TÖRE den. TÖRE Marşı Hakan İlhan KURT / 05. ULUCANLAR da Tarih Ahmet Tevfik OZAN / 10. Yetik Ozan Reşat GÜREL / 19. Aqqışka Huşeng CAFERİ / 20



Benzer belgeler
100. Yılında Çanakkale ye Develi den güzel bir ziyaret gerçekleştirildi. Fethinin 562. Yılı olması münasebetiyle gezinin ilk yarısı İstanbul a

Skyros adasında Robert Brooke nin mezar taşındaki yazı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

İÇİNDEKİLER... SUNUŞ III

BİRİNCİ BÖLÜM HAREKÂT ALANININ COĞRAFİ VE TOPOĞRAFİK DURUMU, TARAFLARIN HAREKÂT PLANLARI, 5 İNCİ ORDU İLE 3 ÜNCÜ KOLORDU KARARGÂHLARINDAKİ FAALİYETLER

İÇİNDEKİLER... ÖN SÖZ... BİRİNCİ BÖLÜM SİYASİ, COĞRAFİ DURUM VE ASKERÎ GÜÇLER

SAMSUN BAHRİYE MEKTEBİ

ÇANAKKALE SAVAŞI NDA SAĞLIKÇILAR. Yrd. Doç. Dr. Burhan SAYILIR

İNSANLIĞIN SAVAŞI YENDİĞİ YER; ÇANAKKALE SAVAŞ ALANLARI PROJESİ (TR R5)

Herkesin Kalbi Çanakkale de Attı

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Yayın no: 133 ÇANAKKALE SAVAŞI. Genel yayın yönetmeni: Ergün Ür Yayınevi editörü: Özkan Öze Dizi editörü: Prof. Dr. Salim Aydüz

Selam size ey yüce şehitler, Yahya Çavuşlar, Koca seyitler. Uyuyan nice adsız yiğitler, Adınızı tarihe yazmaya geldim.

YİSAD Üyelerinden Çanakkale Şehitliği ne ziyaret Ağustos 2012 / Demir Çelik Store

"15 Temmuz Şehidimiz hemşehrimiz Mustafa Cambaz ın kendisi artık belki aramızda değil, ancak onun Fotoğrafları Batı Trakya da sergileniyor.

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

MİLLÎ SAVUNMA ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜK MÜZESİ

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

SULTAN MEHMET REŞAT IN RUMELİ SEYAHATİ 5

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

18 Mart Şehitler Günü Anlam ve Önemi

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

BİR SEMPOZYUM HİKAYESİ

BURDUR VE ISPARTA OSB LERİ İÇİN ATIKSU ARITMA TESİSİ YAPIMI İLK ADIM ATILDI

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

Ziyaret. Adabı. Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda Gördüğün bu tümsek, Anadolu nda, İstiklâl uğrunda, namus yolunda Can veren Mehmed in yattığı yerdir.

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

ATATÜRK ün Balmumu Heykelleri

OKUL GEZİSİ ( 1 MAYIS - 4 MAYIS 2013)

Kütahya Gazeteciler Cemiyeti Ziyareti:


TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI

ÇANAKKALE DENİZ MUHAREBELERİNİN DENİZDE DÖNEMİN ŞARTLARINA GÖRE TASARLANMIŞ SAVAŞ GEMİSİNDE KRİTİK OLAYLARIN YAŞANDIĞI YER VE SIRAYA GÖRE TANITILMASI

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

10 KASIM ATATÜRK. Kültür2000 Koleji Anadolu Lisesi

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

KURTULUŞUN 95. YILI COŞKUYLA KUTLANDI

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

Niğde Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu Başkanı Okan Aktaş Toplulukta Görev almak bir İletişimci olarak bana çok faydalı oluyor

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'ÜN ASKERLİK HAYATI

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Parlar saçların güneşin rengini bana taşıyarak diye yazıvermişim birden.

1915 ÇANAKKALE SAVAŞI BİLGİ YARIŞMASI SORULARI

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

Amiral Turgut Reis 449 nci ölüm yıl dönümünde anıldı

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

KALEKIŞLA KÖYÜ TAKVİMİ 2019

Vanlı futbolcu kızlar Bodrum da kamp yapıyor

TARSUS DA BİR GÜN...BELKİ DE İKİ... Adanalılar...Mersinliler...Gaziantep, Hatay ve Osmaniyeliler...Türkiye nin gezmeyi sever insanları...

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

ETKİNLİKLERİN İLK HAFTASINDA AŞAĞIDA BELİRTİLEN ÇALIŞMALAR GERÇEKLEŞTİRİLMİŞTİR.

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

Sevgili dostlar. 53 yıldan sonra avukatlığı bırakmak zorunda kaldım. Sizlere son bir anımı sunuyorum. Sevgiler, saygılar.

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı


KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

ÖZEL ANAKENT İLKOKULU EĞİTİM ve ÖĞRETİM DÖNEMİ DEĞERLER EĞİTİMİ PROJESİ MART NİSAN FEDAKARLIK FEDAKARLIK BİLİNCİ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

SAYFA BELGELER NUMARASI

ilkyar in yarattığı sevinç hiç dile gelmese de, çocukların gülümsemeleri yansıtır memnuniyetlerini...

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

İÇİNDEKİLER... SAYFA NUMARASI 1. Genelkurmay Başkanlığının Afyon ve Kocaeli mıntıkalarındaki duruma dair 3 Ekim 1921 tarihli Harp BELGELER

AVRUPADA GÜÇLER DENGESİ

Ziya Gökalp. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

6 Çocukla Ahır'da Yaşam Mücadelesi

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

5. SINIF TÜRKÇE KELİME TÜRLERİ TESTİ. A) Ben ise yağmur yağmasını bekliyordum. Cümlesindeki isimlerin hepsi tekildir.

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

Uluslararası Buluşma Türkiye Fotohaber, Sayfa 1

Şehit yakınları ve gaziler için iş kurası

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

Beykozlu Şehidimiz Er Erhan TERLETME ye Son Görev - Özgün Haber

a 3 -<» rt3 ft3 Ö o\3 CO o\3 Ö o\3 CO v-< 0x3 Ö V-i -i» 3 Gezi / İlgaz Anadolu'nun Sen Yüce Bir Dağısın 0x3 Ö 0x3 Kitap / Kayıp Gül

ilkokulu E-DERGi si 23 Nisan ın Önemi Sorumluluk Okulumuzda 23 Nisan Hedef Siir: Egemenlik Ulusundur 2017 Nisan Sayısı Bu Sayımızda:

AHIRIN İÇİNDEKİ SARAY 300 Ispartalı filmini hatırladınız mı?

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

ÇANAKKALE & GELİBOLU (Günübirlik)

Bir Kadın 3 Sanat Sergisi açıldı

İngiltere Kraliyet Tıp Derneği nin. Prof. Dr. Mehmet Haberal a Verildi. Prof. Dr. Babulal Sethia, Prof. Dr. Mehmet Haberal, Prof. Dr.

Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri

"Nereden başlasam, nasıl anlatsam..."

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Sınıf [ B-PİSA ] 1. Dönem - 1. Uygulama

* Cümle içinde, tırnak içinde verilen cümleler büyük harfle başlar. Tolstoy, Amaç olmayınca hayatın da bitmesi gerekir. demiştir.

20 Mart Vızıltı. Mercanlar Sınıfından Merhaba;

8. SINIF T C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ


Transkript:

İ Ç İ N D E K İ L E R FİKİR SANAT VE EDEBİYATTA TÖRE Aylık Fikir Sanat Edebiyat Dergisi Yıl: 1 Sayı: 2 Mart 2012 ISSN:2146-7773 İmtiyaz Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Ömer Faruk BEYCEOĞLU Yayın Danışmanı A. Yağmur TUNALI Sanat Koordinatörü H. Nurcan YAZICI Ahmet ŞAFAK Halkla İlişkiler Koordinatörü Mehmet Yıldıran YÜCE Grafik - Tasarım İsmail KANDEMİR Editör Şükrü ALNIAÇIK iletişim tore@toredergisi.com www.toredergisi.com İdare Yeri Çetin Emeç Bulvarı 1314 Cadde 1315 Sokak Can Apt. 7/3 A. Öveçler - ANKARA Tlf: 0.312.472 70 10 Faks: 0.312.472 70 11 Cep: 0.532.373 11 24 Baskı / Cilt BERİKAN MATBAASI Tlf: 03122326218 Fiyatı: 7 TL TÖRE den TÖRE Marşı Hakan İlhan KURT / 05 Galip Erdem İle Cengiz Dağcı ya DeVe li Bir Yolculukla Ulaşmak İbrahim METİN / 06 ULUCANLAR da Tarih Ahmet Tevfik OZAN / 10 Çanakkale Savaşı ndan Günümüze Hatırladıklarımız ve Unuttuklarımız Dr. Suat ÇIRAKOĞLU / 11 Yetik Ozan Reşat GÜREL / 19 Aqqışka Huşeng CAFERİ / 20 Dergimize Yeniden Kavuşmak Nefi DEMİRCİ / 22 Bilinmeli Mehmet Ali KALKAN / 24 Milli Edebiyat ve Ömer Seyfettin Ülküsü Ahmet ŞAFAK / 25 Şeb-i Yeldâ dan A. Yağmur TUNALI / 28 Milliyetçilik... Primattan İnsana Doğru Şükrü ALNIAÇIK / 30 Köl Tigin Ünlemesi Hakan İlhan KURT / 33 Eski Bir Sobahar Hacer KARAKAYA / 36 Yüzleşme Editör / 37 Kızılbaşların Ortak Bilinci: HORASAN Ali Rıza ÖZDEMİR / 39

