NESLİN DEĞİŞEN SESİ OKUL DERGİSİ



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Rukia Nantale Benjamin Mitchley Nahide Büşra Ertekin Turkish Level 5

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Zeynep in Günlüğü. Hikaye Yazarı Sevinç DOĞAN ( Türkçe Öğretmeni ) Fatma BAŞA. Kapak Tasarımı ve Sayfa Tasarımı Ahmet ŞAMLI

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS


.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU

HAYAT BİLGİSİ A TEMASI: OKUL HEYECANIM. Gözümüzün rengi Saçımızın rengi Okula gitmemiz Yukarıdakilerden hangisi fiziksel özelliğimiz değildir?

Herkese Bangkok tan merhabalar,

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap

&[1Ô A w - ' ",,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ

GÜZELLER GÜZELİ BAYAN COONEY

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

Bu konuda daha kim bilir ne yöntemler bulunacak? Tüm Kişisel Gelişim Uzmanı Meslektaşlarımı ve dostlarımı WC-TERAPİ çalışmalarına bekliyorum!

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

ALTIN KALPLİ ÖĞRETMENİM

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

ÖYKÜ NÜN GÜNLÜĞÜ GÜNLÜĞÜM

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir.

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

AFYONKARAHİSAR REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

CİN ALİ İLE BERBER FİL

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

Mutlu Haftalar! Mutlu Ramazanlar! ilkokul1.com

Turkiye' ye dönmeden önce üniversiteyi kazandığımı öğrenmistim. Hayatımın en mutlu haberini de orada almıştım.

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

AĞIR ÇANTA. Aşağıdaki soruları metne göre cevaplayınız. 1- Fatma evden nasıl çıktı? 2- Fatma neyi taşımakta zorlanıyordu?

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ


ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

Yazan : Osman Batuhan Pekcan. Ülke : FRANSA. Şehir: Paris. Kuruluş : Vir volt. Başlama Tarihi : Bitiş Tarihi :

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz


yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Serbest Yazma Konuları. Yrd. Doç. Dr. Aysegul Bayraktar

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

Başarı Hikayelerinde Söke Ekspress Gazetesi ve Cumhuriyet Ofset Matbaasının sahibi, 1980 yılından bu yana üyemiz olan Yılmaz KALAYCI ya yer verdik.

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

ESERLERLE BAŞ BAŞA KALMAK. Hayalinizde yarattığınız bir yerin sadece hayal olmadığının farkına vardığınız bir an

02/17 Jelinek, Hauschildt, Moritz, Okyay, & Taş HOŞGELDİNİZ. Depresyon Tedavisinde Metakognisyon Eğitimi (D-MCT)

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Kulenizin en üstüne koşup atlar mısınız? Tabii ki, hayır. Düşmanınıza güvenip onun söylediklerini yapmak akılsızca olur.

TÜRKÇE PAMUK DEDE soruları yukarıdaki metne göre cevaplayınız. 1) Aşağıdakilerden hangisi Pamuk dede nin yaptığı işlerden birisi değildir?


Çok Mikroskobik Bir Hikâye

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

TURK101 ÇALIŞMA 6 ZEYNEP OLGUN MAKİNENİN ARKASI

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

ISBN :

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Derleyen: Halide Karaarslan / Uzman Pedagog Görsel Tasarım: Semra Bolat / Sanat Dersleri Zümre Başkanı

Yüz Nakli Doktorları Birbirine Düşürdü

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

Hayata dair küçük notlar

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 6 (ΔΞΙ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

SARIGÖZLER ORMAN DEDEKTİFLİK AJANSI

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

* Balede, ayak parmakları ucunda dans etmek. [Ç.N.] ** Balede, ayaklarını birbirine vurarak zıplamak; antrşa şeklinde okunur. [Ç.N.

Prof.Dr. Jeffrey H. Lang ın İlk Namazı

Transkript:

NESLİN DEĞİŞEN SESİ OKUL DERGİSİ

İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik, geçici Mustafa Kemal... İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim teşebbüslerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!

OKUL DERGİSİ OKUMA KÜLTÜRÜ VE YAYIN KULÜBÜ ÖĞRENCİLERİ TARAFINDAN HAZIRLANMIŞTIR YAYIN KURULU: Alya BİLENSER Aydan ALPYILDIZ Burak MİRZANLI Derin ERBAŞ Derin ÖZDEMİR Ege TEKEBAŞ Ela ALYANAK Göksu BAKIR İdil ÖZDEMİR Lora YENİCE Naz ŞAHİN Nehir CANDAŞ Oğuz Cemal ÜNSAL Selin DEMİRYOL Selin SADIKLAR Simge ALİŞAN Utku BUDAK ÖZEL NESLİN DEĞİŞEN SESİ OKULLARI Fırın Sokak No:20 Bomonti İÇİNDEKİLER: Unutulan Kadın (Öykü)...1 Adaletsiz Dünya (Öykü)...3 Sigorta (Öykü)...6 Takip (Öykü)...8 Sadakat (Öykü)...9 Saklı Katliam...11 Amerika Yolculuğu...13 Küçük Köşe: Amaç...14 Cesaret...14 Arkadaşlık...14 Başarı...15 Dürüstlük...15 Düşünce...15 Sevgi...16 Özgürlük...16 Düşünce...16

UNUTULAN KADIN ''Tabii, aklıma gelmiyor değiller.'' diye başladı konuşmasına Barış Bey. Sorumun üstüne verdiği bu cevabı hiç beklemiyordum açık olmak gerekirse. O kadar dil döktükten ve yalvardıktan sonra bu cümle beni hiç tatmin etmemişti. Şaşırdım çünkü tam tersine bana bağırmasını bekliyordum. Sakinliğini koruyup sabırla dinlemesini de takdir ettim açıkçası çünkü ağlaması bile olası bir durumdu. Bu düşüncelerle uğraşırken önüme sade Türk kahvem kondu. Getiren hanıma teşekkür ettim ve konuşmaya devam ettim, ''Bu konuyu açtığım için çok üzgünüm fakat gerçekten kendi eşimle de ilgili olduğunu düşünüyorum, bunu siz de biliyorsunuz. Beni dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.'' dedim. Lafımı bitirince hiçbir şey demeden ayağa kalktı ve arka tarafında bulunan pencereye doğru yürüdü. Sağ tarafında bulunan resmi aldı ve ona bakmaya başladı. ''Önemli değil.'' dedi sessizce. Tam olarak şu anda buradan gidip onu eşiyle yalnız bırakmam gerektiğini anladım. ''Ben kaçıyorum Barış Bey, olur da aklınıza bir şey takılırsa numaramı girişteki sehpanın üstündki deftere yazmıştım. Her zaman sizin için müsaitim.'' bunu söylerken olabildiğince nazik olmaya çalıştım. Bir şey söylemedi, tabii ki bir cevap beklemiyordum o an konuştuğumun farkında bile değildi, eşine odaklanmıştı. Evin arka kapısından çıktım. Eski püskü ama çok sevdiğim arabamı çalıştırdım ve evin yolunu tuttum. Evet Barış Bey'le çok çok çok, gerçekten çok garip bir tesadüf sonucunda karşılaştım. Hatta bu bir ay sonunda kadere bile inanmaya başladım. Eşi ve o çok güzel bir hayat sürüyorlardı, tabii ki bir de çocuklarıyla. Çocuklarının ismi Elif'ti sanırım. Ben de eşimle çok mutluydum. Ta ki eşim ortadan kaybolana kadar. Ne olursa olsun iki sene onu aradım. Asla ölmüş olabileceği aklımdan bile geçmedi ve net bir şekilde geçmemeye devam ediyor. Insanlar artık onun öldümüne kendilerini o kadar inandırdılar ki ona içi boş bir mezar bile yaptırdılar. Benimse onun cesedini aradığımı sanıyolar. Ama onun öldüğüne dair elimde en küçüğünden bir kanıt bile yok. Bu da asla umudumu yitirmemi sağlıyor. Çünkü umut yoksa amaç yoktur ve amaç yoksa da güç. Eğer benim gücüm olmasaydı şu anda evimde oturmuş boş boş duvarları izliyor olurdum. Her neyse sonuç olarak Barış Bey de eşini ve çocuğunu kendisi koma halindeyken iki sene önce kaybetti. Ama o eşi ve çocuğu öldükten sonra bir sene boyucna koma halinde kaldığı için ancak geçen senenin yazında aldı haberi. Aslında eşi, kızı ve kendisi bir arabadayken bir kaza yapmışlardı ve o komaya girmiş, eşiyle kızıysa ölmüştü. Bu olay da koma halindeki insanların ruhlarının uyanıp etafta dolaştığı teoriyi çürütüyor tabii ki. Bu olay sonrasında bir yıl oyunca evinde sanki kızı ve eşi ölmemiş gibi davranmış ve her gece ağlamıştı. Tabii bunun hiçbir işe yaramadığını anlayınca kazanın nedenlerini araştırmaya başlamıştı. Ben de aynı şeyi yapıyordum. Karımı arıyordum. Barış Bey'le bir ay önce bir arabacıda karşılaştık. Barış Bey arabasının kazadan sonra çekilmiş fotoğraflarını adama gösterip kazanın nasıl gerçekleştiğini anlamaya çalışıyordu. Bense karımın arabasını orada gördüğüm ve neden burada olduğunu sormak için oraya gelmiştim. Ondan sonra sürekli görüştük. Çünkü o arabalarına çarpanın bir, onun tabiriyle, ayyaş olduğunu öğrenmiş ve onu içeri tıkmak için elinden geleni ardına koyuyordu. Bense hâlâ Senem'in izini sürüyordum. En sonunda anladik ki eşlerimiz eskiden çok yakın arkadaşmış ve yazları bizden kaçıp bir iki günlüğüne küçüklüklerinde yaşadıkları köylerine gidip oralarda gezip geri gelirlermiş. Işte adını bilmediğim o kadın bize bunları söylediğinde kadere sonsuz bir inanç beslemeye başladım. Biz Barış Bey ve Amir Mustafa'yla birlikte vakanın belgelerine göz atarken bir polis hanımefendi yanımıza gelip bize Barış Bey'in eşini tanıdığını söyledi. Köyden küçüklük arkadaşıymış. Ayrıca farkına varmadan aynen şu cümleyi kurdu, ''Senem diye bir arkadaşı vardı, yazları kaçamak yapıp köye bizi ziyarete gelirlerdi. Tüm köy onları çok sever. Geldiklerinde herkes işi gücü bırakır onların yanına koşardı.'' Tam o sırada Senem'in o köyde olabileceği aklıma gelse de oraya gitmeye hiç fırsatım olmamıştı. İşte yarın, o köye gidecektim. Eşlerimizin arkadaş olması bizi birbirimize bağlamıştı ve acımızı unutmamızda bize az da olsa yardım etmişti. 1

