ŞEYH HÂLİD İN MEKTUBÂT INDA DİN VE TASAVVUF

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "ŞEYH HÂLİD İN MEKTUBÂT INDA DİN VE TASAVVUF"

Transkript

1 ŞEYH HÂLİD İN MEKTUBÂT INDA DİN VE TASAVVUF Ahmet KUTLU Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Lisansüstü Eğitim, Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Temel İslam Bilimleri Ana Bilim Dalı Tasavvuf Bilim Dalı İçin Öngördüğü YÜKSEK LİSANS TEZİ Olarak Hazırlanmıştır. TEZ DANIŞMANI Doç. Dr. Kadir ÖZKÖSE SİVAS Eylül- 2006

2 ÖZET Şeyh Halid (ö. 1348/1931) Nakşibendiyye tarikatına mensup bir şeyhtir. Nakşibendiyye nin Üveysiye koluna mensuptur. İlmi kişiliği ile birlikte tasavvufi şahsiyeti ile tanınmış, Anadolu halkının hamisi olmuştur. Üç kitabından (Mektubat, Divan, Hilafetname) başka yazılı eser bırakmamakla birlikte, en büyük eseri yetiştirdiği talebeleri olmuştur. Hizmet, aşk ve gayreti yolunun esası kabul etmiştir. Şeyh Halid 20. yüzyılda yaşamış alim, şair, ve sufi bir kişiliktir. O, tasavvuf anlayışını Kur an ve Hadis e uymak, insanları tarikata girmeye davet etmek ve son olarak da hale ermek şeklinde ortaya koymuş ve bunu tasavvufta sıkça kullanılan kelimelerle açıklamıştır. O, tasavvufu en yüksek makama ermek için takip edilecek yol, mürşidi ise bu yola götürecek yegane kimse olarak görmüştür. 2

3 ABSTRACT Şeyh Halid (d. 1348/1931) was a master of the Nakşibendiyye Order. He was bound to the Üveysiyye branch of Nakşibendiyye. He is a well-known personality as both scholar and sufi alike. He is viewed as a spritual champion by the people of Turkey. He left only three book (Mektubat, Divan, Hilafetname) yet his real works were his disciples. The fundamental principles of his path are service, duty, worship, love and effort. Şeyh Halid is an authos, a poet and sufi who lived in twentieth century. By applying the often used Sufi terms, he describes his understanding of sufism as adherence of the Qur an, embodiment of the sunnah of the Prophet, calling on of people to the initiation into Sufi orders, and ultimately attainment to the divine union. He viewed Sufism as a way through which to reach the highest spiritual level. He also saw the murshid as the only person capable of leading the this goal. 3

4 İÇİNDEKİLER KISALTMALAR... 7 ÖNSÖZ... 8 GİRİŞ... 9 BİRİNCİ BÖLÜM ŞEYH HALÎD İN HAYATINA GENEL BİR BAKIŞ I. HAYATI A. Doğumu, Çocukluk-Gençlik Dönemi ve Memuriyeti B. Ailesi C. Öğrenimi D. Vefatı II. TARİKATI A. Nakşibendiyye B. Üveysilik III. ESERLERİ A. Hilafetnâme B. Divan C. Mektûbât İKİNCİ BÖLÜM ŞEYH HÂLİD E AİT MEKTUPLARIN MUHTEVASI I. Tasavvufta Mektûbât Geleneği II. Şeyh Hâlid in Mektûbât ında Dil ve Üslup III. Şeyh Hâlid in Mektup Gönderdiği Kimseler IV. Şeyh Hâlid Mektûbâtı da Din ve Tasavvuf A. Dinî ve İtikadî Düşünce Allah (c.c) a. Allah ın Sıfatları a.1. Zâti Sıfatlar a.2. Sübûti Sıfatlar Melekler Kitaplar Peygamberler a. Peygamberlerin Sıfatları a.1. Sıdk a.2. Emânet a.3. Tebliğ a.4. Fethânet a.5. İsmet b. Mektubât ta Bahsi Geçen Peygamberlerden Bazıları b.1. Hz. Adem b.2. Hz. İbrahim

5 b.3. Hz. Davud b.4. Hz. Muhammed (s.) c. Hızır Ahiret Kaza ve Kader Edille-i Şer iyye Kelime-i Tevhid İman Şeytan B. TASAVVUFÎ DÜŞÜNCESİ Mürşid (Şeyh) Mürid (Sâlik, Derviş) Silsile Hilafet ve Hilafetnâme (İcazetnâme) Seyr u Sülûk a. Nefsin Mertebeleri a.1. Nefs-i Emmâre a.2. Nefs-i Levvâme a.3. Nefs-i Mülhime a.4. Nefs-i Mutmaine a.5. Nefs-i Râziye a.6. Nefs-i Marziyye a.7. Nefs-i Kâmile b. Seyr u Sülukun Gerekliliği Aşk ve Muhabbet Zikir, Vird Ve Evrâd ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MEKTŪBÂT-I HÂLİD İN TAM METNİ Mektup 1: 1 Receb Mektup 2: 27 Receb-i Şerif Mektup 3: 10 Şaban Mektup 4: 1 Şaban Mektup 5: Mektup 6: 25 Mart Mektup 7: 26 Mart Mektup Mektup Mektup Mektup 11: Birinci Hilafetname Mektup 12: İkinci Hilafetname Mektup 13: 26 Receb-i Şerif Mektup Mektup 15: 11 Cemaziye l-âhir Mektup 16: 18 Receb-i Şerif 1346/Eskişehir Mektup 17: 11 Cemâziyel âhir Şubat Mektup 18: 1340-Adana da Hasbi Efendi ye Mektup Mektup 20: Hacı Sabri Efendi ye

6 Mektup 21: Halîl Hulûsi Efendiye Mektup 22: Eskişehir den Emin Bey e Mektup 23: Hâcı Kâmil Efendi ye Mektup 24: Bedriye Hanıma Mektup 25: Halil Hulusi Efendi ye Mektup Mektup 27: Hacı Tevfik Efendi ye SONUÇ BİBLİYOGRAFYA EKLER

7 KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser. a.s. : Aleyhisselam. AÜİFD. : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. Bkz. : Bakınız. c. : Cilt. c.c. : Celle Celalühu CÜ. : Cumhuriyet Üniversitesi. TDVİA. : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. Haz. : Hazırlayan. Hz. : Hazret. Ter. : Tercüme. s. : Sayfa. s.a.v. : Sallallahu Aleyhi Vesellem. r.a. : Radıyallahu Anh. Tsz. : Tarihsiz. v. : Varak 7

8 ÖNSÖZ Nakşibendiyye Tarikatına mensup Üveysi meşrep bir şahsiyet olan Şeyh Hâlid, tasavvuf eğitimini çocukluğundan itibaren almaya başlamıştır. Tasavvufi geleneğe mensup bir aileden gelen Şeyh Hâlid, ailesinden aldığı eğitimin yanı sıra birçok şeyhten de tasavvufi terbiye görmüştür. Yurdun birçok yerinde halifeleri bulunan mutasavvıfımız, bu halifelerine bazen kendisine sorulan bir soruya cevaben, bazen de vaaz ve nasihat mahiyetinde mektuplar yazmıştır. İşte halife ve müridlerine yazdığı mektuplar Mektûbât adı altında kitap haline getirilmiştir. Bu çalışmamızda, Mektûbât isimli eserinden yola çıkarak Şeyh Hâlid in tasavvufi görüşlerini ortaya koymaya çalışmaktayız. Çalışmamızda şahsın diğer iki eseri olan Hilafetnâme ve Divan adlı eserlerinden de azami derecede yararlanılacaktır. Türk mutasavvıflarının eser ve görüşleri Tasavvuf tarihi içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Bu tür insanlar yaşadıkları zamanın ışık saçan kandilleri olarak görülmektedir. Şeyh Hâlid de zamanının kandili sayılanlardandır. Yetiştirdiği halife ve müridleri kendisinden sonraki zamana damgasını vurmuşlardır. Ancak kültürümüz üzerinde unutulmaz etkiler yapan ve toplumun temel taşları olan bu tür şahsiyetlerin ne yazık ki günümüzde unutulmaya terk edildikleri de bir gerçektir. Bu çalışmamızın amacı, elimizden geldiği kadarıyla, eserlerinden faydalanarak ismi geçen bu şahsın gün yüzüne çıkarılmasıdır. Çalışmamız bir giriş ve üç bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında tasavvufta şahsiyet eğitimi ele alınırken, birinci bölümde; Şeyh Hâlid in hayatı, tarikatı ve eserlerinden bahsedilmektedir. İkinci bölümde daha çok mektupların muhtevasına yer verilmiştir. Şeyh Hâlid in mektuplarında değindiği din ve tasavvufla ilgili konular yer almaktadır. Üçüncü bölümde ise, Şeyh Hâlid Mektûbâtı nın tam metni yer almaktadır. Bu çalışmanın gerçekleşmesinde maddî ve manevî desteğini esirgemeyen, öneri ve teklifleri ile yol gösteren, yerinde eleştiri ve tahlilleri ile katkıda bulunan Doç. Dr. Kadir ÖZKÖSE ye, değerli fikirleri ufuk açan Doç.Dr. Metin Bozkuş a, ellerindeki belge ve dökümanları kullanmam için tarafıma takdim eden Yrd. Doç. Dr. Alim YILDIZ a teşekkürü bir borç bilirim. Eylül 2006 Sivas Ahmet KUTLU 8

9 GİRİŞ İslam ilimleri içerisinde Tasavvuf ilminin önemli bir yeri vardır. Tasavvuf, insan ruhunun kemâle ermesine vesile olan, hâl ilmine büyük önem vermiştir. Bu hâlin insanda meydana gelişi, kitap ve sünnet ışığında bazı prensiplerin tespitine ve tatbikine bağlıdır. Bu, Peygamber (s.) ve ashabının hayatında mevcut hususların yaşanmasına vesile olan eğitimi nesilden nesle aktaracak bir disiplin meydana getirmekle mümkündür. Bunun için de kişinin kendisine rehberlik edecek bir öndere ihtiyacı vardır. Bu önder (mürşit) vasıtasıyla kişi, Hz. Peygamber ve ashabının yaşamış olduğu temel disiplini hayatına aksettirecektir. Birçok mutasavvıf tasavvufu; Kâl ilmi değil, hâl ilmidir., diye tarif etmişlerdir. Yani, Tasavvuf ilmi hakkında ne kadar bilgiye sahip olursak olalım, bir mürşid-i kâmilden faydalanmadıktan sonra, sahip olduğumuz kuru bilgi, bize fayda sağlamayacaktır. İnsan, hem içinde bulunduğu şartların tesiri hem de fıtratındaki özellikleri açısından, biyolojik ve eğitim yönünden de tedricen kemale eren yegâne varlıktır. Her geçen gün yeni bir şeyler öğrenen ve aynı zamanda öğreten insan, eğitim meselesinin merkez noktasını oluşturur. Böyle olmakla beraber insanın hayatı, öğreten ve eğiten den çok, öğrenen ve eğitilen bir süreçten geçer. Bu açıdan bakılınca insan, adeta dünyaya eğitilmek için gelmiştir, diye düşünülebilir. 1 Mürid-mürşit ilişkisi açısından bakılınca da bu söylenen sözler, tamamen birbiriyle örtüşmektedir. Mürit, kemâle erişinceye kadar bir arayış içindedir. Mürşidi önderliğinde bu arayışını sürdürmektedir. Bu arayış belli bir noktada durmamaktadır, kişinin hayatının sonuna kadar devam etmektedir. Burada dikkatimizi çeken husus kişinin hayatı boyunca bir şeyler öğrenmesidir. Bir nevi insan ömür boyu talebedir. İslam ın eğitim anlayışı da zaten bu temel üzere kurulmuştur. İslam eğitim anlayışına göre, insanlar eğitilmek suretiyle iyi haslet ve davranışlar kazanabilirler. Ancak insanın yaratılıştan gelen özelliklerinin tamamen yok edilmesi yahut insanların fıtratında bulunmayan kabiliyetlerin sonradan kazandırılması mümkün değildir. İslam eğitimine göre insanda mevcut 1 Şakir Gözütok, Tasavvufta Şahsiyet Eğitimi, İstanbul 1996, 11. 9

10 olan kabiliyetlerin üzerine iyilerini inşa etmek ve kötü hasletleri iyiye dönüştürmek esastır. 2 Tasavvufun gayesi, insanı kötü ahlâktan, çirkin huylardan uzaklaştırmak, güzel vasıflara bezemek, Allah ve Rasûlünün ahlâkını benimsetmek, Hz. Peygambere tam ittibâ etmek ve insân-ı kâmil ler yetiştirmektir. 3 Tasavvufta amaç; terbiye yoluyla kişinin fıtratını korumak ve onu güzelliklerle bezemektir. Yoksa, fıtratı tamamen değiştirip ortaya yeni bir kişilik çıkarmak değildir. İslâmî eğitimin nihaî hedefi, kişinin Allah a kulluk ve itaatini tam olarak gerçekleştirmesini sağlamaktır. Zirâ bütün ilahi dinler gibi İslam dini de, bizzat insanları eğitmek için gelmiştir. İslam dini, disiplinli bir hayat tarzını ön plana çıkarırken, insanların ruhlarını eğitmek suretiyle onlara Allah ın razı olduğu davranışları kazandırmak istemektedir. 4 Dolayısıyla, dinin esas gayesi, insanları eğitmek ve onları ruhi bir terbiyeden geçirmektir. İnanan insanın kemale ermesini amaçlayan Tasavvuf ilmi de, sözü edilen dinî eğitimin bir parçasıdır. İslam dini, kendine özgü genel eğitim kural ve ölçüleri ortaya koyarken, tasavvufi eğitim de özel anlamda bir eğitim programını gerçekleştirmek ister. 5 Eğitim; insanın bütün kuvvet ve kabiliyetlerini, kendisinin, toplumun ve insanlığın mutluluğuna yansıyacak şekilde mümkün olduğu kadar en iyiye doğru geliştirmektedir. İslâm ın ruh eğitimi demek olan tasavvufun, genel eğitim konusu ile münasebetinin bulunması gayet tabiidir. Değişik ruh yapılarına sahip insanları durumlarına göre nasıl terbiye ettiğini tetkik etmek, tasavvufun daha iyi anlaşılmasını sağlayacak ve İslâm ın eğitim yönü hakkında fikir verecektir. Tasavvufun eğitim açısından en önemli hususiyeti, eğitimde anne ve baba ile çocuklardan oluşan aile sistemini örnek alıp aile sıcaklığında eğitmeye çalışmasıdır. Tasavvufi telakkide; şeyh baba, eşi anne, müridler de o anne babadan olma kardeşler (ihvan) gibidir. 6 Tasavvuf; kaynağı İslâmî olan şahsiyet eğitiminin temel esaslarını Kur an ve sünnet penceresinden gerçekleştirmeye çalışan, inceleyen, derinleştiren, başkalarına da aktarma yollarını gösteren bir faaliyettir. Başka bir ifade ile 2 Halis Ayhan, Eğitime Giriş, İstanbul 1986, Hasan Kâmil Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 2000, Seyyid Ali Eşref, İslam Eğitiminde Yeni Ufuklar, İstanbul 1991, Gözütok, Tasavvufta Şahsiyet Eğitimi, Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar,

11 Tasavvuf; Kur an ve hadislerde yer alan, insanın mistik yönüne işaret eden, maddenin ve dünyanın geçiciliğini işleyen, kalbî davranışları esas alan kaidelerin değişik yorumlarından ibaret ahlâkî bir tefekkür sistemidir. Tasavvuf, bir gönül terbiyesidir. Gönül de insanda bulunduğu için tasavvufun konusu insandır, gayesi ise onun ahlâki yönünü eğitip olgunlaştırarak kemal derecesine ulaştırmaktır. Tasavvufun hem konusu hem de gayesi doğrudan insanla ilgili olduğu için insan psikolojisi, terbiyesi ve yönlendirmesi açısından ortaya koyduğu esaslar asırlardan beri konu ile ilgilenenlerin dikkatini çekmiştir. Her toplumun sosyal psikolojisi bir yönüyle o toplumda gelişen mistik düşüncelerle yakından ilgili olmuş, milletlerin ve medeniyetlerin zihniyetine doğrudan tesir etmiştir. 7 Tasavvuf, insan gönlünün ilahi tecellilere mazhar olmasını hedefler. Bu sebeple ta limden (öğretim) çok terbiyeyi (eğitim) benimsemiştir. 8 Çünkü tasavvufta akla dayalı bilgiyi kazanmak yerine, zevke dayalı yani sezgi ve vicdâni bilgiyi elde etmek esastır. Bunu elde etmenin yolu da, nefsi eğiterek bu bilgileri alabilecek bir kıvama getirmektir. Tasavvufta nefsi eğitmek suretiyle çeşitli mistik hâl ve makamlara ulaşılır. Ancak mistik hâlin meydana gelmesinden önce iradeli bir çabaya dayalı bir eğitim devresi bulunur. Tasavvufi eğitimde yetiştirilmek istenen insan tipi vasat değil, ideal bir dindar kişiliğidir. Bu sebeple tasavvufi eğitimden geçmiş ve bu eğitimi başarıyla tamamlamış bir şahsa insan-ı kâmil denmektedir. İnsan-ı kâmil, din adına şahısta aranan bütün ideal vasıflara sahip olmak manâsındadır. O halde tasavvufi eğitimin yetiştirdiği insan tipi, dinin de yetişmesini arzu ettiği tiptir. 9 Her eğitim sisteminin olduğu gibi tasavvufi eğitim sisteminin de kendine has özellik ve unsurları vardır. Kısaca değinmek gerekirse şöyle özetleyebiliriz: Tasavvufi eğitim, ergenlik çağına girmiş olanlara ve yetişkinlere yöneliktir. Tasavvufi eğitim ferdidir. Tedrici olarak yapılır. Bu tedriciliği nefsin hallerinde görmekteyiz. Tasavvufi eğitim belli bir plan ve program çerçevesinde yapılır Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 2003, Seyyid Hüseyin Nasr, Modern Dünyada Geleneksel İslâm, Ter. S. Şafak Barkçın ve Hüsamettin Arslan, İstanbul 1989, Gözütok, Tasavvufta Şahsiyet Eğitimi, Ayrıntı için bkz. Gözütok, Tasavvufta Şahsiyet Eğitimi,

12 Buraya kadar tasavvuf ve tasavvufî eğitim sistemi ile ilgili kısa bir bilgi vermeye çalıştık. Çalışmamızın esasını teşkil eden konu ile bağlantılı olduğu için bu kısa girişi yapmakta fayda olacağını ümit ediyoruz. Nakşi-Üveysi bir meşrebe mensup olan Şeyh Hâlid Efendi hayatını tamamen dine faydalı olmak ve dine fayda sağlayacak kişiler yetiştirmeye adamış abide bir şahsiyettir. Yaşadığı zamana damgasını vurmuş, ülkenin birçok köşesinde halifeleri ve ihvânı bulunan örnek bir kişiliktir. Mensup oluğu Nakşibendi tarikatında da mürid-mürşid ilişkisine çok büyük önem verilmiştir. 11 Şeyh Hâlid yanında bulunan müridlerini yüzyüze görüşerek gerekli eğitim aşamalarından geçirmiştir. Şeyh Hâlid, ülkenin birçok yerinde bulunan müridleri ise karşılıklı mektuplaşmalar vasıtasıyla eğitmektedir. Bu mektuplarında Şeyh Hâlid, muhatabına uygun bir metot uygulamaktadır. Her müridin kapasitesine göre bir üslupla hareket etmektedir. Ülkemizin en çalkantılı yıllarında yaşamış olan mutasavvıfımız ( ), her türlü zorluğa rağmen yılgınlık göstermeden İslâm dinini nesilden nesile taşıyacak gerçek mümin kişilerin yetişmesini sağlamıştır. Bir süre devlet görevinde çalıştıktan sonra şeyhinin telkinleriyle, kendisini tamamen mürid yetiştirmeye adamıştır. Bu ve benzeri abide şahsiyetlerin örnek çalışmaları ile günümüz Anadolu halkı, İslam dinini gereğince ve doğru bir şekilde öğrenme imkanı bulmuş, toplumumuzda ahlâkî çöküntünün önüne geçilmiştir. Bugün toplumların bozulmaya yüz tutmasının nedenleri arasında, topluma yön veren maneviyat önderlerinin olmaması ya da yok denecek kadar az sayıda bulunması gösterilebilir. Bize düşen görev ise, bu ve benzeri şahsiyetleri tozlu raflardan gün ışığına çıkarmaktır. Çünkü toplumumuzun bu tür şahısların eserlerine ve hayat tarzlarına ihtiyacı vardır. Fitne ve fesada karşı verilecek mücadelede bu tür abide şahsiyetlerin örnek alınması gerekmektedir. 11 Ayrıntı için bkz. Johan G. J. ter Haar, Nakşibendiyye de Manevi Rehberliğin Önemi, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Sayı:9, Ankara, Temmuz-Aralık 2002, ter. Ahmed Cahid Haksever,

13 BİRİNCİ BÖLÜM ŞEYH HALÎD İN HAYATINA GENEL BİR BAKIŞ Tarihi bir şahsiyetin fikir ve düşünce dünyasının tespiti öncelikle bu şahsın hayatının ve kişiliğinin tanınması ile mümkün olacaktır. Biz de bu gaye ile bu bölümde mutasavvıfımızın hayatının safhalarını ortaya koymaya çalışacağız. I. HAYATI Şeyh Halid in hayatına dair eserler birkaç kitap ve belge ile sınırlı bulunmaktadır. Bunlardan ilki Şeyh Halid in Mektubât isimli yazma eseridir. Bu eserde, şeyhleri ve tarikatı ile ilgili malumatla birlikte, mürid ve halifelerine yazdığı mektuplar da yer almaktadır. Bu eserin dışında önemli belgeler, şairin 20 Haziran 1907 tarihinli ve Gürün Bidayet mahkemesi tarafından tutulan sicil kaydı ile evrakları içinde çıkan resmi belge ve mektuplardır. Şairle ilgili bir başka kaynak ise çok kısa olmakla birlikte Vehbi Cem Aşkun un Sivas Şairleri isimli eseri ile çeşitli tarihlerde yayımlanan Sivas Salnameleridir. Bu bölümde, Şeyh Halid in çocukluğu ve tarikatı ile ilgili bilgiler Mektübât ve Hilatfetnâme isimli eserlerden, memuriyeti ile ilgili olanları ise sicil kaydı ile yukarıda belirttiğimiz resmi belgelerden yararlanılarak verilecektir. A. Doğumu, Çocukluk-Gençlik Dönemi ve Memuriyeti Asıl adı Mehmed Halid dir. Kadıoğulları diye bilinen bir ailedendir. Babası Nakşi şeyhlerinden Ahmed Efendi dir. 1273/1856 yılında Sivas merkez Hacı Mehmet Mahallesinde doğdu. 12 İki-üç yaşlarında iken önce annesini, bundan kısa bir süre sonra da babasını kaybetti. Mektûbâtı nda bu durumu şöyle anlatmaktadır: Adem den dâr-ı dünyaya geldiğimin ikinci senesi annem öldü. O sırada evimizin işlerini düzenleyecek bir akıl baliğ mahremimiz olmadığından Şeyh Hâlid in hayatıyla ilgili bu bölüm, Alim Yıldız ın Şeyh Hâlid Divanı isimli eserindeki dipnot ve değerlendirmelerinden faydalanılarak hazırlanmıştır. 12 Vehbi Cem Aşkun, şeyhin doğum tarihini 1866 olarak göstermektedir. Bkz. V.Cem Aşkun, Sivas Şairleri, Sivas 1946,

14 kırk gün sonra babam evlendi. Analığımın eve geldiği akşam babam hasta oldu ve birkaç gün sonra vefat etti. 13 Amcaları Said İbrahim ve Hafız Rahmi nin nezareti ve ağabeyi Ali Berekat Efendi nin terbiyesinde altı-yedi yaşına kadar kaldı. Ali Berekat Efendi nin vefatı ve hemşiresinin gelin olması sebebiyle bir süre de diğer kardeşi İsmail Kemal in yanında bulundu. 14 Şeyh Halid bu zor yılları Mektûbâtı nda özetle şöyle anlatmaktadır: İsmail Efendi nin hanımı bir parça acuze idi. Birçok kimsenin sitemlerinden dolayı Allah tan başka her şeyden vefa ümidini kestim. Halvetlere çekilip Ya Mâlike l-mülk, ya Ze l-celali vel-ikram zikrine devam ve bu halde iken 1282/1865 yılında amcam Hafız Rahmi durumumu Mehmed Sâdık Baba ve babası Ahmed Nuri Efendi ye yazdı. Sâdık Baba evlatlığa kabul ve birçok ihvanın feyizyab olacağını işaret eden bir de icazetname gönderdi. Halvete girmiş ve sabahlara kadar feryad etmekte iken, Rüştüye Hocası diye anılan Abdullah Efendi Halid Efendi nin sabahlara kadar feryadı beni bizar eylemekte, söyleyiniz de bari bir vakit feryadına sükûn ve ses ile ağlamayı terk eylesin diye haber gönderdi. 15 Doğduğu mahallede bulunan Sibyan Mektebı ni bitirdikten sonra rüştiye tahsiline başladı. 1285/1868 yılında Sivas Mekteb-i Rüştiyesi nden bir icazetname alarak mezun oldu. Öğrenimini devam ettirmek isterken manevi pederim dediği amcası Hafız Rahmi vefat etti. Amcasının ölümü kendisini tekrar yetim bıraktı ve kendi ifadesiyle Allah tan başka medet ve inayet edecek, gözünün yaşını silecek, garip gönlünü teselli edecek 16 bir kimse kalmadı. 1290/1873 yılında 18 yaşında iken Sivas Süvari Dördüncü Alayına bir dilekçe vererek, bu alayın Üçüncü Bölüğüne gönüllü olarak kayıt yaptırdı. Bir yıl kadar Sivas ta askerlik yaptıktan sonra Erzincan ın Tercan kazasının Maha Hatun kasabasına gönderildi ve bir yıl kadar da orada kaldı. Daha sonra Erzurum ve Kars a gitti. Kars ta asker iken başlayan ve 93 Harbi ( ) diye bilinen Osmanlı-Rus savaşına katıldı. Van, Muş, Erzincan ve Erzurum da bulundu. Tezkere aldıktan sonra Sivas a döndü ve evlendi Şeyh Hâlid, Mektubât, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi, Yazma eserler Bölümü, no: 003, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

15 15 Mayıs 1880 tarihinde Sivas İstinaf mahkemesinde maaşsız stajyer memur olarak işe başladı Kasım 1880 de yapılan bir sınavı kazanarak 225 kuruş maaş karşılığında Gürün Bidayet Mahkemesi 19 ikinci katipliği görevine getirildi 13 Aralık 1880 tarihinde buradaki görevine başlayan Mehmed Halid 20, 20 Nisan 1887 tarihinde 300 kuruş maaşla o tarihte Sivas a, günümüzde ise Tokat a bağlı olan Erbaa ilçesi Bidayet Mahkemesinde hakim yardımcılığına tayin edildi. 21 Nisan da buradaki görevine başlayan Mehmed Halid, 13 Aralık 1888 tarihinde bu görevden ayrılarak, Sivas Merkez savcı yardımcılığı görevine getirildi. 1 Temmuz 1889 tarihinde 300 kuruş maaşla günümüzde Malatya ya bağlı olan Darende Bidayet Mahkemesi hakim yardımcılığına tayin edildi Şubat 1892 de Gürün Bidayet Mahkemesi hakim yardımcılığından becayişle 28 Mayıs 1893 tarihinde 400 kuruş maaşla Darende ilçesi Bidayet mahkemesi başkatipliği görevine başladı. 10 Aralık 1893 günü selefinin memuriyetinin Bakanlıkça kabul edilmemesi üzerine bir önceki görevi olan Gürün ilçesi hakim yardımcılığı görevine tekrar döndü. 14 Ağustos 1896 tarihinde Darende Bidayet Mahkemesi sorgu hakimi muavinliğine becayiş yaptı. 6 Mart 1899 tarihinde 400 kuruş maaşla Tonus (Altınyayla) ilçesi Bidayet Mahkemesinde başkatiplik görevine atandı tarihli son Sivas Salnamesi nde de bu görevini devam ettirdiği anlaşılan Şeyh Halid, 22 tam olarak tespit edemediğimiz bir tarihte Vehbi Cem Aşkun un verdiği bilgiye göre Kuruçay da çalışıyorken emekliye ayrıldı. 23 Emekli olduktan sonra Sivas a döndü ve ömrünün sonuna kadar Sivas ta kaldı. Şiirlerinde Halid mahlasını kullanmıştır. 18 Osmanlı nın son döneminde vilayet (eyalet) merkezlerinde bulunan bir mahkemedir. Sulh ve ceza mahkemelerinin üstünde, temyiz mahkemesinin altında ve davaları ikinci defa gören ikinci derecede mahkemedir (Bkz. Alim Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Sivas 2004, 14.) 19 Son dönem Osmanlı Adliye teşkilatında davaların ilk ve başlıbaşına görüldüğü mahkemedir. Kaza ve kaza hükmünde bulunan bu mahkemenin bir üstünde İstinaf, daha üstünde ise Temyiz mahkemesi bulunmaktadır (Alim Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı,14) 20 Bkz Sene-i Hicriyyesine Mahsus Salname-i Vilayet-i Sivas. Sivas 1300, s. 86; 1302 Sene-i Hicriyyesine Mahsus Salnameme-i Vilayet-i Sivas, Sivas 1302, s. 372; 1304 Sene-i Hicriyyesine Mahsus Salname-i Vilayet-i Sivas, Sivas 1304, s Bkz. Fikri Karaman, Salname-i Vilayet-i Sivas (Sivas, Amasya, Tokat ve Karahisar-ı Şarkı,) ( ), İstanbul 2001, Sene-i Hicriyyesine Mahsus Salnami-i Vilayet-i Sivas, Sivas 1325, Aşkun, Sivas Şairleri,

16 B. Ailesi Şeyh Mehmed Hâlid, Kadıoğlları diye bilinen, Sivas ın köklü bir ailesindendir. Babası Şeyh Ahmed, dedesi Hacı Mustafa dır. Büyük dedesinin adı Şeyh Ömer, onun da babası Mehmed Kadızade dir. 24 Daha henüz küçük bir çocukken önce annesi kısa bir süre sonra da babası vefat etmiştir. Amcalarının isimleri Said İbrahim, Hafız Rahmi, Ali Berekat ve İsmail Kemal dir. Şeyh Halid iki evlilik yapmış, Elmas isimli hanımından Ayşe (ö.1374/1957) ve Şeyh Ahmet (ö.1332/1915) isimli iki çocuğu Zarife (ö.1361/1944) isimli eşinden ise Ahmet Turan (ö.1413/1996), Galip (ö.1387/1970) Abdülkadir (ö.1398/1981) adlarında üç oğlu doğmuştur. Aile, soyadı kanunundan sonra Hergüner soyadını almıştır. Akrabalarından bazıları ise Kadıoğlu soyadını kullanmaktadır. Torunlarından bir kısmı Sivas ta yaşamaktadır. Tarikat silsilesinde de görüleceği gibi dedesi Hacı Mustafa ile amcaları Hafız Rahmi ve Said İbrahim ile babası Şeyh Ahmed, Nakşi-Üveysi büyüklerindendir. C. Öğrenimi Şeyh Halid ilköğrenimini, doğduğu Hacı Mehmet Mahallesi nde bulunan Sıbyan Mektebi nde tamamladıktan sonra rüştiye tahsiline başladı. 1285/1868 yılında Sivas Mekteb-i Rüştiyesi nden bir icazetname alarak mezun oldu. Sicil kaydında yer almamasına rağmen oğlu Galip Hergüner in ifadesine göre askere gitmeden önce başladığı medrese tahsilini askerden döndükten sonra tamamlamıştır. 25 Arapça ve Farsça yı iyi derecede bilmektedir. Torunu Halit Hergüner tarafından C.Ü. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi ne bağışlanan Şeyh Halid in kitapları arasında bu dillerde yazılmış dini, tarihi, felsefi, tasavvufi ve edebi birçok kitabın bulunması da bunu ispat etmektedir. 26 Ayrıca Mektübâtı nda 24 Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Bkz. Abdülkadir Hergüner, Şeyh Halid Divanı Hayatı ve Şiirleri, Sivas, tsz, 7. (Şeyh Hâlid in oğlu Galip Hergüner Latin alfabesiyle ve el yazısı olarak babasının hayatına dair iki defter hazırlamıştır. Bahsi geçen bu defterlerin 48 sayfası Abdülkadir Hergüner tarafından basılmıştır. Galip Hergüner in hazırladığı bu defterler, Şeyh Hâlid in torunlarından Ruhi Hergüner de bulunmaktadır.) 26 Bu kitaplardan bazıları şunlardır: Risâle-i Şeyh Molla İlâhi Nakşibendi, Minyetü l-musalli, Divan-ı Hafız, İmadü l-islam ve Mecmuatü r-resail feraidü l-fevaid.. 16

17 yer alan 12 Şaban 1345/15 Şubat 1927 tarihli Arapça bir mektup da bu durumu doğrulamaktadır. 27 Tasavvufi ve fikri görüşlerini ele alacağımız ikinci bölümde de görüleceği üzere Şeyh Halid, İslam tarihine de hâkimdir. D. Vefatı Adliye teşkilatında yıllarca devlete hizmet eden Şeyh Hâlid, şeyhi Tosyalı Sadık Baba nın emriyle emekliye ayrıldı. Emekli olduktan sonra Sivas a döndü ve ömrünün sonuna kadar burada kaldı. Şeyhinin vefatı üzerine postnîşin oldu. 28 Oğlu Galip Hergüner, Sivas Kongresine takaddüm eden siyasi faaliyete bir müddet iştirak etmişşe de yine kendi arzu ve iradesi ile bundan uzaklaşmıştır. 29 demesine rağmen Sivas Kongresi kayıtlarında Şeyh Halid in ismi geçmediği gibi, Sivas Kongresi ile ilgili kaleme alınan eserlerde de bu konuda bir bilgiye rastlanmamaktadır Temmuz 1931 Pazar günü saat 11:00 de vefat etmiş 31 ve Yukarı Tekke Mezarlığı na defnedilmiştir. 32 II. TARİKATI Gidilen yol, izlenen usul, hâl ve durum gibi anlamlara gelen tarikat, Hakk a ermek için tutulan, bir takım kuralları ve ayinleri bulunan yol demektir. 33 Şeyh denilen bir öğretmen nezaretinde mürid veya tâlibin, Allah a ulaşma, yani sürekli Allah ı tefekkür, bilincini kazanma konusunda takip ettiği usule veya metoda da tarikat adı verilir. 34 Takip ettikleri metotlara göre; Tarîk-î ahyâr (hayırlıların yolu), tarîk-î ebrar (kalbi saf olanların yolu) ve tarîk-î şuttâr (aşk ve 27 Bkz. Şeyh Hâlid, Mektubat, Aşkun, Sivas Şairleri, Hergüner, Şeyh Halil Divanı, Sivas Kongresine katılanlar ve kongre ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Vehbi Cem Aşkun. Sivas Kongresi, İstanbul 1963; Mehmet Goloğlu, Sivas Kongresi, Ankara 1969; Hikmet Denizli, Sivas Kongresi Delegeleri ve Heyet-i Temsiliye Üyeleri, Ankara 1996; Kemal Arıburnu, Sivas Kongresi, Ankara 1997; Ahmet Necip Günaydın, Milli Mücadelede Sivas ve Mustafa Kemal Paşa -2 Eylül- 18 Aralık 1919-, Sivas Ölüm tarihi nüfus kaydında 2 Ağustos 1931 olarak gösterilmektedir. Bu tarihi oğlu Galip Hergüner 27 Temmuz 1931 olarak gösterilmesinden dolayı, nüfus idaresine bir hafta gecikmeli olarak bildirildiği anlaşılmakladır. 32 Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul 2002, Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara 1997,

18 cezbe ehlinin yolu) 35 olarak üç bölüme ayrılan tarikatlar; onikinci yüzyılın ortalarından itibaren kurumsallaşmaya başlamışlardır. 36 Tarikatlar genellikle kurucuların isimleriyle anılmışlardır. Yeseviyye, Ahmet Yesevi (ö. 562/1166), Mevleviyye, Mevlânâ Celâleddin-i Rûmi (ö. 672/1273) Kübreviyye, Necmeddin Kübrâ (ö. 618/1221), Şâziliyye, Ebu l-hasan Ali b. Abdullah eş-şâzili (ö.657/1258) 37 nin ismiyle anılmıştır. Günümüzdeki yapısıyla ilk tarikatlar Abdulkadir Geylâni (ö. 261/1166) ve Ahmed er-rifâi (ö.575/1179) nin piri oldukları tarikatlardır. 38 Tarikatlar silsilesine göre de çeşitli sınıflandırmalara ayrılırlar. Hz. Ebu Bekir e dayanan tarikatlara, Bekriyye veya Sıddıkiyye, Hz. Ömer e dayananlara Ömeriyye veya Farukiyye, Hz Osman a dayananlara Osmaniyye ve Hz Ali ye dayananlara Aleviyye adı verilmektedir. 39 Tarikatların amacı; insan ruhunu terbiye etmek, insanları dış dünyanın tesirlerinden kurtarıp iç dünyalarına yönlendirmek, içlerindeki mutlak hakikate ulaştırmaktır. 40 Tarikat bir disiplindir. Tasavvufun, şer i esaslara riayetle, dinin özüne varma riyazetinin, belirli disiplin içerisinde gerçekleşmesini amaçlayan bir kuruluştur. Tarikat, dinin özüne varmak suretiyle Hakk ın rızasını kazanmak ve dolayısıyla dünya ve âhiret saâdetini hedefleyen bir vasıtadır. 41 Tarikatlar sosyal hayatın ihyâsı konusunda birçok fayda sağlamışlardır. Şöyle ki; Müslüman ordularla fethedilen beldelerin İslamlaşmasını sağlamışlardır. Seyyah dervişler vasıtasıyla İslam ın gayrimüslim diyarlarda yayılması sağlanmıştır. İslam ordularının ulaşamadığı uzak ülkelere İslam ın yayılmasını sağlamışlardır. Tarikat mensupları kabileler arasındaki anlaşmazlıklarda da arabuluculuk görevi yapmışlardır. 42 Çalışmamızın kaynağı olan Şeyh Hâlid, Nakşibendiyye tarikatının Üveysilik meşrebine dahil olan mutasavvıf bir şairdir. Şeyh Hâlid birçok mektubunda bu durumu ortaya koymaktadır. Şöyle ki; Bizim tarikatımızın aslına 35 Osman Türer, Anahatlarıyla Tasavvuf Tarihi, İstanbul 1998, Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Türer, Ana Hatlarıyla Tasavvuf Tarihi, Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar,

19 gelince; Tarikat-ı aliyemiz, Tarikat-ı Aliye-i Hâcegan Nakşibendi Üveysidir. 43 Şeyh Hâlid in Nakşibendiyye tarikatında üveysiyye meşrebine bağlı olduğunu belirttikten sonra Nakşibendiyye ve Üveysiyye hakkında kısa bir değerlendirme yapmamız gerekmektedir. A. Nakşibendiyye Nakşibendiyyenin piri; Muhammed Bahâuddin Nakşibend el-buhâri (ö. 791/1389) dir. Bahâuddin Nakşibend, Buhara yakınında bulunan Kasr-ı Arifân da dünyaya gelmiş ve küçük yaştan itibaren tasavvufla iç içe bir hayat yaşamıştır. Küçük yaşta iken Hâcegân tarikatı şeyhlerinden Muhammed Baba Semmâsi (ö. 740/1339) tarafından manevi evlatlığa kabul edilmiştir. Semmâsi onun manevi terbiyesini daha sonra, müridi olan Emir Kûlâl e (ö. 680/1281); Bu erin terbiyesi sana aittir dediği de rivayet edilmektedir. Bahâuddin Nakşibend her ne kadar Emir Kûlâl e intisâb etmiş olsa da, kaynaklara göre onun gerçek şeyhinin, kendisinden çok seneler önce vefat eden Abdûlhâlik Gucdûvâni (ö. 617/1220) olduğu belirtilmektedir. Tasavvufta bu türden terbiye usulüne daha sonra değineceğimiz üzere, Üveysilik denilmektedir. 44 Şeyh Hâlid, Bahaûddin Nakşibend in ruhâniyetle Abdûlhalik-i Gucdüvâni den ve Abdûlhalik Gücdüvani nin de Hızır (a.) vasıtasıyla Peygamberimizden feyz aldığını Mektûbâtı nda ortaya koymuştur. 45 Nakşî-Üveysi olan Şeyh Hâlid bir beytinde, Bahâuddin Nakşibend in üveysi olduğunu şu şekilde ifade eder: Üveysi en-neccâri sin târik-î Nakşi nin şâhı Behâ-yı millet-î ve d-din ü Nakşibend efendimsin 46 Bahâuddin Nakşibend, Ehl-î Sünnet e bağlı Hanefi mezhebinden idi. Hâfi zikri esas kabul etmiştir, sohbet ve râbıtaya önem vermiştir. Nakşibendiyye müntesiplerinin toplu halde yaptıkları zikre Hatm-i Hacegân denilmektedir. Bu zikre sadece tarikat mensupları alınırdı Şeyh Hâlid, Mektubât, v Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlat, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Divan -Tenkitli Metin-, haz. Alim Yıldız, Sivas 2004, Nakşibendilikle ilgili geniş bilgi için bkz. Necdet Tosun, Bahâeddin Nakşibend Hayatı, Görüşleri, Tarikatı, İstanbul

20 Nakşibendi tarikatı Fatih Sultan Mehmet zamanında Ubeydullah Ahrar ın (ö. 895/1490) halifelerinden Molla Abdullah Îlahi aracılığıyla İstanbul a girdi. Bu tarikat, Türk kültürüne, halk maârifine, Anadolu devletine büyük hizmetleri geçmiş bir tarikat olarak kabul edilmiştir. İstanbul da 65 Nakşi dergâhının bulunması da, bu tarikatın son zamanlarda, halk arasında çok yaygın bir durumda olduğunu göstermektedir. 48 Hâce Abdülhâlik Guedüvâni den intikal ettiği rivayet edilen Kelimât-ı Kudsiyye adı verilen on bir temel prensip Nakşibendiyye tarikatının esasını teşkil eder. Bu prensipler şunlardır: 1. Hüş der dem: Her nefes alıp vermede bilinçli olmak, yani her ân Allah ile olmak ve gaflete düşmemek anlamında bir terimdir. Verilen her nefes insanın değerli ömründen bir parça koparıp götürür ve yerine başka bir şey konamaz. Bu sebeple her ânı şuurlu geçirmek gerekir Nazar ber kadem: Zâhiri anlamı, sâlikin lüzumsuz şeyler görüp gönlünün dağılmaması için yürürken önüne (ayağına) bakması anlamında bir terimdir. Bu terim, sûfinin yürürken gaflet içinde olmaması ve attığı adımları hayır yolunda atmak için ve bilinçli olması şeklinde de yorumlanmıştır Sefer der vatan: Sâlikin kötü huylardan iyi huylara, beşeri sıfatlardan meleki sıfatlara doğru sefer etmesi ve ahlâkını değiştirmesidir. Mürid olmak isteyen kişinin uygun bir şeyh bulmak gayesiyle yolculuk etmesi ve farklı şehirlerde dolaşmasıdır. Sûfinin kalben dünyevi düşüncelerden ve mâsîvâdan Allah a doğru sefer etmesidir Halvet der encümen: Toplum içinde yalnızlık anlamına gelen bu terim sûfinin bir köşeye çekilmeyip halkın arasına karışmasını ve Allah ile birlikte olmasını ifâde etmektedir. Görünüşte halk ile hakikatte Hak ile beraber olması, elin kârda gönülün yârde olmasıdır Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Tosun, Bahâeddin Nakşibend, Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Tosun, Bahâeddin Nakşibend,

21 eder Vukuf-i Zamâni: İçinde bulunulan hâlin ve zamanın bilincinde olmak 5. Yâd Kerd: İnsanın murâkabe mertebesine ulaştıktan sonra nefy ve isbatı belli bir miktar dille yapmasıdır. Nefy ve isbattan meydana gelen tevhid, dudaklardan riyâsız dökülürse kalbi parlatır Bâz geşt: Geri dönüş veya başka bir mekâna dönüş anlamına gelen bu terim, nefesi tutarak kalp ile birkaç kez yapılan kelime-i tevhid zikrinden sonra nefesi salarak dil ile Îlâhi ente maksûdî ve rızâke matlûbi (Allahım: Maksadım sensin ve istediğim senin rızândır) cümlesini söylemeyi ifâde eder Nigâh dâşt: Koruma, muhâfaza etme anlamındaki bu terim kalbin dünyevi düşüncelerden korunmasını ifâde eder. Nefesi tutarak, yapılan kelime-i tevhid zikrinin gayesi de aynıdır Yâd dâşt: Hatırında tutma, anma anlamına gelen bu terim daha önce zikredilen üç terimin gayesi olup Allah ı hatırlama hâlinin daimi olmasını ifâde anlamındadır. Sâlikin, bulunduğu hâl şükrü mü yoksa tevbeyi mi gerektiriyor onun bilincinde olmasıdır Vukûf-i adedi: Zikrinde sayıya riâyet etmek anlamındadır. Sâlik düşüncelerinin dağılmasını engellemek gayesinde kalben yaptığı zikrin sayısının bilinmesidir Vukûf-i kalbi: Sâlikin zikir esnasında Allah ın huzurunda olduğunun bilincinde olması, zikir esnasında kalbine teveccüh edip kalben zikrin manâsının bilincinde olmasıdır. 59 Divan ında beş beyitlik bir gazelinde Nakşi olduğunu ifâde eden Şeyh Hâlid, aynı zamanda Nakşiliğin on bir esasından dört tanesini (Nigâh dâşt, yâd kerd, Sefer der vatan ve Halvet der encümen) de ifade eder. 60 Dil mülküdür seyrânımız Nakşibendi pirânımız Hoşdur dem-i erkânımız bize Nakşibendi derler. 53 Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Tosun, Bahâeddin Nakşibend, Tosun, Bahâeddin Nakşibend, Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Tosun, Bahâeddin Nakşibend, Tosun, Bahâeddin Nakşibend, Tosun, Bahâeddin Nakşibend, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı,

22 Nigah daşdem her halimiz letâifde devrânımız Yâd kerdem burhânımız bize Nakşibendi derler. Sefer der vatan ederiz hâlden hâle devr eyleriz Dost illerin seyr eyleriz bize Nakşibendi derler. Yoktur bizim kararımız ruhânîdir bâzârımız Aşk ile yanmak kârımız bize Nakşibendi derler Azimetten giyip ridâ halvet der encümen edâ Tarikin soran Hâlidâ bize Nakşibendi derler. 61 Şeyh Hâlid sülukun her Müslüman kadın ve erkeğe farz-ı ayn olduğunu bildirerek 62 bir mürşid-i kâmil eşliğinde sülukun tamamlanması gerektiğini belirtir. 63 Şeyh Hâlid, mensubu bulunduğu tarikatta sâliklerin terbiye usulünü şu şekilde açıklar: Tarikat-ı âliye ve husûsiyle Nakşibendi-i Üveysi sâliklerinin terbiyeleri dahi hücre-i risâlet-penâh (s.a.v) de inâyet-i rabbaniyeden olup ve bunun tariki herhangi câmi-i şerif kolayınıza gelirse, o câmii şerifin mihrâbında sâhib-i saâdet (s.a.v) sâadetle oturmuş ve bi l-cümle peyânı evliyâ ve enbiyâ ve ehl-i iman etrafına halka olmuş olduğu halde Cenâb-ı Seyyidü l-kevneyn (s.a.v) riyâset eylemekte ve öbürleri dahi iktida etmiş cümlesi de Fatiha-i Şerifi mütederricât ile bâb-ı emâne sarılıp Cenâb-ı Vâhib-ül Atâyâ Hazretlerini zikr eylemekte ve sende günah deryasında müstâğrak olmuş ve o halde, Cenâb-ı Erhamür-Râhmin Hazretlerinden başka meded ve inâyet edecek bir kimsen olmadığını bilip o halde de arz-ı hacâta dahi sende bi l-hâl bulamayıp, kemâl-i mahcubiyetle şeyhinin hırkasının altına girip ibadette ve zikr-i ilahiyede müşârünileyhe müşâreketle alâ merâtibihim müşârün-ileyhiyeyi şefi ittihâzıyla bâb-ı emâne sarılıp gayrıyı terk edip Allah a ibâdet ederler. Müşârü n-ileyhiyeyi şefi ittihâz eder, Allah tan isterler. Ve mâ-sivâyı terk edip Allah ı ve rızâü l-ilahiyi isterler ve istedikleri ibâdetlerini nimet-i ilâhi bilip ne isterler ise Cenâb-ı Vâcibü l-vücud Hazretlerinin fazlı ilahisinden isterler. İşte Vâhibü l- Atâyâ 61 Şeyh Hâlid, Divan, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

23 Hazretlerine giden tarik-i müstakim dahi budur. Ve bu yolu hâl eylemek lazımdır. 64 Başka bir mektubunda Şeyh Hâlid, kendisine tarikatınız nedir diye sual edenlere cevap olarak; Tarikim Kur an ve Tariki Müstâkim-i Muhammediye. dir der. 65 Nakşi tarikatının âdâbı ile ilgili olarak Şeyh Hâlid şu bilgiyi vermektedir: Üç zât birbirlerinin tariklerinin âdâbını suâl eylediklerinde birisi, teslim olduğunu ve diğer birisi dahi edep olduğunu ifâde eylemeleri üzerine Hazreti Pir Muhammed Bahâuddin Nakşibendi Hazretleri dahi bizim tarikimizda cümlesinde mevcuttur ki Lâ mevcûde Îllallah deryasına müstağrak olmaktır. buyurmuştur. 66 Şeyh Hâlid, mektuplarında Nakşibendiyyede önemli yeri olan mürşid, mürid, hilafet, aşk ve muhabbet, zikir, hatm-î hâce, vb. üzerinde durumaktadır. Bu kavramları ileriki bölümlerde ayrıntılı olarak inceleyeceğimizden dolayı burada üzerinde durmuyoruz. Şeyh Hâlid iş işten geçmeden sâlikin yapması gerekeni şu sözleriyle belirtir: Şimdi sâlike lazım olan rûh-i manayı dide-i basiretin nazar edip Hâsibûv enfuseküm kable en tehâsibûv yevme l-hesâb mücibine işin âh ve zâr olmazdan nasâyih ve ıslâh eyleye. 67 Yani, kişi hesap günü gelmeden önce kendini hesaba çekip ona göre davranmalıdır. Daha sonraki feryad ü figânların fayda etmeyeceğini belirterek, Ya eyyühellezıne amenüttekullahe vebteğu ileyhil vesılete ve cahidu fı sebılihı lealleküm tüflihun (Ey iman edenler, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın, O'nun yolunda cihad edin ki, mutluluğa erebilesiniz.) 68 ayet-i kerimesi mucibince Allah Teâla ya ulaşmak için, silsile olarak Peygamberimizde son bulan, Ehlisünnet ve l-cemaat mezhebinden birine mensup, tarikatına bidat karışmamış bir mürşid-i kâmili rehber edinmeyi kurtuluş olarak göstermektedir Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Mâide, 5/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v

24 B. Üveysilik Üveysi veya Üveysi-meşreb, Üveys e mensup demek olup Veysel Karani nin adıyla ilgilidir. Tasavvuf tarihinde, belli bir tarikata veya tasavvufi mesleğe mensup olmayan, fakat doğrudan doğruya Allah ın hidayeti ve irşadıyla velâyet mertebesine ulaşan sufilere Üveysi denmektedir. Bu da Veysel Karani nin hiç kimsenin yol göstermesi olmadan sırf Cenab-ı Allah ın irşadıyla velâyet derecesine ulaştığı inancına dayanır. Fakat Üveysilik te Veysel Karani ye nispet sadece duygusal yönden bir bağlılıktır. Veysel Karani, Peygamberimiz döneminde yaşadığı halde onu görmeden Müslümanlığı kabul eden muhadramundan sayılmaktadır. Aynı zamanda peygamberimizin iltifatına mazhar olup, peygamberimizin hırkasını kendisine hediye olarak gönderdiği kişi idi. Veysel Karani peygamberimizle bizzat görüşmediği halde ondan manevi feyz almıştır. Bundan dolayı görüşmediği bir şeyh tarafından terbiye edilen sûfiye Üveysi, bu meşrebe de Üveysilik denmektedir. 70 Üveysilik hakkında ilk bilgi veren Feridüddin Attâr olmuştur. Şeyh Hâlid, Mektûbâtı nda Feridüddin Attâr ın Üveysilik hakkındaki değerlendirmesini şu şekilde sunmaktadır: Şeyh-i tarikat Şeyh Feridüddin Attâr (k.s) buyurmuştur ki; Evliyaullahtan bir kavim vardır ki, onlar meşayih-i tarikat ve kûbrây-ı üveysilerdir. Ve onların zâhirde pîre ihtiyaçları olmamıştır. Onları Hz Risâlet (s.a.v) Efendimiz mecrâ-i inayetlerinde bilâ-vâsıta terbiye eylemiştir. Nitekim Veysel Karani (r.a) Hazretlerini bilâ-vâsıta terbiye eylediği gibi bu bir makam-ı azim-i âlidir ki bu mertebe-i dâmme bir zâta müyesser olmaz. Zalike faddullahi yü'tihi men yeşâ ve yine evliyaullahtan bazıları kim olan zata tabidirler. Tâliblerden bazılarını ruhâniyetle terbiye ederler. Ve onların zâhirde piri olmaz. Ve bu cemaât dahi Üveysiye dahildir. 71 Buradan da anlıyoruz ki Üveysi meşreb olan kişi bizzat Allah ın inayeti ile Hz Peygamberin ruhaniyetinden feyz aldığı için mürşide ihtiyacı yoktur. anlaşılmıştır: Tasavvuf tarihinde Üveysilik denildiğinde şu dört zümreden biri 70 Üveysilik ve Veysel Karani ile ilgili geniş bilgi için bkz. Ahmet Yaşar Ocak, Veysel Karani ve Üveysilik, İstanbul 1982; İsmet Demir-Hacı Osman Yıldırım, Beşiktaşlı Yahya Efendi ve Üveysilik, İstanbul Şeyh Hâlid, Mektubat, 1. 24

25 1. Hz Peygamber in ruhaniyetinden nasip alanlar. 2. Veysel Karani nin ruhaniyetinden feyz alanlar. 3. Herhangi bir büyük şeyhin veya kutbun ruhaniyetinden irşad edilenler. 4. Bizzat Hızır (a.s) aracılığıyla irşad edilenler. 72 Bu dört gurubun ortak noktası, daha önce yaşamış birinin ruhaniyetinden feyiz almalarıdır. Tasavvuf tarihinde Üveysi olarak bilinen birçok mutasavvıf vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: İbrahim b. Ethem (ö.166/782), Bayezid-i Bistami (ö.261/874) Şeyh Ebu l-hasan Harakani (ö. 425/1034), Ebu Said Ebu l-hayr (ö.440/1049), Şeyh Necmuddin Kübrâ (ö. 618/1221), Muhyiddin İbnü l Arabi (ö.638/1241), Muhammed Bahâuddin Nakşibend (ö.791/1389) 73 Şeyh Hâlid, Metûbâtı nda Hızır (a.s) ın Üveysilikte pîr olduğunu bildirmektedir. 74 Şeyh Hâlid Üveysi meşrebine dahil olan sûfilerin ve feyiz aldıkları kişilerin isimlerini mektubunda şu şekilde belirtmektedir. Şeyh Ebu l-kasım Cürcâni et-tûsi (k.s) silsile-i aliyemize dahildir. Şeyh Ebu Said Ebu l Hayr ve Ebu l-hasan el-harakânî tabakasındandır. İbtidây-ı sûlukunda zikri ale d-devam Üveysi idi. Bu silsilede Üveysilik Beyâzıd-i Bistâmî Hazretlerinde bâkî olmuştur ki irşâdı İmam Câfer Hazretlerinin ruhaniyetlerinden ve Ebu l-hasan Harakani nin irşadı Beyâzıd-i Bistâmî nin rûhaniyetinden ve Ebu l-kasım Cürcâni et-tûsi nin irşadı Veysel Karani nin rûhaniyetinden ve Abdulhâlik-i Gücdüvâni nin irşadı Hızır (a.s) vasıtasıyla ve ruhâniyet-i risâlet (s.a.v) den ve Muhammed Bahâuddin Nakşibendi nin irşadı Abdulhâlik Gücdüvâni nin ruhaniyetinden olmuştur. Hâcı Mahmud Efendimiz Ahmed Behçetî Hazretlerini, Ahmet Behcetî Mustafa Arif i, Mustafa Arif Mustafa Münib i, Mustafa Münib Ahmed Nûri yi, Ahmed Nuri de Muhammed Sâdık Baba yı yerlerine kaim eylemişlerdir. Bunların her birisi bu tarikat-ı aliyyede pir makamına kuûd eyleyip diğer meşâyih ve halifeler bunlara tâbî olmuştur Ocak, Veysel Karani ve Üveysilik, Ocak, Veysel Karani ve Üveysilik, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektūbât, v.2. 25

26 Şeyh Hâlid Divanı nda Üveysi olduğunu iki şiirinde vurguladıktan sonra, yolunun Üveysi yolu olduğunu bu yolun Veysel Karani den geldiğini şu şekilde belirtir: Rahımız râh-ı Üveysî hem ol oldu şâhımız Ol sebepten râhımızdır bunda cân etmek fedâ 76 Gözlerim yumdum sivâdan yüz sürüp dehgâha ben Şimdi ben oldum Üveysi kıblegâhım yâradır. 77 Şeyh Hâlid, Nakşi-Üveysi meşrebine dahil olan bir aileye mensuptu. Küçüklüğünden beri Üveysilikle yakından ilgiliydi. 78 Babası vefat ettikten sonra, amcası İsmail Kemal in yanında kalırken, amcasının hanımının kedisine yaptığı eziyetten dolayı halvete çekilerek Allah tan başka herkesten ümidini kesmiş olduğu halde, Yâ mâlike l-mülk, yâ ze l-celâli ve l-ikrâm zikrine devam ediyordu. 1282/1865 tarihinde amcası Hafız Rahmi durumunu Tosya da bulunan Üveysi şeyhi Mehmed Sâdık Baba ve onun babası Ahmed Nuri Efendi ye mektupla bildirmişti. Sâdık Baba cevap olarak Mehmed Hâlid i manevi evlatlığa kabul ettiğini bildirmiş ve ileride Üveysiliğin önemli kişilerinden biri olacağını belirten bir icazetnâme göndermiştir. 79 Şeyh Hâlid, 1307/1890 yılında Ganizâde Mehmed Sâdık Baba tarafından kendisine halifelik verilerek müridlerin irşadıyla görevlendirildi. 80 Mehmed Sâdık Baba, vefatından bir süre önce de müridlerine Beni arayanlar Hâlid Efendi de, Hâlid Efendiyi arayanlar bizde bulsunlar. Şimdi Hâlid Efendi ile biz bir vücud olduk 81 demiştir. Şeyh Hâlid e hitaben de şöyle demiştir: Oğlum Hâlid Efendi, seni Allah, Resulullah ve bi l-cümle pirâna emanet eyledim. Ve bi l-cümle sâlikan ve tâlibanın terbiye ve irşadlarını sana tevdi ediyorum. Bi l-cümle tâliban ve ihvânı dini nazar-ı hizmetinizden dür eylemenizi tavsiye ediyorum. 82 diyerek, kendisinden sonra Şeyh Hâlid in yerine halife olacağını bildirmiş ve kendisine bir de hilafetname vermiştir. 83 Şeyh Hâlid den sonra bu silsileyi oğlu Ahmed Turan 76 Şeyh Hâlid, Divan, Şeyh Hâlid, Divan, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

27 Hergüner devam ettirmiş, Ahmed Turan Hergüner in 1413/1996 yılında vefat etmesiyle bu silsile sona ermiştir. 84 Şeyh Hâlid Mektûbâtı nın birkaç yerinde İstanbul da bulunan Beşiktaşlı Yahya Efendi 85 dergâhından bahsetmektedir. Mektuplarından birisini de Eskişehir de ikâmet eden ve Yahya Efendi Dergâhı sâliklerinden olan Emin Bey e yazmıştır. Dersaâtte Yahya Efendi Dergâhına mensup olduğunuzu duydum. Derece-i nihayete memnun ve mesrur oldum. O dergâh-ı aliye ile Sivas ta bulunan Kadızâde dergahının tarikatta silsilesi Kayseri meşayih-i kirâmından Külâhizâde Hacı Mehmed Efendiye müntehi olup müşarun-ileyh sizce ve bizce de silsile-i ahvali malum olduğundan, din, mezhep ve tarik ve tarikatta pirimiz bir olduğundan bizde bizliği ve sizde sizliği kaldırıp yek-vücut olup ilay-ı kelimetullah yolunda halkı sırat-ı müstakime davet edelim. 86 III. ESERLERİ Şeyh Hâlid in ikisi mensur, biri manzum olmak üzere üç eseri bulunmaktadır. Mensur olanlar; Hilafetnâme ve Mektûbât adlı eserleridir. Manzum olan ise Divan adlı eseridir. A. Hilafetnâme Tek nüsha olan bu onüç sayfalık mensur yazma eserdir. C.Ü İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi nde bulunmaktadır. 87 Eserin başında tarikat mührü yer almaktadır. Şeyh Hâlid bu eserinde Arapça girişten sonra tasavvufla ilgili bazı bilgilere değinmiştir. Daha sonra tarikat silsilesini anlatır. Şeyhi Ganizâde Mehmed Sâdık tarafından kendisine halifelik ve mürşidlik verildiğini anlattıktan sonra, Abdürrahim Rahmi b. Abdullah isimli bir müridine hilafet izni verdiğini belirtmektedir. Bir sâlike iczetnâme verilirken neler yapılması gerektiğinide bildirmektedir. Tarikata yeni girecek olanlar için neler yapılması gerektiğini anlattıktan sonra esere son verilmektedir. Eserin sonunda Hâdim-i Tarikat-ı 84 Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, 20, 26 numaralı dipnot. 85 Ayrıntılı bilgi için bkz. Demir, Beşiktaşlı Yahya Efendi. 86 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı,

