l I KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIGI YAYINLARI: 891

Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

İÇİNDEKİLER FARE İLE KIZI 5 YUMURTALAR 9 DÜNYANIN EN AĞIR ŞEYİ 13 DEĞİRMEN 23 GÜNEŞ İLE AY 29 YILAN 35 ÇINGIRAK 43 YENGEÇ İLE YILAN 47

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

&[1Ô A w - ' ",,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

timasokul.com / bilgi@timasokul.com

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

kural tanımayan cafer Adı-Soyadı:...

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir.

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Derleyen: Halide Karaarslan / Uzman Pedagog Görsel Tasarım: Semra Bolat / Sanat Dersleri Zümre Başkanı

25. Aşağıdaki deyimlerle anlamca üçlü bir grup oluşturulduğunda hangisi dışta kalır? A) eli bol B) eli açık C) eli geniş D) eli kulağında

Derleyen: Yücel Feyzioğlu Resimleyen: Mert Tugen

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

TEKİR Bir iki tombul tekir Camdan bakar Başına takar Hop hop, altın top MISTIK Mustafa, Mıstık, Arabaya kıstık, Üç mum yaktık, Seyrine baktık.

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

Öğ. Rasim KAYGUSUZ. 19 Mart 1973 Tarihli ve 1738 sayılı Tebliğler Dergisi ile ilk okullara tavsiye edilmiştir

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi ARILAR GRUBU

CÜMLE BİLGİSİ. ( Cümle değildir. Anlamı yok)

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

KEREM ASLAN Her Şey Dahil

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Bu bilmeceyi de çözdüklerini anlayan Doğu kralı, Batı kralının sarayının önüne öyle bir ok attı ki geçilecek yer kalmadı. Oku hiç kimse yerinden


MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

Maksut Genç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?

TEK TEK TEKERLEME. Havada bulut Sen bunu unut

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU UĞUR BÖCEKLERİ SINIFI KASIM AYI BÜLTENİ

Murat Çelebi 2. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

Şiir Anadan Örnekler. Köyden ayrılalı nice yıl oldu Yıkıldı evimiz selinen doldu Hani bacı kardeş nerede kaldı özlüyorum ben seni güzel Alvar

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

İhmal Amca DESTANLAR VE MASALLAR BOYALI KIRLANGIÇ. Masal. Resimleyen: Turgut Keskin

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

ÖZEL NİLÜFER ANAOKULU MELİKE DAĞ

DDD. m . HiKAYE. KiTAPLAR! . CİN. ALİ'NİN. SERiSiNDEN BAZILARI. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Mehmet Ali Aktar. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

TİLKİ İLE AYI Bir varmış bir yokmuş, Allah ın günü çokmuş. Zamanın birinde bir tilki ile bir ayı yaşarmış. Bir gün bunlar ormanda karşılaşmışlar ve ar

HİKÂYELERİMİZ FEN VE MATEMATİK ETKİNLİĞİ

1) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yapılmamıştır?

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi UĞUR BÖCEKLERİ OCAK

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

1) Eğer tartı eksik gelmişse, bu benim hatam değil, onun hatasıdır.

Atıp tutmadan, Çekip uzatmadan, Yeter artık dedirtmeden Bir masal anlatayım size:

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK

Jake mektubu omzunun üstünden fırlatır. Finn mektubu yakalamak için abartılı bir şekilde atılır.

Paragraftaki açıklamaya uygun düşen atasözü aşağıdakilerden hangisidir?

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe


ISBN :

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

SİTEMİZE EKLENEN METİN KİTABIM-1 VE METİN KİTABIM-2 ADLI DÖKÜMANLARI OKURSAK HEM OKUMA HIZIMIZ ARTACAK HEM DE OKUDUKLARIMIZI ANLAYACAĞIZ.

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

bez gez sez tez biz çiz diz giz boz roz koz poz toz yoz çöz göz köz söz buz muz tuz büz düz güz

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül :55

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

ÖZEL NİLÜFER ANAOKULU BUKET SARICA

EĞİTİM ÖĞRETİM YILI UÇAN BALONLAR VE SİHİRLİ ELLER SINIFLARI NİSAN AYI EĞİTİM PROGRAMIMIZ

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?

Özkan Öze. illustrasyonlar: Sevgi İçigen

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Çocuklar için Kutsal Kitap sunar. Şimşon, Tanrı nın Güçlü Adamı

5. Et et içinde, et fit içinde Dünya dümeni, onun içinde.

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

CİN ALİ İLE BERBER FİL

Şimşon, Tanrı nın Güçlü Adamı

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI ARALIK AYI BÜLTENİ

Derleyen: Yücel Feyzioğlu. Resimleyen: Serap Deliorman

5 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, fiziksel özelliklerim nelerdir? Vücudumuzun bölümleri ve iç organlarımız nelerdir? Ne işe yarar?

TEST. 7. Dişer ne zaman fırçalanmalıdır? A. Yemeklerden sonra B. Okuldan gelince C. Evden çıkmadan önce

MATEMATİK ÖYKÜLERİ BİLGİÇ İLE SAYGIÇ NEŞELİ

Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekmiş. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başlamış. Gelip geçenler, adama:

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

Transkript:

l I KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIGI YAYINLARI: 891 CELAL BERGÜŞAT KAÇAK NEBİ Çeviren Oktay ALTUNBAY GENÇLİK VE HALK KİTAPLARI DİZİSİ : 35

Kapak Düzeni: Dr. Ahmet SINA\' ISBN 975-17 - 0101-5 Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1987 Onay: 13.1.1988 tarih ve 923. 2-2 - 123 sayı Baskı sayısı : 5.000 Başbakanlık Basımevi -- ANKARA