Sonunda köye gitme cesaretini gösterip arabama atladım. Bunu yapmak için cesaretimin adeta bir yazara gelen ilham gibi gelmesini bekledim. Gelince de altımda pijama ve içinde birkaç dilim kek olan çantamı alıp yola çıktım, gerçekten insanlara çok rezil bir görüntü sunuyordum. Sonuçta arabaya atladım ve zar zor çalıştırıp köyün yolunu tuttum. Köy çok uzak bir yerde değildi tabii, Eskişehir'in oralardaydı. Bir kere Senem'i bıraktığımdan biliyordum. Ellerim titreye titreye direksiyonu tutuyordum. Köye varmama daha çok vardı. Ama bana iki saattir yoldaymışım gibi geliyordu.saatime baktım, yalnızca on dakika. ''Yok artık.'' diye düşündüm içimden. Sanırım bu biraz zorlu bir yolculuk olacaktı. Yaklaşık bir saat sonra durdum. Dışarıda açık olan bir kafe bulup oturdum. Bu saatte neden bir kafe açıktı? O tartışılır tabii. Çünkü saat gecenin biriydi. Herneyse biraz uyanık kalmak için kahve içtim ve garsondan onu bir kağıt bardağa doldurmasını istedim. Çünkü saat bir buçuktu ve kahvemi de alıp yola devam etmem gerekiyordu. Arabaya bindim ve köyün yolunu tuttum. Önüme çıkan o engebeli yollar, çukurlar, ağaçlar veya polisler, hiçbiri yolumdan geri dönmeme sebep vermezdi. Kendimde muhteşem bir enerji patlamasyla karışık özgüven hissediyordum. Bu gayet güzel bir histi. Cesaretimin kaynağı ve arabanın direksiyonundan tutan da oydu zaten. Yaklaşık bir saat sonra köyde vardım. Sağda Senem'in hep bahsettiği o köy girişindeki Hasan amcaların evi, soldaysa o uzun çiçekli yol. Bu saatte bile koşulturan iki çocuk... Muhteşemliğiyle büyülendiğim o güzel yollardan geçerken uyanık bir adam gördüm, ağlıyordu. Gidip ne olduğunu soramazdım. Ben de gidip bir mendil uzattım ve önüne geçip onunla konuşmak için biraz eğildim. ''Amcacım hayola, iyi misin?''. ''İyi falan değilim be yavrum! Ah be güzel gözlüm be, çok yazık oldu güzel kızıma.'' dedi. ''Amcacım Allah rahmet eylesin, sabır versin sana. Çok üzüldüm kimse. Fakat benim sana bir sorum olacak.'' deyince amcanın yüzü bana döndü.''buyur oğlum.'' demesiyle hemen atıldım, ''Amcacım Senem Gültaş' bilir misin bilmem. Ama ben onun için geldim buraya bu saatte. Yerini söyle de gidip göreyim.''dedim. Amcanın yüzünde güzel bir tebessüm oluştu.senem'i tanıyormuş meğer ve eşi olduğumu bildi. Benden bahsedermiş Senem arada, çok mutlu oldum. Bana Senem'in olduğu yeri tarif etmesiyle teiekkür edip muhteşem bir mutlulukla tarif ettiği yoldan gittim. En sonunda vardığımda bunun bir rüya olduğunu düşünüp kenimi bir iki kez tokatladım, gözlerimin doldu, ellerimin titredi, nefesimin kesilmeye başladı ve küçük büyük attığım o tüm adımların yavaşça durdu. Çünkü o karşımdaydı. Sanırım o güzel türk dizilerinin içindeydim. Kadınla erkek karşılaşırlar, adam ağlamaya başlar ve tam da o anda kadın boynuna atlar, adam kadını döndürür, sonra el ele tutuşurlar. Ama bunların hiçbiri olamadan ben onun gözlerine odaklanmıştım. Güzel gözleri anlam veremediğim bir bakışla dolmuştu. Sanırım tek dileğimiz gerçek olmuştu, yaşlanmasak da birlikte ölmek. Çünkü ben son nefesler,mi verirken onun o güzel gözlerini taşına kazındığı mezara bakıyordum ve gözleri çok güzeldi... Selin SADIKLAR 2

ADALETSİZ DÜNYA Benim adım Ege. 21 yaşındayım ve Boğaziçi Tıp Fakültesi' nde üniversite sonda okuyorum. Benim hocam Burak bana eğitim veriyor. En büyük emelim gerçekten, ba şarılı olabilmek. E ğer hayatta birinci olamayacaksak, yaşamanın ne anlamı var? Do ğumda ö ğretilmi şti bize, hayat bir yarıştır. Hızlı koşmazsan, ezerler seni. Hayata gelme sürecinde bile, bir sperm di ğer 300 milyon spermi geçer. Yumurtadan ilk çıkan kuş, diğer yumurtaları yuvadan a şa ğı atar. Kesin ba şarı olmazsa, hayat imkansızdır. Tabii maddi güç, prestij ve başarının en önemli kanıtları. Hocam Prof. Burak üniversiteden çok yüklü bir maaş alıyor ancak bu parayı diğerlerinin saygısını ve ilgisini kazanmak için kullanmaması yaptığı en büyük aptallıklardan bir tanesi. Bana bildiğim her şeyi ö ğreten ki şinin böyle basit aptallıklar yapması gülünç. IQ puanım 142, hak etttiğim parayı fazlasıyla almalıyım ; üstüne üstlük bu paradan nasıl faydalancağımı da biliyorum. Keşke o konumda olabilseydim, işimi bu kadar iyi yaparken istediğim konuma nasıl hala gelemediğime çok şaşırıyorum ama daha önemlisi bu beni en çok sinirlendiren şey. Sinirli bir insanım, kendimi ifade etmeyi ve hakkımı sonuna kadar savunmayı iyi biliyorum. Biliyorum ki Hukuk okusaydım da çok ba şarılı bir ö ğrenci olurdum. Hatta şu anki 'stajyer' konumumu düşündüğümde Hukuk Fakültesi'ne girmedi ğime pişmanım. Şu yılın çabucak geçmesini istiyorum. Buradan kurtuldu ğumda istediğim kadar para alabileceğim. Ama hocam daha öğrenmem gereken çok şey olduğunu, daha çok tecrübe edinmem gerektiğini söylüyor. Üniversiteye ilk başladığımda da bana böyle söylemişlerdi. Hepsi haksızdı ve ben hepsinden daha başarılı oldum. Yaşım daha büyük olsaydı eminim onlara günlerini gösterirdim. Günler hızlıca geçiyor. Seneye ben de paraya para kataca ğım. Daha önce dedi ğim gibi ben hırs dolu biriyim ve bu işi bırakmayacağım. Ama hak ettiğim yere kavu şmamı bazı faktörler engelliyor, ortadan kaldırılması gereken bazı kişiler ve faktörler var. Komik olan da hocamın tüm yaptıklarına rağmen bana iyi davranması. Bana ne yaptığını, hayatımı nasıl mahvettiğini hiç bilmiyor. Hocamın bir işler peşinde olduğunu fark etmeye başladım. Çünkü bunu açıklayacak çok kanıt var. Mesela gece geç saatlere kadar ofiste kalıyordu. Bir savcı ve bir dedektif ofise girip gece geç saatlere kadar toplantılar yapıyorlardı. Bir keresinde ofiste çıkmı ş gibi yapıp çıkmadım. Saklandım ve İdil ve Lora'nın gelmesini bekledim. Toplantı odasına girip, hocamla selamla şıp zaman kaybetmeden konuşmaya başladılar. Çok önemli bir konu konu şuyor olmalıydılar. Kapıya yakla şıp ne konuştuklarını dikkatle dinledim. Ama çok bir şey anlamadım çünkü dedektif olan Lora kapıyı açtı ve açtığı gibi beni karşısında gördü. Bu saatte burada ne yaptı ğımı sordu. Beni kovdu ve kapıyı kapatıp toplantısına devam etti. Ne konu ştuklarını merak ediyorum. Benim lehime de olabilir benden yana da olabilir. Ama benden yana oldu ğunu hiç zannetmiyorum. Ne de olsa pek de dostum sayılmaz. Dün akşam üniversitenin alt sokaklarında yürüyordum. Yolun kar şısında da hocam yürüyordu. Yol epey geniş olduğu için beni görmedi. Kalabalık de ğildi. Araba da geçmiyordu. Sadece o bir tarafta, ben bir tarafta yürüyordum. Sonra beklenmedik bir şey ya şandı. Bir kadın onun arkasından hızla onun üstüne doğru yürüyordu. Yürümeye devam etti. Hızla bıça ğını çıkarıp hocama sapladı. Hocam yerde kıvranırken bir an göz göze geldi ğk. Sonra katil ile göz göze geldik. Ben oradan hızlıca koşarak, otoparktaki arabama binip hızlıca oradan ayrıldım. Evin yolunu tutarken ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Hocam ölecek ve bana kar şı olan tehdit ortadan kalkacak. Artık para ve şöhret benim olacak. Eve gittiğimde bütün gece onu dü şündüm. O katile minnettarım. Benim yerime hocamı öldürdü. Hayatımı yükseklere ta şımak için yapılması gerekeni yaptı. Ona çok içten teşekkür ediyorum. Bu gün hayatımın en güzel günü diyebilirim. Benim dönemimin başlangıcı, hocamın batışının olduğu günden daha güzel ne olabilir. Yıllardır tepeden konuşup bildiklerimi öğreten gereksiz birinin pürüzsüz bir şekilde silinmesi en müthiş şeydir heralde. O adamın hapishane zamanlarını düşünüp acıyorum. Ama bir yandan da kendi yükseli şimi düşünüp seviniyorum. Umarım ölmüştür, yoksa tüm sevincim bo şa gitmiş demektir. Tüm gece bunu düşündüm. Hayatımın geri kalanında neler yapabileceğimi düşündüm. Sanki dünyayı bir hamlede yakalayabilecekmişim gibi hissediyorum. Bu duygu tarifsiz bir duygu. Yani yıllardır bekleyip gerçek olan bir anın mutluluğu olur ya. İşte bu da o. 3

