Yayınevi Sertifika No: 14452 Yayın No: 26 Peygamberimiz ve Ailesi Dizisi-7 Kerbela Şehidi HZ. HÜSEYİN (radiyallahu anh) Hilal Kara - Abdullah Kara Genel Yayın Yönetmeni: Ergün Ür Yayınevi Editörü: Ömer Faruk Paksu İç Düzen: Nurullah Bilekli Kapak Tasarımı: Kenan Bıyıklı ISBN: 978-975-261-389-8 1. Baskı: Mayıs 2017 Copyright Zafer Yayınları, 2017 İlkgençlik Yayınları, Zafer Yayın Grubu nun bir kuruluşudur. Talatpaşa Mah. İmrahor Cad. Terasevler Sitesi No: 1-A Kâğıthane/İstanbul Tel: (0212) 446 21 00 / Faks: (0212) 446 01 39 www.zafer.com / zafer@zafer.com twitter.com/zaferyayinlari / facebook.com/zaferyayinlari Baskı-Cilt: Erkam Yayın San. ve Tic. A.Ş. İkitelli O.S.B. Mah. Atatürk Bul. Haseyad 1. Kısım No: 60/3-C Başakşehir/İstanbul Tel: (0212) 671 07 00 / Matbaa Sertifika No: 19891 Bu eserin tüm yayın hakları, 14452 sertifika numaralı, Zafer Basın Yayın Turizm ve Bilg. Ürün. San. Tic. Ltd. Şti. ye aittir. Eserde yer alan metin ve resimlerin Zafer Basın Yayın Turizm ve Bilg. Ürün. San. Tic. Ltd. Şti. nin önceden yazılı izni olmaksızın, elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt sistemi ile çoğaltılması, yayınlanması ve depolanması yasaktır. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu nun (FSEK), 21, 22 ve 23. maddelerine göre bu eserin işleme, çoğaltma ve yayma hakkı 14452 sertifika numaralı Zafer Basın Yayın Turizm ve Bilg. Ürün. San. Tic. Ltd. Şti. tarafından, yazılı bir izinle 19891 sertifika numaralı Erkam Yayın San. ve Tic. A.Ş ye verilmiştir.
HİLAL KARA Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi nden mezun oldu. Hadis bilim dalı ve Psikoloji dalında yüksek lisans, Pedagoji dalında doktora yaptı. Diyanet İşleri Başkanlığı nda Kur an Kursu öğreticisi olarak çalıştı. Yurt içi ve yurt dışında Anne ve Aile Eğitim Seminerleri verdi. Halen Anadolu İmam-Hatip Lisesi nde Meslek Dersleri Öğretmenliği yapmakta olan yazarın birçok eseri bulunmaktadır. İçindekiler ABDULLAH KARA Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi nden mezun oldu. Cizreli Şeyh Muhammed Said Efendi nin halifesi İbrahim Güneş ten yedi yıl Arapça ve İslâmî ilimler tahsil etti. İmam-Hatip Lisesi nde Meslek Dersleri Öğretmenliği yapan yazarın birçok çeviri ve telif eseri bulunmaktadır. e-mail: hilalabdullah@hotmail.com Yayınlanmış Eserleri: Hanım Sahabeler, Çocuk Sahabiler, Ashab-ı Suffe, Annelerimiz (Ezvac-ı Tahirat), Cennetle Müjdelenen Hanımlar, Şehadet Yıldızları (Şehit Sahabiler), Bilal-i Habeşi, Hz. Hatice, Hz. Fatıma, Hz. Ali ve Ailesi, İki Sultan İki Kurban (Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin), Candan Öte Sevmek, Üç Bilal, Eyüp Sultan, Asr-ı Saadette Ramazan, Asr-ı Saadette Derin Fitne, Sahabenin Ateşle İmtihanı, Sahabelerin Şehadet Anları, Efendimizle İlk Buluşma, Kardeşlik Zamanı, Dua ve Hak Kapısının Sırlı Anahtarı, Tevbe Kahramanları, Çocukları Çok Seven Peygamberim, Can Muhammed (Peygamberimizin Çocukluğu), Peygamberimizin Mutlu Yuvası (5 kitap), Peygamberimizin Çocuk Dostları (5 kitap), Peygamberimiz ve Ailesi Dizisi (Peygamber Efendimiz, Hz. Hatice, Hz. Zeyneb, Hz. Rukiyye-Hz. Ümmü Gülsüm, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin), Çocuklar İçin Dört Halife (Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali) Çocukluğu... 9 Ay yüzlü...9 Yedinci gün...11 Dede özlemi...13 Torunlarıyla oynayan dede...16 Torunlara yapılan özel dua...21 Susuz geçen yaz...22 Babanın işyerinde...23 Eğitim ve öğretimleri...25 Biat etmesi...26 Özel anlar ve dualar...27 Âlemlerin Efendisi onun için ağlıyor...31 En Sevgili nin son günlerinde...34 5