28 Aliyye-i Nakşibendiyye-i Üveysi Kadızâde eş-şeyh Mehmed Hâlid Sivâsi imzası ile 15 Ramazan 1343 tarihiyle son bulmaktadır. 88 B. Divan Şeyh Hâlid Divanı nın iki nüshası bulunmaktadır. Bunlardan her ikisi de, ailesinde bulunan ve torunu Halit Hergüner tarafından Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi ne hediye edilen nüshalardır. 89 Manzum olarak kaleme alınan Divanla ilgili olarak ilk çalışma, kendisi de bir şair olan oğlu Galip Hergüner tarafından yapılmıştır. Şeyh Hâlid in Divanı nı Osmanlıca nüshadan yeni harflere aktararak iki defterde toplamış ve 10 Ocak 1948 tarihin taşıyan bu defterin başında da Muhterem Okuyucuya başlığıyla Şeyh Hâlid in hayatı ile ilgili çok kısa bir bilgi vermiş, şahsiyeti ve şiirleri hakkındaki düşüncelerine yer vermiştir. Galip Hergüner tarafından hazırlanan bu defter, Şeyh Hâlid in gazeteci olan diğer oğlu Abdülkadir Hergüner tarafından formalar halinde basılmaya başlanmış, fakat bu girişim yarım kalmıştır. 90 Şeyh Hâlid Divanıyla ilgili olarak bir lisans tezi çalışması yapılmış fakat bu çalışma Divan metninin tamamını kapsamayan ayrıca çokça okuma yanlışının yapıldığı bir çalışma olmuştur. 91 Şeyh Hâlid Divanı yla ilgili olarak yapılan çalışmaların en kapsamlısı, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Alim Yıldız tarafından Şeyh Hâlid Divanı adı altında yapılan çalışmadır. Şeyh Hâlid mutasavvıf bir şahsiyet olduğu için Divanı nda tarikat esaslarını anlatmaktadır. Divanı nda sanatlı bir anlatım göze çarpmamaktadır. Divan da belli bir şiir sıralaması yoktur, gayr-ı mürettep bir divandır. 92 Şeyh Hâlid, Divanı nda Divan Edebiyatı nazım şekillerinden kaside, gazel, murabba, muhammes, müseddes, müstezat ile Halk edebiyatı nazım şekillerinden koşmaya yer vermiştir. Divan da yer alan şiirlerin bir çoğu dinî ve tasavvufî konuları işlemesi itibariyle genel olarak ilahi türü içerisinde sayılabilecek özelliktedir. 88 Şeyh Hâlid, Hilafetnâme, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi, Yazma eserler Bölümü, no: Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Bkz. Cengiz Gümüş, Divan-ı Halit, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Bitirme Tezi, Sivas Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı,

29 Divan da klasik manada olmasa da tevhid, münacat, esmâü l-hüsnâ, na t, mirâciye, devriye, maktel, nutuk diyebileceğimiz türlerden şiirler vardır. 93 Şeyh Hâlid, şiirlerinin büyük bir kısmını aruz vezni ile yazmıştır. Divanı nda yer alan 174 şiirden 110 u aruz, 62 si hece vezni ile kaleme alınmıştır. İki şiirinin ise hece vezniyle mi yoksa aruz vezniyle mi yazdığı tespit edilememiştir. 94 Dil ve ifade özellikleri açısından Şeyh Hâlid in Divan ı sade ve sanat yapma endişesinden uzak bir yapıdadır. Şeyh Hâlid, kolay ve anlaşılır bir ifade tarzı kullanmasına rağmen, derin ve geniş anlamlarla dolu bir eser ortaya koymuştur. Şeyh Hâlid, şiirleri içerisinde yeri geldikçe bir çok deyime yer vermiştir. Aynı şekilde Divan da Arapça ve Farsça kelime kullanımı yaygındır. 95 C. Mektûbât Çalışmalarımızın temelini teşkil eden bu eser, Şeyh Hâlid in farklı illerdeki halife ve müridlerine yazdığı mektuplarından oluşan, yazma bir eserdir. Tek nüshası tespit edilen bu eser, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi nde bulunmaktadır. Tamamı 27 mektuptan oluşan bu eser, 67 sayfadır. Mektuplarında Şeyh Hâlid, halife veya müridlerine tasavvufi ya da dini içerikli bilgiler sunmaktadır. Şeyh Hâlid, mektuplarında tercüme-i halini, mensubu bulunduğu tarikatı, muridlerinin uyması gereken kuralları ve yapması gerekenleri, Üveysilik hakkındaki bilgileri sunarken, Üveysi büyükleri hakkında da çeşitli bilgiler vermektedir. Müridlerine yaptığı vaaz ve irşad edici tavsiyelerde yer almaktadır. Mektûbât ta bulunan ilk mektup, 1 Recep 1339/11 Mart 1921, 96 son mektup ise 1345/ tarihini taşımaktadır. Ayrıca her mektubun sonunda Şeyh Hâlid in imzası bulunur ve hicrî ve miladî olarak tarihte bulunmaktadır. Çalışmamızın esasını teşkil eden bir eser olması bakımından burada sadece Mektûbât hakkında genel bilgiler vermeye çalıştık. İleriki sayfalarda ayrıntılı olarak işleyeceğiz. 93 Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Mektübat, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

30 İKİNCİ BÖLÜM ŞEYH HÂLİD E AİT MEKTUPLARIN MUHTEVASI Şeyh Hâlid in mektupları üzerine inceleme yapmadan önce Tasavvuf kültüründe Mektûbât geleneğini ele almak, tasavvufî düşüncede mektupların yerini ortaya koymak istiyoruz. I. Tasavvufta Mektûbât Geleneği Mektûbât veya mekâtip şeyhlerin dervişlerine, mürşitlerin müritlerine müritlerin mürşitlerine yazdıkları mektuplardır. 98 Manevî ilimlerde, mürşit ve mûrit arasındaki diyalog çoğu zamanlarda rû-be-rû (yüzyüze) gerçekleşmekteyse de müridin uzakta olması ve sohbetlerde hâzır olmaması gibi bazı hususî hâllerde karşılıklı mektuplaşmalarla bir nebze bu hasret giderilmeye çalışıldığı da ortadadır. Daha çok söz konusu bu mektuplarda mürid, mânevî yolculuğunda karşılaştığı bir takım meseleler hakkında şeyhin rehberliğine müracaât etmektedir. 99 Tasavvufun ilk dönemlerinden itibaren sûfiler mektup yazmayı irşâd ve eğitim faaliyetinin bir parçası olarak görmüşlerdir. İçerikleri dikkate alındığında sûfilerin mektupları yöneticileri uyarmak ya da onlara bazı istekleri iletmek, ilim ehli kimselerle görüş alışverişinde bulunmak, soruları cevaplamak, yanlarında olmayan mûridlerin seyr û sulük esnasında karşılaştıkları problemleri çözmek ve rüyalarını yorumlamak gibi amaçlarla kaleme aldıkları görülür. 100 Mektup yazma geleneği Hz. Peygamber zamanından itibaren rağbet gören bir iletişim olgusuydu. Hz. Peygamber in bir haberleşme ve tebliğ aracı olarak mektup yazmayı kullanması sonraki Müslümanların dikkatini çekmiş ve özellikle mutasavvıflar arasında mektûbât çeşidi adı altında bir edebî türün doğmasına 98 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, M. Nusret Tura, Mektublar, haz, Mahmut Erol Kılıç, İstanbul 1995, Reşat Öngören, Mektup, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara 2004, XXIX/21. 30

31 ortam hazırlamıştır. 101 Hz. Peygamber arkadaşlarına, ordu kumandanlarına ve yabancı devlet adamlarına birçok mektup göndermiştir. Gönderilen mektupların büyük bir bölümü İslam a davet amacıyla yazılmıştır. 102 el- Lüma adlı eserinin bir bölümünü Sûfilerin Mektup, Duâ ve Risaleleri ne ayıran Ebu Nasr es-serrâc et- Tüsi (ö.378/988); eserinde Cüneyd-i Bağdâdî (ö.291/903), Ebu Sâid el-harrâz (ö.277/880), Amr b. Osman el-mekkî (ö.291/903), eş-şiblî (ö.334/945), Ebû Abdullah er-rûzbâri (ö. 250/287), Ebu l-hayr Teynâti, Yusuf b. Hüseyin er-râzî (ö.304/916), Ahmet b. Ata er-rüzbârî (ö.369/979), Cafer el-huldî, Şâh Kirmânî (ö.270/883) gibi mutasavvıfların mektuplarına yer vermiştir. 103 Mektûbât geleneğinde en önemli yeri, İmam Rabbânî (Ö / 1624) nin Mektûbât ı alır. Bu eser, bir mutasavvıf tarafından yazılan en kapsamlı ve en meşhur mektup kulliyâtı olup tevarüs ettiği ve geliştirdiği Nakşibendî geleneği hakkındaki başlıca kaynak durumundadır. Mektûbât, her şeyden önce Îmâm-ı Rabbânî nin manevi tekâmül sürecini göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Îmâm-ı Rabbânî mektuplarını ihtiyaç duydukça farklı zamanlarda çeşitli kişilere hitaben yazmıştır 104 Tasavvuf edebiyatında, mektûbât türü eserlerde daha çok bir şeyhin halifelerinden veya müritlerinden birine yazdığı mektuplar bulunmaktadır. 105 Müridlere nasihat etmek ve tasavvufun inceliklerini öğretmek maksadıyla yazılan bu tür mektuplar hemen bütün tasavvuf ehli tarafından benimsenmiştir. Tarikatların yaygınlaşmasından sonra da genellikle uzakta olan müritlerin şeyhle irtibatı bu şekilde sağlanmıştır. Şeyhle müridleri arasındaki mektuplaşmaların bir kısmı doğrudan müritlerin seyr û sûlukuyla alâkalıdır. Meselâ, Mevlânâ nın mektuplarından biri seyr û sulûk erkân ve şartlarını soran bir alime cevap olarak yazılmıştır. 106 Tasavvuf literatürü içerisinde mektupların özel bir yeri vardır. Çünkü sûfîler kendileri için özel bir anlam içeren konuları kendilerinden uzak olan ve içinde bulundukları durumu tam anlamıyla kavrayamayacak kişilerden saklı 101 Himmet Konur, Hasan Sezai ve Mektupları Işığında Tasavvuf Hayatı, İzmir 2003, Nebi Bozkurt, Mektup, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara 2004, XXIX/ Ebu Nasr Serrâc et-tûsi, el-lûmâ -İslam Tasavvufu-, ter. H. Kâmil Yılmaz, İstanbul 1996, Hamid Algar, Mektûbât, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara 2004, XXIX/ Bu tür eserlerin listesi için; Tura, Mektuplar, 9 da 3 no lu dipnot. 106 Öngören, Mektup, TDV İslam Ansiklopedisi, XXIX/

32 tutmak isterler. Kuşeyrî, Risâlesi nde bu durumu şu sözleriyle açıklar: Ehil olmayanlar arasında yayılmasından kıskançlık duydukları sırları yabancılardan saklı tutmak için, kendilerinden olmayanlara manası mübhem ve anlaşılmaz görülen ıstılahlar kullanmayı özellikle tercih ederler. 107 Mektuplar kişiye özel oldukları için buna benzer kaygılardan uzak tutularak kaleme alınmışlardır. 108 Şeyhlerin müridlerine yazdıkları mektuplar belli bir amaca yöneliktir. Mektuplar yazılış itibariyle şahıslara hitap etmesinin yanında, içerdiği konular bakımından manevî olgunluğa ulaşmak isteyen bütün hakikat arayıcılarına seslenmektedir. İşte bu gerçekten yola çıkarak Şeyh Hâlid in yazdığı mektuplar da içerdiği konular bakımından hakikat arayışında olan yolculara hitap etmektedir. Şeyh Hâlid, ayrıca mektuplarını gönderdiği kişilerden onları kaybetmemelerini mektuplarının sonunda vurgulanmaktadır. Zira daha sonra da ihtiyaç duyulacağını ve mektuplarda yazılanların okunmasını istemektedir. Mektupların saklanmasını istemesinin sebebi de ileride kitap olabileceği ve lazım olacağını düşünmesidir. 109 II. Şeyh Hâlid in Mektûbât ında Dil ve Üslup Şeyh Hâlid in mektupları, mektûbât nevinin diğer örnekleri gibi, mensur olarak kaleme alınmıştır. Şeyh Hâlid mutasavvıf bir şâir olmasından dolayı dili oldukça akıcıdır. Mektuplarında amaç olarak mensubu bulunduğu tarikatın gerçeklerinden ve Müslümanlığın gereklerinden bahsettiği için, sade bir dil kullanmıştır. Sanat yapma endişesi taşımamaktadır. Buna rağmen mektupları derin mânalar içermektedir. Mutasavvıf şâir olan Şeyh Hâlid, mektuplarında şairliğini konuşturarak mektuplarını şiirlerle süslemiştir Vahdet serâbında hayrân olmuşsun Siyâk edûp âlemde salân dost Bir tecelli ile bezm-i elestte Hastan edip ahd-i mîsâk alan dost Encâmı gönderip mülk-û dünyaya Yokluğu derdime dermân kılan dost Vâdi-i aşk ateşiyle 107 Abdulkerim el-kuşeyri, Risâle, haz. Süleyman Uludağ, İstanbul 1991, Konur, Hasan Sezâi, Şeyh Hâlid, Mektūbât, v.27, 34,

33 Yandı bu benliğim kaldı hem-ân dost Hâlid in varlığın yağmaya verdin Oldu zikr û fikrim şimdi emân dost. 110 Türkçe kelime ve deyimlerin yanı sıra Mektûbât ta yeri geldikçe ve ihtiyaç duyuldukça Arapça âyet, hâdis ve deyimlere de yer verilmiştir. Âyetlerden bazıları şöyledir. Zalike fadlullâhi yu tihi men yeşâ 111 İleyhi yes adu l-kelimu t- tayyibu ve l-amelu s sâlihu yerfeuh men kâne yuridu l izzete fe-lillahi l izzetu cemian. 112 Înne llahe le-ganiyyu ani l-alemin. 113 İkra bismi rabbike l-lezî halak. 114 Mektubât ta geçen âyetlerden sadece birkaçına örnek verdik. Mektubâtta geçen bütün âyetleri buraya almaya gerek yoktur. Şeyh Hâlid aynı şekilde, konunun akışına göre, yeri geldikçe hadis-i şerifleri kullanmaktan da kaçınmamıştır. Bazıları şunlardır: Înnallahe ehabbe kavmen ibtilâhûm. 115 Ümmetî ümmetün mübareketûn lâ-yedri evvelîhâ hayren ve âhîrîhâ. 116 Kûllûkûm râin ve kullûkûm mes ûlûn an ra iyetihi. 117 Înne d-dünyâ helve hazre. 118 Şeyh Hâlid, Mektûbât ını Türkçe yazmış olmasına rağmen bazı mektuplarının girişini Arapça olarak yazmıştır. 119 Bunun yanında mektuplarında Arapça ibârelere de sıkça rastlanmaktadır. Birkaçı şöyledir: el-hâl lâ yu rîf bîl-kâl. 120 Men kâne lillâhî, kânellahû lehû Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v.33, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektūbât, v

34 Şeyh Hâlid, Mektûbât ında konunun akışına göre üzerinde durduğu konuları desteklemek açısından, mektuplarında İslam alimlerinden alıntılar yaparak, mektuplarındaki konuları ayrıntılı olarak irdelemiştir. 122 Ayrıca Şeyh Hâlid, üzerinde durduğu konuyu örneklerle açıklamaktadır. Buna örnek olarak, fenâ halini anlatırken Hz. İbrahim in Nemrut tarafından ateşe atılmasını ve Cebrâîl Aleyhisselam ın Hz. İbrahim in yardımına gelmesi ve Hz. İbrahim in onun yardımını geri çevirmesini örnek olarak verir. 123 Nefsin hallerini anlatırken her bir mertebeyi bir şehrin kalesine benzetir. 124 III. Şeyh Hâlid in Mektup Gönderdiği Kimseler yılları arasında yaşamış olan Şeyh Hâlid, döneminde sözü geçen ve çok sayıda müridi olan bir Üveysi şeyhiydi. Sivas ta yaşamış olmasına rağmen Mektûbâtı ndan anladığımıza göre Sivas dışından İstanbul, Eskişehir, Kastamonu ve Adana gibi illerde çok sayıda müntesibi bulunmaktaydı. Mektûbât nda isimleri geçen ve kendilerine mektuplar gönderdiği halifeleri şunlardır: 1. Asım Efendi (Kastamonu): Kastamonu vilayetinde bir ihvâna yazılan bir mektup sureti başlığı altında yazdığı 12 numaralı mektubunun muhatabı olan halifesidir. Şeyh Hâlid, Asım Efendi ye hitabında şöyle buyurmaktadır. Nûr-i aynim sûrur-u sinem olan evlad-ı maneviyem Asım Efendi Hazretleri Asım Efendiye yazılan mektupta, vaz ü nasihat etmektedi Şeyhzâde Ahmed Fatih Efendi (Kastamonu-Tosya): Tosya da bir münkirin zikr-i cehriyi inkârına karşı orada bulunan hulefâdan Şeyhzâde Ahmed Fatih Efendi ye başlığı altında yazdığı 13 numaralı mektubun muhatabı olan halifesidir. Bu mektubunu Ahmed Fatih Efendinin Rebiü l-ahir 1339/1922 tarihli mektubuna cevap olarak yazmıştır. Mektubun adından da anlaşılacağı üzere Ahmed Fatih Efendi ye zikir konusunda bilgi vermektedir Şeyh Hâlid, Mektubât, v.4-7, Şeyh Hâlid, Mektūbât, 25, 47, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

35 3. Halil Hulusi Efendi (Eskişehir): Şeyh Hâlid in en çok mektup gönderdiği müridlerinden birisidir. 127 Mektubunun girişinde Halil Hulusi Efendi Hazretlerine Faziletlü eli elim, dili dilim, nûr-i aynim Hâlil Efendi Hazretlerine diye hitap etmektedir. 128 Şeyh Hâlid, Halil Efendi ye yazdığı mektuplarında murşidin gerekliliğinden Müslümanın yapması gerekenlerden, dünyanın fâni, ahiretin bâkiliğinden, ihvanın yapması gerekenler gibi konulardan bahsetmektedir. 129 Diğer bir mektubunda evlat ile babası arasındaki ilişkiyi şeyh ile mürid arasındaki manevi ilişkiye benzeterek Halil Hulusi Efendiye ve orada bulunan ihvâna nasihat etmektedir Hacı Kâmil Efendi (Eskişehir): Eskişehir de Şer i İkinci Hukuk Dairesi reisi olan Hacı Kâmil Efendi, Halil Hûlusi Efendi ile bir araya gelerek zikir halkaları oluşturmaktadır. Şeyh Hâlid, Hacı Kâmil Efendi nin göndermiş olduğu mektuba cevap olarak bu mektubunu yazmıştır. Şeyh Hâlid, mektubunda Eskişehir deki müridlerin bir araya gelip, birlikteliklerinden son derece memnun olduğunu bildirmektedir Hasbi Efendi (Adana): Şeyh Hâlid, Hasbi Efendi den aldığı mektuba cevaben yazığı mektupta, Hasbi Efendi nin sorularını cevaplamaktadır. Nasihat ve tavsiyelerde bulunmaktadır Sabri Efendi (İstanbul): Dersaâdet te hulefâdan Hâcı Sabri Efendiye yazılan mektup suretidir. adlı mektubunda Şeyh Hâlid in Sabri Efendi için Rif atlü hitabını kullanmasından Sabri Efendi nin asker rütbeli bir ihvân olduğunu anlıyoruz. 133 Diğer ihvânda olduğu gibi Sabri Efendi ye de mektubuna cevap mahiyetinde yazmıştır. 7. Bedriye Hanim: Nerede yaşadığı hakkında malumat bulunmayan Şeyh Hâlid in mektup yazdığı müridlerindendir Şeyh Hâlid, Mektubât, v.47-48, 51-52, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

36 8. Ali Osman Efendi: Nerede yaşadığını bilmediğimiz müridlerindendir. Şeyh Hâlid in Ali Osman Efendi ye yazdığı mektup tasavvufla ilgili genel konuları içermektedir Emin Bey (Eskişehir): Yahya Efendi Dergahı sâliklerinden Şeyh Hâlid in Emin Beye mektubu Va'tesumu bi hablillahi cemıav ve la teferraku (Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun, ayrılığa düşmeyin.) 136 ayet-i kerimesi mucibince Sivas ta bulunan Kadızâde Dergahı ile Yahya Efendi Dergâhının aynı meşrebe bağlı olduğunu belirtmesine binâen yazılmıştır. Mektup genel konular içermektedir İbrahim Bey: Nerede yaşadığı hakkında gerekli bilgi olmayan İbrahim Bey, Şeyh Hâlid in müridleri arasındadır. Şeyh Hâlid e yazdığı mektupta hatm-i hace, fatiha zikri ve halkı tarik-i âliye ye davet görevini başarıyla yerine getirdiklerini belirtmektedir. Şeyh Hâlid, İbrahim Bey in mektubuna cevap olarak mektup yazmıştır. Mektubunda müridlere gerekli nasihatlerde bulunmaktadır Hacı Tevfik Bey: Nerede yaşadığı hakkında bilgimiz bulunmamaktadır. Şeyh Hâlid in Tevfik Bey e Rif atlü olarak hitap etmesinden onun da asker meşrebli bir ihvân olduğunu anlamaktayız. Daha önce zikrettiğimiz Bedriye Hanım ile aynı yerden olduğunu mektubundan anlıyoruz. Şeyh Hâlid bir çok müridinde olduğu gibi Hacı Tevfik Bey e de mektubuna cevap olarak mektup yazmıştır. Mektubu tasavvufla ilgili konuları içermektedir Abdürrahim Rahmi b. Abdullah: Şeyh Hâlid in Hilafetnâme adlı eserinde adı geçen mürididir. Nerede yaşadığı hakkında gerekli bilgiye sahip değiliz. Şeyh Hâlid in hilafet izni verdiği müridlerindendir. 140 Şeyh Hâlid in Mektûbâtı ndaki bazı mektupların kimlere yazıldığı hakkında gerekli bilgi bulunmamaktadır. 141 Bu mektuplarında genel olarak ihvânlarına hitap etmektedir. 135 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Al-i İmran, 3/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Örnek olarak Şeyh Hâlid in Mektûbât ındaki 1 ve 2 numaralı mektubu verebiliriz. 36

37 IV. Şeyh Hâlid Mektûbâtı da Din ve Tasavvuf Şeyh Hâlid mektuplarında din ve tasavvuf konularından birçoğuna değinmiştir. İki bölüm halinde ele alacağımız bu bölümde önce itikâdi alanla ilgili görüşlere, ikinci bölümde ise tasavvuf ile ilgili konulara değinilecektir. A. Dinî ve İtikadî Düşünce Onun bir mütekellim tarzında kelami tartışmalara girdiğini düşünmemekteyiz. Onun hedefi sağlıklı din anlayışını kitlelere benimsetmek ve ehl-i sünnet düşüncesinin enimsenmesini sağlamaktır. Bu başlık altında mutasavvıfımızın itikadi görüşlerini ele almak istiyoruz 1. Allah (c.c) Allah a iman, islam ve bütün ilahi dinlerin temelini oluşturur. Semavi dinlerin hepsinde inanılması gereken ilk esas, Allah ın varlığı ve birliğidir. Allah ın varlığına ve birliğine inanmadan diğer iman esaslarını kabule imkan yoktur. Çünkü, Allah ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kaza ve kadere inanmak Allah ın bildirmesine, dolayısıyla Allah a imana bağlıdır. 142 İnsanın var oluş gayesi Allah ı tanıyıp O na ibadet etmektir. Şeyh Halid mektuplarında sevenlerini Allah ı tanımaya davet etmektedir. Allah ın varlığı, birliği, sıfat ve esmalarına değinerek Allah ı insanlara ayrıntılı şekilde tanıtmaya çalışmaktadır. Allahü Teâla birdir, doğmamıştır, doğurulmamıştır, eşi ve benzeri yoktur. Ezeli ve ebedidir, varlığının evveli ve âhiri yoktur.bâtın (gizli) ve zâhir (açık) her şey O na aittir. Her türlü cisim ve benzetmelerden, cevher ve arâzlardan münezzehtir. Azâmet ve şanca her şeyin üstündedir. Kulları kendisine yaptıkları ibadetler vasıtasıyla manevi yakınlık kazanırlar. Zaman ve mekândan münezzehtir. Zaman ve mekanın tasarrufu kendi kudreti altındadır. Ayet ve haberlerin delâletine göre mü min olan kullar, Allah ı Cennet te göreceklerdir. Allah Teâla her bir şeye gücü yetendir. İstediği şeye sadece ol demesi yeterlidir. Kudretine acz ve kusur arız olmaz. Zâtına uyku ve uyuklama tasallut etmez. İzzet 142 Şerafettin Gölcük ve Süleyman Toprak, Kelam, Konya 1998,

38 ve şeref zâtına mahsus olup, yaratılan her şey emrine amâdedir. Bütün mahlûkâtın fiillerini, hallerini ve amellerini yaratandır. Yarattıklarının rızıklarını ecellerini tayin eden O dur. Bitmek tükenmek bilmeyen güç ve kudrete sahiptir. Her şeyin bilgisine sahiptir. Hiçbir şey zâtına gizli kalmaz. Herkesin kalbinden geçenleri en ince ayrıntısıyla bilmektedir. İlmiyle her şeyi kuşatmıştır. Bütün kainâtı yönetendir. Azlık ve çokluk, hâkirlik ve zelillik, hayır ve şer ancak Allah Teâla nın izniyle olur. Her neye irâde ederse, o şey oluverir. Her şeyi var eden, dirilten, öldüren O dur. Hüküm ve kazasını kimse redd edemez. İnsan, cin, melekler ve şeytan bir araya gelseler, Allah Teâla nın iradesi olmadıkça âlemde zerreyi yerinden oynatamazlar. O nun izni olmadıkça hiçbirşey yerinden oynamaz, Kelâm sahibidir. Kelâmı bütün mahlûkat tarafından dinlenir. Alemdeki her bir canlılık, sükun, düzenlilik Allah ın birliğine delâlet eden nice delillere sahiptir. 143 Her şeyin yaratıcısının Allah olduğunu ve bütün yaratılanların Allah a muhtaç olduklarını, Allah ın ise, yaratılmadığını, hiçbir şeye muhtaç olmadığını Şeyh Hâlid in mektuplarından anlamaktayız. Malik-ül-Mülk Allah tır, ve ihtiyaçtan gâni ve münezzehtir. Bütün her şey Allah a muhtaçtır, Allah ın emir ve hükmüne tabîdirler. Bundan dolayı insanda aynı şekilde Allah a muhtaçtır. Bütün mahlūkâtın kendisine muhtaç olduğu Allah Teâla ise her şeyden münezzehtir. 144 Yüce Allah ın kendisinden talepte bulunanların talebini yerine getirdiğini, hak edene hakkını verdiğini, kulun kesb etmesi halinde, Allah ın yaratacağını Şeyh Hâlid şu sözleriyle bildirmektedir. Zirâ kul kâsib Cenab-ı Mevla da hâliktir. 145 Yani kul taleb eder, Cenab-ı Mevla da halk eder. Şeyh Hâlid, Divan ında Allah ile ilgili olarak isim ve sıfatlarından yola çıkarak şöyle bahsetmektedir: Allah birdir ve ortağı yoktur. Yaratıcı olan sadece O dur. Kendisinden başka her şey O nun yarattıklarındandır. Zâtı ve sıfatları bakımından yaratılanlara benzemediği gibi kendi zâtıyla var olan Allah ın bir mekan ve meskeni de bulunmamaktadır. Bir anne ve baba olmadığı gibi çocuğu da yoktur. Zâhir 143 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

39 (apaçık) ve bâtın (gizli) sıfatları olmasına rağmen tamamen bu vasfı gözle görülen veya gözle görülmeyen şeklinde değildir. Sadece kelimeler halinde söyleneni değil gönülden geçeni de duyma anlamında işitendir. Açık ve gizli her şeyi görendir. Her şey O na muhtaçtır. O ise hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Gani dir. Her şeye hükmü geçen gerçek anlamda hâkim olan da sadece O dur. Yaratan da, yok eden de, her şeye muktedir olan da, yine sadece O dur. Hakiki anlamda bilgi sahibi, yer ve gökte var olan her şeyi bilendir O. Dileyen ve dilediğini var eden, konuşma sıfatına sahip, sözü vahiy yani Kur an olandır. Başlangıcı ve sonu bulunmayan ölümsüz bir hayat sahibi O dur. Kendinden başka var olan her şey sonradan yaratılmıştır ve bir gün bu şeylerin canlılıkları da son bulacaktır. Hz Muhammed O nun resulü ve sevdiğidir. Allah bu esaslara inanan hiç kimseyi ateşe atmayacaktır. 146 a. Allah ın Sıfatları İslamiyet te iman esaslarının ilk ve en önemli şartı Allah a imandır. Allah a iman ise; yalnızca Allah ın ilahi zatına inanmak değildir. Onun en yüce varlığın zatı ile birlikte bütün isim ve sıfatlarına inanmakla oluşur. 147 İnanan kişi, inandığı ve bir olduğunu tasdik ettiği Allah ı daha yakından tanımak, bilmek ister. Allah ı bilmek ise, O nun isim ve sıfatlarını bilmekle mümkündür. Biz Cenab-ı Hakk ı ancak O nun bize bildirdiği isim ve sıfatlarıyla tanıyabiliriz. 148 Allah ın sıfatları, zâti sıfatlar ve sübûti sıfatlar olarak ikiye ayrılır: a.1. Zâti Sıfatlar Sadece Allah a mahsus olan, yaratmış olduğu varlıklardan hiç birisinde bulunmayan sıfatlardır. Şeyh Hâlid Allah ın zati sıfatlarıyla ilgili olarak şunları belirtmektedir: Cenâb-ı Allah ın sıfat-ı zâtiyesi dahi altıdır. 149 Birincisi: Vücud, yani var olmaktır. 150 Bu sıfat Allah ın var olduğunu ifade eder. O nun varlığı her şeyin varlığından daha belirgindir. O nun varlığı olmadan hiçbir şeyin varlığı düşünülemez. Allah ın varlığı, bir başka varlık vasıtasıyla 146 Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Hamza Kılıç, Zikir ve Tevhid Eğitimi, İstanbul 2003, Gölcük, Kelâm, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

40 olmayıp, ilahi vücudu, zâtının gereğidir. Bu nedenle O na Vâcibu l-vücud denmiştir. 151 İkincisi: Kıdem, Allah Teâla nın varlığının evvelinin olmamasıdır. 152 Kıdem ezeli olmak, varlığının bir başlangıcı bulunmamak demektir. Cenab- Hak bir zamanlar yokken sonradan var olan, başka bir deyişle yaratılan bir varlık değildir. O nun gerek zâtı, gerek sıfatları için sonradan olmuşluk, yaratılmışlık, varlığından önce zaman geçmiş olmak söz konusu değildir O, zâtı ve sıfatlarıyla kâdîmdir, ezelidir. 153 Üçüncüsü: Bekâ, Allah Teâla nın varlığının âhirinin olmamasıdır. 154 Varlığının sonu olmamak, ebedi olmak demektir. Allah ın varlığının bir başlangıcı olmadığı gibi, sonu da yoktur. O nun varlığı sonsuz (ebedi) olarak devam eder. O fâni değildir, ölümlü değildir, bâkîdir. O ndan başka her şey fânîdir, yok olmaya mahkûmdur. 155 Dördüncüsü: Vahdaniyet; yani Allah Teâla nın zât, sıfat ve efâlinde şeriki ve naziri olmamak. 156 Teklik, Allah Teâla nın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir ve tek olması, eşi, benzeri ve ortağının bulunmaması demektir. 157 Beşincisi: Muhalefetün li l-havâdis; yani Allah Teâla nın mahlukât ve mevcudâttan asla bir şeye benzememesidir. 158 Allah zâtı ile sonradan yaratılmış olan hiçbir şeye benzemez. Allah ı nasıl düşünürsek düşünelim, hayalimizde nasıl canlandırırsak canlandıralım, O, bizim düşüncelerimizin, hayal ettiklerimizin çok ötesinde ilahi bir varlıktır. 159 Altıncısı: Kıyâm binefsihi, yani Allah Teâla nın hiçbir mekâna muhtaç olmaması ve hiçbir kimsenin doğurmasına muhtaç olmamasıdır. 160 Kendiliğinden var olma. Her şey kendi dışında bir varlığın yaratmasına muhtaç olduğu halde, Allah, başka birine ve mekana ihtiyacı olmadan kendiliğinden vardır. Allah ın 151 Kılıç, Zikir ve Tevhid Eğitimi, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Bekir Topaloğlu-Yusuf Şevki Yavuz-İlyas Çelebi, İslâm da İnanç Esasları, İstanbul 1998, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Topaloğlu, İslâm da İnanç Esasları, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Gölcük, Kelâm, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Kılıç, Zikir ve Tevhid Eğitimi, Şeyh Hâlid, Mektubât, v

41 varlığı kendi zatının gereğidir, var olmasında, kendi dışında bir varlığa muhtaç değildir. 161 a.2. Sübûti Sıfatlar Allah a mahsus olmakla birlikte, sınırlı bir şekilde diğer varlıklarda da bulunabilen sıfatlardır. Aynı şekilde Şeyh Hâlid bu sıfatlarla ilgili olarak da şunları söylemektedir: Mâlümun olsun ki Cenâb-ı Allah ın sıfat-ı sübûtiyesi sekizdir. 162 Birincisi: Allah ın hayy/diri olmasıdır. 163 Hayat, diri ve canlı olmak demektir. Ancak Allah hakkında söz konusu hayat mahlūkâtta görülen ve maddenin ruh ile imtisalinden doğan geçici ve maddi bir hayat olmayıp ezeli ve ebedidir, bütün hayatların kaynağı olan hakiki bir hayattır. 164 İkincisi: İlim, Hakk Teâla nın bilmesidir. 165 Allah Teâla olmuşu, olanı, olacağı, geçmişi, geleceği, gizliyi, açığı, kısaca her şeyi bilir. O nun ilmi yarattıklarının ilmine benzemez, artmaz, eksilmez, O na unutma arız olmaz, o her şeyi ezelde bilir. İnsanların bilgisi zaman, mekân ve madde kayıtlarıyla sınırlandığı gibi elde edilebilmesi için göz, kulak ve benzeri vasıtalara bağlı kılınmıştır. Cenâb-ı Hakk ın ilmi önünde ise zaman, mekân, madde engel mevcut olmadığı gibi o, bilmek için vasıtalara da muhtaç değildir. Allah ilmi ile her şeyi kuşatmıştır. 166 Üçüncüsü: Semi, Cenâb-ı Hakk Teâla nın işitmesi demektir. 167 Allah Teâla nın işitmek şanından olan her şeyi işitmesi, O nun kemâl sıfatlarından birisidir. O nun işitmesi hiçbir zaman mahlûkatınki ile mukayese edilemez. 168 Dördüncüsü: Basar, Allah ın her şeyi görmesi demektir. 169 Allah Teâla görülmek şanından olan her şeyi görür, hiçbir şey Allah ın görmesinden gizli kalamaz. İnsanlarda görme olayının gerçekleşebilmesi için belli fizik, fizyolojik 161 Kılıç, Zikir ve Tevhid Eğitimi, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Gölcük, Kelâm, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Topaloğlu, İslâm da İnanç Esasları, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Gölcük, Kelâm, Şeyh Hâlid, Mektubât, v

42 ve psikolojik şartların gerçekleşmesi gerekir. Allah Teâla için herhangi bir şart ve engel söz konusu olmaksızın, kemâl derecesinde, her şeyi görür. 170 Beşincisi: İrâde, Hakk Teâla nın dilemesi demektir. 171 İrade, dilemek bir şey üzerinde karar kılmak onu yapmaya veya yapmamaya azmetmek manasına gelir. Allah Teâla müriddir, yani yaptığı işlerde irade sahibidir. Dilediğini yapandır. 172 Altıncısı: Kudret, Hakk Teâla nın gücü yetmesi demektir. 173 Allah Teâla nın sonsuz güç sahibi olması ve bütün mümkinata irade ve ilmine uygun olarak tesir ve tasarruf etmesi demektir. Allah Teâla nın yaratması, yapması, işlemesi tamamen kendi iradesi (istemesi, dilemesi) iledir. O ndan sâdır olan fiiller ne zor ve cebir altında meydana gelmektedir, ne de müdahelesi olmadan kendiliğinden olmaktadır. O dilerse olur, dilemezse olmaz. 174 Yedincisi: Kelâm, Hakk Teâla nın söylemesidir. 175 Kelâm, Allah ın seslere, harflere ve bu harflerden meydana gelen kelime ve cümleleri tertip etmeye muhtaç olmaksızın mütekellim olmasıdır. 176 Sekizincisi: Tekvin, yani Hakk Teâla nın yaratması, yani cümle mahlûkatı yoktan yaratması ve ondan başka yaratıcı olmamasıdır. 177 Var etmek, icat etmek, bir şeyi yoktan var etmek. Allah ın bu âlemleri yoktan var edip yaratması, yok etmesi, özellikle kullarını yaratması, yaşatması, beslemesi sonra da öldürüp başka bir âleme götürmesi bu sıfatının gereğidir. 178 Şeyh Halid sıfatlar hakkında gerekli bilgileri verdikten sonra bu sıfatların Allah ın bize bildirmesi dışında bilinemeyeceğini şu sözleriyle belirtmektedir: Cenâb-ı Allah ı bu sıfatlarıyla bilmek kifayet eder. Zirâ Allah Teâla nın zâtı Azim-ü Şânı kimsenin malumu değildir. Ve zât-ı azim-i şânı bileyim diye bu ciheti düşünmek günah-ı kebâirdir. Akıl ve fikir ile bilinmekten münezzehtir. Akıl ve fikre gelenlerin cümlesi mahlûktur Topaloğlu, İslâm da İnanç Esasları, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Gölcük, Kelâm, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Topaloğlu, İslâm da İnanç Esasları, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Gölcük, Kelâm, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Kılıç, Zikir ve Tevhid Eğitimi, Şeyh Hâlid, Mektubât, v

43 2. Melekler İslamiyet te Allah a imandan sonra ikinci sırada meleklere iman gelmektedir. Melekler yapı ve görevi bakımından Allah Teâla nın diğer yarattıklarından farklı yaratılmışlardır. Allah ın vahyini ve nübüvvetini gayb âleminden insanın yaşadığı müşahede dünyasına nakleden onlardır. Onların yaşadığımız âlemdeki nizamı ve intizamı sağlamakta önemli rolleri vardır. Ayrıca insanın psikolojik dünyasının olumlu yönünü oluşturan iyilikler, faziletler ve güzellikler hep meleklerin ilhamıyla gerçekleşir. İnsana sürekli olarak iyilikleri telkin eden meleklerdir. 180 Şeyh Hâlid meleklerin özellikleri ve görevlerinden bahsettikten sonra dört büyük meleğin ismini zikreder ve bunların diğerlerinden daha efdâl olduklarını şu şekilde beyan eder: Ve dahi Allah Teâla nın melâikeleri vardır. Onlar yemez içmezler ve onlarda erkeklik ve dişilik olmaz. Daima Allah Teâla nın emri her ne ise yerine getirirler. Cenâb-ı Allah a bir an isyan eylemezler. Ve içlerinde mukarrebler ve peygamberleri vardır. Hakk Teâla onların her birini bir hizmete koşmuştur. Efdâli Cebrâil, Azrâil, İsrâfil, Mikâil Aleyhisselam dır. 181 Şeyh Hâlid, Divan ın da biri çoğul olmak üzere üç beyitte melek kelimesine yer vermektedir. Hz Âdem e secde hadisesine telmihte bulunan ve melâike olarak verilen beyit dışında diğer iki beyitte de melek kelimesi gerçek anlamıyla değil, manevî güzellik ve sevgiliyi tasvir sadedinde kullanılmıştır. Divan da dört büyük melekten sadece Cebrâil ve Azrâil den bahsedilmektedir. 182 Ruh-ı Kudüs deminden mürde dil oldu ihyâ Ey zâhid-i bihaber gel gör bu dem ne demdir 183 Ecel cellâdı gelir seni elbette bulur Mâlını eller alır hesabı sana kalır Terk eder kavmin seni yerin kabristan olur Perişan olur hâlin behey ahmak dediler Gölcük, Kelâm, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divan, Şeyh Hâlid, Divan,

44 3. Kitaplar İslam dininde Allah a ve meleklere imandan sonra üçüncü sırada kitaplara iman gelmektedir. Kitaplar, Cebrâil vasıtasıyla peygamberlere gelmiştir. Allah ın insanlar arasından seçtiği her bakımdan üstün şahsiyetler olan peygamberlere vahyettiği kitaplar insanı sapıklıktan, kötülükten, karanlıktan, cehaletten kurtarıp hidayete, iyiliğe, aydınlığa, ilme, medeniyete, yüceltemeye sevk etmektedir. 185 Şeyh Hâlid, Mekûbâtı nda kitaplar hakkında, sayı olarak bahsederek kaç kitap indiğinden, inen kitapların hangi peygamberlere gönderildiğinden bahsetmektedir. Şöyle ki; Allah Teâla tarafından yüz dört kitap indirilmiştir. Dördü büyük ve yüzü suhuftur. 186 Dört büyük kitaptan; Tevrat, Musa Aleyhisselama, İncil, İsa Aleyhisselama, Zebûr, Davût Aleyhisselema Kur an-ı Kerim in bizim peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.) e nâzil olduğunu ve Kur an-ı Kerim in diğer kitapların hükmünü nesh edip ahkâmının kıyamete kadar bâki kalacağını beyan etmektedir. 187 Dört büyük kitaptan sonra hangi peygambere kaç suhuf indiğinden bahseder. Ve dâhi 10 suhuf Adem Aleyhisselama ve 50 suhuf Şit Aleyhisselama, 30 suhuf İdris Aleyhisselema,10 suhuf İbrahim Aleyhisselema nâzil olmuştur. 188 Şeyh Hâlid, Divanı nda tekil ve çoğul olarak kitap kelimesini kullanmaktadır. Tekil olarak Kur an-ı Kerim anlamına gelmekte olan kitap kelimesi çoğul olarak tüm peygamberlere gönderilen ilahi kitapların tamamı anlamıyla ifadesini bulmuştur. 189 Hususan rızk için hiç rahatın yok İbadette bütün gün gafletin çok Neden etmen Kitâb a itimâdı Olun nâdim yarın rûz-ı kıyâmet 190 Sana eyledi ikrâmlar dahi nice bin in amlar Nebiler evliyâlarla kitâblar birçok ihsânlar Fehmlerle tefehhümler verip her şey e iz ânlar 185 Kitaplarla ilgili bkz. Gölcük, Kelâm, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divan,

45 Bularla kisb ü kâr edip yakasın dilde bir çırak Peygamberler İslam inanç esaslarının dördüncüsü peygambere imandır. Peygamberlik, Allah ile insanlar arasında bir elçilik görevidir. Türkçe de; Arapça resul ve nebi karşılığı Farsça kökenli haber getiren anlamına Peygamber kelimesi kullanılır. 192 Dini terim olarak peygamber; Allah ın kulları arasında seçtiği ve vahiy ile şereflendirerek emir ve yasaklarını insanlara ulaştırmak üzere görevlendirdiği kimseye denir. Peygamberler insanlara yol gösterici olarak gönderilmiştir. İnsanların böyle yol göstericilere ihtiyacı vardır. Çünkü insanlar kendi akılları ile Allah ın varlığını anlayabilirlerse de O nun yüksek sıfatlarını kavrayamazlar. Allah a nasıl ibadet edileceğini, ahiret hayatını ve burada kimlere mükâfat verileceğini, kimlerin ceza göreceğini, dünya ve ahiret mutluğunun nasıl kazanılacağını bilemezler. İşte bu gerçekleri insanlara öğretmek, dünya ve ahirette mutlu olmanın yollarını göstermek için Yüce Allah peygamberlerini göndermiştir. 193 Şeyh Hâlid Mektûbâtı nda peygamberlerle ilgili bilgiler vermektedir. Ve dahi Allah Teâla nın ne kadar peygamberleri geldi ise cümlesine dahi inanmak lazımdır. Evvela Adem (a.s) ve âhiri bizim peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.) efendimiz hazretleridir. Bu ikisinin arasında ne kadar peygamberler geldi ve geçti ise cümlesi Hakk tır ve gerçektir. 194 Şeyh Hâlid. Peygamberlere ittibâ etmenin elzem bir durum olduğunu ve eğer böyle bir ittibâ olmazsa insanların maksatlarına erişemeyeceklerini; Allah Teâla kasem ile ferman buyurduğu gibi efrâd-ı ümmetin bilâ-vasıta Cenâb-ı Feyyaz ın aleminden iktidarların olmadığı münasebetle her bir ümmetin arasında birine sahib-i şeriat irsâl ve efrâd-ı ümmetleri peygamberlerine tâbi olmadıkça maksad-ı visâle nail olmayacaklarını bildirdi. 195 Şeyh Hâlid, Kur an-ı Kerim de ismi geçen peygamberleri bilmenin herkese vacip olduğunu vurgular. Şöyle buyurur: Kur an-ı Azim üş-şan da 191 Şeyh Hâlid, Divan, Gölcük, Kelâm, Seyfettin Yazıcı, Temel Dini Bilgiler, Ankara 2005, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

46 isimleri beyân olunan 28 peygamberdir. Bunları bilmek herkes için vaciptir Adem, İdris, Nûh, Hûd, Sâlih, İbrahim, İshak, İsmail, Yakup, Yusuf, Şuayb, Lût, Yahya, Zekeriya, Mûsâ, Harun, Davut, Süleyman, İlyâs, Eyüb, Zülkifl, İsa, Yunus, Üzeyr, Lokman, Zülkarneyn, Hz Muhammed, (s.) hazretleridir. 196 Bu 28 peygamberden üç tanesinin peygamber olup olmadıkları ihtilaflıdır. Bunların nebi ya da veli olduğunu ileri sürenler bulunmaktadır. 197 a. Peygamberlerin Sıfatları Şeyh Hâlid peygamberler hakkında bilinmesi vacip beş sıfatın olduğunu söyler. Bunlar: a.1. Sıdk Tüm peygamberler doğru sözlüdür. 198 Peygamber insanların en doğru ve en dürüst olanıdır. Doğruluk, dürüstlük, sadakat peygamberler için vaciptir. 199 a.2. Emânet Bütün peygamberler güvenilir olmalıdır. Peygamber kendisine her bakımdan güvenilir kimselerdir. O insanların en eminidir. O nda hiçbir şekilde ihanet ve hıyanet bulunmaz. 200 Peygamberler gerek risâlet görevlerini yerine getirmekte gerekse insanlarla giriştikleri dünyevî ilişkilerde güvenilir kimselerdir. Zîra bir peygambere emanete hıyanet yaraşmaz. 201 a.3. Tebliğ Cümle peygamberler Hakk Teâla nın kendilerine olan emir, nehiy ve cümle ahkâmı ümmetlerine beyan edip ulaştırmak, 202 ile görevlendirilmiştir. 196 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Gölcük, Kelâm, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Topaloğlu, İslâm da İnanç Esasları, Şeyh Hâlid, Mektubât, v

47 a.4. Fethânet Tüm peygamberler kâmil akla sahiptir. 203 Fethânet, zeki ve hikmet sahibi olmaktır. Peygamberler insanların en zeki ve hikmet sahibi olanlarıdır. 204 a.5. İsmet Bütün peygamberler günahtan beridir, fakat bazılarında zelle sâdır olmuştur. Onda da hikmet-i ilahi vardır. Hz. Adem (a.s) ın Cennette meyve yemesi gibi. 205 İnsanlara her konuda özallikle ilahî buyruklara uymak konusunda insanlara örnek olmakla görevlendirelen peygamberlerin günah işlemeleri, gönderiliş amacına uygun olarak Allah tarafından engellenmiştir. 206 Peygamberler hakkında muhal olan sıfatlar vacibin zıddıdır. Yani, yalan, hıyanet, günahtan, hamâkat, büyük ve küçük günahlardan beridirler. 207 b. Mektubât ta Bahsi Geçen Peygamberlerden Bazıları Şeyh Hâlid, Mektûbâtı nda Hz. Adem, Hz. İlyas, Hz. Davut, Hz. Musa, Hz. İbrahim, Hz Muhammed ile ilgili olarak çeşitli bilgiler vermektedir. Bunların dışında Kur an da açıkça ismi zikredilmediği halde Hz. Musa ile yolculuğu anlatılan Hızır dan ayrıntılı şekilde bahsetmektedir. b.1. Hz. Adem Kur an-ı Kerim de isim geçem 25 peygaberin ilki, aynı zamanda insanlığın atası olan ilk insan Hz. Adem dir. Şeyh Hâlid, mektuplarında Hz. Adem ile ilgili olarak, Hz Adem in Allah ın suretinde yaratıldığını İnnelllahe halâka Ademe alâ süretih 208 sözünü delil göstererek Allah ın suretinden yaratıldığını beyan etmektedir. Hz. Adem in yaratılmasından önce evrenin yaratılıp yaratılmadığı konusunda çeşitli görüşler 203 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Gölcük, Kelâm, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Topaloğlu, İslâm da İnanç Esasları, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

48 ortaya koyduktan sonra Allah ın maksadının evren değil insan olduğunu belirtir. 209 Hz. Adem in yaratılan ilk insan olmasının yanında aynı zamanda Allah ın halifesi olduğunu Şeyh Hâlid şu şekilde beyan eder: Halifeden murâd Hz. Adem ve evlad-ı Adem dir. Ve bazısını bazısına kâim makam oldular. Nitekim bu ayet-i kerime şehâdet eder ki Hüvellezı cealeküm halaife fil ard (Sizi yeryüzünde halifeler yapan O'dur.) 210 ve kezâ kâle Sümme cealnaküm halaife fil erdı (Sonra onların ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık) 211 bu cümlesi evlad-ı Adem in halife olmasına delalet eder. 212 Hz. Adem in ilmi sebebiyle meleklerden üstün olduğunu ve Allah Teâla nın Hz. Adem i halife kılmasının sebebini de ilmine bağladığını şu sözleriyle belirtir. Hakk Sübhâni ve Teâla Hazretleri Hz. Adem i ilmi sebebiyle halife edip melekleri etmedi. Meleklerin tamamı Allah a ibadet ve itaatle görevli olarak Allah ı tesbih ve takdis ederek günah, hata ve halelden uzak olmalarına rağmen Allah Teâla melekleri hâlife yapmayıp, ilmi sebebiyle Adem (a.) ı halife yaptı. 213 Şeyh Hâlid, Hz. Adem ile Havva nın Cennette iken yaptıkları hatadan dolayı, oradan ayrılıp yeryüzüne indirilmelerine ve pişmanlık duymalarına atıfta bulunarak, nefsini levm etmeleri neticesinde, Allah ın onları, bağışladığını belirtmektedir. 214 Allah ın koymuş olduğu yasağı çiğnemesinden sonra hatasını anlayıp tövbe etmesi O nu nefsine zulmetmekten alıkoymuştur. Böylece Allah onları bağışlamıştır. 215 Şeyh Hâlid, Divan da altı ayrı şiirde ( ) 216 Adem peygamberden bahsetmektedir. Bu şiirlerde Adem kelimesi genel manada insan olarak kullanılmıştır. Bununla birlikte halifelik özelliğini de şiirine konu eder Şeyh Hâlid, Mektubât, v Fatır, 35/ Yunus, 10/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât Hâdim-i Hâlik iken hüddâma hidmet eyledim Bu mudur ey Hâlidâ bu halk-ı Âdem den garaz.(şeyh Hâlid, Divan, 157.) Sen âdemzâdesin âdem olana Layık mı aldanmak dev ü şeytâna Kalır mı sanırsın sana zamâne Giderken dünyadan ister tahâret.(şeyh Hâlid, Divan, 161.) Sen senin mikdârını bilmek dilerzen zâhida 48

49 b.2. Hz. İbrahim Hz. İbrahim Kur an-ı Kerim de ismi çokça zikredilen peygamberlerden biridir. Mücadelenin, samimiyetin, cömertlik ve dostluğun sembolü olmuş. Allah ın dostu anlamına gelen Halilullah lakabını almış, Ulu l-azm peygamberlerdendir. Şeyh Hâlid, mektuplarında Hz. İbrahim ile ilgili olarak Nemrut tarafından ateşe atılması, bu esnada Cebrail Aleyhisselam gelip Hz İbrahim e yardım edebileceğini, Hz. İbrahim in ise Allah a olan bağlılığından, aşkından Cebrâil in yardımını geri çevirdiğini ve Allah tarafından hak ettiği karşılığı aldığını belirtmektedir. Şeyh Hâlid bu olaya Mektûbâtında birden fazla yerde değinmektedir. O, Hz. İbrahim in bu halini fenâ haline delil olarak kullanmaktadır. Şöyle ki: Hz İbrahim (a.s) nâr-ı Nemruda atıldığında bi l-cümle eşyaya müvekkil olan melâike-i kiram Hazreti Cenâb-ı Vahibü l Atâyâ Hazretlerinin izin ve icazetiyle Hz. İbrahim Aleyhisselama gelip Yâ İbrahim Cenâb-ı Hâlık-i Mevcudât Hazretleri bizi emrine musahhar eyledi. Emreyle şimdi bu ateşi yok edelim diye iltica eylediklerinde Hz. Halilullah ın benim sizin muâvenetinize ihtiyacım yoktur dediğinde, Hz. Cebrâil Cenâb-ı Vâhib-ül-Atâyâ Hazretlerine ilticâ eylediğinde; Yâ Cebrâil bende benim olarak bir mülküm yoktur. Bana mâlik Cenab-ı Hâlık-ı Mevcudâttır. Halimi benden ziyade O bilir. O, Alimu s-sır ve l-hâfiyyattır. Eğer rızası beni yakmakta ise benim muradım murâdı ilahide fâni olmuştur. Murâdım ancak rızasıdır ve eğer yakmayı murâd eyledi ise mahlükatta kendi zâtıyla bir şeyi yapmaya kuvvet ve kudreti yoktur. Her eşyada ve mahlukatta kuvvet ve kudret ile kâimdir. Mahlükat kendi kudretiyle bir şeye kâdir değildir, diye cevap verdiğinde Cenâb-ı Vâhib-ül-Atâyâ Hazretlerinin Yâ narî Hâlilim tabiat-ı beşeriyeden çıktı, sen de tabiat-ı nârından çık ve Halilim Âdemin âdemliği nâlânı mikdarıcadır.(şeyh Hâlid, Divan, 162.) Ali eyle himmetin beyhūdeye etme telef İster isen âdem olup Adem e olmak halef Serseri gezme yabanda masivâya bend olup Zâdesin sen Adem e lâyık mı olmak nâ-halef.(şeyh Hâlid, Divan, 235.) Adem isen âdem ol var iktedâ et Adem e Fikr edip cürm ü günâhın tövbe olsun sana kâr.(şeyh Hâlid, Divan, 254.) Ademi âdeme hak etdi halife bilmiş ol Adet oldu âdeme etmek halife her zaman Geldi Adem sonra cümle enbiya ü mürselin Oldu hep bunlar halife tâ gelince bu zaman.(şeyh Hâlid, Divan, 260.) 217 Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı,

50 üzerine soğuk ve selam ol fermân-ı ilahiyesi hem hâl-i fenayı ümmete bildirmek olduğu bu hâle âşına olanlara rüşenâdır. 218 Şeyh Hâlid, Divanda üç şiirinde Hz. İbrahim den bahsetmektedir. Bu şiirlerde yukarıda bahsettiğimiz Nemrut tarafından ateşe atılmasıyla Hz. İbrahim, Allah a kavuşmak isteğiyle gözünü kırpmadan kendisini ateşe atan ve ateşte gülü bulan Allah dostu olarak anılmaktadır. Bu nedenle aşk yolunun yolcusu Hz. İbrahim i kendisine örnek almalı ve bu yolda her şeyini fedaya hazır hale gelmelidir. 219 Hazret-i Hâlil e bak da ibret al Visâl-i yâr için atıldı nâra 220 Râh-ı aşka ârif ol kılıp Hâlil e iktidâ İktidâsı sâlikin imânı mikdârıncadır 221 İktida eyle Hâlil e sen de turma Hâlidâ Kendini odlara at gör bak nice gülzârı var 222 b.3. Hz. Davud Kur an-ı Kerim de ismi zikredilen 25 peygamberden birisidir. İsrailoğulları için hem peygamber hem de hükümdar olduğu bilinmektedir. Dört büyük kutsal kitaptan biri olan Zebur kendisine inmiştir. Hz. Musa nın şeriatına tabi olmuştur. Hz. Davud sesinin etkileyiciliğiyle ün yapmıştır. Hatta günümüzde güzel sesli olan kişiler için davûdi sesli denilmektedir. Şeyh Hâlid, Davud (a.) ile ilgili olarak Mektûbâtı nda Allah ın kendisine adalet ile hükmetmesi telkininde bulunduğunu ve adaletli olmadığı taktirde hevâ-i nefsine uyacağını beyan ettiğini, söylemektedir. Bu konuyla ilgili olarak Şeyh Hâlid şöyle demektedir: Cenâb-ı Hakk (c.) Davût (a.) a hitap edip buyururlar. Ya davudü inna cealnake hhalıfeten fil erdı fahküm beynen nasi bil hakkı ve la tettebiıl heva fe yüdılleke an sebılillah innellezıne yedıllune an sebılillahi lehüm azabün şedıdüm bima nesu yevmel hısab (Ey Davut, gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında doğrulukla hükmet, keyf(in)e 218 Şeyh Hâlid, Mektubât, v.25, 47, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divan, Şeyh Hâlid, Divan, Şeyh Hâlid, Divan,

51 uyma ki, seni Allah yolundan sapıtmasın; çünkü Allah yolundan sapanlar hesap gününü unuttukları için kendilerine pek şiddetli bir azap vardır.) 223 manayı şerife Yâ Davud biz seni istihlâf eyledik ve mülkümde halife kıldık sende beynen nâsı adl ile hükmeyle, hevâ-i nefsine tâbi olma ki seni Allah yolunda ihlâl eyler tahkik o kimseler ki Allah yolunda oldular. Onlar için azâb-ı şedid vardır. 224 Davut (a.) ın peygamber ve hükümdar olmasına binâen Allah Teâla tarafından adil davranması konusunda telkinde bulunması yöneticilerin adil davranmadıkları zaman zulüm yaptıklarını ve nefislerine tâbi olduklarını ortaya koymaktadır. b.4. Hz. Muhammed (s.) Son kutsal din olan İslam ın kutlu elçisi Hz. Muhammed 20 Nisan 571 yılında Mekke de dünyaya geldi. Henüz dünyaya gelmeden iki ay önce babası vefat etmiştir. Dört yaşında da annesini kaybetmiştir. Sekiz yaşına kadar dedesiyle birlikte yaşadı. Sekiz yaşında dedesi de vefat edince amcasının yanına yerleşti. 40 yaşında peygamberlik göreviyle şereflendi. Hz Muhammed 13 yıl Mekke de, 10 yıl Medine de olmak üzere toplam yirmi üç yıl Allah ın emirlerini ve nehiylerini bütün insanlığa duyurmuştur. 225 Hz. Muhammed hayatı boyunca Allah Teâla nın emir ve yasaklarına uyma konusunda titizlik göstermiştir. Dünya hayatının geçici ve aldatıcı olduğunun farkında olup, asıl kazanılması gerekenin ahiret olduğu bilincindeydi. Sade bir hayat süren Hz. Muhammed zâhidâne bir hayat sürmüştür. Yünlü, pamuklu, yamalı, yamasız, ne bulduysa onu giydi. Allah Resulü vefat ettiği zaman, arkasından ne altın, ne gümüş ne de cariye bırakmıştı. 226 Şeyh Hâlid, Peygamberimizle ilgili olarak muhtelif mektuplarda peygamberimize ittibâ etmeyen kişinin allâme dahi olsa ilmine itibar edilmemesi gerektiğini buyurarak şöyle söyler: Bizim Peygamberimiz (s.) âhir zaman peygamberi olup, getirmiş olduğu şeriâtı kıyamate kadar devam edecektir. Kıyamet koptuktan sonra mahşer yerinde hesaba çekilecek olanlar Peygamberimizin şeriâtından sorumlu olacaklardır. Bu durum Kur an-ı Kerim de 223 Sâd, 38/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v Ayrıntılı bilgi için bkz. Muhammed Hamidullah, İslam peygamberi, İstanbul Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar,

52 ve Peygamberimizin hadislerinde belirtilmektedir. Bizim de hakikâtte pirimiz, mürşidimiz iki cihân güneşi peygamberimizdir. Bir cemaat düşünün imamın sesini işitiyorlar fakat cemaatin çokluğundan imamı göremiyorlar. Bu insanlar imama iktidâ ettiklerinden dolayı, imâmı görmeseler dahi namazları sahihtir. İşte biz de Hz. Peygamberi görmediğimiz halde, getirdiği şeriâtı kabul edip uyguluyorsak, Peygambere iktidâ etmiş oluruz. Peygamberimize iktidâ etmeyen kimse isterse allâme olsun yaptığı bütün ameller boşa gider. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, namaz kılan kimse imamın yüzünü görse sesini işitse fakat imama iktida etmemişse yaptığı ibadet fâsid olur. 227 Şeyh Hâlid, peygambere ittibâ etmenin önemini verdiği örnekle açıklamaktadır. Tasavvufun temeli Peygamberin sünnetine ittibâ, onu örnek alıp insân-ı kâmil olmakdır. Şeyh Hâlid, Hz. Peygambere uymanın zorunluluğunu başka bir sözünde şöyle belitmektedir. Bir küp dolusu balı bir dirhem şarap murdâr eder. 228 Yani, bütün yapılması gerekenler yapılsa dahi peygamberimize ittibâ olmadıktan sonra her şeyin geçersiz olacağı belirtilmektedir. Şeyh Hâlid, zulümattan kurtulmanın yolunu Allah ın ipine sıkı sıkıya sarılmakta ve peygamberimize mütabaâtta olduğunu belirtir. 229 Başka bir mektubunda Şeyh Hâlid, Peygamberimizin yetim ve ümmi olduğunu, Allah tan başka kimseye muhtaç olmadığını şöyle belirtir: Cenâb-ı Resululah (s.) hazretleri pirdir, yetimdir, Üveysidir, bizzat hücre-i inâyet elleriyle terbiye olmuştur, nebiyyü l-ümmidir. Cenâb-ı Vâhibü l-atâyâ Hazretlerinden başka kimsenin imdâd ve terbiyesine muhtaç değildir. Sultan ul-kevneyn ve Seyyidü l-evvelin ve l-ahirin O dur. Ve cümle âlem O nun kapısına muhtaçtır. 230 Ayrıca Hz. Peygamberin diğer peygamberlerden üstünlük arz ettiğini; Bizim Peygamberimiz sâir peygamberlerden üç sıfat ziyadedir. Birincisi, cümle peygamberlerden efdâldir. İkincisi, ihsân ile O na gönderilmiştir, üçüncüsü, Hatem ül-enbiyâ dır. 231 sözleriyle belirtmektedir. 227 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