İÇİNDEKİLER Ön söz 5 Bebek Gülüyor... 7 Bir Kartal Vurulmuştu......... 11 Anne Acele Ediyor......... 20 Çayda Mucize....... 24 Tabiatın Gazabı................................................ 39 Çeyiz Halısı.............. 49 Yılan Yıldız Görmezse Ölmez... 53 Yüzsüz Misafirler.............. 59 Elçiye Zeval Yoktur......................................... 65 İsyan.................... 70 Gence Yollarında.... 77 Yine Düşmanla Yüz Yüze...... 83 Arayış............................................................ 88 İki Söğüdün Altında............. 94 Bey Düğüne Hazırlanıyor..... 99 Düğün Hediyeleri......... 104 Köyde Düğün............. 107 Mehtaplı Gecenin Yadigarı... 117 Aras Adı Hoşuma Gidiyor........... 119

Uzak Seferin Yolcuları............................... 123 Asrın Faciası.... 129 Şuşa Yollarında.... 136 Avdan Sonra............ 139 Dünyaya Bir İnsan Geliyor....... 145 Uğursuz Sefer.... 158 Çingene Obasına Baskın......... 163 Rahatsız Yürekler... 170 Kaçak Pazarı............ 176 Şeytanlı Derenin Şeytanları....... 182 Bu Yol Tebriz'e Gidiyor...... 190 Görüş............................................................ 199 Deli Aşık............ 206 Kara Gün Dostu......... 212 Kanlı Ark... 220 Güney Dağlarında.... 229 Altın Aras'ın Altın Kemerinde......... 231 Beklenmeyen Darbe... 240 Arzakaya............ 248 Canavar Kalpak ve Onun Haydutları.... 258 Iki Nebi Yüzyüzc... 268 Çimenyurt Yaylasında................. 274 Gözün Aç Seher 290 Gözünü Aç Seher 292 4

ÖN SÖZ «Azerbaycan' da hürriyet mücahitine kaçak derler». Bıı roman Azerbaycan milli kahramanı Kaçak Nebi hakkında yazılmış bir kahramanlık bir büyük aşk destanıdır. Bu eser ayrıca, Nebi'nin hayat arkadaşı, Hacer Hanım'ın, «Arslanın erkeği dişisi olmaz» kuralını doğrulayan kahramanlık abidesidir. Biz romandaki tasvirlerde acı günlerin karanlık manzaralarını görüyoruz... Zulüm arşa dayanmış. Rus çarizminin vahşetinden doğan acı feryadlar göklere yükselmiştir. Zulmün, zalimin ayakları ana toprağa zincir kesilmektedir. Zamanın bu sert kasırgalarından kahramanlık doğar. Nebi gibi bir Tiirk kahramanı ve Hacer gibi bir Türk kadını, çar ordusunun başına ateş yağmurları yağdırırlar. Kahramanlık ana toprağın mayasmdan doğar. Ve onlar zincirlerden yapılmış, zamanın sert kanunlarına karşı.bir intikam kılıcı gibi parlarlar. Bu kahramanlar, halk ile birleşmenin doğru yolunu gösterirler. Halk da, Kafkasya'ya ses seda salan, çar ordusunun bağrını yaran, kendi menfaatleri için vatanını ve hürriyetini satan bir avuç hainine başında tufanlar koparan, öz halkına giiç ve gurur kazandıran bu kalımmanlara arka çıkar. Halk, bu mert oğullarını düşman pençesinde bırakmaz... Kaçak Nebi'ye, Kaçak Hacer'e güvenenler,, onları düşmanlardan ve lıer türlü belalardan koruyup, onların yi_ğitlik nağmelerini yaratıp okumuşlardır. Nebi'n n etra- 5

fına toplanan mücahitlere karşı, çarın büyük ordusu yürüdüğü zaman bile, öz halkı onları yalnız bırakmamıştır. Romanı okurken görüyoruz ki, zamanın mücadeleli günlerinde zulme isyankar halkın başında Nebi ve Hacer bir hürriyet kahramanı gibi önderlik etmektedir. Fakat, ondokuzımcu asrın ikinci yarısında hürriyet savaşının meydanı dar olduğundan, bu hareket mağlubiyete uğrar; ama, hürriyetin izleri kaybolmaz. Halkın gönlünden onlar efsanevi bir hürriyet kahramanı olarak yazarlar ve hayatları destanlaşarak ebedileşir. 6

BEBEK GÜLÜYOR Güzel'in keman gibi inleyen ninnisi karanlık odaya yayılıyordu. Anne, göğsüne bastığı bebeği ile odanın içinde dolaşıyor, yavrusunu uyutmak istiyordu. Fakat bebek uyumuyor, bazen kara gözlerini açarak şımarıkça gülümsüyor, bazen de yumuk ellerini havada oynatıyor, annesinin yüzünü gözünü tırmalıyordu. «Gözünü seveyim uyu, şimdi baban gelecek. Çevre, elimde yarım kaldı, niçin gülüyorsun da uyumuyorsun şeytan çocuk uyu». Anne, sanki büyük bir adamla konuşuyordu. Çocuk ise kendi alemine dalmıştı. Bebek annesinin şefkatli bakışları altında daha da şirinleşiyordu. Güzel, parmağım oğlunun gamzeli çenesine dokundurdukça çocuğun zarif dudakları açılıyor, dili binbir name çıkarıyor ve ağzından anne sütünün kokusu geliyordu. Oğlunun neşesi ve oynaklığı anneyi korkuttu, eğilerek ocağın kenarındaki kulpsuz, kırık - dökük kara ibrikten bir parmak is alıp çocuğun alnına ve gamzeli çenesine sürdü. «Bednazarın gözleri çıksın, o kadar kem göz var ki, çocuğuma nazar değdirip, ocağımı söndürürler. Şimdi iyi oldu. İsterlerse oğluma kız vermesinler». Güzel, üzüm tanesi büyüklüğünde göz boncuğunu bebeğin sağ bileğine bağlamıştı. Çocuğun kırmızı başlığı- 7