Kahır Lekesi Sevim ÇAKICI / 42 Türk Milliyetçisi Gençlerin Eğitim ve Üniversite Vizyonu Üzerine Burçin ÖNER-Dilek AKILLIĞLU - Yunus Emre UYAR / 43 Arpalar Biçilirken Prof. Dr. Vahit TÜRK / 53 Türk Töresinde Küresel Adalet ve Küresel Barış Muharrem Günay SIDDIKOĞLU / 55 Ekmek Kokusu Tarık KILIÇARSLAN / 58 Bereketçilik Destanı nın Doğuşu Emete Gözügüzelli CİVAN / 59 Eyvallah İsmail KANDEMİR / 64 Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ le Söyleşi Sinan DEMİRTÜRK / 65 Muhittin ARAR ın Yürü Çocuk Şiirini Tahlil Prof. Dr. Nurullah ÇETİN / 72 Gelsin Mehmet AVŞAR / 76 Kahraman Türk Kadınları: KARA FATMA M. Metin KARAÖRS / 77 Çarmıhta Can Emel DEMİREZEN / 81 Dr. Hayati BİCE Türkistan Rüyası Şükrü ALNIAÇIK / 82 Yeter Artık Kızıl Çin! Nurala GÖKTÜRK / 84 Türk Sanatının Dünü, Bugünü ve Geleceği Üzerine Yrd. Doç. Dr. Mehmet SAĞ / 85 AŞK İle Aldatmak ve Elif Şafak Prof. Dr. Hilmi ÖZDEN / 87 Kutlu Dağlar Üçlemesi:1 Elbruz M. Bahadırhan DİNÇASLAN/ 91 Galip Erdem ve Arkadaşlarının Gençlik Yıllarındaki Faaliyetleri İbrahim METİN / 93 Uygur Güzeli Ay-Bilge Destanı Mustafa EFEOĞLU / 95 Nevai-Kumru Vagıf SULTANLI / 96 Nevruz - Türk Dünyası Duy Beni Halil GÜLEL / 100 Sadri Maksudi Arsal ın Irk Meselesi Halil İbrahim KOÇ / 101 TÖRE İçin Alperen BURAK / 103 Havva nın Yağmurları Yağmur ŞENGÖK / 104 Badem Gözlü Kızlar Selim TUNÇBİLEK / 106 Hasret Dediğin... Zehra ULUCAK / 107 Şehr/i Yâr Nuray ALPER / 108 Öğretmen Çelebi ÖZTÜRK / 109 Kapak: İsmail KANDEMİR Desenler: Ramazan ÖZTÜRKMEN Mesut DİKEL Mehmet SAĞ Hüseyin ÇOBAN Kenan EROĞLU Svetlana İNAÇ Murat YILMAZ Vagıf UCATAY - BAKÜ Dergimize abonelik işleminizi www.toredergisi.com adresindeki ABONE OL bölümünde bulunan formu doldurarak veya 0.532.373 11 24 no lu telefonu arayarak yaptırabilirsiniz. Yıllık Abone Bedeli: Yurt İçi (12 sayı) 75 TL. Yurt Dışı (12 sayı) 120 TL. Öğrenci (12 sayı) 60 TL. dir.

SUNUŞ Merhaba; İkinci sayısı ile sizlere ulaşan Fikir Sanat ve Edebiyatta TÖRE Dergisine gösterdiğiniz ilgiye ve güvene teşekkür ediyoruz. Derginin hazırlıkların başlarken duyduğumuz heyecanı ve özlemi sizlerin de duyması, aynı duygularla tek yürek olarak buluşmamız bizleri gerçekten umutlandırdı. Dağılmışlığın, neme lâzımcılığın had safhada olduğu günümüzde bir ışık etrafında toplanan pervaneler gibi sizlerin sıcaklığını, samimiyetini ve teveccühünü hissetmek hâlâ umutlarımızın kaybolmadığının, başarmak için gayret göstermenin, ilk adımı atmanın zaferin müjdecisi olduğunu bir kere daha hatırlattı bize. Biliyoruz, ilk sayının özel sayı olması ve bir arşiv niteliği taşıması sizlerde, sonrası nasıl olacak? beklentisi oluşturdu. Haklısınız... Yıllar öncesinin TÖRE tiryakileri aynı tadı alıp alamama endişesi duyacak elbette. Bu sayı eminiz bu endişelerinizin bir kısmına cevap olacaktır. Yayın çizgisinde Ülkenin bölünmez bütünlüğü, Bayrağın, Vatanın ve Değerlerimizin korunması noktasında kesin ve vazgeçilmez kurallarımız olacaktır. Bunların korunması, kollanması ve yaşatılması bizim en büyük vazifemizdir. Yayın politikamızı da bu yönde belirleyecek ve eserleri ona göre seçeceğiz. Bizlerden beklentilerinizi zaman zaman değişik yollarla ulaştırıyorsunuz. İlginize teşekkür ediyoruz. Bunları dikkate aldık ve alacağız. Genç kuşakların yazılarının, şiirlerinin, denemelerinin ve makalelerinin yayınlanmasına bu sayıdan itibaren başladık. Başlı başına bir köşe açmak yerine derginin sonlarına doğru değişik türlerden örneklerle bu arkadaşlarımızın çalışmalarını teşvik etmek düşüncesindeyiz. Başka bir fikir ise çocuklarımıza yönelik çalışmaların yapılması konusunda. Buunula ile ilgili alt yapıyı hazırlıyoruz. Derginin sayfaları arasında farklı renkte bir bölüm oluşturma ya da ek halinde verme düşüncesindeyiz. Burada verilecek bilgilerin yanısıra çocuklarımızın dikkatini çekecek çizgi romanların da olmasının hazırlığını yapıyoruz. İlk sayının elinize ulaşması sırasında zaman zaman sıkıntılar yaşandığı muhakkaktır. Normal posta yoluyla yapılan gönderilerde gördüğümüz bu aksamayı kargo marifetiyle çözdük. Bundan sonra aksama olmayacağı kanaatindeyiz. İllerde ve üniversitelerde mümkün olduğunca temsilcilerimizi ve satış noktalarını teşekkül ettirmeye çalıştık. Eksik olan yerlerde zaman içerisinde tamamlanacaktır. Bu konuda sizlerin de teklif ve yardımlarınızı bekliyoruz.

Bu arada aldığımız olumlu tepkileri, ileride derleyip sizlerle paylaşmak istiyoruz ama Antalya dan sayın Ali YILDIZ Bey in mektubunu bir istisna yaparak yayınmaktan onur duyuyoruz. Ellerine ve yüreğine sağlık. Daha güzel günlerde, tüm Türk yurtlarının azatlığını kutlamak dileğiyle selam ve saygılarımızı sunuyoruz. Tanrı Türk ü hep korumuştur. Bundan sonra da koruyacaktır. Bundan hiç şüphemiz yok, yeter ki, Türk Türk ü sevsin ve korusun. TÖRE ye MEKTUP. Hoş Geldin Töre.. Gel seni bir öpeyim. Kocaman adam olmuşsun. Geç otur şöyle. Uzak yoldan geldin yorulmuşsundur. Benim Ankara dan ayrıldığım 70 yılında kısa pantalonlu bir çocuktun daha. Yerinde duramaz, zıp zıp zıplardın. Sanki bütün sokaklar senindi. Ne kadar da hareketli bir çocuktun Töre? Mahallemizin en yakışıklısı, yalbır yalbır eden kumral saçlarınla; o sokak senin, bu çarşı benim koşturur, adam olacak tavrınla parmakla gösterilirdin. Nasıl da gıpta ile bakardık sana Seneler ne çabuk geçiyor değil mi? Seneler nasıl da değiştiriyor insanı, bak şakaklarına kırlar düşmüş artık. Şöyle bir yokladım da hafızamı, senden son mektubu 1983 te almışım. Kitaplığımın en mutena köşesinde sakladığım mektuplarından sadece 28 tane kalmış elimde. Diğerlerini ne yaptım bilmem ki? Oysa her ay muntazam mektuplaşırdık. Tam 148 mektup almışım senden. Son mektubun 1983 e 148 tertip. Sonra askere mi aldılar seni, yoksa ben mi ilgisiz kaldım biraz, kaybetmiştim izini. Yoldan gelince hala ayran mı içersin bilmem? Eskiden öyleydin. Hele dinlen biraz. Çıkar çoraplarını, elini yüzünü yıka, otur şöyle köşeye. Ben sana bir yorgunluk kahvesi yapayım bu arada. Karşılıklı yudumlarken kahvelerimizi, uzun uzun geçmişten konuşuruz. Emine Abla dan bahsederiz, Dündar Abi den, Galip Abi den, Albay dan ve daha nicelerinden aklında kalanları anlatırsın. Hafızan kuvvetliydi senin. Benim de anlatacaklarım var sana. Ama bende kafa mı kaldı, sen anlat bildiklerini. Belki sonra benim de aklıma bir şeyler gelir. Senin gençlik günlerinde kimse adını cinayetle anamazdı. Ama şimdi Töre Cinayeti diye bir laf uydurdu ağzı karalar. Hiç Töre ile cinayet bir arada olur mu çocuk? Sen mahallemizden gideli bazı türediler çıktı ortalığa, kimisi, dinci, kimisi kinci, kimisi tinerciymiş. Sokağımızı hepimiz. diyen nesebi gayr-i sahihler sardı. Sokağımızdan gitme bir daha. Çok özlettin kendini yaramaz çocuk! Ali YILDIZ

Ünledi, dokuz tekbîr türlü türlü yaygıya, Eri kızlayın dedi, gökçe kızı erleyin! Kültür san at seyrinde yer vermeyin kaygıya Törelenin Tanrı yı, törelenip birleyin; Bir ağız, birce dilden, göğe doğru gürleyin! Bozkırın saçlarına bağır basıp çıkanlar, Kın sarıp, divân içre kabzasını sıkanlar, Her uğraşın ardında sözü âşka yıkanlar, Törelenin Tanrı yı, törelenip birleyin; Edep, erkân bizdedir, sayrılanı pürleyin! Cümle sabaha dedi, gözün gönlün darısı, Kulak verip salınsın, kurdu, kuşu, arısı... Dokuz tuğ salkım saçak, gecenin bir yarısı Törelenin Tanrı yı, törelenip birleyin; Dört yönü muştulayın, gök gözleri ferleyin! Eyerleyin atları, koşumlara süs vurun. Döne döne yoğrulun, zirvelere sis vurun. Söz ehli erenlerden yüreklere his vurun, Törelenin Tanrı yı, törelenip birleyin; Türk ün söz bulağından kelâm edip, derleyin! Dedi, varın varışın, vuran çağrı kösüyle Kör sağır titremeli, yağan ayak sesiyle. Kalkıp da yamaçlara barışığı, küsüyle, Törelenin Tanrı yı, törelenip birleyin; Her dem uğraş üzere durulmayın, terleyin! TÖRE MARŞI Hakan İlhan KURT Desen: Ramazan TÜRKMEN Toz toprak pekleşip de kayalanıncaya dek, Cevheri katma olan, mayalanıncaya dek, İsrâfil, suru ile payalanıncaya dek, Törelenin Tanrı yı, törelenip birleyin; Yağı gözünden sızan nâzarları kürleyin! Dedi, bu ak heybemin dolu iki kefesi, Bir yanım aklıselîm, bir yanım kurt nefesi. Ünlemeli kız kızan, koç yiğidi, efesi, Törelenin Tanrı yı, törelenip birleyin; Güzeli ayrı tutun, şer olanı şerleyin! Yanıp yanıp tutuşan, yakıp duran köz benim, Han-Mete den Mehmet e, akıp gelen öz benim, Yalavaç Muhammet ten din yücesi söz benim, Törelenin Tanrı yı, törelenip birleyin; Mavi göğü gökleyin, yağız yeri yerleyin! 05