53 Şeyh Hâlid Divan ında Hz. Peygamberle ilgili olarak 6 adet na t 232 ve 1 adet mi raciye 233, bulunmaktadır. Bu naatlarda anlatılan özellikleri, diğer birçok nâ tta anlatılanla hemen hemen aynı şeylerdir. Hz. Peygamber âlemin nûru, evliyâların yol göstericisi, alemlerin efendisi ve nebilerin başıdır. Alemlerin sultanı, insan ve cinlerin peygamberidir. Kâinat onun yüzü suyu hürmetine yaratılmış ve bu nedenle kainatta bulunan her şey onun kapısının kemterleridir. Ümmetine şefaat edecek de yine O dur. Fazilette O na yaklaşabilecek insan cinsinden hiçbir kimse bu aleme gelmemiş ve de gelmeyecektir. Kâinatın kendi sebebiyle yaratılmış olması ve Kâbe kevseyn noktasına ulaşması yönüyle de bir benzeri yoktur. O, alemlere rahmet olduğu gibi aynı zamanda Allah katında şefaât tahtına oturan, şefaât-i uzmâ sahibi tek insandır. Hz. Peygamber, tüm yaratılmışların efendisi, çaresizlerin çaresi, Allah ın dünya halkına gönderdiği bir tanecik sedef ve inci tanesidir. 234 Şeyh Hâlid Mektûbât ta Hz. Peygamberle ilgili olarak Hz. Risâlet, risâletpenâh, Sultan-ül Mürseliyn, Seyyid-ül Alemin Resul ü-sakaleyn, Seyyid ül- Beşer, Habibu llah gibi tabirleri kullanmaktadır. Ayrıca Divan da Hz. Peygamber in Ahmed ve Mahmud ismine yer verilmiştir. Sultân-ı Kevneyn, Habib-i Kibriyâ, Enbiyânın Hatemi ve Seyyidü s- sâdât-ı cümle enbiyâ ü 232 Edebiyatımızda özellikle Hz. Peygamber i övmek maksadıyla yazılan şiirlere verilen addır. Ne tâkat yârime gidem Ne varım var fedâ edem Vâdi-i hayret de kaldım Esirge yâ Râsulullâh Hak Cellellâh Sübhânellâh Lâ ilâhe illallâh Allâh Allâh Âllâh Allâh Lâ ilâhe illâllah.(şeyh Hâlid, Divan, ). Sâilim geldim kapına el-amân yâ Rasulullah Sen şefi ü-l müznibinsin yâ Habib-i Kibriyâ. (Şeyh Hâlid, Divan, 164). Dil ateş-i aşkınla bütün yansın efendim Sen canımın içindeki bir cânsın efendim. (Şeyh Hâlid, Divan, 169). Es-selâm ey nûr-ı âlem evliyâlar rehberi Es-selâm ey seyyid ü-l kevneyn nebiler serveri. (Şeyh Hâlid, Divan, 204). Efendim gelmedi gelmez sana akrân faziletde Sûcuda nûrunu etdi melâikeler hakikâtde. (Şeyh Hâlid, Divan, 212). Seyyid ü-l mahlûk-ı Hâlik çaresizler çaresi Alemin halkına bâ is Hâlık ın yek dânesi. (Şeyh Hâlid, Divan, 237). 233 Edebiyatımızda Hz. Peygamberin 621 yılında 27 Recep veya 17 Ramazan ında bir gece Mekke den alınarak önce Kudüs te bulunan Mesci i Aksâ ya getirilmesi ve buradan da Sidre-i Müntehâ ya yükseltilmesi hadisesini konu alan şiir türüne verilen isimdir. Efendim sen urûc etdin bu şeb arş-ı mu allâya Güzâr etdin semâvâtı gidip Cenâb-ı a lâya. (Şeyh Hâlid, Divan, 211). 234 Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı,

54 mürselin tabirleri de yine Divan da Hz. Peygamber için kullanılan sıfatlardandır. 235 c. Hızır İslam inancında önemli bir yer edinen Hızır hakkında çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Şeyh Hâlid, Hızır konusunda iki numaralı mektubunu yazmıştır. Kur an-ı Kerim de 236 Hz. Musa ile maceralarına yer verilen Hızır ın mutasavvıflar arasında çok önemli bir yeri vardır. Kur an-ı Kerim de adı geçmemekle birlikte müfessirler tarafından Hızır a ait olduğu kabul edilen Kehf Sûresindeki kıssa özetle şöyledir: Hz. Mûsa genç adama iki denizin birleştiği yere ulaşmaya karar verdiğini söyler, bunun üzerine beraberce yola çıkarlar, iki denizin birleştiği yere varınca yanlarına aldıkları kurutulmuş balığı bir kenarda unuturlar, balık da canlanarak denize atlar. Bir müddet sonra Mûsa genç adamına azığı getirmesini söyler; fakat genç adam olup biteni hatırlayarak daha önce bunu Mûsa ya bildirmeyi unuttuğu için üzüldüğünü dile getirir. Bunun üzerine Musa aradıkları yerin orası olduğunu söyler ve geriye dönerler. Burada kendisine Allah tarafından rahmet ve ilim verilmiş olan sâlih bir kul ile karşılaşırlar. Mûsa, sahip olduğu ilimlerden kendisine de öğretmesi için onunla arkadaş olmak istediğini söyler. Kur an ın adını bildirmediği bu kişi, iç yüzüne vâkıf olamayacağı olaylar sebebiyle bu beraberliğe sabredemeyeceğini belirtirse de Mûsa nın ısrarı üzerine, meydana gelen olaylar hakkında açıklama yapmadıkça kendisine soru sormaması şartıyla teklifi kabul eder. Mûsa nın bu şarta uyacağına dair söz vermesi üzerine yolculuğa başlarlar. Bu zat önce bindikleri gemiyi deler, arkasından bir çocuğu öldürür, daha sonra da uğradıkları bir kasabanın halkı kendilerini misafir etmediği halde orada yıkılmak üzere olan bir duvarı düzeltir. Bu üç olayın her birinde Mûsa arkadaşına davranışının sebebini sorar; arkadaşı da Ben sana benimle olmaya sabredemezsin demedim mi? diye uyarıda bulunur. Mûsa özür dileyip yolculuğa devam etmelerini ister. Sâlih kul, birinci ve ikinci olaylardan sonra Mûsa nın ricasını kabul ederse de üçüncü olayda ayrılma vaktinin geldiğini söyler, bu arada söz konusu hadiselerle ilgili olarak davranışlarının sebeplerini de anlatır ve 235 Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Kehf, 18/

55 bunları Allah ın emriyle yaptığını söyler. Bu kıssadaki üç kişiden sadece Musa nın adı zikredilirken diğer iki kişiden bir genç adam (fetâ) diğeri de ilahi rahmet ve ilme mazhar olmuş Allah ın kulu diye anılır. 237 Kur an-ı Kerim de anlatılan Hızır kıssası başlangıcından beri en çok tasavvuf çevrelerini ilgilendirmiştir. Bunun sebebi, kıssanın âdeta tasavvufun iki ana ilkesi olan irşadı ve ilm-i ledünnü temsil etmiş olmasıdır. Zira kıssada Allah ın kendisine Hz. Musa nın bilmediği bir ilim (ilm-i ledün) verdiği kul (Hızır) Hz. Musa ya kılavuzluk (irşad) etmektedir. Kıssa bundan dolayı daha 9. yüzyıldan itibaren tasavvufun ruhuna uygun yorumlar getirilmiştir. Hızır mürşidi, Hz. Musa müridi temsil etmektedir. 238 Şeyh Hâlid, tasavvufta önemli bir yeri olan Hızır konusunda başlı başına bir mektup yazmıştır. 239 Bu mektubunda Hızır hakkında çeşitli rivayetlere değinmektedir. Hızır Aleyhisselam ın mensubu olduğu tarikatta pir olduğunu 240 belirtmektedir. Hızır ın melek veya peygamber olduğunu öne sürenler de olmuştur. Mutasavvıflar genellikle Hızır ın veli olduğunu kabul etmişler, onu melek veya peygamber olarak tanıtan rivayetleri muteber saymamışlardır. 241 Hızır ın yaşayıp yaşamadığı konusunda da ihtilaf vardır. Bazı İslam alimleri yaşadığını, bazıları da vefat ettiğini bildirmektedir. Şeyh Hâlid de bu konu ile ilgili çeşitli görüşleri ortaya koymaktadır. Hızır ın yaşadığını iddia edenlerin şu Hadis-i Şerifi istidlâl getirdiğini belirtir. (Kâle en-nebiyyü Aleyhisselam Ba demâ salla l-ışâi leyleten eraeyteküm leyleteküm haziri fe-in alâ resîy miete senetin lâ yebka ehade hüve l-yevm alâ zâhrı l-ardı), meâli Hadis-i Şerif, Peygamberimizin bir gece yarısı namaz kıldıktan sonra buyurdu ki: İş bu geceyi gördünüz mü? İş bu vakitten yüz yıl yaşına değin el ân zahr-ı arzda olandan kimse hayatta kalmamıştır, buyurmuştur. İşte vefatı zâhib olanlar iş bu Hadis-i Şerif ile istidlâl ederler, vefat etmiştir derler. 242 Hızır ın hayatta bulunduğunu söyleyen mutasavvıflar pek çok sûfi ve velinin, hatta sıradan kişilerin onu gördüklerine, kendisinden öğüt ve dua 237 Bkz. İlyas Çelebi, Hızır, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1998, XVII/ Ramazan Hüb, Hızır Aleyhisselam, İstanbul 2002, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Süleyman Uludağ, Hızır, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1998, XVII/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v.4. 55

56 aldıklarına, bazı durumlarda Hızır ın onlara yol gösterdiğine, yardımcı olduğuna, ism-i azamı öğrettiğine dair bir çok menkıbe rivayet ederler. 243 Şeyh Hâlid de bu konu ile ilgili çeşitli rivayetlerde bulunur. Hızır ın yaşadığı konusunda şöyle buyurur: Yukarıda verdiğimiz hadis-i şerifle ilgili olarak ve hayatına zâhib olanlar da iş bu Hadis-i Şerife cevaben Peygamberimiz (s.) bu hadis-i şerifi buyurdukları esnada Hızır (a.) zâhr-ı arzda gayrı avâlimin birinde olması mümkündür yolunda çağrılar verdiler. Zira Cenâb-ı Allah Hızır ve İlyâs (a.) alemleri tayy ve geşt ü güzare kudret verdiği el-yevm evliyaullahın bazılarıyla dahi görüşmektedirler. 244 Şeyh Hâlid, Hızır ın yaşadığı konusunda mektuplarında çeşitli kişilerden rivayetlerde bulunur. Şöyle ki; Ebu l Abbas Mursi Hazretleri, Hızır (a.) haydır, iş bu ellerimle ona musahafa eyledim hatta bir kimse her sabah (Allahümme aslıh Ümmet-i Muhammed, Allahümme tecâvez an Ümmet-i Muhammed, Allahümme cealne min Ümmet-i Muhammed) derse abdaldan ola, diye buyurmuştur. Ve Ebu l Abbas ın şu ifadesini Ebu l-hassani ş-şazeli Hazretleri istimâ eylediğinde Ebu l Abbas hayret etmiştir. Hızır (a.) bana gelip kendisini bildirdi. Ve ondan ervâh-ı mü min münime ve muazzibe ettikleri marifetini iktisat ettim, el ân bana bin fakih gelip Hızır (a.s) meyyittir deseler onlara rücü eder değilim buyurmuştur. 245 Bazı kişilerin de Hızır ın vefat ettiğine dair iddiaları, Hz. Peygamberin birçok savaşta zor durumda kaldığı halde Hızır ın yaşıyor olsaydı Peygamberimizin yardımına koşacağını Peygamberimize yardımda bulunacağını delil göstermeleridir. Ancak Şeyh Hâlid, bu iddiaya karşı peygamberimizin Hızır a muhtaç olmadığını yardıma muhtaç olsa bile yüce Allah ın yardımsız bırakmayacağını belirttikten sonra Hızır ın Peygamberimizin şeriatına tâbi olduğunu, Sünnet-i Şerife riayet, her zaman halkı Şeriat-ı Mustafa ya davet ettiğini belirtir. 246 Şeyh Hâlid, Hızır ın yaşadığıyla ilgili görüşte şöyle devam eder. Kim Hızır (a.) ve İlyas (a.) nın varlığını inkâr ederse bu o kişinin câhilliğine işarettir. Yine Hızır ın nübüvvetini inkâr o kişinin aklının kıt olmasından dolayıdır. Biz bunu şeyhlerimizden böyle duyduk. Hızır (a.) ve İlyas (a.) şehadet ehlinden bazı kimselerle musâhabet ederler. Cüneyd-i Bağdadi nin şehâdet ehlinin 243 Hüb, Hızır Aleyhisselam, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v.5. 56

57 kutb ve abdâlı ile müsâhabet edenlerinden olduğu söylenmektedir. Hızır, Cüneydi Bağdâdi ile müsâhabet etmiştir. Peygamberimiz (s.) Tebûk Savaşında sahabeleriyle birlikte ikindi namazını kıldıktan sonra iki beyit işittiler ve kimin okuduğunu göremediler. Peygamberimiz (s.) bu beyitlerin sahibi karındâşım Hızır dır, size senâ eyler buyurmuştur. 247 Şeyh Hâlid, Hızır ın özelliklerini yine aynı mektubunda şöyle sıralamaktadır: Hızır üç özellikle muttasıftır. Bunlar: Hiffet-i idiyye, rahmet-i indiyye, ulûm-u ledünniyyedir. Hızır çok vakit hasta olur, kendisine ilaç yapar. Peygamberimiz (s.) den önce insanları doğruya yönlendirirdi. Her yüzyirmi yılda tecdid ve teşdid eyler. Hızır (a.) eli açık, müşfik yaratılışlıdır. Allah Teâlâ nın emriye kimyâ ilmine sahiptir. Yine Allah Teâlâ nın bildirmesiyle arzın hazinelerine sahiptir. Hızır ın yemesi ve uyuması azdır, güzel sesi sever. Cumâ günleri vecd halindedir. Zikir halkasında raks eder. Bazı vakitlerde sâliklerle buluşur ve onlara hayır nasihat eder. Şiraz a yakın bir beldede doğmuştur. Doğduğu yer şimdi harab olmuştur. Peygamberimize vahiy gelmeden önce müsâhabet ederdi. Peygamberimizden birçok hadis-i şerif rivayet etmiştir. Dilinden düşürmediği duâsı (Yâ Hâyy, Yâ Kâyyum, Yâ Lâ İlâhe İllâ ente es elüke en tühyi bihi kulûbinâ nebevi marifetike ebeden) dır. Allah korkusundan vecde gelir. Onu bütün sâlih ve günahkâr kullar sever. Çok kere zulüm altında olan mazlumları, zâlimlerin elinden kurtarır. Bir rivayette Medine de deveciler birbiriyle mücadele edip birbirlerine taş atarlarken o esnâda taş Hızır ın başına vurup kanadı ve yarası üç ay kaybolmadı. 248 Hızır ın isminin nereden geldiğiyle ilgili olarak, Arapça kaynaklardan hadır şeklinde yer alan ve Arapça neşeli olduğu kabul edilen kelime Türkçe de Hızır ve Hıdır biçiminde kullanılmaktadır. Bazı kaynaklarda Hızır a bu ismin kuru yerde oturduğunda altından otların yeşerip dalgalanması, cennet pınarından içtiği için bastığı her yerin yeşile bürünmesi, 249 bir miktar kuru otun üzerinde oturduğunda, otların yeşermesi, namaz kıldığı mevkiinin etrafının sırsız olmasından kaynaklanmaktadır. 250 Hızır (a.) nâssın alimidir ve taife-i abdâlın 247 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Çelebi, Hızır, TDV İslam Ansiklopedisi, XVII/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v.6. 57

58 reisidir. Ve Hakk Teâla nın ordusunda bir askerdir. Hergün Hızır ve İlyas birbirleriyle birleşirler ve şu kelimât ile birbirinden müfâreket ederler o kelimât şudur: (Bismillah, Maşallah, lâ yevkâ l hayre illallah, Bismillah, maşallah -biküm min nimeti fe-minellah, Bismillah lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah) bir kimse bu kelimatı her sabah dese yangından, boğulmaktan ve hırsızlıktan emin olur. 251 Kaynaklarda Hızır ın denizde, İlyas ın karada bulunanlara yardımda bulunduğunu belirtmektedir. Hızır a Hıdırellez denilen Mayıs ayının altıncı gününde rastlanılacağına inanılır. Hızır ile İlyas her sene bir defa bu günde buluşurlar. Bugün halk Hızır ı görmek için genellikle bir yerde toplanır baharın yetiştiğinde ona rastlayacağına inanır. Onun için bu güne Hıdrellez, Hızır ın görüldüğüne inanılan bu yere de Hıdırlık denilir. 252 Şeyh Hâlid mektubunda, Abdullah bin Cübeyr e nisben ederek der ki; Her akşamdan sonra Cebrâil, Mikâil, İsrâfil (a.s) ve Hızır (a.s) bileşirler. Cebrail (a.s) Maşallah lâ havle ve lâ kuvvete illâ-billah der. Ve O na cevap olarak Mikail (a.s); (Maşallah külli ni metin fe-min Allah) der. Ve ona redd-i cevap olarak İsrafil (a.s); (Maşallah hayru küllihi min-allah) der. Ve ona dahi redd-i cevap olarak Hızır (a.s); (Maşallah lâ yedfeü ş-şerre illallah) der. Birbirlerinden ayrılırlar, leyle-i âtiyeye kadar birbirleriyle mülâkât etmezler. 253 Tasavvufta hırka giyme konusu Hızır la irtibatlandırılmıştır. İbni Arabi, Hızır la bir kere görüştüğünü ve ondan hırka giydiğini ifade ederek, Hızır la tasavvuf kültüründe önemli bir yeri olan hırka konusu irtibatlandırılmıştır. 254 Şeyh Hâlid, bir kimsenin ser-hilafet veya kutup olacağı zaman ya da bir kimseye hırka, taç ve kemer ihsan olacağı zaman Hızır ın bu durumlarda devreye girdiğini ve neler yaptığını mektubunda şöyle anlatmaktadır: Bir zâta ser-hilafet veya kutup ihsan olacağı vakitlerde Hızır (a.) ruhaniyet-i risâlet-penah (s.) ile görüşür ve şöyle der: Yâ Resulallah falan beldede, falan oğlu filana ser-hilafet veya kutbiyyet ihsan-ı ilahi olduğu müjdesiyle geldim. Peygamberimiz (s.) den manevi bir hırka bir tâç ve bir kemer ihsân olunur. Peygamberimiz; bunları o adama giydir ve huzuruma getir der. Hızır (a.) o emanetleri alır ve o zât-ı şerifin yanına 251 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Ayrıntı için kbz. Ahmet Yaşar Ocak, İslam Türk İnançlarında Hızır, basım yeri ve tarihi bilinmiyor, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Hüb, Hızır Aleyhisselam,

59 gider. Ona şöyle der: Müjde, sana ser-hilafet veya kutbiyyet ihsân-ı ilâhi oldu. Şimdi şu taç, hırka ve kemeri giy ve Peygamberimizin huzur-u saâdetlerine hazır ol der. O zât hemen secde-i şüküre varır. Taç, hırka ve kemeri kuşanıp Hızır (a.) ile huzur-u saâdete gelir. Bu meclis öyle ulvi bir makamdır ki dil ile tâbiri mümkün eğildir. Bütün enbiyâ ve mürselin ve evliyâ ervâhı toplanmış, Rasulullah ın önünde bir post serilmiş oluğunu görürler. Hızır (a.) ın rehberliğinde o zât Rasullullah ın önündeki posta oturtulur. Rasulullah o zâta yönelerek siret-i seniyyelerinden nasiblenmesini sağlar. Ser-hilâfet veya kutbiyyete ait emanetlere ek olarak bir de mühr-ü şerif verir. Rasulullah (a.) şöyle der: İhsân-ı ilâhiden size ser-hilâfet veya kutbiyyet ihsan oldu ve bundan böyle bizimde halifemizsin. Bundan sonra ilâ-i Kelimetullâh yolunda baş ve canını fedâ edip halkı Hâlika davet edip, Allah ı kullarına, kullarını da Allah a sevdirmek senin vazifendir. 255 Mutasavvıflar ve tarikat ehli, bir müridin şeyhi huzurunda uyması gereken temel kuralların Musa-Hızır kıssasında mevcut olduğuna inanmışlardır. Bunların en önemlisi şeyhin huzurunda susmak, kalben bile olsa itirazdan kaçınmak, sakınmak, onun ledün ilmini bildiğini kabul etmek, şeriata aykırı gibi görülen bazı sözleri ve davranışları karşısında bile şeyhi hakkında şüpheye düşmemek ve ona tam bir teslimiyet göstermektir. 256 Şeyh Hâlid, Divan da yer alan bir gazelindne rüz-ı Hızır ifadesiyle hıdrellez ve diğer bir gazele de Hz. Musa ile ilgili yolculuklarından bahsetmektedir. 257 Yine rûz-ı Hızır oldu açıldı goncalar cümle Temâşâ-yı cemâl-i yâra i lân oldu uşşâka 258 Mecma u-l Bahreyn iken oldun melâmet ey dilâ Gâfil ü mağrûr kaldın hem olup sen bî-nevâ Şeyh Hâlid, Mektubât, v Hüb, Hızır Aleyhisselam, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divan, Şeyh Hâlid, Divan,

60 5. Ahiret Sözlükte son, sonra olan ve sonrakiler gibi manaları olan ahiret kelimesi terim olarak ölümden sonra başlayan ve mahşerdeki dirilişten sonra ebediyen devam edecek olan bir hayattır. Bu anlamda ahiret dünya karşılığında ahiret hayatıda dünya hayatı karşılığında kullanılır. Ahiret gününe, ahiretteki ebedi hayatın kıyametin kopuşundan sonra başlaması sebebiyle kıyamet günü, yapılan iyilik ve kötülüklerin karşılığı tam olarak orada da alınacağı için din günü, ceza günü, geçici olan dünya hayatının karşıtı olduğu için de gerçek hayat, ebedî alem, bâki alem gibi isimler verilmiştir. İslam da ahiret gününe inanmak imanın bir rüknü, akide ve inancın bir parçasıdır. Bu sebeple ahirete iman etmeyen gerçek mü min olamaz. Kur an da ahiret günü, müminler Allah a kavuşacakları için kavuşma günü, 260 insanlar ve bütün mahlûkât o günde bir araya toplanacağı için toplanma günü, 261 dünya hayatlarında Allah a iman edip O nun emir ve yasaklarına kulak asmayanların aldandıkları ortaya çıkacağı için aldanma günü, 262 dirilişi müteakip herkes kabirden çıkacağı için çıkış günü, 263 ve kafirler amellerinin boşa gittiğini görünce yeniden dünyaya dönmek isteyecekler bundan dolayı hasret günü 264 gibi isimlerle de zikredilir. Kur an da ahirete inanmayanların büyük bir sapıklık içinde olduklarının haber verilmesi, yaptıkları amellerin kabul edilmeyeceğini ve ahirette kendilerini büyük bir azabın bekleyeceğinin bildirilmesi, onların imanlarının olmadığını gösterir. Ahireti inkâr, Allah ve Peygamberlerini de inkâr anlamı taşır. Çünkü ahirete iman akılla ve duyularla bilinmez, ancak Allah ve Resulünün haber vermesiyle bilinir. Ahirete inanmayan, bu inanca sahip olmayan hayatının gayesinin tesbit edemediği için huzursuz olur. Zulüm ve eziyete kalkışır, nefsinin her isteklerini yerine getirmeye çalışır. 265 Şeyh Hâlid, Mektûbâtı nda ahirete iman konusuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır. Ve dâhi kıyamet gününe inandım cümlemiz olup yine birlik 260 Mümin, 40/ Teğabun, 64/ Teğabun, 64/ Kâf, 50/ Meryem, Gölcük, Kelâm,

61 gerektir. Cennet ve cehennem haktır ve halen mevcutlardır. Mizan, 266 sırât, 267 suâl, 268 hesap, 269 niâm, 270 azab 271 cümlesi haktır ve olacaktır. 272 Şeyh Hâlid, mektuplarında dünyanın geçiciliği, aldatıcılığı ve faniliğinden bahsaderek insanoğlunun asıl amacının ahireti kazanmak olduğunu vurgulamaktır. Kendi ahvalini sen düşün, iki günlük dünya gamm ve temellük yoktur. Halbuki dünyanın kendisindeki sürur ve gamda fanidir. Ahretin ise gam ve süruru bakidir. 273 Şeyh Hâlid dünya ve ahiretle ilgili olarak rivayet ettiği bir hadis-i şerifte dünyanın faniliğini, ahiretin ise asıl amacımız olduğunu vurgulamaktadır. Hadis-i şerif şöyledir: ( An Câbir bin Abdullah (r.a) kale küntü maâ Resullullah (s.a.v) fe-iza etae racülün ebyadü l-vechi hasenü l-şaare ve aleyhi siyabe beydün fe-kale esselamü aleyküm Yâ Resulullah fe-kale en Nebiyyu ve aleykes-selam kâle yâ Resulullah mâ ed-dünya kale ke-hilmin-nâim kâle ve kal-ahireti kâle ferikun fel-cenneti ve ferikun fis-saidi kâle fe-aâl Cenneti kâle yedü l-dünya litarihiha fe-ir semni el- cenneti terake el-dünya kâle femâ Cehennem kâle yedü ldünya li-talibiha kâle femâ hezihi l-ümmeti kale l-leziy yamelü bi-taatillahi kale fe-keyfe ye künü er racülü fi-ha kale et-talibü el- kafiletü kale fe-kem el-kaare bihâ kale ke-kaderil muhtelifeti an el-kafileti kale fe-kem ma beyne ed danye ve l-ahireti kale Aleyhisselam hazâ Cebrail ete-küm li-yezhebü kem fid-dünya ve yergabeküm fil-ahireti) işte dünya ve hal-i dünya ve müddet-i dünya ve ahval-i ahiret bu hadis-i şerif ten malum olmaktan maksat ne ise anlayıp verilen niam-ı ilahiyeyi mâ-halak-lahna sarf eylemekten elzemdir. 274 Şeyh Hâlid Divanı nda ahiret kelimesini kullanmamıştır. Bunun yerine dünya hayatının bitmesi ve genel bir yok oluş ile genel bir dirilişi kapsayan ahiret 266 Bizim dünya gözüyle ve mevcut aklımızla kavrayamayacağımız bir nevi terazidir. Bu terazide ameller tartılarak zerre miktarı iyilikle zerre miktarı kötülükler bu terazi ile ölçülecektir. (Topaloğlu, İslam da İnanç Esasları, ) 267 Lügatta yol manasına gelen sırat; cehennem üzerinde bulunan bir yol, bir köprüdür. Müminler Cennete bu yoldan geçerek ulaşacaklar. Sırat ı geçemeyenler ise Cehennem e düşecektir.( Gölcük, Kelâm, 425.) 268 Ölen kimse kabre vardığı zaman ilk karşılaşacağı şey sualdir. Ölü kabre konunca, Münker ve Nekir adlı iki melek gelir, kendisini sorguya çekerler. ( Gölcük, Kelâm, 398.) 269 Ahirette, insanların, dünyada yaptıkları karşılığında görecekleri hesaptır. (Topaloğlu, İslam da İnanç Esasları, ) 270 İnsanlara yaptıklarına karşılık olarak verilecek nimetlerdir. 271 İnsanların dünyada yaptıkları kötülüklerin karşılığı olarak hak ettikleri cezalar. 272 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

62 hayatının başlaması ve söz konusu hayatın bir parçası anlamına gelen kıyamet ibaresine rastlanmaktadır. 275 İbret ile bak hâline gör bu ne alâmet Kopmakta Kıyâmet Yetmezse nasihât sana pes bunca felâket Encâmı hacâlet Kaza ve Kader İmanın şartlarından altıncısı, kaza ve kadere, iyilik ve kötülüğün Allah ın yaratması ile olduğuna inanmaktır. Kader; kainatta, olacak şeylerin zamanını, yerini, özelliklerini ve nasıl olacaklarını Allah ın ezelde takdir ettiği şeyleri zaman gelince bu taktire uygun olarak yaratmasına denir. Kaderi bir plana benzetirsek, kaza da plana uygun olarak o şeyin yapılmasıdır. Kader ve kazaya iman etmek, hayır ve şer, iyi ve kötü her şeyin Allah tarafından taktir edilmesine, belirlenmesine ve zamanı gelince belirlendiği gibi yine Allah tarafından yaratılmasına inanmak demektir. 277 Şeyh Hâlid kaza ve kadere imanın zorunluluğunu şu sözleriyle belirtmektedir: Ve dâhi hayır ve şer, faide ve zarar, kaza ve kader Allah Teâla nın bilmesiyle, bildirmesiyle ve yaratmasıyla ve takdiriyle olduğuna inandım iman getirdim diye itikât eylemek lazımdır. 278 Şeyh Hâlid mektuplarında genelde kaderden bahsetmektedir. Allah ın yarattığı her şeyi bir ölçüye göre takdir ettiğini hiç kimsenin kendi için takdir edilenin dışında bir şeye malik olamayacağını şu sözleriyle belirtmektedir: Herkes Allah Teâla nın takdir ettiği paydan daha azına veya fazlasına sahip olamaz. Herkes Allah Teâla nın takdir ettiği ile yetinmelidir. Allah ın takdirinin ilerisine geçemez, gerisinde de kalamaz. 279 Aynı şekilde Allah Teâla nın insanlar için hayırlı olanı yarattığını ve insanın hayrına olanı seçtiğini söyle belirtir. Ve rabbüke yahlüku ma yeşaü ve yahtar ma kane lehümül hıyerah (Rabbin, 275 Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divan, Yazıcı, Temel Dini Bilgiler, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

63 dilediğini yaratır ve seçer.) 280 Başka bir mektubunda Şeyh Hâlid, insanın iradesinden bahsetmektedir. Allah ın insana lazım olan her şeyi yarattığını ve insana da cüzi irade vererek insanı istediğini seçme konusunda serbest bıraktığını şu sözleriyle beyan eder: Cenab-ı Halik-i Mevcudat Hazretleri her şeyi yoktan halk eyledi ve alemi sana hadim eyledi ve seni bunun emriyle imtisal ve nehyinde ictiabla mamur eyledi. Ve sana kast ile niyetten ibaret irade-i cüziyyeyi ihsan eyledi. Niyet etmekle kastı ve kastın sebebiyle kast eylediğin şeyin halk ve işlemekle kuvvet ve kudret verdi. 281 Şeyh Hâlid Divan ında kazaya oranla kader kelimesini daha çok kullanmıştır. Şiirlerinde kader anlamında takdir, takdir-i Huda ve takdir-i Hak kelime ve terkiplerine de yer verir. O kaderi bazen kaza anlamını verecek şekilde kullanmıştır. O na göre ezelde belirlenmiş olan kader, zamanı geldiğinde ve hiç bozulmadan takdir edildiği biçimde kişiyi bulacaktır. 282 Ne olduysa ezelde takdir olmuş Olacaklar olup yerini bulmuş Edip hâil hicâbı sen yorulma Bulur takdir olan seni nihâyet 283 Kader makdür ecel ma lûm olunca Rızk-ı maksûm seni elbet bulunca Edille-i Şer iyye Şer i, dini hükümlerin kaynağı dinî deliller olup bunlar ilahî esaslara dayanır. Naklî olan bu delillere edille-i şer iyye, dinî deliller denir. Dinî deliller beşerî bir esasa dayanmayıp ilahidirler. İslam dininde asıl olan iki kaynak vardır; Kitap ve sünnet. İcmâ ve kıyas gibi diğer dinî deliller bu iki asıl kaynağa istinad eder. 285 İslam da hüccet delil olarak kabul edilen deliller dörttür. Şeyh Hâlid sülûk yoluna giren sâlik için şer i şerifi kendisine kandil olarak alındığı takdirde sülûkunun belirlenen hedefe ulaşacağını belirtmektedir. Şer î şerifi ise şöyle 280 Kasas, 28/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divan, Şeyh Hâlid, Divan, Gölcük, Kelâm,

64 açıklamaktadır: Şer î Şerif, kitap yani Kur an-ı Azim-ü şandır. 286 Sünnet, yani fem-i saadette zuhur eden ehadis-i Nebevi ve fiili Muhammedidir. Ve kıyas-ı fukahâ, ulemayı fehham efendimiz bu yolla vermiş oldukları fetvayı şeriflerdir. 287 İcma-i ümmet ki, Ashab-ı kiram ve tabiin ve tebe-i tabiin ve ila yevmil nihaye Ehl-i sünnet vel Cematin getirdiği ve tarik-i mustakimdir dediği yoldur. 288 Bir hükmü öğrenmek isteyen kimse için, bu delillerden kitap, başvurulacak ilk kaynaktır. Eğer karşılaşılan meselenin hükmünü burada bulursa başka delile yönelmez. Burada çözümü bulamadığı takdirde sünnetten araştırılır. Konu ile ilgili sünnet hükmüne rastlanmazsa icmayı inceler. İcma da yoksa kıyasa başvurulur. 289 Muâz b. Cebel den rivayet edilen bir hadiste bu durum anlatılmaktadır. Hz. Peygamber (s.) Muâz ı Yemen e, oradaki insanlara dinî hükümleri öğretmek için gönderirken, kendisine sormuştu: Sana bir uyuşmazlık getirildiğinde neye göre hüküm vereceksin? Allah ın kitabındakine göre. Allah ın Kitabında yoksa? Allahın Resulünün sünnetine göre Allahın Resulünün sünnetinde de bulamazsan? Re yimle ictihad ederim ve vazgeçmem. Bu konuşmadan sonra Muaz şöyle demiştir: Bunun üzerine Hz Peygamber (s.) eliyle göğsüme vurdu ve Allah Resulünün elçisini Allah Resulünün hoşnut olduğu (cevaba) muvaffak kılan Allah a hamdolsun dedi. 290 Şeyh Hâlid, bidat ve delalet ehlinin çoğaldığını, ibadet ve itikada bidat karışmaya başladığını, bunlardan kurtulmak gerektiğini belirterek şer î şerifi delil olarak kabul etmeyip bidatlerin peşine takılanları dikkate almamak gerektiğini şu sözleriyle dile getirmektedir: Zira ehl-i heva ve bidat göklerde dahi uçsa ve deryada yürürse ve o dediği farz-ı mahal olarak olmuş olsa ve diril dediği dirilirse inanmamalıdır. Elimizde senedimiz, kitap sünnet, icma-i ümmet ve kıyas-ı 286 Kitap ya da Kur an yüce Allah ın Hz. Muhammed e (s.a) Arapça olarak indirilmiş, bize kadar tevatür yoluyla nakledilmiş mushaflarda yazılı Fatiha Süresi ile başlayıp Nas süresi ile sona ermiş kelamıdır. (Zeküyyiddin Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, Ankara 1999, 51.) 287 Kıyas, kitap, sünnet veya icmada hükmü bulunmayan meseleye, aralarındaki illet birliği sebebiyle bu kaynaklardan birinde yer alan meselenin hükmünü vermektir. (Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, 126.) 288 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, Ebu Davud, Akdiye, 11;Tirmizi, Ahkam, 3;İbni müce Menasik

65 fukahadır. Bundan gayrısı delalettir. 291 Din konusunda dikkate almamız gereken değerler bunlardır. Şer i şerife ters düşen hiçbir şey kabul edilemez, insanı kamil mertebesine ulaşabilmek için şer i şerfin dışına çakılmamalıdır. Aksi takdirde ulaşmak istenen hedefe ulaşılmaz. 8. Kelime-i Tevhid Allah ın birliğini ifade eden, Lâ ilahe illallah için kullanılan bir tabirdir. 292 Allah tan başka ilah olmadığını ifade eder. Şeyh Hâlid genelde Kelime-i Tevhid yerine Kelime-i Tayyibe tabirini kullanmaktadır. Şeyh Hâlid, Fâtır süresinde geçen Men kane yürıdül ızzete fe lillahil ızzetü cemıa ileyhi yas'adül kelimüt tayyibü vel amelüs salihu yerfeuh Her kim izzet istiyorsa, bilsin ki, izzet tamamıyla Allah'ındır. O'na hoş kelimeler yükselir, onu da salih amel yükseltir. 293 ayetinde geçen Kelime-i Tayyibe nin ne olduğu konusunda farklı kişilerin görüşlerini belirtmektedir. Şöyle ki: Kelime-i Tayyibe ye bazıları Cenâb-ı Seyyid ül-kevneyn (s.) den rivayeten (Sübhanallah, Elhamdülillah, Lâ ilahe illallah ve Allahû ekber) ve bazıları da İbn Abbas tan rivayetle (Lâ ilahe illallah) dır, demiş olduklarını ve bazıları da kelime-i Tayyibe tesbih ve tahlil ve Kıraat-ı Kur an ve dua ve istiğfar ve bunun emsâli bulunan ezkâr olduğunu haber verdiklerini beyan eylemektedirler. 294 Kelime-i Tayyibe ile amel-i sâlih arasındaki ilişki konusunda da zâhir uleması ile rabbanî alimler arasındaki görüş farklılıklarının bulunduğunu belirten Şeyh Hâlid, zâhir ulemasının amel-i sâlih ile desteklenmeyen Kelime-i Tayyibe nin makbul olmayacağını, buna karşılık rabbanî alimler ve İbn Abbas gibi müfessirlerin ise zâhir ulemasının görüşünü reddettiklerini, zira bir kimse âsi dahi olsa mümin olduktan sonra ondan sûdur eden Kelime-i Tayyibe nin Allah katında makbul olduğunu belirtmiştir. 295 Şeyh Hâlid, Men kane yürıdül ızzete fe lillahil ızzetü cemıa Her kim izzet istiyorsa, bilsin ki, izzet tamamıyla Allah'ındır. 296 ayetinin mânâ-yı 291 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Fâtır, 35/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Fâtır, 35/10. 65

66 batınesine göre çalışması gerektiğini belirterek, izzet, şan, şeref, şöhret talebinde bulunanların isteklerini bu özellikleri kendisinde taşıyandan istenmesi gerektiğini, bunun da Malikû l Mülk, Halik-i mevcudât olduğunu belirtmiştir. İnsanın zelil ve hâkir, her şeye muhtaç olduğunu Vallahü l-ganiyyu ve entüm ül-fukâra 297 ayeti mucibince yegâne muhtaç olmayanın Allah olduğunu belirtmektedir. İzzetin Allah a mahsus olduğunu beyan etmektedir. Hâkir ve zelil olan insanın izzeti Allah tan dilemesinin kendisini hâkir ve zelillikten daha üstün bir mertebeye çıkaracağını belirtmektedir. 298 Kelime-i Tevhid in biri nefy, diğeri isbât olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Lâ ilahe nefy ve illallah isbattır. Şeyh Hâlid bununla ilgili görüşünü şöyle belirtmektedir: Nefy lâ ilahe, isbât illallah ile olur. Zirâ abd-ı muhlisten nefy lâ ile taallukât-ı kevneyn ref ve izâle olup, isbâtı illallah ile kalbi pak, Hakka müteveccih olur. Ve abd-i mezbûr vech meşru üzere alâik-ı kevneyne ve avâik-i kevneynden biri olsa hakikaten Kelime-i lâ ilahe illallah dahi Hazreti Hakka râci olur. 299 Şeyh Hâlid amel-i sâlihin, amel-i kalp olduğunu belirterek, amel-i kalbin de muhabbetullah ve şevkenlillah olduğunu bu ikisinin de birleşerek Kelime-i Tevhidi oluşturduğunu söylemektedir. 300 Şeyh Hâlid, müslümana en evvel lazım olanın Lâ ilahe illallah Muhammed ün-resulullah Kelime-i Tayyibe sini kalp ile tastik, dil ile ikrâr edip şirkin her türlüsünden uzak durmakla beraber, kalbini kötülüklerden temizleyip muhabbet-i ilâhi ile süslemedikçe yaptığı ibadetlerin kabul olmayacağını belirtir. Bu kalbî temizliğin ilk önce sâlikin itikadını Ehl-i Sünnet Ve l Cemaat itikadını tatbik etmek ve ikincisi ibadetin ancak Allah için olduğunu, Allah tan gayrısı için olunan ibadet ve taâtın kabul olunmayacağını, sahibinin kâfir olduğunu, Allah için yaptığı ibadetle Allah tan gayrısının taleb etmekle denâet olduğunu bilip kaçınmak gerektiğini belirtmektedir. 301 Şeyh Hâlid halis bir niyet ve samimi olarak salih amel, güzel söz söyleyen kimsenin yani Kelime-i Tayyibe yi yerine getirenin yüce Allah tarafından yüksek 297 Muhammed, 47/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

67 bir mevkiye yükseltileceğini Peygamberimizden rivayet ettiği bir hadis-i şerifle ortaya koymaktadır. 302 Sûfilere göre Kelime-i Tevhid üç manaya gelir. Lâ mabûde illallah: Hak olan mabudu isbât, bâtıl olan mabudu nefy demektir. Bu, Tevhid-i Avâmdır. Hak olan mabûd, şüphesiz ki Allah tır. Bâtıl olan mabûd ise insanların yapıp taptığı put ve benzeri şeylerdir. Lâ maksûde illallah: Her şeyde ve her halûkârda istenen sadece Allah tır, demektir. Buna Tevhid-i Havass denir. Lâ mevcude illallah: Allah tan başka hakiki mevcut yoktur. Bütün tarikatlar, Kelime-i Tevhidi (lâ ilahe illallah) zikir olarak benimsemiş iken, Mevleviler, Lafzatullahı tercih etmişlerdir. Zikrin en efdâli, lâ ilahe illallah tır. 303 Şeyh Hâlid mensubu bulunduğu tarikatın ulaşmak istediği noktanın lâ mevcude illallah olduğunu şu sözleriyle ortaya koymaktadır. Üç zât birbirlerine tariklerinin adâbını sual eylediklerinde, birisi teslim olduğunu ve diğer birisi edeb olduğunu ifade eylemeleri üzerine Hz Pir Muhammed Bahâuddin Nakşibendi Hazretleri bizim tarikatımızda cümlesinde mevcuddur ki lâ mevcude illallah deryasına müstağrak olmaktır, 304 buyurmuştur. Şeyh Hâlid, Divanı nda üç ayrı şiirinde kelime-i şahadeti kullanır. Bunlardan ilkinde lâ ilahe illallah kelime-i Tevhidi nakarat olarak kullanmıştır. Çaresizlerin çaresi, her türlü derdin çaresidir kelime-i tevhid. Yüz dört kitabın anlamı olan bu kelime, kulun dilinde vird olmalıdır. Bu kelimeyi vird eden bir zâkir bu zikrinden dolayı gönlünden şeytanı uzaklaştıracaktır. Şevk ile kelime-i tevhidi söyleyen insanlar kendilerini her türlü şirkten kurtaracaklardır. Kişiyi Müslüman eden bu kelime aynı zamanda onu kurtarıcı bir kelimedir de. Kim bu kelimeyi vird edinirse Mevlâ sı kendisinden razı olacaktır. 305 Çâresizlerin çâresi Lâ ilâhe illallâh Her bir derdin devâsı Lâ ilâhe illallâh 302 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı,

68 Vird-i zebânın olsun Lâ ilâhe illallâh Yüz dört kitab ma nâsı Lâ ilâhe illallâh Zâkiri mahrûm koymaz Lâ ilâhe illallâh Sürer dilden hannâsı Lâ ilâhe illallâh Her kim dese şevk ile Lâ ilâhe illallâh Şirkeden pâk eder nârı Lâ ilâhe illallâh Kâili bulur necât Lâ ilâhe illallâh İslam eder her nâsı Lâ ilâhe illallâh Kangı dil evrâd etse Lâ ilâhe illallâh Râzı olur Mevlâsı Lâ ilâhe illallâh Hâlid e oldu evrâd Lâ ilâhe illallâh Din ü iman esâsı Lâ ilâhe illallâh 306 Şeyh Hâlid diğer iki şiirinde de yine kelime-i tevhidi nakarat olarak kullanmaktadır. Ne tâkat yârime gidem Ne varım var fedâ edem Vâdi-i hayretde kaldım Esirge yâ Rasulallâh Hak cellellâh Subhânellâh 306 Şeyh Hâlid, Divan,

69 Lâ ilâhe illallâh Allâh Allâh Allâh Allâh Lâ ilâhe illallâh 307 Yâ Rahim ü Rahmânım lutf eyle yâ Subhânım Ayırma beni senden ben muhtâc-ı ihsânım Yâ Hû yâ Hû yâ men Hû leyse l-hâdi illâ Hû Dünyâ fâni bâki Hû la ilâhe illâ Hû İman İman kelimesi, eman ve emniyet, güven anlamındadır. Arap dilinde iman; mutlak tasdik etmek, yani bir habere bir hükme, bir şahsa bir varlığa kesin bir şekilde, içten gelerek samimiyetle inanmak, onu doğrulamak, teyid etmek, doğru söylediğini kabullenip benimsemektir. Istılahta iman; Hz. Peygamberin Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen ve zarurat-ı diniyye denilen İslâmî esasların, hükümlerin ve haberlerin doğru ve gerçek olduğuna tereddütsüz inanmaktır. 309 İmanın diğer bir tarifi de dil ile ikrâr kalp ile tastiktir. Şeyh Hâlid bir kâfirin kelime-i şehadeti lisânıyla izhar edip kalbiyle tastik etmeyince iman ve islamına müctehidlerin hükmetmediklerini belirtmektedir. Zira imanın tasrifi ikrârı bi l lisân ve tasdiki bi l-cenân ve marifeti bi l-kalbdir buyurarak, tasdik ve marifet bulunup bilâ-zarure lisan ile cehren ve izhar bulunmaz ise onun imanına şerân zahirde hüküm olunmaz. Bu tahkik dahi malum olduktan sonra iman-ı kâmil ile muttasıf olan evkattan bir vakit ile ubudiyet yollarını kat etmek ve hudud-u emir ve nehiyden nazarını ayırmak caiz olmaz, 310 buyurmaktadır. Şeyh Hâlid, dine yeni giren bir ihvân, için ilk önce gerekli olanın iman ve tasdiki olduğunu belirttikten sonra imanın önemini şöyle ortaya koymaktadır: Malûmun olsun ki dine yeni giren ihvâna ilk önce lazım olan iman ve tasdiki olduğundan bir parça imandan bahsetmek lazım oldu. Evvelen kulun üzerine cemi ferâizden mukaddem Hak Teâlâ hazretlerine iman getirip anlatmaktır. Bir kimse Hak Teâlâ hazretlerini şan ve şerefine layık olmayan vechle anlarsa imanı sahih 307 Şeyh Hâlid, Divan, Şeyh Hâlid, Divan, Gölcük, Kelâm, Şeyh Hâlid, Mektubât, v

70 olmaz. Ve bir kimse ahkâm-ı imanı bilmese her işlediği ibadeti dürüst olunmaz. Ve bir kimse müşrik olan veya ehl-i kitaptan olan bir câriyeye mâlik olsa imanın erkân ve ahkâmını bildirmeyince vatty (çiftleşme, cimağ) helal olmaz. Ve bir kasap imanın ahkâmını bilmezse zebihası haramdır. Her bir kimse kendi hükmünde olanlara erkân-ı imanı ve namazı ve savmı dürüst olacak mesâilini ve namazda okuyacak kıraâtini öğretmesi vaciptir. 311 Şeyh Hâlid imanın şartları olan; Allaha iman, meleklere, peygamberlere, kitaplara, ahiret gününe, hayır ve şerrin Allah tan olduğuna, yani kaza ve kadere imanı ayrıntılı bir şekilde açıkladıktan sonra, bunları herbir kulun bilip itikad etmelerinin farz-ı ayn olduğunu belirtmektedir. 312 Kelime-i Tevhid bahsinde değinildiği gibi iman konusunda da amel ön plana çıkmaktadır. Sadece kalpte kalmış, amel olarak dışarıya aksetmemiş bir imanın pek o kadar faydası yoktur. İman nuru kalbi parlatıp aydınlattığı, insanın içini nurlandırdığı gibi, onun dışını da aydınlatmalıdır. Bunun için ibadet ve güzel ameller gerekir. 313 Tasavvufta sâlik belli aşamalardan geçerek iman makamından olan tövbe, zühd, verâ, tevekkül ve rıza makamlarını müşahede edip ve her makamın cüziyyâtında Hakk ın isimleriyle muttasıf olduktan sonra, Allah ın ahlâkıyla ahlâklanır, böylece sâlik iman makamından tahalluk makamına yükselir. Hakk ın isimlerinin tecellisi sâlikte gerçekleştikten sonra sâlik ihsân makamına erişmiş olur. 314 Sûfiler, velilerin imanını, vuslata ermek, uluhiyeti seyretmek, sadece bir olanı görmek şeklinde değerlendirilirken, imanın çok yüksek ileri derecelerini aşk ve hakikat olarak görürler. Tasavvufi açıdan iman; kısaca dil ile söylem, İslam ı yaşama, kalble marifete ulaşmanın bir terkibi olarak değerlendirilebilir Şeytan Kur an-ı Kerim den edindiğimiz bilgilere göre Allah Teâlâ, ilk insan olarak Hz. Adem i yaratmıştır. Ona akıl, irade gibi bazı üstün özellikler vermiştir. 311 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Gölcük, Kelâm, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Cebecioğlu,, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü,

71 Daha sonra Allah Teâlâ meleklerden Hz. Adem e secde ederek ona olan saygılarını ifade etmelerini istemiştir. Meleklerin hepsi Allah ın emrine uymuşlar, fakat onlar arasında bulunan şeytan bu emre karşı çıkmıştır. Bu durum Kur an-ı Kerim de şöyle anlatılmaktadır: Ve o vakit meleklere: "Adem için secde edin!" dedik, derhal secde ettiler. Ancak İblis dayattı, kibrine yediremedi, zaten o kafirlerden idi. 316 Kutsal kitabımız Kur an-ı Kerim de şeytanın cinlerden olduğu belirtilir. Bununla ilgili olarak Kur an-ı Kerim de şöyle buyrulur: Yine o vakti hatırla ki, meleklere: "Adem için secde edin!" demiştik, hemen secde ettiler, ancak İblis cinlerden idi Rabbinin emri dışına çıktı. 317 Kur an-ı Kerim de belirtildiğine göre şeytan, kendisinden istenileni yerine getirmediği için Allah ın huzurundan kovulmuştur. Bunun üzerine şeytan, insanlara kötülük edeceğine, onları doğru yoldan saptıracağına yemin etmiş ve mühlet istemiştir. Allah Teâlâ da kıyamete kadar süre vermiştir. 318 Şeyh Hâlid, şeytanın, insanları doğru yoldan çıkarıp helâke sürüklemeleri için çalışacağını, bundan kurtulmak için neler yapılmasını Mektûbâtı nda şu ifadelerle ortaya koymaktadır: Şeytan, Allah Teâlâ ya Yâ Rabbî, ben Âdem in yüzünden helâke uğradım, bende onlara göstermiş olduğun doğru yolun üzerine oturup, o yolda onları çeşitli oyunlarla, aldatmacalarla, entrikalarla kandırıp sapkınlığa sürüklenmelerini sağlayacağım, dedi. Şeytan ın bu oyun ve tuzaklarından kurtulmanın çaresi ise; bütün kapıların kapalı olduğunu bilip, hemen ilahi kapının önünde diz çöküp Peygamberimizin getirmiş olduğu din-i mübine sımsıkı sarılıp Peygamberimizin istediklerini yapmaktır. Bunları yaparken izlememiz gereken yol ise; ehl-i sünnet ve l cemaat e dâhil olmak, dört büyük mezhepten birine ittibâ ve bir tarikata girmekle mümkündür. 319 Kur an-ı Kerim ayetlerinden anlıyoruz ki şeytan, insan için açık bir düşmandır. 320 İnsanları doğru yoldan alıkoyup, sapıklığa düşmeleri için çalışmaktadır. Şeyh Hâlid, şeytanın hilelerinden ve tuzaklarından kurtulmanın reçetesini, Hz. Muhammed in getirmiş olduğu dine ittibâ, Ehlisünnet ve l-cemaat 316 Bakara, 2/ Kehf, 18/ Araf, 7/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v Bakara, 2/ ; Arâf, 7/16; Hicr, 15/39. 71

72 eder. 322 Nefs ü şeytân pâdişâhım bana n etdi ve dört mezhepten birine dâhil olmaya ve Hak üzerine olan tarikatlardan birisine sûlük eylemeye bağlamıştır. 321 Şeyh Hâlid, Divanı nda ki birçok şiirinde şeytanla birlikte nefs kelimesini kullanır. Bu şiirlerinde nefsin şeytana uyarak, insanı kötülüğe sürüklediğini ifade Geçti ömrüm gaflet ile âhire yetti 323 Nefs ve şeytan, insanı dünyaya geldiğine pişman eden iki düşmandır. Bu ikisine esir olmamak için bir mürşid-i kâmil bularak kapısına bağlanmak gerekir. Bana bu nefs ile şeytân Olup her ikisi düşmân Geldiğime edip pişmân Beni giryân sen edipsen 324 Ara bir mürşid-i kâmil bulup kul ol kapısında Bilirsen sen seni şimdi esir-i nefs-ü şeytânsın 325 Nefis ve şeytan birer fitnedir. Şeytanı gönülden uzaklaştırmak için gerekli olan şey lâ ilahe illallah kelime-i tevhidini zikir haline getirmek gerekir. 326 Nefs ile şeytân Fitne-i devrân Ah neler etdi Baht-ı siyâhım 327 Zâkiri mahrum koymaz Lâ ilâhe illallâh Sürer dilden hannâsı Lâ ilâhe illallâh Şeyh Hâlid, Mektubât, v Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divan, Şeyh Hâlid, Divan, Şeyh Hâlid, Divan, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divan, Şeyh Hâlid, Divan,

73 B. TASAVVUFÎ DÜŞÜNCESİ Suf giymek, saf olmak, ilk safta bulunmak, suffa ashabı gibi yaşamak 329 anlamlara gelen tasavvufun, tek bir tanımını yapmak mümkün değildir. Tasavvuf bütün dinlerde varlığını çeşitli şekillerde ortaya koymuştur. Sufiler tarafından yapılan tasavvuf tarifleri çeşit çeşittir. Bunun nedeni; her sufinin iştigal ettiği makamın özelliklerine ve kendi durumlarına göre tasavvufu tarif ettiklerini, yapılan tariflerin zamandan ziyâde makamla mukayyed olduğundan kaynaklanmaktadır. 330 Hadis kitaplarında Cibril Hadisi olarak bilinen hadiste bahsedilen üçüncü kavram olan ihsanın ne olduğuna verilen cevapta Allah ı görüyormuşçasına kulluk etmendir. Sen O nu görmüyorsun da O seni görüyordur. İfadelerinin karşılığı tasavvufun ne olduğunu ortaya koymaktadır. 331 Tasavvuf; İnsanın kalbindeki kötü vasıflarla onlardan kurtulma çarelerinden, kalpteki iyi vasıflar ve onları kazanma yollarından; manevi mertebeleri kat ederek en yüksek mertebe olan insan-ı kâmil mertebesine ulaşmanın kurallarından; ve nihayet tevhid in sırlarından bahseden bir ilimdir. 332 Tasavvuf, nazari ve akli bir ilim olmadığı, aksine tecrübi bir ilim olduğu için tarifleri de pek çoktur. Çünkü her mutasavvıf tasavvufu yaşadığı manevi tecrübelere ve bulunduğu makama göre tarif etmiştir. 333 Tasavvuf tarifleri konusunda en önemli çalışma İngiliz şarkiyatçı Reynold Nicholson tarafından yapılmıştır. 334 Mutasavvıflar, tasavvufu tarif ederken bazen soru soranın durumuna göre, bazen kendi yaşadığı psikolojik hâle göre, bazen de vurgulamak istediği esasları göze alarak konuşmuşlardır. Bu tarifler bize tasavvufun farklı boyutlarını ve derinliklerini göstermektedir. 335 Tasavvuf, her dinin veya felsefi düşüncenin ideale yöneliş esâsını teşkil eder. Kali hâle tebdil etmek şekliyle ifâde edilen tasavvuf, İslâm dininin ihtiva ettiği bilgi sisteminin kuvveden fiile, yâni kâlden-hâle, nazariyeden-ameliyyeye 329 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Mehmet Demirci, Sorularla Tasavvuf ve Tarikatlar, İstanbul 2001, Türer, Anahatlarıyla Tasavvuf Tarihi, Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Bkz. Ethem Cebecioğlu, Prof. Nicholson un Kronolojik Esaslı Tasavvuf Tarifleri, AÜİFD, Ankara 1987, XXIX/ Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul 2003,

74 dönüşüdür. 336 Yapılan onca tasavvuf tariflerinden çıkan ortak tarifleri şu şekilde sıralayabiliriz. Tasavvuf; zühd, güzel ahlâk, kalp temizliği, nefis ile mücâdele, kitap ve sünnete sarılmak, Allah a tam teslimiyet ve rabbânilik, Hakk a vuslat (ihsân), İslam ın ruh hayatı, bir bâtın ilmi ve havassa ait ledün ilmidir. 337 Burada yaptığımız tarifler sadece ön plana çıkan tariflerdir. Yapılan bütün tarifleri buraya almak mümkün gözükmemektedir. Tasavvufun gayesi, ahlâken kemâl mertebesine ulaşmak için her hususta Hz. Peygamber (s.) in gösterdiği yolu takip ederek, iç ve dış olgunluğu itibariyle O nun gerçek varisi olmanın yolunu göstermek, Hakk ın rızasını kazanmak için, nefisleri temizlemek güzel ahlâk sahibi olmaya çalışmak, kısaca Allah ve Resulü nün ahlâkıyla ahlâklanmaktır. 338 Şeyh Hâlid Mektûbâtı baştan sona tasavvufî terbiyeyi içermektedir. Mektûbâtı nda tasavvufa giriş olarak görülen sülûkün bütün Müslümanlara farz olduğunu şu sözleriyle belirtmektedir: Evvelen bilin ki sülûk her bir müslim ve müslümeye farz-ı ayndır. Kim ne derse desin kulağıma girmez. Zirâ bugünkü İslam olan bir mûhtediyye ahkâm-ı İslamiyeden her ne var ise cümlesi de ashâb-ı resul Rıdvan Allah ü Teâlâ aleyhim ecmâin hazretlerine nasıl farz olduğu ise öylece farz olmuştur. 339 Kişinin bir an önce iş işten geçmeden aklını başına alıp dünyanın aldatıcılığına kanmadan kendini hesaba çekmesi gerektiğini vurgulayan Şeyh Halid bunu şu sözleriyle belirtir; Sâlike lâzım olan, hesap günü gelmeden önce, kendini bir an önce hesaba çekmesidir. Daha sonra feryad ve figânı fayda vermez. İş işten geçmeden kişi kendine gelmeli, fiil ve amellerini ona göre yapmalıdır. 340 Ayrıca Şeyh Hâlid kişinin gücü kuvveti yerindeyken, Allah a yönelip Allah ın ahlâkıyla ahlâklanması gerektiğini Fırsat elde iken dünyayı ve dünyada mâlik olduğun neyin var ise Allah ve rızaullaha alet ederek tahallukû bîahlâkî-allah ile muttasıf kıl. 341 sözleriyle vurgulamaktadır. Şeyh Hâlid tasavvuf yoluna girmek isteyenlerin mutlaka bir tarikata intisap etmeleri gerektiğini de 336 Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, Türer, Anahatlarıyla Tasavvuf Tarihi, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

75 belirtmektedir. 342 Tasavvuf tarifleri arasında bulunan tasavvufun hâl ilmi olduğu, kâl ile tarif edilemeyeceğini Şeyh Hâlid mektuplarında ilm-i ledün için kullanmaktadır. 343 Şeyh Hâlid tasavvufun insan-ı kâmil olmak için yapılması gerekeni şöyle ifâde etmektedir: Kendini günâh deryasına müstağrak olmuş şekilde kıyasi edip ve bu hâlde Allah tan başka meded ve inâyet edecek bir kimsenin olmadığını bilip kemâl-i hüşû ve bâb-ı ilahiyede tezellül ve behr-i yevm ekallen yüz istiğfâr ve bin salavat-ı şerif ve beşbin zikr-i ilâhi kıratla şer-i şerifi baş tacı edip ve beş vakit namazı edâ ile teheccüd ve salât-ı evvâbin ve salât-ı duhâ ve secde-i şükrü edâ eyledikten sonra da ölmeye nefsi razı edip hâzır-baş olmak ve ben Allah ı görmüyorsam da Cenâb-ı Allah beni görür ve her bir hâl ve muamelatımda bana benden daha ziyâde vâkıftır, diyerek bir ân ve bir dakika gâfil olmamaya çalışıp ve her bir muâmelatında mesûl olacağını dahi kemâl-i yâkinle bilip ona göre iş etmek lazım. Ve her halde kul olmak iktizâ eder. Zira tarikimiz abdiyyettir. 344 Buraya kadar tasavvufla ilgili genel bilgileri vermekle yetindik. Bundan sonraki bölümde Şeyh Hâlid in Mektûbâtı nda yer verdiği tasavvufi kavramlar hakkında bilgi vereceğiz. Her ilim dalının kendine has kavram ve terimleri olduğu gibi tasavvuf ilminin de kendine has terim ve kavramları vardır. Tasavvufi kavramlar genelde, tasavvufun tahalluk ve tahakkuk boyutu ile ilgilidir. İlk önce tasavvufun insanı unsurları 345 olarak bilinen mürşit (şeyh), mürit (derviş, ihvan, sâlik) ve silsile hakkında bilgi vererek konuya giriş yapalım. 1. Mürşid (Şeyh) Sözlükte; rehber, delil, kılavuz, yol gösteren, uyaran, irşad eden, sırat-ı müstakimi gösteren, dalaletten önce hak yola ileten, şeyh, veli, eren, pir gibi 342 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar,