nın üstünde bir de dua vardı. Anne, Molla Ahmet'c be duayı bir anaç tavuk karşılığında yazdırmıştı. Göz boncuğu ise bu evde eskilerden kalmıştı. Çocuğun pırıl pırıl gözleri, su terazisi gibi karar tutmuyor, oyuncak arıyordu. Direkte asılı gümüş hançer onun gözlerini çalmıştı. Yumuk ellerini hançere doğru uzatarak çırpmıyordu. «Ey şeytan, çek elini, henüz senin hançer oynatmak zamanın değil». Anne böyle diyor, bebek ise kendi dilinde konuşu yor, gülüyor gülüyordu. Bebeğin neden haberi vardı? O bilemezdi ki, hayatta gülmek herkes için değil. Annenin dudakları çocuğun yüzünde gözünde gezdi, fısıldayarak : «Benim kara gözlü çocuğum, acaba ne vakit yürüyecek» dedi. Acaba, o ne vakit dayısı Yıldırım'ın.. Büyüdüğünde ona her bir şeyi anlatacağım. Anne oğlunun yüzüne baktığında onun derdi, kederı, bir anda bulut gibi dağılıp gidiyordu. Bu bebek, annenin bakışlarında şebnemden küpe takan dağ çiçeği gibi idi. O, annesinin gözlerinde serin bir pınar suyu, «Karoun» kayalarında yuva kuran bir kartal yavrusu idi. Artık ninni sesi ke :ilmişti. Anne ise hala gözlerini yüzünde tebessüm oynayan yavrusundan çekemiyor, arada bir beşiği ırgalıyordu. Nihayet tatlı uyku bebeğin uzun kara kirpiklerini öpüştürdü. Güzel, tüyleri dökük yastığı çocuğun başının altına koydu. Ak tülbendini açık yüzüne çekti. Sonra kendine çeki düzen vermeye başladı. Altın dizili sarmalı başlığını başına koyup, kara uzun örgülü saçlarını arkasına salladı ve yerde sürünen üç etek elbisesini eli ile çırptı. Başındaki örtüye ve orasını burasını çekiştirerek üstüne - başına bir düzen verdi. Bohçasından el boyunda 8

bir ayna çıkarıp, yeni yeni ince çizgiler belirlemeye başlayan yüzüne baktı. Biçimli bedeni, gururlu duruşu, şuh yürüyüşü vardı. Kara kaşlarının altında yanan ateşli gözleri, Alo'yu genç iken avladı. Güzel, hem de işçimen idi. Ev işlerindeki becerikliliğini bütün Molu ahalisi biliyordu. Hatta derlerdi ki : «Alo'nun bir yığın külfetini ancak karısı Güzel evirir çevirir. Böylesine fakir bir ailenin ekmeğini, suyunu, üstünü başını, hiç yoktan hazırlamak her kadının yapacağı iş değildir». Bu küçük, karanlık, basık evcikte bu yavruları onların üstünü başını kim temizlerdi. ve O, evi tez elden süpürüp suladı. Ne kadar tertip düzen verdi ise de yine de içine sinmedi. Nasıl içine sinebilirdi. Evin tam ortasında iri ocak bacası vardı. Raflara bakır sahanlar dizilmişti. Güzel, çocukların elbiselerini iri bir bakır kazana toplayıp ocağın üstüne koydu. Su kaynayınca evin köşesindeki çuvaldan beş on avuç çöğen alıp kazana atıp kendi kendine söylendi, «Giyimler biraz kaynasın da, yere indireyim. Bebek başımı fazla karıştırdı. Öğlen oldu hala bir iş yapamadım. Şimdi kocam, kara diken kırıp toplamaktan gelce.ek. Hele bir çay çörek hazırlayayım. Yazık çok açıkmıştır. Şu vakte kadar hiç insan aç dayanabilir mi?» O an bahçe kapısından bir inilti işitildi. Güzel kendisini hemen dışarıya attı : «Vay zavallı» Alo kara diken yığını altında çabalıyordu : «- Çabuk ol, ey Müslüman». 9

Güzel, ne kadar güç sarfetse, kurşun gibi ağır, yapraklı kara diken yığınını kocasının omuzlarından aşıramıyordu. Dikenler onun bedenine, boynuna, boğazına batmıştı. Nihayet Güzel, binbir zorlukla kocasını bu yükün altından kurtardı. Alo'nun yüzü kan içindeydi. Gözleri şişmişti. Güzel'in yerinde donduğunu gören Alo matmat onun yüzüne bakıyordu. «Karıcığım, valla bende bir günah yok. Kısmetimiz bu imiş». «Nereye gitsem bu zorluklardan canımı kurtaramayacağım». Güzel hiç konuşmuyor ve gözlerini kocasından ayıramıyordu. 10

BİR KARTAL VURULMUŞTU Bacadan evin rafına gün ışığı düşmüştü. Sanki rafta ocak yanıyordu. Evin köşesine dayalı kalaylı sini gfo: kamaştırıyordu. Güzel, evin ortasında s erili kilimin üstünde oturmuş, çevre örüyordu. Etrafında rengarenk yumaklar kavun karpuz gibi dizilmişti. Bebek eski damın tavanında asılı salıncakta uyuyordu. Çevrenin gıcırtısı ona ninni söylüyordu. Alo,.eve geldiğinden beri odayı dolduran bu gıcırtıları işitmiyordu. O, evin bir köşesine sırtını dayayıp oturmuş, mırıldana mırıldana palan dikiyordu : «- Hay lanet olası, şu çuvaldız da bir türlü keçeye batmıyor». Alo çok hırslanmıştı, «Fazla körleşmiş». Çuvaldızı dişleri arasında sıyırarak yine mırıldandı : «Benim işim hep böyledir işte. Ekmeğim taştan çıkıyor». Güzel, kocasına acıdı : «Ey adam, dişini kırarsın. Başına iş açma Allah aşkına. Kaç kişi bana söyledi ki Alo'nun dişleri sapasağlamdır. Bunu da bize çok görüyorlar. Bu sene senin işlerin çok iyi gitmiyor. Yazıya, meyve toplamaya giderken torbayı kaybettim. Daha geçen gün kara diken kırarken gözlerini arı soktu. Kerbelayı Cafer için odun keserken baltanın ağzını kırdın. Şimdi de bir terslik olup dişini de, 11