Bugün, dün akşamın mutluluğu ile çok enerjik ve dinç uyandım. Sanki dünyanın tüm güzellikleri bana el uzatmış beni göklere kaldırıyorlardı. Okula gitti ğimde herkes yas tutuyordu. Tabii ben de mutluluğumu pek fazla belli etmedim. Sanki hocamın ölümüne çok üzülmü şüm gibi boynum eğik bir şekilde laboratuvara girdim. Hocamın sandalyesine oturup onun resimlerine baktım. Sevincimi kimseye belli etmeden bıyık altından gülerek kısık sesle ''Hak yerini buldu.'' dedim. Sonra beni orada otururken gören arkada şım bana hocamın ölmedi ğini, hastanede yo ğun bakımda olduğunu söyledi. O an gerçekten üzülmü ştüm. Bıçak çok derin girmişti ama nasıl olduysa kurtulmuştu. Meğerse adalet değil adaletsizlik beni yerin dibine çekiyormu ş. Keşke o katil ona daha fazla bıçak saplasaydı. O zaman adalet beni göklere kaldırırdı. Bayram ederken acı mı acı bir olay duyarsınız ve çok üzülürsünüz ya. Benim de şu anki halim, durumum aynı. Hayat bana kükrüyor, pençeler savuruyor, beni tehdit ediyor, bir de üstüne üstlük hayatımın kalanını mahvedecek kadar acı veriyor ve çok hırpalıyor. Hocamın cenazesinin haberini beklerken hocamın iyile şece ğini yo ğun bakımda ameliyat gördüğünü duyuyorum. Umarım doktor hocamın ölümüne sebep olacak bir hata yapar da benim hayatımın geri kalanını güzelleştirir. Ama kötü olan şey ise onun ba şında duran doktorun Türkiye'nin en iyi cerrahlarından biri olması. Sanki onun ölmemesi yetmiyormuş gibi hayat bana büyük bir pençe daha attı. Evime iki polis geldi. Beni karakola götürmek istediklerini söylediler. Nedenini anlamadım ama bir i şler çevrildiğini anladım. Karakola gidince geçen gün göredüğüm dedektifi ve savcı oradaydı. Kar şımda kaşlarını çatmış bana bakıyorlardı. Benimle konu şacak çok şey oldsuğunu söyleyip beni sorgu odasına çektiler. Önce söze savcı İdil başladı : -Burak benim arkadaşım ve onun böyle yaralanmasından sonra sorulan sorularda senin de orada olduğunu, ona yardım etmeyerek koşup arabana binip kaçtığını söyledi. Bu do ğru mu? Kapının önünde duran iri yarı bir polis beni yalan makinesine ba ğlayarak yüzüme ı şık do ğrulttu. Cevabım şöyle oldu : -Evet, bunu yapmış olabilirim. Ama bunun bir nedeni var. Ben katilin beni öldürmesinden korkarak kaçtım. Yalan makinesi yalan söylediğimi söyledi. Dedktif Lora doğru cevabı istedi. Ben gerçekten yalan söylemediğimi açıklamaya çalıştım. Ama inanmadılar. Dedektif bilgisayardaki otoparkın kamera kayıtlarını göstedi. Bana katilin beni görünce kaçtığını, benim de onun kaçtı ğını gördü ğümü söyledi. Ben önce inkar etmek istedim ama bu doğruydu. Gerçekten de katilin kaçtı ğını görmü ştüm. Savcı da bana psikolojik bozukluğum olduğunusöyledi. Bu nedenle akıl hastanesine gidece ğimi söyledi. Benim seviyemdeki birinin delilerle beraber ya şayacağına inanamıyorum. Artık hayat bana son noktayı vurmuştu. Kendimi sersemlemiş şekilde buldum. Akıl hastanesine gidece ğime inanamıyorum! Kollarım bağlı beyaz bir gömlek ile daracık ve yalnız bir odada bulunmak beni gerçekten deliye dönüştürür. Son haber geldi. Bugün akıl hastanesine gidiyorum. Beni gelip alıcaklar. Deli gömle ği giydirip akıl hastanesine götürücekler. Bu haksızlıkların en büyü ğü. Benim profesör olmam gerekirken zekâsı geri olan insanlarla aynı yerde yaşayacağım. İnanamıyorum! Bunun nasıl bir haksızlık olduğunu anlayacaklar ve bir gün benim oraya lâyık olmadığımı anlayacaklar. Aslında kaçmayı deneyebilirim. Eve geldiklerinde beni bulamazlar. Yanımda bir miktar para ile buradan kaçarım. Telefonumu almam. İzimi bulabilirler. Arabayı da almam. Ehliyetimi iptal etmi şlerdir. Buradan bir an önce kaçmam lazım. Hayatımın kaderi burada belirlenicek. Kaçak olarak ya şamak mı? Yoksa deli olarak mı? Tabii ki kaçak olarak yaşamak. Deli olmam gibi bir şey söz konusu de ğil. Sırtımda değerli eşyalarımın olduğu çanta, önümde uzun bir yolculuk var. Çok uzun yol gittikten sonra kamp malzemelerimi bir köşeye kurar orada dinlenirim. Ne bulursam yerim. Biraz sefil, biraz özgür bir hayat yaşarım. Çok uzaklarda bir yaşam kurar, yeni bir i ş edinirim. Bu dü şünceler güzel olsa da gelmelerine az kaldı. Kaçmalıyım. Hazırım ve gelmelerine çok az kaldı. Hemen çıkmalıyım. Şimdi çıktım ve gidiyorum. Ko şarken evimin önünde duran arabayı fark ettim. Acaba gelmi ş olabilirler miydi? Arabadan iki adam indi. Ellerinde çilingirlerin kullandığı kapı açıcı vardı. Kapıyı tıkladılar, cevap gelmeyince kilidi açmaya çalıştılar. Hiç renk vermeden hızlıca kaçtım. Yeterince uzaklaştıktan sonra büyük bir bahçenin uzak bir yerine kampımı kurdum. O geceyi orada geçirdim. Sabah uyandığımda kimse yerimi görmemişti. Hızlıca toparlanıp yoluma devam ettim. Ama hayallerim battı. Televizyonda haberim yapılmış. Kahvaltı etmek için fırına gittiğimde beni ihbar etmişler. Poğaçamı yerken iki adam yine 4