76 anlamlara gelir. 346 Terim olarak mürşit; tarikata giren dervişleri, tarikatın seyr u sülûk esaslarına göre yetiştiren ve denetleyen mutasavvıfın adıdır. 347 Tasavvufun bir hal ilmi olup, kâl ilmi olmadığı her fırsatta dile getirilmektedir. Hal böyle olunca, kitaplardan okuyarak öğrenilen ve anlaşılan bir keyfiyet olmaktan çok yaşanılan bir tecrübe olması dolayısıyla, daha önce bu tecrübeyi yaşayanların rehberliğine ayrı bir önem verilir. Bu durum öğrenenöğreten; mürid-mürşit ilişkisini daha anlamlı ve gerekli hale getirmektedir. Bundan dolayı bir mürşidin rehberliği olmadan bu yolda mesafe alabilmek imkânsız olarak görülmüş ve şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır denilmiştir. 348 Mürşid veya mürşid-i kâmil, tasavvufta genellikle şeyh kavramıyla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Mürşid hekime benzer. Hekim nasıl kendisine başvuran hastayı hastalığına ve bünyesinin mukavemet ve direncine göre tedavi ederse, mürşid de kendisine başvuran kimseleri, aynı şekilde teşhis ve tedavi eder. Düşmanla savaşan askerin stratejisi kumandan tarafından çizildiği gibi, nefis düşmanıyla uğraşan müridin mücadele yoluda mürşid tarafından tayin edilir. 349 Tarikatlarda, Peygamber (s.) mürşid-i azam olarak kabul edilmiştir. 350 Şeyh Hâlid, Mektûbâtı nda Peygamberimizden; Hakikatte pirimiz, peygamberimiz ve mürşidimiz 351 olarak bahsetmektedir. Şeyh Hâlid mektuplarının birçoğunda mürşidin zorunluluğunu vurgulamaktadır. Bir mektubunda Ya eyyühellezıne amenüttekullahe vebteğu ileyhil vesılete ve cahidu fı sebılihı lealleküm tüflihun (Ey iman edenler, Allah'tan korkun, O'na yaklaşmaya vesile arayın, O'nun yolunda cihad edin ki, mutluluğa erebilesiniz.) 352 ayet-i kerimesini delil göstererek, silsile olarak Peygamberimiz (s.) e dayanan, tarikatına bidat karışmamış, dört mezhebden birisine müntesip, Ehlisünnet ve lcemaat itikadını benimsemiş bir mürşid-i mükemmeliye intisap etmenin zorunluluğunu belirtmektedir. 353 Ayrıca Şeyh Hâlid birçok mektubunda itikadı 346 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 260; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, Konur, Hasan Sezâi, Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Mâide, 5/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v

77 sağlam, Allah ın ahlâkıyla ahlâklanmış, Hz. Peygambere mûtâbaat etmiş bir mürşide bağlılığın zorunlu olduğunu belirtmektedir. 354 Mürşit tarikata giren ve ona intisab eden kimse için her haliyle ideal ve örnek insanı temsil eder ve onun yol göstericisi, terbiye edicisi ve problemlerinin halli için başvuracağı kişidir. Dolayısıyla onun bütün tavsiyelerine riayet etmek, bütün kalbiyle ona bağlanmak ve onu manevi baba ve öğretmen olarak görmek gerekir. Mürid, mürşidine ne derece bağlı olursa, vuslat yolunda o kadar çabuk yol alır. 355 Şeyh Hâlid, Mektûbâtı nda gerçek şeyhin özelliklerini şu şekilde sıralamaktadır. Tarikatının silsilesi, manevi yönden Hz. Peygambere ulaşmalı. Müntesibi bulunduğu tarikatına bidat karışmamalı. Dört mezhepten birine bağlı olmalı. Ehlisünnet ve l-cemaat itikadını benimsemeli. 356 Muhammed i ahlaka sahip olmalı. 357 Allah ı kullarına, kullarını da Allah a sevdirmeli. Yeryüzünde nasihatle yürmeli. İki cihanda fayda sağlayacak iş ve fiilleri talibâna bildirmeli. Peygamberimizin sünnet-i seniyesine ve siret-i aliyesine mûtâbaat etmeli. Hz. Peygambere mûtâbaat etmeyen bir kimse, harikulade olaylar ortaya koymuş olsa dahi ona intisap, dalaletten başka bir şey değildir. Mahbûbu hak olmalı. 358 Şeyh Hâlid, şeyhleri, Rasülün nâibi ve kavminin nebisi olarak nitelendirmektedir. Buna da şu haberi delil göstermektedir: eş-şeyhü fî kavmihi ke en nebiyyü fî ümmetihi. 359 Şeyh Hâlid, sekiz numaralı mektubunda şeyhte bulunması gereken özellikleri belirttikten sonra, muhakkıkların şeyhi dört kısma ayırdıklarını ve bu dört kısım şeyhten sadece birisine iktida etmeyi sahih gördüklerini belirtmektedir. 354 Bkz. Şeyh Hâlid, Mektubât, v Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

78 Şöyle ki : İlim erbâbı şeyhin dört kısma ayrıldığını belirtirler. Bu dört kısım şeyhten sadece birisine ittibâ edileceğini diğer üçünün ise tam manasıyla şeyh kabul edilmeyeceğini bildirmişlerdir. Bu dört kısım şeyh şunlardır: Birincisi sırf sâlik, ikincisi sırf meczûb, üçüncüsü sâlik-i meczûb ve dördüncüsü meczûb-u sâliktir. Sâlik, şeyhliğe ve iktidâ edilmeye ehil değildir. Nefsânî sıfatlardan uzaklaşmamıştır. Nefsinin kontrolü altındadır. Salik mücâhede, murakabe, tevhidi ilâhi ve vuslât-ı rabbaniden uzak kalmıştır. Meczub da sâlik gibi şeyhliğe ve iktida etmeye ehil değildir. Meczûb kendisine cezbe eriştiğinde kendinden geçmektedir. Bundan dolayı yaptıklarının bilincinde olmadığı için buna iktidâ da uygun değildir. Her ne kadar meczûbtan olağanüstü olaylar görülsede buna iktida edenler muradlarına eremezler. Çünkü meczûb şeriat ve tarikatın faydalarını anlamaz. Yaptığı işlerde noksanı vardır ve noksanı olan kişiye de ittibâ uygun düşmez. Salik-i meczûba da iktidâ caiz değildir. Sâlik-i meczûb başlangıçta mücahede, riyazât, ibadet ve taatla meşgul olur, fakat sonradan cezbeye tutulup, zevk ve vahdet meşrebine girip sahv halinde olduğundan buna iktida da câiz görülmemiştir. Dördüncü kısma giren meczûb-ı sâlik, ittiba etmeye ehil olan kimselerdir. Bunların cezbeleri sûlükten öncedir. Bunlar bir nev i melek gibidirler. Şeyhliğe ve iktidâ etmeye layık olanlar bunlardır. Bunlar cezbe-i ilâhi vasıtasıyla beşeri sıfatlardan ve hayvanî arzulardan uzak olan kimselerdir. Masivâ dışında bir kaygıları yoktur. Kendilerinden geçmişlerdir. Rabbini bilen, kendini bilir irfanına mazhar olmuşlardır. Rabbini gören, kendini görür diyenler gibi hakikâti görmüşlerdir. Kendilerinden fâni olmuşlar ve Hâk ile bâki olmuşlardır. Kesrette vahdeti müşahede ederler. Tâlibin irşâdına kendilerini adamışlardır. Makam-ı mahbûbiyete ermişlerdir. Gerçek manasıyla Hakk ın halifesi olmuşlardır. Bunlara mutabaât Resulullah a mutabaâttır. Aynı şekilde Allah Teâlâ ya mutabaâttır. Cenab-ı Allah ın Kur an-ı Kerim de buyurduğu; İnnellezine yubâyiûneke innemâ yubayiünnellahe yedullâhi fevkâ eydihim. (Her halde sana biat edenler ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Allah'ın eli (kudreti) onların elleri üstündedir.) 360 hakikâti bunların nâil olduğu makamdır. Çünkü bunlar Rasulullah ın varisleri ve kâim makamıdır. Aynı zamanda halifetullahtır. Bunlara iktidâ her müslamana vaciptir. Hangi tarikata mensup olursa olsun bu tür 360 Fetih, 48/10. 78

79 insanlar bulunduğunda fırsatı kaçırmadan mutabaât edilmelidir. Sonra iş işten geçmiş olur. 361 Şeyh Hâlid, Divanı nda mürşide olan zorunluluğu çeşitli şiirlerinde dile getirmektedir. Mürşid, gaflet uykusuna dalmış olan sâliki uykusundan uyandıracak, gönlünü aydınlatacak ve ondaki karanlık ve pusu kaldıracaktır. 362 Ara bul mürşid-i kâmil uyarsın hâb-ı gafletden Sulûk-ı salike lazım uyanmaklık bidâyetde 363 Cümleden evvel velâkin ara bul bir mürşidi Ref ede hurşid-i dilde varsa ger inkisâf 364 Ara bir mürşidi bul var olup hâdim kapısında Bırakıp kîl ile kâli kuru da va ile kalma 365 Allah a giden ve sâliki vuslat aşamasına götürecek yol, kemal derecesine ulaşmış olan bir mürşitten geçmektedir. Mürid, bu vasıflara sahip olan bir mürşide kendisini teslim ederek, benliğini onun eline bırakmak ve onun kendisine verdiği emir ve nehiyleri manevi bir ilaç gibi içmek suretiyle ancak derdine derman bulabilecektir. 366 Ara bir mürşidi bul dilersen Hâlik a yol Mürşid-i kâmil demi anlar isen o demdir 367 Ara bir mürşidi ver ona sen senliğini Var iken sende bu varlık bulamazsın sen ilaç Mürid (Sâlik, Derviş) Mürid, sözlükte irade ve talep eden, isteyen, arzu eden, Allah a vuslatı arzu eden, Allah ın ahlâkıyla ahlâklanmak isteyen ve bu olgunluğun eğitimini verecek bir şeyhe bağlanan kişiye denir Şeyh Hâlid, Mektubât, v Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 260; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü,

80 Istılâhta mürid, kalbini Allah Teâlâ dan başka her şeyden öldürmüş, sadece O nu arzulayan, O na müştâk, dünyanın süsünden, debdebe ve ihtişamından yüz çevirmiş bir kimse olarak tarif edilmiştir. Gerçek mürid, yüzünü Hakk a yönelten ve O na ulaşmak için tarikat disiplinine uyan, mürşidine bağlı bir vasfa sahip olandır. 370 Mürit için; sâlik, ihvân, derviş, fâkir, tâlib, vâsıl gibi isimler de kullanılmaktadır. Bu isimlerin içerdiği anlamlar tam olarak birbiriyle örtüşmese de yakın anlamları kapsamaktadır. Müridin yolunda gideceği bir mürşid ve üstada ihtiyacı vardır. Çünkü dünyada şeytanın gizli ve açık pek çok yolu vardır. Mürşidi olmayan müridi, şeytan kendi yoluna saptırabilir. 371 Şeyh Hâlid Mektûbâtı nda mürid için ihvân, sâlik ve tâlib tabirlerini kullanmaktadır. İlk mektubunda, Şeyh Hâlid, ihvânın yapması gerekenleri şöyle ifade etmektedir: İhvâna evvelen lazım olan imân, muhabbet ve sebâttır. Bu da her sâlikin süluk eylediği tarikat-ı aliyeyi bilmek, bilenlerden öğrenmek, ona göre baş, can ve malından ziyâde muhabbet edip bu muhabbette sebât ederek, âdâb ve üsûl-ü tarikat ve aldığı evrâd ve ezkara ve ekallen haftada ikişer saat olsa şeyhinin sohbet ve huzurunda bulunup ve aldığı emri mucibince hareket etmek lazımdır. 372 Ayrıca Şeyh Hâlid, her müridin aynı usul ve âdâba göre değil mürşidi tarafından uygun görülen usul ve âdâba göre eğitilmesi gerektiğini, doktor ile hasta arasındaki ilişki ile açıklar. Doktor kendisine gelen her hastaya aynı şekilde tedavi etmeyip her hastanın illetine göre tedavi uygulamasını uygun gördüğü gibi mürşid de müridin halet-i rūhiyesine göre tedavi uygulamalıdır. 373 Şeyh Hâlid, müridin gafletten uyanıp yaratılış maksadına uygun hareket ederek kendisine verilen nimetlerin karşılığını Allah ın istediği şekilde ifâ etmesi gerektiğini vurgulamaktadır Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

81 Şeyh Hâlid, üçüncü mektubunda, Şeyh Muhammed Pârsa (r.a) dan alıntı yaparak, sûfi meşrebli bir grubun yedi tabakaya ayrıldığını belirtmektedir. Bu yedi grup şunlardır: Tabakatü t-tâlibin: Tâlib, tarikata girme arzusunu taşıyan, fakat henüz tarikata kabul edilmemiş olan kimsedir Tabakatü l-müridin; Tarikata girme isteğinde bulunan ve bu isteği kabul edilip tarikata alınan kimsedir Tabakatü s-sâlikin: Sâlik, seyrû sûlukunu devam ettirmekte olan kimsedir Tabakatü s-sâirin: Hak yolunda yürüyerek marifet derecesine ulaşmaya çalışan kimsedir Tabakatü t-tâirin: Hak yolda uçarak yolculuk yapanlardır. Marifet derecesine uçarak ulaşan kimselerdir Tabakatü l-vâsılîn: Vâsıl, seyrû sûlukunu tamamlayıp Hakk a vasıl olan kimsedir Kutup: En büyük veli, kabul edilen kutup, âlemin ruhu, âlem de onun bedenidir. Her şey kutbun çevresinde ve onun sayesinde hareket eder, yani her şeyi o idare eder. 382 Şeyh Hâlid Dersaâdet te bulunan halifesi Hâcı Sabri Efendi ye yazdığı mektup sûretinde, sâlikin kalbine gelen hâtırın 383 dört kısma ayrıldığını belirtir. Bunlar; Hâtır-ı Rahmâni, Hâtır-ı Meleki, Hâtır-ı Nefsani ve Hâtır-ı Şeytâni dir Şeyh Hâlid, Mektubât, v Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar, Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar, Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar, Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar, Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Hâtır, insanın içine gelen hitap, iç alemde duyulan ses, alınan mesaj gibi anlamlara gelir. Şeyh Hâlid in de belirttiği gibi dört kısma ayrılır: 1. Hâtır-ı Râhmâni: Sâlikin kalbinde, cemal-i vahdetin tecellisi ile, tam bir sûkunet halinin meydana gelmesine denir. Aynı zamanda muhabbetullah ı ifade eder. Allah tan gelen hitaba hâtır-ı hak da denir. Dinin zâhir hükümlerine uygun olur. 2. Hâtır-ı Meleki: Ahiret sevgisi ve ruhâni kuvvetlerin gelmesiyle tâata yönelmenin ortaya çıkması yerinde kullanılan bir tabirdir. Melekten gelen bu hâtıra ilham denir. Dinin zâhir hükümlerine uygun olur. 3. Hâtır-ı Nefsâni: Nefis ve dünya sevgisinin, rûhâni, kuvvetlere üstün gelmesine denir. Nefisten gelen bu hâtıra hevâcis ve hadisu n-nefs de denir. Nefisten gelen hâtır insanı süfli arzulara çeker. 4. Hâtır-ı Şeytâni: Nefse sevgi beslemek yüzünden, kötülük işlemek arzusu yerinde kullanılır bir tâbirdir. Şehvet ve mâsiyet demektir. Şeytan dan gelen bu hâtıra vesvese de denir. Şeytan dan gelen bu hâtır insanı günaha götürür. 81

82 Şeyh Hâlid mensubu bulunduğu Nakşî-Üveysi sâliklerinden Hz. Peygambere ittiba etmiş bir pîre bağlanmayı ve Cenâb-ı Allah ı her fırsatta zikretmeyi istemektedir. Sâlikin kendisini günah deryasında görüp Cenâb-ı Allah tan başka meded ve inâyet edecek kimsenin olmadığını bilip, bir şeyhin terbiyesi altında ibadet ve Allah ı zikirle iştigal etmelerini ister. 385 Nakşibendiyye tarikatında müridin üzerine düşen vazifeleri vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: 1. Mürid, yıkayıcının elindeki ölü gibi, kendisini şeyhine teslim etmelidir. 2. Mürid, şeyhinin huzurunda ve gıyâbında edebe uygun hareket etmelidir. Aksi halde feyze mâni olur. 3. Mürid, başından geçen iyi veya kötü, her şeyi şeyhine söylemelidir. Çünkü şeyh, müride göre doktor gibidir. 4. Şeyhinin telkin ettiği zikre devam etmeli, terk ettirdiği evrâdı da bırakmalıdır. 5. Müridin dünyevî ve uhrevî bir arzusu olmamalı, sâdece Hakk ın hoşnutluğunu kazanmayı gaye bilmelidir. 6. Mürid, asla öfkelenmemelidir. Çünkü öfke zikrin nûrunu öldürür. 7. Mürid, Allah Teâlâ nın emirlerine uymalı, yasaklarından kaçınmalı, Peygamber (s.) e muhabbet beslemelidir. 8. Şeyhi neyi telkin etmişse, yalnız onunla meşgul olmalı, hatırına başka bir şey getirmemelidir. 9. Mürid, sadece Allah ın rızasını düşünmelidir. Dünya veya ahirette bir makam temin etme düşüncesi olmamalıdır. 10. Mürid, bilerek veya bilmeyerek yapmış olduğu günahlardan pişmanlık duymalı ve tövbe etmelidir Silsile Silsile, Arapça zincir demektir. Tarikat şeyhlerinin üstad zinciri, tasavvuf okullarındaki maneviyat öğretmenleri zinciri gibi anlamlara gelir. 387 Tasavvufta 384 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Daha fazla ayrıntı için bkz. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, ; Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar,

83 süfilerin zincir halkalarına benzeyen şeyhler vasıtasıyla Hz. Peygamber e, nihayet Allah a ulaşmak için kabul ettikleri bir esastır. Şöyle de tarif edilir: El ele, el Hakk a. 388 Tarikatlarda silsilenin önemli bir yeri vardır. Hz. Peygamber in sahip olduğu, Ali (k.), Ebubekir (r.) ve ashabdan belli kişilere talim ettiği ilahi hakikatlerin ve manevi ilimlerin bu silsile vasıtasıyla intikal ede ede hayatta olan şeyhe ulaştığı, dolayısıyla şeyhin Hz. Peygamber in manevî varisi olduğu kabul edilmektedir. Bu hali ile silsile, tarikatların meşruluğunu ve güvenirliliğini gösteren bir senet durumundadır. Bundan dolayı, tarikatlarda posta yeni oturan şeyhe usulüne uygun icazetnâme verilmesine ve silsile zincirinin kopmadan devam etmesine özel bir titizlik gösterilir. 389 Şeyh Hâlid, Mektubâtı nda mensubu bulunduğu tarikatın silsilesinin elden ele silsile halinde kendisine ulaştığını belirtmektedir. 390 Şeyh Hâlid, Nakşi silsilesini şöyle belirtir. 391 Hz Muhammed (s.),(ö. 11/632) Hz Ebubekir (ö.13/634) Selmân-ı Fârisi (ö.35/655) Kasım b. Muhammed (ö.?) Cafer-i Sâdık (ö.148/765) Hızır Beyâzıd-ı Bistami (ö.261/875) Ebu l-hasan el-harakâni (ö.419/ ) Ebu l- Kasım Cürcâni (ö.450/1058) Ebu Ali el-fârmedî (ö.477/1085) Yusuf el-hemedânî (ö.535/ ) Hızır Abdulhâlik-ı Gucdüvânî (ö.617/ ) Arif er-rivgeri (ö.649/1251) 387 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 315; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar, Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v.34; Ayrıca silsilenin tertipli sunumunda Selçuk Eraydın ın Tasavvuf ve Tarikatlar, isimli eserinden faydalanılmıştır. ( ) 83

84 Mahmud Encirfağnevî (ö.670/1271) Ali er-râmitenî (ö.705/1305; 715/1315) Muhammed Baba es-semmâsî (ö.740/1339) Emir Kûlâl (ö.777/1375) Bahauddin Nakşibend (ö.791/1389) Hızır Kulâhizâde Mahmud Efendi (ö.?) Muhafızzâde Ahmed Behçetî (ö.?) Mustafa Münib (ö.?) Katipzâde Mustafa Arif (ö.?) Ganizâde Ahmed Nurî (ö.?) Mehmed Sâdık Baba (ö. 1333/1916) Şeyh Hâlid (ö.1348/1931) Şeyh Hâlid Mektûbâtı nda Üveysi silsilesine dahil olan bazı mutasavvıflar hakkında çeşitli bilgiler vermektedir. Şeyh Hâlid in verdiği bilgilerin dışında ayrıntılı olarak bilgi sahibi olamadığımız kişiler şunlardır. - Külâhizâde Mahmud Efendi: Asıl adı Külâhizzâde es-seyyid Hüseyin Mahmud Efendi dir. Tarikatta nihayet pîr kabul edilir. Aslen Kayserilidir. Seyidü l-vakt ve yegâne-i meşayih olarak tanınmış üveysi meşrep bir şahsiyettir. Manevi feyzini peygamberimizden, Hızır (a.) dan ve Bahauddin Nakşibendi den almıştır. Yerine Ahmed Behçeti Efendi yi bırakmıştır. Kayseri de Fuad Camii Şerif hazinesinde medfun ve kabri ziyaretgâh-ı alem olmuştur Hafızzâde Ahmed Behçeti: Külâhizâde Hacı Mahmud Efendi nin halife-i ekmelidir. Kayserilidir. Sarı Hafız namıyla bilinir. Zâhir ve bâtın ilmi ile iştigal etmiştir. İstanbul da bir dehrinin iddialarını çürütmüştür. Sultan II.Mahmud tarafından iltifata mazhar olmuştur Mustafa Münib: Ahmed Behçeti nin halifesidir. Kayserilidir. Zamanının ferididir. Tarikat-ı Aliye-i Üveysinin, Kulahizâde Mahmud Efendiden sonra üçüncü kutbu l-aktabıdır. Mısır ın Midan Şehrinde vefat edip orada medfundur. Kabr-i şerifleri ziyaretgâhtır Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

85 - Katipzâde Mustafa Arif: Kayserilidir. Mustafa Münib Hazretlerinin halife ve kâim-makamıdır. Kayseri de Fuad Camii Şerif havalisinde medfundur. Zâhir ve bâtın ilimlerine câmi ve zamanın ferididir Ganizâde Ahmed Nuri: Ahmet Baba Ganizâde demekle bilinir. Kastamonu vilayetinin Tosya kazasındandır. Debbağ (deri terbiye eden) olarak hayatını kazanmaktadır. Mustafa Arif, şeyhi olan Mustafa Münib ile Tosya ya geldiğinde, Mustafa Münib kendisine Senden sonra bu civan sahib-i zaman olacaktır. İrşâdı dahi sizin elinizde olacaktır. Şimdiden taht ı terbiyenize alınız ve terbiyesinde ihtimam ediniz. demiştir. Ahmet Baba nın terbiyesi Mustafa Arif Hazretlerine tevdi edilmiş, Mustafa Arif in vefat zamanı yaklaştığında Tosya ya iki ihvân göndererek, Ahmed Baba yı yanına getirtmiş, kendisine ser-hilafetlik verdikten sonra bazı nasihatlerde bulunmuş. Ahmed Nuri vefat ettikten sonra defin ve taziye kabulünden sonra Tosya ya dönmüştür. Ve orada vefat etmiştir Mehmed Sâdık Baba: Ganizâde Ahmed Nuri nin oğludur. Tosya da doğmuştur. 1285/1868 yılında babasının yerine ser-hilafet olmuş 1333/1916 yılında vefat etmiştir. 48 sene ser-hilafet postunda oturmuş ve sâlikânı irşad etmiştir. Fenâ halini kendisine yol edinmiştir. 397 Tarikatlarda kabul edilen silsilelerin hemen hepsi Cüneyd-î Bağdâdî ye ondan da Hz. Peygamber e ulaşır. Bir başka ifade ile Cüneyd den önceki şeyhler çoğunlukla aynı şahıslardır. Cüneyd den gelen silsile ya Ali (k.)- Hasan-ı Basrî- Habîb-i Acemî Davud-ı Tâi- Maruf el-kerhî yoluyla gelir veya Alevi silsile adını da alan Hz. Ali ve onu takip eden imamlar, sekizinci İmam Ali Rıza dan sonra Maruf el-kerhî- Seriyy üs-sakatî yoluyla Cüneyd-i Bağdâdî ye ulaşır. 398 Ayrıca Şeyh Hâlid tarikat silsilesinin bir örneğini yukarıda verdiğimiz şekliyle Hilafetnâme adlı eserinde vermiştir Hilafet ve Hilafetnâme (İcazetnâme) Halife, arapça birinin yerine geçen arkasından gelen vekil olan kişi anlamına gelir. Kur an-ı Kerim de; Rabbin meleklere; ben yeryüzünde bir halife 395 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar, Şeyh Hâlid, Hilafetnâme, v

86 yaratacağım. 400 ve Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. O halde insanlar arasında hüküm ver. 401 ayetleri insanlar arasında hak üzerinde hükmeden Peygamberin, Allah ın yeryüzündeki halifesi olduğunu ortaya koymaktadır. Tasavvuf okullarında ise; şeyh müridlerinin yetişkinleri arasında, kendisi gibi mürşid-i kâmil olmaya ve derviş yetiştirmeye manevi yetenek kazananlara, özel metotlarla halifelik denilen bir emanet verir. Bu bakımdan halife, o mürşidin naibi ve kaim-i makamı olur. 402 Şeyh Hâlid, halife konusuna ayrı bir önem vermektedir. Bundan dolayı da 7 numaralı mektubunu halifelik konusuna ayırmıştır. Şeyh Hâlid bu mektubunda ilk olarak halifenin tanımını yaparak Fahreddin Razi ve İmam Ragıb gibi İslam âlimlerinin görüşlerine yer verir. Şöyle ki: Ey ihvân malûmunuz olsun ki Cenâb-ı Allah meleklere hitaben buyurdu ki; yeryüzünde bir halife yaratacağım. Halife bir kimsenin makamına kâim, yerine nâib olan kimseye derler. İmam Fahreddin Râzi tefsirinde; halife başkasının yerine geçen ve makamına kâim olandır, der. İmam Ragıb da; halife lafzının cemi ve tekil olarak bulunduğunu söyler. Burada kasdedilen mananın ise, cemi durumda olduğunu belirtir. Halife ile kasdedilenin Âdem (a) ve evlâd-ı Âdem olduğudur. Kur an-ı Kerim de geçen şu iki ayet-i kerimenin anlamının halifeden kasdın evlâd-ı Âdemin olduğunu ortaya koyduğu açıktır. Bu iki ayet-i kerime şunlardır: Ve huve llezi ceâleküm halâife fi lardı 403 ve Sümme cealnâküm halayif fi l-arddı 404 Müfessirlerin bu iki ayetin yorumunda kabul ettikleri görüşte halifeden kasdedilenin evlâd-ı Âdem olduğudur. Yine Fahreddin Razi şöyle der: Evlâd-ı Âdem den Hakk ın halifesi olan kişiye halife ismi verildi. Halife isminin verilmesinin sebebi ise halkı, Allah ın emir, nehiy vb. konularında bilgilendirmesidir. Burada şöyle bir sorunun akla geldiği bildirilir. Halife aciz ve gaybın sırlarına vakıf olmayan kimselere lazım olur. Cenâb-ı Allah her şeye kâdir, gizli ve açık her şeyi bilendir, o halde Allah a halife olmanın ne gereği vardır? Cevap olarak şöyle denilir: Halife, halife kılınan kişilerin kusurundan ötürüdür. Halk tam manasıyla Hakk a aşinâ değildir, halkın bu eksikliğinden dolayı halife tayin edilmiştir. Halife, Allah tan aldığı emir 400 Bakara, 2/ Sad, 38/ Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Fâtır, 35/ Yunus, 10/14. 86

87 ve yasakları halka bildirip, onların doğru yolu bulmalarını sağlayan kimsedir. Hâk ile halk arasında vâsıtadırlar. Ruhaniyetleriyle Allah tan aldıklarını, cismâniyetler ile halka ulaştırırlar. Halkı terbiye ve irşâdla me murdurlar. Halife bir yönüyle halife tayin edicinin kendisi gibidir. Şöyle ki: O nun ahkâmı ile hâkim, onun ilmiyle âlim, onun sıfatıyla muttasıf, onun ahlâkı ile ahlâklanmış ve onun nûr ve esrarıyla donanmıştır. 405 Şeyh Hâlîd halifede bulunması gereken özellikler üzerinde şu şekilde durmaktadır: Şeriat-ı ilahiyeye halife olan zât, bi l-kulliye kendi nefsinden fâni ola ve bekâyı Hâk ile bâki ola, onun akval, efâl, ahlâk ve sıfatıyla ittisaf kıla. Bir iş işlemeye illâ onun emriyle bir kere başlamaya illâ onun iradesiyle başlaya. Ama burası gayet dakik bir manadır. Her hayalata kapılmayıp ve her bir evhâma aldanıp buna böyle işaret olundu ve şöyle zuhûrât vûku buldu, diye kendi hayatına aldanıp da hem nefsini hem de ebnâyi cinsini aldatıp dâll ve mudil olmaktan ictinâb eylemek elzemdir. 406 İnsanları ila-yı kelimetullah ve sünnet-i Resullullah yoluna çağıran herkes, halifetullah ve halifet-i resulullahtır. Şeyh Hâlîd bununla ilgili görüşünü hadis-i şeriflerden örnek vererek ortaya koymaktadır. Ebu Hureyre (r.a.) Peygamberimiz (s.) den şu hadis-i şerifi rivayet etmiştir. (Kale Resûllah (s.a.v) Men emere bi l mâruf ve nehyi ani l-münker fe-hüve halifetullah fil-ardı ve halife-i kitâbe ve resule.) Sünnet-i Rasûlü icrâ edip ihyâ eyleyen halife-i Rasûllahtır. Ve halife-i Rasulullah yine halifetullah tır. Kemâ revâ ani l Hasani l-basri kale Resulullah (s.) (rahmetullah alâ hulâfai- kâluv ve men hulafûke ya Rasulullah kâle llezine yuhibbunehu Sünneti ve yamelünehâ ibâdullah). Sizin halifeniz kimdir yâ Rasulullah? Diye sorulunca; Her kim evâmir-i ilahiyeyi icrâ ve sünnet-i Rasûlullahı ihyâ eyler ise Halifetulluh ve Halife-i Rasullah olur. Ve şu kimse ki evâmir-i ilahiye ve Sünneti Rasûlullahı bir tarikin revisi üzere icrâ ve o tarikatı ihyâ ile hem o pirin ve hem Rasûlullah ın ve hem Allah Teâla Hazretlerinin halifesi olur. 407 Allah Teâla nın yeryüzünde yarattığı herkesin istidâdı mucibince halife olduğu Şeyh Hâlîd tarafından şöyle ortaya konulmaktadır: Allah Teâlâ nın 405 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

88 yaratmış olduğu bütün insanlar imkanları ölçüsünde Allâh ın halifesidir. Peygamberimiz bu konuyla ilgili şöyle buyurmaktadır: Kullûkûm râin ve kullûkûm mes ulûn an ra yetih Yani; Hepiniz çobansınız ve hepiniz yönetiminiz altındakilerden sorumlusunuz. Nasıl bir vâli ve hâkim kendi yönettikleri yerlerden sorumlu ise, Allâh ın yarattığı bütün insanlarda kabiliyetleri ölçüsünde Allâh ın halifesidir. Cenâb-ı Allâh şu ayet-i kerimede hilafeti bütün insanları kapsayacak şekilde ortaya kor. Ayet şöyledir: Hüve llezi ceâlekûm halaife l ardı (O, sizi yeryüzünün halifeleri yapandır.) 408 Daha sonra da bazı insanların bazılarından derece bakımından üstün olduğunu ve refâa bazıkûm fevka bazın derecât. (Kiminizi kiminize üstün kılandır.) 409 ayetiyle bildirilmiştir. 410 Halife olacak kimse insanlar arasında kâmil, alim, ilim sahibi ve bulunduğu toplumda söz sahibi olmalıdır. Şeyh Hâlid bununla ilgili görüşlerini şöyle belirtir: Hilafet, insân-ı kâmil olan kişiye mahsustur. Daha sonra derece derece kimin ilmi ziyâde ise hilâfete o kişi daha layıktır. İlmi fazla olan kişi, ilmi olmayandan derece bakımından ve hakikât açısından daha efdâldir. Eğer şeraitte ise şeraitte, tarikatta ise tarikatta her nerede olursa olsun ilmi fazla olan kişi daha efdâldir. Allah Teâla bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: Hel yesteviye llezine yâ lemûn ve llezine lâ yâ lemûn 411 Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Alim ile abid arasında kıyaslama yapan Şeyh Hâlid; alim ile âbid arasındaki farkı ay ile yıldızlar arasındakı farka benzetir. Âlimin ilmi sebebiyle âbidden daha üstün olduğunu belirtir. Hangi tarikat olursa olsun hilafete kesinlikle ilmi fazla olan kimse geçmelidir. Kitap, sünnet ve icmâ ile sabit olmuştur ki, ilmi fazla olan her zaman daha efdâldir. Nitekim Allah Teâlâ da Âdem (a) ı ilmi sebebiyle halife tayin edip, melekleri etmedi. 412 Halife olacak kimsede bulunması gereken niteliklerin başında adalet gelir. Yani, hilafetin en önemli rüknü adalettir. Şeyh Hâlîd bununla ilgili olarak görüşlerini Allah Teâlâ nın Hz. Davud a hitabını örnek göstermektedir, şöyle ki: Hilafetin rükn-ü azâmı adalettir. Onun için Cenâb-ı Hak, Davûd (a.) a hitab edip 408 En am, 6/ En am, 6/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v Zümer, 39/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v

89 buyururlar. Ya davudü inna cealnake hhalıfeten fil erdı fahküm beynen nasi bil hakkı ve la tettebiıl heva fe yüdılleke an sebılillah innellezıne yedıllune an sebılillahi lehüm azabün şedıdüm bima nesu yevmel hısab (Ey Davut, gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında doğrulukla hükmet, keyf(in)e uyma ki, seni Allah yolundan sapıtmasın; çünkü Allah yolundan sapanlar hesap gününü unuttukları için kendilerine pek şiddetli bir azap vardır.) 413 manayaı şerifi yâ Dâvud biz seni istihlaf eyledik ve mülkümde halife kıldım. Sende beynen-nâsı adl ile hükmeyle. Hevâ-i nefsine tâbi olma ki seni Allah yolunda ihlâl eyler. Tahkik o kimseler ki Allah yolunda kem-râh olurlar. Onlar için azâb-ı şedid vardır. Yevmi hesabı nisyânları sebebiyle her bir halife onlara taht-ı yedinde mutasavvıf olduğu kimselerle adâlet eylemek vâcib oldu. 414 Şeyh Hâlid her şeyin sûrisi ve manevisi olduğu gibi, hilâfetin de sûrisi ve manevisinin olduğunu belirterek asıl olanın manevi olgunluğa ermiş gerçek hilafet sahiplerinin insânlığa rehber ve önder olacağını ortaya koymaktadır. 415 Hilafetnâme, tasavvuf okulunu usulünce bitirmeyi başararak, irşad (uyarma, doğruyu göstermek) kabiliyetini elde eden kişiye, mürşidlik yapabilirliğini göstermek üzere, şeyh tarafından bir belge verilir ki buna, hilafetnâme veya icazetnâme denir. Şeyhin halife tayin ettiği müridine verdiği belge, ehliyetnâme, şehâdetnâmedir. 416 Hilafetnâme şeyh tarafından halife olan kimseye verilir. Hilâfetnâme sınırsız yetkiler için verildiği gibi, meselâ sadece zikir telkini veya rüya tabiri gibi görevler için de verilebilir. 417 Nakşî-Üveysi meşrebe mensup olan Şeyh Hâlid, Mektûbât ve Hilafetnâm sinde şeyhi bulunan Ganîzâde Muhammed Sâdık Baba tarafından kendisinin hilâfete getirilmesini ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Öncelikle Şeyh Hâlid kendisine verilen halifelik olayını şöyle anlatır: Şeyhim, sultanım Ganîzâde Şeyh Muhammed Sâdık Baba Hazretleri üçyüzyedi senesi Teşrin-i Evvelin yedisinde âcizlerini istihlâf-ı tâlibânın irşâdına bizzat me mur buyurdular idi. Müşaru n-ileyh Hazretleri vefât edeceği esnâda dahi umûm ihvâna hitâben; 413 Sâd, 38/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 169; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar,

90 beni arayanlar Hâlid Efendi de ve Hâlid Efendi yi arayanlar da bizde bulsunlar. Şimdi Hâlid Efendi ile biz bir vücud olduk buyurdukları gibi; acizlerine hitaben dahi; Oğlum Hâlid Efendi seni Allah ve Resullullah, bi l-cümle pîrâna emanet eyledim. Bi l-cümle sâlikan ve tâliban ve ihvân dini, nazar-ı himmetinizden devr eylemenizi tavsiye ediyorum. Diye o bâbda ki nâme-i aliyesinde irâde buyurmuş idi. 418 Şeyh Hâlid, hilâfet makamına yetkili kılındıktan sonra, şeyhi Ganizâde Muhammed Sâdık Baba tarafından kendisine iki tane hilafetnâme verilmiştir. Örnek olması açısından biz burada şeyhi tarafından kendisine gönderilen hilafetnamelerden birincisinin aslını, ikincisini özetleyerek sunmak istiyoruz. Birinci hilafetnamenin aslı şöyledir: Oğlum Hâlid Efendi, pederim, efendim hazretleri buyururlar ki: Oğlum tarikin nedir? diye sual edilirse, cevap ver ki: Tarikim Kur an ve tarik-i müstakim-i Muhammediyyedir. Tarik-i aliyeni çekiştirenlerden Allah razı değil, Muhammed Mustafa (s.) razı değil. Muhammed Babauddin Nakşibendî Üveysî razı değil buyurdulardı. Külahizâde Muhammed en-nakşıbendî el-üveysî, Şâh Muhammed Bahâuddin Nakşibendi den pîrdir. Sarı Hafız nâmıyla meşhur Ahmed Behçetî, Mustafa Münib, Hoca Efendi namıyla ma ruf Mustafa Arif ve Ganizâde Ahmed Nuri Efendilerin Tarikat-ı Aliye-i Nakşibendî el-üveysî Ahmed Behçetî namında bir zata verilmiş. O zât gûyâ mecâz ile bir kuruş verin sizi paşa edeyim demiş. Bizim tarikımızı dünyaya satıyor diye elinden tasarruf ve emaneti almışlar. Bunun üzerine kırk yıl hâli kalmış. Kayserili Külahizâde Hacı Mahmud Efendi ye işâret Seyyidü l-kevneyn ve Rasülü-s Sakaleyn (s.) ve Hızır (a.) vasıtasıyla ruhaniyet-i Muhammed Bahâuddin Nakşibendî marifetleriyle ser-hilafet tahtına cülûs ettirip şâh-ı velâyet mühr-ü şerifini ihsan ve tâc-ı hilâfeti aksa, ahvâl-i tarikat ve hatm-i hâceyi bu minval üzere tarif buyurmuşlar. Silsile-i şerifler malum çok Nakşi ismiyle kullar zuhur eylemiştir. Muhammed Bahauddin Nakşibendi usûl ve erkânı bu minvâl ile tarif etmiş ve bu minvâl üzere icra edilmesini irâde ve ferman buyurmuşlardır. Halvetten murat; gönlü, kudürât-ı masivâdan pâk eylemektir. Zâhirin halk ile bâtının Hakk ile beraber olmasıdır. Üç kişi tarikatlarının adâbını sual eylediklerinde, birisi teslim olduğunu, diğeri edep olduğunu söylerken, 418 Şeyh Hâlid, Hilafetname, v.9-10; Mektûbât, v

91 Muhammed Bahauddin Nakşibendi; Bizim tarikatımızda cümlesi de mevcuddur. Lâ mevcude İllallah deryasına müstağrak olmaktır, der. Oğlum Hâlid Efendi, tarik kitaplarında silsile-i ahvalim mevcud olduğundan tekrara hâcet yoktur. Tarikın nedir? diye sual edenlere tarikım Kur an dır de. Bu âlem de her şey hal ile kaimdir. Mirat-ı Muhammedi den Allah görünür daim. Oğlum Hâlid Efendi, erenlere kol kanat olunuz. Eli elimiz, dili dilimiz, kalbi kalbimiz, sırrı sırrımıza mazhar olup, kibâr-ı meşayıhtan olan Hâlid Efendi yedi dereceden on iki makam ile canımdır. Tâlellahu ömrüh ve zâdehû mâlehû ve ihsânehû ve nacâtehü fi ddar eyn. 419 Ganîzâde Muhammed Sâdık Baba tarafından Şeyh Hâlid e verilen diğer hilafetnâme de özet olarak, ihvân için en önemli şeyin imanın ikrar ve tasdiki olduğu belirtildikten sonra, imanın önemi üzerinde ayrıntılı şekilde durulur. Daha sonra imanın şartları olarak bildiğimiz; Allah a, meleklere, peygamberlere, kitaplara, ahiret gününe, kaza ve kadere iman ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. 420 Şeyh Hâlid, halifelerine, bir sâlike icazet verecekleri zaman, ne yapmaları gerektiğini şöyle anlatmaktadır: Bir sâlike icazet verecek olursanız, tamamen aradan çıkıp kâtip elinde kalem gibi, Yâ Rabbi, kul senin ve Habibullah (s.) dahi senin mahbûbun ve işte bu tâlib dahi sevgili Habibinin ümmetlerindendir. Her ne kadar rıza-i ilahiyeni taleb ve tarikat-ı aliye sûluklerini vasıta ediyorsa da bendedir sana, Malike l-mülk sensin. Sende senin olarak bir şeye mâlik olmadığını acz-i kemâl ile arz ve bu kulunu sana delâlet ediyorum. Tevfikini cümlemiz hakkında refik eyle, deyip sâlikin elinden tutar Mâlike l-mülk e teslim eder. Aldığınız dersi o vechle telkin ve isimlerini dahi bize yazarsanız Cenab-ı Allah tevfikini refik eyleye. 421 Tarikat şeyhleri ve tasavvuf mensupları, zaman içerisinde liyakatı olmayan ve seyr ü sûluk görmemiş ehil olmayan insanların şeyhlik iddiasında bulunmalarını önlemek için icazet zorunluluğunu getirmişlerdir. 17. yüzyıldan sonra şeyhliklerin babadan oğula geçmesi sebebiyle, tasavvufî eğitimin belki bir düşüş kaydetmesi, tekke şeyhleri için icâzetnâme aranması sonucunu 419 Şeyh Hâlid, Mektûbât, v Şeyh Hâlid, Mektûbât, v Şeyh Hâlid, Mektûbât, v.35; Hilafetnâme, v

92 doğurmuştur. Şeyhten icâzet olan sâlik, halife sayılır, tekke açmasına izin verilirdi. 422 Şeyh Hâlid Mektubâtı nda bazı şeyhlerin yerlerine kendi çocuklarını veya ehil olmayan kişileri halife tayin etmeleriyle ilgili olarak şöyle buyurur: Her bir şeyin sûrîsi ve manevîsi olduğu gibi hilafetin de sûrîsi ve manevîsi vardır. Bir şeyh bir kimseyi bir hângahın tasarrufu veya o diyarda bulunan sâlikânın zabt ve bastı için hilafet verse, o halife olan kimsede ise merâtib-i sûluk ve irşâd-ı sâlike alim olmaz, emr-i şeriat ve ahkâm-ı tarikatı aliyeyi ve esrar-ı hakikiyeyi bilmese, buna süret-i hilafet derler. Ama mânâ-yı hilafet meratib-i sûlûke âlim ve irşâd-ı sâlike ehil kimsedir. Üçüncü bir hilafet de, hakikat-ı hilafet, irşad-ı sâlike ehil olan kimsedir. Bazı kimselerde ise bu hilafetin sûrisi, manevîsi ve hakikisi 423 bulunur ki bunlar şeyhliğe ehil olanlardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, halife adı altında ehil olmayanların ortaya çıkmasıyla birlikte, icazet ve icazetname gibi şeyh tarafından halifesine verilen izin ve izin kâğıdı yaygınlık ve işlevsellik kazanmıştır. 5. Seyr u Sülûk Seyr ve sülûk kelimelerinin lügat manası; gitmek, yürümek, girmek, seyahat ve yol almak gibi anlamlara gelir. 424 Tasavvuf ıstılahı olarak; tarikata giren bir sâlikin, işin başından vuslat makamına ulaşmasına, yani tarikattaki gayesini gerçekleştirmesine kadar yapmış olduğu kalbî ve manevî yolculuk anlamındadır. 425 Seyr, cehaletten ilme, kötü ve çirkin huylardan güzel ahlâka, kendi vücudundan Hakk ın vücuduna doğru hareket demektir. Sülûk da tasavvuf yoluna girmiş kişiyi Hakk a vuslata hazırlayan ahlâkî eğitimdir. Seyr u sülûk, tasavvuf ve tarikata giren kimsenin manevî makamlarını tamamlayıncaya kadar geçirdiği safhalara verilen isimdir. 426 Seyr u sülûk tamamıyla psikolojik bir 422 Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, a. Sûret-i Hilafet: Şeyh bir kimseyi, herhangi bir hangâhın tasarrufu için ve orada oturan kimselerin zabt u rabtını temin maksadıyla hilafet vermesidir ki, bu gibi kimseler irşada me mur değildir. b. Mânâ-yı Hilafet: Sûluk mertebelerini bilen, Allah Teâlâ nın esma ve sıfatını anlayan kimselere, şeyhi halkı, bildiklerini onlara öğretmek için izin vermesidir. c. Hakikât-ı Hilafet: Bunlar insanları doğrudan irşâda me mur kimselerdir. Şeyhlik mertebesine ermiş olan bu gibi kimselerde üç özellikte mevcuttur. (Bkz.Şeyh Hâlid, Mektûbât, v. 16.) 424 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, ; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar, Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar,

93 olaydır. Müridin, tarikat prensipleri çerçevesinde yapmış olduğu ibadet, dua, riyâzet, mücâhede, halvet, tefekkür vs. neticesinde ruhun tedrîci olarak saflaşması ve ilahî hakikatleri kavramasına mâni olan perdelerin kalkıp aslî berraklığını kazanmasıdır. 427 Şeyh Hâlid, birçok mektubunda sülûk etmenin gerekliliğini belirtir. Sülûkün her Müslümana farz-ı ayn olduğu üzerinde durur. 428 Seyr u sülûk yoluna giren sâlik, kendisini bütün mahlukattan zelil görür, hâlini fâni bilip mülkünü tamamen Mâlik-ül-Mülk e teslim eder ve böylece maksadına ulaşır. 429 Şeytanın hile, desise ve tuzağından kurtulmak için sülûk yolunu seçen kimsenin Allah ın kapısına dayanıp, şeriat-ı Ahmedî ve Tarikat-ı Muhammediye nin kapısından girmesi, Ehlisünnet ve l-cemaat ve dört mezhepten birisine ve tarikat-ı aliyeden bir tarikata girip bir mürşid-i kâmil nezaretinde yol alması gerekir. 430 Şeyh Hâlid, sülûk ve sülûkun neticesini şöyle anlatır: Herhangi camii şerif kolayınıza gelirse o caminin mihrabında Cenab-ı Seyyid-ül-Mahlukiyye ve İmam-ı Mürselin Hazretlerinin riyaset eylemekte kâfi enbiyayı azam ve evliyayı kirâmın bi l-cümle efrad-ı ümmet o halkaya tesbihin dizildiği gibi dizilmiş ve Cenab-ı Resulullah (s.) in riyaset eylemekte ve diğerlerinin dâhi hatırınıza hâtur eden mâan o Sultan-ı Kevneynne ittiba ile bab-ı emâne sarılmış ve senin günah deryasına müstağrak olduğunu yâd ile o meclise dahil olmaya liyakat bulamayıp o halkanın saflarında kemal-i acz ile kuûd eden şeyhinin hırkası altına girip o halkada bulunanlar ile yek-dil olarak evrada devam eder. 431 Şeyh Hâlid Mektûbâtı nın sonunda asıl sülûkun sohbet olduğunu söyler. 432 Şeyh Hâlid Divanı nda, sâlik seyrü sülûk yoluna girdiği andan itibaren heva ve hevesten vazgeçip Hak zikrine devam etmelidir. Onun sadece Allah ın rızasına talip olması ve bunu büyük bir arzu haline getirmesi gerekmektedir. Sâlik in sülûkunun değeri arzusu ölçüsündedir. 433 Sâlike seyr ü sülûkda zikr-i Hak oldu esas 427 Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar, Şeyh Hâlid, Mektûbât, v Şeyh Hâlid, Mektûbât, v Şeyh Hâlid, Mektûbât, v Şeyh Hâlid, Mektûbât, v Şeyh Hâlid, Mektûbât, v Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı,

94 Ara bul bir mürşidi yalvarıp et sen iltimâs 434 İster emânâtı bir gün ol mâlik Hevâ vü hevesde sen etdin hâlik Böyle mi ederler sûlûkı sâlik Rûz u şeb etmekle cürm ü cinâyet 435 Sûlûk-ı sâlike kıymet hemen mikdâr-ı arzûsu Rızâ-yı Hakk a tâlib ol sîvâyı verseler alma 436 Sâlikin seyrü sülûk sırasında büyük bir aşk ile Allah ın emrine bağlanması ve rehberi iman hâline gelen aşık vasfına ulaşan bu kişinin marifet derecesine ulaşarak O nun tevhidinden uyanık olması gerekir. Çünkü Allah ın birliğinin ilmi ona her zaman lazımdır. 437 Kim ki âşıkdır Hudâ ya emrine münkâd olur Sâlikin seyr ü sülûkda aşka eyler iktidâ 438 Âşkın seyr ü sülûkda rehberi imân ola Fehm ede emr ile nehyi sâhib-i irfân ola 439 Sâlikân seyr ü sülûkda tevhide âgâh gerek İlm-i tevhid-i Hûdâ sâlike her gâh gerek 440 a. Nefsin Mertebeleri Seyr u sülûk esnasında sâlikin nefsinde meydana gelen değişmeler göz önüne alınarak, nefisle ilgili mükemmele doğru giden bir derecelendirme yapılmıştır. Yedi mertebeden müteşekkil olan bu derecelendirmenin her bir mertebesinde sâlikin nefsinin sahip olduğu özellikler değişik yönleriyle izah edilmiş ve her mertebede hangi ismin zikrine devam edeceği tarikatlarca tespit edilmiştir. Bu mertebelerden herbiri Kur an-ı Kerim deki bir âyetten mülhem olarak isimlendirilmiştir Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar,

95 Şeyh Hâlid, Mektubâtı nda ki dokuz numaralı mektubunda şeyhi Ganizâde Muhammed Sâdık Baba dan bahsettikten sonra, şeyhinin fenâ ehli olduğunu sülûke dair sözler söylediğinden bahseder. Şeyhinin kendisine fenayı seyr u sülûkun gerekliliğini belirten bir mektup yazdığını söyler. Ganizâde Muhammed Sâdık tarafından Şeyh Hâlid e yazılan bu mektupta genel hatlarıyla nefsin halleri anlatılmaktadır. Şeyh Hâlid, bu mektubu, teberrüken ve tefsilen anlatmaktadır. Bu mektupta nefsin her bir hali bir şehre benzetilir ve şehirde yaşayan insanlar o mertebedeki insanların özellikleriyle muttasıfftır. Nefsin yedi mertebesini sırasıyla ele alalım. a.1. Nefs-i Emmâre Münker ve günah olan şeyleri işlemeyi teşvik ve emreden nefistir. Kur anı Kerim deki Rabbimin merhameti olmadıkça, hiç kuşkusuz nefis, kötülüğü ve çirkinliği ısrarlı bir şekilde emreder. 442 ayet-i kerimesi nefsin bu makamına işaret eder. 443 Şeyh Hâlid Mektûbâtı nda nefs-i emmâreyi bir şehre benzeterek şöyle bahseder: O şehirde bulunan mahlukâtın çoğunluğu öyle bir mertebedeki insan rahat bir şekilde orada gezemez. Bu şehrin ahâlisi dünyâda bulunan her milletten insanlarla doludur. Türk, Kürt, Arab, Rum her türlü insan orda ikâmet eder. Şehirde dolaşırken şaşkınlığımdan garip bir hal aldım. Şehrin ortasında büyük bir kalenin bulunduğunu gördüm. Bu kalenin burç ve surlarında zulmet müşahede ettim. Anladım ki bu şehre hiçbir zaman hakikât güneşi düşmemiş bundan sona da düşmez. Şehirde yaşayanları gördüm ki, bunların tamamı zulüm içindeler. Oradaki insanlar köpek gibi bir lokma için birbirleriyle hırlaşırlar, birbirlerine zarar verirler. Şehvetlerinin elinde oyuncak olmuşlardır. Tamamen ateş ehli olmuşlar ve birbirlerini menfaatleri için gözlerini kırpmadan öldürürler. Zinâya aşırı düşkündürler. Fâhişe bir kadının peşine düşüp birbirleriyle savaş halindedirler. Livâtadan son derece zevk alırlar. Hırsızlık, cimrilik, iftira, gaybet ve içki içmek adetleri arasındadır. Allah tan zerre miktarı korkmazlar. Ayrıca bu günâhları işleyenlerin çoğunluğu Müslüman ulemâsından, insanları iyiliğe çağırıp, kötülükten sakınmalarını söyleyen kişilerdir. Bu şehirdeki kalede yaşayan 442 Yûsuf, 12/ Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar,

96 insanların içler acısı durumunu gördükten sonra bir miktar orada daha kalıp, o şehrin yönetim kadrosu hakkında bilgi sahibi oldum. Şehrin isminin emmâre olduğunu söylediler. Gâflet ve zulüm yurdu olduğunu anladım. Şehrin ileri gelenleri tamamen yasaklanmış işlerle uğraşmaktadır. Tamamı kötü ahlâk üzere olup, zevklerinin esiri olmuşlardır. Şehrin padişahına (aklı maâş) ahâlinin içler acısı durumundan şikayet ettiğimde dedi ki; eskiden İblis bu şehrin halkını yoldan çıkarmış, hepsi şeytanın esiri olmuşlar. Her ne kadar uğraştıysam da başarılı olamadım. Emmâre şehrinde bir müddet kaldıktan sonra, padişahından izin alıp şehirde bulunan levvâme diye adlandırılan başka bir kaleye gitmeye karar verdim. 444 Kötülükleri emredici durumda olan ve bu yüzden de emmâre sıfatıyla anılan nefis, bu ilk makamda dünyaya karşı eğilimlerle doludur. Kibir, hırs, hased, cehalet, zulüm, şehvetlere esir olma, kötülüğe meyilli olma gibi gerçekten kötü veya şer kabul edilen sıfatları vardır. 445 Bu mertebedeki sâlikin zikri La ilâhe illallah, seyri seyr ilallah usulü şeraite riâyet tir. Tevhid kalbe tesir edince, nefy gidip isbât kalır ve tedricen diğer esmâ zikrine başlanmak üzere ikinci makama geçirilir. 446 a.2. Nefs-i Levvâme Kınayıcı nefis anlamındadır. Tasavvufi olarak, bir parça kalbin nuru ile nurlanmış, o nur ölçüsünde uyanıklık kazanmış nefistir. Levvâme sıfatını alan nefis, yaptığı kötü işlerin farkındadır, yani gafletten bir parça sıyrılmıştır. Bu yüzden kendisini kınar, onları yapmak istemez. Ancak yeterince olgunlaşmadığı için onları yapmaya devam eder. Bununla birlikte bir takım iyileşmeler mevcuttur. 447 Şeyh Hâlid, nefs-i emmârede olduğu gibi, nefs-i levvâmeyi de bir şehre benzetir ve şöyle bahseder: Levvâme ahâlisi, emmâre ahâlisine kıyas edilmez. Emmâre şehrinde şeytan ikâmet ettiği için burada yaşayanlara tövbe nasip olmaz. Fakat, levvâme ahalisine, emmârede olduğu gibi şeytan tamamen musallat olmaz. 444 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Hayrani Altıntaş, Tasavvuf Tarihi, Ankara 1991, Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü,

97 Levvâmedeki insanlar da büyük günahları işlerler. Zinâ, livâta, gıybet, hırsızlık, içki içmek gibi kötü alışkanlıklara sahip iseler de hemen tövbe ederler. Hemen pişman olup Allah tan bağışlanma dilerler. Levvâme kalesinin kapısına vardığımda; Günahından dolayı tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir yazılı olduğunu gördüm. Hemen tövbe edip bağışlanma dileyip levvâme kalesine dâhil oldum. Levvâme şehrindeki insanlar, emmâre şehrindekilerin yarısı kadardır. Levvâme şehrinin ulemasından bir müftinin huzurum vardım. Hizmetinde bir müddet kaldım, ilim tahsil ettim. Levvâme şehrinin padişahına akl-ı maâş derler. Kibir, riyâ ve alay bunların özelliğidir. Bu levvâme şehrinde de bir çok âlim bulunmaktadır. Bu şehrin ahâlisinin ne meşrebde olduklarını sordum dediler ki: Bu şehrin ulemâsı, abidi ve zâhidi cimrilik, haset, kibir, taassub, nefsi arzulara tabi olma, gıybet ve nifâk meşrebindedir. Bir kısmı ise, cehennem korkusundan avf ve mağfiret ümidiyle ibadet ederler. Cennet arzusu için gece ve gündüz çalışırlar. Cennetin safâsı, huriler ve gılmanların özelliklerini birbirlerine anlatırlar ve birbirlerini teşvik ederler. Levvâme şehrinin abidlerinden birisine emmâre şehrinin ahalisinden şikayet ettim. Dedi ki: O emmâre şehri halkı; kâfir, müfsit, kâtil, namazı terk eder, zina yapar, livâtadan hoşlanırlar ve içki içerler. Onlar bizim şehrimize gelmezler. Ancak onlardan hidâyeti bulanlar bizim şehrimize gelirler. Yaptıklarından pişman olup, tövbe ederler. Allah tan bağışlanma dilerler ancak bizim şehrimize o zaman gelirler. Çünkü emmâre şehri âhalisine tövbe nasip olmaz ve peygamberin şefaâtine de nâil olamazlar. 448 Nefs-i levvâme safhasında sâlikin ruhunda kötülüklerden iyiliklere dönüş arzusu doğar ve önceki kötü fiillerinden dolayı kendi kendini kınamaya başlar. Adını Kur an-ı Kerim deki Ancak kendisini her zaman kınayan nefse and içerim 449 ayetinden almaktadır. Bu makamda sâlikin zikri lâfza-i celâl (Allah), seyri seyr lillah, makamı, kalb, âlemi berzâh tır. Bu makamda muhabbetullah hasıl olup nefs-i levvâme rûha tâbi olur Şeyh Hâlid, Mektubât, v Kıyâme, 75/ Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar,

98 a.3. Nefs-i Mülhime İlham ve keşfe nâil olan nefse, iyiyi kötüden ayıran irâdeye, nefs-i mülhime denir. Bu nefsin ulaştığı üçüncü makamdır. Bu, bir iyileşme derecesidir. Artık nefis, sevabını ve günahını Allah ın yardımı ile bilmektedir. Bu sebeple, Allah tan gayrı herşeyden uzaklaşır. Ruhlar alemine yönelen bu nefis, aşk hâli içindedir. İlmi sever, cömerttir, kanaatkâr ve mütevâzidir. Sabır ve tahammül gücü artmıştır. Müsamahakârdır, zahmete ve işkenceye katlanır. Kainâtın sırrına hayran kalır, halkı terk edip Hakk a yaklaşır. Sözü güzel ve hikmetli olur. 451 Şeyh Hâlid Mektûbâtı nda nefs-i levvâmenin akabinde nefs-i mülhimeden şöyle bahsetmektedir: Mülhime kalesinin padişahına akl-ı maâd derler. Vezirine ise sultan-ı aşk derler. Mülhime kalesine, levvâme ahâlisinden giden olmaz. Eğer ki, bazı kimseler gider ise bir daha levvâme kalesine alınmaz. Çünkü onlar mülhime şehrinde aşk ve muhabbet ile kendilerinden geçip neyi var neyi yok fedâ ederler. Bizim sultanımıza (akl-ı maâş) itibar etmeyip ırz, namus ve vakarı terk edip, tasavvuf diye yazılmış kitaplar var ki, onları okuyup yazarlar. Bu kitaplar şer i şerif kitaplarına mutâbık değildir. İçlerinde mürşid ve rehberleri vardır. Bazı kimseleri vardır ki; hırka, tâç ve abâ giyip sûret olarak ehlullah gibidirler. Fakat söz ve fiilleri şer i şerife terstir. Bu tür kimselerin sözlerine itibar ederler. Mülhime kalesindekiler, saz, söz, nağme, tanbur, ney ve kudûm ile Allah ı zikrederler. Onlar bizim levvâme şehrimize gelip müziklerini icrâ edemezler. Mülhime kalesinin kapısının üzerinde; Cennet kapısı ve Lâ İlâhe İllallâh yazılı olduğunu gördüm. Kelime-i Tevhidi okuyup hemen Allah a secde-i şükür edip, mülhime kalesine dâhil oldum. Nakşibendiyye-i Üveysi tekkesinde ikâmet edip, saz, söz, şevk ve zevkle Allah ı zikrediyorlardı. Aralarında kibir, haset, buğz, koğuculuk ve düşmanlıktan eser yoktur. En büyüğüyle en küçüğü arasında sevgi, saygı hakim olmakla birlikte, birbirlerini kesinlikle incitmezler ve daima hoşgörü içindedirler. İçlerinden söz sahibi birisine dedim ki: Ben bir gârip yolcuyum gönül derdine düştüm, benim bu derdime derman olacak bir doktor bulunur mu? Soruyu sorduğum kişinin ismine ise hidâyet derlermiş. Cevap verdi: Senin derdinin dermanı bu mahallede bulunmaz. Burada bulunan doktorlar, görünüş olarak hırka, taç ve abâ giyip şeyh suretine bürünüp, ahlâki açıdan çöküntü içinde olan 451 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü,