Gençlik Yılları... 39 Ashâb-ı Kirâm ın ona iltifatı...39 Ağlatan ezan...43 Evliliği...45 Cömertliği...47 İnsanların en faziletlisi...50 Babanın evlat acısı...52 Fitnenin Ortasında... 55 Arabuluculuk yapması...61 Hılfü l-fudûl a çağrı...64 Yezîd Dönemi... 65 Yezîd le başlayan problemler...67 Kûfelilerin baskıları...75 Müslim bin Akîl, Kûfe de...77 Hânî bin Urve nin tedirgin edilmesi...81 Müslim ile Ubeydullah mücadelesi...85 Kûfelilerin ihaneti...87 Hz. Hüseyin yola çıkmaya hazırlanıyor...92 Harem hürmetine saygıdan ölüme yürümek...94 Mekke den çıkış...97 Müslim bin Akîl in acı haberi...101 Büyük imtihan...104 Ömer bin Sa d b. Ebî Vakkâs ın İmtihanı...104 Zalimlerle ilk karşılaşma...107 Kaderin dur dediği yer...115 Kerbela... 119 Kerbela nın üzerine çöken kara bulutlar...121 Hz. Hüseyin in rüyası...127 Savaş düzeni alınıyor...130 Çadırlar ateşe veriliyor...139 Hz. Hüseyin in aldığı ilk darbe...141 Hz. Hüseyin susuz kalıyor...145 Şehâdeti... 147 Ardından...153 Kaynaklar... 159 6 7
Çocukluğu Ay yüzlü MILADI TAKVIMLER 10 Ocak 626 yı, Hicri takvimler hicretin 4. yılı Şaban ayının dördüncü gününü gösteriyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte Hz. Fâtıma nın evinde ciddi bir hareketlilik başladı. Hanımlar sultanının sancılarının sıklaştığını duyan komşuları evine koşmuş, kendisine yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Kızının durumunu öğrenen Allah Resûlü (a.s.m.) doğum konusunda mahir olan eşleri Hz. Ümmü Seleme ile Hz. Zeyneb binti Cahş a: Fâtıma nın doğumu yaklaştı. Yanına gidip kendisine Ayete l-kürsî ve A râf Sûresi 54. ayetini okuyun! Ayrıca Felâk ve Nâs Sûrelerini okuyarak onun adına Allah a sığının, buyurdu. 9
Peygamber Efendimizin arzusunu yerine getiren annelerimiz, hemen Hz. Fâtıma nın evine gittiler. İçeri girdiklerinde Efendimizin dadısı Ümmü Eymen, Hz. Fâtıma nın yanı başındaydı. Durumu hakkında bilgi aldıktan sonra doğum anına kadar yanından ayrılmayıp kendisine yardımcı oldular. Çok geçmeden yüzü aydan parlak, bakışları ömre bedel, gülüşü gam ve kederi yok eden dünyalar güzeli bir bebek hayata merhaba dedi. Müjdeyi alan Peygamberimiz, sevinç içerisinde can parçasının evine gitti. Ebû Hüreyre nin bildirdiğine göre içeri girince kızına göz aydınlığı dileyen Efendimiz, torununu sordu. Hanımlardan biri ay yüzlü yavruyu alıp kendisine uzattı. Torununu görünce sevinçten gözleri parıldadı ve onu kucağına alıp sevdi. Sonra da hanımlara: Çocuğu sarmak için temiz bir bez getirin, buyurdu. Hz. Hasan dan tecrübeli olan hanımlar beyaz bir bez getirdiler. Bezi alan Efendimiz onunla torununu güzelce sardı, sevip okşadı, yanaklarını ve ağzını öptü. Kulağına ezan okudu. Birkaç güzel söz söyledikten sonra hanımlara verdi. Kızına iyilik temennilerinde bulunup dualar ederek evden ayrıldı. Peygamber Efendimizi Hz. Ali izledi. Çocuğunun dünyaya geldiğini haber aldığı gibi sevinçle evine koştu. Eşinin hal ve hatırını sordu, yavrusunu kucağına alarak doyasıya sevdi. İyi bir insan olması için dualar etti, güzel temennilerde bulundu her