çuvaldızı da kırıp kaybedersin. Bir iş yaparken sabırlı ol. Çocukların var». Alo başını kaldırmadan cevap verdi : «- Görmüyor musun, gün nereye düşüyor? Tam rafın ortasına. Öğlen oldu daha eşeğin palanını bitiremedim. Sabahtan beri bununla uğraşıp duruyorum. Palan iyi olmadı. Eşeğin sırtını vuracak. Ah, Hanali boz eşeğini bize vereydi. Aynı katıra benziyor. Nallayıp at yerine kullanabilirim. Artık sırtımda kara diken taşımaya gücüm kalmadı». «Ey adam, sen Hanali'nin nasıl bir adam olduğunu bilmez misin? Eşeğini babasından çok sever. Ne yapacaksın eşeği, kızıl ineğin yemini bile yetiştiremiyorsun». Uykudan uyanan bebek ağladı. Güzel, bir ucunu salıncağa, bir ucunu ayağına bağladığı ipi sallayıp çocuğunu susturdu. «Ey adam, biliyor musun, senin gözlerini arı soktuğu gün bu çocuk beni ne kadar güldürmüştü. Şimdi nedense sık sık zırıldıyor. O gün Muharrem'e çok kızdım. Ben bebeği yatırırken ocakta mısır patlatıyordu. Mısır tanesi kordan sıçrayıp çocuğun yüzüne çarptı. Muharrem'i kovaladım. Ama tutamadım. Tutsaydım kulaklarını çekecektim. Böyle de şımarık çocuk olur mu?» «Muharrem'e laf yetmez, çok şımarıktır. Allah hakkımızda hayırlısını versin. Derler :ki, fakirin sacı kızdığında hamuru olmaz». Bahçeden işitilen boğuk bir ses karı kocanın konuşmasını yarıda kesti. Birisi var gücü ile bağırıyordu «Paslı kabı olan... kırıklı sınıklı olan... Hey...» 12

Çocuk uykudan sıçradı. Güzel, ayağını sallayıp salıncağı ırgaladı. Sonra bahçede boğazına güç veren kalaycının arkasından söylendi : «- Aman bu çingene de sözü boğazında ne yaman kaynatıyor...» «- Güzel, çabuk ol bu kalaycıyı çağır buraya, yoksa yine bağıracak. Güzel, eteğini çırpa çırpa bahçeye çıktı. Kalaycı çitin dibindeki iğde ağacının gölgesinde durmuştu. Elinde çomak koltuğunda eğri bir kazan vardı. Gü.zel, yaşmağını kaldırıp ona el salladı : «- Kalaycı kardeş, içeri gel». Kalaycı oraya buraya bakarak eve doğru yürüdü. Güzel, elini dudağına götürdü : «- Biraz yavaş, çocuğu şimdi uyuttum». Birden köpek uzun zincirini şangırdatıp havladı. Kalaycı sallana sallana yürüdüğünden, yalağın ağzındaki düğümlü kara ağaç kütüğüne çarpıp sendeledi. Az kal sın yıkılacaktı. Hırslanıp : «- Ya iti saklayın, ya kütüğü». Kalaycı kapıdan içeri girerken iki büklüm olduysa da, koltuğundaki kazandan büyük kara saçaklı başlığı kapının üst çevresine değdi. Alo işini bırakıp gelene baktı. Henüz şişi inmemiş gözleri, konuğu baştan aşağı süzdü. Kalaycının gümüş tokalı kemerinden, gümüş kınlı uzun bir hançer sallanmıştı. Omuzlarındaki kısa ak kürkü, bacaklarına doladığı boz dalakları, isli paslı idi. Sarı.saçları kara başlığının altından akıp, enli alnını ve seyrek altuni kaşlarını örtmüştü. Karga burnu, ağır çenesi, 13

kabarık elmacık kemikleri onu sert gösteriyordu. Kalaycının kahverengi gözieri Alo'nun yoksul odasını dolaştı ve raftaki paslı kapların üstünde durdu. Alo misafirinin akıllı bir adam olduğunu anladı. Sırtını duvardan çekip elindeki çuvaldızı palana takarak, ona yer gösterdi : - Buyrun, şöyle oturun. Kalaycı oturdu. Çomağını, kazanı yere koydu. Alo'ya kuş bakışı nazar salıp hafif öksürerek : «- Gözüne ne oldu?» - Yazıda kara diken kırarken arı soktu. Kalaycı başını salladı : - Eh kardeş, kapı bacayı az ört, neyin varki, hırsız gelip çalsın». «- Ah kardeşim, hırsız meselesi değil. Yoldan geçen adam ağzının içine baksa, iyi mi olur? Bazıları kalın duvarlarla zenginliğini gizliyor biz de fakirliğimizi». Kalaycı lafı daha fazla derinleştirmeden : «- Kardeşim, ne meselesi olursa olsun, kendini arıdan koru. Çok zehirli olurlar. Hiç aklımdan çıkmaz : Bir kere çocukluğumda eşşek arısının kovanına bir çöp uzatmıştım. Beni senden daha beter etmişti. Onların iğnesinin tadını iyi bilirim. Yaman sızlatır. Biraz yoğurt sür geçer». O yine gözlerini raftaki kaplara dikti. Bu defa bacadan süzülen günün ışığı siniye düşüyordu. Sanki raftan gün doğmuştu. «- Paslı kabınız filan var mı, kalaylayım». 14

