim, diye homurdandı, sırtımı kapıya yaslarken. Değdiği her yerde alevler bırakarak ellerini vücudumda yukarı doğru gezdirip yanaklarıma ulaştı. Nasıl bir kahrolası teoriden bahsediyordu bu? Seni becermeyeceğim, diye homurdandım. Sonra beni tekrar öptü, bu defa sertçe. Altdudağımı dişlerinin arasına alıp nefesim kesilene, çözülmeme beş saniye kalana dek nazikçe çekiştirdi. Titrek ellerimi uzatıp nemli altın saçlarına gömerek mavi gözlerini görene kadar kafasını geri çektim. Seni becermeyeceğim, diye tekrar ettim sert bir sesle. 52 Denemeye niyetim yok zaten, Wills. Sadece yarından önce bunu kafamdan atmam gerekiyordu. Nefesim kesildi, ona uzun bir süre bakakaldım. Ben de tam olarak aynı şeyi istiyordum ve şimdi elime fırsat geçtiğine göre bırakmak zor olacaktı. Cooper beni tekrar öpmek için eğildi ama saçlarını daha da sıktım. Yüzünü buruştursa da sırıttı. Şimdi istediğini elde ettin mi? diye sordum. Çünkü tek amacının yemek yediğimden emin olmak olmadığı belliydi. Başparmağını dudaklarımda gezdirdikten sonra gönülsüzce benden uzaklaştı. Kapıdan biraz uzak duran bordo renkli tekli koltuğun koluna oturup yoğun bakışlarını bana dikerek elini dalgalı saçlarından geçirdi. Eee? diye sordum, üstümü düzeltirken. Göbek deliğimin üstüne kadar sıyrılmış olan tişörtümü aşağı, şortumun üstüne doğru çektim. Tadın sakız gibi, diye fısıldadığında geriye doğru sendeledim. Sakız ve tuz, diye düşündüm. Ne saçma bir kombinasyon. Ayağa kalkıp yavaşça bana doğru geldi. Ona uzanmamak için yanımda sallanan ellerimi yumruk yaptım. Bu çocuğa kesinlikle bulaşamazdım. Şakağıma yumuşak bir öpücük kondurdu, sonra elmacı kkemiğimin üstüne geçti. Bu hareketinin çekingence olduğunu söyleyebilirdim, ama sonra dudaklarımı son kez kendi-sininkilere hapsedip beni neredeyse çaresiz bir şekilde öptü. Tanrım, Sörfçü Çocuğun fena bir ağzı vardı. 53 İlk çekilen ben oldum. Nefes almaya çalışırken onu ittim, sonra gözlerimi yerden ayırmadan onun için kapıyı açıp dışarıyı işaret ettim. Sanırım artık kafandakini atmışsındır. İyi geceler, Cooper, dedim. İyi geceler, Willow. Yarın erkenden görüşürüz. Bekliyor olacağım, dedim mümkün olduğu kadar kuru bir sesle, nabzımın yavaşlamasını ve bacaklarımın arasındaki sinir bozucu gerilimin kaybolmasını dilerken. O, yeni görünümlü Jeep Wrangler ına doğru ilerlerken arkasından uzun uzun baktım. Ayrılmadan önce gözlerimiz bir kez daha birleşti ve Cooper hafifçe gülümsedi. İçeri girip yalnızlığımla ve Kevin ın eve gönderdiği sağlıklı, boktan yiyeceklerimle baş başa kaldım. En azından bu gece Cooper benimle alay etmemiş, bana Willow demişti. Bu da bir şeydi. 54 BÖLÜM DÖRT Cooper sözünü tutarak sabahın beş buçuğunda evimde belirdi. Ellerimin tersiyle uykulu gözlerimi silerek, üstümde sadece rehabilitasyondan önce erkek arkadaşım olan, fakat banal erkek pop grubunun TV