anne-baba gibi O gün Hz. Ali neler düşündü, aklından gönlünden neler geçirdi bilinmez ama Rabbine verdiği evlat nimeti için muhakkak ki şükretmişti. Geçim yükü artsa da, haneleri bereketlenmiş, yuvaları ikinci bir evlatla şenlenmişti. Yedinci gün O coğrafya ve kültürde doğumun yedinci günü evlerde bayram havasında geçerdi. Yine öyle oldu. Sabah erkenden kızının evine giden Allah Resûlü (a.s.m.) torununu kucağına alıp sevdi. Allah ım! Onu ve onun soyundan gelenleri koru! Allah ım! Ben onları seviyorum sen de sev! Onları sevenleri de sev, buyurarak dualar etti. Sonra da kızına döndü: Ey Fâtıma! Hüseyin in saçını kes! Ağırlığınca gümüşü fakirlere sadaka olarak dağıt, buyurdu. Yeni doğan bebeğin saçını tıraş etmek kadim kültürden kalan bir gelenekti. Araplar da sebebini faydasını bilmeseler de gelenek ve göreneklerini sürdürürlerdi. Allah Resûlü (a.s.m.) de İslam a ters düşmeyen örf ve gelenekleri devam ettirmişti. Saçın ağırlığınca fakirlere sadaka dağıtmak ise bir şükrün ifadesiydi. Hz. Fâtıma da babasının emri üzere kalkıp oğlunun saçından bir tutam kesti. Bebeğin saçı bir dirhem ağır- 10 11
lığındaydı. Kestiği saçın ağırlığınca gümüşü fakirlere dağıttı, duaları alındı. O bunları yaparken Efendimiz ise çoktan pazarın yolunu tutmuştu. Pazarı dolaşıp torunu için birbirinden güzel iki koç satın aldı. Sahabilerin yardımıyla eve getirdi. Eve vardığında hazırlıklar çoktan başlamıştı. Akîka kurbanlarını kesen Efendimiz, eti ikiye ayırdı. Bir kısmının bebeğin ebesine, komşulara ve fakirlere dağıtmasını emretti. Diğer kısmını gelecek misafirlere ikram edilmek üzere pişirilmesi için evdeki hanımlara verdi. Yemekler hazırlanırken misafirlerle ilgilenen Efendimiz, onlarla sohbet etti. Bir ara Hz. Ali ye döndü: Çocuğun adını ne koydun, diye sordu. Savaş meydanlarının aslanı Hz. Ali, mücadele ruhunu yansıtmış ve yine ilk oğlunda olduğu gibi ikinci oğluna da Harb ismini koymuştu. Onun için hayat İslam uğruna, Allah adına mücadeleden ibaretti çünkü. Efendimiz sorunca: Harb ismini koydum, dedi. Barışı savaşa tercih eden, her zaman iyi ve güzele talip olan Rahmet Peygamberi ise: İsmi Hüseyin olsun, buyurarak torunun ismini değiştirdi. Peygamber ocağı şenlenmiş, ilk torun Hz. Hasan a kardeş gelmişti. Eş dostla yemekler yendi, bebeğe dualar edildi, geleneklere uyarak sütanne belirlendi. Dede özlemi Hz. Hasan gibi Hz. Hüseyin de Peygamber Efendimizin sevgisi ve ilgisiyle büyüdü. Hemen hemen her gün dedesini görür, O nunla imrenilecek kadar güzel vakitler geçirirdi. Dedesini görmediği gün özler, gözleri gün boyu O nu arardı. Bu hal emekleyinceye kadar devam etti. Emeklemeye başladığında Hz. Hasan önde, o arkada dedelerini aramaya çıkarlardı. Önce evine giderler, orada bulamadıklarında Mescid-i Nebevî nin yolunu tutarlardı. Yine öyle bir gündü. Dedelerini özleyen çocuklar, uzaktan O nun sesini duyunca hareketlendiler. Önce sese kulak kesildiler. Dedelerinin sesi Mescid-i Nebevî den geliyordu. Allah Resûlü (a.s.m.) cuma hutbesi için minbere çıkmış, cemaate konuşma yapıyordu. Bu kadarı onların harekete geçmeleri için yetmişti. Bir an önce dedelerine koşmak, O nunla oynamak, sevgisini doya doya yaşamak, rahmet pınarına kanmak istiyorlardı. Hz. Hasan önde, Hz. Hüseyin arkada yola koyuldular. Ondan bir yaş büyük olan Hz. Hasan yürüyor, Hz. Hüseyin ise emekliyordu. Yeni yeni yürümeye başlamıştı. Ancak birkaç adım atabiliyor, sonra yere düşünce emekleyerek yola devam ediyor, biraz sonra kalkıp ağabeyinin ardından yeniden yürümeyi deniyordu. Bu şekilde yürüye yürüye sonunda Mescid-i Nebevî ye ulaştılar. 12 13