«- Biraz sabret. Güzel, çocuk uyuduysa o siniyi buraya getir». Alo'nun kalaylı siniyi istemesi kalaycının hoşuna gitmedi : «Bunu ne yapacak» Direkte asılı gümüş kınlı hançere baktı. «Bu evde yararlı bir şey var, oda şu han çerdir, bir de şu kalaylı sini» Güzel, siniyi getirip kalay cıya verdi. Ve yaşmağını biraz daha burnuna çekip salıncağa doğru gitti. Kalaycı siniyi bacadan düşen güneşe doğru tutup, kahverengi gözlerini kıstı : Sağlam bu. Kı rığı falan yok. Yeni de kalaylanmış. Bu çizgiler ne böyle, deyip isten kararmış şahadet parmağını sininin içindeki karma karışık harflerin üstünde gezdirdi. Sonra orada yazılanları okumaya başladı : «- Muharrem Alo oğlu Tevellüd 1845, Sakir.e Alo kızı (Doğum tarihi 1846)». Kalaycı altuni kaşlarını kaldırarak sordu : «Adları burada yazılı olanlar sizin çocuklarınız mı?» Salıncağı ır galayan Güzel : «- Evet dedi, dışarıda komşu çocukları ile oynu yorlar». «- Öyle ise bu siniyi niçin yeniden kalaylatmıyor sunuz?» «- Usta kalaylatmayacağız. Şu salıncaktaki kişinin adını oraya yazdıracağız». «- Çocuğun adını niye Molla Ahmet'e yazdırmıyor sunuz?» Alo rahatsız bir tavırla yerinde kımıldandı : «- Molla Ahmed'in gözüne şu çuvaldız batsın. Bir kitaba bakıp da ad seçmek için bizim hanımdan yumurt layan bir tavuk kopardı. Halden anlayan kişi değil. Geçen ıs

kış ona bir eşek yükü kara diken kütüğü vermiştim. Bu yıl kapı bacasını çitle ördüm. Bir lokma ekmeğini bile tatmadım. Vallah billah tatmadım. Adamın yanına giderken insan cebine el atmağa korkuyor, gözü cebinde kalır diye. Yumurtadan yün kırkan adamdır, ihtiyacım olmasa hiç onun kapısına uğramam. Alo sözüne biraz ara verdi sonra yine devam etti :» «- Bir de, kardeş doğrusu şudur ki, çocuğun adı kağıda yazıldığı zaman kaybolur. Sinide ise bin yıl da kalır. Bak, şimdi okudum, bizim çocukların hepsini hepsini o siniye yazdırdım. Hiç unutmam Muharrem, çekirgelerin geldiği yılda doğdu. Sakine yanlış değil ise» deyip bir an durdu. Dudaklarını beyaz dişleri arasına alıp alnını kırıştırdı. Sonra : «- Güzel, daha iyi biliyor. Galiba kazlar yeni yumurtaya başladığı zaman bizim bu Hakeri çayı o yıl da aşıp taşmıştı. Eğer yanılmıyorsam çocukların doğum tarihini o zaman yazdırmıştık». Kalaycı siniye yine dikkatle baktı, oradaki yazıları yeniden okumaya başladı. «- Muharrem... Sakine... adları çok iyi okunuyor. Çocukların tevellüdünü siniye yazdırmakla iyi etmişsiniz... Peki, bacı beş yumurta getirirse, salıncaktaki kişinin adını siniye yazarım. Ben de yumurtaları o kişinin sağlığına kaykana yaparım». «- Dağıstanlı kardeş, beş yumurta az değil mi?» Kalaycı gözlerini kıstı... «- Yok bacı neden az olsun?» «- Az usta çok az, onbeş yumurta veririz. Sen bizi o kadar da fakir görme. Beş tavuğumuz yumurtluyor. Yalnız sen benim bu çocuğumun adını siniye çok iyi yaz ki zamanla bozulmasın». 16

«- Merak etme bacı yüregının istediği gibi yazarım. Çocuk ne vakit doğdu? Adı ne?» «- Babasından sor». Alo gülümsedi, çuvaldızı saplamaya başladı. «- Güzel, kalaycı seninle konuşun>. Çocuk uykusuna c c;ymadığı için ağlıyordu. onu kucağına alıp ırgalıya ırgalıya okşadı : Güzel, «- Pış pış... Yat oğlum. Alo oğlunun adını benden niçin soruyorsun? Kardeş bu çocuğun adı Nebi.. Ad koyarken Molla Ahmet'e kitaba baktırmıştım. Söyledi ki, Nebi, Arapçada Tanrı'nın elçisi demekmiş. Ad çok iyi onu kullansın, büyürken köy gençlerinin elçiliğini eder». Kalaycı güldüğü için kolu boşaldı, koltuğundaki kazan siniye dokunup gürültü kopardı. Çocuk bu gürültüden öyle bağırdı ki sanki vücudundan et kestiler. Kalaycı pişman oldu : «Keşke gülmeseydim, bebeği ağlattım». Kalaycı Güzel'e yaklaşıp çocuğu avutmak istedi. Çocuğun bakışları onu hayrete düşürdü. O isli parmağını çocuğun burnuna dokundurdu. «- Yiğit bir çocuk, sizin yerinizde ben olsam, adını Hacı Murat koyarım. Sizin yavrunuz büyüdüğü zaman onun gibi yiğit olsun». Güzel sordu : «- Hacı Murat kim kardeş? Daha benim oğlum Hacca gitmediki, şimdiden adını Hacı Murat koyalım. Güzel Bacı, Hacca gitmek şart değil. Büyüdüğü zaman gider. Hacı Murat bizim Dağıstan' ela İmam Şamil' in nayibi olmuş. Onun hakkında bizim dağlılar destanlar söylemişler. Eh, Hacı Murad'ın kahramanlığından konuşsam bir yıl yetmez Bugünleı de Azerbeycan'm Şeki vilayetinde düşmanlar onun başını kesip götürdüler...» Kalaycının gözleri perdelendi ve sohbeti başka yöne yöneltti. 17