Çalışmamak için inat eden DeVe ve çalıştırmaya uğraşan İbrahim Metin, Galip Erdem, Dr. İhsan Şakir Gözübüyük ve Nihat Yazar eşliğinde (Fotoğraf: Mustafa Gözübüyük) Galip Erdem ile CENGİZ DAĞCI ya DeVe li BİR YOLCULUKLA ULAŞMAK... İbrahim METİN 12 Mart 1971 Muhtırası verilmeden 15 Gün kadar önce, Galip Erdem in muavinliğinde, bendenizin şoförlüğündeki 42 DV 806 Plakalı araç Nihat Yazar ı (*) da yolcu mevkiinde taşıyarak; Almanya dan İngiltere ye müteveccihen yola çıktık. Bu yol, herhangi bir kasaba yolu olmayıp, Almanların Otoban dedikleri ve vasıtaların 100-120 km civarında seyrettikleri yoldu. Ama bizim DV, biraz hızlanınca vitesten atılmak suretiyle rahatlatılarak 10-30 km sür atle ilerliyor; aynı zamanda takırtılı bir ses çıkarıyordu. Kendisini hızla geçenlerin hayretle dönüp baktıkları bu araç, kaplumbağa hızıyla şehir büyüklüğündeki Lüksenburg devletini geçip Belçika ya ulaştığında, büyük hangar şeklindeki bir tamirhaneye uğranıldı. Tamirhanenin ustabaşısı gaza basmasını söylediğinde, bütün tamirhane çalışanları, bu çok gürültülü ve de takırtılı çalışan otonun başına toplandılar. Londra ya kadar gidip gidilemiyeceği sorulduğunda ise ustabaşı: Pöt etr senk metr, pöt etr senk kilometr; apre buummm! (Ya beş metre ya beş kilometre gider, sonra gümlersiniz!) cevabını verdi. Kahraman orduyu seyret ki.. faslından,yola devam edip, Ostend den feribota bindik. Yolcular, devamlı olarak: İngiltere de trafiğin soldan cereyan ettiği, dikkatli olmam gerektiği telkinde bulundular. Ama vapurdan inip karaya ayak bastığımızda, ancak 06

kocaman Serre a goş (solu takip ediniz) levhasını görünce, sağdan giden DV yi sola aldım. Soldan cereyan eden trafikte en zorlandığım husus, dörtlü yol kavşaklarına geldiğimizde oldu; ama yaya olarak alışmakta çok daha zorlandık; yoldan karşıya geçerken alışkanlık icabı ilk sola baktığımızdan sağımızda acı fren sesi duyduğumuz oldu. Londra ya vardığımızda, harcadığımız para kendimize ait olmayıp, sermaye toplamaya çıktığımız, kurulacak Matbaacılık Şirketine ait olduğundan otelde kalmak gibi bir lüksümüz yoktu. O sebeple hesaplı yer ararken Moderna Hause isimli bir pansiyona yerleştik. Yorgunduk; ama Londra ya ilk defa geliyorduk; dinlenmek yerine şöyle bir tur atıp görelim; dedik. Ama o ne? Üç ülke sınırlarını aşıp gelmiş olan DeVe, Sizi hasta halimle Almanya dan buraya getirdim; daha ne istiyorsunuz; benden bu kadar.. diyor ve çalışmıyordu. Motor krank milinin yataklarını -yağsız bırakıldığı için- yakmış olan DeVe nin nerede rektefiye yaptırılacağı konusundaki araştırmalara, birkaç gün vakit ayırdık. Moderna Hause da zengin çeşitli sabah kahvaltıları verilmekteydi. Muhtemelen İngilizce pratiği yapmak için burada çalışmakta olan Fransız kızın Truva minüt, Truva minüt e demi? sorulariyle 3,5 dakika kaynatılmış rafadan yumurta eşliğinde öğleyi de dengeleyecek sıkı bir kahvaltı yapıyorduk. Mühim problemlerden birisi -domuz eti istemediğimizden- akşam yemeklerin nerede yenileceği idi. Zaten Almanya da tavuk yemekten neredeyse kanatlanıp uçacak olan midelerimiz, Kıbrıs Derneği nin lokantasını bulduk ve çoktan beri hasret çektiğimiz kuru fasulye imdadımıza yetişti. İddia ediyorum siz hiçbir zaman bu kadar lezzetli bir fasulye yememişiniz; bu kadar ana mutfağı hasreti çekmemişinizdir. O ne! İdealist gençlerimizden Mustafa Gözübüyük namı diğer Mersedes Mustafa da amcası ile birlikte lokantada idi. Bu Mersedes Mustafa lakabı, Galip Erdem tarafından takılmıştı. O zamanlar araç sahibi olanlar pek yoktu; bendenizin sahip olduğu araçlar genellikle düşük modelli olurdu. Her hangi bir toplantıdan çıkıldığında, Gözübüyük ü gören Galip Ağabey: Mersedes Mustafa buradaymış, bana eyvallah der ve beni hemen satar dı. Doğrusu bu duruma biraz canım sıkılırdı. Çünkü ağabeyim, 1951 Model taksi plakalı Hilman marka otomobilime çok muavin lik yapmıştı. Gündüzleri babamın çalıştırdığı Hilman ın gece şoförü ben olur; Galip ağabeyim de bazen muavinim olurdu. Gece işi, ya Etlik yolunda olan oto garajlarında veya eğlence yerlerindeydi. Geceleri eğlence hayatı yaşayanların, ayak takımı demek istemediğim bölümü, Ulus ta Çankırı Caddesi nin başındaki barlara takılır ; üst gelir seviyesindekiler ise ya Gar Gazinosu veya Strazburg Caddesi ndeki pavyona giderlerdi. Müşteri almak için tercihimiz bu ikisinden birisi olurdu. Murat 124 büyüklüğünde olan 1951 Model Hilman, -hele de önde oturan bir de muavini olunca- kalabalık olan müşterilerce tercih edilmez, bir sonrakine binerlerdi. Sözü uzatmayalım; Mersedes e bizi satan ağabeyim, üstelik böyle de bir kader arkadaşıydı. Ama neyse ki Gözübüyükler, amcasının tedavisi için uçakla Londra ya gelmiş olduklarından, artık satılma tehlikesi yoktu. Onlar da hem hesaplı olduğundan hem de bize yakın olmak için mekânlarını, Moderna Hause ye naklettiler. Başka dostlarla da buluştuk. Gözübüyüklerin hemşehrileri ve bizimkilerin de dostu olan (doğduğu şehirde uzun yıllar Kayseri Üniversitesi nin rektörlüğünü başarı ile yapan) Mehmet Şahin ile Ordu vilayetinden Şükrü Yürür (sonraları Ticaret Bakanı) de Londra daydı. İkisi de yabancı dillerini geliştirmek için yollara düşmüşlerdi. Şükrü, Kıbrıslı bir Türk ün, yirmidört saat açık olan gıda market inde çalışmaktaydı; gündüz vardiyasında çalıştığından, şehri tanıma turlarımıza katılamıyordu. Ama birgün, bizimle gelebileceğini söylediğinde, bunun nasıl olabildiği sorusuna mahalli karakolun kaçak işçi kontrolüne geleceği ni, o sebeple mağazada bulunmaması gerektiğini, bu haber almanın mağaza tarafından aylığa bağlanan polisten kaynaklandığını öğrendiğimizde memnun olduk. Memnuniyetlerimiz ne içindi? Osmanlı Devleti nin parçalanmasında bir numaralı etken saydığımız İngiltere yi de rüşvet kurdu kemirmeye başlamış demekti. Bu kötü ahlaka, Mark bozdurduğum bankada da rastlamıştım; veznedar, 100 sterlin eksik verince itiraz edip düzelttirdim. O tarihlerde Türkiye de bütün işyerleri 19 a kadar açıktı; saatini geçirene, Pazar günü açana zabıta, hemen cezayı basardı. Anayasa sı bile bulunmayan, geleneklerle yönetilen İngiltere de, 1800 lü yıllardan kalan ama tatbik edilmeyen bir kanun ile hava karardıktan sonra satılması yasak 100 e yakın madde arasında diş macunu, sabun gibi ürünlerin de bulunmasını ve mağazanın sabaha kadar açık olmasını, ilgi çekici bulduk. Hatta Gima yönetiminde bulunduğum yıllarda, bunun uygulamasını bütün mağazalarında yaptırmaya kalktığımda, tepki ile karşılanmıştı; ancak İstanbul Selamiçeşme mağazasını 23 e kadar açtırmayı becerebildim ve mağaza İstanbul un satışta bir numarası olmuştu. DeVe yi, motor rektifiyesi yapılmak üzere bir tamirhaneye bıraktığımızdan, Londra yı gezmeye epeyce vaktimiz vardı. Londra Metrosu, 1800 lerde yapılmış şahane bir ulaşım vasıtası idi. Yerin altından şehir, birçok kat ile ağ gibi örülmüştü. Genellikle bu yolu kullandık. İlgi çekici 07