İkisinin de üzerinde kırmızı birer gömlek vardı. Mescitten içeri girdiler. Sesin geldiği yöne bakıp dedelerini görünce heyecanlandılar. Bir an önce yanına varmak istiyorlardı. Hz. Hüseyin bir kaç adım yürüyor, sonra ayakları kayıp düşüyordu. Pes etmiyor, kalkıp tekrar yürüyordu. Her düşüşte yılmadan tekrar kalkıp yola devam ediyordu. Efendimizin reyhanlarını tebessümle seyreden sahabiler, rahatça yürümeleri için onlara yol açtılar. Saflar hareketlenince o tarafa bakan Allah Resûlü (a.s.m.), torunlarının kendisine doğru geldiğini gördü. Çocuklar, görenin sevgiyle bağrına basası gelecek bir haldeydiler. Torunlarının hâllerine dayanamayan Efendimiz, susup hutbesine ara verdi. Sonra da çocukları almak için minberden indi. Durumu fark eden bir kaç sahabi hızla yerinden kalkarak çocukları kucaklayıp Efendimizin yanına götürdü. Allah Resûlü (a.s.m.) birini bir kucağına, diğerini diğer kucağına aldı. Onları öpe koklaya yeniden minbere çıktı. Ashabına döndü: Allah elbette doğru söylemiştir, buyurdu. Sonra da Mallarınız ve çocuklarınız sizin için birer imtihan vesilesidir (Teğâbün, 64/15) ayetini okudu. Ayeti bitirince: Çocuklara baktım, yürürken sürekli düşüyorlardı. Sabredemedim, sözümü kestim, minberden inerek onları kucağıma aldım, buyurdu. Peygamber Efendimiz torunları evine geldiğinde önce onları sever, sonra onlarla çocukların seveceği oyunlar oynardı. Artık Hz. Hüseyin de yürümeye başlamıştı. İstedikleri zaman dedelerinin yanına kolayca gidebiliyor, hoşça vakit geçirebiliyorlardı. Dedelerini özledikleri bir gün, iki kardeş birlikte çıkıp hemen yan tarafta bulunan dedelerinin evine gitti. Torunlarını görünce sevinen Efendimiz, onları kucaklayıp bir süre sevdikten sonra onlarla oyun oynamaya başladı. Onlar evde oynarken genç sahabilerden Câbir bin Abdullah geldi. İçeri girdiğinde Efendimiz torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin i sırtına almış, elleri ve dizleri yerde gezdiriyordu. Hallerinden memnun olan çocuklar kahkaha atıp duruyorlardı. Onları bu hâlde görünce hoşuna gitti. Çocuklarla: Deveniz ne kadar da güzel, diye şakalaştı. Şakasına karşılık veren Efendimiz ise: Binicileri de çok güzel, buyurdu. Bir Peygamberin sırtına binip oynamak ne büyük bir lütuf olmalıydı kim bilir Çocuklar özlem gidermek için dedeleri Rahmet Peygamberi nin yanında kalır, oyunlar oynar ve unutamayacakları güzel anlar yaşarlardı. O anlardan birini Üsâme bin Zeyd şöyle anlatır: Bir akşam karanlığında bir iş için Allah Resûlü nün (a.s.m.) yanına gittim. Kapıyı vurdum. Kapıyı açan Efendimizin elbisesi dikkatimi çekti. Fazlaca kabarık- 14 15