«- Benim rahmetli ninem yüzyıl falcılık yaptı. Dünyada onun gezmediği, görmediği köy kalmadı. O, fala bakarken adamı yüzünden, gözünden, konuşmasından, hareketlerinden tanırdı. Bakışlarından anlardı, bu hangi yuvanın kuşudur. Ben de falcı ninemden çok şeyler öğrendim. Ben adam sarrafıyım. Bak şimdi söylüyorum, sizin bu :oğlunuz büyüdüğünde, Hacı Murat gibi yiğit olacak. Benim hatırım için onun adını Hacı Murat koyun. Ben bunu sevdiğimden söylüyorum. Şayet büyüdüğü vakit sorarsa, dersiniz ki senin adını Dağıstanlı Osman adlı bir adam koydu. Hacı Murat'ın adını karşılıksız yazarım». Ne Alo söylendi ne de Güzel, Kalaycı Osman sanki onları sihirlemişti. Ama, baba ile annenin bakışlarından görünüyordu ki, onlar c,:ocuklarımn adını değiştirmeye razı değiller. Kalaycı perişanlığını unutup Nebi'nin burnunu bir daha emin bir tavırla sıktı. Çocuğun kartal bakışı onu yine düşündürdü. Kalaycı şahadet parmağını Nebi'nin çenesine uzattı. Çocuk onun parmağını yakaladı. ha...» «- Ey yiğit bırak parmağımı, yoksa adını yazmam «Kalaycı gülümsedi..» «- Bakın sizin bu yiğit oğlunuz ne yapıyor? Burnunu sıktım diye benden intikam almak istiyor. Ben bu çocuğu yiğit olacak derken inanmıyorsunuz». Kalaycı parmağını bebeğin mantar gibi yumuşak avucundan çekti. İri başlığını çıkarıp havaya kaldırdı. «- Sağ ol, yiğit». 18

Alo kalaycıya söylenip durdu : «- Canım nereye gidiyorsun? Hiç sormadın bebek ne vakit doğdu?». «- Ne soracağım, sanki ben falcı Fatma'nın torunu değil miyim? Bebeğinizin ağzından süt kokusu geliyor. Ellinci yılın çocuğudur bu». «- Doğru söylersin Osman kardeş. Benim oğlum Nebi, 1850 yılının kışında, karım, topalın koyun yatağından evimize dönerken... At sırtında eyerin üstünde... Dünyaya gelmişti». «Bak böyle yaz. Nebi Alo oğlu at sırtında, sene 1850. Engezur mahallinde, Molla köyünde doğdu». torunu Osman doğnı söylüyordu. Asrın tam Falcının ortasında, düşmanlar koskoca Kafkas'ın mağrur bir kartalını vurup mahvettiler. Ama bu sırada Zengezur mahallinde bir kartal yavrusu, göğün enginliklerine kalkmak için yuvasında kanatlarım çırpıyordu. 19

ANNE ACELE EDİYOR Alo kendi bahçesini kara dikenle çevrelemişti. «Bu ki kaledir?». Bakanlar Kalaycı Osman gibi hayret ediyorlardı. Bu sırada çok kişi habersizdi. Kerbelayı Cafer, Alo' nun kan-ter içinde sırtında taşıdığı kara dikene hak vermiyordu. Allah insafını kessin. Alo hızla kara dikeni taşıyarak çit örüyordu. Çit kalın ve yüksek idi. Yalağın ağzındaki genç iğde ağacının başı güçlükle görünüyordu. Bu ağaç sanki Nebi ile ikiz idi. Hepsi onu çok seviyordu. Havalar ısınmaya başladı. Artık Güzel san bakır güğümü omuzundan indirmiyordu. O, Nebi'yi kucağa alıp kan-ter içinde Hakeri çayına doğru yürüyordu. Her defa, güğümü dolduruşunda parmağının beşini de büküp oğluna gösteriyordu. Onunla yaşıtıymış gibi konuşuyordu. «- Buraya bak oğlum, senin iğde ağacına annen bugün beş güğüm su dökecek, yeter mi? Korkma, onun bir yaprağının bile sararmasını istemem. Çocuk ise annesinin kucağına sığınıp, kirpiklerini oynatmadan ona bakıyor, göz bebekleri ateşleniyor, kendi bebe dilinde ne ise kıkırdanıyordu. Güneş battıkça iğde ağacının dibine kokulu bir gölge uzanıyor, eve bahçeye kokulu bir serinlik çöküyordu. Güzel, evi iğdenin dibine taşırdı sıcak aylarda. Alo'nun ailesi iğdenin altında toplanıyordu. Eh böyle kokulu meyvalı ağacı kim istemez. Her bahar o, kucak kucak serinlik ve koku getiriyordu. Her çiçek bal arısına dönüp Güzel'in yoksul sofrasına 20

inerdi. Sıcak ve boğucu gecelerde ise, iğdenin her yaprağı bir yelpaze olurdu. Alo böyle bir akşam hayat arkadaşı Güzel ile ağacın altında oturup dertleşiyordu, fakat yüz fikir bile onların bir borcunu ödemiyordu. Kerbelayı Cafer, Alo'yu sabah erkenden kendi tarlasında ücretsiz çalıştıracaktı. Güzel kocasının derdini hafifletmek için araya başka bir söz attı : «- Ay adam, kafamız takıldı sohbete, çorban soğudu. Soğanlı çorba pişirdim, getireyim de yiyelim». «- Peki getir». Güzel sinide getirdiği arpa unundan yapılmış baz lamayı, soğanlı çorbayı sofraya koydu. Kocasının yanında bağdaş kurdu. «- Ekmeğini doğra içine, rahat ye. Çocukların payını verdim. Bu da seninki». Alo çorbasını içtikten sonra yeni çiçeklenen palabıyıklarını sıvazlayıp, sofranın kenarına çekildi. «- Çok güzelmiş çorban, ellerine sağlık». O, sağ elini yavaşça öpüp, alnına götürdü ve göğe kaldırdı. «- Allahım sana bin şükür, biz iyi doyduk. Sen bütün fakirleri doyur Allahım, senin büyüklüğüne sığınırım. Düşmanları bile açlığa düşürme. Aç kılıca çarpar». Güzel, sofrayı dürerek, kocasma yarı ciddi, yarı şaka değindi : «- Hey adam, sabah akşam, vakitli vakitsiz Allah'a yalvarıp hep yoksulların, yetimlerin karnını doyur diyorsun, ne olur bir defa da kendin için yalvar. Benim neler çektiğimi bilmiyorsun». Alo derin bir nefes çekti : 21