unsurlar olarak şunları gördük; Londra nın bir ucundan diğer ucunun yetmiş km kadar oluşu; (Şimdi İstanbul neredeyse İzmit ve Tekirdağ a bağlanmış vaziyette) iki veya üç katlı adaları oluşturan ayrı binaların, tek renge boyanması suretiyle tek bina gibi görünüşü; (bizde hâlâ allı güllü sultan iğdesidir.) Şimdilerde bazı büyük şehirlerimizde görülmeye başlanan, sokak köşelerindeki uygunsuz haldeki çiftler. Moderna Hause nin banyosunda, bir küvet ve onun üzerinde, biri sıcak diğeri soğuk akan iki musluğu vardı. İlk banyoya girdiğimizde, bir su bardağına her ikisinden doldurulan su ile yıkanmak, kâh yaktı kâh üşüttü. Bizdeki gibi ikisini birleştiren bir duş veya batarya mevcut değildi. Bu batılıların temizliğine de doğrusu diyecek yoktu. Küvette sabunlanıp, yıkanmış olduğu kirli sudan durulanmadan çıkıyorlardı. Fransızlarda da öyledir. Sabahleyin yüzlerini yıkadıkları lavabonun tapasını kapatmak suretiyle içerisinde hak huk ettikleri suyu, avuçlarına doldurup yüzlerini yıkarlar. 14. Lui döneminde bile lazımlık lar sarayın penceresinden aşağı döküldüğü bilinen gerçeklerdendir. Mamafih bu pislik, Fransa nın parfüm sanayiinin gelişmesine sebep olmuştur. Bizde sadece beş vakit belli yerlerin yıkanması ile kalınmaz; odalarda da yüklük denilen, yatak, yorganın konulduğu yer aynı zamanda çiftle-rin kimseye fark ettirmeden banyo yaptıkları yerdir. Almanya da dâhil batı ülkelerinin klozetlerinde taharet musluğuna rastlamazsınız. Hatta bir seferinde Türkiye deki meşhur firmalardan birisinin ihracat için yaptığı klozetler iade edilince, büyük patron, pazarlama müdürlerini toplayıp bunların iç tüketiciye sunulmasını söylediğinde müdürler: Türk örfünde, yaptığını görmek gibi bir alışkanlık olmadığından bunun mümkün olamıyacağı nı söylemeleri üzerine Türk örf ve âdetini değiştirecek ve bunu pazarlıyacaksınız; talimatını almışlardı. DeVe yi tamirhaneden aldığımızda, beklemediğimiz bir süprizle karşılaşmıştık. Türkiye de olduğu gibi aynı motorun onarılıp verileceğini düşünmüştük. Hâlbuki yeni bir motor takmışlardı. Hududumuzdan çıkarken herhangi bir değişiklik yapılmasın diye motora, çepeçevre bir tel sarıp mühürlemişlerdi. Şimdi numarası değişen motoru, gümrükte nasıl izah edecektik. Araca el konulması ihtimaldi; hâlbuki aracımız emanetti. Bir belge almak için Büyükelçiliğimize gittik. Orada Galip Ağabey in tanış çıktığı. rastladık; ilgili evrakı aldık; ama yine de endişe içerisindeydik. Gümrük mevzuatını bilmiyorduk, Konya Paşa sı Tevfik Fikret Kılıçkaya nın el koyduğumuz DeVe sini, giriş gümrüğünde bırakma tehlikesi olabilirdi. Londra da ikamet etmekte olan Cengiz Dağcı yı ziyaret etmek istedik. Bir spor kulübünde sporculara alaminüt yemekler yaptıkları küçük bir lokantanın üst katında oturmakta idiler. Cengiz Bey, güler yüzle karşıladı bizi; fakat Polonyalı eşi Retina, çok asık suratlıydı ve bu ziyaretten memnun kalmamış gözüküyordu. Bu sebeple olsa gerek, gene münasebetsizliğim depreşti ve sohbet sırasında Cengiz Bey e: -Siz milliyetçi bir insansınız neden bir Türk le değil de Polonyalı ile evlendiniz; tarzındaki münasebetsiz soruma tokat gibi bir cevap aldım: -Daha o tarihte Almanya ya Türk işçileri çalışmaya gelmemişlerdi. Şimdilerde Cengiz Dağcı nın vefatından sonra çok konuşulan: Türkiye ye neden gelmedi; küs müydü? Merakı depreşti ya. Benzeri bir soruyu da ben sordum: -Türkiye ye gelmeyecek misiniz? - İngiltere yaşanmaya değer; ama ölmeye değmez. -Neden kitaplarınızı solcu bir yayınevinden çıkarıyorsunuz? -Varlık Yayınlarının sahibi Yaşar Nabi ye minnet borçluyum; ilk kitabımı gönderdiğimde elimden tuttu; Türkiye Türkçesine çevrilmesine yardımcı oldu. -Varlık tan telif hakkı alıyor musunuz? -Benim adıma orada bankaya yatırılıyor; Türkiye yi gezmeye gidince harcayacağım. Şimdi 25 eserini de yayımlayan Ötüken Yayınevi ile görüştüğümde (**), Varlık Yayınları ndan tek kuruş bile alamamış olduğunu öğrendim. O zaman Cengiz Bey in küslüğüne dair herhangi bir emare fark etmemiştim; maalesef Türkiye ye gelmeden de hayata gözlerini yumdu; Tanrı O nu, rahmetine garketsin (*) Nihat Yazar: 1925 te Osmaniye de doğdu. Volkan gazetesi sahibiydi. Mısır El Ezher Üniversitesi nde Türk Dili okutmanlığı yaptı. Osmanlı Devleti nde 1600-1920 yılları arasında meydana gelen olaylar hakkında önemli bilgiler ihtiva eden Mehmet Arif in, 93 Moskof Harbi ve Başımıza Gelenler adlı eserini sadeleştirip yayımlamıştır. 2004 de vefat etmiştir. (**) Erol Kılınç: Bazı bilgilerde yanlışlıklar var. Cengiz Dağcı kitaplarını, esir kampında iken Kırım Türkçesi ile yazmağa başlamış. Daha sonra bunları Türkiye Türkçesine kendisi aktarmış. Şöyle ki: Esir Kampı ndan arkadaşı olan Zöhre hanım, daha sonra kamptaki 400 kadar Kırımlı ile Türkiye ye geliyor; Ankara da bir Uygur Türkü ile evleniyor. Bu kadın, Cengiz Dağcı yla görüşmelerini devam ettiriyor; ona Ankara dan Türkçe yayınlar ve Varlık Dergisini gönderiyor. Dağcı bu neşriyat yoluyla Türkiye Türkçesini öğreniyor ve yazdıklarını Türkiye Türkçesine çeviriyor. Bunu Sadık Turan ın Hatıraları 08

adıyla, yine Varlık Dergisi nden dolayı tanıdığı Yaşar Nabi ye gönderiyor. Yaşar Nabi ve Ziya Osman Saba kitabı yayınlamayı, ama hacimce çok büyük olduğundan Korkunç Yıllar ve Yurdunu Kaybeden Adam adıyla ikiye bölmeyi uygun bulup yayınlıyorlar Daha sonra da arkası geliyor Yani Cengiz Dağcı nın yazdıklarını Ziya Osman Saba nın veya Yaşar Nabi nin Türkiye Türkçesine aktardığı, yanlış bir bilgidir Çünkü bize 1980 lerde gönderdiği kitapları da redakte yi gerektirecek bir müdahaleye ihtiyaç duyurmayacak kadar temiz bir dille yazılmıştı. Birkaç kelimeye müdahale etmek yetiyordu. Onun için bu konunun da abartılı olduğunu düşünüyorum Bu abartının da, Cengiz Dağcı nın iyi bir edebiyat adamı/ romancı olduğunu belgelemek için sanki bir İSO belgesine ihtiyaç varmış gibi, Yaşar Nabi ve Ziya Osman Saba isimlerinin, her yazı yazanın mutlaka kalemine doladığı iki isim durumunda kullanıldığını düşünüyorum. Bana bu yanlış geliyor; böyle bir şey de yok zaten. Onun edebî kıymetini, Varlık yayınlarında kitaplarını yayınlamak suretiyle onlar da kabul etmişler demek, daha kesin bir doğrudur Bilinmesini istedim Erol Kılınç Ötüken Yayınevi Editörü Desen: Murat YILMAZ 09

ULUCANLAR DA TARİH Ahmet Tevfik OZAN İlk ULUCALAR ziyareti - Şubat 2012 Ateş yağıyor semadan.. zulm ile zindan, ne demek? Ne mümkün, geçmek çölleri?.. belki, Veysel olmak gerek! Tekerrür etmez, Tarih.. lakin kokusu kalır Tiryaki eder insanı.. taş taş koklamak gerek! 10

ÇANAKKALE SAVAŞINDAN GÜNÜMÜZE HATIRLADIKLARIMIZ VE UNUTTUKLARIMIZ Dr. Suat ÇIRAKOĞLU Harp Mecmuası Kapağında Kireçtepe Anıtı ve Atatürk Bu makaleyi 3 ana bölümde inceleyeceğiz: Dün (1915), Bugün (2012) ve Yarın (Sonsuz). Öncelikle muharebeler esnasını, ardından muharebeler sonrasını ve bugünkü durumu. Son olarak da Çanakkale Zaferinden unuttuklarımız, görmediklerimiz yanlış bildiklerimiz ama yaşatmamız gereken değerleri inceleyeceğiz. Bu yazıyı, bölgeyi onlarca defa adım adım karış karış gezen ve konu hakkında yazılan ne varsa okumaya çalışan bir insan psikolojisi ile yazdığımı ifade etmek istiyorum Ne Türk Milletinin, ne Atatürk ün, ne de Mehmetçiğin Çanakkale de yaptıklarını anlatmaya kelimelerin gücü yetmez. Çünkü orada insanın algılama gücünü zorlayan muazzam bir olay gerçekleşmiştir. Bu muazzam olayın dört kutbu vardır. Türk Milleti Mehmetçik - Çanakkale ve Atatürk. İşte Çanakkale yi, Çanakkale de olanları anlamak ve anlatmak için bu dört kavramı kullanmak zorundayız: Atatürk Çanakkale Mehmetçik - Türk Milleti. DÜN (1915): 18 Mart 1915 de boğazı geçmek için tüm gücüyle yüklenen Birleşik Kuvvetler Orduları, Türk askerinin olağanüstü mücadelesi karşısında başarısız oldu. Düşman kuvvetleri hiç ummadıkları bir yenilgi alarak perişan bir halde gerisin geriye döndüler. Bu gidiş uzun sürmedi. Şaşkınlıklarını kısa sürede atan ve daha da hırslanan Birleşik Kuvvetler Orduları bu kez Çanakkale yi karadan zorlamaya ve geniş çaplı bir çıkarma harekâtına karar verdiler. İngilizler, Seddülbahir e çıkarılacak ardından Fransızlar onları destekleyeceklerdi. Bu kuvvetlerin hedefi Alçıtepe yi ele geçirmekti. Anzak birlikleri de Arıburnu na çıkarılacak ve her iki birlik Kilitbahir platosunda birleşeceklerdi. Bu, asıl taarruz bölgesini rahatlatmak açısından da Asya kıyısında bulunan Kumkale - Beşige sahillerine Fransız birlikleri gösteri amaçlı çıkarma yapacaklardı. Bu üç bölgedeki çıkarma harekâtı da aynı zamanda başladı. 25 Nisan sabah 04.30 da. Önce şiddetli bir 11