geldi. Beni yaka paça arabaya bindirip akıl hastanesine götürdüler. Hastanede dı şı sünger kaplı plastik kelepçeyi zorla takıp beni süngerimsi duvarları olan bembeyaz bir odaya tıkıp beklediler. Hapishanede olmayı tercih ederdim. Onurumu fena şekilde zedelediler. Bunun hesabını daha sonra fazlasıyla vereceğim. Yaklaşık bir saat sonra kapı açıldı ve beni ba şka bir odaya aldılar. Güya beni tedavi edeceklermiş. Bazı ilaçlar verdiler. Onları aldım ve odama geri döndüm. Ö ğle yeme ği sırasında bir sürü özürlü insan yemeklerini alıp görevlileri tarafından yediriliyorlar. Benim yanımda duran görevli bana yedirmeye kalkıştığında onu engelleyerek kendim yiyebileceğimi söyledim. Yemeğimi kendim yemeye koyuldum. Yemek saati bittikten sonra odama gittim. Tedavi zamanı geldiğinde tedavi odasına gittim. Yan odada gereksizce gülen bir delinin sesini duymak sinirimi iyice bozdu. Bana psikolojik tedavi uygulayan adam benimle alay eder gibiydi. Sanki ben de o delilerin kategorisindeymişim gibi. Buradan kaçmanın mutlaka bir yolu olmalıydı. Hapishane kadar sa ğlam ve labirent kadar karmaşık bir binaydı burası. Ama bir yolu vardı. Duvarlar çok yumu şaktı. Kelepçe bile dı şı süngerle kaplı plastikten yapılmaydı. Kaçmanın tek zor kısmı süngerin arkasındaki sa ğlam duvarlardı. Aslında görevliyi de geçebilirdim. Kendimi duvarlara vururken o içeri girer ve sonra onun kafasına vurarak bayıltabilirdim. Sonra diğer delileri kurtararak hep beraber kaçabilirdik. Geriye planı uygulamak kaldı. Kendimi duvarlara vurdum, zıplayıp kendimi yere attım, Kelepçeyi aya ğıma taktım, sonunda görevli kapıyı açtı. Yanıma geldi, ve geldiği gibi onu bayıltarak kelepçemi anahtarla çözdüm. Görevli kıyafetini giyip kelepçeyi görevliye taktım. Diğer görevlileri de bayıltarak hücrelerin kapılarını açtım ve delilerin kelepçelerini çözüp görevlilere taktım. Her yerde ko şan deliler vardı bu beni iyice kamufle ederdi. Bina çok karışık ve labirent gibiydi. Bir sürü koridor ve karı şık yerler vardı. Ne kadar zor olsa da sonunda çıkışı buldum. Kimseye görünmeden özgürlü ğün doruklarına vardım. Ama kameralardan kuşkuluyum. Umarım beni sıradan bir görevli zannetmi şlerdir. Malesef eninde sonunda öğreneceklerdir. Benim bir an önce buralardan kaçıp ba şka bir yerde doktor olarak çalışmam lazımdı. Evime gittim ve evin kapısının açık oldu ğunu fark ettim. İçeri girdi ğimde evin soyulmuş olduğunu fark ettim. Evin sığınağına indiğimde sağlam oldu ğuna çok sevindim. Orada böyle bir durumda bulunması gerken her şey vardı. Kendimi oraya kilitledim ve bir haftalık yiyecek, giyecek ile geçinmeye çalıştım. Elektriği spor yaparken sağlıyordum. Pedalları çevirdi ğimde elektrik oluşuyor ve bu elektrik benim yaptığım doldurulabilen pili dolduruyordu. Kendisi hastanedekiler jeneratörler kadar çok elektrik depolayabiliyordu. Bunun için spor yapmalıydım. Suyu ya ğmur yağdığında çatıdaki kanallarla arıtılarak zemindeki su deposuna depolanıcak ve suyumu oradan sağlayacağım. Yiyecek konusunda kuşkuluydum. Beni herkes deli zannediyordu. Kar şıdaki bakkalın bile bana güveneceiğini zannedemezdim. Ama yiyeceğim bir süre sonra bitecekti. Nereden sağlayacaktım? Nereden para kazanacaktım? Bana kim iş verecekti? Herkes beni deli zannederken kimsenin gözünde güvenilir değilim. Dün yaşanan heyecandan sonra bu sabah hayli sakindi. Uyandığımda beynime kan gitmi ş ve harika bir fikrim vardı. Kendime maske yapacaktım. Böylece kimse beni tanıyamayacaktı. Ama maske yapmak kolay değil ve maske yapacak madde elimde yok. Ama numarasız gözlük ve bere ile anlaşılacağımı zannetmiyorum. Buradaki insanlara da evin kuzenimin evi oldu ğunu ve hastaneden çıkana kadar evi benim devralacağımı söylerim. Böylece kurtulurum. O mahzen gibi yeraltı mağarasında da yaşamama gerek kalmaz. Numarasız gözlük taktım ve evdeki saç boyalarından kahverengi olanı alıp siyah saçımı kahverengiye boyadım. Sakallarımı tamamen traş edip soka ğa çıkmak için daha önce hiç giymediğim yepyeni kıyafetlerimi giydim. Artık hazırım ve dı şarıdaki insanların hikâyeme inanacağından kuşkuluyum. Evden çıktığımda dehşete kapıldım. Bir sürü polis beni bekliyordu. Korkuyordum ama bunu beklemiyordum. Başkomiser benim yüksek güvenlikli akıl hastanesinden kaçtığım için akıl hastası olmadığımın kanıtlandığını ama bunun beni sevindirmemesi gerektiğini çünkü hapishaneye gönderileceğimi söyledi. Ben de onun kuzeni olduğmu ve hapishaneden kaçtı ğını bilmedi ğimi söyledim. Ama arkadaki arabadan dedektif çıkınca başımın belaya girdi ğini anladım. Dedektif benim saç telimi kopaardı ve DNA için kullanacağını söyledi. Sonra gözlü ğümün dümdüz oldu ğunu fark edince numarasız olduğunu anladı. Hapishaneye gideceğimi anladım. Ege TEKEBAŞ 5

SİGORTA 4:48 Her zamanki gibi ofisteyim. Doldurmam gereken sayısız raporlarla boğuştuğum için saatin farkında değilim. Bıkkınlıkla koltuktan kalkıp aynaya bakıyorum. Gözlerim kan toplamış, henüz 23 yaşında olamama rağmen gözlerimin altında torbalar var. Aslında bakımlı bir kadınımdır ancak son iki haftadır kendimle ilgilenemiyorum. Belki de ailem haklıydı. Annem ve babam benim eczacı olmamı istiyorlardı. Ama ben yurt dışında Suç Piskolojisi ve Kriminoloji okudum. Çocukluğumdan beri dedektif olmak istemişimdir. Küçükken sürekli bir olay olduğunda kafamda kurguladığım için dedektifliğe merak sardım ve istediğim mesleği elde ettim. Bu sebeple işimi çok seviyorum. Bu düşünceler kafamı karıştırırken birden telefon çaldı. ><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><> 5:07 Olay yerine gidiyorum.telefonda söylendiğine göre ünlü koleksiyoner Andrew Kweiller'ın yaklaşık iki milyon dolar değerindeki tarihî müchevherleri çalınmıştı. Ayrıca yanında çalışan asistanı öldürülmüştü. Yaklaşık bir saat sonra olay yerine geldim. Olay ormanın yanındaki lüks bir villada gerçekleşmişti. Villanın önünde ambulans, adli tıp uzmanları, polisler ve olay yeri inceleme ekipleriyle doluydu. Biraz ileride yardımcım Elliot belgelere bakıyordu. Yanına gidip: «Anlat bakalım olayı.» diye atıldım. Elliot bana bakarak: «Sana da merhaba, öncelikle kurban çalınan mücevherlerin en pahalısı olan elmasın bulunduğu bölgenin hemen önünde öldürülmüş, Toplam sekiz parça çalınmış ve işin tuhafı odada hiç ayak izi yok. Ayrıca çalınan koleksiyonlar ünlü bir vakfın yaptığı açık artırmalardan alınmış.» Yardımcım bunları analtırken olay yerine gelmiştik. Elliot kurbanın adn Shane Wilson olduğunu söyledi. Etrafı incelemeden önce Andrew Kweiller ile konuşmanın daha mantıklı olacağını düşündüm. ><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><> 7:12 Andrew'u ofisine girdiğimde onu koltuğunda evrak imzalarken buldum. Yardımcısı öldürülmüş ve koleksiyonları çalınmış birine göre oldukça sakin ve umursamazdı. Elliot ile çalışma masasının önünde duran koltuklara oturduk. «Buyrun.» diyerek konuşmayı başlattı. Yakından bakıldığında tam bir zengin gibi görünüyordu. Boynundaki bordo fuları ve lacivert takım elbisesi adeta parlıyoru. Yaşlılıktan beyazlamış gri saçları güzelce taranmış ve iki ayrılarak omuzlarına dökülüyordu. Gözündeki yuvarlak gözlük bile kıyafetiyle uyum içerisindeydi. Yüzü hafif kırışmıştı buna rağmen bakımlıydı. «Size birkaç soru sormak istiyoruz, öncelikle şüphelendiğiniz sizden haz etmeyen birileri var mıydı?» diye sordum. Biraz düşündükten sonra : «Açıkcası katıldığım açık artırmalarda birçok rakibim, koleksiyoner vardı ama benden bunu yapacak kadar nefret eden birini tanımıyorum.» sözünü bitirdikten sonra aklına bir şey geldiğini fark edip : «Aslında biri var, yıllardır benden alamadığı müchevher ve eserleri alamayan Rupert Harrison olabilir Emin değilim ancak bir keresinde çalışma odama girdiğimde onun evraklarımı karıştırırken yakalamıştım.» dediklerini not ettikten sonra : «Peki asistanınız Shane'in öldürülmesi hakında ne düşünüyorsunuz?» «Shane benim için değerli bir insandı. İşlerimin yükünü hafifleten, zeki, çalışkan bir çocuktu. Onun ölümü beni çok üzdü. Onun öldürülmesi hakkında bir fikrim yok belki olaya tanık olmuş ve bu sebeple öldürülmüştür ve...» Elliot Andrew'un konuşmasını keserek : «Yani olayı fark ettiğini söylüyorsunuz.» Andrew Kweiller sinirlenerek : «Bu benim değil sizin işiniz ben uyuyordum sizce nasıl bilebilirim? Sorgunuz bittiyse dinlenmek istiyorum. İzninizle!» diyerek kapıyı işaret etti. 6