Hüseyin benden, ben Hüseyin denim. Beni seven Hüseyin i de sevsin, buyurdu. Peygamberimizin torunlarını özlediği zamanlardan birine şahit olan Ebû Hüreyre (r.a.) yaşadıklarını şöyle anlatır: Bir gün Allah Resûlü (a.s.m.) ile birlikte Medine sokaklarında yürüyordum. Aniden yolunu değiştirip geri döndü. Ben de O nunla birlikte geri döndüm. Bir ara yüzüme bakıp: Hüseyin i bana çağır, buyurdu. Olur, dedim. Hızlanarak evlerine gittim. Hz. Fâtıma ya Efendimizin torunlarını görmek istediğini bildirdim. Hz. Fâtıma: Hazırlayıp göndereyim, dedi. Bir süre sonra Hüseyin, koşar adımlarla bize doğru gelmeye başladı. Torununu gören Allah Resûlü (a.s.m.) gülerek ona doğru yürüdü. Yanına varınca elinden tuttu. Kucaklayıp bağrına bastı. Sonra da: Allah ım! Ben onu seviyorum. Sen de sev! Onu sevenleri de sev, diye dua buyurdu. O duayı duyduktan sonra Hz. Hüseyin e karşı kalbimde büyük bir sevgi oluştu. O andan itibaren Allah Resûlü nün (a.s.m.) dışında yeryüzünde ondan daha fazla sevdiğim kişi olmadı. Çocukların ilgisini çekmekten hoşlanan Peygamberimiz, zaman zaman onlara bakarak dilini çıkarırtı. Belli ki altında bir şeyler vardı. Ne olduğunu merak ettim. İşim bitip gideceğim sırada dayanamadım: Elbisenizin altında ne var, diye sordum. Sorumu hareketiyle cevaplandıran Allah Resûlü (a.s.m.) elbisesini kaldırınca Hasan ve Hüseyin i gördüm. Dedelerinin bacaklarına sarılmış öylece duruyorlardı. Saklambaç gibi bir oyun oynuyorlardı. Onları gösteren Efendimiz: Bunlar benim çocuklarım ve çocuklarımın çocuklarıdır. Allah ım! Ben onları seviyorum. Sen de sev! Onları sevenleri de sev, buyurdu. O gün Üsâme bin Zeyd e buyrulan bu hadis-i şerif, Ehl-i Beyt sevgisini ve bu sevginin iman ehlini Allah ın sevmesine vesile olacağına işaret ediyordu. Ne mutlu onları sevenlere! Torunlarıyla oynayan dede Çocukları çok seven Peygamber Efendimiz, sık sık kızının evine giderek torunlarını ziyaret ederdi. Bazen onlarla evde oturur, bazen de onları dışarı çıkarır, ellerinden tutarak gezdirirdi. Torunlarını gezdirdiği sırada yolda rastladığı bir sahabiye torunlarını gösterdi: Beni, şu iki yavrumu ve onların anne-babalarını sevenler, kıyamet günü benimle birlikte olacaklar, buyurdu. Bir başka sahabiye ise: 16 17
dı. Dilinin kırmızılığı çocukların ilgisini çeker, dedelerinin onlara dil çıkardığını görünce koşarak yanına giderlerdi. Torunlarını şefkatle bağrına basan Efendimiz, onları kucağına alır, dilini çıkarırdı. Dilini emen çocuklar, bundan büyük zevk alırdı. Bir seferinde yine böyle yapmış, torunlarıyla şakalaşmıştı. Yanında bulunan Uyeyne bin Bedir, bırakamadığı Arap cahiliye alışkanlığıyla bir an Efendimizin bu davranışını garipsedi: Vallahi benim de çocuklarım var. Şimdiye kadar bir kere olsun öpmedim, deyince Allah Resûlü (a.s.m.): Merhamet etmeyene merhamet olunmaz, buyurarak, ona yaptığının yanlış olduğunu belirtti. Çok fazla sorumluluğu olan Allah Resûlü nün (a.s.m.) günleri son derece yoğun geçerdi. Buna rağmen torunlarını özlediğinde bir yolunu bulup evlerine giderdi. Fazla zamanı olmadığında içeri girmez, torunlarını dışarıda sevip geri dönerdi. Yine öyle bir gündü. Sahabilerle yürüyerek Hz. Fâtıma nın evinin önüne gittiler. Kapıya gelince Hasan ve Hüseyin i yanına çağırdı. Hz. Fâtıma çocuklarını güzelce yıkamış, güzel elbiseler giydirip kokular sürerek takılarını takmıştı. İşi biten Hz. Hüseyin koşarak dedesinin yanına gitti. Ancak annesinin Hz. Hasan la henüz işi bitmemişti. Annesi onu hazırladığı için gecikmişti. Allah Resûlü (a.s.m.) merak edip endişelendi ve: Yavrularım nerede? Çocuğum orada mı, diye seslendi. Biraz sonra Hasan da koşarak yanlarına geldi ve Allah Resûlü nün (a.s.m.) yanında bulunan kardeşi Hüseyin e sarıldı. Efendimiz iki kardeşin bu hâlini görünce çok