bombardıman oldu. Ardından da çıkarma birlikleri kara harekâtına başladı. Bu harekâtla 5 inci Ordu Komutanı Liman Von Sanders in emri gereği kıyılar zayıf birliklerle tutulacak geride kuvvetli ihtiyatlar tertiplenecekti. Savunma düzeni bu plana göre oluşturuldu. Kumkale yi 25 Nisan saat 04.30 dan itibaren yoğun bir top ateşine tutan Fransızlar önce iki bölüğünü sonra bir taburunu karaya çıkardılar. Karşılarında sadece bir Türk takımı vardı. Onlar da kahramanca savaştılar. Hatta bu vuruşma Kumkale köyüne kadar yayıldı ve köyün sokaklarında bir sokak muharebesine bile dönüştü. Bu takımımız ancak, küçük bir ihtiyat takviyesi alabildi. Bir bölüğün komutanı ihtiyat birliğinin başında yardıma geldi. Sonuçta bir takım komutanı şehit düştü diğeri de yaralandı. Cephane de bitmek üzereydi. Buna rağmen Fransız kuvvetleri ilerleyemediler. Bu ilk vuruşmalardan sonra Fransızlar yoğun top ateşine başladılar. Takviye kuvvetlerle birliklerini desteklediler. Muharebe genişledi, uzadı. Sonucunda Fransız birlikleri 27 Nisan gecesi birliklerini geri çekmek zorunda kaldılar. Kumkale deki bu muharebelerde 467 şehit, 763 yaralı, 505 kayıp olmak üzere 1.735 kişilik bir zayiatımız oldu. Düşmana da önemli kayıplar verdirdik. Ama en önemlisi; Mehmetçiğin gücünü, azim ve iradesini gördüler. Seddülbahir bölgesinde de aynı çıkarmayı bu kez İngilizler yaptılar. İngiliz kuvvetleri Seddülbahir bölgesine farklı noktalardan çıktılar. Bir İngiliz tümeni bu iş için görevlendirilmişti. Bu bölgede sadece bir Türk taburu savunmada bulunuyordu. Savunmadaki birliklerimiz insanüstü bir gayretle düşman kuvvetlerinin kıyıdan daha içerilere ilerlemesini engellediler. Yahya Çavuş un kahramanlığı da işte bu muharebelerde oldu. Seddülbahir deki harekât uzun süre devam etti. Temmuz 1915 den itibaren ise mevzî muharebelerine dönüştü. Seddülbahir bölgesinde 28 Nisan - 06 Haziran 1915 tarihleri arasında devam eden muharebelerde şehit, yaralı, esir, kayıp toplam 52.000 zayiat verdik. Muharebeler 13 Ağustos a kadar çok şiddetli bir şekilde devam etti. İngilizler 25 Nisan çıkarmasından bu tarihe kadar yarımadanın güneyinde ancak 3-4 km lik bir mevzî elde edebilmişlerdi. Alçıtepe ve Kirte yi de ele geçirememişlerdi. Öte yandan Anzak Kuvvetleri de Arıburnu bölgesini 25 Nisan sabah erkenden planladığı şekilde bombardımana başladı. Planları Kabatepe- Arıburnu arasındaki bölgeye çıkarma yapmaktı. Ancak çıkarma araçları akıntının etkisiyle kuzeye kaydığından bu çıkarmayı Büyük ve Küçük Arıburnu bölgesine yaptılar. Bu kuvvetlere ilk ateş de, bölgeyi gözetleyen iki mangamız tarafından yapıldı. Ancak sürekli takviye alarak ilerleyen düşman kuvvetleri karşısında önemli kayıplar verdik. İşte bu andan itibaren yazımın başında belirttiğim Türk milleti destansı bir zafer kazanacak olan Yarbay Mustafa Kemal i bağrından çıkardı. Yarbay Mustafa Kemal 19 uncu Tümen Komutanı olarak karargâhı Bigalı bölgesinde olan ihtiyat kuvvetlerinin başında bulunuyordu. Bu çıkarmayı duyar duymaz çıkarmanın yapıldığı ve muharebelerin odak noktası olan bölgelere gitti. Her noktada en öndeydi. Yürüttüğü faaliyetler ve verdiği emirlerle düşmana hiçbir zaman unutamayacakları bir mağlubiyet tattırdı. Çünkü Yarbay Mustafa Kemal, doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişiydi. 25 Nisan 06 Ağustos tarihleri arasında bazen yoğunlaşan bazen yavaşlayan ama hiç durmayan bir muharebeler zincirine tanık olduk. Bu muharebelerin bizzat başında ve önünde olan Yarbay Mustafa Kemal kimi zaman geri çekilen askerimizi cesaretlendirerek Neden çekiliyorsunuz? Düşmandan kaçılmaz düşmanla savaşılır. Cephaneniz kalmadıysa süngünüz var. Süngü tak. Yere yat! komutunu vererek, kimi zaman Ben size taarruzu emretmiyorum ölmeyi emrediyorum. Biz ölene kadar geçecek zaman içinde yerimize başka kuvvetler ve komutanlar gelebilir diyerek savaşın kader adamı oldu. Albaylık rütbesini bu muharebede aldı. Rütbesini savaş meydanında taktı. Arıburnu Muharebelerinde 3.420 şehit, 6.064 yaralı, 486 kayıp olmak üzere 10.000 kişi zayiat verdik ama ne Conkbayırı nı verdik ne de başka bir yeri. Düşman kuvvetleri- Anzaklar bu bölgeden 10 Ağustos 1915 tarihinde çekilip gittiler. Bu çekiliş bir kaçış, kurtuluş oldu onlar için. Beş ay boyunca Seddülbahir, Kirte ve Arıburnu cephesinde başarılı olamayan düşman kuvvetleri bu kez Suvla dan bir çıkarma yaparak Anafartalar ve Conkbayırı nı ele geçirmeyi planladı. Bu muharebeler de 6 Ağustos tan 20 Aralık a kadar devam etti. Önce Arıburnu nda büyük çarpışmalar oldu. Bu çarpışmalar aralıksız 4 gün sürdü. 1.530 şehit, 4.750 yaralı, 760 kayıp verdik. Muharebeler Kanlısırt bölgesine yayıldı. Buradaki çarpışmalar da çetin geçti. 5 gün devam eden bu çarpışmalarda da 9.200 zayiatımız oldu. Gerek ilk çıkarma sırasında ve Arıburnu nda gerekse de Kanlısırt ta devam eden çarpışmalarda verdiğimiz zayiatın büyük çoğunluğu şehit ve yaralılardı. Bu şehitler içinde 47 nci Alay Komutanı Binbaşı Tevfik, 15 inci Alay Komutanı Yarbay İbrahim Şükrü, 14 üncü Alay Komutanı İsmail Hakkı, 23 üncü Alay Komutanı Yarbay Recai ve 25 inci Alay Komutanı Yarbay Nail (Kısıklı) da vardı. Bunlar, vatan savunmasında erinden 12

komutanına büyük bir destanın kahramanları oldular. Bu şehit listesine bir kişinin daha adına eklenmesine ramak kalmıştı. 19 uncu Tümen Komutanı Albay Mustafa Kemal, bir top mermisinin parçasının göğsü üzerindeki saate isabet etmesi sonucu mutlak bir ölümden döndü. Şarapnel parçası cebindeki saati parçaladı ama onu yıkamadı. Ne Mustafa Kemal i yıkabildiler ne de Conkbayırı na çıkabildiler. 06 10 Ağustos tarihleri arasında gerçekleşen bu muharebelerde düşman kuvvetleri kesin bir yenilgiye uğradılar Öte yandan Suvla bölgesine ve Anafartalar a yeniden yüklenen düşman kuvvetleri 07 Ağustos sabahından itibaren büyük bir saldırıya başladılar. 27.000 kişilik bir kuvvetle, 3.000 kişiyle savunulan Suvla bölgesine saldırdılar. Bu kuvvetler kıyıdan içeriye ancak 800 metre kadar ilerleyebildiler. Daha da ileriye gidemediler. 08 Ağustosta yeniden denediler ama bu kez karşılarında yine Mustafa Kemal i buldular. 2 gün devam eden Birinci Anafartalar Muharebesi nde büyük bir hezimete uğradılar. 3.000 zayiat verdik. Düşman zayiatı ise 18.000 di. Düşman kuvvetleri 15 Ağustos ve 21 Ağustosta yeniden saldırı gücüne ulaştılar. Kireçtepe ve Anafartalar a hücum ettiler. 27 Ağustosta da Bombatepe üzerine bir harekât yürüttüler. Hepsinde başarısız oldular. Suvla bölgesinde 09-27 Ağustos tarihleri arasında devam eden bu muharebelerde 5000 zayiat verdik. 57 nci Alay Komutanı Yarbay Hüseyin Avni Bey 1 inci Anafartalar Muharebesinde, 16 ncı Alay Komutanı Yarbay Hakkı Bey 2 nci Anafartalar Muharebesinde ve Gelibolu Jandarma Taburu Komutanı kahramanlık timsali Yüzbaşı Kadri Bey ise Kireçtepe muharebesinde şehit oldular. Çanakkale yi denizden de, karadan da, havadan da, yer altından da, yer üstünden de, her durum ve şartta, hâttâ; savaş meydanında Türk ün bir mangasıbir askeri kalmış olsa bile geçemeyeceğini anlayan düşman kuvvetleri, 08-20 Aralık 1915 de Anafartalar ve Arıburnu bölgesini, 28 Aralık 1915-09 Ocak 1916 da da Seddülbahir bölgesini terk edip gittiler. Bu çekiliş İngilizlerin ifadesi ile başarılı bir çekilişti!. Ama Atatürk bu çekilişi, muharebelerden iki yıl üç ay sonra, 1918 de bir gazeteciye şöyle yorumluyor: İngilizlerin bu çekiliş hareketini izah için başka kelime aramaya lüzum görmüyorum. Kelimenin tam anlamıyla kaçtılar, kaçtılar diyeceğim. Bu, kendilerince başarılı bir kaçıştır. Bu sözleri söyledikten sonra mülâkatı yapan gazeteciye gülümsedi. Evet, düşman başarılı bir kaçış! yapmıştı. Çanakkale kara muharebeleri bu başarılı kaçışla bitti. Hedeflerine ulaşamadılar. İstanbul a giremediler. İstediklerini alamadılar. Büyük kayıplar verdik ama bir Mustafa Kemal i kazandık, bir de Çanakkale ruhunu. Bu iki kazanç bugün de yarın da bize yeter. Çünkü millet yine o millet, cevher yine o cevherdir. BUGÜN (2012): Bugün, bu zaferi büyük bir gurur ve şerefle anıyoruz, yaşıyoruz. Hemen her Türk ailesinin bir ferdi bu mücadelenin bir safhasında yer almıştır. Bu yüzden gerek bu büyük milletin bir ferdi olarak gerekse bu muharebelere katılmış bir ecdadın mensupları olarak Çanakkale Zaferinden pay sahibiyiz. Aynı oranda da ilgi ve bilgi sahibi olmak zorundayız. Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan kahraman ordumuzun kahramanlıklarından birisi olan Çanakkale zaferini ve bu kahramanlıkların mimarı şehitlerimizi unutmamak, onların manevi huzurlarında derin bir saygı ve sonsuz şükran duygularımızı ifade etmek hepimizin üzerine bir borçtur. Şehitlere, kahramanlıklarına lâyık kabirler yapmak için zaman olsaydı, imkân olsaydı, bu kahramanlık önünde insan varlığı, sanatkârıyla, heykeltraşı ile ressamı ile aciz ve yetersiz kalırdı. Bunu ruhumuzda hissederek, âzîz şehitlerimizi gelecek nesillerin vefasına ve vicdanına emanet ederek, üzerlerine bir avuç toprak serptik. diyor Harp Okulu Komutanlarından, 1877 Şıpka Muharebeleri kahramanı Süleyman Hüsnü Paşa. Büyük Türkçü Süleyman Hüsnü Paşa nın şehitlerimizi vefasına ve vicdanına emanet ettiği o nesil, bizleriz Çanakkale yi hep bu ruhla bu sorumlulukla bu vicdanla ve bu görev bilinci içinde geziyor, okuyor, araştırıyor, konuşuyor, yazıyor ve anıyoruz. Buna rağmen bu muazzam olay karşısında bile bilmediğimiz veya çoktan unuttuğumuz birçok hususlar var. Çanakkale bölgesini ve Gelibolu muharebe alanını defalarca gezdim. Bir sene içinde birkaç defa gittiğim oldu. Öğrencilerle, meslektaşlarımızla, ailelerimizle ziyaretlerde bulunduk bu aziz vatan toprağına. Bu ziyaret, gözlem ve incelemelerde gördüm ki Çanakkale doğal eğitim alanından yeterince yararlanamıyoruz. Yabancı devletler kadar bile Çanakkale bölgesinin öneminin bilincinde değiliz. Halbuki ortada muhteşem bir hazine, görülmeyi bekleyen bir güzellik ve öğrenilmeyi isteyen bir geçmiş var. Çanakkale Savaşları adeta Türk tarihinin özeti gibidir. Türk tarihi ile ilgili ne varsa, günümüze ne yansımışsa, hepsi kaybolsa bile; bir tek Çanakkale nin varlığı bizim millet oluşumuzun tüm izlerini taşır. O savaşta Türk tarihinin değişik dönemlerindeki her türlü millî özelliklerimizi, kimlik yansımalarımızı ve karakter yapılarımızı bulabiliriz. Kahramanlık, fedakârlık, feragat, feraset, yiğitlik, dürüstlük, mertlik, saygı, sevgi, dostluk, dayanışma, vatan sevgisi, 13