Neden kızdığını tam kestirememiş olsamda : «Özdür dileriz Bay Kweiller bu olayı çözeceğim.» diyerek odadan çıktım. Bu olayda masum olduğunu düşündüğümüz koleksiyonerin sütten çıkmış ak kaşık olmadığını ve konuşmasındaki bir şeyleri gizlediğini agresif konuşma tarzından fark ettim. ><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>< Ertesi gün saat 11:30 Erken kalkıp bu olayın çözümü için Elliot ile buluştum. İlk önce Rupert Harrison ile konuşmaya karar verdik. Kısa bir yolculuktan sonra Rupert Harrison'ın ofisine vardık. Odasına girdiğimizde çok şaşırmamış gibiydi. Konuşmaya başlamadan önce el sıkıştık. Konuşmaya ilk başlayan Rupert Harrison oldu : «Büyük ihtimalle Andrew bu olayda benim parmağımın olduğunu söyledi. Benim bu olayla bir ilgim yok olay günü önündeki gazeteden olaydan nasıl haber aldığını ve ne zaman olduğunu bildiğini anladım- ben yurt dışındaydım, size yemin ederim ki benim bu olayla ilgim yok zavallı Shane'i ben öldürmedim. Evet ben ondan nefret ediyorum ancak o herif bana iftira atarak beni hapse göndermek istiyor!» cümlesini bitirdiğinde yüzü kıpkırmızıydı, resmen burnundan soluyordu. Sakinleşmesi için ona cevap verdim : «Merak etmeyin, biz sadece tüm verileri değerlendiriyoruz. Duyduğuma göre siz Bay Kweiller ile birbirinizden pek hoşlanmıyorsunuz ve onun bulunduğu çoğu açık artırmada bulunmuşsunuz. Az çok onu tanıyorsunuzdur bizle bu olaydaki teorilerinizi paylaşır mısınız?» Mümkün olduğu kadar sakin bir şekilde cevap verdi : «Ben ve Andrew büyük bir rekabet içindeyiz. Gözü para ve ünden başka bir şeyi görmez. Bunlar için her şeyi yapar bu kadar aşağılıktır. Bana yaptığı sahtekarlıkları bilseniz inanın siz de nefret edersiniz. Bu olaya gelirsek bir fikrim yok. Çalınan elması çok istiyordum, yazık oldu.». «Pekala, bizimle konuştuğunuz için teşekkür ederiz, bize çok yardımcı oldunuz.» diyerek odayı terk ettik. ><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>< 14:27 Elliot ile öğle yemeği yedikten sonra çalınan eşyaların alndığı açık artırmayı düzenleyen vakfın müdürü Kathrine Petrova ile buluşmaya gittik. Vakıf binası upuzun her tarafı camla kaplı bir gökdelen, arabalar için bir otopark, büyük bir giriş, önünde büyük bir süs havuzu ve etrafını kaplayan büyük bir bahçeden oluşmaktaydı. Danışmadan randevumuzu teyit ettirip Bayan Petrova'nın ofisine gittik. Kapıyı tıklatıp odaya girdiğimizde Bayan Petrova güler yüzlü bir şekilde bizi karşıladı. Orta yaşlı bir kadın olmasına rağmen benden daha bakımlı ve güzeldi. Gayet şık bir elbise ve ışıl ışıl parlayan devasa bir kolye takmıştı. «Hoşgeldiniz, lütfen oturun» dedi. «Öncelkile sizi rahatsız ettiğimiz için özür dileriz ancak sizinle konuşmak bizi en doğru sonuca götürecek. Olayı bildiğinizi varsayarak çalınan eşyalar hakkında bize detaylı bilgi verebilir misiniz?» dedi Elliot. Şaşırmıştım çünkü Elliot normalde konuşmazdı. Demek ki bu olaydan bıkmıştı. «Önemli değil, Bay Kweiller için çok üzgünüm bu parçalar onun için çok değerliydi ve bunlara yüklü bir miktar ödemişti. Neyse ki sigota kaybının bir kısmını karşıladı.» dedikten sonra ben sözünü keserek : «Ne sigortası acaba bu? Evrakları görebilir miyiz?» diye sordum. «Böyle değerli şeyler alınırken tabii ki de sigorta yapıyoruz. Vakıfımız çok hassastır.» Diyerek masasındaki kağıtları bana uzattı. Kağıtlardaki sigorta değerini görünce çok şaşırdım. Bazı şeyler yavaş yavaş yerine orturuyordu. Odadan tam çıkacakken ayakkabımın altında bir şey hissettim. Ayağımı çektiğimde bir kol düğmesi gördüm. Elime alıp incelediğimde yüzüme kocaman bir gülümseme yayıldı çünkü olayı çözmüştüm. 7

><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><><>< 21.34 Hava kararmıştı, uzun bir yolculuktan sonra Bay Kweiller'ın evine geldik. Ofisine daldığımda şaşırmış gibiydi ama gayet soğuk davrandı. «Kapıyı çalsaydınız daha hoş olurdu, ne cüretle bu kadar kaba olabiliyorsunuz. Üstelik bir hanımefdiye hiç yakışmıyor.» dedi. «Sizin tavsiyelerinize ihtiyacım yok Bay Kweiller. Buraya neden geldiğimi siz gayet iyi biliyorsunuz. Sizi yardımcınızı öldürmekten, polisi yanıltmak ve dolandırıcılıktan tutukluyorum.» dediğimde Andrew Kweiller 'ın yüzü soldu ve : «Bu suçlama çok ağır acaba herhangi bir kanıtınız var mı?» diye sordu. «Beni fazla hafife alıyorsunuz. Sizinle konuştuğumda başından beri bu olayda parmağınızın olduğunu hissediyordum. Bütün değerli eşyaları siz çaldınız. Çünkü sigorta parasından yararlanmak ve daha çok ün sahibi olmak istiyordunuz. Sigortanın ödediği ücretin yaklaşık elli kat fazlasını yazan sahte bir evrakla orjinalini değiştirdiniz. Bu şekilde hem elmas sizde kalacaktı hem de kaybettiğiniz parayı çıkaracaktınız. Masanızın üzerinde duran evrakları fark etmiştim. Ama şimdi muhtemelen kasanızdadır. Görüşmemizde gömleğinizin bir kolunda kol düğmesi yoktu. Tesadüfen o kol düğmesi de vakıf müdürü Bayan Petrova'nın odasında bulundu. Yardımcınızın ölümü ise şu şekilde gerçekleşti ; yardımcınız dürüst bir insan olduğu için bu planınızı engellemeye çalıştı ama siz izin vemrediniz.» diye devam ettim. Bay Kweiller çok sinirlenmişti. «Bu doğru değil bu kadın delirmiş!» diye bağırırken çoktan polisler kelepçeyi takmıştı. Ünlü koleksiyonere bakarak : «Kendinize iyi bir avukat tutsanız iyi olur» diyerek orayı terk ettim. Lora YENİCE Gecenin karanlığında önümde ürkek adımlarla ilerleyen kızı izliyordum. Tek sokak lambalarıyla aydınlanan ıssız yolda çantasına sarılmış bir şekilde etrafına bakınıyordu. Ona yetişmek için adımlarımı hızlandırdım. Muhtemelen gecenin bu saatinde çalıştığı müzik dükkanından çıkmış evine dönüyordu. Yağmur çiselemeye başladığında adımlarını hızlandırdı ve evinin sokağına saptı. Evinin önüne kadar beni farketmese de karşı kaldırıma geçtiğimde bastığım su birikintisinin çıkardığı sesle arkasını dönüp bana baktı. En azından karşı kaldırımda olduğum için şüphelenmemiş, gülümsemiş ve önüne dönerek ev kapısını açıp evine girmişti. Ben de onun evinin yanında olan evime gitmeden markete uğramış ve gerekenleri almıştım. Tekrar karşıya geçerek evimin kapısına ilerledim. Anahtarımı kapının deliğine sokmadan önce yan evimde olan Laura'nın evine tekrar baktım. Işıkları hala açıktı. Belli ki daha yatmamıştı. Evimden içeri girerek ışıkları yaktım. Elimdeki poşetleri mutfağa bıraktım ve uyumak için yatak odama çıktım. Dağınık odamdan sonunda temiz bir eşofman ve bluz bulup üzerime geçirdim. Yanımdaki camdan baktığımda ince tül perdesinden yatağa geçip ışıklarını kapatıp uykuya daldığını gördüm. Şimdi rahat bir uyku geçirebilirdim. 8

Sabah alarmın sesiyle uyandım, hemen pencerenin kenarına geçtim ve perdemi araladım. Laura'nın odasına baktığımda giyinmiş bir şekilde makyaj yaptığını gördüm. Saçlarının ıslaklığından banyodan çıktığı belli oluyordu. Aynanın karşısından uzaklaşıp ayakkabılarını aldı ve her zamanki gibi kahvaltı yapmaya aşağı indi. Ben de ona yetişmek için hemen giyindim ve kahvaltı etmeden dışarı çıktım. Şansıma o da çıkmıştı. Bana başıyla selam vererek müzik dükkanının yolunu tuttu. Ben de o fark etmeden ellli metre uzaklıktan onu takip ettim. Müzik dükkanına vardığında kapıda her zamanki o iğrenç gülümsemesi ve düzgün kıyafetleriyle iğrendiğim iş arkadaşı onu karşılıyodu. Laura onu arkadaş gibi görse de o adam kesinlikle farklı hissediyodu. O her Laura'yı gördüğünde parıldayan gözünün ortasına yumruğumu geçirmek istiyodum. Laura ona sarıldı ve beraber içeri geçtiler. Sinirden her tarafı yıkmamak için ilerledim ve kendi iş yerime yürümeye başladım. Hava kararmaya başlamıştı ve ben eve dönmeye karar vermiştim. Laura'nın bugün vardiyası olmadığını ve birazdan eve döneceğini hatırladım. Evime doğru adımladım. Evde yemek yerken araba sesi duyduğumda kalkıp camın kenarına gittim. Araba Laura'nın evinin önünde durduğunda şaşırmıştım çünkü Laura'nın arabası yoktu ve bunun tek bir açıklaması olabilirdi ; O adam onu eve bırakıyordu. Laura arabadan inince o adam da indi ve beraber eve ilerlediler. Gözlerim gördüğüm manzara ile irileşti. Laura onun elinden tuttarak evine sürüklemişti! O adam eve gireli neredeyse iki buçuk saat olmuştu ama hala çıkmamıştı ve ben onun o evde olduğu sürece sinirlerime hakim olamayacağımı biliyordum. Ellerim titreme devam ederken önüme gelen her şeyi yıkmaya ve duvara fırlatmaya başladım. Evde çığlıklarım yankılanırken merdivenlerden gelen seslerle ürktüm. Duvara sırtımı dayadım ve aşağı doğru süründüm. Kapının açılmasıyla başımı dizlerime bastırdım ve gelenlerin seslerini duymamaya çalıştım. Bir zaman sonra sesler uğultu gibi duyulmaya başladı ve gözlerime siyah bir perde indi. Son duyduğum ses ise ambulans sesiydi... Gözlerimi açtığımda bembeyaz bir odada yatıyordum. Yatağımın ucunda tanımadığım bir kadın, doktor ve Laura vardı. Doktora yanımdakilerin kim olduğunu sorduğumda kadının gözlerinin dolduğunu gördüm. Gelip elimi tuttuğunda hızla elimi çektim. Hayal kırıklığıyla birlikte gözlerini benimkilerle buluşturdu ve ismimi fısıldadı. Ona beni nerden tanıdığını sorduğumda bana beni yıllardır tanıyor olduğunu söyledi. Herhalde eski bir arkadaşım olmalıydı. Peki Laura'nın burda ne işi vardı? Kadına arkadaş olup olmadığımızı sordum. Bana verdiği cevapla dondum ve ne diyeceğimi bilemedim. Benim karım nasıl olabilirdi! Yanındaki Laura bana baba diyerek sarıldığında şaşkınlığım iki katına çıktı. Bu nasıl oluyordu? Takip ettiğim kız aslında benim öz kızım nasıl olurdu? O zaman anladım ; Laura'yı takip ederken hissettiğim duygu sadece sevgi değildi. Babalık duygusuydu... NAZ ŞAHİN SADAKAT Konya'nın doğanın kucağında bulunan köylerinden birinde, Ladik'te, her şey günlük rutininde devam ediyordu. Rüzgârın yumuşak esintisiyle sallanan yapraklar, otlar, çiçekler bu şen ve kendi hâlinde olan köye renk katıyordu. İnekler sağılıyor, ürünler toplanıyor, köy halkı çalışıyordu. Bir köşede sarı, pembe laleler, gür çınarlar, diğer bir köşede ise güzel sesleriyle kulakların pasını alan bülbüller, köyün cazibelerindendi. Bu köyde çiftçiler, hayvancılıkla uğraşanlar yaşamaktaydı. Yollardan nadiren araçlar geçiyor, onlar bile bu büyüleyici köyün sessizliğini bozamıyordu. Hafif bulutlu, masmavi gökyüzü ve ışığıyla köy insanının saf, temiz yüzünü aydınlatan güneş bu bütünlüğün önemli bir parçasıydı. Köyün sakinleri arasında köpekler, kediler de bulunuyordu. Kendi aralarında oynaşıp, doğanın güzelliğini tadını çıkıyorlardı. 9