«- Eh Güzel, kafanı yorma. Allah verdiği yavrunun rızkını da verir. Nebi'nin ayağı uğurludur. O dünyaya geleli öyle bir yoksulluk çekmiyoruz. Kötü günün ömrü az olur». Güzel, uyumuş olan çocuklarının üzerine yorgan örtüp: «- Şaka yapıyordum Alo. Yalnız sağlıklarını isterim. Evet, Allah rızkımızı verecek. Diyorlar ki Rus Çan fakir köylülere toprak dağıtacak. Allah, kerim Allah'tır»... Ay semada seyre çıkmıştı. İğde dallarının arasından süzülen bir ziyası bebeğin yüzünde dolaşıyordu. Güzel, yatağına girdi... Alo çocuklarının yanında uzandı. O başındaki beyaz mendili açıp boğucu sıcaktan pişmiş yavrularının yüzünü yelledi. Alo kalbi ile konuşuyor, Güzel ise iğdenin dallan arasından ayı seyrediyordu. Birden iğdenin dalından Güzel'in başına bir şey düştü. «Bu ne acaba?» diyen Güzel, biraz beyazlaşmış saçlarına sarılmış arıyı ihtiyatla aldı. Tiksinip kenara atarak kocasına fısıldadı : musun?...» «- Alo, uyudun mu?» «- Hayır...» «- Bana bak, gözünü arı soktuğu günü hatırlıyor «- Hatırlıyorum, ey avrat. Rüya mı gördün, nerden aklına geldi bu?» «- Söyledim sana ya, o gün oğlun Nebi beni o kadar güldürdü ki... Allah sonunu hayırlı etsin. O Dağıstanlı Osman da bir tavırlık adam idi ha, iki ayağımızı bir pabuca sokmuştu. «Oğlunuzun adını Hacı Murat koyun» diyordu ki «Hacı Murat yiğit adam idi. Düşmanlar onu 22

öldürdüler. Biz de böyle, Kerbelayı Cafer'i kötülüyoruz. Düşman her zaman, her yerde baş kesen, kan içen olur. Yılanın akına da lanet karasına da...» çevirdi Alo yorganı sinesine çekip, yüzünü karısına «- Hey Güzel, bu sözleri nereden hatırlıyorsun? Uyusana gece yarısı oldu. Yarın sabah ben ücr.etsiz çalışmaya gideceğim». Güzel başını salladı ve Alo'ya iğde ağacına siniyi gösterdi : dayalı «- Görüyor musun onu?» «- Görüyorum». «- Bu lafları o sini hatırlattı bana. Bir de başıma düşen ölii bal arısı...» Kelbecer dağlarının başında şimşekler oynuyordu. Araz seması, sanki gemisiz bir denizdi. Ay, adeta bütün Araz kenarındaki köylere ve ovalara bekçilik ediyordu. Az sonra karı koca uykuya daldı. Kızıl inek de yatıyor buzağı da. Köpek de uyuyordu. Lakin bir tek kara kedi uyanıktı. O kara ağaç kütüğünün dalına sinmiş pusuda avını bekliyordu... Seher açıldı, davarların böğürtüleri birbirine karıştı. Bacalardan tütsün kalktı. Evlerden, sac üzerinde pişen bazlama kokusu yayılıyordu. Lakin Alo' nun çocukları hala tatlı bir uykuda idi. 23

ÇAYDA MUCİZE Hakeri Çayı geçitleri dağıtıyor, sahildeki ağaçları kökünden koparıyordu. Ağaçların zarif sarı kökleri, sel yataklarından kıvrım kıvrım kıvrılmıştı. Bulantılı çay taşları birbirine çarpa çarpa, hırpalayan Araz'a doğru akıyordu. Akıntıya kapılan kütükler kah yok oluyor kah yüze çıkıyordu. Dallan meyva dolu, elma, armut, erik ağaçlan hızla akıp gidiyordu. Güzel, dönüp geldiği keçi yoluna baktı. «Allahım sen bir atlı yetir bana». Nebi annesinin sırtında hala uyuyordu, onun küçük ayakları şaldan dışarıya çıkmış, boynu yana eğilmişti. Etrafı kamışla:fa örtülü keçi yolunda önce bir çift kulak, sonra bir at kafası göründü. Güzel'in sevinçten dudakları titredi: «Ben yardımı da, kısmeti de Allahımdan istedim». Atlı, Hakeri'ye yetişince dizginleri çekti. Atın yanında kendine benziyen bir de tay vardı. Tay sanki fırsat bekliyormuş gibi boğazındaki çıngırağı seslendirerek, anasının memesini emiyordu. Atın üstünde kırmızı püsküllü iri bir heybe gorunüyordu. Heybenin içinde ise küçük bir şey vardı. İyi ki yükü, azdı. Küçük süvari atı büyük bir adam gibi sürüyordu. Uzun beyaz yüzünü sarı tüyler örtmüştü. Sağ kulağının dibinde ceviz büyüklüğünde bir şiş vardı. Güzel'in huzursuz bakışları oğlanı dile getirdi 24

«- Hala, o tarafa mı geçmek istiyorsun?» «- Evet oğlum. Ama görüyorsun çay nasıl coşup taşıyor korkuyorum bizi götürür». Oğlan atım yakındaki sel yatağına çekti «- Hala gel, bin terkime». Güzel'in üzgün yüzü bir anda neşelendi. Şalını tekrar sıkıca bağlayıp atın terkisine bindi. «Ya Allah» deyip yola koştular. O, bir kolunu şala bağlayıp yavrusuna, diğer kolunu oğlanın beline doladı : «- Hadi sür yavrum. Bilmiyorum, geçer miyiz, burası çok zor...» «- Geçeriz hala, sen bana sıkı tutun». At çaya girdiğinde kulağını dikti. Atın tayı korkulu gözlerle bir sağa bir sola dönüp duruyordu. Oğlan atın başını suyun akışına doğru çevirdi. Su üzengiye yaklaşınca at tayına bakarak tüyler ürperten bir sesle kişnedi. Tay ise hala suya girmekten korkuyordu. Nihayet o da kendisini anasının arkasından çaya attı. Su beline çıkarken atın ayağı kaydı. Fakat kendisini çabuk toparladı. Güzel'in yüzünde kan kalmamıştı. «-Allah, aman Allah, sen bize yardım et, buradan selamet kurtulsam gidip Garip B<tba'ya mum yakarım, nezir veririm». «- Korkma hala, r.z kaldı. Öbür sahil çıkacağız». Güzel'in uzun basma elbisesinin etekleri suda kanat çırpıyor, sanki sihirli halının üzerinde uçup gidiyordu. O kirpiklerini birbirine sıkı sıkıya kapamıştı. Yalnız çayın uğultusunu işitiyordu. Çayın kenarına çıktılar, suyu süzülen tay titreye titreye annesinin göğsüne sığındı. Kıs- 25