programını yayınlayan kanaldan birisinin gönderdiği mektupla benden ayrılan Gavin in imzalı bir tişörtüyle kapıyı açtım. Kumaş ancak kalçalarımı örtüyordu. Cooper m parlak mavi gözleri bedenimde dolaşırken - çıplak ayaklarımdan yukarı doğru- tamamen uyandığımı hissettim. Burnumdan alaycı bir nefes vererek kapıyı iyice açtım. Gizliliğe pek önem veriyorsun bakıyorum. Dışarısı hâlâ karanlıktı, içeri girmesini işaret ederken yüksek sesle sızlandım. Kafasını iki yana sallayıp verandada geriye doğru bir adım attı. Boynumu uzatıp bakınca aracının hâlâ çalışır halde olduğunu fark ettim. Kaşlarımı çatarak, Acelen mi var? diye sordum. 55 Uyuyakalmışım, dedi. Yani evet, acelemiz var. Kapı çerçevesine yaslandım. Uyku bazen insana iyi gelir. Çenesini oynattı. Akşam buradan ayrıldıktan sonra pek uyuyamadım. Karşılık vermemi beklerken o mavi gözleri doğrudan içime bakıyor gibiydi. Öpüşmemizi akimdan çıkaramadığını mı ima ediyordu yoksa başka bir yere mi gitmişti? Başka birisiyle mi yatmıştı? Sıkı parti yaptın herhalde? Elimden geldiğince kayıtsız bir sesle konuşmaya çalışırken parmak uçlarımı karışık saçlarımdan geçirdim. Sonra umursamadığımı göstermek için elimi ağzıma götürüp esnedim. Çünkü umursamamalıy-dım. Kendimi yola sokmak için uğraşırken Cooper a çekilemezdim. Ama onun benim evimden ayrılıp başka bir kızı becermeye gitmesi fikri midemde kötü hislerin oluşmasına neden olmuştu. Kollarını göğsünde birleştirip omuz silkti. Pek sayılmaz. Dinle, seni arabada bekleyeceğim. On dakikaya gel. Gözlerimi kısıp tişörtümün eteğini aşağı çekerek çıplak ayaklarımla verandaya çıktım ve ayak parmaklarımız birbirine dokunana kadar ona yaklaştım. Derin bir nefes almış olsa da rahat yüz ifadesi değişmemişti. Bu çok hoşuna gidiyor, değil mi? diye sordum. Kaşlarından biri kalktı. Ne? Dudaklarımı birbirine bastırıp altdudağımm içini ısırdım. Alt dişleriyle ağzının köşesini dişlediğinde aklıma he- 56 men dün gece bunu benim dudaklarıma yapışı geldi. Geceyi başka bir kızla geçirdiği düşüncesiyle oluşan kıskançlık hissinin yerini büsbütün başka bir şey aldı. İhtiyaç. Tanrım, tam bir enkazdım. Duygularımı saklayarak, hiçbir şey hissetmeden hareket ederek yıllarımı geçirmiştim ve şimdi birisinden etkilendiğimde ne yapacağımı bilemiyordum. Bir şey yok, dedim, içeri girmek için arkamı dönerken. Kapıyı örtmek için döndüğümde tam önümde durduğunu gördüm. Yüzünde kafasının karıştığını gösteren bir ifade vardı. Ne? diye sordu tekrar. Gözlerimi devirdim. Bir düşün bakalım. On beş dakikaya hazır olurum, sen de... Cooper ayağını evin içine uzattı. Dur, diye emretti. Sonra içeri girmek için kapıyı itti. Hâlâ duyduğum ihtiyaca bir de öfke eklenince öne doğru gittim. Arkasında çalışmakta olan cipi işaret ettim. Geç kaldığımızı sanıyordum. Söyleyecek bir şey bulmak istiyormuş gibi bir saniyeliğine yere baktı. Kafasını kaldırdığında mavi gözleri gülüyordu. Benimle alay ettiği için ona lanet okudum. Geç kalıyoruz. Ama bunun hoşuma gitmesiyle ilgili sorunun cevabı hayır. Hiçbir erkek tahrik olduktan sonra evine dönüp sertleşmiş halde öylece yatağında uzanmaktan hoşlanmaz. Ağzım bir karış açık kaldı ama hemen toparlandım. O 57