Köyün eski ahalisinden, çiftçi Ali Amca köyün saygın simalarındandı. Bu köyde doğduğu, küçüklüğünden beri burada yaşadığı söylenirdi. Seksen yaşlarında, yaşlı, nur yüzlü bir adamdı bu. Yüzündeki kırışıklar, çalışmalarla dolu yılların izleriydi. Bir oğlu vardı, okumak için İstanbul'a gitmişti. Onun kendisi gibi cahil olmasını istemiyor, okumuş,kültürlü bir adam olmasını istiyordu. İyi kalpli bir adamdı. Köyün tüm gençleri onu sever, sayar, bir işi olduğunda hemen yardıma koşarlardı. Köyün merkezinin yakınlarında çift katlı bir evi olan Ali Amca, her günki gibi, rutinini başlatmıştı. Daha gün ışıkları ekili toprağı aydınlatmadan, herkes uyurken uyanmış olurdu Ali Amca. Sabahları uyanıp bir güzel kahvaltısını ederdi. Ardından inekleri sağmaya gider, toprağı sürer, köpeklerini gezmeye çıkarırdı. İki köpeği vardı, Kahve ve Karabaş. Bu iki Sivas kangalı ona her zamanında destek olmuş, üzüntülerinde ona mutluluk vermişti. Kahve kahverengi ve beyaz tüylere sahip, kırma bir köpekti. Karabaş ise simsiyah, karnında beyaz bir lekesi bulunan bir hayvandı. Bu iki sadık hayvan, çiftçinin en sadık arkadaşlarıydı. Yine bir gün, köpeklerini gezmeye çıkarmıştı, kırın ortasında yürüyordu Ali Amca. Otuz dereceyi aşan sıcak hava onu bunaltmış, yorulmasına sebep olmuştu. Kalbinde daha önce hiç hissetmediği bir ağrı duydu. Bu ağrı kalbinden başlıyor, tüm vücudunu sarana kadar devam ediyordu. Her yerine durmaksızın bıçaklar saplanıyordu sanki. Ağrı gittikçe hafiflemeye başladı. Ali Amca evinin yolunu tutmuştu bile. Biraz dinlenmesi gerektiğine karar vermişti. Eve döndüğünde dolunay ışıklarını saçmaya başlamıştı. Ali Amca evinin kapısını kilitleyip köpeklerini bağladıktan sonra sıcak, ahşap yatağına girdi ve uykuya daldı. Yeni bir gün doğuyordu. Ali Amca her zamanki gibi güneşi görmeden çıkmış, inekleri sağmaya başlamıştı. İşini bitirdiğinde öğlen olmuştu bile. Evine girdi, ocaktaki yemeğini alıp yedikten sonra, hava almak için tekrar dışarı çıktı. Güneş henüz ışıklarını çekmemişti. Aynı ağrı, bu sefer onu evinin kapısının önünde yakaladı. Kalbinden başlayan ağrı bu sefer hiç bitmeyecekmiş gibi duruyor, durmaksızın saplanıyordu seksen yıllık vücuduna. Ağrı hafifleyecek gibi değildi. Bahçe sandalyesine çöktü. Tam ağrı geçiyor derken, tekrardan ve ani bir şekilde nüksetti. Ali Amca bayılmış, yere düşmüştü. Onu ilk gören komşu kızı tüm köylü halkını ayağa kaldırdı. Ambulans çağırıldı. Siren sesleri içerisinde Ali Amca hastaneye yollandı. Acı haberi alan çiftçinin oğlu, İlk uçakla İstanbul'a geldiğinde ağlıyordu. Senelerdir yalnız bıraktığı babası hayata gözlerini yummuştu. Derin bir pişmanlık duyuyordu, babasını yalnız bırakmasaydı belki böyle olmazdı. Ani bir kalp krizi babasını elinden almıştı. Artık annesiyle beraber İstanbul'da yaşayacaktı. Köy halkı hüzünlü adama teker teker başsağlığı dilerken, Kahve ve Karabaş'tan, iki köpekten haber alan yoktu. Sekiz yıl geçti. Köy hastanesinin önünde biri kahverengi biri siyah iki köpek duruyordu. Karabaş ve Kahve'ydi bunlar. Sahibi bekliyorlardı. İki yıl sonra, Kahve öldü. Her geçene bakan, herkesi sahibi sanan Karabaş da iki yıla kalmadan gözlerini yumdu. Ancak gelen olmadı. Burak MİRZANLI 10

SAKLI KATLİAM Ben Oğuz, on beş yaşında lise bir öğrencisiyim. Lisedeki arkadaşlarımla aram pek iyi değil. Ne yapalım, bana kötü davranıyorlar. Annem, babam ve ablam Simge ile yaşıyorum. Ablam ile aram da pek iyi değildir. Ara sıra atışıyoruz ama yine de birbirimizi çok seviyoruz. Ne de olsa biz kardeşiz. Genelde bir şeyleri paylaşamadığımız için kavga ederiz çoğu zaman. Bir gece, lisede etüde kalmıştım. Eve döndüğümde annem ve babam, Simge'nin hiç eve gelmediğini söylediler. Aradan dört saat geçmişti. Gece yarısı olmuştu. Simge'nin gelmemesinden endişelenmeye başlamıştım. En sonunda uyuyakaldım. Ertesi sabah, salona geldiğimde annem ile babamın ağladığını gördüm. Simge'nin ölüm haberini alınca hayat durmuştu. O an hayatın normal akışı minik bir boşluk bulmuş ve bu boşluk bana dev bir dalga gibi çarpmıştı. O kadar atışmamıza rağmen, Simge'yi ne kadar sevdiğimi farketmiştim. Sekiz yıl önce, ben yedi, Simge ise dokuz yaşındaydı. Bisikletle parkta dolaşıyorduk. Ben çok hızlı gidiyordum. Simge ise arkamdan beni takip ediyor, çok fazla hızlı gitmemem konusunda uyarılar yapıyordu. O kadar hızlı gidiyordum ki, bir anda kendimi yerde bulmuştum. Her tarafım yara bere içindeydi. Simge ise arkamda kaldığı için benim düştüğümü bilmiyordu. Benim ağlayış seslerimi ve çektiğim acıdan dolayı attığım çığlıkları duyunca hemen yanıma geldi. Önce benim gözyaşlarımı sildi ve avutmaya çalıştı. Sonra da beni omzumdan taşıyarak eve götürdü. O anıyı hatırlayınca içim daha çok acımıştı. Simge'yi artık daha çok özlüyordum. Kendimi odama kapatmıştım. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. O günden sonra, hayatımın neredeyse tamamı odamda geçmişti. Annem ve babam da üzgün olduğu için kimse beni odamdan çıkmaya zorlamıyordu. Ben ise Simge' yi düşünüyor, onun fotoğraflarına bakıyor, onunla birlikte geçirdiğimiz anıları hatırlıyordum. Ama ağlayamıyordum nedense. Annem ağlıyor, babam ise bazen bazen ağlıyordu. Ağlasa bile çok az ağlıyordu. Ben ablamın ölümünü hala tam olarak idrak edememiştim, ağlayamıyordum. Sanki ablam çıkıp gelecek gibiydi. Annem ve babamın bir şey yapmasına gerek kalmadan karakoldaki polisler Simge için bir dedektif, savcı ve adli tıp uzmanı ayarlamıştı. Dedektif Lora Hanım, Savcı İdil (kendisine şaka yoluyla hanım demememizi tembihlemişti) ve Prof. Burak Bey evimize geldi. Beni ve ailemi uzun bir sorguya çektiler. Tüm olanlara rağmen bu ekibin eve gelmesi ve bizi avutmaya çalışması rahatlatıcıydı. En kısa sürede katili bulacaklarına söz vermişlerdi. Bir süre sonra hiç duyulmayan bir ses duyulmuştu. Telefon çalıyordu. Kimse telefona bakmayınca ben bakmıştım telefona. Okuldan arıyorlardı. Benim gelip gelmeyeceğim ile ilgili sorular soruyorlardı. Ben de ayağımın kırıldığını ve uzun süre daha okula gelmeyeceğim ile ilgili bir yalan söylemiştim. Onlarda bu numaraya kanmışlardı. Telefonu kapattım, yeniden odama gittim. Okul dışında ne bir arayan, ne bir soran vardı. Tüm komşularımız, tanıdıklarımız Simge hayattayken onu çok severdi, çünkü Simge her zaman sempatik, umutlu ve sevecen biriydi. Benimle tartışırken bile bana fazla bağırmaz, olayı büyütmezdi. Halbuki ben ablamın zamanının kısıtlı olduğunu bilmeden, inatla kavgayı devam ettirirdim. Ama şimdi hayat devam ediyordu. Simge'nin ölümü sadece beni ve ailemi etkilemişti, diğer herkes cenazeye katılmış ve Simge hayatlarından yok olmuştu. 11