99 kimselerdir. Bunların işi; şân, şöhret, şehvet peşinde olup, içki içmek, oyun ve eğlenceyle günlerini gün etmektir. Bu mülhime kalesinden hicret et, mutmainne kalesinde mahalle-i mücâhede vardır. Orada derdine derman olacak doktor bulunur. 452 Mülhime iyileşmenin bir derecesidir. Artık nefis, sevabını ve günahını Allah ın yardımıyla bilmektedir. Allah tan gayrı her şeyden (masiva) uzaklaşır. Ruhlar âlemine yönelen bu nefis, aşk hali içindedir. İlmi sever, cömerttir, sabır ve tahammül gücü artmıştır. Kainatın sırrına hayran kalır. 453 Nefs-i mülhime, adını Kur an-ı Kerim deki, Nefse ve onu düzenleyene and olsun ki, nefsini temizleyen kurtulmuş, onu kirleten ise ziyâna uğramıştır. 454 ayetinden almıştır. Mülhime mertebesinde seyr, seyr alallah, zikr ism-i Hû, âlem âlem-i melekût, makam makam-ı rûhtur. 455 a.4. Nefs-i Mutmaine Doyuma, huzura, rahata kavuşmuş nefis anlamında Arapça bir ifadedir. Bu nefis, kötü sıfatlardan sıyrılmış, güzel ahlâk ile ahlâklanmıştır. 456 Bu nefsin temel özelliği fakr dır. Fakr ise kişinin bütün nefsâni arzu ve isteklerinden kurtulması demektir. Nefsin üzüntüleri son bulmuştur, kalb her şeyden emin olmuştur. Cömertlik, doğruluk yumuşak huyluluk, alçak gönüllülük, güler yüzlülük, tatlı dillilik vs. oluşur. 457 Şeyh Hâlid Mektûbâtı nda nefs-i mülhimeden sonra nefs-i mutmainneden bahsetmektedir. Aradığını mülhime şehrinde bulamayan kişi, mutmainne şehrine yönlendirilmektedir. Şöyle ki: Mülhime şehrinde derdine deman bulamayan kişiye derdinin dermanının mutmainne kalesinde olduğu söylendiğinde hemen orada bulunan mücâhede mahallesine varıp misafir oldu. O mahallenin ahâlisi, edip, zâkir, şâkir olup, mücâhede, hac, namaz ve ibâdetin her çeşidiyle meşgûl olmaktadırlar. Bu şehrin âlim ve fâzıl kişileriyle görüştüğünde, bu kişilerin hal ve gidişatından, kötü ahlâktan, şirkten, zulümden ve gafletten uzak olduklarını anladı 452 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Altıntaş, Tasavvuf Tarihi, Şems, 91/ Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Ali Kuşat, Nefis Mertebelerine Psikolojik Bir Yaklaşım, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Sayı:9, Ankara 2002,

100 ve hemen Allah Teâlâ nın (irci îy-giriniz) hitabı mucibince bu mutmainne kalesine dahil oldu. Uzun süre orada, ikâmet edip, ahâlisi gibi zikrullah ile meşgul oldu. Sâbır, tahammül, kanaât ve gayretle mücâhedede sebât etti. Burada bulunan tabiblere rica edip dedim ki: Benim derdim şirk-i hâfi, gaflet ve zulmettir. Benim derdime bir çare bulsanız. Cevap olarak dediler ki: Burası mücâhede mahallesidir, derdinin dermanı bulunmaz. Mutmainne kalesine yakın bir mahalle vardır, derdinin dermanı orda bulunur. O mahalleye mahalle-i murakâbe ve mahalle-i münacaât derler. Derdinin dermanını orda bulursun dediler. 458 Bu mertebede sâlikin kalbinde ilâhi aşk da yerleşmiş, dünyayı ve onda olan her şeyi (masivâyı) kalbinden çıkarmış her şeyde Hakk ın fiillerinin tecellilerini müşahede eder hale gelmiş olur. Bu yüzden kalbi itmi nân içerisinde ve huzur doludur. Allah ın dışında hiçbir şeye değer vermediği için de son derece cömerttir. 459 Adını Kur an-ı Kerim deki: Ey itmi nâna ermiş nefis 460 ayetinden almıştır. Bu makamda Seyr, seyr maallah zikir, İsm-i Hakk tır. Makam ise ayne l-yakin makamıdır. 461 a.5. Nefs-i Râziye Kendisi ve başkaları hakkında tecelli eden kazâ hükümlerine -gerek hayır, gerekse şer olsun- tereddütsüz teslim olup rızâ gösteren nefsin makamıdır. Bu makam sâlikin esrâr-ı ilâhiye muttali olup şuhûd-ı kemâl ve vahdete erdiği makamdır. 462 Bütün hallerinde kemâl derecesini kazandığı için kendine râziye sıfatı adı verilen nefis, yerilmiş beşeri sıfatlardan âdeta sıyrılır, fenâ haline ulaşır. Emir ve yasakları bütünüyle tatbik eder. Güzel huylar kendinde ortaya çıkmıştır. Allah ın fiillerinin, isimlerinin ve sıfatlarının tecellisi zaman zaman onda tezâhür eder. Hakka l-yâkin mertebesine ulaşmıştır. 463 Şeyh Hâlid aynı şekilde Mektûbât ında mutmâinne kalesinde aradığını bulamayan kişinin, râziyye (murakabe veya münacaât) kalesine yöneldiğini belirtir. Şöyle der: Bu mahallede (mutmâinne) derdine dermân yoktur. Lâkin 458 Şeyh Hâlid, Mektûbât, Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar, Fecr, 89/ Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatar, Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, Altıntaş, Tasavvuf Tarihi,

101 mutmâinne kal asine kârib bir mahalle daha vardır. O mahalleye mahalle-i murâkabe ve mahalle-i münacât derler. Bu senin illetine ilaç eder, tâbib onda bulunur, dediklerinde hemân mahalle-i murakabeye vardım. Gördüm ki ahâlisi zikr-i kalb de veled-i kalb sahibleri olup huşû ve huzurunda melül, mahrum, binutk, bi-lisân, zâhirleri harab, bâtınları mâmur olup, meşrebleri hâlim, selim, teslim, havf-ı Hüda dan başka birbirleriyle ülfet ve sohbet etmezler. İlim ve hikmeti ile asla birbirlerini murâkabeden men etmezler. Ve birbirlerinin huzurlarına mâni olmazlar. Fakir dahi o murâkabe mahallesine vardım. Ve nice seneler ikâmet edip onlar gibi vazifeye devam eyledim. Lakin gafletten azâde oldum. Ammâ şirk-i hâfiden ve gönül zulmetinden azâde olmadım. Gözüm yaşlı olup, zâr-ı giryân hayrette hayran bir garip seyrâna uğradım. Gamda gark olup her ânda ölmeyi arzu edip, ölmeden başka çare bulamadım. Ve ölmek dâhi yed ihtiyarımda olmadığından melul ve mahzûn murâkabede dururken yine mukaddem nush eden nâsih gibi hidâyet-i Hakk tâm zühur edip hâl-i perişanıma merhamet edip buyurdular ki: Ey gurbette esir ve zâr-ı giryân sen derdine bu hâl ile dermân bulamazsın. Bu mahalle-i murâkabeden geç, mutmâinne kal asi kapısı önünde bir mahalle vardır. 464 Aradığını burada bulamayan kişi bir sonraki mertebe olan, nefs-i marziyyeye yönlendirilmektedir. Bu makamda olan kişi, güzel huyların kendisinde oluştuğu bütün ahlâki güzelliklere sahip olan kişidir. İyilik onun temel özelliğidir. Herkesten sevgi ve saygı görür. Sahip olduklarından memnûn ve mutludur. 465 Kur an-ı Kerim deki Sen O ndan razı O da senden razı olarak dön Rabbine 466 ayeti bu makama işaret sayılır. Bu makamda seyr, seyr fillah zikir, ism-i Hayy dır. Makam ise, müşâhede makamıdır. 467 a.6. Nefs-i Marziyye Arapça, hoşnut olunan nefis, kendisinden razı olunan nefis anlamına gelir. Allah bu nefisten razıdır. Bu vasfa kavuşan nefis, beşeri istekleri terk etmiş, güzel huylu olmuştur. Kusurları affeden, güzel düşünen, şefkâtli, eli açık, insanları sırf 464 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Kuşat, Nefis Mertebelerine Psikolojik Bir Yaklaşım, Tasavvuf, Sayı:9, Fecr, 89/ Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar,

102 Allah için seven, hassas, ince düşünceli, nefis muhasebesini en iyi şekilde yapan, herkeste bulunmayan güzel meziyetlere sahiptir. 468 Şeyh Hâlid nefs-i marziyyeyi Mektûbâtı nda mahalle-i fenâ olarak bildirir. Şöyle bahseder: Mahalle-i fenâya varıp misafir oldum. Ahâlisi dilsiz gibidirler, konuşmaya takatları yoktur. Sağlıklarından ümit kesmişlerdir. Her ân ölümü bekler haldedirler. Kendilerinde bir mülk bırakmayıp mülkü tamamen Mâlik-ül Mülke teslim etmişlerdir. Gece ve gündüz ibâdetle meşgul olup, ibadetlerini Allah Teâlâ nın bir nimeti olarak görürler. Allah ın rızasını kazanmak için ibadet ederler. Kendi acizliklerinin farkında olup dünya ve içindekileri terk edip, kendilerini tamamen Hakk ın rızasına adarlar. Fenâ ve hâl-i fenâ yı anlatmak mümkün değildir. Bu hâli yaşamayan onun sırrına eremez. Bu hâle ulaşan kişi artık kendinden geçer ve rabbî ile bütünleşir. Her ne iş yaparsa rabbinin yaptırmasıyla olur. Tamamen Hakk ın rızası gözetilir. 469 Şeyh Hâlid fenâ halini anlattıktan sonra çeşitli örneklerle bu fenâ halini örneklendirmektedir. Şöyle ki: Bu fenâ-yı efâle Kur an-ı Azümü ş Şan da bir delil var mıdır? Var ise (Kûl Külli min indillah) ayetleri sende ayân dır. Hz. İbrahim (a.s.) nâr-ı Nemrud a atıldığında bi l-cümle eşyaya müvekkil olan melâike-i Kirâm Hazreti, Cenâb-ı Vâhib-ül-Atâyâ Hazretlerinin izni ve icazetiyle Hz. İbrâhim (a.s.) a gelip; Yâ İbrahim Cenâb-ı Hâlik-i Mevcudât Hazretleri bizi emrine müsahhar eyledi. Emreyle şimdi bu ateşi söndürelim diye ilticâ eylediklerinde Hz. Halilullah ın, benim sizin muâvenetinize ihtiyacım yoktur dediğinde, Hz. Cebrâil (a.s.) Cenâb-ı Vâhib-ül-Atâya Hazretlerine ilticâ eylediğinde, yâ Cebrâil bende benim olarak bir mülküm yoktur. Bana mâlik Cenâb-ı Hâlik-i mevcudâttır. Halimi benden ziyâde bilir, Alimü s-sırr ve l Hafiyyâttır. Eğer rızası beni yakmakta ise, benim muradım, murad-ı ilâhide fâni olmuştur. Murâdım ancak rızasıdr. Ve eğer yakmayı murâd eyledi ise, mahlûkâtta kendi zatıyla bir şeyi yapmaya kuvvet ve kudreti yoktur. Her eşyada ve mahlûkâtta kuvvet ve kudret ile kâimdir. Mahlûkât kendi kudretiyle bir şeye kâdir değildir. Diye cevap verdiğinde Cenâb-ı Vâhib-ül-Atâyâ Hazretlerinin, yâ nâr Hâlilim tabiat-ı beşeriyeden çıktı, sende tabiat-ı nârından çık ve Hâlilim üzerine soğuk ve selâm ol, fermânı ilâhiyesi hem hâl-i fenâyı bu ümmete bildirmek ve 468 Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Şeyh Hâlid, Mektubât, v

103 hem de makâm-ı fenâda olanların indallahta derecelerini göstermek olduğu bu hâle aşina olanlara rûşenâdır. 470 Ayrıca fenâ hâliyle ilgili olarak Şeyh Hâlid in Mektubâtı nda Peygamberimizle, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile ilgili örneklerde bulunmaktadır. 471 Şeyh Hâlid fenâ ve hâl-i fenâyı anlattıktan sonra, bu durumun tam olarak ehli tarafından anlaşılabileceğini şu sözüyle anlatmaktadır. El-hâl lâ ya rif bi l-kâl ehline göre malûmdur. 472 Nefs-i mardiyye makamı, Allah ile kul arasında rızânın müşterek bir vasıf olduğu, kulun Allah tan, Allah ın kuldan râzı olduğu makamdır. Kur an-ı Kerim deki: Oda senden razı olarak dön rabbine 473 ayeti bu makama işârettir. Bu makamda seyr, seyr anillah, zikir ism-i Kayyum dur. Makamının adı da Hakka l-yâkin dir. 474 Sâlik Allah ın da lütfuyla bu mertebede şu özellikleri kazanır. Allah tan başka her şeyi terk, mahlukâta lütufla muamele, Allah a yakınlık, Cenâb-ı Hakk ın sanatlarını tefekkür, O nun taksimine rıza ve marifetullahı elde etme. Bu makama ulaşan kamil zât, eşyanın hakikat ve sırlarına vâkıf olmuştur. 475 a.7. Nefs-i Kâmile Sâlikin ulaştığı en yüce makam olup, artık sâlik kâmil sıfatını kazanmıştır. Bütün güzel sıfatları kendinde toplamış, adetâ cisimleşmiş bir melek hâlini almıştır. Bu makamdaki kimsenin hareketleri ve davranışları hasenât ve ibâdetten ibarettir. Sözleri hikmettir. Yüzündeki nur, bakanlara huzur ve ferahlık bahşeder. Onu görenler ister istemez Cenab-ı Hakk ı hatırlar. Bu makama ulaşıp vuslat ın sırrına eren kişi, bütün ilâhi sırlara vâkıf olmuştur. Kesrette vahdet ve vahdette kesret sırrını elde etmiştir. 476 Şeyh Hâlid bu gruba giren kimselerin özelliklerini şeyhin kısımları olarak ele aldığı meczûb-u sâlikte anlatmaktadır. Şöyleki: Meczûb-ı sâlik ittiba etmeye ehil olan kimselerdir. Bunların cezbeleri sûlükten öncedir. Bunlar bir nev i melek gibidirler. Şeyhliğe ve iktidâ etmeye layık olanlar bunlardır. Bunlar cezb-i ilâhi 470 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Ayrıntılı bilgi için bkz. Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Fecr, 89/ Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar, Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar,

104 olur. 478 Bu makamda sâlik, bütün ma rifet sıfatlarını kazanarak irşâd mevkiine vasıtasıyla beşeri sıfatlardan ve hayvani arzulardan uzak olan kimselerdir. Masivâ dışında bir kaygıları yoktur. Kendilerinden geçmişlerdir. Rabbini bilen, kendini bilir irfanına mazhar olmuşlardır. Rabbini gören, kendini görür diyenler gibi hakikâti görmüşlerdir. Kendilerinden fâni olmuşlar ve Hâk ile bâki olmuşlardır. Kesrette vahdeti müşahede ederler. Tâlibin irşâdına kendilerini adamışlardır. Makam-ı mahbûbiyete ermişlerdir. Gerçek manasıyla Hakk ın halifesi olmuşlardır. Bunlara mutabaât Resulullah a mutabaâttır. Aynı şekilde Allah Teâlâ ya mutabaâttır. Cenab-ı Allah ın Kur an-ı Kerim de buyurduğu; İnnellezine yubâyiûneke innemâ yubayiünnellahe yedullâhi fevkâ eydihim. (Her halde sana biat edenler ancak Allah'a biat etmiş olurlar. Allah'ın eli (kudreti) onların elleri üstündedir.) 477 hakikâti bunların nâil olduğu makamdır. Çünkü bunlar Rasulullah ın varisleri ve kâim makamıdır. Aynı zamanda halifetullahtır. Bunlara iktidâ her müslamana vaciptir. Hangi tarikata mensup olursa olsun bu tür insanlar bulunduğunda fırsatı kaçırmadan mutabaât edilmelidir. Sonra iş işten geçmiş yükselir. Bu makam vehbidir. Seyri seyr billah, zikri Yâ Kahhâr dır. 479 b. Seyr u Sülukun Gerekliliği Şeyh Hâlid sûluk ve nefsin mertebeleriyle ilgili söyleyeceklerini söyledikten sonra mektubunu seyr u sülukun gerekliliği beyan eden şu sözleri ile tamamlamaktadır: Ey ihvân sakın hatırınıza bu şeyh bu sözleri nereden çıkarıyor, sûluku sûubete düşürüyor biz bu sözleri şimdiye kadar duymadık diye bir şey getirmeyiniz. Evvelen bilin ki sûluk her bir müslim ve müslümeye farz-ı ayndır. Kim ne derse desin kulağıma girmez. Zira bugünkü İslam olan bir mühtediyeye ahkâm-ı İslamiyeden her ne var ise cümleside ashâb-ı resul rıdvânullahû teâlâ aleyhim ecmâin hazretlerine nasıl farz oldu ise öylece farz olmuştur. Ashabın dini başka ve bugün ki müslümanın dini başka değildir. Her bir fert, Cenâb-ı Seyyidü l Kevneyn (s.) in getirdiği din ile mükelleftir. Bunu inkâr eden kâfir olacağı âşikâredir. İş böyle olunca, üzerine meselen, hacc farz olan bir kimse yolun 477 Fetih, 48/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar,

105 zahmet ve meşakkatinden esnâyı râhta hırsız havfından, havf ile hacca gitmemiş olsa, o adamın şu evhâmı haccın farziyetini sâkıt edemediği gibi, şunun ve bunun evhâmına kapılıpta sûlukten ictinâb eylediği cihetle tarik-i müstakime sâlik olmaması sûluku iskât edemez. Madem ki kulsun, kulluk lazım ve fert olmak Hâliki bilmeye mütevakkıf olduğu gibi Hâlıkı bilen dahi emrine imtisâl ve nevâhiyesinden ictinâb ile olur. Ve l-hâsıl en evvel İslâma farz olan Lâ ilâhe illallah Muhammeddü r-resûlullah kelime-i tayyibesini kalb ile tasdik ve lisân ile ikrâr edip, şirk-i celî ve hâfiden halâs ile beraber kalbini telvisât-ı ma-sivâdan tathir ve muhabbet-i ilahi ile alâ merâtibihim tathir eylemedikçe diğer ibâdet farz olmaz. Bu tathirât dahi evvelen sâlik itikâdını Ehl-i Sünnet Ve l Cemaat itikâdına tatbik etmek ve ikincisi ibadetin ancak Allah için olduğunu ve Allah ın gayrı için olunan ibâdet ve taâtin merdûd ve sâhibinin kâfir olduğunu bilip Cenâb-ı Vahib-ül Atâyâ Hazretleri için ettiği ibadetle Allah ın gayrıyı taleb eylemekle denâet olduğunu bilip ictinâb eylemenin lâzım geldiğini bilip ibâdetini bu yolda tathir eylemek lâzım olduğunu ve bunlarda ancak bir mürşid-i zinde hayye teslim ve sûluk ile hâsıl olacağı cihetle her müslüm ve müslümeye sûluk lâzım ve elzemdir Aşk ve Muhabbet Aşk, sarmaşık manasına gelen ışk kelimesinden alınmıştır. Sarmaşık, sarıldığı yeri nasıl kaplarsa, aşk da girdiği kalbi, hatta insanın vücudunu öyle sarar. Aşk, muhabbetin seveni kavraması, bütün vücuduna yayılması, âdeta onu sarmaşık dalları gibi kucaklamasıdır. Aşk, her durum ve hâliyle insanı, Hakk a götüren yoldur. O, ister süfli arzulardan uzak iki insan arasında duyulan mecâzi aşk olsun, ister Allah Teâla ile kul arasındaki gerçek aşk derecesini bulsun, neticesi aynıdır. Hakikâte mecaz köprüsünden ulaşıldığına göre, mecâzi aşk da kulu ergeç, Mevlâ sına kavuşturur. 481 Mutasavvıflarca meşhur olan Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeyi istedim, mahlûkâtı yarattım şeklindeki kenz-i mahfi hadisinin delâletine göre, muhabbet başlangıçta Hakk tan zuhur etmiş ve bütün âlemin icadına sebep 480 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar,

106 olmuştur. 482 Aşk, muhabbetin ifratı, yani sevginin aşırılaşmasıdır. Ya da aşırı bir dereceye ulaşmış sevgidir. Şu ayet bunu ifade etmektedir: İnananlar ise Allah ı aşırı derecede severler. 483 olduğu şekilde saf olarak zuhur ettiğinde hubb diye adlandırılan bu sevgi insanı bütünüyle kuşatır; sevgiliden başka hiçbir şeyi gözü görmeyecek derecede insanı kör eder. Bu hakikat, insan vücudunun bütün organlarına, bütün duyularına ve ruhuna işler, damarlarındaki kan gibi her yerinde deverân eder, insanın eti olur, vücudunun bütün mafsallarına girer; bedeninin ve ruhunun bütün parçalarını etkileyerek, insanın varlığıyla özdeş olur, öyle ki insanda artık ondan başka bir şeye yer kalmaz. Bu noktaya geldiğinde, bu dereceye ulaştığında ise, insan başkasıyla konuşurken bile, sevgilisiyle konuşur; başkasından bir şey duysa, sevgilisinden duymuş olur; her neye baksa, sevgilisine bakar gibi olur; gördüğü her şeyde sevgilisinin suretini görür; herhangi bir şeyi görse Bu O dur! der. İşte o zaman bu sevgi aşk diye adlandırılır. 484 Aşk, sûfiler için aşağılık nitelikleri eğitmeninin tek şer i yoludur. Aşk yolunda akıl, kitap yüklü eşeğe benzer, topal bir eşektir. Oysa aşk, Muhammed i Allah ın huzuruna götüren kanatlı Burak tır. 485 Aşk gazabı merhamete dönüştürür, ölüleri hayata döndürür, köleleri padişah tahtına oturtur ve kralları köle yapar. En nihayet, olgunlaşmanın bir yolu olarak aşk, benliği ateşe atar ve onu sevgiye, aşka dönüştürür. Aşk karşısında korku bir hiçlik olur ve aşk etki ettikçe daha çok enerji meydana gelir. Dini anlamda aşk mevcut yetmiş iki fırkadan daha güçlüdür. 486 Şeyh Hâlid, tarikatta rehber (mürşid) olan kimsenin ihvânının gönlünü kötülüklerden temizlemesi konusunda, ihvânın aşk ve şevkle mürşidine bağlanmasını zarûri olarak görmektedir. Müridin gönlünün mürşidine kayması gerekmektedir. Mürid ile mürşid arasında muhabbet zûhur etmelidir. Bunun yolununda devamlı zikir, beş vakit namaz ve resule ittiba ile olacağını belirtmektedir. Bunları belirttikten sonra şöyle bir hikâye anlatmaktadır: Dervişin birisi şeyhi huzuruna gelir. Cenâb-ı Seyyid-ül Kevneyn (s.a.v.) Hazretlerine aşık olduğundan bahsle rüyada olsun bir defacık görmek arzusunda bulunduğu halde, 482 Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, Bakara, 2/ İbn Arabî, İlahi Aşk, ter. Mahmut Kanık, İstanbul 2003, Annemarie Schimmel, Tasavvufun Boyutlar, haz. Yaşar Keçeci, İstanbul 2000, A. Reza Arasteh, Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş, ter. Bekir Demirkol ve İbrahim Özdemir, Ankara 2000,

107 göremediğini, müteessir olduğunu beyanla çâresini sual eylediğinde, şeyhi bulunan zât dâhi oğlum kolaydır. Bu gün akşama kadar tuzlu yemeklerden ziyâdece ekl et ve su da içme. Susuz olduğun halde yat. Sabaha kadar ne mûşâhede edersen gel, hayır ve şer, ben de ona göre derdinin dermânını bulayım der. Biçâre derviş dahi şeyhinin emri vechiyle akşama kadar tuzlu yemeklerden ekl eder ve su da içmez. Susuz olarak yatar. Rüyasında çok soğuk suların başında su içer içer kanmaz ve doymaz. Sabaha kadar suların başından ayrılmaz olduğu ve bu hâl üzere uyanıp şeyhi bulunan zâta gidip rüyasını söylediğinde; Oğlum işte hâlini gördün mü? Bu gün suya iştiyâk eylediğin sebeple sabaha kadar suyun meclisinde devr olmadın. Eğer Seyyid-ül-Kevneyn (s.a.v.) Hazretlerine dahi suya olan iştiyâkın gibi iştiyâkın olsa idi, bir dakika meclisinden devr olmaz idin. İmdi bu iş fevri dava ile olmaz. Bu saadete ermeye aşk ve muhabbet lazım. Ve ona da abd ve ubudiyetle ve devam-ı zikir ve sâlat-ı selam ve sünnet-i resule ittibâ ile çare bulunur. 487 Şeyh Hâlid yukarıda ki sözlerinden sonra aşk hakkındaki düşüncelerini şöyle belirtmektedir: Aşktan dahi bir parça söz söylemek lazım geldi. Mahlûkun aşk ve muhabbeti senin sabır ve arâmını alır bî-sabır ve arâm eder. Gönlünde onun muhabbetinden başka bir şey bırakmaz. Hadd ve hâline meftûn ve düşünde de hayaline pây-bendesin. Sıdk ve safâ ile onun emrine şöyle matlûb olursun ki dünyâ ve mâ-fihâ gözüne çöp kadar görünmez, mâl ve mülkünde gözüne zerre kadar görünmez. Yolunda cümle varını fedâ edersin. O mahbûbun gönlünde öyle mekân tutmuştur ki, onun muhabbetinden başkasına yer kalmamıştır. Ve ondan başkasıyla muhabbet eylemek istemezsin. Onun hayali gözünden gitmez ve gözünü yumarsın gönlünden gitmez. Yâni muhabbeti zâhir ve bâtınını ihâta eder. Ve o mahbûbesini o kadar tasdik eder ki, onsuz bir nefs-i sâbir olmazsın. Ve onun sevdasıyla rüsvây olmaktan da zerrece havf etmezsin. Ve o cânan senden cân taleb ederse, canını fedâ eder ve başına dahi vuracak olursa, başını önüne tutarsın. Bir aşk ki, onun bünyâdı ve esası arzuyu nefsânî üzeredir. Aşk-ı mecâzî böyle olur ise pes acemi zannedersin, Salikân ehl-i tarikattan yani ehl-i ilâhiyenin aşk-ı hakiki deryasına pâk olurlar. Onlar canâna muhabbetleri sebeple candan fâriğ ve azâdelerdir. Ve mahbûblarını zikr sebebiyle dünya ve mâfihâdan fâriğlerdir. 487 Şeyh Hâlid, Mektubât, v

108 Hûdayı zikr eylemek sebebiyle halktan kaçmışlardır. Ve şöyle medhûş ve lâya kıl olmuşlardır ki kendi nefislerini dahi unutmuşlardır. Târik-i Hakk sâliklerine nebâtat ve şarabâtla ilaç eylemekte mümkin değildir. Zirâ onların dertleri dermân kabul etmez bir derttir. Onların ezelde vâki olan elestû bî-rabbikûm kelâm-ı şerifi ilan olduğu gibi kulaklarındadır. Ve kâlû belâ feryadıyla cüş ü hurûşdadırlar. Bunlar emri ilâhi ile bâtın aleminde ahvâl-ı dünyaya mutasarrıflardır. Umûr-u mahlûkâta mübâşirelerdir. Ve lâkin zâhirde bir köşede sâkinlerdir ki, hallerine kimse muttali değil kademleri hâki dir. Yani hareketlerinden kimse agâh değil ve nefisleri ateşindir. Yani müstecâbü tda vettirler. Cenâb-ı Allah onların dilediklerini kabul eder. Bunlar bir nâra ile bir dağı yerinden koparırlar. Ve bir nemle bir şehri birbirine urûrlar. Yani harab ederler. Ve bunlar rüzgar gibi pinhândırlar. Yani mahsûsi değillerdir. Ve tasarrufu dünya ve ibâdet-i mevlâda çabuklardır. Ve hacer gibi hâmûş, ammâ gönülleri müsebbih ve zâkir-i Hüdâdır. Evkât-ı seherde o kadar zâr u efgan ederler ki gözlerinin yaşı, gözlerinden gaflet uyku sermesti pâk eder. Yani şevki ilâhi ve havfi rabbâni ile ağladıklarından uyku hatırlarına bile gelmez. Rûz ve leyâl ibâdeti Hûda ve zikr-i Mevlâ ile nefislerini zelil ve zebûn ederler. Ve seher vakitlerinde de Hakk a ibâdet etmedik, menzil ve maksûda yetişmedik diye feryâd ve figân ederler. Bunlar gece ve gündüz muhabbet-i ilâhi ve aşk-ı rabbâni deryâsına müstâğrak olduklarından hayrette kalıp, akl-ı maâşın tasarrufundan el yumuşlardır. Ve Cenâb-ı Mevlâya aşk ve muhabbetleri sebeple mâ-sivâden el yumuşlardır. Hâsılı vâhdet hâlis şarâbını her kim nûş eyledi, dünyâ ve ahreti ferâmûş edip Allah tan başkasına gönül verip iltifât eylemedi. 488 Şeyh Hâlid anlatılan bu mertebeye ermeyi murad edenlerin yapması gerekenleri de şöyle belirtmektedir. İmdi ey sâlik bu mertebeye ermek murâd edersen, evvelen bilâdı evsâfı bey ân olunan bir halif-i ekmel bulup bey ât eylemen lazımdır. Kemâ kâle Allahû Teâla Vettebiüv ileyhi l vesileti sümme câhidüv (O'na yaklaşmaya vesile arayın, O'nun yolunda cihad edin ki, mutluluğa erebilesiniz.) 489 buna delildir. Kendini günâh deryasına müstâğrak olmuş kıyâsi edip ve bu hâlde Allah tan başka meded ve inâyet edecek bir kimsenin olmadığını bilip kemâl-i huşû ve bab-ı ilâhiyede tezellül ile behr-i yevm ekallen yüz istiğfâr 488 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Mâide, 5/

109 ve bin salavât-ı şerif ve beşbin zikr-i ilâhi kıraâtla şer-i şerifi bâş tâcı edip ve beş vakit namazı edâ ile teheccüd ve salat-ı evvâbin ve salat-ı duhâ ve secde-i şükür edâ eyledikten sonrada ölmeye nefsi razı edip, hâzır-baş olmak ve ben Allah ı görmüyorsam da Cenâb-ı Allah beni görür ve her bir hâl ve muâmelatımda bana benden daha ziyade vâkıftır diyerek bir ân ve bir dakika gâfil olmamaya çalışıp ve her bir muâmelatında mesûl olacağını dahi kemâl-i yakin ile bilip ona göre iş etmek lazım. Ve her halde kul olmak iktizâ eder. Zirâ tarikımız abdiyyettir. Abdiyyetin ne olduğunu bil ahare arz ederim. Lâkin muhtasaran burada bir parça bey ân ederim. Bir hizmet var ki mukâbilinde mükâfat gözetilir. Bu herkesin kârıdır. Bir hizmette var ki efendisinin lûtuf ve inâyetine müstağrak olmuş ve her anda binlerce eltâfını görmekte olduğunu, efendisini ne suretle râzı edeceğinde hayrette kalmış ve elinden geldiği kadar efendisinin emrini tutar ve nevâhiyesinden ictinâb eder. Ve bunu dahi lûtf-u râbbani bilip artık kemâl-i hayretle zikir eylemez, illâ efendisini zikreder, medh eylemez illâ efendisini medh eyler. Ve l-hâsıl efendisinin aşk û şevk û muhabbet ve rızasını talepten başka gönlünde bir şey bırakmazda, her ne ederse rızayı ilâhi için eder. Ve hurde-i tarikat olan keşf-i süriden ve kerâmet-i kevniyyeden ilmi taleb ve kimyâ ve simyâ ve havâs-ı esmâ ve havâs-ı Kur an ve bunların ehillerinden eder. Ve her bir hâl ve muâmelatında matlûb ve maksadı Allah ve rızâullah olur. Ve bununla beraber de Hakk ı ubudiyet ile ibâdet ve Hakk ı şükür ile şâkir ve Hakk ı marifetle ârif olamadığını itirâfla kemâl-i acz ve noksanla bâb-ı emâne sarılıp dem-be-dem kusûrunun avffı içinde ağlar. 490 Şeyh Halid Mektubâtı nda ki bir gazelinde aşk ateşiyle yanıp benliğinden geçtiğini, Allah a olan iştiyakını şöyle belirtmektedir: Vahdet serabında hayran olmuşsun Seyyah edüp alemlere salan dost Bir tecelli ile bezm-i elestte Hasta edüp ahd-i misâk alan dost Encamı gönderip mülk-ü dünyaya Bu derdime dermân kılan dost Vadi-i muhabbette aşk ateşiyle 490 Şeyh Hâlid, Mektubât, v

110 Yandı bu benliğim, kaldı hemân dost Hâlid in varlığın yağmaya verdin Oldu zikr ü fikrim şimdi emân dost 491 Şeyh Halid yine Mektubâtı nda ki bir gazelinde aşıkların hallerinden şöyle bahsetmektedir: Kahrı lütfu bir olur aşıklara canânın Aşık olmaz cevr-i canânda bulmayan sâfâ Canını canana vermek ibtidası aşkın El çekip hem varlığından ola Cananda fena Malik-el Mülk O Şahım var mı şeyhin zahidân Mülk onundur hüküm onundur Kaldı mı seninle sana Var mıdır zâtıyla kâim fâil mutlak bu dem Kullü şeyin hak ile kâim ya kime bu ittika Terk edip gayrı sivâyı yüz sürüp dergâha gel El ver terk et bu şirki Hakk a eyle iltica Hamdullah Hâlid in hep aldı varlığın elden Katre iken gark edip ummana lütf etti Hüdâ. 492 Şeyh Hâlid Divanı nda ki bir çok şiirinde aşk kavramına yer vermektedir. Aşk akılla anlaşılmaz. Bu nedenle aşk nidası aklı yağmaya verdiği gibi aşkın sevdası da varlığı fenâ makamına ulaştırır. İnsan bezm-i ezelde aşkı ve âşıkları yaratana hayran iken bir ayrılık âlemi olan dünyaya geldiğinde başına birçok iş gelmiştir. Aşığın durumuna bakıp da onu kınamamak gerekir. Aşktan şikâyetçi gibi görünen Şeyh Hâlid, Fuzuli gibi bu durumdan memnundur ve şiirini yine aşk dileyerek bitirir. 493 Aklımı yagmaya verdi büsbütün nidâ-yı aşk Varımı ifnâya verdi âh kim sevdâ-yı aşk 494 Bin bir ismin hürmetine sen kerem kıl Hâlıkâ 491 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divân,

111 Hâlid e ihsân-ı aşk et hemdemin dildâr-ı aşk 495 Aşık olan kişinin zikri ve fikri daima yegâne sevgili olan Allah tır. Bu kişi sürekli olarak sevgilisine kavuşacağı anı bekler. Aşık bu hale geldiğinde sevgilisi her işinde kendisine yol gösteren durumuna gelir. Zikri fikri Hak olur vaslına eyler intizâr Her umurunda delili ol zaman Allah olur 496 Allah tan başka her şey aşık için bir alettir. Âşık, Hakk a gönlünü tam olarak bağlar ve âşk-ı fillâh vasfını kazanırsa elinden tutan kendini kötülüklerden uzaklaştıran ve iyiliklere sevk eden sadece Allah olacaktır. Mâsivâyı âlet eyle Hakk a bağla gönlünü Âşık-ı fillâh olana destgir Allah olur 497 Bir mutasavvıf için en önemli şey Allah a ulaşmak, fenâ fillâh makamına erişmektir. Bunun için de Allah dışında her şeyden elini eteğini çekip, sadece aşka uyması gerekir. Allah a ulaşabilenler de ancak uyduğu şey aşk olanlardır Zikir, Vird Ve Evrâd Sözlükte hatırlamak, anmak, unutmamak, yâd etmek, zihinde tutmak, ağzına alma gibi anlamlara gelen zikir, tasavvufta; Allah ın isimlerini, belli duaları, çeşitli zamanlarda belli miktarda sesli veya sessiz söylemek, tekrar etmek demektir. Zikirde esas unsur, diğer varlıkları unutarak, hatta yok sayarak Allah ı hatırlamak ve anmaktır. Tasavvufun en önemli özelliklerinden olan zikir, kulu gafletten koruyan, mânevi bir zırhtır. Kişi ancak zikir sayesinde huzûr bulur. Zikre devam eden kimselerin kalbinde dünyaya karşı duyulan rağbet zayıflar ve yerini Allah sevgisine terkeder. 499 Zikir, Kur an-ı Kerim in çeşitli âyetlerinde emir ve tavsiye edilmiştir: Allah ı anmak en büyük ibadettir. 500, Ey iman edenler, Allah ı çok zikredin, O nu sabah akşam tesbih edin! 501 Bunlar iman edenlerdir. Allah ın zikriyle 495 Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Ayrıntı için bkz. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, ; Demirci, Sorularla Tasavvuf, 35; Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar, 156; Kılıç, Zikir ve Tevhid Eğitimi, Ankebût, 29/ Ahzab, 33/

112 gönülleri huzura kavuşanlardır. Evet bilin ki, kalbler ancak Allah ı anmakla yatışır, arzuladığı huzur ve güveni bulur. 502, Unuttuğun zaman Rabbi ni zikret 503 vs. Zikirden maksat, gönülde Hakk ı hatırlamak suretiyle ruhu gafletten kurtarmak ve ona ilahi tecellilerin inkişâf etmesine müsait saflığı kazandırmaktır. Zikir sayesinde insan Allah ın varlığı karşısında ölüden farksız, her haliyle O na muhtaç olduğunu, her ân ve her yerde Allah ın huzurunda ve ilâhi murakabesi altında bulunduğunu hatırlayarak, hem hal ve hareketlerine çeki düzen verir hem de rûhî olgunluğa kavuşur. 504 Şeyh Hâlid, Mektûbâtı nda zikir konusunu ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. İlk olarak zikrin gerekliliğine dair âyet ve hadislerden örnekler vermektedir. Şöyle ki: Cenâb-ı Vâhib-ül- Atâyâ Hazretleri Kur an-ı Kerim inde; (Vezkurullahe zikrân kesirâ) 505 buyurmuştur. Bu âyet-i celilenin tefsirinde bazı müfessirler şöyle buyurmuşlardır: Her nerede olursanız olun, Allah ı zikretmekten geri kalmayın. Otururken, yatarken, yürürken, gece, gündüz ve her halukârda Allah ı zikrediniz. Diğer ayet; Ve men ezlemû mim-men meneâ mesâcidellâhi en yüzkere fiyhâ ismuhû ve sa y fî harabihâ, (Allah'ın mescitlerinde, Allah'ın isminin anılmasını engelleyen ve onların harap olmasına çalışan kimselerden daha zalim kim olabilir?) 506 manayı ayet-i kerime der ki, Allah Teâla nın mescidlerinde ism-i şerifi zikr olunmayı men edenden ziyâde zâlim ne kimsedir. Zâkirin ve müsebbihin ve musallin ondan men ile o mescidin harabına sa y eder buyurmuştur. 507 Şeyh Hâlid burada birinci ayette zikir denilince Kur an-ı Kerim de akla ilk gelen ayeti örnek vermiştir. Ayetin açıklamasında ise insanoğlu her nerede olursa olsun, yatarak, oturarak, yürüyerek, karada, havada, denizde her bir halinde Allah ı zikretmelidir yorumuna yer vermiştir. İkinci ayette ise zikr-i şerifi men eden kimselerin zâlim olduğunu belirtmiştir. Şeyh Hâlid ayetlerden örnekler verdikten sonra Hz. Peygamberin hadislerinden örnekler vermektedir. Cenâb-ı Seyyid-ül Kevneyn (s.a.v.) Hazretleri dahi (Ekserü ezkûrullâhe hatta yekûlu l münâfikuvn ennekûm murâûn) 502 Ra d, 13/ Kehf, 18/ Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar, Ahzab, 33/ Bakara, 2/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v

113 yani; Cenâb-ı Allah ı çok zikredin hatta münâfıklar size mûrâidirler buyurduğu gibi. Yine Cenâb-ı Risalet (s.) (Efdâlü l amâlü en tefâreka ed-dünya ve lisânike ratebe min zikrillah) (Ve efdâlü l-ibâdeti derecetü indellâhi yevme l-kıyâmeti ezzâkiruvne kesiren) ve (Elâ enbe ekûm bi-hayri amâlikûm ve ezkâha inde meliylekûm ve erfeâha fî derecâtikûm ve hayrin lekûm min atâ i ez zeheb ve en telkû aduvvekum fe-tedarrebûv ağnagıkum, kâlûv mazâ yâ Resulullah kâle Zikrullah) ve (lâ tekûme es-saâti hatta lâ yakalû ala l-arz Allah Allah) hadis-i şerifleri zikrullahın tarik-i Hak ta rûkn-û kavi olup ve bir abd devam-i zikirsiz Allah Teâlaya vâsıl olamayacağını dahı Cenâb-ı Vâcib-ûl Vücud Hazretlerinin Sûre-i Hadid de Elem ye ni lil leziyne âmenüv en tehşeâ kulubuhüm lizikrillâh, (O iman edenlere zamanı gelmedi mi ki, kalpler! Allah'ın zikrine ve inen gerçek aşkına saygı ile coşsun.) 508 buyurduğu ayet-i celilesi delil-i kâfidir. 509 Şeyh Hâlid zikrin ne sûretle yapılacağına dair görüşünü kelime-i şehâdeti örnek vererek açıklar. Nasıl kelime-i şehadette dil ile ikrar, kalb ile tasdik söz konusuysa, zikirde de aynı şey geçerlidir. Ayrıca Şeyh Hâlid her bir ibâdetin belirli bir vakti olmasına rağmen zikir için böyle belirli bir vaktin olmadığını, zikrin her müslümana farz olduğunu, her zaman ve her şekilde zikir yapılacağını belirtir. 510 Şeyh Hâlid ayrıca zikrin nasıl yapılacağı ile ilgili çeşitli fetvaları da mektuplarında ele almıştır. 511 Şeyh Hâlid din-i mübini İslam ın maddi ve manevi olmak üzere iki düşmanının bulunduğunu bunlardan muhafaza etmek için mücâhede ve muhârebe yeteneği olan iki kumandana ihtiyaç olduğunu, bunların ise Seyyid-ül Kevneyn (s.a.v.) Hazretlerinin getirmiş olduğu Şeriat-ı Ahmediyesine her bir halinde ittibâ ile zikr-i ilâhiyyeye devam olduğunu belirtir. Şeyh Hâlid zikr-i ilahiyeyi ise dört kısma ayırmaktadır. 1. Zikr-i Lisâni 2. Zikr-i Kâlbi 3. Zikr-i Hâfi 4. Zikr-i Hakiki 508 Hâdid, 57/ Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Ayrıntı için bkz. Şeyh Hâlid, Mektubât, v

114 Şeyh Hâlid dört kısma ayırdığı zikri şöyle açıklar: Zikr-i İlâhiye erbâbı dört nev a taksim oldu. Evvelkisi; zikr-i lisâni olup kalpte tasdik olmadıkça ve ikincisi; zikr-i kalbi olup bilâ-zarûre lisânda ikrar bulunmadıkça bir fâidesi olmadığı ehl-i kelâmın akâid kitaplarında musarrahan beyan kılındı. Üçüncüsü; zikr-i hafidir ki, bu da kalbden taallukât masivâ çıkarılıp aşk ve muhabbeti Subhâni ile gönlünü cilâlamadıkça ve maâsiyeden başka her ne eder ise Allah ve rızaenli llah için etmedikçe nâil olamayacağını ayât-ı Kur an ve ehâdis-i şerifle ayân kılındı. Dördüncüsü; Zikr-i Hâkikidir. Bu da sen Cenâb-ı Vâhib-ül At aya Hazretlerinin sen onu zikr eylemezden evvelce zikir eylediğini bilmedikçe muvaffak olamayacağımızı ayân eyledi. 512 Şeyh Hâlid, Allah Teâla nın biz insanoğluna sayısız nimetler verdiğini bizim de bu nimetlere karşılık olarak Allah ı zikretmemiz gerektiğini vurgular. 513 Şeyh Hâlid halifelerine yazdığı birçok mektupta hatm-i hâce ve Fatiha-i Şerif zikrine devam etmelerini istemektedir. Fatiha-i Şerifi kendilerine zikir edenlerin dünyada irfâna nâil olacağını, ahirette ise Cennet-i Rıdvan a dâhil olacağında şüphe olmadığını belirttikten sonra Aksâm-ı Sebâ (Fatiha)nın her kapının açılmasını sağladığını belirtir. Fatihadaki gizli sırları şöyle açıklar: Aksâm-ı Semâniyenin birisi, Zikr-i Zât-ı İlâhiyedir ki Elhamdûlillâh kavlidir. İkincisi, Zikri Safâ dır ki, Rabbi l-âlemin kavlidir. Üçüncüsü, Zikr-i Ef âldir ki, er-rahmanü rrâhim kavlidir. Dördüncüsü, Zikr-i Maâddır ki, malikkiyev mid din kavlidir. Beşincisi, Nefsi afâttan tezkiyedir ki, iyyâ ke-nağbudu ve iyyâ ke-nestein kavlidir. Altıncısı, nefsi hayrât ile tahliyedir ki, ihdinâ kavli olup tezkiye ve tahliye sıratel müstakim kavlidir, beyânıdır. Yedincisi, enbiyâ ve evliyânın ziri ve onlar hakkında Allah Sübhâne ve Teâlâ nın fazl ve ihsânını tezekkürdür ki sıratelleziyne en-amte aleyhim ânı mabinidir. Sekizincisi, gazaba uğrayanların ahvâli ve Hakk Teâla nın onlara gazabını zikirdir ki, gayril mağdubi aleyhim ve leddâliyn kavlidir. 514 Nakşi meşrebli bir sûfi olan Şeyh Hâlid halifelerine hatm-i hace zikrine her halûkârda devam etmelerini istemektedir. Hatm-i hâce; Nakşibendiyye tarikatında uygulanan ve genellikle toplu olarak icra edilen zikir şekillerinden 512 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

115 birisidir. Bu zikre hatm-i hâce denmesinin çeşitli nedenlerinin olduğu söylenmektedir. Bunlardan birisi şudur: Fâtiha Sûresinin Kur an-ın tümünü kapsadığı kabul edilmektedir. Bu zikirde Fâtiha Sûresiyle başlar ve biter. Dolayısıyla bu zikri yapanlar âdetâ Kur an-ı hatmetmiş gibi telâkki edilmiş ve adına hatm-i hacegan denmiştir. 515 Bu zikir sessiz olarak yapılır. Herkes okuyacağı dua, ayet ve salavatı şeyhin işaretleriyle okur. Cemaat arasında İnşirâh Suresini ezbere bilenler 10 dan fazla ise büyük hatme, değilse (daha kısa sürede biten) küçük hatme yapılır. Silsile şeyhlerini ihtiva eden bir dua ile sona eren hatme rabıta ile başlar. Hatme esnasında gözler kapalıdır. Mürid olmayan zikre iştirak edemez. 516 Sûfilere göre, ilk defa zikir telkini yapan kişi Hz. Peygamber olup dört halifenin her birine değişik usullerde zikir telkin etmiştir. Sonradan tarikatlar bunlardan herhangi birini esas alarak zikir tarzlarını geliştirmişlerdir. 517 Şeyh Hâlid Mektûbâtı nda bu konuya değinerek zikr-i kalbi ve zikr-i cehrinin silsile halinde Hz. Peygambere dayandığını belirtmektedir. Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir ile Medine ye hicret esnasında gizlendikleri mağarada Hz. Ebu Bekir in kulağına zikir telkin etmesiyle zikr-i kâlbi daha sonraki tâlibâna usul ve tarikat oldu. Aynı şekilde Hz. Ömer ve Hz. Osman zikr-i cehriyi usul olarak ortaya koydu. 518 Ayrıca Şeyh Hâlid bu zikirlerin silsilelerini sayarak Hz. Peygamberde son bulduğunu belirtmektedir. Daha sonra Şeyh Hâlid zikirlerin farklı şekillerde icrâ edilseler dahi hepsinin amacının bir olduğunu belirtmektedir. 519 Şeyh Hâlid Yusuf Hemedâni Hazretlerinden iltimâs edilen bir konuda zikr-i hâfinin ilm-i ledûn ile olacağını, zamanı gelince sahibine Allah tarafından telkin buyrulacağnı söyler. Zikr-i hâfiye ulaşmanın yolunun ise; Bir sâlik ne zaman gönlünü kûdurât-ı masivâdan tathir eyler, aşk-ı sübhani ile cilalandırır mâ-meleki tamamen mâlik olmaya teslim eyler ve kûdurât-ı masivâda kendinin olarak bir vücut bulamaz. Hz. İbrahim in ateşe atılmasıyla eriştiği makama ulaşır, o zaman nâil olduğu makama oluşur. Zikr-i Sübhâni için bir had ve hudud yoktur. Zirâ Seyyid-ül-Kevneyn 515 Tosun, Bahâuddin Nakşibend, Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar, Türer, Tasavvuf ve Tarikatlar, Ayrıntı için bkz. Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v

116 Hazretleri ne suretle zikir edilirse edilsin kabul olunacağını bildirir. 520 Şeyh Hâlid bunları söyledikten sonra, zâkirin zikrindeki maksad ve rızasının ne olduğunun önemli olduğunu bildirir. Zikreden maksat tam manasıyla kul olup yaratıcıya bağlılıktır. 521 Şeyh Hâlid halifelerinden günlük olarak virdlerini okumalarını istemektedir. Vird (ç.evrâd); Günlük dualar, düzenli bir şekilde belli zamanlarda okunmak üzere ayet, hadis ve ermişlerin sözlerinden derlenmiş dualardır. Her tarikatın kendine özgü bir evrâdı vardır. Bu dualar günün ve gecenin belli saatlerinde topluca veya ferden yüksek veya alçak sesle okunabilir. 522 Şeyh Hâlid halifesi bulunan Hâlil Efendiden günlük yüz kadar Yâ Hayy, Yâ Kayyûm, Yâ Allah, Yâ Bediû l-semâvat Ve l-ardı ve Yâ Mâlikû l-mülk, Yâ Zü l-celâli Ve l İkrâm zikrini okumasını istemektedir. 523 Şeyh Hâlid Mektûbâtı nda daha çok zikir hakkında genel bilgiler vermektedir. Aynı şekilde Divanı nda yer alan birçok şiirinde zikire yer vermektedir. O na göre zikir gönlü daima canlı tutacak olan vazgeçilmez manevi bir gıdadır. O aynı zamanda kişiyi manevi hastalıktan kurtaracak olan en iyi ilaçtır. Rabbenâ hidayet eyle Hâlid e Gıdası zikr olsun daimâ dilde Tevfikin refik et ahfâda sırda Bağışla isyânın edip inayet 524 Bir acizim geldim sana Koyma lütf et beni bana Alıp bu varlığım benden Olsun zikrin bana gıda 525 Zikr unutmanın zıddıdır. Sûfi gaflete düşmemek ya da gaflette olmamak için Allah ı bir an bile aklından çıkarmamalı, gece ve gündüz sürekli olarak gönlü ve diliyle zikir ameliyesi içerisinde bulunmalıdır. Çünkü Hakk a ulaşmak, 520 Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Mektubât, v Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Şeyh Hâlid, Mektubât, v Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân,

117 mâsivayı terk ederek, insanın kendini unutup her şeyden vazgeçmesi ve gönlünü Allah a bağlamasıyla mümkündür. 526 Sen de cânı cümle terk edip yâ Hâlidâ Zikr ü fikrin Allah olsun gece gündüz dâima 527 Mâsivâları terk edip gece ve gündüz zikrim sen ol Sen var iken kime gidem sensin her âlemde mevcûd 528 Hâlidâ teslim ol terk et sivâyı Ruz u şeb vird eyle zikr-i Mevlâyı Kendine derd eyle vird-i Hûdâ yı Derde Hak dan özge derman bulunmaz 529 Seyr û sûlûk yolundaki salikin temel olarak yapması gereken şey zikirdir. Zikir kişiyi sivadan kurtaracak, heva ve hevesi ile konuştuğu şeylerden uzaklaştıracak ve Allah ile ya da Allah ın rızasına uygun olarak konuşur hâle getirecektir. Zikir aynı zamanda bir gurbet hayatı yaşamakta olan insan için gönlündeki pası giderecek olan en iyi arkadaştır. Bu nedenle zikir tüm dertlerin dermânı olarak kabul eden ârifler için de Mevlâ nın zikrinden daha lezzetli bir şey yoktur. 530 Sâlike seyr û sûlûkda Zikr-i Hak oldu esâs Ara bul bir mürşidi yalvarıp et sen iltimâs 531 Hevâ vû hevesle etdiğim tekellümden Tahlis edip zikrinle güyâ kıl 532 Hûdâyâ Hâlid i aciz koma tenhâ bu gurbetde Yakıp aşkınla dil mülkün enis et zikrini yâ Rab 533 Rabbenâ tevfikini sen Hâlid e eyle refik Zikrini edip enisi kalmasın gönlünde pas 534 Hâlidâ turma devâm et zikr-i Hak la kâim ol Ârif-i billâh için yok zikr-i Mevlâ dan leziz Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân,

118 Senin bâb-ı emânınâ yüzün sürer olan aşık Bilir ârif olan derde hemen zikrin olur dermân 536 Zikrin nasıl yapılması gerektiğine de değinen Şeyh Hâlid, uzlet hâlinde, her zaman ve her durumda (gezerken, yatarken ve otururken) zikrin yapılabileceğini ifade etmekte ve şekil olarak da gizli zikri esas almaktadır. 537 Zikrinde ey gönül dilersen lezzet İhtiyâr et sana dâimâ uzlet (141/1) Yatar oturur gezerken zikre kâim ol dedi Fezkûrullahe kıyâmen şâhidimdir bu ayân 538 Sıvâyı dilden çıkarır Aşk-ı Hak la cilâ verir Ol dem zikr-i hâfi olur Budur erkân-ı hâcegân Budur dergâh-ı azizân 539 Zikir, sadece gönül ve dilin işi değil insanın tüm uzuvlarının adeti olmak durumundadır. Tüm varlığını terk eden ve canını fedaya hazır hâlde bulunan, yüreği firkât ateşiyle yanıp kebab olan Hak âşığını benlik fikrinden kurtarıp, onu daha dünyada iken vuslata ulaştıracak olan şey de yine zikirdir. Bu vuslata ulaşan kişinin Allah, gören gözü, işiten kulağı hâline gelir ki o kişinin artık her işinde rehberi Allah tır. 540 Ateş-i aşkıyla yansın kül olsun Edip Hak zikrini her â zâ mu tâd 541 Terk edip hep varlığını mülkü verir Mâlik e Zikri fikri dilde dâim başka yok Allah ı var 542 Göz yuma gayr u sivâdan zikri fikri yâr ola Terk-i zikr eden bu yolda etmesin hiç kuru lâf Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, 207. Zikr ü fikri yâr edip unuda kendi varlığın 118

119 Ciğeri nâr-ı firâk ile yanıp biryân ola 544 Şeyh Hâlid e göre masivanın gönülden atılması için sâlikin gece gündüz Hak zikrini gönlünde vird etmesi gerekir. Alınan bu vird kişiyi hevâsına hizmetten ve inattan vazgeçireceği gibi, aynı zamanda nasihat dinlemeye ve ahde sâdık kalmaya da vesile olacaktır. Yerleşmiş mâsivâ çıkmaz gönülden Zikr-i Hak gönülde vird olmayınca 545 Gel insâf et artık terk et sivâyı Vird eyle sen sana zikr-i Subhânı 546 Hâlidâ teslim ol terk et sivâyı Rûz u şeb vird eyle zikr-i Mevlâ yı Kendine dert eyle vird-i Hûdâ yı Derd Hak dan özge dermân bulunmaz 547 Haniya ne oldu aldığın evrâd Hevâna hidmeti eyledin mu tâd Kabûl etmen nushu eyleyip inâd Revâ mı etmeklik ahde hıyânet 548 Şeyh Hâlid in tasviye ettiği bir diğer vird ise lâ ilâhe illallâh kelime-i tevhidinin sürekli olarak dilin zikri haline getirilmesidir. 549 Vird-i zebânın olsun Lâ ilâhe illallâh Yüz dört kitâb ma nası Lâ ilâhe illallâh 550 Abdülmecid Sivâsi zikrin faydalı olabilmesi için onun kâmil bir rehberin denetiminde yapılması gerektiğine işaretle şunları söyler: Tevhid tohumunu kalb tarlasına üstâdsız ekmek tohumu ikiye bölüp yarısını ekmek gibidir. Şu halde sâlik, akâid, fıkıh ve bâtın ilminde ilerlemiş, Kur an ın zahiri ve bâtınına vakıf, akidesi düzgün, şeriata sıkı sıkıya bağlı, helâl ve harâmı birbirinden ayırmada 544 Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Şeyh Hâlid, Divân, Yıldız, Şeyh Hâlid Divanı, Şeyh Hâlid, Divân,

120 hassas, çokça amel işleyen, ehl-i sünnet in yolunu bilen bir pîrle sohbet edip, onun her emrinde hazır ve her işaretine nazır olması gerekir ki, zikirle kalbin pası silindikten sonra onu ihlâs gümüşü ve aşk altınıyla kalaylayabilsin. Böylece altın gibi bir daha pas tutmaktan kurtulup hakikatin sırları ona açılabilsin Cengiz Gündoğdu, Bir Türk Mutasavvıfı Abdülmecid Sivâsi, Ankara 2000,

121 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MEKTŪBÂT-I HÂLİD İN TAM METNİ Bu bölümde Mektûbât ın tam metnini transkribe edeceğiz. Eserde yer alan mektup numaralarını alt başlıklar halinde sunduk. Bazı mektup numaralarında müellif mektubuna başlık koymuş, biz o başlığı da yazarak takdim edeceğiz. Varak numaralarını metinde parantez içerisinde göstermeye çalıştık. Metinde düzgün okuyamadığımız kelimeleri yanlış telaffuz etmek yerine boş bıraktık. Mektup 1: 1 Receb 1339 (1) Hâdim Tarîkat-ı Aliye-î Nakşibendi Üveysi Kâdızâde Şeyh Hâlid Sivasî Bismillahirrahmenirrahim Elhamdü lillâhi rabbil âlemin. Ve s-salâtü ve s-selâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlâ âlihî ve ashâbihi ecmâin. Emma ba d, Ey sâlik hak hakikat huzû ve huşû ve niyaz ve şikesteliktir. Bu mânâyı gönülde, Hak Sübhânehü ve Teâla nın azâmeti şuhûdundan zâhir ve hüveydâ olur. Ve buncaleyn saadetin husûlü imân ve muhabbete mevkuttur. Ve muhabbetin zuhûru, Seyyîdü l Evvelin ve l Ahirîn Aleyhimûsselât Efendimize mûtâbaatta mevkuftur.ve mütâbaat dahi tarik-i mütâbaati bilmeye mevkuftur. Pes bi l-mazmûr ulüm-u dinîniyye vârisleri olan ulemâya bu gazardan dolayı mûlâzemet eylemek lâzımdır. Ve şol ulemâ ki, ilmi vesile-i maâş-ı dünyevi ve sebeb-i husûl-i câh eylemiştir. Ânların mülazemetlerinden baîd olmak gerektir. Ve şol dervişler ki, her neye olursa bila tereddüd alırlar, verirler.onların sohbetlerinden perhiz eylemek lâzımdır. Ve Ehl-i Sünnet ve l Cemaât mezhebinin noksan akideye sebep olan tevhid ve maarif istimâ ından kaçmak gerektir. Ve tahsil-i ulûm-u Muhammediyye Sallalahû Teâla Aleyhiveselem Hazretlerine mûtâbaata meşrut olan maarif-i hakikiye zuhûrundan ötürü etmek gerektir. 121

122 Mektup 2: 27 Receb-i Şerif 1339 Feeynemâ tevellev fesûmme vech ullah âyet-i kerimesi musâdakınca Hak Sûbhânehû ve Teâla her yerde hâzır iken, Ka be-i Mükerremeye teveccûh etmeksizin salâtın kabûl olmadığının hikmeti budur ki, âb-u kil, âb-u kilden olan Ka beye teveccüh etmeyince cân ve dil dahi, can ve dil Kabesine teveccüh etmiş olmaz. Zîra insan suret-i muayyinesi ve rûh-ı hayvânisi cihetle.cihettir. Ammâ hakikatte cihet âlemden bîrûndur. Bu sebeple mübtelây-ı cîhet, cîhete teveccüh etmeyince bî-cihet, bî-cihete teveccüh etmiş olmaz. Îmdi bu mecâzen gönül dedikleri et parçası dahi hakikatte dilin nişânesi ve o genç bî-pâyânın vîrânesidir. Bu mecaza teveccûh ile ki hakikate yol bulasın ve bu harften..gibi ilm-i ledünniyle âlim olasın. Ves-sâlam. Mektup 3: 10 Şaban 1339 Bismillâhi et-tevfik ni mel mevlâ ve nî mel rafik. Ammâ ba d ey ihvân tarikat-ı aliyede tâlîb-i hak olan îhvâna evvelen lâzım olan, imân ve muhabbet ve sebâttır. Ve bu da her bir salikin sûlûk eylediği tarîkat-ı âliyeyi bilmek ve bilenlerden öğrenmek, ona göre baş ve can ve malından ziyâde muhebbet edip ve bu muhabbette sebat ederek,adâb ve usûl-ü tarikata ve aldığı evrâd ve ezkâra ve ekallen haftada ikişer saat olsa şeyhinin sohbet ve huzurunda bulunup ve aldığı emri mûcibince hareket eylemek lazımdır. Ve evvelâ malumunuz olsun ki bu tarikatta Kûlahizâde Es-Seyyîd Hacı Mahmûd Efendi nihâyet pîrdir. Aslı Kayserilidir.Evveliyede de seyyidû l-vakt ve yegâne-i meşâyih olmuştur. Üveysidir. Esrâr-ı tarîkatı ruhâniyyeten Hâce-i Kâinat ve Mefhar-ı Mevcudât Sallallahû Teâla aleyhi ve selem ve Hazret-i Hızır Aleyisselam, ve ruhâniyyet-i Muhammed Bahâuddin Şah-ı Nakşibendi Üveysi l Buhârî Hazretlerinden almıştır. Şeyh-i tarikat Şeyh Feridûddin Attâr Kaddesallahû sırrahû buyurmuştur ki Evliyâullahtan bir kavim vardır ki onlara meşâyih-i tarikat ve kübrâ-yı üveysilerdir. Ve onların zâhirde pîre ihtiyaçları olmamıştır. Onları Hazret-i risâlet sallallahü Teâla aleyhi ve selem efendimiz mecrâ-i inayetlerinde bilâ vasıta terbiye eylemiştir. Nitekim Veysel Karâni radiyallahû Teâla anh hazretlerini bilâvîsıta terbiye eylediği gibi.bu bir makam-ı azim-i âlîdir ki bu mertebe-i dâmme 122