millet sevgisi, akıl, bilgi, zekâ, uyanıklık, liderlik, kısacası bizi biz yapan sosyal ve kültürel değerler. Adım adım karış karış gezdiğim bu kutsal vatan toprağının her zerresinde bunları yaşayarak gördüm Yine bu bölgede yıllar önce gözlemlerde bulunmuş ve bu konuda bir kitap yazmış olan Emekli Albay Burhan Göksel ilginç tespitlerde bulunmaktadır. Burhan Göksel kitabında Birinci Dünya Savaşında yayımlanan Harp Mecmuasındaki bir fotoğraf ve altındaki yazı dikkatimi çekti. Bu insan kafataslarından oluşmuş bir piramidin fotoğrafıydı. Altında yazıyı tüylerim ürpererek okudum: Burada 4 üncü Kemikçi Müfrezemizin topladığı Türk Şühedasının kafataslarıdır yazıyordu. Her orduda muharip ve gayri muharip sınıflar arasında pek çok çeşitli hizmetleri gören yardımcı birlikler de vardır. Bunlar topçu olur, piyade ve süvari olur. Ekmekçi müfrezesi, kasap müfrezesi ve kuyucu müfrezesi olur. Fakat hiçbir milletin askeri tarihinde Kemikçi Müfrezesi deyimini bulamazsınız. Her metrekaresinde dört şehidin yattığı söylenen Gelibolu Yarımadası Harekâtı alanında, askeri tarihimize ve memleketimize Çanakkale zaferini yaratanlara ancak bunu verebilmişiz. Avustralya dan, İngiltere den, Fransa dan ve Yeni Zelanda dan binlerce kilometre mesafeyi aşıp gelenlerin kendilerine göre inandıkları davalarında ölenlerin muntazam ve muazzam mezar ve abideleri karşısında bu davranışımızın acılığını hâlâ hissederim. diyor Ben de buna benzer bir hissi defalarca yaşadım. Birkaç yıl önce bölgeyi bir ziyaretim esnasında, en büyük gerçek şehitliğin olduğu Büyük Anafarta köyü mezarlığının yol yapım çalışmaları dolayısıyla harap edilmiş halde gördüm. Şehit kemikleri ortalıkta dolaşmakta, mezar kitabeleri kırılmış sökülmüş sağda solda atılı bir vaziyette durmaktaydı. 20 nci Alay Komutanı Yarbay Halit Bey ve Ziya Bey in kabirleri kaybolmamış yan yana duruyorlardı ama yüzlercesinin âkibeti meçhuldü. Biraz ilerilerinde oldukça harap olmasına rağmen birkaç mezar daha ayakta kalmak için direniyordu. Bunlar da 3 üncü Kolordu Mürettep 4 üncü Alayı 1 inci Bölüğünden Süvari Teğmen Amasyalı Halid ile 15 inci Alay 4 üncü Bölükten süvari Teğmen Ali Rıza Beylerin mezarları idi. Ruşen Eşref Ünaydın ın Atatürk ile yaptığı mülâkatta da Atatürk tarafından kahramanlıkları anlatılan bu şehitler, Halid Rıza Tepesine adını vermiş olan kişilerdi. 7 nci Tümen Topçu Alayı ndan Bolulu Üsteğmen Hasan Tahsin Efendinin mezarı birkaç kışa daha dayanabilecek miydi diye büyük bir üzüntü duydum. Yanında da kendisiyle aynı gün aynı yerde şehit olan alay müftüsü yatmakta idi. Üsteğmen Hasan Tahsin, Seddülbahir bölgesinde yaralanmıştı ama savaşmaya devam ediyordu. Bu kez Anafartalar muharebesinde şehit olmuş ve buraya defnedilmişti. İsimsiz yüzlerce şehit ve açıkta yüzlerce şehidin kemik parçaları. Burhan Göksel in anlattığı yıllardan bugünlere, değişen bir şey yok gibi! Buradan birkaç kilometre ileride Kireçtepe Jandarma şehitliği var. Gitmesi çok zor. Yollar bakımsız. Yer yer büyük çukurlar var. Gitmeyi denedim. Arabayla çıkabildiğim yere kadar çıktım. Oradan da yürüyerek ulaştım. Biraz zor oldu ama oraya ulaşınca burasını görmenin her şeye değer olduğunu anladım. Bu şehitlik ıssız ve unutulmuş bir halde ziyaret edilmeyi bekliyordu. En mahzun ama en mağrur görüntüsüyle bize o günlerden öğütler fısıldıyordu. Yanında küçük bir pınar ve küçük bir çitle çevrilmiş şehitliğin üzerinde ayyıldızlı bayrağımız dalgalanıyordu. Hem çeşmenin temiz ve bakımlı oluşu hem de şehitliğin çevre temizliğinin yapılmış olması beni şaşırttı. Uzaklarda gördüğüm bir köylünün yanına giderek bu durumu sordum. Şehitler bizim şehitlerimiz biz bakıyoruz dediler. Bayrağımız rüzgârdan yıprandıkça değiştiriyorlar otlar büyüdükçe temizliyorlarmış. Bir de diyor keşke çok ziyaret edeni olsa bu şehitliğin. Uzak ve sapa olduğu için pek gelen olmuyormuş. Halbuki onlar ölecekle-rini bile bile bu sapa yerde canlarını vermişlerdi. Bu şehitlikte 127,19,17 ve 39 uncu Alaylar ile 11 ve 12 nci Topçu Alaylarında İstihkâm Taburunda görev yaparken şehit düşmüş 5 inci Tümen askerleri yatmakta. Bir de Gelibolu ve Bursa Jandarma taburunun askerleri. Gelibolu Jandarma Taburu bu tepeyi günlerce savunmuş ve iki tugay gücüne ulaşan düşman kuvvetlerini burada durdurmuştu. Bu taburun komutanı şehit Yüzbaşı Kadri Bey olağanüstü kahramanlık örnekleriyle dolu Kireçtepe nin sembolü olmuştu. Buradaki askerler şehit olacaklarını biliyorlardı. Kendilerinden sonra kimsenin kalmama ihtimali dolayısıyla mezarlarını kendileri hazırlamışlar mezar kitabelerini kendileri yazmışlardı. Dünyada hangi milletin askeri öleceğini biliyor ve kendi mezarını kazmış, ismini yazarak buna hazırlanmıştır. İşte Kireçtepe Şehitliği böyle bir olaya şahit olmuştur. Bu kahramanlığı yakından bilen Atatürk daha savaş devam ederken bu tepede bulunan şehitliğe giderek burada boş top mermisi kovanlarından bir anıt yaptırarak şehitliği ebedileştirmiştir. Bu anıt o zamanın Harp Mecmuası nda da kapak olarak yayımlanmıştır. Hangi yöne dönsek hangi toprak parçasına bassak hangi ağaç gölgesinde soluklansak hepsinin o günlerden bugünlere bizlere anlatacağı bir anısı, 14