Üç ay sonra Simge' nin ölüm acısından az da olsa kurtulmuştum. Zaten katili bulunmuştu ama bu beni hiç ilgilendirmiyordu. Evimize girip çıkan dedektiflerin ve tüm o diğer yabancı insanların bir nedeni olmalıydı zaten. Beni ilgilendirmiyordu. Hayat devam ediyordu sonuçta... İçimdeki acı da her geçen gün kayboluyordu birer birer... Simge'nin acısı bana bir konuda yardımcı olmuştu aslında. Artık arkadaşlarımla daha iyi anlaşıyordum. Tüm öğretmenler de benden övgüyle bahsediyorlardı. Çünkü notlarım eskisinden daha iyiydi, Simge bana hep çalışmamı ve istediğim mesleği yapmamı tembihlerdi. Ablamın son isteğini yerine getirecektim ve getiriyordum da. Sonuçta onun kendi hayellerini gerçekleştirecek ve çalışmasının karşılığını alacak vakti olmamıştı, süresi çok erkenden dolmuştu. Aradan iki yil geçmişti. İşte o gün gelmişti. En sonunda mezun olacaktım. LYS ve YGS sınavlarından tam puan almıştım. Boğaziçi Üniversitesi Tıp Fakültesi' ne girmeye hak kazanmıştım. Bir gün, boş zamanımda Simge'nin mezarını ziyaret etmiştim. Simge'ye, çalışmaya tam gaz devam edeceğimi, hiç pes etmeden iyi bir doktor olmak için elimden gelenin en iyisini yapacağıma söz vermiştim. Artık Simge'nin ölmesi bana bir üzüntü vermiyordu. Çünkü Simge'nin şu anda cennette olduğunu ve mutlu bir şekilde, beni izlediğini biliyordum. Zaman çok hızlı akıyordu. Simge yavaş yavaş benim için artık sadece bir anıya dönüşüyordu. Stajerliğin ardından nihayet gerçek bir doktor olacaktım. Özel bir hastanede, kalp cerrahı olacaktım artık. İnsanları ameliyat etmek, onlara yeni bir hayat vermek bana mutluluk veriyordu. Yine de Simge'yi ihmal etmiyor, onun mezarını sık sık ziyaret ediyordum. Simge'nin büyüyünce istediği mesleğe girecek vakti olmamasını bilerek, kalp cerrahlığını seve seve, mutlulukla ve büyük bir aşkla yapıyordum. Maaşlarımı biriktirerek çok kısa bir sürede ev almayı başarmıştım. Artık çok mutlu ve iyi bir hayatım vardı. Oğuz Cemal ÜNSAL 12

Amerika'ya üniversite okumaya gideceğim. Evimi sattım ve ondan kazandığım parayı da okul için verdim. Annem ve babam şehir dışında yaşadıkları için onlarla vedalaşamadım ve yakın olduğum tüm arkadaşlarım Amerika'daydı. Teyzemlerim, amcalarım,kuzenlerim de Amerika 'daydı. Aslında bakarsanız İstanbul'a lise okumak için gelmiştim. Vedalaşıp, ''Hoşçakal''diyebileceğim kimsem yoktu. Ama bundan mutluydum. Tek başıma olmaktan rahatsız olmam. Ama Amerika'da her şey değişecek. İşte Amerikaya gideceğim gün gelmişti. Gerçekten çok heyecanlıydım. Sabah erken kalktım ve üstümü giyindim. Her şeyim hazırdı:bavulumu hazırlamıştım,uçak biletimi de satın almıştım. Bir bardak kahve içip bavulumu aldım ancak uçak biletimi bulamıyordum. Nerede olabileceği hakkında fikrim yoktu. Uçağa geç kalacaktım ancak uçak bileti olmadan da binemezdim. Sonra bi anda aklıma mutfağa koyduğum geldi. Hemen koşup biletimi alıp arkama bakmadan evden çıktım. Hemen bir taksi çevirdim. Havaalanına geldiğimde başıma gelen hayatımdaki en büyük şanssızlıklardandı. Hava koşullarından dolayı uçak kalkmıyordu. En yakın zaman için bilet vericeklerini söylediler. Sevinmiştim,bir saat sonraya bilet vereceklermiş gibi düşünerek bir tost aldım. Uçak biletimi almaya gittiğimde gördüklerime inanamadım. Bilet yarın akşam içindi. Yerimde donup kaldım bileti veren kadının beni uyarmasıyla itildiğimi fark ettim. Yana çekildim. Evime bugün yeni insanlar taşınacaktı. Benim ne otelde kalmak için param ne de evim vardı. Napacağımı bilmiyordum. İster istemez insanlar beni itiyolardı. Bilinçsizce yere bakarak yürümeye devam ettim. Saat 9.30 olmuştu. Sabah çok erkendi, havaalanında beklemeyemezdim. Yapacak ne bir işim, okuyacak ne bir kitabım vardı. Çaresizce havaalanından çıktım. İstanbul sokaklarında boş boş dolaşamazdım bütün bir gün. Telefonumu elime aldım ve rehberden isimlere teker teker baktım. Belki eski bir dost,belki de çok yakın bir arkadaş. İstanbul'da olduğunu tahmin edebildiğim kim varsa bir kağıt çıkartıp numaralarını yazdım. Hepsini aradım bazıları açmadı,bazıları ya taşınmıştı ya da okuldalardı. Ancak son anda bir kişiyi aramadığımı fark ettim.lisedeyken beni sevdiği halde benim onu sevmediğim birine ihtiyaç duyacağımı düşünmezdim. Hemen aradım.tabii numaramı görünce hemen açtı sanki çok yakın arkadaşmışız gibi konuşmaya başladı. Aslında bu beni rahatsız etsede bir süre sonra alıştım ve hoşuma gitmeye başladı. Beni evine davet etti.bende hemen kabul ettim. O gece Dilara ile sohbet ettik. Aslında çok iyi bir arkadaş olduğunu anladım. Sabah Dilara ile kahvaltımızı ettik.ben havaalanına gitmek için evden çıkmaya hazırlanıyordum, Dilara ise üniversiteye gitmek için hazırlanmaya başladı.dilara'ya herşey için teşekkür edip evden çıktım. Havaalanına geldiğimde herşeyi halledip uçağa bindim. Koltuğa oturduğumda yeni bir hayat başlangıcının mutluğu ile hayaller kurmaya başladım. O sırada birinin yanıma oturduğunu fark ettim. Gerçekten çok korkunç görünen bir adamdı. Aldırmamış gibi yaptım ve uçaktaki dergilere bakmaya başladım. Adam bana bakıyordu ve o sırada bende ona baktım ve 'ne oldu?' der gibi bir bakış attım. Kafasını çevirdi sonrada yerinden kalktı ve bidaha geri dönmedi. Bende yaptığım işime devam ettim. Artık mutluydum... Amerika'ya gidiyordum ve kim mutlu olmazdı ki... Başımı yastığa koyup biraz uyumaya karar verdim. Simge ALİŞAN 13