123 bir zâta müyesser olmaz. Zalike fadlullahî yûvtîhî men yeşa. Ve yine evliyaullahtan bazıları, kim Ûveysi olan zâta tâbîlerdir. Tâliblerden bazılarını ruhâniyyetle terbiye ederler. Ve onların zâhirde pîri olmaz. Ve bu cemaât dahi üveysiye dahildir. Nitekim şeyh Şeyh Ebu l Kasım Gürgani Tûsi kaddese sırruhu silsile-i âliyemizde dâhildir. (2) Şeyh Ebu Saîd ve Ebu l Hayr ve Ebu l Hasanü l-harakanî tabakasındandır kaddese Allah ervâhehûm. İbtidây-ı sülukunda zikri ale d-devam Ûveysi idi. Bu silsilede Ûveysilik Hazreti Beyazid-i Bistâmi Hazretlerinde vâki olmuştur ki, irşâdı Îmâm Câfer hazretlerinin ruhaniyyetlerinden ve Ebu l Hasani l-harâkani hazretlerine Ebu Beyazîd-i Bistâmi hazretlerinin ve Ebu l Kâsım Gürgani Tûsî hazretlerine Veysel Karanî hazretlerinin ve Abdûlhâlik Gücdüvâni hazretlerine Hazreti Hızır Aleyhisselam vâsıtasıyla ve ruhâniyet-i risâlet sallallahû teâla aleyhi ve selam hazretlerinin ve Muhammed Bahauddin Nakşibendi hazretlerine ruhâniyyet Abdülhâlik Gücdüvâni hazretlerinin Hâcı Mahmud Efendimiz hazretlerine Hazreti Hızır aleyhisselam ve ruhâniyyet-i Bahâuddin Nakşibendi ve Cenâb-ı risâlet-penah sallalahû tealâ aleyhi vesellem hazretlerinden ahz-ı tarikat ve onların emr-i şerifleriyle irşad-ı sâlikâne kıyâm eylemişdir. Hâcı Mahmud Efendimiz, Ahmed Behçeti hazretlerini ve o Mustafa Ârif ve o da Mustafa Münib ve o da Ahmed Nûri ve o da Muhammed Sâdık Bâba hazretlerini yerlerine kâim eylemişlerdir. Bunların her birisi bu tarîkat-ı âliyede pîr makamına kuûd eyleyip diğer meşâyih ve halifeler bunlara tâbi olmuştur. Hazreti Muhammed Sadık Baba hazretleri de bu acizlerine kerem ve înâyet edip makamlarına kâim eylemiştir. İşte bu cümle malûmunuz olduktan sonra, malumunuz olsun ki mûrşîd erbâb-ı tarikat ve kâşifûl esrâr-ı hakikat câmiû l ulûm-u zahiriye ve l bâtıniyye Hâce Muhammed bin Muhammed Mahmud Hafiz-ûl Buharî eş-şehir Hâce Muhammed Pârsa Kaddes- Allahü el-azîz, Kitab-ı Fasl-ı hitâbında buyurmuştur ki, Şeyh Alâuddevlet Valideyn Ahmed bin Muhammed Es-Sehânî Kaddese sırruhû bi tarîkû l vâkıa âlem-i ğâibde bir silsile-i müctemia yani bir güruhu merdum müşâhede eyledim. Benim nefsim onlara meyleyledi selâm verdim. Hüsn-ü cevap ile selamımı aldılar. Keramet ve lûtuf ile bana merhaba dediler. Ben onların hüsn-ü makallerinden ve sıhhat hallerinden taaccüp ettim. Nisbetlerinden teftiş eyledim. Nisbetimiz sufiyyedir ve tabakâtımız yedidir. Tabakat ûl tâlîbin ve tabakâtü l müridin ve 123

124 tabakâtü s sâlikin ve tabakatû s- sâirin ve tabakât ül tâirin ve tabakât ûl vâsılin ve l kutup buyurdular. Müfessirin-i izâmdan İsmâîl Kâdı kaddese sırruhu hazretleri Kîtâb ûl hîtâbında buyurmuştur ki; sohbet üç türlüdür.biri sohbet-i cismaniyedir ki efvah-ı meşayıhtan ahz olunur. Biri sohbet-i ruhaniyedir ki ervâhı kemâlinden istifade olunur. Gerek intikâl etmiş olsun gerek hayatta bîlâd-ı bâidede bulunsun. Ve biri dahi sohbet-i ilahiyedir ki, bizzat Cenâb-ı Vacib-ül Vûcud hazretlerinden istifâze olunur. Veysel Karani (r.a) hazretlerinde bu münasebet sabit olmakla bi l-fiil Haktan ahz ile serfirâz ve onun tarikatına üveysi dediler. Hazreti Musa Aleyhîsselam zamân-ı saâdetlerinde Berki Esved dedikleri belde-i siyah sabırda dahi meşrebi Ûveyside idiki dergah-ı hakta dereceyi mahbubiyete erişmiştir. Kûbra-i. bir cemaat ki umûru hakikatı bivasıtay-ı zebân birbirinden mecâlis-i müceddede ile ahz ederlerdi. İşrakiyyûn gibi onlara bir berhiyân derlerdi. Din-i Muhammedi zûhurun da o vasıf üzerine olanlara Ûveysiyân dediler. Onlar ki bilâ-vâsıta-i zebân birbirinden ahze kâdir olurlar. Ve haktan dahi ahze akreb olurlar. Ve ser- hîlafet kıyamete kadar bu tâifeye verilmiştir. Bunlar halife-i rasulullah sallallahü teâla aleyhivesellem olup ve meşârib-i sâlik muhtelif olmakla bunlarda tabib-i hâzik hastanın illetlerini muayene edip herkesin illetlerine göre tedavi ettikleri gibi, bunlar dahi salikânın meşariblerine göre terbiye ederler. Ama sâlikte îman ve muhabbet ve teslim ve niyaz lazımdır. İşte Hacı Mahmud Efendimiz dahi cîvânlığında zikri Hazreti Hızır aleyhisselamdan ahz etmiştir. Hazreti Hızır aleyhisselam muvazebet-i zikir ve evrâd-ı Fatihay-ı Şerif (3) ve mütâbaat-ı şer i şerif ve Sünnet-i Seniyye-i Mustafa sallallahû tealâ aleyhi vesellem ve mûcânebet-i bidat ve hevâ ile emir buyurup ve cemi ahvâlde kudsî emir ve nehy seccâdesine konmaklığa emir buyurdular. Ve daima Hz. Hızır aleyhisselam ve ruhâniyyet-i Bahauddin Nakşibendi hazretleriyle birleşip onların terbiyeleriyle yegâne-i asr oldular. Âkıbet Habib-i Hûdâ ve menba-ı cûd ve sehâ, Hazret-i Muhammed Mustafa sallallahû Tealâ Aleyhi vesellem Efendimizin ruhâniyetleriyle ve vasıta-i Hızır aleyhisselam ile birleşip ser-hilâfet ve ser-hilâfete mahsüs olan emanetleri ihsân edip rüzgarının feridi ve zamanının kıblesi olmuştur. Kayseri de Fuâd Camii şerif havalisinde medfün ve kabri ziyaretgâh-ı alem olmuştur. Ser- hilâfete mahsüs olan emânet ise, zâhirde görünür ve lisân ile târif olunur bir şey olmayıp,ruhânî bir keyfiyettir. Hilâfiyyet-i 124

125 mezküre nâil olan zâtın bâtınında zûhur eden bir sırdır ki,sâlıkân-ı mes adâtı o sırr ile terbiye ederler. O sırr sebebiyle bu taifeye uzaklık ve yakınlık olmaz. Bu taifenin sâliklerinden birisi mağribde diğeri dahi meşrikte olsa ikisine dahi bir anda bir emr-i azim vâkî olsa kudret-i ilâhi ile ikisine dahi yetişir. Zirâ bunların suret-i ruhaniyetleri,suret-i cismânileri üzerine mütecessid ve müteşekkil olurda o sureti mütecessidenin üzerinde ahvâl geçirir. Hazır olanlar evvel onların suret-i mütecessideleri zannederler. Nitekim bu taifeden Şeyh Mağribî Kaddese Allahû sırruhu hazretlerine Saîd Mısrî kumandandır. Ziyâde Celil ül kader ve Kebir ül şân idi.bir Habeşi kuldur. Bir gün ona bir cezbe erişmekle altı ay taâm yemedi ve su içmedi. Görenler hasta ve yahut divâne zanneylediler. Her ne kadar dârb eylediler faide eylemedi. Bağlayıp zindana haps eylediler. Zindanın haricinde bendlerinden halâs olmuş gördüler.ondan bu kerametleri gördüklerinde artık envâ-i ikramâta başladılar. Ve sâlikânından bir kavim arefe gününde arafatta ve diğer bir kavim dahi hânesinde ve o günün tamamı yanında ikâmet eylediler. Ba de-l-edâyı hacc-ı arafâtta müşâhede eden dervişânda gelip hanesinde beraber oturan dervişânla muhabbet eylediklerinde, şeyhlerini arefe günü arafâtta gördüklerini ve diğerleri de hânesinde o gün akşama kadar beraber oturduklarını ifâde ve her birisi sözlerinde sâdık olduklarına dair talaklarına yemin ederek huzura gelip arz eylediklerinde,şeyh hazretleri ikiniz dahi sözünüze sâdıksınız buyurmasına mebnî, hazır bununanların hayretlerine mebni bu mesele hakkında söz söyleyiniz diye emreylemesine mebnî orada bulunan Celîl-ül kadr bir zâta bu sözün sırrı keşf olarak bir veli velâyetiyle tahakkuk eylediğiniz onun ruhâniyeti,cismâniyete kalb eder. Ve o zât kudret-i ilahiye ile bir vakitte muhtelif cihetlerde kendi müteaddid surette her nice diler ise gösterir. Bu suretle şu her iki müddâi dahi sözlerinde doğrudur buyurdukları, tamamı isâbet ettirdiniz buyurmuştur. Bunları sâlikânı Cenâb-ı Allah davet etmekle hizmet ile Cenâb-ı Allah meşgul etmiştir. Ve bunlarda tamamen varlıklarını Cenâb-ı Allah ile meşgul etmiştir. Ve bunlarda tamâmen varlıklarını Cenâb-ı Allah a tevdi edip mülkte, Mâlik-ül- Mülk Cenâb-ı Allah tan başka görmeyip hemân maksad ve arzularını Allah ve rızâ-yı sübhânî olup kullarını rızâ-yı Allah için Allah ve zikrullah ve rızâ-yı Allah davet ve kusurlarının affı için geceler sabaha kadar feryâd ile vâsıl-ı ila llah olmalarını Vâhib-ül Atayâ hazretlerinden ricâ ve niyâz ederler. Vesselâm. 125

126 Mektup 4: 1 Şaban 1339 (4) Ey tâlib malûmun olsun ki bu tarikat-ı aliye-i Ûveyside, Hızır aleyhisselam dahi pîrdir. Hatta Ebu Ali Farmedi Hazretlerini, Azizân lakabıyla yâd olunmaktadır. Ve esbabı ise, Aziz Hazretlerine bir gün ikram-ı mucip bir misafir gelip o esnada o misafire ikram edecek hâne-i saâdetlerinde bir şey bulunmaz. Bir paçacı çırağı bu hâle vâkıf olur. Ustasına benim günlüğümün mukâbiline bir tabla paça ihsân edersen ihyâma sebep olursun diye ricâ edip, ustasından bir tabla paça alıp huzur-u Azize arz ve kabulûnü niyaz eder. Aziz Hazretleri dahi kabul buyurup o taâmla misafirine ikram ve misafirini yolcu eyledikten sonra o paçacı çırağını celb eder. Oğlum senin pîrinde vaki oldu. Sende ne murâdın var ise taleb eyle muradın hâsıl olacaktır, zamanı gelmiştir. Yolundaki fermanına karşı, o çırak benim senin gibi olmaktan başka muradım yoktur. Cevabında bulunması üzerine Aziz Hazretleri, oğul bu yük gayet ağırdır üzerine çöktüğünde tahammûl edemezsin dedi, ise de o kâmil ve âkil çırak dahi benim ondan başka muradım yoktur,dediğinde çocuğu karşısına alıp birinci teveccühünde çırağın şemâili ve şekilleri aynen Aziz hâzretlerine benzediği gibi ikinci teveccühünde Aziz Hazretlerinin hâlleri aks edip hâl ve şemâilatı Aziz Hazretlerine benzediği ve kolundan tutup yanına oturttuğunda müşâhede eden Hazâ Azizân dediklerinde ikimizden birisi paçacı çırağıdır. Kırk gün sayınız kim vefat ederse çıraktır. Kalan Azizinizdir, buyurduğu ve bunun üzerine kırk gün sonra çocuğun vefat eylediği menâkibinde mesturdur. Ve hatta Hazreti Pîr Muhammed Bahauddin Nakşibendi hazretlerinin Emir Külâl ve Emir Külâl ın şeyhi Muhammed Baba Semmâsî ve Muhammed Baba Semmâsî hazretlerinin şeyhi müşarûn ileyh Azizân hazretleri olup Muhammed Bahaûddin Nakşibendi Hazretleri ben evlâd-ı azizânım. Bana ve benim evladlarıma her kim Allah için muhabbet ve hizmet ederse indallah aziz olur, buyurmuştur. İşte o Aziz hazretlerine yani, Ebu Ali Fârmedî Hazretlerine iliştiği terbiyemiz Hızır Aleyhisselâmdandır, buyurmuşsunuz. Bu nasıl sözdür. Bu gündeki sâilin cevabına Aziz Hazretleri dahi bu ümmet içerisinde Cenâb-ı Allah ın öyle aşıkları varki, Hızır Aleyhisselam ona hizmet eylemeye aşıktır, buyurmuştur. Hatta ser halkâ-i Hacegân Abdülhalik Gücdüvanî hazretlerini civanlığında evladlığa kabul buyurduğu sabittir. Bazıları Hazreti Hızır Aleyhisselamın vefat eylediğini zikr 126

127 edeceğim hadis-i şerifi istîdlâl ederler de vefat etmiştir derler. Ve hadis-i şerif budur: (Kâle en-nebiyyû aleyhisselam; Ba demâ sallâ l-ışai leyleten eraytekum leyletekum hazihi fe-in ala resi y miete senetin la yebka ehade mim-men hüvel yevm ala zahri l-ardı), meâl-i hadis-i şerif peygamberimiz, bir gece yatsı namazı kıldıktan sonra buyurdu ki; iş bu geceyi gördünüz mü? iş bu vakitten yüz yaşına değin el ân zahr-ı arzda olandan kimse hayatta kalmamıştır,buyurmuştur. İşte vefatına zâhib olanlar, iş bu hadis-i şerif ile istidlâl ederler, vefat etmiştir derler. Ve hayatına zâhib olanlarda, iş bu hadis-i şerife cevaben; Peygamberimiz sallallahû tealâ aleyhi vesellem hazretlerinin bu hadis-i şerifi buyurdukları esnada Hızır Aleyhisselam zahr-ı arzın gayrı avâlimin birinde olması mümkündür yolunda cevab verdiler. Zirâ Cenâb-ı Allah, Hızır ve İlyas Aleyhisselam, âlemleri tayy ve geşt û güzâre kudret verdiği el-yevm evliyaullahın bazılarıyla dahi görüşmektedirler. Ebu l Abbâsî Mûrsî Hazretleri, Hızır Aleyhisselam hayy dır. İş bu ellerim ile ona musâfaha eyledim hatta bir kimse her sabah (Allahümme aslıh ümmet-i Muhammed, Allahümme tecâvez an ümmet-i Muhammed, Allahümme cealne min ümmet-i Muhammed) dese abdâldan ola diye buyurmuştur. Ve Ebu l Abbâsî nin şu ifadesini Ebu l Hasani l Şazeli Hazretleri istimâ eylediğinde Ebu l Abbâsi (5) sıdk söylemiştir. Hızır Aleyhisselam bana gelip kendisini bildirdi. Ve ondan ervâh-ı mü min münime ve muazzibe ettikleri marifetini iktisât ettim. El ân bana bin fakih gelip Hızır Aleyhisselam meyyittir deseler onlara rûcu eder değilim buyurmuştur. Bazıları dahi Cenâb-ı Seyyid-ül Kevneyn sallallahû Tealâ aleyhivesellem hazretlerinin hâşâ birçok muharebe ve gazavâtta daraldığını Hızır Aleyhisselam hayatta olsa imdadına yetişeceğini vefatına delil addederler. Halbuki Cenâb-ı Rasulullah sallallahû tealâ aleyhi vesellem hazretleri pirdir, yetimdir, Üveysidir. Bizzat hücre-i inâyet elleriyle terbiye olmuştur. Nebiyyü l ümmidir. Cenab-ı Vâhib-ül Ataya hazretlerinden başka kimsenin imdad ve terbiyesine muhtaç değildir. Bazı gazavâtta ve evkâtta sûret-i zâhîrde daraldığı hikmet-i ilahiye iktîzâsındandır. Yoksa her anda mansûr ve muzafferdir. Eğer Hızır Aleyhisselam ile görüşmek ve onun imdadıyla mahzar olmuş olsa idi, Hızır Aleyhisselamın imdadına muhtaç olması lazım gelir idi. Halbuki Sultan ûl Kevneyn ve Seyyid-ül-Evvelin ve l Ahirin odur. Ve cümle âlem onun kapısının muhtacıdır. Ve bir kimseden okumadığı hâlde ulûm-u evvelin ve âhirin ondan 127

128 cem olmuştur. Hatta Cebrâil Aleyhisselam vahyi telkin eylemiş kâtip elinde kalem gibidir. Bütün melâike-i mukarrebin ulûm-u evvelin ve âhirin o sultan-ı kevneyn hazretlerinden telkin eylediğine zerre şüphe yoktur. Ve buna münkir olanlara şu hadis-i şerif delil ve cevab-ı kat i kâfidir: (Kâle rasulullah sallallahu aleyhivesellem (Li maallah vakt ey vakti müstehirre daimete lâ yâni fiyhî melekun mukarrebun ve la nebiyyu mürsel). Ve l-hasılı Hızır Aleyhisselâm maâruf ve keramât-ı ayâniye sahibidir. Ve l yevm şeriat-ı Mustafaya tâbidir. Ve sünnet-i şerife kemâl-i riayetle riayet edenlerdendir. Ve her zaman halkı şeriat-ı Mustafaya davet ederler. Ve her kim İlyas ve Hızır Aleyhisselam hazretlerinin vûcudlarını inkâr eder gayet cehalettendir. Ve her kim nûbûvvetlerini inkâr eder hatem-i nübüvvet nakzından ihtirâz için kıllet-i âkıldandır, diye pîran efendilerimiz buyurmuştur. Tahkik bu iki zevat Hak Sübhanehû ve Teâla Hazretlerinin emriyle ehl-i şehâdetten bazılarıyla musâhabet ederler. Ve zaman Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinde müşahid denirki, ehl-i şehâdet kısmının kutb ve abdâlı ile müsâhabet edenlerindendir. Bu zat-ı şerifle musâhabet eylemiştir. Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahû Teâla aleyhi vesellem Hazretleri ashabı rıdvanullahı aleyhim ecmain ile Harb-ı Tebükte asr namazı kılındıktan sonra iki beyit işittiler. Münşidini görmediler Resulullah salllallahu Teâlâ Aleyhi ve selem bu iki beyitin münşidi karındâşım Hızırdır. Size senâ eyler buyurmuştur. Hızır Aleyhisselam üç hasâyısla muttasıftır. Biri; hıffet-i idiyye, biri; rahmet-i indiye, biri; ulûm-ü ledünniyye dir. Nitekim Kitab-ı Mecid buna nâtıktır. Ve çok vakitler hasta olur kendisine ilaç eyler. Ve hatem el-enbiyâ (s.a.v) Hazretlerinden evvel Hak Sübhanehû ve Teâlâ Hazretleri her beşyüz yılda bir kere onun ömrünü tecdid ve erkânını tecdid ederdi. Ba dehu her yüzyirmi yılda bir defa tecdid ve teşdid eyler. Hızır (as) hasenül-halk ve bâsıt ül-keff yani; eli açıktır. Ve halâik-i müşfiktir. Ve nefü ve siyâbdan ve siyâb-ı fâhireden çok atâlar edicidir. Hak Sübhanehü ve Teâla Hazretlerinin emriyle kerâmet-i ilm-i kimyâya âlimdir. Hakk ın bildirmesiyle künüzü arza muttalidir. Hak Tealânın emriyle erbâb-ı hâcâtı kendi nefsine ihtiyar eyler. Onun ekli ve nevmi azdır. Ve hüsn-i savtı sever. Ve Cuma vakitlerinde vecd-i azîm sahibidir. Halka-i zikirde raks eyler ve hareket kılar. Vakit olurki bir gün bir gece mağlûb kalır. Ve bazı sâlihler ile buluşur, ve onlara hayır nasihat eder. Nükûd ve esvâb ve merkübiyye ve gayrı nesneleri 128

129 bağışlar. Vakit olurki bazı nesneyi rehin kor, istikrâz eyler, ve onun hâlât-ı acibiyye ve keramât-ı garibesi vardır ki ona mahsustur. Kendisi, karısı, oğullarındandır. Ve mevlüdu Şizâra karib bir bedeldendir. Ve bi l-fiil o karye şimdi harâb olmuştur. Rasulûllah Sallalahü Tealâ Aleyhi ve selem ile kalbe nüzül ül vahiy ve ba dehû musâhabet etti. (6) Resulullah (s.a.v) onu bilmeksizin Rasulullah Sallallahû Tealâ Aleyhi vesellem efendimizden çok hadis-i şerif rivayet eder. Ve ekseriya lisânına cârî olan duâsı (yâ Hayy, yâ Kayyum, yâ lâ ilâhe illâ ente es elüke en tûhyî bihi kulûbinâ nebevi ma rifetike ebeden) dır. Ve hem havf-ı rabbâni ile vecd ve l-bekâ sahiplerindendir. Ve onu cemi nâssın sâlih ve fâcirleri severler. Ve çok kere bir mazlumu zâlim elinden halâs etmek istediğinde, Hızır ve Kıbtî ordular harb ederler. Acâib ittifaktandır ki, medine-i rasulde deveciler birbirleriyle mücâdele edip yek diğerlerine taş atmaktalar iken ittifâken bu esnâda bir taş Hızır Aleyhisselamın mübarek başına değip cerh eyledi, ve o cerihesine bürüdet tesir edip tevrim eyledi ve üç mâh eseri gitmedi. Kitab-ı Fetevây-ı Sufiyyenin evvelki bâbının beşinci faslında şöyle irâd olunmuştur ki; Tefsir-i Ayn-el-Maanî ve Muallim ul-tenzilde, Hızır Aleyhisselamın ismi yekbâyen melakâttır. Ve Hızır demelerinde sebeb bir miktar cemi olmuş kuru otun üzerine oturdu, o kuru otlar yaşardı. Ebu Hureyre radıyallahü Tealâ anh Hazretleri buyurmuştur ki; Hızır Aleyhisselamın namaz kıldığı mevkinin etrafı sırsız olur. Ve İkrime radıyallahü Tealâ anh hazretleride Hızır Aleyhisselam her nereye gitse sırsız olur, buyurmuştur. Lafzı hazarâtın lakabıdır. Ve Hızır lafzında üç mana vardır. (Hâ)nın fethi ve (dad) ın kesri ve ikinci (hâ)nın kesri ve (dâd) ın sükunu ve üçüncü (hâ) nın ve (dâd) ın sükunudur. Ve Musa Aleyhisselamın musâhibidir. Tefsir-i Keşânide Süre-i Hadid de Ebu Derdâ radiyallahû Tealâ anh bir gün mekkeye çıktı, bir salih kişi oturduğunu gördü, ve üzerinde salihler nişânı lemaât ederdi. Yanına varıp bana vaaz eyle dedi. Vaaz sana mevt yeter buyurdu. Ziyâde eylediğinde kişiye mülâhaza-i gam kabir yeter buyurdu. Ziyâde eylediğinde ikindi güneşi kasr-ı tâmî üzerinde takarrür ârâm eder buyurdu. Ebu Derdâ radıyallahü Tealâ anh hazretleri gelip Resulullah (s.a.v) Hazretlerine arz eyledi. Karındâşım o zât Hızırdır buyurdu. Ve bu cümleden biri Resulullah (s.a.v) karındaşım Hızır her ne söyler ise haktır buyurmuştur. Hızır Aleyhisselâm nâssın alimidir. Ve tâife-i abdâlın reisidir. Ve Hakk Tealânın cünüdundan bir leşkerdir. 129

130 Ve kuvvet-i kulûbde zikr ederki Atâ-i bin Abbas (r.a) hazretlerinin mervîdir ki, her gün Hızır ve İlyâs birbirleriyle birleşirler. Ve bu kelimât ile birbirinden müfârekat ederler o kelimât budur: (Bismillah, ma-şallah, lâ yevka l hayre illallah. Bismillah, ma-şaallah. Lâ yekşife-s-sûe illallah Bismillah ma-şâallah mâ-bikem min nimeti fe-minellah Bismillah lâ havle ve lâ kuvvete illa billah). Bir kimse bu kelimâtı her sabah dese harktan ve garktan ve sirkattan emin olur. Ve bu cümleden dir ki, bu akt-ül-mevâkıtta yevm-i arefenin faslında irâd olunmuştur ki, Abdullah Bin Cübeyr anasından ve atası Aliden radıyallahû Teala anhüm Ali (r.a) haber verir ki her akşamdan sonra Cebrail ve Mikail ve İsrafil aleyhisselam ve Hızır Aleyhisselam birleşirler. Cebrail Aleyhisselam ma-şâllah lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah der. Ve ona cevap olarak Mikail Aleyhisselam dahi mâşâallah kûlli ni metin fe-min el Allah der. Ve ona dahi redd-i cevap olarak, İsrâfil Aleyhisselam mâ-şâllah hayru kûllihi min-allah der. Ve ona dahi redd-i cevap olarak Hızır Aleyhisselam ma-şâallah lâ yedfe üş-şerre illallah der. Birbirlerinden ayrılırlar. Leyle-i âtiyeye kadar birbiriyle mülâkât etmezler. Ve Tefsir-i Ebu l Leys te ve Muâllim-ul-Tenzil de Sûre-i Kehf te şöyle derki; Hızır Aleyhisselam melekzâde idi, pederi kendi yerine halife etmek istedi, kabûl etmedi, varıp Cezayir-i bahre düştü ve bazıları nesli Ben-i İsraildendir dediler. Ve künyesi Ebû l İlyastır. Ve bazı tevarihte Hızır Aleyhisselamın âbâ-î ve ecdâdını bu tertible naklederler ki: (7)Yahya bin melakât bin Kâni bir Âbid bin sâmî bin Nûh Aleyhisselam ve bazıları da Yahya bin melekât dahi derler. Vallahû âlem bîhakikat-ûl-hâl. Bir zâta ser-hilâfet ve yahut kutup ihsân olacağı vakitlerde, Hızır Aleyhisselama kalbe l ilahiyyeden bildirilir de Hızır Aleyhisselam dahi bizzat ruhâniyyet-i risâlet-penah (s.a.v) ile görüşüp; Yâ Resulallah falân beldede falan oğlu felana ser-hilâfet ve yahut kutbiyyet ihsân-ı ilahiye olduğu müjdesiyle geldim diye tebşir eylediğinde, taraf-ı risâlet-penah (s.a.v) efendimiz hazretlerinden dahi manevi bir hırka ve bir taç ve bir kemer ihsân olunur. Ve bunları o adama giydir ve huzur-u saadetime getir diye emrolunur. Ve Hızır Aleyhisselam dahi o emânetleri alır. O zât-ı şerifin yanına gelir. Müjde sana serhîlâfet ve yahut kutbiyyet ihsân-ı ilahi oldu. Şimdi şu tâç ve hırka ve kemeri eksâ ile huzur-u sâdette muntazırdılar, dediğinde o zât dahi secde-i şüküre varır ve taç ve hırkayı giyer ve kemeri kuşanır. Hızır Aleyhisselam ile birlikte huzur-u saâdete 130

131 gelirki; bu bir âli meclis ki dil ile tabiri kâbil değildir. Bütün enbiyâ ve mürselin ve evliyâ ervâhı ictimâ etmişler ve Resulullah (s.a.v) Hazretlerinin önünde bir post serilmiş olduğunu görür. Hızır Aleyhisselam rehber olarak işaret Seyyid-ül- Kevneyn (s.a.v) ile zikr olunan posta oturtulup ve bizzât Sallallahu Teale Aleyhi Vesellem hazretleri teveccüh ederek siret-i seniyyelerinden nasibi miktarı ihsân ve ser-hîlafet ve yahut kutbiyyete âit olan emanetleri ihsân ve birde mühr-ü şerif i tâ ederler. Kabl-el- ilahiyyeden size ser-hîlafet ve yahut kutbiyyet ihsân olundu ve bizimde halifemizsin. Bundan böyle i lâ-i kelimetullah yolunda baş ve cânı fedâ edip, halkı Hâlik a davet ve Allahı kullarına ve kullarını Allah a sevdirmek sana hizmet olsun diye emr-i fermân buyurdu. Bundan sonra o zât gelip hizmete devam ve ne ederse emir ve irâde Resulullah (s.a.v) ile edip ve kendiliğinden bir işe kıyâm etmeyip taraf-ı risâlet-penâh (s.a.v) den sâdır olan emrin icrasında ihtimâm ederler. Kimler sâdık ve kimler kâzib ve kimler sâlik-i hak olup davete icabet edeceği ve kimler etmeyecek olduklarını bildikleri hâlde cümlesini dahi davete ihtimâm ile bazıları davette ezâ ve cefa ve bazıları tarafından hiciv ve tekzib ve enva iftiralara mübtelâ oldukları hâlde davetlerine devam ederler. Zirâ matlûblerı halkın medh ve senâları olmayıp hemân-allah ve rızâullah yolunda feda-yi- cân ederler. Vesselam. Mektup 5: (7) Kûlâhizâde Hâcı Mahmud Efendimizin halife-i ekmelî Ahmed Behcetî Kayserilidir. O havâlîyede ismi, Sârı Hâfız nâmıyla iştihâr eylemiştir. Zâhir ve bâtın ilmî ile tegarrûd edip, iki cihâttan halkı tarîk-i Hakka da vet ile iştigâl eylemiştir. Hatta zamânında Dersaâdette zuhûr eden bir dehrinin ilzâmından asrında olan ulemâlar âciz kalmalarına mebni Sultan Mahmud cennet mekânın fermânıyla Der-saâdete dâvet edilip, dehrî-i mezbûru ilzâm ve habt etmiştir. Ve o esnâda yanında bulunan hulefâsından el-hâcı Said Mehmed Hazretleri, Yahya Efendinin dergâhı şeyhlerinin cedd-i a lâsı bulunan Şemseddin Nûrî hazretlerine yedi sekiz yaşlarında iken bu çocuğumu Allah ile size emânet eyledim irşâdı sizin elinizde olacaktır. Terbiyesinde ihmâl eylemeyesiniz diye fermân buyurmuştur. Ve bil âhere müsâ-ileyh Mehmed Şemseddin Nûrî hazretleri El-Hacı Said Mehmed hazretlerinin terbiye ve irşadıyla yegâne-i asr olup, el-yevm Dersaâdette 131

132 Yahya Efendi demekle ma rûf dergâhtır. Evlâdları seccâde-i irşâdda kuud etmektedirler. Mûsâ ileyh Ahmed Behceti Efendimiz esrar-ı tarîkatı sure-i fatırda; (îleyhi yesadu l kelim-ut-tayyîbu vel-amelu-es-salîhu yerfeuh (8) men kâne yurîdul-izzet e fe-lil Allahi l-izzetu cemîan) kavl-i kerîmini tefsirle îzâh buyurmuştur ki; kelime-i tayyibenin ne olduğuna dâir olan ihtîlâfâtı ayânla kelime-i tayyibeye ba zıları, Cenâb-ı Seyyîd-ül-Kevneyn sallallahü Teâlâ aleyhi ve selem hazretlerinden rivâyeten; (Sûbhân Allah ve el-hamdülî-llâh ve lâ ilâhe ill-allah ve Allahü Ekber) ve bazıları da; Îbn Abbas hazretlerinden rivâyeten (Lâ ilâhe illallah) dır. Demiş olduklarını ve bazılarıda kelime-i tayyibe tesbih ve tehlîl ve kıraat-ı Kur an ve duâ ve istiğfar ve bunun emsâlî bulunan ezkâr olduğunu haber verdiklerini bey ân eylediklerinden sonra ulemâ-i zâhirin bu âyetin tefsirinde olan kavillerini bey ânına şürû edip buyururlar ki; bu âyet-i kerime tefsirinde amel-i sâlihe mukârin olmayan kelime-i tayyibe makbul olmaz,ve suûd etmez. Îllâ amel-i sâliha mukârenet ile mütesâid olur ki amel-i sâlih kelime-i tayyibeyi muhakkık ve musaddık olup is âd ve ref eder. Yolundaki ba zı müfessirinin kavllerini İbn Abbas hazretleri red ile kavl-i mezbûr sahih değildir. Zîrâ mezheb-i Ehl-i Sünnet sâhîb-i kelim âsî dahi olur ise de mü min olduktan sonra ondan südür eden kelime-i tayyibe indallahta makbuldür. Diye buyurmuş olduğunu der-miyân ve iş bu âyetin ma nayı zâhiresini bey ânınından sonra, ey salik iş bu âyet-i celilenin ma nâ yı batiniyesini dahi işitip ona göre çalış. Îmdi âyet-i celilenin mâkablî (men kâne yurîd-ul-izzete fe-lilllahi l-izzete cemian) dır. Yani şu kimse ki, şeref ve izzet ulûm makam-ı tayyibe eyleye. İzzet ve şeref ve saâdet ve menba ve meskenet ve kudrete Haktan gayrısı malik değildir. Pes tâlib-i izzet olan tâât ve ibâdât edip izzeti Haktan talep eylesin. Zirâ herşey mâlik ve sâhibinden taleb olunur. İmdi Ey sâlik-i Hakk (Vallahî el-ganiyyu ve entüm el-fukârai). İmdi insân zelilen ve mehinen halk olunup her şeye muhtaç oldu. Ve insânın cemî eşyaya vâkî olan ihtiyacı kûlliyesi gibi, bir şeyin bir şeye ihtiyacı yoktur. Ve her kimin hâceti ziyade olsa zilleti dahi alâ kadril-hâce ziyâde olur. Îzzet ise cemî an Hakka mahsûstur. Mâlik-ül-mülk Allahtır. Ve ihtiyaçtan ganî ve münezzehtir. Kemâ kâle Allahü Teâlâ (Înnel Allahe le-gâniyyi an-il-alemin). Cemi eşyanın Hakka kemâl-i ihtiyaçları olup Hakkın zelil ve makhürleridir. Ve âla-l-husûs insân ihtiyaçta cümleden ziyâde oldu isede, Cenab-ı Hakka olan zillet ve haceti dahi cümleden 132

133 ziyade ve kâmildir. Ona bey ânen Hakk Sübhane ve Teâlâ Hazretleri, cemî eşyâ Hakkın zelil ve muhtacı olup ve Hakk tan gayrıdan izzet taleb olunmadığını ibâdına haber verdi. Pes abd-ı müsteîr nazarını cümle eşyadan kat edip izzeti Haktan taleb ettiği miktarı zillet-i nâkıs ve izzet-i mezîd olur. Ve Hakk tan gayrıya ihtiyacı kalma. Amma kulub-u ibâddan dahi Hakkın gayriye olan iftîkar ve ihtiyaç zâil olmaz. Îllâ nefy lâ ilâhe ve isbâtı illalah ile olur. Zirâ abd-ı muhlisten nefy lâ ile taallukât-ı kevneyn ref ve izâle olup isbâtı îllallah ile kalbi pakla Hakka müteveccih olur. Ve abd-ı mezbür vech meşrû ûzere âlâik-i kevneyne ve avâik-i kevneynden biri olsa hakikaten kelime-i lâ ilâhe illallah dahi Hazreti Hakka râci olur. Meselen hacer ve hadîdin yek-diğerine cüz iyette felek-i esîrden müstenzile olan şerâre-i nâr ile şeceri ihrâk olunup ve nârın şeceri ihrâkla ekl edip sûret-i hatabiyesini ifnâ ve vücud-i nâriyyet ile îkâ ve keyde keyde vücud-ı şeceriyyet bi-külliyetihâ fânîye olup sûret-i hatabiyeden eser kalmadıkta nâr müstenzile hayyîz-i tabîî ve felek-i esîre rücû ve ürûc eylediği gibi amel-i sâlih dahi erkân-ı şer iat olduğu âşikâredir. Ve şeriatın rüknü evveli dahi istinzâl-i nârı nur-u Allahtır ki la ilahe illallah ve senin dilin ihtikak ve birbirine çakılmasıyla nuru tevhidin nârı îkâd şecere-i vücud insânî edip o esnâda abd-ı mû min dahi mebnâ-yı Îslâm olan erkân-ı hamseden biriyle amel etmiş olur. Ve erkân-ı erbaa bâkiye dahi şu a mal-i sâlihadır ki, demâr-ı diraht tâbîatı arzı ve dünyâdan bir yere kalıp kabül-i nâre ve iştigâl etse müstemidd kat alar eder. Hatta diraht-ı vücud nâr-ı nûr tevhidin hîzem sözündesi olup nar-ı tevhîd dahi ihrâk ve vücud-i şeceriyyetten ifnâ ve bekâ-billâh ile ikâ ve üç alâ-yı kurb Hakka terfi eder. Ve şecere-i vücud-i mevhüm dahi nâr-ı hamiyet ve nûr-i tecelliyât-ı ehadiyyet ile esîr hazrette müşteile oldukta mûsayı kalb-i cânib Tûr dan enis-î nâr olur (Felemmâ etaha nûdiye min şâtiye l-vâdi l-eymenî fi l-buk ati l-mübareketî mine l-şecereti) mânası ma lûm olup (İnnî ene-allâh rabb-ulalemin) nidâsını cân kulağıyla işitir. Îmdi amel-i sâlih,amel-i kalbdir. Ve amel-i kalb dahi muhabbetullâh ve şevk ile-l-lîkâ-i Allah dır. Ve ikisi dahi cüz iyyâtı rabbâniyeyeden sûdur edip musâhabât kelime-i tayyibe olurlar. Zîrâ kelime ve muhabbet cânîb ulûhiyyetten pertev edip bir mûcib (Feminh yebdeü ve ileyh yeûd) geri ve aslına rücu ederler. 133

134 Mektup 6: 25 Mart 1337 (9) Mustafa Ârif Hazretleri Kâtipzâde demekle meşhûrdur. Ve Kayseri sancağı ve ulemâ-i be-nâm asrının ferîdî ve Ahmed Behceti hazretlerinin halifesi ve tarikat-ı aliye-i Nakşibedi Üveysinin Külâhizâde Hâcı Mahmud Efendimizden sonra üçüncü kutbü l-aktâb olup, bir tâkım sâlikanla kalırken Mısır ın Midân şehrinde vefât edip orada medfün, kabr-i saâdetleri ziyâret-i enâm olmuştur. Îmdî ma lüm olsun ki, ehl-ullah efendilerimiz buyururlar ki; eflâk ve kevâkib dest-i kâtibinde manend kalem alan esmâ-i ilahyeyi ve esbâb-ı zuhûrât-ı sıfâtı rabbaniye olup teşekkülât ve ittisâlatı dahi mezahir teveccühat ve ictimaat hakaik esma olmakla bu alem süret ve makam-ı şehadette bi l vasıta müsirlerdir. Ve teşekkülat ve ittisalat-ı mezbürenin suver ve netâyici bu dünyâde suver-i âhirce ve eşhâsı ve akvâl ve a mâl ve ahvâl ile müteşahhıs olup te sirleri müceddid-i unsuriyyât ve tabiyâtta vâkî olur. Enbiya-i Azâm ve evliyâ-i kîrâm nûr-i basar basiretle nazar ederek hakikat-ı insâniyenin mecrâsı tavârık-ı eflâk olmayıp lâtife-i rabbâniyeden ibâret ve bu naksa giriftâr olmazdan mukaddem bülbül gül-zâr-ı cennet olur. Âşinâ-yı hîtâbı kudsî ve me vâsı cümlesi enîs ederken muâyyen kılıp vatan-ı âsliyye yoluna hâkî kevâkib eflâkî hükmünden halâsî olmadıkça müyesser olmadığını mükâşefe etmekle âteş cezbe-i rahmân ve muhabbet-i sûbhânî ile vücud-u beşeriye ve ahkâm-ı tabiiyyelerin efnâ ederlerde, mahküm hükm-i zamân olmayıp zâmân enbîyâ ve evliyânın mahkümu olur. Bulunduğu asrın aktâbından Ömer bin Fariz kuddise sırrah el-azîz hazretleri buyururlar ki, şimdi makâm-ı kutbiyyette kâim benim ve eflâk benim vûcüdum sebebiyle devr eder. Şimdi ben aktâr-ı eflâki ihâta eyledim buyurmuştur. Zirâ kutb-i hüsn kendi üzerine devr eden devâiri ihâta eylemez. Belki vasatta mağrüz olan merkezi nukat-ı memât olur. Bu sûretle kutb-u ma nevi olan insân merkez-i eflâk iken kibr o eflakı ihâta etmiştir. Ve kutb i tibâr ettikleri insân-ı kâmilin ihâtası ilim ve kudret ve şeref ve rütbe cihetinden olur. Ve insân-ı kâmil kutb ahlâk olunduğu onun içindir ki ekmel-i insân makâm-ı karibinde mütemekkin olup ahvâl-i halk onun üzerine devr eder. Ammâ bu dahi ikiden hâlî değildir.ya budur ki makâm-ı kutbiyette olan kâmil âlem-i şehâdette olan mahlukata kutb ola bu taktirde kutb-ı mezkür întikâl ettiğinde abdâldan kendiye akreb kim ise onu makâmına istihlâf eder. Evliyâ-i rüm ıstılâhında bunlara makâmaât ve kerâmet erleri derler. Ve yâhut âlem-i gayb 134

135 ve şehâdette olan cemi mahlükâta kutb ola kutb-u mezbür kendi makâmına abdâldan istediğini istihlâf etmez. Ve bunâ kutbul-aktâb derler ki müteâkıben âlem-i şehâdettedir. Ne onu bir kutb sebk etmiştir ve ne âhirî onâ halife olmuştur. Ve o rüh-i Muhammedidir ki (lev-lâke lemmâ halakt-ül-kevneyn) ile muhâtabdır. Ve cemi zamânda kutb-ul-aktâb olan hakikatte rûh-ı Muhammedi dir. (10) Hâsılı kelâm merd-i vücûd ve bekâ ve sebât cümle-i âlem ve devrân-ı eflâk ve kevâkib ve gayrihâ hazreti cem iyyet-i hakikate müteâlliktir. Ve süret-i unsurîye-i insan-ı kâmil o hakîkatin süretidir. Kemâ kâle sallallahü aleyhivesellem (Înnel-Allahe halaka Âdeme alâ süretih) Pes kutb dâire-i eflâk bilki merkez cemi mevcûdât süret-i insân-ı ekmeldîr. Bekâ sûret-i âlem bu sûret-i insâniyenin bekâsına merbûttur. Kema kale aleyhisselâm (Lâ yekûmu es-saati ve alel ardı vâhid Allah Allah ey yezkur kemâ hû hû). Pes kutb-u âlem bu sûret-i insânî olup devran ve beka-yi eflâk dahi onâ müteallik olur. Behr-i emvâc esrâr ve ma ânî Şeyh Sâideddin Fergânî buyururlar ki; eğer bir sâil suâl edip sûret-i insâniyenin ta yîn ve tahkikinden evvel süret-i eflâk sâbit ve kâim idi. Ve süret-i Âdemiyenin, ademi ta yininden sonra dahi süret-i âlem ve devrân eflâki hiçbir halel ve noksân terettüb eylemez. Pes Adem ne vechle kutb-ul-eflâk olur. Cevâb budur ki; eğerki Adem hissen yok idi, ammâ ma nen var idi. Zîrâ (fe-ehbibtü en a rîfe) îcâd-ı âlemden maksûd kemâl-i zuhûr idi ve kemâl-i zuhurî hakîkat-i cem iyyeti zât îcmâlen ve tafsîlen bu zuhûrun zuhuriyyete mevküf idi. Ve zikr olunan hakikat-ı cem iyenin kemâ hüve zuhûru süret-i insâniye-i kemâliyeden gayrısı değildir. Zirâ anâsır ve mevlüdat ve mâ-fevkıhâ ve tahtihâ insândan mâ-adâ her ne kadar zâhir var ise her birisi hazret-i cem iyyetten bir hakîkât ve bir sıfat ve bir isimden zîyâdenin mahzarı değildir. Fe-li-hâzâ bu kemâl-i cem iyyetten gayrısı cümle emânetten ibâ eylediler. Kema kâle Allahü Teâlâ (Înnâ arrednâ el-emânete) ilâ âhirihi. Yani Hakk sübhâne ve Teâlâ kemâl-i zuhûr ile mahzar cem iyyet-i mezküre olunmaması a lâ-yı âlemden semavât ve esfel-i âlemden arzı ve cibâlı ve beynehümâ olanlara arz edilip lâkin her birinde hükm-i kayd ve cüz iyyet gâlib olmakla kabul-i emânetten ibâ eyleyip insânın kemâl-i kabiliyeti olduğu için bu cem iyetten unsuriyeyi kabul eyledi. Vel-hikmeti azimeti vel-maslahati kulliyeti Allah Sübhâne ve Teâlâ icâd-ı âlemi süreten bu suret-i însâniyeye takdim eyledi. Ve o teveccüh-i icâdiyenin kıblesi süret-i insâniye oldu. Zîrâ maksat ve maksûd 135

136 insân idi. Pes meded ve bekâ eczâ-yı âlem bu süretin ta yininden evvel onun keynûnet mevcüdesiyle hükmen ve ma nen o teveccüh-i îcâdiyeye muzâf idi. Maksud-ı aslî olan bu sûret-i insâniye kemâliyeside dahi müteayyin olup meded ve kıyam ve bekâ ve sebât âlemin hıfzına bu sûret unsuriye-ı insânı maksadı oldu. Ve makâm-ı kutbiyyet ve müstakarr merkezinde istikrâr buldu. Ve yine Şeyh Saadettin Ferganî buyururlar ki; teşekkülât ve ittisâlât-ı eflâk ve kevâkibin suver ve netâyici neşâ-i nebeviyyede suver ve emzice ve akvâl ve a mâl ile mütecesside ve müteşahhısa olduğu gibi ve süret-i insâniyenin dahi kuvâ ve igzâbına mecmû cemi avâlimdir. Ke-zâlik suver ve mezâhir hakayik ve esmâ-i ilahiyedir. Ve teşkkülât ve ittisâlât süret-i insânî gibi akvâl ve a mâl-ı teşekkülâtı mezbüreden ibârettir. Onlar dahi mezâhir-i nev-cihân ve içtimâât-ı hakâyık ve esmâdır. Ve eğer ki kim o teşekkülât ve ittisâlâtın suver ve netâyici a râz dır. Amma etbâka mütecessid olup ve cemî suver-i berzahı ve haşrî ve cenânı ve gayrihâ o hey et-i mütecessidenin aynı olur. Nefha-i insâniye berzahda sûver-i mezbureye müteallaka olup berzahta vâki olan nimet ve nakmet onlara o suverin cinsinden isabet eder. Ammâ niyet-i hâlise ve kasd-ı samîme mukârin olan a mâl-i sâliha ve ef âl ve akvâl-i tayyibe ve sâdıkanın bi-haseb-il kuvve-i gayri bil-vahdeti velihlâsı kulun a lâ-yi illiyyîn de mukadder olur. Hatta vahdet ve ihlâsı bir kavl ve amel üzerine kemâl-i mertebe-i gâlib olsa (ileyhi yesadu l kelimel tayyibu ve l ameli salih yerfeuh) nassı keriminin fehvâsınca külliyet ile âlem-i vahdet mürtefî olup bu eflâkta süret kema îşâr ileyh kavlih alehisselâm (Lâ ilâhe illallah leyse lehâ düne Allah hatta yekdî ileyh) ve kâle sallallahü aleyhi vesellem (mâ kâle abd lâ ilâhe illallah muhlisân min kalbih illâ fetehat li ebvâbis-semâvât hatta yekdî îlel-arş). Fe-amma şu fiil ve kavl ki niyet ve kasd-ı samîmîden hali olsa o makule a mâl-i mesübe hebâen mensüre olup bu âlem hâk ve âb ve heva ve âteşten tecâvüz etmez. Nitekim bunun tafsilî bilâde zikr edilmiş idi. Pes a mâl-ı gayri hâlise ve gayr-i sâliha neşâ-i uhrevîyyede suver mânâsıyla munzam ve cîsmâniyet (11) ile musavvir olup ve gazab-ı şedide olmak için cismâniyyet-i azime hâsıl olur. Kema işâre ileyh kavli sallallahü Teâlâ aleyhi vesellem (Înne galeze cilde lküffar isnâ ve erbaûne zerâ en ve in cesede misle ahed ve in meclisi fî cehennem mâ-beyne Mekkete vel-medinete). Ve nusûs-ı Kur an-ı Azim ve hadis-i şerif rasül rabb-ül alemîn nazar-ı erbab-ı keşf şuhûdda mübeyyindir ki kursi-î kerîm ferş-i 136

137 cennet ve arş-ı azim sakf-ı cennet olduğu bey ân buyurulmuştur. Ve Hakk Sübhânî ve Teâla hazretleri kûrsiyi ne şey ile vasf buyurmuş ise, arz-ı cenneti dahi o şey ile vasf buyurmuştur ki, kâle Allahü Tealî azze ve celle (vesîa kürsiyyühüs-semavâti vel ardı) ve ke-kavli Teâlâ (ve sâriûv ila mağfireti min rabbikûm ve cenneti ardıhâ es-semavâti vel-ardı e ıddet lil müttekın) ve delâleti hadis-i şerif budur ki, kemâ kâle aleyh-is-selâm (inne fîl- cenneti mie derece mâ-beyne kullü dereceti kemâ beyne es-semâi vel-ardı vel-firdevsî a lâhâ dereceti ve minhâ tefcürû-el-enhâre el-erbaate ve min fevkıhâ yekûn-ül-arşı). Makasid-ı hayâliyeyi herhangi a mâl ve akvâl cümleden zîyâde olur ise cennet-i Firdevste suver-i hadâyik ve eşcâr ve esmâr ve enhâr ve suver ve kusûr ile mütecesside olur. Kemâ kâle Allahü Teâlâ (vein leyse l insane illa ma-sa y ve in sa yihi sevfe yera sümme yecziye l cezae el-evfa) ve kale Allahü Teala (Fe-men ya mel miskâle zerretin hayren yerah). Pes bu âyet-i beyyinâtın mazmûnu saâdeti âyeti bu ma nâya delâlet eder. Ammâ sa y ve amel arz kabilinden olup tarifi arzda ise (el-arzu la yebka zamaneyn) denilmiştir. Ve ta rîf-i mezbûr ta rif-i cemi ve emr-i mukadderdir. Nass-ı Kerim Sübhânî ise sa y ve amelin aynının rû yeti isbât etmiştir. Bu takdirce a râz-ı a mâl zamân-ı sabitte ne keyfiyetle mer i oluyor denir ise iş bu takdîr olunan veche üzerine mûtecessid olur. Kemâ kâle sallallahü teâlâ aleyhi vesellem fi hadis-i kudsi hakiyen an-allah Teâlâ fe-kâle (yâ Muhammed ikrâ ümmetike minnî selâm ve ahbirhûm înnel-cennete tayyibet-ül-ziyneti azbetül-mâi ve ennehâ ve in gargbihâ sübhân Allah vel-hamdulillah ve lâ ilâhe illallah ve Allahü Ekber). Pes tecessüd-i mezbûr hakikat-ı kâmil vesâtet-î a mâl-ı hasene ve akvâl tayyibe mütebassıta dünyâ-i kemâlî inbisâtı mezkür ile muhkem olur. Ammâ zikr olunan derecât-ı aliyenin vusûlüne sebeb derecât-ı kesire vardır. Lakin merâtib-i mezbürenin usûl-i kulliyâtı makâmâtı selaseye o da evvelen islam, sâniyen imân, sâlisen ihsândır. Ona binâen ki çünki o ser vücudu merâtîb-ı istîdâ eflâk ve anâ-i mevlüdât ve rahîm-i mâder de olan mertebe-i istikrârdan tecâvüz edip bu süret nefis ve mizacı insânî ile tâhir oldu ise ahkâm-ı kesret anâsır ve mevlüdâta melâbiseti sebebiyle hükm-i vahdet ve tahâret ve besâtet ser vücudu zîkr olunan âsâr-ı kesret harekât ü sekenât tabîî ve ahkâm-ı inhîrâfâtta maklüb ve mahbûs olup kendînin mebde -i vahdetî ve la yedi olan avd ve rücûğundan ve turuk-i zâhir ve bâtne-i maâddan kemâl-i hicâb ile mahcûb kaldı. Pes şunlara ki 137

138 tevfîk ve inâyet ezeliye-i rabbâniyeye karîn hâlleri olup mâder ve pederinin vesâtet taklîdi ve yahut bir resûlün da vetî halife-i resül olan mürşid-i kâmilin irşâd ve delâeti ile mebde ve maâdından haberdâr olur ise evvelen bi-z-zât eser ona zâhir bâhir olup li-ecli t-tedbir onun mizâç ve kuvâ ve cevârih ve âzâsına isâbet ve sirâyet edip kavlen ve fi len harekât ü sekenât nâ-mazbût ve suver-i inhirafât nâ-merbût ile zuhûrdan a râz eder. Ve ahkâm-ı şer iyede münderic olan vahdet-i adâlete inkıyâd-ı kulliyen ile müteveccih olur. O zamân onların dâire-i makâm-ı islâma dûhulleriyle ki itâati evâmir-i revaciri şeriyye-i nebeviye den ibârettir. Dürüst olur ve hâlet-i mezbüre de dâhil dâire-i Îslâm olan şahısı insâniyenin Hazreti Hakka ve esmâ ve sıfât-ı mukaddes-i rabbâniyeye irtibâtı bî-tarîk-it-taalluk olur. Zirâ merbübun ismi Rabb ve sıfat-ı rubûbiyette ve mahlûkun ismi Hâlîk ve sıfat-ı hâlikiyyette ve mehdinin ismi Hâdî ve sıfatı hîdâyete ve tâibinin ismi Tevvâb ve kabîl-i tövbe sıfatına ve mâğfürun ismi Gaffâr ve sıfatı mağfirete helümme cerrâ ta allûkları zarûridir. Ve her şeyin bir sebeb ve illeti zâhireye izafeti ve esbâb ve îlelî mezbûreye muzaf olan eşyânın rü yeti dahi esmâ-i ilahiyenin mezâhir ve âsârıdır. Mâdem ki bir kimse dâhil-i dâire-i islâm olmaya onun talluku esmâ-i kûlliyeye olmayıp dûn-el-bâz bâzı esmâ ve sıfâtadır. Ammâ sonraki makam Îslâmın hakâyıkıyla muhakkak ola. O merd-müslimin ta alluku esmâ ve sıfât-ı külliyede tamâm olur. (12) Ve bu mertebeden sonra mebde ve maâd bî-tarîk-il- ma dül eser ona hepsi kuva-yi bâtınî ve hevâsı. sîrâyet edip tekellüf ve taltife cehd eder. Ve nefsi (Summün bukmün umyün fe-hum lâ yerci ün) dâr-ı müfizinden halas eder. Nutk ve semi ve basar ve fikrin ve vehmine fuzûl ve mâ-lâ ya nî zîkîr ve fikîr ve eser-i gayr dan bî-külliyyete mahcûb ve mestûr kalmış idi. Muhabbet-i İlahiye keşf-î istâre hicâb edip tevfîk ve hîdâyet-i sûbhânî ile cümlesi ma-halak lehne sarf edip acele getirir. Ve zâtını ism-i semî basîr ve ilim ve mütekallim kılar. Ve kuvâ-yı bâtınesi hakîkî nekayifi ve inhirâfat-ı cehl ve bahl ve zulm ve kasâvet-i kalb ve îlâ gayr-i zâlik ve sıfât-ı radîyeden halâsi edip üç kemâlât ve suver-i i tidâlât akıl ve kerem ve hilm ve re fete nâil olmak için sa y-î beliğ eder. Ve bu mertebeye kadem-nihâde oldukta makam-ı îslâmdan rütbe-i îmânâ terakki etmiş olur. Ve esnâ-yi seyrde külliyât-ı makam-ı imandan olan tevbe ve zühd ve vera ve tevekkül ve rızâ makâmları müşahede edip ve her makâmın cûz iyâtında esmâ-i 138

139 hakk eyle. Misalen Kerîm ve Halîm ve Allâm ve Raûf ve bunun emsâli esmâ ile vefk tahallukûv bi-ahlâkillah ile muttasıf eder. Fe-li-hâzâ erbâb-ı tahkîk makam-ı imana makam-ı tahalluk itlak ederler. Ve çünki bâtın ve zâhirden ahkâm-ı inhirafât veche meşru mütelakki ola meşîme-i nefiste kâmil olan sûret-i vahdet ve adâlet-i mütevellid olup ismi kalb ile mesh olur. ( Ve bî-hükmî ve sa ni kalbî abdu l-mü mini l-tekâ) o dîl ona tevâbi ism-i zâhirden bir ismin mir ât-ı mücellâ ve mahal-i tecellisi olur kî Îsm-i mezbûr şahsı mezbûrun menşe -i taayyün nefsi ve mizâcı olmuş idi. Ve sukut-ı nutka ve nefha-i rûhun vefatında ve zamân-ı vîlâdette şahsı mezbur o ismin mahkûm te siri ve terbiyesinin merbûbu olmuş idi. Pes vâsi i Hakk olan kalb-i mü mîn bu mertebeye nâil oldukta o isim ile mûstahikk olur. Yani sâlik-i mezbûrun kalbinde o isim tecelli ettiğinde sâlikin ismi ve resmi bîl-külliyyete mürtefi olup sâlikte ol isimden gayrı şeye bağ kalmaz. Pes bu mertebede sâlik makam-ı imândan derecât-ı ihsâna i tîlâ ve irtifâ etmiş olur. Ve o isim ki onun mir ât-ı kalbinde cilve-kâr olmuş idi. Ve şu eser ki esmâ-i zâtiyenin âsârından eser etmiş idi. Sâlik-i fâniyenin semi ve basar ve yed ve ricl ve aklı olur. Hatta bu makam-ı tahakkukun hakikatta vâki olan (Kuntü semîah ve basarah ve yedeh ve ricleh) hadis-i şerifi ve sâir ahbâr ve âsarın letâifini zevk ü selîm ile fehm eder. Ba dehû merâtîb-i esmâ ve eflâk-ı sıfâtta seyrân edip her bir ismin tahakkuku o sâlikî bir ism-i ahârın tahakkukuna müstaidd eder. Hatta ism-i zâhir camî olduğu cemi esmaya müttehid olur. Ve o vakitte o merd-i kâmil ve racül-i fâzıl bâtın rûhun seyrine garibet kılıp cemi esmâ-i bâtın tenzîhî ile tahakkuk-ı mesir olur. O cemi kemâliyeye erişip seyr-i kemâleyn bulur. Ve zîkr olunan seyr ü sülük ümmet-i Muhammedden olan ferd-i kâmillerin seyridir. Ammâ seyr-i Mustafa kâmîllerin netice-i seyir olan Hazreti Cemidât Kâbe kavseyn ve ondan makam-ı ahâdiyyet cemi ev-ednâdır ki, ondan a lâ ve ekmel mertebe olmayıp ve mertebe-i mezbûreye ancak Hazreti Seyyid-ül-enbîyâ vel-mürselin salavatûl-allah aleyhi ve selem hazretlerine mahsustur.ve hasayıs-ı kâmil odur ki bâtın ve sırrı ile mûşâhede-i hazreti gayb olup makam-ı ihsânda ulûm-i gayb ve ledünniyi rûhu ve nefsî ile muttâli kılar. Ve hâvas-ı zâhir ve bâtınesi ile makam-ı imânda âsâr gayretle meşgul olup ve mizâç ve kuvâsı makam-ı islâmda ibâdet-i bedeniyeye vâsıf ve envâ i ahkâm-ı ibtilâyı şerîyeye mülâzemet edip cemi evkâtta bütün vârını zînet şer-i şerife ma mür ve zâhiriyi 139

140 tayy-ı deryâyı ahkâm-ı tarîkına müstağrak olur. Ammâ kâmil-i mezbûrun şer-i şerif ve rûh-i lâtifinin hazret-i gayb ve makam-ı ihsânda mukayyed olduğunun fâidesi tecelliyâtı zâtı ve ulûm-i hakiki ve mûkâşefât-ı hamim île muttasıf olduğundan vesvâsı ve kuvâyi zahire ve bâtınesi dahi makam-ı imânda mukayyed olduğundan fâidesi bu neşâ-i dünyevîye de fikir ve zikir ve semâ ve gayretle ve neşâ-i âhiriyede rû yet-i dâim bi-l-basar ve semâ-î kelâm bî-vasita ve bunun emsâlî teşrifât ile mütellezziz olduğudur. Ve mizâç makam-ı islâmda mukayyed olduğunun fâidesi îbtilâat ahkâm-ı şeriat ile tahakkuk ve neşâ-i dünyeviye de icrâyı o emr-i şeriyye ile telezzüz ve ahkâm-ı şer iattan her bir hükmün dekâik hikmeti ve savm ve salat ve hacc ve zekât ve sâir ibâdât ve tâatın taayyün ve tahdîd idâd ve ilel ve esrarı keşf ve sühûd ile muâyin kıldığını der-kâr ve cem i avâlim ve dunyevi berzah ve haşr ve cenânı da kemâl-ı inbisât-ı hakiki takayyüd mizâç ile makam-ı îslâmda yazılmış olması lazımdır. Ve ibâdât ve hasenât-ı (13) şer iyyenin berzahta ve haşr da hasıla olan sûr ve netâyicinden behre-mend ve ber-hurdâr olmakla makam-ı îslâma mütealliktir. Ve nice evkât olur ki kâmîl-i mezbûrun nefsî hevâsı ve mizâcı hemreng sırr olur. Ammâ zikr olunan hükm-i mezbûrun neş atı iktizâsıyla hâlet-i mezbûrenin devâm ve sebâtı olmaz. Zîrâ lî maa-allah vakt buyurulmuştur. Îmdi ey nûr-i sadika-i a lem ve nûr-i sâdika-i Âdem merâtib-i mezbûreyi seyr ve temâşâ edip hakikat-ı zâtiyesinden haberdâr ve aşk ü muhabbeti rabbâniye ile ber-hudâr olan âşık sâdıklar ahkâm ve eflâk-ı suveriyeden dahi hurûç edip eflakı hakikiyeyi esma ve sıfat ve zata uruc etmekle ebü-l-vakt olurlar. Sen de ona göre sa y edip ebnâ-yi izâmın ve husûsiyle Hazreti fahr-i kâinât sallallahü aleyhi ekmel-i tahiyyât ümmetlerine terk ettği mîrâs-ı şeriat ve tarikat ve hakikat ve marifete vâris-i hakîkî olmakla Cenâb-ı Haktan meded ve inâyet ricâ eylesin. Mektup 7: 26 Mart 1337 Mustafa Ârif Kâtipzâde Kayserîlidir. Mustafa Mûnîb Hazretlerinin halife ve kaim-makamıdır. Kayseride Fuad Câmi Şerif havalîsinde medfundur. Zâhir ve bâtın ulûmune câmi ve zamânın feridîdir. Sâlike lazım olan hilâfet-i ilahiye ve hilâfet-i nebeviyye ve hîlâfet-i meşâyih ve merâtib-i îstivâ ne olduğunu bilip ve 140