kulaklarımıza fısıldadığı bir mesajı vardır. Eceabat karayolu üzerinden Akbaş şehitliğine uğradığınızda içinizde bir burukluk oluşur. Çünkü bu şehitliğin bulunduğu yer sıhhiye kuruluşlarının merkezi idi ve buradaki limandan değişik yerlerden gelen giden yaralılar için ulaşım noktasıydı. Düşman gemileri bu sağlık kuruluşlarına da bomba yağdırdı. Yüzlerce yaralımız ve birçok doktor ve sağlık görevlimiz bu bombardıman sonucu şehit oldu. İşte onlar yatıyor bu şehitlikte. Kilye koyundan Kabatepe istikametine giden yol üzerindeki Kocadere Hastane Şehitliği de çok önemli. Burada 16 ncı Tümen Seyyar Hastanesi vardı. O da bombalandı. Sonuçta 1324 ünün kimliklerinin de belli olduğu 2000 civarındaki şehitlerimizin ebedi istirahatgâhı oldu. Kemalyeri Yarbay Mustafa Kemal in ismine karşılık konulmuş bir isim. Çünkü burasının haritada yeri yokken Atatürk ün buradan verdiği kritik emir üzerine tarihe bu isimle geçen bir yer. Buraya geldiğinizde ayağınızı bastığınız her zerre toprak parçası adeta Atatürk ün o anda verdiği emri tekrar edercesine sesleniyor. Biraz yukarıda Conkbayırı var. Buraya çıkarken Atatürk ün süngü tak, yat. Emrini duyar gibisiniz. Yani savaşı kazandığımız an o andı dediği olayı. Biraz yukarı çıktığınızda tarihimizde altın sayfalarla yazılmış Conkbayırı na ulaşırsınız. Bir tarafta Saroz körfezi yani Ege yi diğer yanda Boğazı görürsünüz. Düşman askerlerinin özellikle de Anzak ların hayallerini süsleyen iki denizi bir arada görme mutluluğunu ve başarısını onlara tattırmadığımız yeri. Binlerce şehit verdik bu tepeyi vermemek için ama onların tarih kitaplarına iki denizi bir arada gördüğümüz yer diye de yazdırtmadık. Çünkü orada Atatürk ün emir ve komuta ettiği Mehmetçik vardı. Bugün oraya çıktığınızda siperler arasında dolaşırken şehit Mehmetçikle yan yana gibi hissedersiniz kendinizi. Bir 25 Nisan, 9-10 Ağustos gecesi burada bu siperlerde sabahlamayı düşünmeliyiz! Tarihin yeniden yazıldığı talihin yeniden kurulduğu Atatürk ün yeniden doğduğu bu yer bize öyle mesajlar veriyor ki; Bir şarapnel parçası Atatürk ün kalbine bir cep saati kalınlığı kadar yaklaşmıştı ama daha ileri gidememişti. İşte Conkbayırı burası. Bir milletin yeniden doğuşunun ilk güneş ışıklarının vurduğu yer. Bir tarafta Arıburnu, onu takip eden yol üzerinde Anafartalar ve bütün muharebe bölgeleri gözlerinizin önüne serilmiş bir şekilde o günlerden yansımalar yapıyor. 06-10 Ağustos tarihlerinde verdiğimiz 9200 zayiat ve 3 bin şehidimiz hala bu tepeyi muhafazaya devam ediyor. Her adımın her zerre toprak parçasının bir tarihi anlattığı gerçeğini biliyoruz. Ne kadar anlatsak da yetersiz olacağının da bilincindeyiz. Çünkü vatanı için her şeyini vermeye hazır insanların yattığı bir toprak parçasındayız. Büyük çoğunluğu şehit olan 57 nci Alayı ve yine şehit komutanı Yarbay Hüseyin Avni beyi bu tepelerden görebilirsiniz. Yb. Hüseyin Avni beyin şehit olduğu esnadaki üniformasını İstanbul da Askeri Müze de üzerindeki kanları gözükür vaziyette gördüğümde heyecandan tüylerim diken diken olmuştu. Bu bölgeyi her ziyaretimde hep bu ânı hatırlar hep aynı heyecanı duyarım. Her karışında şehit kanı olan bu vatan parçasını anlatmanın imkânsızlığının bilincindeyim. Bunu yaşamak gerekiyor. Bu zaferi kazananı tanımak gerekiyor. Atatürk bu zaferi kazananı yani Mehmetçik i bize tasvir ediyor. Biz de öyle anlamaya çalışıyoruz. Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Karşılıklı siperler arasında mesafemiz sekiz metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak... Birinci siperdekiler, hiçbiri kurtulmamacasına tamamen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek sükûnet ve kabulleniş içinde biliyor musunuz! Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir tereddüt bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler ellerinde Kuran-ı Kerim, cennete girmeye hazırlanıyorlar. Bilmeyenler kelime-i şehâdet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren dikkate ve takdire değer bir örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran, bu yüksek ruhtur. Bu yüksek ruh cephedeki her askerde, gözü kulağı cephede olan her yürekte vardı. Gönüllü olarak katıldığı Çanakkale Savaşı nda şehit olan Yedek Subay adayı Ethem, Dört asker doğurmakla övünen şanlı Türk annesine hitabıyla gönderdiği mektubunda: Ey Türklerin Ulu Tanrısı, Ey şu öten, koşan, şu gezen, meleyen koyun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların hâlikı, Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler seni mukaddes tanıyan ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur. Beni bu uğurda uğraş veren bir insan olarak yanı al diyor. Yine isimsiz bir Çanakkale şehidinin mektubunda şunlar yazıyor: Ben, vatan ve millet uğrunda bana düşen vazifeyi ifa ettim. Artık gerisini size terk ediyorum. Ben cümlenize hakkımı helâl ettim. Çoluk çocuğumu önce yaradana sonra da vatana, millete 15

ve sizlere emanet ederim. Bana acımasınlar. Ben mukaddes vatan vazifem uğrunda terk-i can ettim, bahtiyarım. Anafartalar da şehit olan Zabit vekili Ahmet Tevfik Efendi için ağabeyi İdris Sabih, yazdığı şiirde şöyle sesleniyor: O kadar yandı mı bağrın ey çocuk! Ecelin sunduğu şarabı içtin! Sırayı saygıyı unuttun çabuk, Sebep ne ağandan ileri geçtin? Piyade Alayı nın 2 nci taburunda şehit olan Teğmen Abdulhayır ın kızı Hacer Gencel 17 Nisan 1954 tarihinde Çanakkale şehitliklerini ziyareti esnasında duygularını şöyle ifade ediyor: Uğrunda severek canını verdiğin topraklarımızda ebedî uykusunu uyuyan babacığım. Bugün seni ziyarete geldim. Yüzünü görmediğim, sesini duymadığım baba, senin silah arkadaşlarınla yarattığın bin bir menkıbeyi dinleyerek bugün Çanakkale ye geldik. Ve şimdi dönüyoruz. Dünden beri seninle omuz omuza harp etmiş arkadaşlarını aradım. Ve ben senelerden beri ulaşamadığım emelime ancak bu muhterem topluluk arasında böylece ulaşabildim. Nitekim seni gayet iyi tanıyan arkadaşlarından karşılıklı ağlaşarak hatıralarını dinledim. Şimdi çok büyük bir huzur içinde dönüyorum. Annem anlatıyordu; ben o zaman dünyada yokmuşum. Çanakkale ye vatan müdafaası için çağrıldığın zaman düğüne gider gibi koşmuşsun, heyecandan uçmuşsun. Bilhassa vazifeni yaparken şehit olmak, senin için önüne geçilmez bir emelmiş... Baba, Allah sana bu muhteşem mertebeyi nasip etti. Ben de sana lâyık bir şehit kızı olmaya çalışmış bir insan olabilmek için uğraşıp durdum. Ömrümün sonuna kadar da uğraşacağım. Eğer bir gün vatan müdafaasına mecbur kalınırsa hisseme düşenlerden fazlasıyla vazifemi tamamlayacağım. Nasıl, sen de, bundan eminsin değil mi? Damarlarımda senin kahraman kanın var. Ve ben omuzlarda cephane taşımış nice Fatmaların, Ayşelerin kızı değil miyim? Rahat uyu baba. Bu toprağın altı senin gibi yüz binlercesiyle ekili... Onların meyveleri de elbette ki sizlere benzeyecek... Bundan emin olmalısınız. Çanakkale zaferi ve orada yaşananlar sadece bir savaş ve tarihin sayfaları arasında ibret alınacak olaylar dizini 16 değildir. Çanakkale yi geçilmez kılan bir kültürün bir ruhun bir yeminin topyekûn yansımasıdır. Bugün izlerini gördüğümüz bu altın sayfanın bizim için bir önemi daha vardır. Bu da bize millet olma bilincini göstermesidir. Yine gelecekte de Çanakkale nin geçilmezliğini haykırmasıdır. YARIN (SONSUZ): Çanakkale Zaferi, muharebe alanları, şehitlikler, anıtlar bize yol gösteriyor. Bize istikamet gösteriyor. Bu istikameti görebilmemiz için Çanakkale bölgesini gençlerimize, çocuklarımıza, tüm öğrencilere ve vatandaşlarımıza tanıtabilmeliyiz, anlatabilmeliyiz. Bu bölgeleri belli zamanlarda ve kalabalık topluluklar halinde gezmeliyiz. O günleri, o günlerde yaşananları nesilden nesile anlatmalıyız. Bilinmeyen, az bilinen ama mutlaka bilinmesi gereken o kadar çok husus var ki; bunları bulup-bilip geleceğe taşımalıyız. Bir Tarih ve bir Toprak parçası anlaşılır ve nesilden nesile aktarılırsa ancak o zaman sonsuzluğa giden bir hâl alır. Acaba Çanakkale için her şeyi yaptık ve her şeyi biliyor muyuz? Meselâ; Büyük Türkçü Mehmet Emin Yurdakul un Eylül 1915 de; yani muharebeler henüz bitmemiş iken; Tan Sesleri isimli şiir kitabında Ordunun Destanı adlı ve 15 Eylül 1915 tarihini taşıyan uzun bir manzumenin ilk dörtlüğünde: Ey bugüne şahit olan Sarp hisarlar Ey kahraman Mehmet Çavuş Siperleri Ey Mustafa Kemal lerin aziz yeri Ey toprağı kanlı dağlar, yanık yerler diye hem henüz Mustafa Kemal çok tanınmamışken ve hem de Çanakkale Zaferi kazanılmamışken geleceğe seslenen bir haykırışı olduğunu. İngilizler tarafından bombalanan Namık Kemal in Mezarı