AMAÇ Amacımız olmadan hiçbir şey yapamayız. Herhangi bir kitap yazmak yada bir sınavdan iyi not almak bir amaçtır. Ama hedefimize ulaşmak için bazı aşamalardan geçmek gerekir. Ama bu aşamalarda biraz zorlanabiliriz. Eğer bir amaca ulaşmak istiyorsak ilk ulaşmak istediğimiz hedefi seçmemiz gerekir. Mesela bir gemi hedefi olmazsa denizin ortasında öylece kalır. Ne yapacağını bilemez. Bu sistem her şey de geçerlidir. Amacımıza ulaşmak çok çalışmak da gerektirir. İlk önce seçtiğimiz hedefe ulaşmak için ne yapmamız gerektiğni planlamalıyız. Planımızı uygularken dikkatli olmaya çalışmalıyız. Eğer dikkatli olmazsak başımıza kötü bir şey gelebilir. Amacımız için elimizden gelen her şeyi yapmalıyız. Amacımıza ulaşmanın en hızlı yolu çok cabalamaktır. Başarmak için sadece inanıp kendimize güvenmek yeterlidir. Her şey ile ilgili bir amacımız olabilir. Sadece yapabileceğimize inanmalıyız. Amaç için düzenlilik de gerekiyor. Eğer düzenli olmazsak planladıgımız her şey birbirine karışır. Bu işlemi yaparken öz güvenli olmak da gerekir. Açıkçası bu süreç insanı zorlar ve yıpratır. Ama başarınca bizden mutlusu yoktur ve sonsuza kadar mutlu yaşarız... Aydan ALPYILDIZ 4-C Çoğu zaman cesur olmamızı gerektiren olaylar vardır. Ve cesur olduğumuzda öz güvenimiz artar. Cesaretimiz olursa korkularımızı kolayca yenebiliriz. Cesaretle ilgili çizgi filmleri düşününce hiç şüphesiz herkesin aklına «Cesur» filmi gelir. Cesur olursak hayatımızda oldukça başarılı olabiliriz. Cesaret sayesinde korkularımızı kolayca yenebiliriz. Cesaret bize hayatta oldukça fazla şey kazandırır. Mesela karanlıktan korkuyorsak karanlığa girerek karanlık korkumuzu yenebiliriz. Bu da bir cesaret alıştırması olur. Bir çok şeyden korkabiliriz. Örneğin, ayıdan, karanlıktan, köpek balığından, yılandan, ve bunun gibi şeylerden. Ayrıca korkularımızı yenmek için alıştırmalar yapmalıyız. Cesaret bizi özel kılar. Ormanın iyice içlerine girince karanlık olur. Ayrıca karanlıkta önümüze ve arkamıza ne çıkacağını bilemeyiz. Karanlık korkusu en zor yenilen korkulardandır. Korku çoğu insanda vardır. Ama cesaret kolay kazanılan bir şey değildir. Derin ÖZDEMİR 4-A Arkadaş kötü ve iyi günde, yaşamımızın çoğunluğunda yanımızda bulunan insanlara denir. Arkadaş edineceğimiz birçok yer vardır. Parkta, yolda yürürken vb. yerlerde arkadaş edinebiliriz. Arkadaş edinmek göründüğü kadar kolay değildir. Mesela bir arkadaş edindiniz. Onlar sizin sevdiğiniz şeyleri,sizde onların sevdiği şeyleri sevmiyor olabilirsiniz. O zaman siz ilk önce onların sevdiği şeyleri sonra da onlar sizin istediğiniz şeyleri yapmalılar. Ama eğer yapmazlarsa onlar sizin iyi arkadaşlarınız olamaz. Hayvanların birbirleri ile çoğunlukla geçinemezler. Mesela kediler birbirleriyle ilişki kuramazlar. Hep kavga ederler birbirlerini tırmalarlar. Ya da biz böyle zannederiz. Belki de onlar arkadaş olmak için birbirleri ile böyle ilşki kuruyorlardır. Arkadaşlık için önemli olan insanlarla düzgün iletişim kurabilmektir. Derin ERBAŞ 4-C 14

BAŞARI İnsanlar başarılı olmak ister. Başarılı olmak için birçok şey yaparlar. Bunlar: Çalışmak, disiplinli davranmak, planlı olmak olabilir. Çalışmak, insanların öz güvenini, başarısını anlatır. Disiplin ise insanın, karakterini, nazikliğini, ruhsal hislerini anlatır. Planlı olmak, insanın ne zaman ne yapması gerektiğini ve hatırlaması gerekenleri anlatır. İnsanlar bazı şeyleri yapamayacaklarını sanırlar, ama bu sadece kafalarındaki bir korkudur. Biz mesela ipte yürümekten korkabiliriz, ama bunun kafamızdaki bir korku olduğunu bilenler bunu denerler. İnsanlar, kendilerine güvendikleri sürece her şeyi başarırlar. Kendine güvenmek kendini ortaya koymak, kendine ait duyguları, cesareti gösterir. Kendimize güvendiğimiz sürece daha başarılı, cesur ve mutlu oluruz. Başarı için güzel konuşur, iyi şeyler yaparız. Başarı sorumluluğu da içine alır. Sorumluluk insanların söz tutmalarına benzer. Kendi sorumluluğumuz için çalışıp,mutlu ve sevilen bir kişi olma yolunda ilerlemek bizi yüceltmeye yarar. Çalışmak bizi sorumluluğa ve başarıya iter. Başarı beklenmez, üretilmelidir. Kendi sorumluluklarımızı bilmeliyiz. Başarmak için önce inanmamız ve kendimize güvenmemiz gerekir. Nehir CANDAŞ 4-C Dürüstlük çok önemlidir. Eğer birisine yalan söylerseniz, sonu tahmin ettiğinizden çok daha kötü olabilir. Birisinin size yalan söylediğini düşünün, bunu öğrendiğinizde kötü hissetmez misiniz? Ben hissederdim. Bu yüzden kimseye yalan söylememeliyiz. Buna rağmen yalan söylemeyi alışkanlık haline getirenler var.mesela siz hiç Pinokyo masalını duydunuz mu? Dürüstlüğün önemini çok iyi anlatıyor. Daha önce de söyledim yine söyleyeceğim, yalancılık kötü dürüstlük iyi bir şeydir. Dürüstlük «Ucuz» insanlarda bulunmaz. Çünkü dürüstlük pahalı bir mülktür. Ama dürüstlüğü hak eden insanlar ancak dürüstlüğü kullanabilir. Buna layık olmayan insanlar dürüstlüğe sahip çıkamaz hatta sahip çıkmak istemezler. Alya BİLENSER 4-B Dışarıdan gelen kişinin zihninde oluşarak veya tasarlanarak dışa yansımasına düşünce denir. İnsanların zihninde kötü veya iyi düşünceler olabilir. Bu düşünceler dışarıdan her türlü dış etkenden oluşabilir. İyi düşünceler bizi cesarete sürükler. Kötü düşünceler ise bizi korkaklığa sürükler. Bazen ise düşünce fırtınası yapmamız gerekir ve bu fırtına bizi bir çok fırtınanın olduğu bir dünyaya götürür. Biz bu dünyadan bir düşünce edinerek çıkarız. Bize bu dünyanın kapısını açan düşünce anahtarıdır. Bu anahtar ancak düşünmek istersek ortaya çıkar. Duygudan oluşan hisler düşünceye, düşünceden oluşan fikirler davranışlara yansır. İnsan neredeyse hayatını her anında bir şeyler düşünür. Aklımızda bazen cevaplanması gereken soru işaretleri yani sorular vardır. Bu soruları cevapladıkça hayatın anlamını daha iyi anlarız. Derin ÖZDEMİR 4 A 15

Sevgi çok önemlidir. Bazı insanlar vardır ki içi sevgi ile doludur. Bu insanlar hayatı güzelleştirecek insanlardır. Ama sevginin de bir sınırı vardır. Bu sınırı aşan kisiler şımarıktır. Geçmişi gelecekte karsısına çıkar. Bazı insanlar da sevgisini belli etmez. Onlar içine kapanık insanlardır. Bazı insanlar da kıskançtır. İnsanlar, genelikle pozitif insanlar, derler ki iyi düşün iyi olsun. Bu laf kötü düşünen insanları iyiye yönlendirmek için kullanılmış bir laftır. Düşünce insanın iç dünyasında oluşan hareketliliğe denir. Olumsuz düşünceler kötü olaylara sebeb olabilir. Bu yüzden mümkün olduğunca kötü düşüncelerden kaçmalıyız. Bunun en güzel yolu sevgidir. Sevgi besledikçe kötü düşünceler de birer birer yok olur. Ela Alyanak 4-C Özgürlük, kimsenin baskısı altında kalmadan dilediğin gibi yaşamaktır. Bazı insanlar özgürlüğün öneminin farkında değildir ancak bir çok insan da kollarını açıp "'özgürlük'" diye bağarır. Özgürlük çok değerli bir kavramdır. Özgürlük demek insanların kendini iyi hissettiği yer demektir. Kumsala gidip güzel bir nefes aldığımızda özgürlüğün güzelliğini anlarız. Güneş ve kuşlar özgürlüğü simgeler, çünkü doğadaki birçok canlı özgürdür. Biz de kuşlar kadar özgür olabilmek için özgürlüğümüzün değerini bilmeli onu en önemli varlığımız haline getirmeliyiz. Utku Budak 4-A Dışarıdan gelen olayların kişinin zihnine yansımasıdır. Düşünce hayatımızın önemli bir parçasıdır. Herkesin düşüncesi farklıdır. Bir kişi bardağın dolu tarafından bakarken başka biri boş tarafından bakar. Düşünce çeşitleri vardır. Bunlara sanatsal düşünce, eleştirel düşünce, sayısal düşünce vb. örnekler verebiliriz. Olumlu düşünceler her zaman olumlu sonuç verir. Aslında ben, bir kişinin kendi düşüncelerine göre hareket ederse daha başarılı olacağına inanıyorum. Herkesin düşüncesi aynı olacak diye bir şey yoktur. İnsanların birbiriyle farklı düşünceleri olabilir. Düşünce insanın zihninde olan bir olaydır. Herkesin özgür düşünce hakkı vardır. Düşüncelerimizi herkese sunabiliriz. Düşüncelerimize göre hareket ederiz. Duygu, düşünce ve davranış bir üçgendir. Hepsi birbirini etkiler. Duygularımızın dışa yansıma kontrolü düşüncededir. Düşünce içimizdeki sestir. Düşüncelerimiz karakterimizi belirler. Dışarıdaki insanlar bizim karakterimizi düşüncelerimiz sayesinde anlarlar. Açıkçası düşüncelerimiz her şeyi etkileyen bir etkendir ve çok önemlidir. Aydan Alpyıldız 4-C 16

Yorulmadan beni takip edeceğinizi söylüyorsunuz. Fakat arkadaşlar, yorulmadan ne demek? Yorulmamak olur mu? Elbette yorulacaksıız. Benim sizden istediğim şey yorulmamak değil, yorulduğunuz zaman dahi durmadan yürümek, yorulduğunuz dakikada da dinlenmeden beni takip etmektir. Yorgunluk her insan, her yaratık için tabii bir durumdur, fakat insanda yorgunluğu yenebilecek manevi bir güç vardır ki, işte bu güç yorulanları dinlendirmeden yürütür. Sizler, yani yeni Türkiye'nin gençleri, yorulsanız dahi beni izleyeceksiniz.