141 anlayıp ona göre iş eylemek lazım olduğundan, merâtib-i mezbureden bir miktâr bu mahalde derc-i sutûr eylemeye şurü olundu. Ey Îhvân ma lümunuz olsun ki Cenâb-ı Allah (ve iz-kâle rabbuke lî l-melâiketi innî câilûn fil ardı halife) yani, zikreyle ya Muhammed, o vâkit ki rabbin melâikeye buyurdu ki; ben Azîm-üş- Şâân bir de halife kılmak isterim. Halife bir kimsenin makâmına kâim menâbına nâib olan kimseye derler. Îmâm Fahreddin Râzî tefsirinde; el-hâlifetü men yehlifu gayrih ve yekûvme mâkama. Ve Îmâm Râgıb hazretleri dahi lafz-ı halife vâhide ve cemi ıtlak olunur. Bu mahalde maksüd olan cemi ma nâsıdır. Zirâ halifeden murâd Hazreti Adem ve evlâd-ı Ademdir. Ve tefsirinde buyurdu ki; halifeden murâd evlâd-ı Âdemdir. Ve bazısı bazısına kâim-makâm oldular. Nîtekim bu âyeti kerime şehâdet ederki (ve hüve ellezi cealeküm halâife fil ardı) ve kezâ kâle (sümme cealnâkûm halayif fil ardı ve kâle eyzan vezkurûv iz cealekûm hulefâe) bu cümlesi evlâd-ı Âdemin halife olmasına delâlet eder. Ve beyne l-müfessirin kavl-ı esahh dahi budur. Îmâm Fahreddin Râzî der ki; Âdem evlâdından halife-i hakk olana, onun için halife tesemmi kılındı ki halkın nüfûsune tekmilde ve onlara siyaset ve te dibde ve emr ve ahkâmı tenfîzde ve bunun emsâli şeylerde Hakkın halifesi ve kâim-makamıdır. Burada suâl varîd olur ki; halife âciz ve esrâr-ı gayba muttalî olmayan kimselere lâzım olur. Tahkikan Cenâb-ı Allah her şeye kâdir ve âlim-ûl-bâtın vel-zâhirdir ki ona halife olmanın fâidesi nedir? Cevâp budur ki; halife müstahlefin aleyhin kusûrundan ötürüdür. Ve halkın Hakka âşînâ olmasında ve haktan istifâde ve istifâza kılmasında kemâl-ı mertebe âcizleri olduğu içindir. Lâ-cerem halife gerektir ki Haktan esrâr ve ahkâmı ahz eyleye ve halka bey ân kılıp söyleye. Zirâ bunlar halkla Hakk ma-beynlerinde vâsıtadır. Rûhâniyetleri cihetinden ahkâm ve esrârı ve evâmir ve envârı, Haktan ahz edip cismâniyetleriyle halka îsâl ederler. Ve halkı terbiye ve irşadla tekmîl edip bî-haseb-îl-istî dâd tefhim-i Hakk ile âşînâ ederler. Men veche halife müstehlefin aynıdır. Ve men veche gayrıdır. Şu cihetten aynı olur ki, onun ahkâmı ile hâkim ve onun ilimiyle âlim ve onun sıfatıyla muttasıf ve ahlâkı ile mütehallik ve esrâr ve envârıyla mütehakkıktır. Bunun mîsâlini kalem ile kâtibde müşâhede eyle. Her bir maânî ve maârif ve esârı yazmaya kâtib elinde kalem bir âlet olup, lâkin kalem başka kâtîb başka kalem, kalem, kâtib katib olup yanlız kalemin kâtibe kemâl-i merbûtiyle merbût olduğundan maârifin yazılmasına bir alât olduğu gibidir. Zirâ Cenab-ı 141

142 Vâhîb-ül-Atâ hazretleri her bir kudret-i ilahiyenin zuhûrunu bir esbâba ta lîk etmiştir. Nehârın tenvir olunması güneşe vermiş olduğu ziyâya ve mâhın nûrunu güneşten (14) aks ve ahze ta lîk eylediği gibi. Lakin Cenâb-ı Hâlik-ı Mevcûdât hazretlerinin bilâ-sebeb her şeyi halk ve icâda kâdirdir. Ammâ her bir işinde bin türlü hikmet-i hâfisi vardır. Kulun aklı cümlesini îdrâk edemez. Îmdi bu cümle ma lûm olduktan sonra, şartı hilâlet-i ilahiyeye halife olan zât bi l-kulliyye kendi nefsinden fânî ola ve bekâ-yi hakk ile bâkî ola. Ve onun akvâl ve ef âl ve ahlâk ve sıfâtıyla ittisâf kıla. Bir iş işlemeye îllâ onun emriyle bir kere başlamaya illâ onun îrâdesiyle başlaya. Amma burası gayet dakîk bir mâ nâdır. Her hayalâtâ kapılmayıp ve her bir evhâma aldanıp buna böyle işâret olundu. Ve şöyle zuhûrât vuku buldu, diye kendi hayâlâtına aldanıpta hem nefsini ve hemde ebnâ-yi cinsini aldatıp dâll ve mudil olmaktan ictinâb eylemek elzemdir. Zîrâ şeytân Cenâb-ı Vâcib-ül-Vücud hazretlerine: Yâ Rabbî ben Ademin yüzünden vâdi-i helâke düştüm. Şimdi bende onlara göstermiş olduğun tarîk-i müstakimin üzerinde oturur, o yolda olanları ihlâl ve iğfâl ederim dedi. Bunun çâresi ise, cümle kapıların kapanıp hemân bâb-ı ilahiyenin meftûh olduğunu ve o kapıya varmakla dahi bil-cümle yolların mesdüd olup ancak şeriat-ı Ahmedi ve tarikat-ı Muhammedinin açık olduğunu bilip ve yollara dahi ehl-i sünnet vel-cemâat ve mezâhib-i erbaadan birisine ve pîrân tarîkat-ı aliyeden bir tarika süluk ve bunlurın kurmuş oldukları mizan-ı tarîkat ve şeriât-ı aliyenin mîzânıyla her bir muâmelâtını vezn ederek kemâl-ı mütebassırâta hareket etmek lâzımdır. İşte cemi enbâ ve evliyânın hilâfetleri bu kevnedir. Ve tebliğ-i ahkâm-ı îlahiye enbiyân ulemâ-i billah dahi halife-yi Allahtır. Nitekim Ebu Hureyre (r.a) hazretleri peygamberimiz (s.a.v) hazretlerinden şu hadis-i şerifi rivayet etmiştir: (Kâle resûl-ullah sallallahü teâlâ aleyhi vesellem. Men emere bil-ma rûf ve nehyi an-il-münker fe-hüve halifetullah fil ardı ve halife-i kitâbeh ve resuleh). Ve sünnet-i rasüli îcrâ edip îhyâ eyleyen halife-i resülullahtır. Ve halife-i resülullah yine halifetüllahtır. Kemâ revâ an-îl Hasani l-basrî kâle resûl-ullah sallallahü teâlâ aleyhi vesellem (rahmetullah alâ hulefâ-i kâlûv ve men hulefâuke yâ resûlallah kale ellezine yuhibbunehu sünnetî ve yamelüneha ibâdullah). Her kim evamîr-i ilahiyeyi icrâ ve sünnet-i resülullahı ihya eyler ise, halifetullah ve halife-i resülullah olur. Ve şu kimse ki evâmîr-i ilahiyeye ve sünnet-i resûlullahı bir tarikin revişi üzere icrâ ve o tarîkatı 142

143 ihyâ ile hem o pîrin ve hem resûlullahın ve hem Allah Teâlâ hazretlerinin halifesi olur. Hîlafet-i Hakk cemî efrâd-ı însâniyede bi-hasebi isti dadâtihim mevcûdedir. Kema kâle aleyhisselâm (Küllü-küm râin ve küllü-küm mes ulün an ra yetih). Herkesin hilâfet-i îlahiyeden îstî dâdı miktârı hisse-i muayyinesi vardır. Misâlen, pâdişâhın memleketinde tedbir ve tasrrufu ve her vâlî ve hâkimin kendi eyâlet ve vilâyetinde ve herkesin taht-ı îdâresinde ve ednâ mertebe kendi vücudunda terbîr ve tasarrufu gibi. Zirâ Cenâb-ı Hakk bu âyetinde hîlâfeti âmme-i nâssa şâmîl buyurmuşlardır. Kemâ kale Allahü Teâlâ (Hüve ellezi cealeküm halâife l-ardı) ve ondan sonra herkesin biri birinden derecesinin ref olunmasını ve hîlâfette fazîlet bulunması (ve refea ba zıküm fevka ba zın derecât) âyetiyle sâbit kılınmıştır. İnşâ-Allah Teâlâ ileride meratib-i süluk zikr olacağı mahalde zikr olunacaktır. Derece-i tövbeden tâ derece-i tecrid ve tevhide kadar bey an olunacaktır. Bâ zı kimse bu cümle merâtibe câmi olur. Ve ba zısı bunlardan birinde kalır. Ve o derece onun makamı olur. Ve ona fâlân kimse filan makâmdadır denir. Misâlen ya televvünde veya temekkünde veyâ velâyette veya keramette her ne ise bu cümleden güzârla matlabı rızâyı Hakk olmadıkça insân kâmîl olamaz. Ve hîlâfet-i kâmile ise însân-ı kâmile mahsüs olup ondan sonra emsel fâl emsel her hangi kimsenin ilmî ziyade ola, o kimsenin îlmî olmayandan derecede erfa ve hakikatta efdaldir. Eğer şeraitte ilmî ziyâde ise şeraitte ve tarikatte ise tarikatte ve eğer merâtîb-i ilahiyede ise merâtib-i ilahiyede ve esrâr-ı rabbâniyede ise esrâr-ı rabbâniyede kemâ kâle Allahü Teâlâ (hel yestevîyellezine ya lemüvne vel lezine lâ ya lemûvne). Ve kâle Allahü Teâlâ (yerfeü ellezine âmenûv min-kum vel lezine ûtul-îlme derecât). Yani Allahü Teâla refî eyler. Ey müminler siz diyorsunuz ki, derece-i cânım dünyâda cemîl eyle ve âhirette canânla hâsseten şu kimselerin derecelerini ref eyler ki onlara ilim itâ olundu. Ve ilimleri amele mukarin kılındı. Pes alimin âbid üzere şerefi, mâh-ı bedrin kevâkib üzere şerefî gibidir. Ve âlimin şerefiyyeti ma lümun şerefine göredir. Her hangi tarîk olur ise olsun (15) âlim olan hilafete âlim olmayandan ehakk ve elyaktır. Zîrâ nass ile sünnet-i seniyye ile ve îcmâ-i ümmet ile sâbit olan budur ki, kitâb-ı ilahiyede delîl Hakk Sübhânî ve Teâlâ hazretleri Hz. Âdemî ilmi sebebiyle halife edip melekleri etmedi. Bütün melâike tâat ve ibâdetle mevsûm ve tesbih ve takdîs etmekle meşhür ve ismetle hatâ ve halelden uzak oldukları hâlde, Cenâb-ı Allah 143

144 Adem aleyhisselâmı ilmi sebebiyle tercih buyurmuştur. Nitekim Beyzâvi hazretleri (Fe-kâle enbîunî bî-esmâe heûlai) ayet-i kerimesinin tefsirinde buyur ki yunekkibu le-hüm ve tenbe alâ aczihim an emr el-hazrete fe-innel-tedbîr veltasdîk ve îkâmetil muadeleti kalbe tahakkuk el-ma rifeti vel-vukûf alâ merâtîb-il istî dâdât ve karraral hukuk mahâl în kuntüm sâdikın fi-zeamekûm enneküm enfâe bil-hilâfeti li-ismeteküm fe-en-bi unî bî-esmâi heulâi) ve şeyhzâde merhûm dahi hâşiyesinde buyurur ki; (innel-hîlâfeti nektezil hukme bil-hakkı,ve ikâmetil muadeleti beyn-el-ibâd ve zâlik lâ ye ti illâ bil-ilmi vel mârifeti zevâtü eşyâ ve ehlehâ ve ef âlehe ve i tâe kullü zî y hakk hakka bilâ-ziyâde ve lâ noksan). Ma nâsı budur ki, melâike zımnen hilâfeti tesbîh ve takdîs ve ismetimiz sebebiyle bîz müstahakız dediklerinde, Hakk Teâlâ hazretleri bunlara buyurur ki, Ey meleklerim banâ bu müsebbihâtın esmâsını îlâm edin Kâdı Beyzâvi hazretleri buyurur ki; bu kelâm melâikeye ilzâm ve onların emr-i hilâfetten acz olduklarına tenbihdir. Zirâ tedbîr ve tasarruf ve ikâmet-i adl-i mârifete müstehak olmazdan ve meratib-i istidâdı ve ahlâkın hukûkuna vukûf bulmazdan mukaddem mahalldir. Eğer ze minizde hilâfete ismetiniz sebebiyle ehakk olmak var ise, bu cümle müsebbihâtın esmâsından haber verin mânâsı vardır. Ve şeyhzâde merhûm dahi hîlâfeti hakk ile hüküm eylemek ve îbadullah beynînde adâlet kılmak iktizâ eder. Ve bu ma nâ ise ilimsiz olmaz zevât-ı eşyâya ve havâsına ve ef âline ma rifetsiz surete gelmez. Ve her hakkı sâhibine bilâ-ziyâde ve lâ noksân eylemeyince hilâfet mertebesine zafer bulmaz. Pes hilâfetin rükn-ü azamı adâlettir. Onun için Cenâb-ı Hakk Celle ve A lâ hazretleri Hazreti Dâvûd aleyhisselâma hitâb edip buyururlar: (Yâ Dâvûd innâ cealnâke halifeten fîl ardı fahküm beyne n-nâs bil-hakk ve lâ tetbî el hevâ fe-yudillike an sebilillah innel-lezine yedullüne an sebilillah lehüm azâbun şedîd bi-mâ nesev yevm-el-hesâb). Ma nâ-i şerifi, yâ Dâvûd biz seni istihlâf eyledik ve mülkümde halife kıldık. Sende beyne n-nâssı adl ile hükm eyle, hevâ-i nefsine tâbi olma ki, seni Allah yolunda ihlâl eyler.tahkik o kimseler ki Allah yolunda kem-rah oldular. Onlar için azâb-ı şedîd vardır, Yevm-i hesâbı nîsyânları sebebiyle her bir halife olanlara taht-ı yedinde mutasarrıf olduğu kimselere adâlet eylemek vâcib oldu. Zîrâ Ebu Sâid hazretleri resûlullah (s.a.v) rîvâyetle buyurur ki; (in nel-dunyâ helve hazre). Yani dünyâ tâtlı ve leziz şeydir, tabîat-ı kâmil eyler. Lakin hüsn ü ta mıyla nâsı meftün eyler. (Ve innel-allahe 144

145 müstahlefeküm fe-yenzır keyfe ya lemün) Ve Allah Teâlâ hazretleri sizi halife kılmıştır. Emvâl ve erzakta ve tasarruf eylediğiniz şeylerde. Zîrâ o şeyler Hakk Teâlâ hazretlerinindir. Siz halife ve vekilsiniz. Hakk Celle ve Alâ hazretleri size nâzırdır. Mâlik olduğunuz şeylerde ne hâl ile amel eylerseniz, her hakkı buyurduğu zî-hakkâ îsâl edip adâlet eylermisiniz. Ve yahut olup adaleti terk kılarmısınız. Abdullah îbn Ömer radıyallahü Teâlâ anh hazretleri bu hadis-i şerifi resülullah sallahü teâlâ aleyhi ve selem efendimizden rivâyeten buyur ki; (Înnel-muksitine înd-allahe alâ munâbirine min-nür). Yani tahkikân âdîl olanlar Allah Teâlâ indin de mukarreblerdir. Nûrdan minber üzerine câlislerdir. (An yemin-ü rahmân ve kulnâ yedihi yemin-i mübârek) o menâbirin yemin-i rahmân tarafında ola. Bu hadis-i şerif âdillerin ulvî mekânına iş âr eder. Zirâ sultânın sâğ tarafında oturan sol tarafında oturandan eşreftir. Ve burada tevehhüm olunmaya Cenâb-ı Allah ın yemîn-i rahmân yesâre mukâbili olan yemîn-i cinse ola onu def için buyururlar ki; Rahmanın iki tarafı dahi kudret-i kâmile ve îrâdeti şâmile ve esmâ-i mütekâbiledir. Yemîn mübârektir. (Ellezine ya dilüne fî hukmihim ve ehlihim ve-mâ velü) sıfatı kâşifesi veya sıfatı mâdihesidir. Muksitin yani âdil olanlar şu kimselerdir ki; hükümetlerinde ve taht-ı yedlerinde bulunanlar ve ehl ü iyal ve cevârî ve ibâd ve hâdim ve kendi mâlik olduğu iklim vücudunda adâlet eyleye. Nitekim Cenâb-ı Allah Teâlâ hazretleri buyurur: (Înne Allahe ye muruküm bil adli vel îhsân). Adâletin ma nâsı (16) ise terk-i zulümdür. Ve her hakkı zî-hakka îsâl ve her bir mâlık olduğu mâ-halak-lehinde îsti mâl ile tefsir eylemişlerdir. İmdi halife olan kimse her hâlde âdil olmak zorundadır. Zîrâ adl cemî umürda tavassut etmeye derler. Mîsalen, itikadâtta tenzîhle teşbih mâbeyninde olasın. Ve mezheb-i cebr eyle kader mâ-beyne tutasın cüdda tecelle tebzîr mâ-beyn güzedesîn. Kemâ kâle Allahü Teâlâ (ve lâ tecal yedeke mağluleten ilâ unugık ve lâ tebsüthâ kullel bast) ve savtta dahi cehr eyle ahfâ mâ-beynine söyleyesin. Nitekim Hakk Teâlâ hazretleri habibine buyurur; (ve lâ techer bisalâtik ve lâ tehâfet bi-hâ vebnağ beyne zalik sebilâ). Ya Muhammed salatta kırâatını cehr eyleme ve dahi onu zayıfda eyleme. Bu ikisinin mâ-beyninde bir yol taleb eyle ki beyn-el-cehr vel-zayıf ola. Rivâyet olunur ki, bu âyetin nüzûlunde Hazreti Habib-i Hüda sallallahü aleyhi vessellem bir gün Hazreti Ebu Bekr es-sıddık radiyallahü teâlâ anh hazretlerine uğradı ve gördü ki ahfâ ile okur. 145

146 Ve Hazreti Ömer radiyallahü teâlâ anh hazretlenie uğradı cehr ile ve savtı a lâ ile okur. Hazreti Ebu Bekir e ne sebeble ahfâ ile okursun? diye sorduğunda rabbim münâcâtımı işitiyordu. Ve hazreti Ömer e ne sebeble cehr ile okursun? diye sorduğunda şeytanı tard etmek ve nâimleri îkâz için dediklerinde, Hazreti Ebu Bekire, sen bir parça savtını çıkar yani; (erfa savtık kalîlen) ve Hazreti Ömere dahi, (El-adl sârî fî cemi el-eşyae fecal el-adl hâkimen alâ nefsik ve ehlik ve ashâbik ve abîdik ve fi kelâmik ve efâlik zâhiren ve bâtınen). İşte ba zı tarikatta bu sıfat-ı i tidâl mertebe-i istivâdır. Bu mertebeye vâsıl olanlara alamet başlarına hatt-ı îstivâ çekip onunla bu mertebeyi işâret kılmışlardır. Ve bizim tarikımızda ise sürete itibâr olmayıp, her hâlimizde adâlet ve istikâmet ve şeriat ve tarikata kemâliyle mütâbaat eylemektir. Ve istivânın üç mertebesi vardır. Birisi edna, birisi evsat, diğeri a lâ mertebedir. Ve ednâ mertebesi hadd-ı şeriattır ve dâire-i tarikatdan hurüç etmemek. Ve râh-ı dalâl ve fesâda gitmemen. Ve ef âl-i seyyieden bi-l-kûlliyye necât bulmak ve evkât-ı hamseyi vaktıyle edâ eylemek. Ve a mâl-i hasene ve ahlâkı hamide ile muttasıf olmaktır. Evsatı mertebe emr-i sübhâniye itâaat ve sıhhat-i ibâdete ve riyazâta gitmek. Ve savm ve salâta müdâvemet kılmak ve nefsi zulmanisini nûrânî ve cismani edip, (ervâhnâ eşbâhnâ, eşbâhnâ ervâhnâ) hükmünü bulmaktır. Ve mertebe-i a lâsı aşk ü muhabbetle cemi merâtibden güzâr edip şâd ü gam ve zevk ü elem ve ye si ve kem ve medh ü zemm ve nîam ü nakm ve lütf ü sitem bi-l-külliyye katında berâber ola. Bir sâlik ki kendisi zâten ve sıfâten ve zâhiren ve batınen fânî olup Hakk ile kâim ve bâkî bula. Ve yanında sîm ü zer ve berâber ola. Ve esrâr-ı gayb o vâkit onâ ayân olur. Ve mertebe-i meşihate dahi mâlik olur. Ve o vâkit halife edilmeye kudret bulur. Suâl olunur ise ki, bir çok şeyhler evlâdlarını yerlerine halife ederler ve ba zılarıda istediklerine hilâfet verirler. Bunlarında bu hakka nâil olmuşlar mıdır. Cevâben her bir şeyin sürisi ve ma nevisi oluduğu gibi hilâfetin dahi sûrîsi ve ma nevîsi vardır. Bir şeyh birkimseyi bir hân-kahın tasarrufu ve yâhut o diyârda bulunan sâlikanın zabt ve bastı için hilâfet verse ve o halife olan kimsede ise merâtib-i süluk ve irşâd-ı sâlike âlim olmaz ve emr-i şeriat ve ahkâm-ı tarikat-ı aliyeyi ve esrâr-ı hakikiyeyi kemâ yenbeğî bilmese buna sûret-i hilafet derler. Ammâ ma nâ-yı hilâfet bilâde zikr olunan makâmâtı güzârla merâtib-i süluke âlim ve zuhürât-ı ilahiyeyi ve esma ve sıfat-ı rabbâniyi şuür bulmaktır. Ve hakikat-ı 146

147 hilâfet abd-ı Allah irşâd-ı nâssa me mûr olmaktır. Şeyhiyyet mertebesinde olan kâmilin taht-ı terbiyesinde iken ba zı kimsede hilâfetin süret ve ma nâsı ve hakikatı üçü birlikte cem olur. Ve ba zısında ise süret ve ma nâsı cemi olur. Bazısında ancak suret-i halife olur, mana ve hakikatten bî-nasib kalırlar. Ammâ o kimsede ki, üçü birlikte cem ola meşihat mertebesinde olur. Vallahu a lem bilsavâb. Mektup 8 (17) Ahmed Bâbâ Ganîzâde demekle müştehir Kastamonu vîlayetinin Tosya kazâsındandır. Îbtidâ hâlde debbâğ san atla kesb ve idâre-i tayin etmekte imiş. Rivâyet-i meşhuredendir ki Mustafa Ârif hazretleri şeyhi bulunan Mustafa Mûnîb hazretleriyle birlikte Tosyaya geldiklerinde, Mustafa Ârif hazretlerine şeyhin bulunan Mustafa Münîb hazretleri müsâ-ileyh Âhmed Bâbâ hazretlerini irâe ederek senden sonra bu civân sâhîb-i zamân olacaktır. Ve irşâdı dahi sizin elinizde olacaktır. Şimdiden taht-ı terbiyenize alınız ve terbiyesinde ihtimâm ediniz buyurmuşlar. O zamân Âhmed Bâbâ efendimizi huzurlarına celb ve evlatlığa kabül ile terbiyesini Mustafa Ârif hazretlerine tevdi buyurmuşlar. Ve Mustafa Ârif hazretleri dahi vefât zamânı takarrûb eylediğinde, Tosyaya Âhmed Bâbâ hazretlerini huzurlarına getirmek üzere Kayseriden iki ihvân gönderip, müsâ ileyhi huzuruna celb ve biz-zât kendi halvetine alıp, lâzım gelen vesâyâyı îcrâ eyledikten sonra makamına kaim ve ser-hilafet ve talibânın terbiyelerinde ihtimâm eylemesini tavsiye eyledikten sonra irtihâl-i dâr-i beka eyledikleri Âhmed Bâbâ hazretleri cenâze namazını bade l-eda defn eylediğinde ashâb ve ahbâbının merâsim taziyelerini tamâm edildikten sonra Tosyaya avdet ve etrâfında bulunan hülefâtının cümlesini dahi makâm-ı ser-hilâfette kuûdunu îlanla irşâd-ı tâlibâna seksen sene ihtimâm bin ikiyüz seksen beş sene-i hicriyesinde yüzyirmi yaşında mahdüm-ı sultânım Mehmed Sâdık Bâbâ hazretlerini istihlâfla irtihâl-i dâr-i beka buyurmuşlardır. Etrafta olan hulefâlarına güzel mektuplar ile tarikat-ı âliyeye müteallik bir çok sözleri vardır. Ve bazı manzûrum olan mektûbâtında görmüş olduğum nasâyihleri ber vech-i zir ihvâna arz ederim. Şöyle buyurmuşlardır: Sultândan iktidâya hangisi layık ve hangisi layık değildir. Malûmunuz olsun ki, Cenâb-ı Seyyid-ûl-Keyneyn sallallahü teâla aleyhi vesellem 147

148 hazretleri buyurmuşlardır. Kâle Resûlullah sallallahü teâla aleyhi vesellem (vellezî nefsî Muhammedin bi-yedîhî leîn şî itûm la beyneni leküm in ehabbe ibâdellahi ile-allahi ellezine yuhibbüne-allahe ile-îbâdehu ve yuhibbüne îbâde-allahi ileyh ve yemşüne fi l-ardı bin-nasihati). Yani Resûlullah sallallahü teâla aleyhi vesellem hazretleri buyururlarki, O Allah hakkı içün ki Muhammedin nefsî o nun yed-i kudretîndedir. Eğer isterseniz ben size hakîkat-ı hâlî beyân edeyim. Tahkîkan Allah ın sevgili kulları şu kimsilerdir ki, Allah ı kullarına sevdireler ve kulları Allah Teâla hazretlerine sevdireler. Yeryüzünde nasihatle yürürler. Ve dü-cihânda fevâid ve âvâid ve eltâf-ı hakkı tâlibâna bildireler. Ve kalıp âşıkânı mâ-sivadan pâk ve derûni mûştâkanı zîkri ilahî ve îbadeti sübhânî ile mücellâ edip âyine-i îlahi olmaya lâyık ve kâbil kılarlar.pes mertebe-i meşihatta olanların hâlleri budur. Ve şeyhler resulün nâibi ve kaviminin nebisi gibidir. Ke-mâ kâle aleyhisselâm (Eş-şeyhü fi-kavmîh, ke-en-nebiyyi fi-ümmetîh). İş böyle olunca şeyh olan zâta dahi Hazret-i Resûl-i Ekrem Hazretlerinin Sünnet-i seniyyesine ve sîret-i âliyesine mûtâbaat eyleye ki mahbûb ve manzür-ı hakk ola. Ke-mâ kâle Allahü Teâla fi-kelâmi (Kül în-küntüm tühîbbuvne Allahe fet-tebîüne yühbibkümullah). Manâsı eğer Hazret-i hakka muhabbet da vâsı kılarsanız, Hazret-i nûbüvvet-penâhın akvâl ve ef al ve âhvâline mütâbaat eyleyin. Hatta Allah Tebâreke ve Teâla hazretleri sizi seve. Muhabbeti hakka sebeb mütâbaat hazreti risâlet-penâh sallallahü teâla aleyhi vesellemdir. Herhangi şeyhin seyyidül-enbiyâya mütâbaatı derecesinde tâlibân enfâs-ı nefsiyesine müstefid olur. Ve hizmet-i şerifesiyle hakka yol bulur. Ammâ bir şeyhin Hazret-i Sultânı kevneyne mûtâbaatı olmaya, tâlib ondan bir tâkım hârikülâde bazı şeyler görülmüş olsa bile iktidâ eylemeye. Eğer âhmaklıklarından iktida edenler olur ise delâlete düşer. Ve yolundan şâşırır, onların yüzlerini görmemek dâha evlâdır. Ve muhakkıklar şeyhî dört nev e taksim etmişler. Ve o dört nev iden birisine iktidayı sahih görmüşler ve buyurmuşlar ki; Salikân-ı râhı dört kısımdır. Bir kısmı sırf sâliktir. Ve bir kısmı dahi sırf meczûbdur. Ve bir kısmı sâlik ve meczûbdur. Ve bir kısmı dahi meczûb ve sâliktir. Salîk sırf meşihat ve iktidâya lâyık değildir. Ve in kâne âlimen fiş şerîâtı vel-tarîkatı. Onun içindir ki bazı sıfât-ı nefsâniyye dahi ondan henüz zâil ve fânî olmamıştır. Ve kendisi ise makâm-ı muâmele ve mücâhede de tevhid-i ilahiyeden ve vuslat-ı rabbânîyeden mahcûb kâlmıştır. Ve sâîrî dahi hulasa hicâbî 148

149 olmaz. Ve hicabdan rehâ kalmaz. Meczûb sırf dahi meşihate lâyık ve iktidâ ya sâlih değildir. Zira cezbe-i ilahiye ânı vücûdundan hal i edip müstağrak ve fanî kâlmıştır. Bu sebeple (18) bundan dahi irşâd-ı kelimât ve bunâ dahi iktidâ câiz değildir. Her ne kadar hârikülâde bîlâ-nîhâye sâdır olur isede, iktîdâ edenler kemale ermez ve felâh bulmaz. Zirâ meczub menâfî âlem-i kesretî bilmez. Ve fevâid-i şeriat ve tarikatı anlamaz. Ve muâmelede noksânı vardır. Nâkısa mûtâbaat revâ görülmez. Zîrâ mertebe-i meşihate fâiz ve hâiz değildir. Sâlik meczübe dahi iktidâ câiz değildir. Ve sâlik meczûb ona derler ki; ibtîdâ halinde kesret-i mücâhede ve riyâzatle ve îbâdet ve taat ve hîzmetle sûlûk ede. Ve nîhâyet hâlinde cezbe-i îlahîye ve muhabbet-i rabbâniye ona zuhür edîp, onu mazîk surette ûç ma nâya ve tevhîd-i zât ve sıfât-ı Hûdâya îsâl ede. Zevk ve vahdet meşrebine galib ola. Sonra da kale ve sahva ve bil-cümle telvînden hâlî olmaya. Ve temkin mertebesini bulmaya. Onun için iktidâya lâyık olmaya. Dördüncü kısmı meczûb-ı sâliktir. Bunlar onlardırki cezbeleri kabl-el-süluktur. Taht-ı temkîn ve kemâl-i yakinde bunlar melektir. Meşîhate ve iktidâ ve mûtâbaata lâyık olanlar bunlardır. Bunların merg ruhların bidâyet-i sülükte şâh-bâz cezbe-i îlahiye sabid ve her-dem bunlara cezbe-i îlahiyeye âbid olup bu cezbe ve tecelli vâsıtasıyla beşeriyetten müteselli ve sıfât-ı hayvâniyetten mütehalli olurlar. Levh-i dillerine nûkuş-i mâ-sivâdan sâfî kılarlar. Ve kendilerini ortadan yok olmuş bulurlar. (Areftû rabbî bî-rabbî) îrfânına ererler. Ve (reaytü rabbi bi-rabbî) diyenlerin rüyeti gibi bunlar dahi görürler. Ve kendilerinden fânî olduktan sonra Hakk ile bâkî oldular. Ve ba de-l-mahv vel-fenâ irşâd-ı et-tâlîbin ve tekmil-i sâlikin âlem-i mahva geldiler ve kesrette vahdet mûşâhede kıldılar. Makâm-ı mahbübiyete erdiler. Ve mertebe-i hîlâfet-i hakkı hakîkaten buldular. Cenâb-ı Hak bu makâmda olanlar hakkında (ve bî yesmi ve bî yebsir ve bî yebtış) hadis-i şerifini ve (ve ahrıc bi-sıfâtî min râ ki rânî ve men kasdîke kasdenî ve min ehânekı ehînekı ehânenî) hîtâbıyla müşerref kıldı. Ve bunlara mütâbaat rasulullah sallallahü teâlaya mütâbaattır. Ve bunlara mütâbaat Cenâb-ı Hakka mütâbattır. Ke-mâ kâle Allahü Teala, (innellezine yubâyiüneke inne-mâ yûbâiune Allah yed-ullahî fevkâ eydihim) bu sıfatla muttasıf olân azizlerin makâmıdır. Zîrâ bunlar vâris ve kaimmakam resûldür. Ve halife-i haktır. Bunlara iktida Seyyidü l-enbiya ve zümre-i asfiyaya îktidâdır. (Ûlâîke ellezine hedâ-hûm Allah fe-bî-hedâ-hûm iktedâ.) emrî 149

150 üzere hidâyet-i hakk ile mühtedi olân bunlardır. Ve bunlara îktidâ vâcibdir. Herhangi tarikte olur ise olsun bulduğunda fırsatı fevt etmemek lâzımdır. Ve bu mertebede olânlara iki tâife mûteşebbehtir. Biri muhik birisi mübteldir. Mûteşebbeh-i muhîkk odur kî, bunların mertebelerine âlim ola, lâkin o mertebeye nâil olamaya, onlar ki âmil ola ve lâkin maa-el-bakiyye vücûd ola ve halkı hakka da vet kıla. Ve lâkin ekser mertebede onlara takliden da vet kıla. Vel-hâsıl nice mertebede onlara mûşâbehetî ola ve nice mertebede olmaya. Ve onlar gördüğü gibi Hakk-el-yâkîn ile görmeye. Ammâ her işinde mûrâdı îlahi ve rızâsı Allah ola. Bunlara dahi iktidâ sahihtir. Ve bunlara îktidâ edenler dahi hûsn-i itikâdla kemâle ererler. Zîrâ bunlar tabaka-i evveliyede olânlar gibi değillerdir. Amma mukallid onlardan müteşebbih-i mübtel olanlardan âlîdirler. Ve müteşebbeh-i mübtel olanlar dahi şu kimselerdir ki, evliyânın ıstılahât ve îbâdâtını öğrene ve kabl-eltasfîyetî l-nefsi nesh edip irşâd-ı nâssa berây-ı şöhret şeyhliğe mübâderet ede. Halbûki şeriat nedir? ve tarikat nedir? Bilmeye. Hemen kendi hevâsına tâbi ola. İşte bu vasıflı kimseye bey at edilmeye. Kimlere beyat edilir, kimlere edilmez hususları ma lümun olduktan sonra şurâsı dahi mâlûmun olsunki, âhkâm-ı tarîkattan birisi dahi budur ki meydan-ı muhabbette hizmet eden îhvândan birisi mürşîd rah-ı hakîkat ve mecma-ı bahr mârifet bazı diyâr-ı âharda bulunan tâlibânı irşâd ve memlekette bulunan ihvân dini dahi, îkâzı için îstîhlâf eylese tarîk-i şettârde ona rehber derler. Tarîk-i âliyede bu gibi halife yani rehber olân kimse kendisinde zuhûr eden hâlâtı ve tâlib-i hakk olan mûştâkâtta vuku bulan aşk ü şevk ve her zuhûr eden kemâlâtı kendisinden bilmeyip pîri bulunan halife-i ekmelin himmet-i ruhâniyesinden anlaya ve bu gibi hâlât zuhûr eyledikçe kendisini pirinde mahv ve fenâ-i tammle fânî edip, kendîsinde kendisinin olarak bir mülk bırakmaya. Hatta teslîm olunan (19) ihvâna evrâd ve ezkârlarını talim ve tefhime ruhsat verilmiş ise ta lîm ve tefhim edip, teslim olan ihvânın isim ve ahvâllerini pirine arz eder. Ve eğer evrâd ve ezkâr ta lim ve tefhimine ruhsatı yok ise ihvana delâletle tâlibânı halîfe-i ekmelî olan pîrine yazar. Ve oradan aldığı emir üzerine telkin ve ta rif buyurur. Zîrâ rehber olan zât aradan çıkıp mîr ât-ı kalbî nûr-i âftâb pîre mukâbil tutarak mûrîd-i mûsteslimin keyfiyeti pîre ulaştırmak için halife, yani rehber tayin olunmuştur. Ve vazîfesi dahi sâlikân ve tâlibân âhvâl ve erkân ve sâlik olduğu tarikât-ı âliyenin erkân ve usülû vechle 150

151 halka-i zîkri teşkil ve tâlîbânın gönüllerini nûr-i muhabbetle tenvir ve halife-i ekmeli olan zatın aftabı gönlüne kayar ve bend-i leh fuyuzat-ı ilahiyenin in ikasına kabiliyet kesb ettirmekten ibarettir.ve bu da aşk ü şevk ile olabileceği müstağni arz olduğundan halife-i ekmelin evsâf ve ahlâk ve tâlibâna olan şefkatlerinden tâlibâna bey anla mürşidini tâlîbana ve tâlibânın sıdık ve ihlâslarını mürşîdine arz ile tâlibleride mürşidine sevdirirde bu iki muhabbetten kâv ile çıkmamak yek-diğerine infimâmından hâsıl olan âteş pârelerinin dağları ihrâk eylediği gibi gönüllerde küdûrât-ı mâ-sîvâdan bir şey bırakmaz. Cümlesini ihrâkla zulûmât-ı mâsivâ nûr-i muhabbet-i îlahiyyeye münkalib olur. Burada bir güzel hikâye hâtırıma geldi. Dervişin birisi şeyhi huzuruna gelir. Cenâb-ı Seyyid-ülkevneyn sallallahü teâla aleyhi vesellem hazretlerine âşık olduğundan bahsle rü yâ da olsun bir defacık görmek arzusunda bulunduğu hâlde göremediğini müteessif olduğunu bey ânla çâresini sual eylediğinde; şeyhi bulunan zât dahi oğlum kolaydır. Bu gün akşama kadar tuzlu yemeklerden zîyâdece ekl et ve su da içme. Susuz olduğun hâlde yat. Sabâha kadar ne mûşâhede edersen gel. Hayır ve şer, bende onâ göre derdinin dermânını bulayım der. Bî-çâre derviş dahi şeyhinin emrî vechiyle akşama kadar tuzlu yemeklerden ekl eder ve suda içimez. Susuz olarak yatar. Rü yâsında çok soğuk suların bâşında su içer içer kanmaz ve doymaz. Ve sâbâha kadar suların başından ayrılmaz olduğu ve bu hal üzere uyanıp şeyhi bulunan zâtâ gidip rü yâsını söylediğinde; oğlum işte hâlini gördün mü, bu gün suya iştîyâk eylediğin sebeble sabâha kadar suyun meclisinde devr olmadın. Eğer Seyyid-ül-kevneyn sallallahü teâla aleyhi vesellem hazretlerine dahi suya olan iştiyâkın gibi iştiyâkın olsa idi, bir dakika meclisinden devr olmaz idin. Îmdî bu iş fevrî da vâ ile olmaz. Bu saâdete ermeğe ask ü muhabbet lazım. Ve onâ da abd ve ubûdiyetle ve devam-ı zîkîr ve salât-ı selâm ve sünnet-i resûle ittibâ ile çâre bulunur. Yolunda fermân buyurmuş ve hakikaten doğru buyurmuştur. İşte bu münâsebette aşktan dahi bir pârça söz söylemek lazım geldi.ab u killden mahlûkun yani kendin gibi bir mahlûkun aşk ve muhabbeti senin sabır ve ârâmını alır bi-sabr ve âram eder. Gönlünde onun muhabbetinden başka bir şey bırakmaz. Hadd ve hâline meftünun ve düşünde de hayâline pay-bendesîn sıdk ve safâ ile onun emrine şöyle matbû olursun ki dünyâ ve mâ-fihâ gözüne çöp kadar görünmez.ve mâl ve mâ mulkünde gözüne zerre kadar görünmez. Yolunda cümle 151

152 varını fedâ edersin. O mahbûbun gönlünde öyle mekân tutmuştur ki, onun muhabbetinden başkasına yer kalmamıştır. Ve ondan başkasıyla muhabbet eylemek istemezsin ve onun hayâli gözünden gitmez ve gözünü yumarsın gönlünden gitmez. Yani muhabbeti zâhir ve bâtınını ihâta eder. Ve o mahbûbesini o kadar tasdik eder ki, onsuz bir nefs-i sâbir olmazsın. Ve onun sevdâsıyla rüsvây olmaktan da zerrece havf etmezsin. Ve o cânân senden cân taleb ederse cânını dahi fedâ eder. Ve başına dahi vuracak olursa, bâşını önüne tutârsın. Bir aşk ki onun bünyâdı ve esâsı arzu-yi nefsânî üzeredir. Buncaleyn fitne edici ve hükmî cârî ve nâfizdir. Aşk-ı mecâzi böyle olur ise pes aceb mî zannedersin. Sâlîkân ehl-i tarîkattan yani ehl-i îlahiyenin aşk-ı hakikî deryâsına gark olurlar. Onlar cânâna muhabbetleri sebeble cândan fâriğ ve azâdelerdi. Ve mahbûblarını zîkr sebebiyle dünyâ ve mâ-fihâdan fâriğlerdir. Hûdâyı zîkîr eylemek sebebiyle halkdan kaçmışlardır. Ve sâkî-yi ezelin (20) mestleridîr ki, ihtîyârları bâdesin dönmüşler. Ve şöyle medhüş ve lâ-ya kıl olmuşlardırki kendi nefîslerini dahi unutmuşlardır. Târîk-i Hakk sâliklerine nebâtât ve şarâbâtla îlâç eylemekte mümkîn değildir. Zîrâ onların dertleri dermân kabul etmez bir derttir. Onların ezelde vâkî olan elestü bî-rabbîküm kelam-ı şerifi îlân olduğu gibi kulaklarındadır. ve kâlû bela feryâdıyla cüş ü hurûşdadırlar. Bunlar emr-î îlahî ile bâtın âleminde ahvâl-i dünyâya mutasarrıflardır. Umûr-i mahlükâta mübâşirelerdir. Ve lâkin zâhîrde bîr köşede sâkinlerdir ki hâllerine kimse muttali değil kademleri hâkîdir. Yani hareketlerinden kîmse âgâh değil ve nefisleri âteşîndir. Yani müstecâb-üd-da vettirler. Cenâb-ı Allah onların dilediklerini kabul eder. Bunlar bir nara ile birdağı yerinden koparırlar. Ve bir nemle ile bir şehri birbire urûrlar. Yani harâb ederler. Ve bunlar rüzgâr gibi pînhândırlar. Yani mahsûsî değillerdir. Ve tasarruf-u dünyâ ve îbâdet-i mevlâda çabuklardır. Ve hacer gibi hâmûş, ammâ gönülleri mûsebbih ve zâkîr-i hûdâdır. Evkât-ı seherde o kadar zâr u efgan ederler ki, gözlerinin yâşı gözlerinden gaflet ve uyku ser-mesti pâk eder. Yani şevk-i ilahi ve havf-i rabbani ile âğladıklarından uyku hatırlarına bile gelmez. Rûz ve leyal îbâdet-i hûdâ ve zîkr-i mevlâ ile nefislerini zelîl ve zebün ederler. Ve seher vakitlerinde de Hakk a ibâdet ile ibâdet edemedik, menzil ve maksûda yetişemedik diye feryâd ve figân ederler. Bunlar gece ve gündüz muhabbet-i îlahi ve aşk-ı rabbânî deryâsına müstağrak olduklarından hayrette 152

153 kalıp akl-ı maâşın tasarrufundan el yumuşlardır. Ve Cenâb-ı Mevlâya aşk ve muhabbetlerî sebeble mâ-sîvâdan el yumuşlardır. Hâsılı vahdet hâlis şarâbını her kim nûş eyledi, dünyâ ve âhiretî ferâmûş edip, Allah tan başkasına gönül verip iltifât eylemedi. Îmdî ey sâlik bu mertebeye ermek mûrâd edersen evvelen bilâde evsâfı bey ân olunan bir halife-i ekmel bulup bey at eylemen lazımdır. Ke-mâ kâle Allahü Teâla (vettebiû ileyh el-vesileti sümme câhîdû ) buna delildir. Kendini günâh deryasına mûstağrak olmuş kıyâsî edip ve bu hâlde Allah tan başka meded ve înâyet edecek bir kimsenin olmadığını bilip kemâl-i huşû ve bab-ı ilahiyede tezellül ile behr-i yevm ekallen yüz istiğfâr ve bin salavat-ı şerif ve beşbin zîkr-i îlahî kırâatla şer i şerifi baş tâcı edip ve beş vakit namâzı edâ ile teheccûd ve salât-ı evvâbin ve salât-ı duhâ ve secde-i şükrü edâ eyledikten sonrada ölmeye nefsi râzı edip hâzır-baş olmak ve ben Allahı görmüyorsam da Cenâb-ı Allah beni görür ve her bir hâl ve muâmelatımda banâ benden dâha zîyâde vâkıftır diyerek bir ân ve bir dakîka gâfîl olmamaya çalışıp ve her bir muâmelâtında mesûl olacağını dahi kemâl-i yakinle bilip ona göre iş etmek lâzım. Ve her hâlde kul olmak iktîzâ eder. Zîrâ tarîkımız abdiyyettir. Abdîyyetin ne olduğunu bîlâhire arz ederim. Lakin muhtasaran burâda bir parça bey ân ederim. Bir hizmet vardır ki, mukâbilinde mûkafat gözetilir. Bu her kesin kârıdır. Bir hizmette var ki efendisinin lûtüf ve inâyetine müstağrak olmuş ve her ânda binlerce eltâfını görmekte olduğunu efendisînî ne sûretle râzı edeceğinde hayrette kalmış, elinden geldiği kadar efendisinin emrini tutar ve nevâhîyesinden ictînâb eder. Ve bunu dahi lûtf-u rabbânî bilip artık kemâl-i hayretle zîkîr eylemez. İllâ efendisini zikreder, medh eylemez illâ efendisini medh eder. Vel-hâsl efendisinin aşk ü şevk ü muhabbet ve rızâsını talepten başka gönlünde bir şey bırakmazda, her ne ederse rızâ-yı îlahi için eder. Ve hurde-i tarikat olan keşf-i sûrîden ve kerâmet-i kevniyyeden ilmî taleb ve kîmyâ ve simyâ ve havâs-ı esmâ ve havâs-ı Kur an ve bunların ehillerinden eder. Ve her bir hâl ve muâmelâtında matlûb ve maksadı Allah ve rızâsı Allah olur. Ve bununla berâber de Hakk-ı ubudîyyet ile ibâdet ve Hakk-ı şükür île şâkir ve Hakk-ı zikir ile zâkir ve Hakk-ı ma rîfetle ârif olamadığını i tirafla kemâl-i acz ve noksanla bâb-ı emâne sarılıp dem-be-dem kusûrunun afvvı içinde ağlar. Vesselâm. 153

154 Mektup 9 (21) Şeyh Mehmed Sâdık Hazretleri Kastamonu vîlâyetinde Tosya kazasından Ganizâde demekle ma ruf pederleri Âhmed Nûrî hazretlerinin halife-i ekmelî ve bin ikiyüz seksen beş sene-i hicriyesinde makamına kâim olup bin üçyüz otuzüç sene-i hicriyesinde irtihâl-i dâr-i bekâ buyurmuş ve kırk sekiz sene ser-hîlâfet postunda kuûdla sâlikânı îrşâd etmiştir. Müşârün ileyhin hâl ve ahvâlî gayetle mestür ve tamâmiyle fânî olup, hâl-i fenâyı kendiye hâl ve bazen sulûke mütedâir söz söylediği vakitlerde söylediği sözleri ehlullah efendilerimizden rivâyetle söyler. Ve bize dahi yokluğu tarif ederek; bir sâlik kendisinden günâhkâr görür ise mağrür olduğunu ve cümle mahlükâttan kendisini ednâ görür bu da ibtîdâ-yı sülük ve kendisini ve hâlini fânî edip mülkte Malikü l-mülk olmanın Allah olduğunu hâl edenlere nihâyet sülüke vâsıl olduğunu ve bu yolda ehlullah efendilerimizin tasvir eyledikleri şu hâneyâmeyi tafsilen bey ân ve işte bu hâneyâme mucibince sülük eylemek lazım olduğunu irâde buyururlar idi. İşte o hâneyâmeyi teberruken ve tafsîlen yâzıyorum. Gönlümün perdesini silip cân kulağı ile dinle. Allahümme el-fethü lenâ hazâ l-kûnüz. Ve ekşef lenâ hazîhî elrumûz. Benim cânım oğlum hestîre seyr-i sefer ve sahrâ-yı fenâda siyâk olduğumuz esnâda şâh-ı bekâdan bir ûlfet istîkâmet ihsân olundukta cînsî re yden rûyâ misilli beyn-en nevmi ve l-yakaza güyâ vâkıada olan budur ki sahrâ yı fenânın şehir ve kurâlarından bir şehr-i azime uğradım ki tül ve arzını güz ihâta etmez. O şehrin içerisinde olan mahlûkun kesreti bir mertebede ki sokağında râhat gezilmez. Ve âhalisi cümle cîhânda mevcüd mahlûkun her sınıfından mahlûk; Arab, Acem, Türk, Rum cümle keferenin envâ-i onda mevcut bulunmakla hayrette hayrân bir aceb seyrân vâki olup, o şehrin vasatında bir azim kal a olmuşki, burç eflâkî beraber ve hâç suverde bir zulmet müşâhede ettim. İbtîdâ fehm ettimki hâric suverde vâkî olan bu şehre şems-i hakikatten bir şu le düşmemiş ve düşmez. Ve âhalisini gördüm fehim ettim ki, bu şehir âhâlisinin gönülleri dahi dâr-ı zulmettir. Zîra meşrebleri kelâb-esâ bir lokma için birbirleriyle hırlâşır birbirlerin yırtarlar ve şehvet ve gazabları gâlib olmakla tabîat-ı nâriyeleri galebe ettiğinde birbirlerini katlederler. Ve zînâya meyl ve rağbetleri galib olduğundan bir fâhişe avrat ardına üçü beşi düşüp bazı kere birbirlerini kıskânıp helâk ederler. Ve livâtadan ziyâde hazz ederler. Sirkat ve 154

155 bühtân ve îftîra ve şeribe hamr ve gaybet âdet-i müstemîrreleri olup, bir zerre Hakk tan havf etmez. Ve bu günâh-ı kebireyi îşliyenlerin ekserisî İslâmdan ve bazıları dahi ülemâdan olup. emr-i ma rûf ve nehy-i ani l-münker eden ûlemâ ve vâiz ve huleması dahi o şehirde zuhur edip o şehir ahalisinin sû hâlînden nâşî bîr vechle ûlfet edemeyip o şehr-i azîmin vasatında olan kal aya hicret ederlermiş. Fakîr dahi o şehirde bir miktâr misâfir oldum. Ve murâd ettimki bu şehrin bir söz anlar ûlemâsından birini bulup bu şehrin îsmini ve hâkimini ve vâlisini sûâl edeyim. Ve ûlemâsından birini bulup sûâl ettiğimde buyurdu ki; bu şehrin ismine şehr-i emmâre derler. Dâire-i gaflet ve dâr-ı zulmettir. Ve pâdişâhına akıl ve maâşî derler. Bir âlim ve hikmette mâhir müneccim ve mühtedîsî ve hekim ve tabib ve âkil ve nâdir ki, kûrre-i zeminde bir daha akrânı yoktur dediğinde pâdiîşâhın vezirleri kimdir. Diye süâl ettiğimde dahi vezirleri kuvve-i ve hiss-i müşterekedir. Ve kethüdâsı ve vekil-i harcı kuvve-i vâhime ve vesvâstır. Ve sâir etbâından süâl ettiğimde haber verdiğine göre anladım ve bildim ki cemî ahlâk-ı zemime ile mezmûm olan kimseler, akl-ı maâş nâm pâdişâhın emektârı ve muharrem esrârı olmuş. Fakir dahi akıl ve maâş ve berkatta ûstâd-ı kâmil olduğun bildiğimde sebeb-i maişet olmak için onun yanında tahsîl-i ma rifet sevdâsıyla bir zamân hizmetinde oldum. Îstîdâdını pend edip ifrât-ı muhabbetle mârifet kesb ettirip beni yanında muharrem-i esrar eylediğinde her katta meşhûr-i cihân olup beyn-en-nâs hezâr-fen oldum. Lâkin akl-ı maaâşın zîr hükmünde olan mahlükun cümlesi cemi mâsiyeyi mürtekîb olup akl-ı maâş iklim-î vûcüdede pâdişâh olmakla bunların bir isyânlarını görürken men etmekle (22) kudretî olmadığından ruhumu azim gelip ârifanı bir gün aklını uğurlayıp dedim ki, padişâhım senin bu şehrin ülemâsı ilimleriyle âmil olmaz ve Hakk tan havf etmezler. Ve câhîlleri dahi tâib ve müstagfir olmazlar ve gönüllerinden nûr-ı îmân lemeât etmez. Mutlak surette insân ve sîrette hayvân bil ki bel-hüm edall buna hikmettir dediğimde. Cevap verdi ki; bunlar benim âhâlimden değildir. Kadimden îblis bu şehrin halkını bâştan çıkarmıştır. Vesvâsı cemî etbâıyla bu şehrin halkıyla ülfet edip fesâtlarında muharremleri olmuştur. O sebeble fesâtlarının define bir tedbir edemedim. Dediğinde emmâre Şehrinden hîcret etmeğe niyet edip dedim kî, pâdişâhım bu abd-ı âciz bende-gân ettiğin kerem ve înâyeti bir kimseye etmedin. Saye-i devletînde nice safâlar ettim. Ve envâ-i ahbâb ve etbâ ile nice seneler saz 155

156 ve söz ve lu b ve hevâ ile zevkü safâda bulundum. Pâdişâhım yasak etmeyip ruhsat verdin zevk ü safâmız bu ıklîmde nihâyet buldu. İzn-i şerifeniz olur ise fakîr bir seyyahım bu şehrin vasatında olan kal aye varayım, dediğimde buyurdular ki; o kal aye levvâme dâiresi derler. O kal a dahi benim zîrdestimdedir. Lakin levvâme ahâlisi bu şehr-i emmâre ahâlisine kıyas olmaz. Bu şehr-i emmârede Îblis kadîmî sâkîn olduğundan bu şehr-i emmâre ahâlisine tövbe müyessir olmaz. Lâkîn levvâme şehrine vesvâsı tamâmıyla tasallut edemez. Ve onlar dahi günâh-ı kebâire mürtekib olup, işleri zina ve livâta ve şeribe hamr ve gaybet ve sirkat ve bühtan ise de der-akab tövbe ederler. Ve nâdim olup îstigfâr ederler, deyip akl-ı maâş süküt ettiğinde hemân levvâme nâm kal aye cân atıp kapısına vardım ki, kapısı üzerinde: (Et-tâibu mîn el-zenbi ke-men lâ zenbe-leh) yazılmış hemân oldum ânda tâib ve mûstağfir olup kal a-i levvâmeye dâhîl oldum. Levâme ahalisi emmâre şehri ahâlisi kadar değil nısfı miktarı ancak vardır. Bir zamân onda misâfir oldum. Levvâme ahâlîsi ülemâsından suâl ettim. Fuhül-i ulemâsından bir müftileri varmış. Ziyâretlerine vardım. Edep ile selâm verdim. Selâmımı ta zîm ile alıp onun hizmetinde bir zamân okuyup yazıp müyessir oluduğum mîktâr ilim tahsîl ve ahâlisiyle sohbet edip, o levvâme şehri sâkinlerinden pâdişâhlarının ismini sual ettim. Pâdişâhımız akl-ı maâştır. Bu şehrimiz akl-ı maâş hükmündedir. Ve îtbâı kibir ve riyâ ve taassîdir. Ve nice âlim ve fâzıl ve sâlih ve âbid cânlar bu şehr-i levvâmede mevcûtturlar. Dediklerinde hatırıma geldiği bu şehr-i levvâme ahâlisinin ulemâ ve hulemâ mesleği ve mezhebi ve meşrebi ma lüm oldu. Acabâ umüm ûzere halkı ne meşrebdedir, diye hezâr-aşnâ süretini tutup gördüm ki bu şehrin uleması ve âbîdi ve zâhidliğin bahl ve haset ve kibir taassub ve nefsaniyyet ve gaybet ve haset ve nifâk meşrebleri bulunmak, gâyet ebrârları ve hâlîmleriyle ûlfet ettim gördüm ki, ebrârları cehennem havfinden avf ve mağfiret ûmidiyle ibâdet ve tâat ederler. Ve cennet arzusuyla nefisleri safâsı için leyl ve nehârı râhat olup cennet safâları ve hüri ve gılmân safâlarını biri birine vasf edip yek-diğerini tarîk-i cennete tergib ederler. Âbidlerinden bir zâta emmâre ahâlisinden şikâyet ettim. Buyurdu ki o emmâre şehrinin halkı bir alayı kafir ve müfsit ve kâtil ve târik-ûs-salat ve zânî ve lûtî ve şârîb-ül-hamrlardır. Ve cümleside fırka-î.onlar bizim levvâme şehrimize gelmezler ve gelenleride yoktur. Ve onlardan bazı kimseye 156

157 hîdâyet olunca, o şehirden hîcret edip bu şehr-i levvâmeye gelip, fiillerinden nâdim olup tövbe ve istiğfâr ederler. Zîrâ emmâre şehri ahâlisine onda iken tövbe müyesser olmaz. Ve şefaata müstehak olamazlar. Dediğinde şehirleri bulunan levvâme şehri içinde ki kal anın halinden dahi sual edip buyurdular ki; o kal anın ismî (mülhime) dir. Ve pâdişâhlarının îsmine akl-ı maad derler. Vezirinin ismine sultân-ı aşk derler. O şehr-i mülhimeye bizden asla giden olmaz. Ve bazı kimse hîcret edip gider ise bir dahi o kimseye levvame şehrimize koymayız. Zirâ onlar o şehr-i mülhimenin veziri aşka gayetle tâbi olup ve muhabbet edip aşkı cân ve baş ve evlâd u ıyâl u mâl fedâ ederlermiş. Bizim sultânımız akl-ı maâşın tedbir ve tasarrufuna itibâr etmeyip ve teslîm olmayıp ırzı ve nâmusu (23) ve zühdü terk edip tasarruf ve tasavvuf diye okuyup bir miktâr kitaplar yazmışlar ki, neüzü bîllâhi teâla bir harfi şer-i şerif kitaplarına mutâbık değil ve içlerinde mûrşîd ve delîl ve rehber addolunur. Bazı kimseleri vardır ki, hırka ve taç ve abâ giyip sürette kisve-i ehlullah ile olup kavl ve fiilleri şer-i-şerife mugayirdir. Onların emirlerine imtisâl ederlermiş. Neûzu billâh onların cümlesi fırka-i ehl-i tarîk bulunmuşlardır. Zinhâr o mülhime kal asine uğramayasın ki onlar saz, söz ve nağme ve tanbur ve zevk ve ney, kudûm ile Allah derler. Onlar bizim levvûme şehrimize gelip müziklerini îcrâ edemezler. Bizim ulemâmızda gayret-i diniye gâlip olmakla ittifâk edip ahkâm-ı şerîyye ve şer i-allah ile kîtaplarımızda cem olup nefî ederiz. Ve nîce adamların zîkir ettiklerini haber aldığımızda katl ederiz. Bizde olan ulemâ ve hulemâ ve âbid ve zâhid şehr-i mülhimede bir vechile bulunmaz. Ve bulunmuş kâbil değildir, dedikte o levvâme şehrinden dahi nefret edip levvâmeden içeri olan mûlhîme-i mübâreke şehrine teveccüh edip kal asi kapısına vardığımda kapısının üzerinde: (Bâb-ı cennet mektûb lâ ilâhe ill-allah) yazılmış olduğunu gördüm. Ve o kelime-i tayyibeyi okudum der-akab Allah a secde-i şükür edip mülhime şehrine dâhil oldum. Nakşibendi-î Ûveysi tekkesinde îkâmet edip zevk û şevk ve sâz ü söz ve nağme ve zikrullah ile ahâlisini her-dem safâ edip beynlerinde nîzâ kibir ve fesât ve hased ve buğz ve adâvet yoktur. A lâ ve ednâsı birbirine i zâz ve îkrâm ve tevkîr ve ihtirâm edip meclislerinde sohbetleri dîl-ber ve dîdâr ve zîkrullah edip dâima safâ-yı ruhâni ile ahâlisi cefâdan ârî cennet safâsından mûtelezziz olduklarını müşâhede eyledim. Ve bir zamân onda ikâmet eyledim ve şehr-i mülhime ahalîsinde safâ-yı ruhâni ve 157