Meselâ büyük vatan şairi Namık Kemal in ve Rumeli ye topluca ilk geçişin kahramanı Süleyman Şah ın mezarlarının muharebe bölgesinin içinde Bolayır da olduğunu biliyor muyuz? Daha önemlisi İngiliz savaş gemilerinin özellikle Türklerin maneviyatını bozmak için bu mezarları bombaladıklarını ve mezarların isabet aldığını ne kadar hatırlıyoruz? Bir grup Türk Ocaklı nın bu bombalamayı protesto için mezarları ziyarete gidip konuşmalar yaptıklarını, mezarların tahribini dile getirdiklerini, fotoğraf çektirerek bu ânı ebedileştirdiklerini hatırlıyor muyuz? Daha çok unuttuklarımız veya hiç hatırlamadıklarımız var: Çanakkale Muharebe alanına yıllar sonra ilk ziyaretin tüm engellemelere ve zorluklara rağmen Nihal Atsız ve arkadaşlarınca yapıldığını hep unuturuz. Üstelik bu ziyaret ve Çanakkale duyguları 1933 yılında Çanakkale ye Yürüyüş adıyla yayınlanmasına rağmen. Çanakkale de birçok kahramanın; Kırım, Kerkük, Süleymaniye, Musul, Şam, Humus, Lazkiye, Bakü, Dağıstan, Tiflis, Selanik, Tebriz, Berat, Bosna, Üsküp, İskeçe, Kosova, Elbasan, Drama, İşkodra, Debre, İştip, Köprülü, Ohri, Manastır, Preveze, Girit, Rodos, Sakız, Yanya, Kerbela, Nablus, Bağdat, Filibe, Rusçuk, Tırnova, Vidin, Varna, Eski Zağra, Şumnu, Niğbolu, Kırcaali ve benzer yerlerde doğmuş olup da buradaki muharebelerde şehadet şerbeti içtiğini, şu anda meçhul şehitlikler arasında bizlerden Fatihalar beklediklerini biliyor muyuz acaba! Karabulutlar arasında kaybolan İngiliz Alayı efsanelerine inanırız da, bunun doğru olmadığını kanıtlayan belgeleri görmeyiz. İngilizler ve nedense bizim içimizdeki bazı kişiler bu bulutta kaybolma olayına inanır ve çeşitli senaryolar uydururken biz olayın kahramanı Binbaşı Münib Bey i bilmeyiz, anmayız. Olay kısaca şudur: İngiltere den özel ve seçkin bir alay getirildi. Bu alayın bir taburu Kraliyet kuvvetlerindendi ve özel birliklerdi. Bu birlik geldi mi psikolojik üstünlük İngiltere ye geçmiş oluyordu. En seçkin birliğinin cepheye sevk edildiğini duyan diğer İngiliz askerleri artık daha kolay motive edilebilecekti. İngiliz kamuoyu da bu birlik sayesinde tamamen Çanakkale ile meşgul olacaklar ve bu cepheye daha bir ilgi göstereceklerdi. Bu tabur Ortaçağın meşhur şövalyelerinin karşılığı idi. İşte Norfolk Birliği diye bilinen ve bazı filmlere de konu olan birlik budur. Bir karabulutun alıp götürdüğü diye efsaneleştirilen olayın aslı ise belgelerde şöyledir: 36 ncı Alay komutanı Binbaşı Münib bey, evvela ikinci hatta bulunan 3 üncü Taburdan bir bölükle 1 inci Taburun sağ yanını takviye etti. Düşman saldırısına devam ediyor ve hücum mesafesine yaklaşıyordu. Yarım saat kadar süren şiddetli savaş devam etti. Alay komutanlığı bütün ihtiyatları aynı kanada sevk ile karşı hücuma karar vererek bu sırada hücum mesafe-sine kadar yaklaşan düşman üzerine süngü ile hücum etti. Düşman püskürtüldü, biraz sükûnet bulan savaş bir süre sonra yeniden canlandı. Bu defa da Alay komutanı eli altında kalan son bir bölükten iki takımı ile daha 1 inci Tabur bölgesini Tabur komutanının talebi ile takviye ederek, elinde kalan son bir takım ile nihaî hücumunu icra etmiştir. Bu katî hücumla düşman 500-600 metre, süngüler önünde geriye püskürtüldü. Defalarca karşı saldırıya geçen 4 üncü Norfolk Alayı başında Albay Sir Horas Beauchamp olduğu halde tamamen mağlup ve imha edildiler. İki taburumuzla toplam 4 İngiliz taburunu imha etmiş olduk. Düşmanın püskürtüldüğü arazide düşman cesedi 300 kadardı. Bu kanlı savaşta biz bir subay ile 60 er şehit verdik. 4 subay ile 165 er yaralımız vardır. Himaye kuvvet ve zayiatımıza rağmen Alayımızın bu zaferi pek parlaktır. Alayımız bu vuruşmada 177 sandık fişek ve 79 bomba sarf etmiştir. İki saat devam eden bir savaş için bu miktarlar az değildir. Görüldüğü gibi bu vuruşmada eratımızın hücum kudreti ateşle mukabele kudretinden daha yüksektir. İşte olayın gerçeği budur. Bizler, 36 ncı Alay Komutanı Binbaşı Münib ve bu vuruşmada şehit olan 1 subay ile 60 Mehmetçiği hatırlıyor muyuz? Ağır top mermisini sırtında taşıyan Seyit Onbaşı yı bile tartışmalı hale getiren biz değil miyiz? Üstelik elimizde şöyle bir belge varken: Derginin adı: Harb Mecmuası, Yıl:1331 (1915) Kânunuevvel (Aralık), Sayı:2. Kapak resmi: Seyit Onbaşı sırtında bir top mermisi ile görünüyor. Altında ise şunlar yazılı: Çanakkale istihkâmında 215 kiyye ağırlığındaki mermiyi sırtında taşıyan güçlü bir kahraman nefer: Mehmet oğlu Seyid. Ordumuzda harb aşkından bir örnek. Bir kiyye 1282 gramdı. Yani 1 kilo 282 gram. 215 kiyye ise 275.630 gr. yaklaşık 276 kiloya denk gelir. Bu ağırlığın doğru olmadığını, dergiye yanlış yazıldığını, bu ağırlıkta top mermisi bulunmadığını tartışırız da bu yiğit kahramanın nasıl öldüğünü, ne zaman öldüğünü bilmeyiz! Heykelini bile bu dergideki resme rağmen yanlış yapar buna da sanatçının yorumu deriz. Top yüklendiği için Topçu Eri deriz ama aslında İkmâl Eri olduğunu hiç bilmeyiz. Emine den olma Abdurrahman oğlu Seyit (Çabuk) 17

01 Aralık 1939 tarihinde Balıkesir e bağlı Havran ilçesinde bugün kendi adını taşıyan beldede vefat etti. Ölümü şaibelidir. Kimliği bilinmeyen bir yabancının verdiği ilacın etkisiyle kısa süre sonra hayata veda etmiştir. O ilacı veren kişiyi ne olayın öncesinde ne de sonrasında bir daha gören olmamıştır. Acaba İngiliz gemisinin batmasına yol açan ve bir sembol haline gelen Seyit, kendilerine yapılanı bir kin gibi unutmayıp zamanı gelince intikamını alanlar tarafından ortadan mı kaldırılmıştır? Atatürk ün kısa bir süre önce hayata veda etmiş olduğunu düşündüğümüzde bu mümkün görünüyor. Seyit Onbaşı yı her 18 Mart ta veya her vefat tarihinde mezarı başında anıyor muyuz? Deniz muharebelerinde ağır hasarla savaş dışı bıraktığımız Agamemnon savaş gemisinin tarihimizde başka bir yeri daha vardır. Bu İngiliz savaş gemisini ağır hasarla savaş dışı bıraktık. Ama İngilizler bunu unutmadılar. Adeta bir esaret anlaşması anlamına gelen bir teslimiyet belgesi niteliğindeki Mondros Mütarekesi ni büyük devlet adamlarımız neden Agamemnon gemisinde imzaladılar hiç düşünmedik! Acaba İngilizlerin intikam duygusunun farkına varamadık mı? Siz bizim gemimizi batırırsınız ama biz o gemide sizin ülkenizi batırırız diye açık açık söylemedikleri için mi bunun farkına varmadık acaba! İngilizlerin, Fransızların daha savaş devam ederken anıtlar yaptıklarının, arkeolojik kazılar yürüttüklerinin hatta yüzyıllar içindeki emperyal düşüncelerinin bir simgesi şeklindeki Helles anıtındaki âsâyı yüreğimize bir hançer gibi saplamış olduklarının farkına bile varamadık. Üstelik bu anıtı, savaş esnasında esir düşen Türk askerlerine yaptırdıklarını da unuttuk. Savaşın, sivil toplum örgütleri nezdindeki yansımasının en belirginleştiği cemiyetin Türk Ocakları olduğunu ve Türk Ocakları nın Çanakkale Savaşı na gönüllülerden oluşan bir birlikle katıldığını kimler biliyor? Şehitlerimiz için kampanyalar düzenlediklerini, pul bastırıp gelirlerini savaş için harcadıklarını biliyor muyuz? Peki, Türk Ocakları kurucusu olanların bir çoğunun Çanakkale Savaşında şehit olduklarının farkında mıyız? Şüphesiz ki birçok bilinmeyen az bilinen veya farkında olmadığımız özellikler taşıyor Çanakkale Muharebeleri ve muharebe alanları. Hepsi birer destan kahramanı niteliğindeki Mehmetçiğin kahramanlıklarını anlatmak için sayfalar yetersiz kalır. Bu zaferle birçok kazancımız oldu. Türk ve dünya tarihinde de birçok olayın ortaya çıkışına yol açtı. Çanakkale de kendine özgü bir atılganlık şuuru içinde şahlanan Türk ordusu kahraman bir millet olarak varlığını bütün dünyaya duyurdu. Bu muharebelerin en belirgin özelliği; Atatürk ün Çanakkale muharebelerinde, kazandığı askeri başarılar sonucu millî bir kahraman olarak Türk halkının kalbinde engin bir yer kazanmasıdır. Çanakkale zaferi; yıllardan beri, parçalanmaktan büyük ölçüde nasibini almış yüce Türk Milleti nin benliğine kavuşmasına ve kendine güvenini kazanmasına neden olmuş, böylece Çanakkale de Millî Kurtuluş mücadelesinin temelleri atılmıştır. Arap çöllerinden Balkanlar a, Kafkasya dan Kuzey Afrika ya, Anadolu nun bir ucundan diğer ucuna; kuzeyden güneye, doğudan batıya uzanan bir coğrafyada her zaman ve yerde, toprağı vatan yapma mücadelesinde can veren, şehit olan ecdadımızla ilgili birçok yerde anıtlar-şehitlikler yapılmıştır. Tüm şehitlerimizi rahmetle ve minnetle andığımız günümüzde aziz hatıraları için ne yapsak yetersiz kalır. Ancak onlar için en büyük anıtı yüreğimizde, kalbimizde yaptık. Dün Çanakkale yi geçilmez kılan ruh bugün de vardır. Sonsuza kadar da var olacaktır. Bastığımız her toprak parçası bunu haykırıyor. Harp Mecmuası Kapağında Seyit Onbaşı 18