sevindi ve sevinci her zaman olduğu gibi dua ile izhar etti: Allah ım! Ben onları seviyorum. Sen de onları sev. Onları sevenleri de sev, buyurdu. Her geçen gün biraz daha büyüyen Hz. Hüseyin, sokağa çıkarak çocuklarla birlikte oynamaya başlamıştı. Çoğu zaman kardeşiyle çıkar, arkadaşlarıyla buluşarak oynarlardı. Her çocuk gibi o da oyun oynamaktan büyük keyif alırdı. En sevdiği şey ise oyun sırasında dedesiyle karşılaşmasıydı. O anlardan birine şahit olan Ya lâ bin Mürre anlatıyor: Bir gün Allah Resûlü (a.s.m.) ile birlikte oturuyorduk. Sahabilerden biri bizi yemeğe davet etti. Daveti kabul eden Efendimiz, yanında bulunan sahabilerle birlikte mescitten ayrılarak, davet edilen eve doğru yürümeye başladı. Bir süre yürüdükten sonra yolda torunu Hüseyin ile karşılaştık. Çocuklarla oyun oynuyordu. Allah Resûlü (a.s.m.) onu fark edince tebessüm etti. Hızlanarak insanların önüne geçti. Hüseyin e doğru yürüdü. Yaklaşınca onu tutmak için elini uzattı. Dedesi ile oyun oynamaya alışkın olan Hüseyin, ani bir 18 19
hamleyle kenara çekildi. Efendimiz tekrar tutmak istedi. Hüseyin bir o tarafa bir bu tarafa kaçtı. O kaçıyor, dedesi gülerek onu yakalamaya çalışıyordu. Birkaç hamleden sonra yakaladı. Bir eliyle çenesini diğer eliyle başını tuttu. Yukarı doğru kaldırıp omzuna çıkardı. Sonra kucağına aldı. Öpüp kokladı. Bir süre sonra çevresindekilere döndü: Hüseyin bendendir. Ben de ondanım. Onun sevdiğini Allah da sever, buyurdu. Peygamber Efendimiz torunlarına sadece sevgi gösterisinde bulunup onlarla oyun oynamaz aynı zamanda beslenmelerine de dikkat ederdi. Sağlıklı beslenmeleri için özen gösterirdi. Bir keresinde ikindi namazını kıldıktan sonra eşi Ümmü Habîbe nin evine gitti ve bir süre sonra hizmetine bakan Enes bin Mâlik i yanına çağırdı ve: Ey Enes! Çarşıya git, dört tane muz alıp bana getir, buyurdu. Çarşıya giderek dört muz alan Enes bin Mâlik, çabucak geri döndü. Doğruca Efendimizin yanına gitti. Ona teşekkür eden Efendimiz: Bunları Fâtıma nın evine götür. Birini Hasan a, birini Hüseyin e, ikisini de Fâtıma ya ver, buyurdu. Emredersiniz, diyen Enes, muzları Peygamberimizin kızı ve torunlarına götürdü. Torunlara yapılan özel dua Ashabıyla bir yere giderken torunlarını yolda ya da sokakta gören Peygamber Efendimiz, durup onlarla ilgilenirdi. Bir gün sahabileriyle birlikte bir yere giderken yolda Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin e rastladı. Arkadaşlarıyla oyun oynuyorlardı. Yolda durdu, sahabilerine döndü: Oğullarımı yanıma getirin, buyurdu. Sahabiler çocukları getirince onları kucağına aldı, bağrına basıp sevdikten sonra: İbrahîm peygamberin oğulları İsmâîl ve İshâk için Allah a sığındığı dua ile onlar için Allah a sığınacağım, buyurdu. Ardından şu duayı okudu: Eûzukumâ bikelimâtihi t-tâmmeti min külli ş-şeytânin hâmmetin. Ve bikülli aynin lâmmetin / Bütün şeytan, dertler ve kem gözlerden Allah ın tastamam kelimelerine sığınırım! duasını okudu. Sonra sahabilere döndü: Atam İbrahîm, çocukları İsmâîl ve İshâk için bu duayı okurdu, buyurdu. Peygamber Efendimiz, Hz. İbrahîm in (a.s.) peygamber olacak çocukları için yaptığı duayı torunlarına yapıp kötülüklerden Allah a sığınırken, Ashâb-ı Kirâm ın şahsında ümmetine gözlerin nuru, gönüllerin süruru evlatları için anne-babalara yapacakları duayı öğretiyordu. 20 21