rak var gücü ile silkelendi. Sonra dudaklarını titreyen yavrusunun yüzünde, gözünde, yelesinde gezdirdi. «- İn hala». Güzel, attan indi : «- Sağ olasın oğlum, Allah seni annene çok görmesin» : «- Hala sorduğum için kusura bakma. Nereye gidiyorsun?» «- Başak toplamaya oğul». «- Ben Hamzalı köyüne başvurup çabuk döneceğim. Karşılaşırsak yine seni öbür sahile götürürüm». «- Sağal yavrum, git, yolundan kalma». Güzel, şalını açıp sırtını arkaya dayadıktan sonra oğluna meme verdi. Nebi, gözlerini kocaman kocaman açarak gülümsüyordu. Ananın yarı canı evde idi. «Acaba, Alo çocukların yemeğini verdi mi? Onları Zehra'ya ema net ettim. Zehra'nın o kadar işi var ki... Eh, iğde de susuz kaldı». Nebi, küçük elleri ile annesinin elbisesini mıncıklıyordu. «- Yavrum benim, acıktın mı? İyi çabuk em şimdi. Birazdan yaman sıcak basacak». Güzel, dudaklarını Nebi'nin yumuşak yüzüne dokundurduktan sonra atın üstündeki oğlana sordu. 26 «- Oğul hatırımdan çıktı, sen kimin oğlusun?» «- Kulu'nun oğluyum». «- Söyle, adın ne senin yavrum?» «- Aliekber».

«- Oğul, ben de Mollu ıköyünden Alo'nun karısıyım. Belki benim kocamı tanırsın». «- Çok iyi tanırım. Ben oğlakları otlatıyorum. Alo dayıya da yazıda bazen rastlıyorum. O devamlı yazıya kara diken kırmaya geliyo-.. Kışın da onun işi kireç taşı kırmaktır.» «- Evet, zavallının eziyeti çok. Vallah ekmeğimizi taştan çıkarıyoruz... Vay aklıma bak... Belki açıkmışsındır, yanımda bazlama, peynir, var». «- Sağal hala, tokum. Gitmeliyim. Allahaısmarladık». Aliekber vedalaşıp atına kamçı vurdu. Tay, boynundaki çıngırağı sallayarak annesinin arkasından koştu. Güzel, başakları tamamen toplanmış tarlaya geldi. Orda burda ocak yerleri kararıyordu. O yavrusunu tekrar sırtına atıp tarlayı baştan sona dolaştı. Bir tek başağa bile rastlamadı. Bu arada küçük bir kızın, eşeğin arkasından koştuğunu gördü. Hayvanın yükü yana eğilmişti. Kız seslendi : «- Hala, arda başak ne gezer? Hamzalı'nın davarcıları orayı dün atlatmışlar. Öbür yana geç. Orada başak çok. Dün arpa biçiyorlardı». Güzel, bükülü belini düzeltip yürekten ah çekti. «Bir parça ekmek bizi evimizden mahrum etti». Güzel'in yavrusu şalda sıcaktan pişiyordu. Çocuğun boynundan boğazından süzülen ter annesinin sırtını ıslatıyordu. Kimbilir, Güzel, saatte kaç kerıe eğilip kalkıyordu. Ayağına, sayılamayacak kadar diken dolmuştu. Fakat o hiç duymuyordu. Çünkü tarlalardan toplayacağı başaklar daha önemliydi. Güzel, işini bitirip yavrusunu büyük bir çalının gölgesine oturttu. Altını üstünü değiştirdikten sonra yaşmağıyla onun boynunu boğazını kuruladı : 27

«- Acıktın mı? Anan sana şimdi süt verecek». Güneş, Güzel'in başucuna gelmişti. Ve sıcak hcrşeyi kasıp kavuruyordu. Güzel, yavrusunu boğucu sıcaktan korumaya çalışırken, çocuk, annenin göğsünü mıncıklayıp dudağını büzüyordu. «Sütüm bitmiş yavrum, sabahtan ağzıma bir lokma koymadım. Gidek evimize, kardeşlerini merak ediyorum». Güzel, oğlunu tekrar sırtına vurdu. Boz kesenin arasına yığdığı başağı koltuğuna aldı... durmuş, Güzel'i bekli Aliekber çayın kenarında yordu: «- Hala, ne vakittir seni gözlüyorum». Güzel, öyle sevinmişti ki, sevinçten gözlerin:n içi gülüyordu : «- Yavrum bu ne zahmet?» Aliekber, zayıf bacaklarını kısrağının böğrüne do ladı, atı mahmuzladı. Hakeri çayı yine yere göğe sığmıyordu. Dalgalar azgın kanatlarını daha geniş açıyor, bahçeler, bostanları hırpalayıp çeltik sahalarını bulanık çaya katıyordu. Hakeri'nin ortası... Atın ayağı yerden kesildi... Dalgalar şahlanarak küçük süvarinin başından aştı. Sular Güzel'in koynuna doldu. «Tay hani?». Coşkun sular tayı bir oyuncak gibi oraya buraya sürükleyip, dalgalara karıştırıyordu. Kısrak yavrusunun halini gördükçe acı acı kişniyor, feryat koparıyordu. Güzel sesini çıkarmıyor, nefes almaya bile korkuyordu. Ona öyle geliyordu ki, havayı göğsüne doldursa, atın yükünü ağırlaştırır, atı sulara garkeder ve oğlunu kaybederdi. Güzcl'i dehşete salan kısrağın feryadı idi. Tam bu sırada arkadan kıvrıla kıvrıla gelen iri bir kütük onları hakladı. Kütük, onları suyun dönemecine saldı, arkadan yine bir 28