158 cîsmâni muhyâ bulunmakla hâllerine hayrân olup ve o şehirde hüsn-û zan olunur ihtiyâr ve ârif bir cândan suâl eyledîm ki azîzim bir siyâh fakîrim gönül marazlarından gaflet ve zulmet nâm marazlarına mübtelâyım. Bu mûlhime şehrînde gönül illetlerine devâ eder, tâbîb-i hâzık bulunur mu, lütf edip haber verin diyip ve o zât-ı şerifin ismini suâl ettiğimde buyurdu ki, benim ismime hidâyet derler. Ezelden bu âna gelinceye kadar benden yâlân sâdır olmamıştır. Ve hizmetim ancak şehr-i vuslat tarîkini cândan suâl eden tâlîb-î dîdâre yolunu sohbetle haber vermektir. Sen dahi âşık ve sâdık bir fakirsin cân kulağını açıp sözlerimi cândan dinle ki iş bu sâkin olduğun şehr-i mülhime dert mahallesîdir. Biri her bir erlerini ihâta etmiştir. Bu senin ikâmet eylemekte olduğun mahallenin ismine mahelle-i mukalledin derler. Bu senin aradığın tabîb-i hâzîk bu mahall-i mukalledinde sâkin olmaz ki, senin senden olan gaflet ve gönül zulmetine ve şirki hafiye ilaç eyleye. Hâlen tabîb süretinde olup tâç ve hırka ile şeyh süretinde olanlar îrfan kalıpta ârifler ve mukallid ve müfsit müddeîler ve davalarını gönülden isbâta kâdir olmayan müddeîlerdir. Ahlâk-ı zemîme ve şirk-i hafî ve şöhret ve şehvet ve maraz-ı şehvet ve ekl-i şarab ve lezzet-i cîmâ ve lu b u lehv nîsyânda maksadlarını hasr edîp ve mukalled ârifler ise dilleri gâyetle mahfî ve müdrik ve zekî oldukları lîsânları dâîma zîkirde olduğundan esmâ-i îlahiyenin te sirini müşâhede eylediklerinden bu mahallede senin maraz kalbine ve gaflet ve nisyânına merhem-i şâfî verir tâbîb-i hâzik yoktur. Bu mahalle-i mukalledeyn den hicret edip kal a-î (mutmaînne) tarafında mahalle-i mücâhede vardır. O mahalleye vâr ve yakında derdine dermân eder tâbîb bulunur, dediğinde hemân musadda hây ve hevâdan fârig o âlemde sultânlık budur deyip mahalle-i mücâhedeye varıp misâfir oldum. Ahâlisîni gördüm ki, edib ve zâkir ve şâkir ve mücâhede oruç, namâz ve ibâdetin envâile meşgul sâkin ve sâkit ve âlim ve âmil ve fazlılarıyla görüştüm, Bildim ki, bunların bu misilli hareketleri ahlâk-ı zemîmeden ve şirk-i hafîden ve zulmet ve gafletten azâd olup mutmeînne kal asine dâhîl olmakla îsti dâd kesb edîp (irciîy) hitabına müstehâk olup bâb-ı rızâda mûkim ve ikâmet içinmiş. Fakir dahi nice seneler onlar gibi hareket edip bir ân zikri ve fikri terk etmeyip sabır ve tahammül ve kanâat ve gayretle mücâhededen hâlî olmadım. Lakin şîrk-i hafî ve zulmet ve gafletten halâsa çâre bulamadım. Sâkin olduğum mücâhede mahellesi tabîblerine rîcâ eyledim ki benim illetim şirk-i hafi ve gaflet 158

159 ve zulmettir. Înâyet buyurup bir merhem-î şâfî ihsân buyursan dedim. Cevâp verdiler; burası mahalle-i mücâhededir. Bu mahallede derdine dermân yoktur. Lakîn mutmeînne kal asıne kârîb bir mahalle daha vardır. O mahalleye mahalle-i murâkabe ve mahalle-i münâcat derler. Bu senin illetine ilâç eder, tabîb onda bulunur, dediklerinde hemân mahalle-i murâkabeye vardım. Gördüm ki ahâlisi zikr-î kalb sâhibleri olub huşû ve huzü ve huzûrunda melül ve mahrûm ve bînutk ve bî-lisân zâhirleri harâb ve bâtınları mamûr olup ve meşrebleri halîm ve selim ve teslîm ve havf-i Hûdadân başka birbirleriyle ûlfet ve sohbet etmezler. Ve ilim ve hikmet ile aslâ birbirlerini murâkabedan men etmezler. Ve birbirlerinin huzûrlarına mânî olmazlar. Fakîr dahi o murâkabe mahallesîne vardım. Ve nice seneler ikâmet edip onlar gibi vazifeme devam eyledim. Lakîn gafletten azâde oldum. Ammâ şirk-i hafîden ve gönül zulmetinden azâde olmadım. Gözüm yaşlı olup zâr-ı giryân hayrette hayrân bir garib sayrâna uğradım gamda gark olup her ânda ölmeği arzu edip, ölmeden başka çâre bulamadım. Ve ölmek dahi yedihtiyârımda olmadığından melûl ve mahzûn murâkabede dururken yine mukaddem nush eden nâsıh gibi hîdâyet-i hakk tâm zuhûr edip hâl-i perişânıma merhamet edip buyurdular ki, Ey gurbette esir ve zâr-ı giryân sen derdine bu hâl ile dermân bulamazsın. Bu mahalle-i murâkabeden geç mutmainne kal asî kapısı önünde bir mahalle vardır. Adına mahalle-i fenâ derler. Ona geç (efnüv sümme efnûv febkuv sümme ebkuv) ilerisi sana ayân olur. Ve maraz-ı şirk-i hafi ve gaflet ve gönül zulmetine onda devâ eder mahv ve fânî ve bî-vücud olan tabib-i hazikler ilâç edip halâsî olursun dedi. Ondan mahalle-i fenâya varıp misâfir oldum. Ahâlisini gördüm ki lâ l gibi sâkît habs gibi nutka tâkatları yok. Sıhhatlerinden kat ümîd etmişler. Hemân melek-ül-mevte muntazır olup durmuşlar. Ve mahallelerine gelip gidenlerden haber aldım, gördüm ki kendilerinde bir mülk bulamayıp, mülkü tamamıyla mâlik el-mülke teslim ve envâ ibâdat ile meşgul oldukları hâlde, ettikleri ibâdat ve tââti kendilerine mâl olmayıp mahzâ Cenâb-ı Vâhib-ül-atâyâ hazretlerinin bir niam-ı îlahiyesi kıyâsî ile her bir hâllerinde niam-ı ilahiyeye müstağrak oldukarını bilip şükründen aczlerini itirâfla hayrette hayrân olarak dünya ve ukbâ ve ömrü terk ve havf recâdan geçip ve safâ ve cefa ve lezzet-i cismâni ve lezzet-i ruhânî ile mukayyed olmayıp mütellezziz olmazlar. Onların hâllerine bakıp fâkîr dahi bir nice seneler onlar gibi ettim. Zâhirimi onlara 159

160 taklîd ile mutâbık ammâ bâtın hâlleri bir vechle ma lûm olmayıp fenâ ve hal-i fenayı tarif mümkün olmayıp, o halde mahalle-i fena da dahi bir gam ve âlâme uğradım ki hâlîmi tabîbe arz ettim ki bende benim olarak mülküm olarak mülküm üzere bir vücud bulamadım. Benim derdim, ben benim bildiğim vücuda mülk sâhibi hâzır ve nazırdır. Vücud benim demek yâlân, yalan ise cemî edyânda harâm. Ve taleb dahi şirk-i hafîden vâki olup ben ise şirk-i hafîden halâsî olmak için siyâh oldum. Ve bu hâlde dahi acz ve hayretim ziyâde olup bi l-cümle murâdımdan fâriğ olup gözüm yâsı günden güne bilâ-ihtiyâr zîyâde olmaya başladı. Talibim ve matlubum dahi var. Kaç adama zâhir olur. Bilmem ne çâre kılayım dilde olan ihtârâtıma vâkit olan Alîm-is-sırr vel-hafiyyât hâlime rahîm edip gönüllerde tâlib-î dîdâr terbiyesine me mur olan ilhâm-ı melekî bu garib ve bi-kes ve bî-vücudun hâline rahim edip izn-i Hakk ile ilhâm-ı rabbânî kitâbından okutup, ibtîdâ ifnâ-yi ef âl lazîmdır, dediğinde hemen elimi uzatmak murâd eylediğimde gördüm ki, bu elim gibi anâsır-ı Erbaa dan mürekkeb bir manâdır. Elim benim değil fa âl lemmâ yurîddir. Ve ben de bir fiil yoktur. Ve benden sâdır olacak ne var ise o fa âle ve onun kuvvet ve kudretine havâle edip, cümlesinin suret-i beşerde vâkî olan ef alden fâriğ olup tamâmıyla fenâ-yı ef âl ne demektir. Îlham-ı melekî vâsıtasıyla sermedi sırrına vâkıf olup (25) hamd ve senâlarda oldum. Eğer ulemâdan bazı tasarrufa âşînâ olanlar bu fenâ-yı ef âle Kur an-ı kerim de bir delil var mıdır? Var ise; (Kûl kûlli min înd-allah) ayetleri sende ayândır. Hatta Hazreti Îbrâhim Aleyhisselâmın nâr-ı nemrûda atıldığında bil-cümle eşyaya müvekkil olan melâike-i kîrâm hazrâtî Cenâb-ı Vâhib-ül-Atâyâ hazretlerinin izin ve icâzetleriyle, Hazreti İbrâhim Aleyhisselâma gelip yâ Îbrâhim Cenâb-ı Hâlik-i mevcudat hazretleri bizi emrine müsahhar eyledi. Emreyle şimdi bu ateşî söndürelim diye iltîcâ eylediklerinde; Hazreti Halîlullah ın benim sizin muâvenetinize ihtiyâcım yoktur, dediğinde, Hazreti Cebrâil Aleyhisselâm Cenâb-ı Vâhib-ül-atâya hazretlerine iltîcâ eylediğinde yâ Cebrâl bende benim olarak bir mülküm yoktur. Bana mâlik Cenâb-ı Hâlik-ı mevcudâttır. Hâlimi benden zâyâde bilir alimüs s-sırr ve l-hafiyâttır. Eğer rızâsı beni yakmakta ise, benim murâdım murâd-ı ilâhide fânî olmuştur. Murâdım ancak rızâsıdır. Ve eğer yakmayı murâd eyledi ise, mahlukâtta kendi zâtıyla bir şeyi yapmaya kuvvet ve kudreti yoktur. Her eşyada ve mahlukâtta kuvvet ve kudret ile kâimdir. Mahlukât kendi kudretiyle 160

161 bir şeye kâdir değildir. Diye cevâp verdiğinde; Cenâb-ı Vâhib ül-atâyâ hazretlerinin; yâ nâr Halîlim tabiat-ı beşeriyeden çıktı, sende tabiat-ı nârından çık ve Halîlim üzerine serin ve selâm ol fermân-ı îlahiyesi, hem hâl-i fenâyı bu ümmete bildirmek ve hem de makâm-ı fenâda olanların ind-i ilahiyede derecelerini göstermek olduğu bu hâle âşînâ olanlara rûşenâdır. Hatta Seyyid-ül Kevneyn sallallahü teâla aleyhi vesellem hazretlerinin Hayber kal asini feth eylediğinde bir yahüdinin semm katmış olduğu kuzu kebâbı kendisinde semm olduğunu haber vermiş olduğu hâlede ekl etmiş ve nihâyet şehâdet ve irthâl-i dâr-i bekâ buyurmasına, o kebâbta olan semmin te siriyle ölmesi ve Hazreti Sıddık-ı Ekber radıyallahü teâla anh hazretlerinin Cenâb-ı Seyyid-ül-Kevneyn sallallahü teâla aleyhi vesellem hazretleri ile hicret eyledikleri esnâda îhtîfâ eyledikleri mağarada ejderhânın ayağından soktuğu ve bil âhire o cerîhanin te siriyle şehîden vefat eylemesi. Ve Hazreti Ömer radîyallahü teâla anh hazretlerinin kölesi tarafından mübârek sadrlarından cerh edilip o vâktin cerrâhları cerihasını diktiklerinde, kırmaşır ise dikişin sökülüp bir dâha dikilmek kâbil olmayacağını ve bu sebeble müteessiren vefat edeceğî cerrâhlar tarafından ekîden tenbih olunduğu hâlde, namâz vakti olduğunda tenbihât-ı vâkıayı dinlemeyip namaza kıyâm ve bu sebeple cerihasının sökülüp cerihanın te siriyle şehîden vefât buyurulması. Ve Hazreti Osmân radîyallahü teâla anh hazretlerinin şehadetine kıyâm edenlere müdâfaa etmek isteyen kölelerine, her kim müdâfaaya kıyaâm eylemez ve beni kendi hâlime bırakır giderse âzâd eyledim, yolunda kölelerine emr veripte kazâ-i îlahiyeye râzı olduğu hâlde şehîd olması. Hazreti Ali Kerem Allahü veche ve radiyallahü teâla anh hazretlerinin habîsî bildiği hâlde yanında beslediği ve berâberinde kazâlara götürdüğü ve hatta şehîd olacağı esnâda Küfede Küfe Câmi Şerif içerisinde habs-i mâruf ve makhûrun mûşârün-ileyhî şehîd eylemeğe hazırlanmış fırsat gözetmek üzere Câmî şerifte yattığını müşârûn-ileyh hazretleri mûşâhede ve ayağıyla bir dekmik urûp kalk hizmetine muhyâ ol göreyim seni, merd-âne olasın diyip, kendîsinin namâza durması ve namâz kılarken o habîsîn evvelce hâzırlamış zehr ile şedîd olunmuş kılıç ile mübârek başındar cerh edip şehâdetine sebeb olması. Buna mümâsil bil-cümle enbâ ve evlîyânın bir âh ile eflâkî ve belki bütün âlemî hûdâya îktidârları var iken kazâ-i ilahiyeye râzı olup her birisi âdî ve en zayıf bir zâlimin ellerinde şehiden vefât 161

162 eylemeleri bu fenâ ve hâl-i fenâyı bildirip ve herkesi tergib eylemek için olduğu bedîhidir. Bakmazmısın bir kelbîn lâşesi bir tuzlu göle bırakılmış olsa, o kelbin lâşesi âslı murdârdır ve lâşesi dahi murdâr olduğu hâlde müddet-i medîde tuzla gölde kalmakla o lâşe tamamıyle tuza munkalib olsa ve vücud-ı evvelinden bir şeyi kalmamış olsa eklî helâl olur. Ve lakin o lâşenin vücud-ı evvelinden bir a zâsı bâkî kalmış olsa onun bâkî kalan vûcud-ı âslisi hakkında (26) ulemâ beynlerinde ihtilâf olmuştur. Bazı ulema der ki; vücud-ı aslisinden bâkî kalan cüziyyesi olur ise mânî olmaz cümlesi tuz hükmündedir. Ve bazısı dahi vücud-ı âsliden mâdemki bir kıl bâkidir cümle vücudu o bâkî kalan vücud-ı âsliyenin bâkisi hükmündedir. Eklî helâl bâki kalan vücud bir kıl olursa diye cevâp verdikleri dahi fenâ ve hâl-i fenâyı müeyyiddir. Hâle mütevakkıftır kâl ile ta rîf ve ta bîr mümkün olmaz. El-hâl lâ ya rif bîl-kal dir. Ehline göre ma lûmdur. Bundan sonra îlhâm-ı melekî vasıtasıyla avn-i hakla fenâ-yı sıfât etmeye teveccüh olunup baktığım nazar benim değil ve söylediğim kelâmda alâkam yok, lisân benim değil. Nefs-i nâtıkayı bilmem nâ-çâr zâhîr ve bâtında olan sıfatımdan kat -i alâka cümle rühumla ve cismimle ve havâssa ve kuvâlarımla ben beni zât-ı farz ettim. Gördüm ki farz ettiğim dahi ensiye banâ şirk-i hafîdir. Öyleki mülkünde ne alakam vardır. Diyârın ni-çâr kaldım cümle zâtımı mahv ve fânî kıldım. Ammâ yine talebden fanî olamadım. Fikr ettimki ve l-taleb ayn el-abd. Ben bu benlikte ne belâya uğradım. Vallahi bi-kulli şey in mühit hüve l-evvelü vel âhiru vel zâhîrü vel bâtınu ve hüve bî-külli şey in alîm sermedi zâhir olup, ondan mutûv kalbe en temutûv ye mahzar olmaya teveccüh ettim. Yine şirk-i hâfiki bir ben ve birde teveccühüm varmış. Güya bu dahi yâlân derde düştüm ki münâcât ettim ve teveccüh ettim ve taleb ettim bir garib mânâki hallen müşkûl-i nâ-çâr cümlesini sâhibine teslim edip bâb-ı rızâda mukîm olup hâl-i nez da sâhib-i fîrâş olan hasta misilli târifi mümkün olmayan bir makâmda dâimâ ölmeye muntazır, akl-ı bi şuür aynı millet gibi bir zamân bu hâlde oldum. Kalbik diyip gönül fetvâsına mürâcaat ettim. Cevâp verdi ki; senin senden zuhûr eden nefsinden mâdemki haberin vardır dersen, irci ıy hitâbını güş edemezsin. Cevâbını fehm ve idrâk eylediğimde müceddiden mevt-i irâde ile ölmeye muhyâ olup ve bu hâlede istiğrâk derler imiş. Bu hâl dahi zuhûr edip sermede bi-harf ve bî-savt irci iy hitâbı gibi bir hâl zuhûr etmekle o ânda bir 162

163 günde ta rifi mümkün olmayan bir lezzet-i ma nevi vâki olup mest ve medhüş olup bil âhere bîdâr oldum. Ve ba de akl-ı maâş ile fikr eyledim ki bu ne hâldir akl-ı maâş o esrâra vakıf olamaz imiş. Bî-haber olduğundan fikr ile emr-i ilahî vâkıf olunmayacağı ma lûm olup da vadan fâriğ oldum. Ey ihvân sâkın hatırınıza bu şeyh bu sözleri nereden çıkarıyor sülûku suûbete düşürüyor. Biz bu sözleri şimdiye kadar duymadık diye bir şey getirmeyiniz. Evvelen bilin ki sülük her bir müslim ve müslimeye farz-ı ayndır. Kim ne der ise desin, kulağıma girmez. Zîrâ bugün ki Îslâm olan bir mühtediyeye ahkâm-ı islâmiyeden her ne var ise cümlesi de ashâb-ı rasul rıdvân-allahü teâlâ aleyhim ecmain hazretlerine nâsıl farz oldu ise öylece farz olmuştur. Ashâbın dini başka ve bugün ki müslümanın dini başka değildir. Her bir fert Cenâb-ı Seyyid-ül-Kevneyn sallallahü teâlâ aleyhi vesellem efendimizin getirdiği din ile mükelleftir. Bunu inkâr eden kâfir olacağı âşikâredir. İş böyle olunca üzerine meselen hacc farz olan bir kimse, yolun zahmet ve meşakkatlerinden esnâ-yi-râhta hırsız havfından ve yâre hâriç edilmesinden havf ile hacca gitmemiş olsa, o âdamın şu evhâmı haccın farziyyetini sâkıt edemediği gibi, şunun ve bunun evhâmlarına kapılıpta sülükten ictinâb eylediği cihetle tarîk-i müstakime sâlik olmaması sülüki îskât edemez. Mâdem ki kulsun kulluk lazım ve fert olmak Hâlikî bilmeye mütevakkıf olduğu gibi, Hâliki bilen dahi emrine îmtîsâl ve nevâhiyesinden ictinâb ile olur. Vel-hâsıl en evvel Îslâma farz olan Lâ ilâhe illallah Muhammed Rasûlullah kelime-i tayyibesini kalb ile tasdik ve lisân ile ikrâr edip şirk-i celî ve hâfiden hâlas ile berâber kalbini telvisât-ı mâsîvâdan tathîr ve muhabbet-i ilahî ile alâ merâtîbîhim tathîr eylemedikçe diğer ibâdet farz olmaz. (27) Bu tathîrât dahi evvelen sâlik i tîkâdını ehl-i sünnet vel-cemâat i tikâdına tatbik etmek ve ikincisi ibâdet ancak Allah için olduğunu ve Allah ın gayrı için olunan ibâdât ve tâât merdûd ve sâhibi kâfir olduğunu bilip, Cenâb-ı Vâhûb-ül-Atâyâ hazretleri için ettiği ibâdetle Allah ın gayrıyı taleb eylemekle denâet olduğunu bilip îctînâb eylemenin lâzım geldiğini bilip ibâdetini bu yolda tathîr eylemek lazım olduğunu ve bunlar da ancak bir mûrşîd-i zînde hayye teslîm ve sülük ile hâsıl olacağı cihetle her müslim ve müslimeye sülük lazım ve elzemdir.vakit dar ve kağıt dahi burada tamâm olduğu cîhetle bu günlük bu kadar ile iktifâ olundu. Şimdiye kadar makâmâtı ve evliyâ-ullahın ahvâllerinden bahs eyledim. Bundan sonra dahi inşâllah teâlâ merâtib-i sülük ve turuk-i aliyyenin 163

164 erkân ve ne yolda sûlük edileceğini yazarım. Lakin sizden de ricâm yazdığım yanlız kâğıt üzerinde kalmasın, okuyun. Hiç olmazsa kâlen merâtib-i sûlükî belleyiniz. Înşâllah, Cenâb-ı Allah hâlîni dahi ihsân eder. Bu yolda mûcâhede lazım. Mücâhedesiz dervişlik evlenmeden çocuk talep etmeye benzer. Vesselâm. Mektup 10 Ganizâde Mehmed Sâdık Babâ hazretlerinden sonra nöbet bu abd-ı aciz, bî-çâre yani; Mehmed Hâlid bin Şeyh Âhmed bin Hâcı Mustafa bin Şeyh Ömer bin Mehmed Kâdızâdeye gelip bir pârça tercüme-i ahvâli âcizden bahıs eylemekten sâlikânın sülûk ve bu yolda çekilen çîlenin bir cilve-i rabbânî olduğunu bildirmeklen bir vesile-i hasta olduğuna zâhîb ve kâil oldum da denizden zerre olarak îctisâr ve işte bu bâbda mukaddime olmak üzere şu gazelî yazıyorum: (Vahdet serâbında hayrân olmuşsun. Seyyâh edûp âlemlere salân dost. Bir tecellî ile bezm-i elestte. Hastân edip ahd-i mîsâk alan dost. Encâmı gönderip mülk-ü dünyâyâ. Yokluğu derdime dermân kılan dost. Vâdi i muhabbette aşk ateşiyle. Yandı bu benlim kaldı hemân dost. Halidin vârlığın yağmaya verdin. Oldu zîkr û fikrim şimdi emân dost) fehvâsınca ma lûm ola ki, Cenâb-ı Vâcib-ül Vûcud hazretleri Kitâb-ı Vâcîb-ül-Tekrim ve Hafâya Lazım-el-Ta zîm de buyurur ki; veleneblüvennekûm yani, ey râh-ı rızâyı ilahide sebât edenler ve tarik-i vefâda lâf istikâmet urup şeref imtiyâza tâlib olanlar eğerki erkam-ı sahayif itikâdınız bize vazıh ve keyfiyet-i rüsuh salâhınız ve fesâdınız biz azîm-üş-sâna mâlûmdur. Ammâ size dahi sizin hâlikınızı ma lum eylemek içûn sîzî imtihân ederiz. (Bi-şeyin) bir nesne ile (min-el-havfi) ukubâtî uhreviye ve yahut mesâibi dünyeviyeden (vel-cû î) ki, o ibârettir yâ inkisârı savlet kuvve-i şeheviye içün kıyâm-ı sıyâmdan (ve naksi min-el-emvâli) o ibârettir ya bey ânı izhâr înkıyad içün ihrâcı hamse ve zekâttan veya tuğyân nefs içün zuhûrâtı hâdisâttan (velenfûsi) o ibârettir yâ vâsıta-i kühületle tenkis kuvve-i nefsâniyyeden veya vesile-i emrâzla ta til cevârih-i cismâniyyeden (ves-semerât) o ibârettir ya kıllet-i fevâkihen ki nice bâğ ve bostân semere-i şecere-i nev i insândır. Ve merâtib-i imtihân bey an olunduktan sonra buyurmuş ki (ve beşşiri s-sabirin) yani beşâret ver sâbirlere (ellezîne) o sâbirler ki (îzâ esâbethüm musîbetün) eğer onlara bir musibet vâkî olursa (kâlûv înnâ lillahi ve innâ ileyhi râcîun) onlar 164

165 deler. Mebde-i vücüdumuz Halik-i Ekber ve âkıbet-ül-emr ona rücü muz mukadderdir. Îş bu âyet-î kerime muktezasınca âmme-i îbâda umûm bîlâ-şâmildir. Ve cemî erbâb-ı salâh ve fesâd imtihân içün (ve-le neblüvenneküm) hasrına dâhildir. Ammâ o cümleden mevâkî mesâibde dâmen temkin tutup muztarib olmayanlar ve mesâdır-ı nevâire hâtıra teskin verip cûz î ve feza kılmayanlar isti dâd teşif-i beşâret bulmuşlar,(28) müstemi tevfik-i takrib olmuşlardır. Gazel aşıkın tahlîlî olmak ibtîlâya mübtelâ.(o sebepten enbiyâ verdiler ise belâ. Kahrı lütfu bir olur aşıklara cânânın. Aşık olmaz cevr-i cânanda bulmayan safâ. Cânını cânâna vermek ibtidâsı âşıkın. El çekip hem vârlığından ola cânânda fenâ. Malike l-mülkün o şâhım varmı şeyhin zâhidân. Mülk onundur hüküm onundur kaldımı seninle sana. Var mıdır zâtıyla kâim fâil mutlak bu dem. Küllü şeyin hak ile kâim yâ kime bu ittikâ. Terk edip gayri sivâyı yüz sürüp dergâha gel. El ver terk et bu şirki hakka eyle ilticâ. Hamd-allah Hâlid in hep aldı elden varlığını. Katre iken gark edip ummâna lütf etti Hüdâ. Fehvâsınca bir bende-i muhîbb olmakla liyâkat buldu lâ-cerem kendisini hedef-i sîhâm yola ve menzîle nüzûl nitekim sine-i sadâkat gül-zâr tıynette yâran belâdan neşv û nemâ bulur ve çerağ muhabbet ateş mihmetten rüşen olur. Ve bu mefhüme muvâfık ve bu mazmüna muvâfık seyyid-ül-kevneyn sallallahü teâla aleyhi vesellem buyurmuştur: (Înnellahe ehabbe kavmen îbtîlâhum), yani her kavim ve her bir tâifeki muhabbet-i mâbûda ihtisâsı bula mukadderdir ki mihnete esir ve belâya giriftâr ola. Bu nükte-i meşar ve bu manâya muhayyirdir. Evvelki hazreti risâletpenâh sallallahû teâla aleyhi ve selemden suâl olundakta; Ey en-nâss eşeddü belâ yani ne tâife ola însândan ki şiddeti belâ ile mârûf kesira nâ ile mevsûf da buyurdular ki; (el-enbîya) yani sırrân perde-i nübüvvet muharremleri ve teşrif-i risâlet muhteremleri zirâ merâtıb-i muhabbetleri ve rî ât-ı mihnetlerine makrun ve rîf at menzilleri şiddet mûsibetlerinde mazmûndur. Tekrâr (ve min ba dîhim) diye suâl olundukta (sümme l-emselü) yani tarik-i musâberette onlara şebîh olanlar ve câdde-i mütâbaatta onlara iktîdâ kılanlardır buyurdu. Ve bu nükte evliyâullaha îşârettir ki âyîne-dâr hakâik-i eşyâ olup âlem sürette âhkâm-ı nübüvvetî icrâ edip merâsim-i şerifi ihyâ ederler. Ve bi-tekrâr (ve min ba dihim) deyü suâl olundukta (fe l-emselü) cevâbı verilmiştir. Yani şîme-i takvâ ve şîve-i salâhta evliyâya şebîh olanlar ve bu mazmûna etkıyâ yı enâm hulemâyı fırka-i islâmdan ibârettir ki 165

166 savalih a mâl ile sâir halkdan imtiyâz bulmuşlar ve mahâsin-i efâl ile akrâna fâik olmuşlardır. İşte bu âciz dahi o dergâhın bir kıtmiri olmak münasebetle ademden dâr-ı dünyâya geldiğinden, ikincisine vâlide-i müşfikim irtihâl dâr-ı bekâ buyurmuş. Ve o esnâda cânımızın umûrunu tesviye edecek bîr âkîl bâliğ mahremimiz olmadığından kırk gün sonra pederim te hil edip ve anâlığımın hânemize geldiği akşam dahi pederim hasta olarak birkaç gün sonra vefât eylediği cihetle amcalarım Said İbrâhim ve Hâfız Rahmî efendilerin nezâret ve birâder-i müşfikim azizim ve sebeb-i feyzim Ali Berekât Efendinin terbiyesinde âltı yedi yaşlarına varıncaya kadar kaldım. Ve hasbe l-kader o makâm-ı pederde olân bîrâder-i müşfikim merhûm Ali Berekât Efendinin vukû vefâtıyla ve hemşîrenin gelin olması beni bu defa diğer birâderim İsmâil Kemal Hazretlerinin terbîyelerinde kalıp müsa ileyh haremi dahi bir parça acüze olmak mûnasebetle günden güne yâr ve agyârın her birisinden sitemler gördükçe dünyânın vefâsı olmadığı gibi bütün mâ-sivâdan dahi vefa ûmidini kestim. Halvetlere çekilir geceleri Sabâha kadar yâ Mâlik-ûl Mülk, yâ zül-celâl vel-ikrâm zîkrine devam ve bu hâlde bin, ikiyüz seksen iki tarihinde amcâ-i muhterem Hâfız Rahmî Efendi hazretleri ahvâli âcizânemî sultânım Mehmed Sâdık Bâbâ hazretlerinin pederi muhteremleri sultânım Ahmed Nurî hazretlerine yazmış. Ve mûşârûn-ileyh rahm edip evlâdlığa kabul ve vâsıta-i âciziyle bir çok ihvânın feyiz-yâb olacağını mübeşşir birde îcâzetnâme göndermiş idi. İşte o târihte terki mâsivâ edip âlemde sultânlık budur, diyerek aşk u şevki îlahiye ile halvetlere çekilip sâbaha kadar feryât etmekte iken üstâd-ı erkemim efendim rüşdiye havâcesi demekle mârûf Abdullâh Efendi hazretleri Hâlîd Efendinin sabahlara kadar feryâdı benî bî-zâr eylemekte, söyleyinizde bâri bir vakt feryâdına sükûn ve sesi ile ağlamayı terk ile haber gönderip rîcâ eylemesine ben artık sesim ile ağlamayı terk ve mekteb-i ruşdiyeye devâm ve seksen beş (29) târihine kadar bir parça tahsil ile medet tahsîl-i îkmâl yâ şahâdet-nâme ihrâcla müyesser olduğu kadar yine tahsîle kıyâm eylemekte iken peder-i ma nevîyem ve amcâ-i muhteremim ve derd-i aşkta üstâdım Reşâdetlü Hâfız Rahmî Efendî nin dahi vefâtı cihetle beni baştan yetim ve Cenâb-ı Hâlık tan başka meded ve inâyet ve gözlerimin yaşını silecek ve garîb gönlüme teselli verecek bir kimse kalmadığı cihetle artık hâl-i hayrette zâr-ı giryân sefîl ser-gerdân ve geceleri sabâhlara kadar devâm üzere zîkîr ile iştîgâl ve 166

167 doksan senesinde silk-i celîl askerlik sevdâsı gönlüme düşûp on sekiz yaşında olduğum hâlde sene-i mezbûrede o vakit sivâs ta ârâm-sâz sûvâri dördüncü âlayına îstid ân takdim ve âlay-ı mezbürenin üçüncü bölüğüne gönüllü olarak kayıt olup bir sene kadar Sivâsta askerlikle ârâm ve bir sene sonra Sivâs tan hareketle Erzincan a kadar ve ondan Erzincan a merbüt Tercân kazâsının Maha Hâtun kazasına gittim. Ve bir sene de orada ârâm ve oradan Erzurum ve Karsa gidip ve Kars ta bulunmakta iken doksân üç Rus muhârebesî açıldı muhârebe ettik, muhâsara olduk, muhâsaradan çıktık. Beyazıd a civar Iğdır namlı mevkiye gittik. Sonra Beyazıd a Vân a ve Muş a bî-tekrâr Erzîncan a geldik. Bî-tekrâr Erzurum u Rûsdan teslim âldık. Vel-hâsıl gezdik dolaştık tezkere aldık Sivâs a geldik me mur olduk, dünyânın kahr ü lûtfunu gördük. Cümlesinin fânî bir hayâldan ibâret olduğunu anladık. Şimdi büsbütün dünyânın ve mâ-fihânin lezzetinden el yuduk kıble-i hakikıyeye yüz dönerek ve bu yolda beden ve cânı fedâ eylemeğe ahd eyledik. Cenâb-ı Vâhib-ül-âtâyâ hazretleri cümle ümmeti Muhammede ve abd-ı âcize tevfikini refik ve rızâyı ilahiyeyi muvâfık ameller ihsânla sevdiklerine ihsân eyledeğini tarik-i mustakime gitmek nasib ve sen Ashâb-ı Kehf mesellü sevdiklerinin kapılarında bizide kitmirliğe kabul eyleye. Âmîn, âmîn sümme âmîn. Benim cânım tercüme-i ahvâli âcizeyi yazmaktan maksûd arz-ı şikayet olmayıp tahdîs-i nimet olduğu gibi pîrân-ı a zâm ve meşâyih-i kîrâm hazretleri vel-hâsıl sâdıkların sıdkı ve kâziblerin kîzbî ve münkerlerin inkârı kendilerine ve enbâyı cennete dahi mâlûm olmak îçûn her birisi bir türlü ibtîlâ ile mübtelâ olup herkesi bir belâ ile tahlîl ve içerisinde olan cevherinden ibâret ise o tahlîlde meydâna çıktığını sende bilip bu yolda bir belâya mübtelâ olursan onu dahi mun am-i hakikiyenin bir niam-ı ilahiye olduğunu fehm û îdrâkla teselli olmaklığına bir vesile olsun arzusuyla yazılmıştır. Her ne ise üçyüzyedi senesinde Dârende kazâsında muâvinliğinde mûstahdem olduğum esnâda sultânım şeyhim efendim Ganizâde Mehmed Sâdık Baba hazretleri tarafından istihkak ı tâlibânın irşâdlarına me mûr oldum. Ve bu bâbda ihsân olunan hilâfet nâmenin teberrüken bu makâma derc ve îmlâsına îctîsâr ediyorum. 167

168 Mektup 11: Birinci Hilafetname Hîlafetnâmenin biricisinin süretidir. Oğlum Hâlid Efendi pederim efendim hazretleri buyururlardı ki: Oğlum tarikin nedir diye suâl edilir ise cevap verki; tarikim Kur an ve tarik-i müstakim-i Muhammediye dir. Ve tarikat-ı aliyeni çekiştirenlerden Allah râzı değil, Muhammed Mustafa sallallahü teâla aleyhi vesellem râzı değil. Hazret-i pir Muhammed Bahâuddin Nakşibendi Ûveysi razı değil, buyururlardı. Ve Külahizâde Hacı Muhammed Nakşibendi Üveysi Hazretleri, Şâh Muhammed Bahaeddin Nakşibendi hazretlerinden pîrdir. Ve Sârı Hâfız nâmıyla meşhur Ahmed Behceti ve Mustafa Münib ve Hâcı Efendi nâmıyla ma ruf Mustafa Ârif ve Ganizâde Âhmed Nûrî efendilerim Tarikat-ı Aliye-i Nakşibendi Üveysi Âhmed Behceti nâmında bir zâta verilmiş. Ve o zât güyâ mecâz ile bin kuruş verin sizi pâşâ edeyim dermiş. Bizim tarikımızı dünyâya satıyor diye yerinden tasarruf ve emâneti almışlar. Bunun üzerine kırk yıl hâlî kalmış. Ve Kûlâhîzâde Hâcı Mehmed Efendi Hazreteline işâret Seyyid-ül- Kevneyn ve Resûlü s-sakaleyn sallâllahü teâla aleyhi vesselem ve Hazreti Hızır aleyhisselâm vâsıtasıyla ruhânîyyeti Muhammed Bâhaeddin Nakâibendi ma rifetleriyle ser-hilafet tahtına cülûs ettirip, şâh-ı velâyet mühr-ü şerifini ihsân (30) ve tac-ı hîlâfeti aksâ ve ahvâl-i tarikati ve hatm-i hâceyi bu minvâl üzere tarif buyurmuşlar. Silsile-i şerifler ma lum çok Nakşi isimleriyle kullar zuhûr eylemiştir. Muhammed Mustafa sallallahu Teâla aleyhi vesellem hazretleri pir Muhammed Bahauddin Nakşibendi usûl ve erkânı bu minvâl ile ta rif ve bu minvâl üzere îcra edilmesini irâde ve fermân buyurduklarını, halvetten murâd gönlü kûdûrât mâ-sivâdan pâk eylemekten îbâret olup zâhirin halk ile bâtının Hakk ile beraber olmalıdır. Üç zât biri birisiyle tariklarının âdâbını suâl eylediklerinde birisi teslîm olduğunu ve diğer birisi dahi edeb olduğunu ifâde eylemeleri üzerine Hazreti Pîr Muhammed Bâhaddin Nakşibendi hazretleri dahi bizim tarîkımızda cümleside mevcûddur ki Lâ mevcûde illâllah deryâsına müstağrak olmaktır. Oğlum hâlid Efendi tarik kîtaplarında silsile-i âhvâlim mevcûd olduğundan tekrara hâcet yoktur. Tarikın nedir diye suâl edenlere tarikım Kur andır. Bu âlem her şey hak ile kâim mir atı Muhammediden Allah görüyor daim. Oğlum Hâlid Efendi erenlere kol kanat olunuz. Eli elimiz, dili dilimiz, kalbi kalbimiz, sırrı sırrımıza mahzar olup kîbâr-ı meşâyıhtan olan Hâlid Efendi yedi 168

169 dereceden on iki makâm ile cânım tâleallahü ömrühü ve zâdehü mâlehû ve îhsanehü ve necâtehü fi d-dâreyn. Ganîzâde Şeyh Mehmed Sâdık Bâbâ Efendi, Hâlid Efendi Mektup 12: İkinci Hilafetname (30) Eli elimiz dili dilimiz kalbi kalbimiz sırrı muhammedî olan oğlum cân içinde cânanımızsın. Söyler dîliniziz, tutâr elinîzîz, görür gözünüzüz. Oğlum ne mahelde olur isen erenlerde beraberdir. Teslim olan sâlîkânı îrşîd ediniz zîkr û evrâdlarını telkin ve hatm-i hâceye devam ve ihyâ gecelerini ihyâ edinîz. (Men kâne Allahü, kâne Allahü lehü) ma lüm zâhir ve bâtını Hâlid Efendiye verdiler. Erenler kibâr-ı ehlullahtandır, buyurulmuş. Dahâ tafsilatı yazmakla münasib görülmemiş hatta bu kadarı yazmaya dahi luzüm yok isede Cenâb-ı Vâhib-ülâtâya hazretlerinin Seyyid-ül-Kevneyn Sallallahü teâla aleyhi ve selem hazretlerine ihsân-ı Îlahiyesini ta did ve tahdis edilmesini fermân buyurmasına mebnî hem tahdisi nî met ve hem de îhvânın îmân ve tasdîkî zîyâde oldukça feyzî daha zîyâde olacağı bedîhî olduğuna mebnî yoktur. Îfşâya ictîsâr edilmiştir. Cânım bundan sonra ma lumun olsun ki îhvânı dine ibtidâ i lâzım olan imân ve tasdiki olduğundan bir parça imândan bahseylemek lâzım oldu. Zîrâ kulun ûzerine iman Maturudi indinde akıl muhayyer vâcib olup bülûğun medhalı olmadığı ve Eş ari indinde ise akıl ile büluğun mahcürudur. Vel-hasıl evvelen kulun üzerine cemi feraizden mukaddem Hak Teâla hazretlerine imân getirip anlamaktır. Bir kimse hak Teâla Hazretlerini şân ve şerefine lâyık olmâyan vechle anlârsa imânı sahih olmaz. Ve bir kimse ahkâm-ı îmânı bilmese her işlediği îbâdetî dürüst olmâz. Ve bir âkıl ve bâliğe avretten ahkâm-ı imân suâl olunsada bilmem dese nikâhı sahih olmayıp kocasından boş olur. Ve bir kimse müşrik olan ve yahut ehl-i kitâptan olan bir câriyeye malik olsa imânın erkân ve ahkâmını bildirmeyince vaty helâl olmaz. Ve bir kasâp imânın ahkâmını bilmese zebihası harâmdır. Her bir kimse kendi hûkmünde olanlara erkânı imânı ve namazı ve savmı dürüst olarak mesâilini ve namazda okuyacak kıraâtî öğretmesi vâcibtir. İmdî her abde şöyle bilip îtikâd eylemek farz-ı ayındır ki; Allah Teâla vâhid ve samed ve şerik ve nazîrden münezzeh ve misl ve zıddan mukaddestir. Ezelî ve dâim ve ebididir. Ve vûcud varlığının evvelli ve ahirî yoktur. Dâima ibâd ve sâir mahlukâtın icâd tahlik 169

170 ve terzikleriyle kâimdir. Ve her zamân zât-ı mukaddeseti ve vûcud-u hakikiyesini kat a ifnâ ve tagayyûr eylemez. Evvel ve âhir bâtın ve zâhir O dur. Eşyâdan bir şeye zât-ı ilahiyesi benzemez, cisim ve cismâniyeden (31) ve cevâhir ve â râzdan münezzehtir. Azamet ve Şânca her bir şeyin fevk ve ulvindedir. Zât-ı a lâsı ecsâmın zâtına meşâyih olmadığı gibi dünü ve kurbiyyetî dahi ecsâmın bazısının bazısına olan dünü ve kurbiyyeti gibi değildir. Zamân kendiyi tahdîd ve tâyîn eylemediği gibi mekân dahi ihâta eylemez. Âyât ve ahbârın delâlet ve iktizâsı üzere Allah Teâlayı mü min eder. Cennette göz ile görürler. Allah Teâla her bir şeye Cebbâr ve Kahhar ve Hadîd vücudu mümkine gâlib ve kâdirdir. Kahr ü kudretine acz ü kusur ârız olmaz. Zât-ı eceline sine ve nevm târi olmaz. İzzet ve galebe ve ceberrüt zât-ı a lâsına mahsüs mülk ve meleküt hakikatına maksürdur. Cemi mahlükâtı efâl ve ahvâl ve amâllarını Hâlık ve akvât ve erzâklarını Râzık ve ecel ve ömürlerini takdir ve tayin eden O dur. Makdürâtı sâyılmaz ve ma lûmâtı intiha bulmaz. Yani bitmek ve tükenmek bilmez ve her şeye âlimdir. Ve her bir gizil şeyler zât-ı mukaddesiyesine zâhir ve celîdir. Herkesin kalbindeki gizli esrâra vâkıftır. İlminden arz ve semâ ve onda zerre miktârı bir şey hârîç olmaz. Cemî kâinatı müdîr ve havâdisâtı müdebbirdir. Kalîl ve kesir celîl ve hakir, hayr ve şer nef ü zarar vâkî olmaz. Ancak Allah Teâla nın irâde ve kazâ ve kaderin ve hükmü müsbetiyle olur. Vel-hâsıl ne şeye îrâde-î âliyesi taalluk ederse elbette olur. Ve taalluk etmezse olmaz. Daima mevcûd ve mebde ve merci ve muîd ve faâl lemmâ-yûrid odur, Hüküm ve kazâsını kimse redd ve def edemez. İns ve cin ve melâike ve şeyâtin bir yere cemî olup ittifak eyleseler, Allah Teâla nın irâdesî olmadıkça âlemde zerre-i tahrîk ve teskinden âcîzlerdir. Semi ve Bâsîrdir, her bir şeyi görüp işiticidir. Mütekellimdir, bir kelâm ile ki kelâm-ı maklûka mûşâbih olmaz. Zât-ı kadim ve a lâsından mâ-adâ her bir şey hâdistir. Yani cümlesî kaderin ve irâdesiyle halk ve icâd eylemiştir. Her bir hareket ve sükûtta ve kâffe-i eşyâda vahdaniyetine delâlet eder nice nice âyât ve hikmetleri vardır. Ve bununla berâber Cenâb-ı Allah ın her bir âkil ve bâliğin bilmesi lâzım olan sıfât-ı zâtiye ve sıfât-ı sûbütiyesi dahi vardır. Onları dahi bilmek ve öğrenmek lâzımdır. Mâlümun olsun ki Cenâb-ı Allah ın sıfât-ı sübûtiyesi sekizdir. Evvelkisi, Cenâb-ı Hakk Teâla hayy/diridir. Îkincisi, Îlim Hakk Teâla nın bilmesi demektir. Üçüncüsû, Semi Cenâb-ı Hakk Teâla nın işitmesi demektir. Dördüncüsü, Basar Cenâb-ı Hak 170

171 Teâla nın görmesi demektir. Beşincisi, irâde Cenâb- hak teâla nın dilemesi demektir. Altıncısı, Kudret-Hakk Teâla nın gücü yetmesi demektir. Yedincisi, Kelâm Hakk Teâla nın söylemesi demektir. Sekizincisi, Takvin, yani Hakk Teâla nın yaratması, yani cümle mahlûkâtı yoktan halk eylemesi ve ondan başka yâratıcı olmamasıdır. Cenâb-ı Allah ın sıfat-ı zâtiyesi dahi altıdır. Birincisi, vûcud yani var olmak, ikincisi, kıdem Allah Teâla nın varlığının evveli olmamak. Üçüncüsü, bekâ Allah Teâla nın varlığının âhirî olmamak. Dördüncüsü, vahdâniyyet, yani Allah Teâla nın zât ve sıfât ve efalinde şeriki ve naziri olmamak. Beşincisi, muhâlefetün li l-havâdis yani Allah Teâla nın mahlukât ve mevcûdâttan aslen bir şeye benzememek, Altıncısı, kıyâm bi-nefsihi, yani Allah Teâla hiçbir şeye vemekâna muhtaç olmaması ve hiçbir kimsenin doğurmasına muhtaç olmamasıdır. Ve Cenâb-ı Allah ı bu sıfatlarıyla bilmek kîfâyet eder. Zîrâ Allah Teâla nın zât-ı Azimi kimsenin mâlümu değildir. Ve zât-ı Âzimi bileyim diye bu ciheti düşünmek günâh-ı kebâirdir. Akıl ve fikîr ile bilinmekten münezzehtir. Akıl ve fikre gelenlerin cümlesi mahlûktur. Ve dahi Allah Teâla nın melâikeleri vardır. Onlar yemez içmezler ve onlarda erkeklik ve dişilik olmaz. Dâima Allah Teâla nın emrî her ne ise yerine getirirler. Cenâb-ı Allah a bir ân isyân eylemezler. Ve içlerinde mukarrebler ve peygamberleri vardır. Hakk Teâla (32) onların her birini bir hizmete koşmuştur. Efdalı Cebrâil, Azrâil, Îsrâfil, Mikâil aleyhisselâmdır. Ve Allah Teâla nın kitîplarına dahi inânmak lâzımdır. Yüzdört kitaptır. Cümlesi haktır. Dördü büyük ve yüzü suhuftur. Tevrat Musa aleyhisselâma. İncil, İsa aleyhisselamâ. Zebür, Davûd aleyhisselâma. Kur an-ı Kerim bizim peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahü teâla aleyhi ve selem hazretlerine nâzil olup diğer kitapların hûkmünü nesh edip, ahkâmı kıyamete kadar bâkîdir. Ve dahi on suhuf Âdem aleyhisselâma ve elli suhuf Şît aleyhisselâma, otuz suhuf Îdris aleyhisselâme, on suhuf Îbrahim aleyhisselâma nâzıl olmuştur. Ve dahi Allah Teâla nın ne kadar peygamberleri geldi ise, cümlesine dahi inânmak lazımdır. Evvelâ Adem aleyhisselâm ve âhiri bizim peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahü teâla aleyhi vesellem efendimiz hazretleridir. Bu ikisinin arasında ne kadar peygamberler geldi ve geçti ise cümlesi de haktır ve gerçektir. Ve Kuran-ı azîm-ûş-şânda isimleri bey ân olunan yirmi sekiz peygamberdîr. Bunları bilmek herkes için vâcibdir. Âdem, Îdris. Nûh, 171

172 Hûd, Sâlih, İbrâhim, Îshak, Îsmail Yakup, Yusuf, Şüayb, Lüt Yahya, Zekeriyâ, Mûsa, Harun, Davud, Süleyman, Elyas, Eyûb, Zûlküfl, Îsâ, Yunus, Ûzeyir, Lokmân, Zûlkarneyn, Hazret-i Muhammed aleyhisselâtü vesselâm hazretidir. Üzeyr, Lokmân, Zûlkarneyn hakkında ihtilâf olundu bazıları nebîdir ve bazıları velîdir dediler. Ve dahi peygamberler hakkında bîlinmesi vâcib olân sıfâtlar beştir. Sıdık, emânet, tebliğ, fetânet, ismet ve bunların manâları dahi Sıdık: cümle peygamberler emin olmak, tebliğ; cümle peygamberler Hakk Teâla nın kendilere olan emîr ve nehiy ve cümle ahkâmı ûmmetlerine bey ân edip ulaştırmak, fetânet; cümle peygamberler akl-ı kâmil sâhibleri olmak, Îsmet; cümle peygamberler günahtan berî olmak, lâkin bazılarında zelle sâdır olmuştur ve onda da hîkmet-i îlahî vardır, Hazreti Âdem aleyhisselâmın cennette buğday yemesi gibi. Peygamberler haklarında muhâl olan sıfatlar vacîbin zıddıdır. Yani, yâlandan ve hiyânetten ve günâhtan ve hamâkatten ve büyük ve küçük günâhlardan berîdirler. Bizim peygamberimizin sıfâtı sâir peygamberlerden üç sıfat zîyâdedir. Birincisi cümle peygamberlerden efdaldir, ikincisi însân ile cine gönderilmiştir. Üçüncüsü hâtem-ûl-enbiyâdır. Ve dahi kıyâmet gününe inândım cümlemiz olup yeniden dirilmek gerektir. Cennet ve cehennem haktır. Ve hâlen mevcutlardır. Mîzân, sırât, suâl, hesâb, nîam, âkâb, azab cümlesi haktır. Ve olacaktır ve dahi hayr ve şerr, fâîde ve zarar ve kazâ ve kader Allah Teâla nın bilmesiyle ve bildirmesiyle ve yarâtmasıyla ve takdiriyle olduğuna inândım îmân getirdim diye i tikâd eylemek lâzımdır. Mektup 13: 26 Receb-i Şerif 1340 (33) Bismillahi t-tevfik ni mel-mevlâ ve mi mel-refîk Elhamdûlillahîllezî allemnâ l-ülüme-l-diniyyeti ve l-dünyetî ve allemnâ alâ-ş-şeriati-l-mustafiyyeti ve-l tarikati-l âliyyeti l Nakşibendiyyeti-l ûveysiyyeti. Ve kellemnâ bi-kelimâti-l meşayihu s-sâfiyyeti l süfiyyeti. Ve kellemnâ fî-mikâti kalbinâ bi-kelimâti l-kudsiyyeti bilâ-sarf ve lâ-savt ve lâ-keyfiyyeti ve lâkemmiyyeti l-letî lâ-yârifü esrârihâ îllâ-hezihi l taifetü l aliyyeti. Fe-sübhâne min cealeş-şeriatı ve l-tarikati ayne l hakikati ve lakinne l-ukalâi lâ-yefka hûvne bil kuvveeti l nazariyyeti ve l bîdatı ve l dalâl ayne l-ukübeti ve l-nikâl. Ve lakinne l-ükelâi lâ-yeşûruvne keşafetî l-beşeriyyeti ve l kuvvetil şeheviyyeti 172

173 huve l Hâdîl-lezî yehdi men yeşâ-u min ibâdihi bî-hidâyeti l-enbiyâî ve irşâdihi levliyâi ile s-sünneti l seniyyeti ve yedüllü men yeşâ-u bî âğdaî ş-şeytânîlcinniyetî ve l-ihlâli l-ebâlisel-insaniyyeti fe-yesüdduvnehüm anîl- suluvkîl tarîkatil-seviyeti ve l-mûrîdllezî îzâ erâde bi-kavmi hîdâyeti felâ-müdilli lehüm. Ve izâ erâdehü bî-him delâleten felâ hâdî lehüm min kûlli l-beriyyeti ve sallallahü alâ seyyidinâ Muhammedi l-hâdi bi l-akvâli l sâdikatı ve l-efâli l-sâlihati îlâ vusla l ilahiyyeti ve şühüdü l-ehadiyyeti ve âla âlihi ve eshâbihil-lezine tâbiüh mütâbaate kâmileten..ve hulûs-i niyet ve rahimallah teâla cemi l-ülemâi ve meşâyîhi l kirâm ellezî yehşevne fî-bin-nasihati ve yürşidi-s-sâlikiyne alâ mütâbaata sünnete-s-seniyyete ve l tarikatî l âliyete emmâ ba de erbâb-ı hafî olmaya ashâb-ı bâtıneden ve bil ki enbiyâ aleyhime s-selâtü ve s-selâm hazretlerinden âsıl feyzin iktisâbı üç şeye mevküftur. Evvelkisi imân ve şeriatı âliye ve tarîkat-ı seniyyeye sûlukle hâlisen li-vechillahî amel ikincisi edeptir. Zîrâ ahz-i feyz ancak kulûbü ehl-ullaha imtisâl ile olur. Yani bir mürit ki onun kalbi libas-ı ihlâstan ârî ve yahut evliyaullah veya taraflarından bizzât makâmlarına kâim oldukları zevât haklarında makâir-i edep harekâtı ola. Veya bunlara teslim olmaktan yüz döndüre. Elbette bunların iktisâb-ı feyzden mahrum olacakları müstağni arz ve bey ândır. Üçüncüsü, enbiyâ ve evliyâya muhabbet etmektir. (34) Zîra muhabbet feyzin kesret ve izdiyadına sebebdir. Bununla beraber derece-i velâyet selef-i sâlihine hasr edilirde bulunan meşâyihâna sû i zan câiz olmadığı Cenâb-ı Seyyid-ül-kevneyn sallalluhu teâla aleyhi vesellem hazretlerinin (ümmetî ümmetün mübareketun lâ-yedrî evvelihâ hayren ve âhirihâ) hadis-i şerifiyle sâbittir. Maa-hazâ Cenâb-ı seyyid-ül-kevneyn sallallahü teâla aleyhi vesellem efendimiz bunların mahbübü îlahi olduklarını (vellezî nefsî Muhammed bi-yedihi lein şî tim li-iblisenne lekûm în ehabbe îbâdellahi île l-lahi ellezine, yühibbünellahe ilâ-îbâdîhi ve yûhibbüne îbâde lllahi, ileyhi ve yehşevne fil-ardı bi l-nasihati) hadis-i şerifiyle ümmetlerine beyan buyurmuştur. Bu cümle ma lûm olduktan sonra erhamû r-rahiminin rahmet ve inâyeti bil-cümle ihvânı dine rehber olmak üzere ve bu abd-ı aciz hâdim tarîkat-ı âliye-i nakşibendî üveysi Kâdızâde eş-şeyh Muhammed Hâlîd îbn Şeyh Ahmed bin Şeyh Hâcı Mustafa el-mâ ruf Hâcı Baba ibn Şeyh Ömer İbn Muhammed în ta lîmi zîkr ü nîsbet tarikat-ı âliye hâcegân kaddesallah ervâhehûm Mevlâna Ganîzâde Muhammed Sâdık Bâbâ Tûsî 173

174 hazretlerinden ve onların pederleri Âhmed Nûri hazretlerinden ve onlar Mustafa Ârif Kayseravi hazretlerinden ve onlar Mustafa Münib Kayseravi hazretlerinden ve onlar Âhmed Behcetî Kayseravi hazretlerinden ve onlar Külâhizâde Hâcı Mahmud Efendi hazretlerinden ve onlar hazret havâce zinde delân ve feryadı resî bî-çareğan sahib-i ilmi ledün, Hazreti Hızır aleyhisselâtû ve s-selâm hazretlerinden yeden bi-yedin ve ruhaniyyet Hâce Muhammed Bahâuddin Nakşibendi Ûveyse l-buhârî Hazretlerinden ve onlar Seyyid-ül-Emir Külâl ve Şeyh Halil Âtâ hazretlerinden Şeyh Âtâ nın nisbetleri dahi Zengi Âtâ Şeyh Tâç Âtâ Şeyh Abdülmelik Şeyh Havâce Âhmed Hâzeratı vâsıtalarından yeden Havâce Yusuf Hemadânî hazretlerine vâsıl olduğu gibi Emir Külâl hazretlerine nisbet-i âliyesi dahi Muhammed Bâbâ Semmâsi ve onlar Havâce Ali Ramiteni den ve onlar Havâce Mahmud Encirfağnevî ve onlar Havace Ârîf Rivgeri ve onlar serhalka silsile-i havâceğan Abdulhâlik Gücduvâni den ve onlar Hızır aleyhisselâm ve Yusuf Hemedâni den ve onlar Havace Ali Fârmedi den ve onlar Şeyh Ebu l- Kasım Cürcânî ve Ebu l-hasani l-harakânî den ve Ebu l Hasani l-harakânî dahi Ebû Yezid Bistâmî hazretlerinin ruhâniyyetleriyle Hızır aleyhisselâmdan ve Ebu Yezîd Bistâmi dahi Cafer Sâdık hazretlerinin ruhiniyyetlerinden ve Câfer Sâdık hazretlerini dahi bir nisbeti Kâsım Îbn Muhammed Îbn Ebu Bekir es-sıddık hazretlerinden ve onlar dahi Selman-ı Fârisi ve onlar Ebu Bakir-es Sıddık radıyallahü teaâla anhüm hazretlerinden ve onlar hazret-i risalet-penâh sallallahü teâla aleyhi vessellem efendimiz hazretlerinden ve Cafer Sâdik hazretlerinin bir nisbeti dahi Valid Bezirgevâri Îmam Muhammed Bakır ve Îmâm Muhammed Bâkır hazretleri dahi Îmam Zeynel Abîdin hazretlerinden ve onlar Îmâm Hüseyin hazretlerinden ve onlar İmam Hasan ile Îmam Ali kerem Allahü veche radıyallahü teâla aleyhim ecmâin hazretlerinden ve onlar Cenâb-ı Seyyid-ül-keyneyn sallallahü teâlâ aleyhi vesellem hazretlerinden ve Ebu Kâsım Cürcânî hazretlerinin talimi zîkr ü nisbeti aliyeleri dahi Şeyh Osmân Mağribî hazretlerinden ve onlar Seriy-i Sakatî hazretlerinden ve onlar Maruf-u Kerhî hazretlerinden ve Maruf-u Kerhî hazretlerinin dahi iki cânibe nisbeti vardır. Bir nisbetî Dâvud Tâi ye ve onların Habîb-i Acemi hazretelerine ve onun Hasan Basrî hazretlerine ve onun emire l-müminin Îmâm Ali radıyallahü teâlâ anh hazretlerine ve onun Seyyid-ul- Kevneyn sallallahü Teâla aleyhi vesellem efendimiz hazretlerine ve Hazret-i 174

175 Maruf-u Kerhî hazretlerinin bir nisbeti dahi İmam Ali Rızâ hazretlerine ve onun Musâ Kâzım hazretlerine ve onun Îmâm Cafer Sâdık hazretlerine ve İmam Cafer Sâdık hazretlerinin bilâde zîkr olunduğu vechle hazret-i risâlet-i penah sallallahû teâla aleyhi vesellem hazretlerine müntehî olmuştur. Bundan sonra Ey îhvân-ı din mâlümunuz olsun ki, şimdiye kadar bu tarikat-ı âliye, yeden bi-yedin müteselsilen yek-diğerinden ahz edilerek âcizlerine gelmiştir. Şeyhim sultanım Ganizâde eş-şeyh Muhammed Sâdık Bâbâ Hazretleri 1307 senesi Teşrin-i Evvelin yedisinde âcizlerine istihlâf-ı talîbânın îrşâdına bizzât me mûr buyurdulardı. Ve mûşârün-ileyh hazretleri (35) vefât edeceği esnâda dâhi umûm ihvâne hîtâben; beni arayanlar Hâlîd Efendi de ve Hâlid Efendiyi arayanlarda bizde bulsunlar. Şimdi Hâlid Efendi ile biz bir vûcut olduk buyurdukları gibi, âcizlerine hîtâben dahi: Oğlum Hâlid seni Allah ve Resulullah ve bi l-cümle pîrana emanet eyledim ve bi l-cümle sâlîkân ve tâlibanın terbiye ve irşâdlarını sana tevdî ediyorum. Bil-cümle tâlibân ve îhvân dinî nazar-ı himmetinizden devr eylememenizi tavsiye ediyorum. diye evvel bâbdaki nâme-i âliyesinde irâde buyurmuş idi. İşte men gayri liyâkat şu evâmir-i âliye ye imtisâlen tarafı âcizanemden intihâb ve vukû bulan istihâre ve teveccühü âcizânemde de işâret olan (bilâde esâmiyeleri muharrer) efendiler sizi ihvân dini tarikt-ı âliyeyi Nakşibendiye-i Üveysiyeye tergib ve rağbet eden tâlibân ve âşıkân ve sâdıkân ve sâlîkâna âcizânemle berâber ve bir beldede bulunduğunuz müddetçe rehber ve bizden infikâk ve başka diyarda bulunduğunuz esnâda dahi telkini zikir ve usül ve erkânı tarikat-ı âliye vechle hatm-i hâce okutmakla izin ve îcâzet verdim. Cenâb-ı Allah ömrünüzü tatvil etsin ve râzı olduğu a mâl ve ef âle tevfik ve ehl-i imân üzerine füyüzâtını tekmil eylesin, Âmin. Benim oğullarım sîz dahi bundan böyle dâimi sürette tavsiyenizi bize edip her hâlinîzde alacağınız emire göre hareket ve her ân muvâzabet zikir ve evrâd-ı Fatiha ve mutabaât şer-i şerif ve sünnet-i Muhammed Mustafa Sallallahu teâla aleyhi ve selem ve mücânebet bîd at ve hevâ ve cemî ahvâlde o emr-i îlahiyeye imtisâl ve nevâhîden ictinâbla beraber bu yola sulükde maksadınız ancak Allah Teâla ve rızâullah olsun. Ve Cenâb-ı Vâcib-ül-Vücud hazretlerine ettiğin ibâdât ve tâati Allah a minnet eylemeyip Cenâb-ı Vahib-ül-Âtaya hazretlerinden bir nî meti ilahi olduğunu bilip diğer ni am-ı ilahiyeninin şukründen âciz olduğunuz gibi 175

176 bununda şükründen aczinizi itirâf ve seherlerde istiğfâra devam ve sende senin olarak bir mülk bırakmayıp mülkü malik-ul-mülke teslim ve Cenâb-ı Vâcîb-ülvücud hazretlerine eltâfı ilahiyeden başka bir şey ile vâsıl olunamayacağından her hâlinde noksânlığını itirafla îmân kapısına sarılıp Cenâb-ı Allah ı kullarına ve kullarını Cenâîb-ı Allah ve resûlüne ve pîranına sevdirmekle kendinize kâr edip ve kendinizi ihvâna hâdim bilesiniz. Ve bir sâlike icâzet verecek olursanız tamâmen siz aradan çıkıp kâtip elinde kalem gibi; ya Rabbî kul senin ve Habîbullah sallallahu aleyhi vesellem dahi senin mahbübun. Ve işte bu tâlib dahi sevgili habibin ümmetlerindendir. Her ne kadar rızâ-i ilahiyeni taleb ve tarîkat-ı âliye süluklerini vâsıta ederse de bende de mâlik-ul-mülk senin sende sizin olarak bir şeye mâlik olmadığınızı acz-i kemâl ile arz ve bu kulunu sana delâlet ediyorum. Sen tevfikini cümlemiz hakkında refik eyle, diyip sâlikin elinden tutar mâlik-si-mulke teslim eder. Aldığınız dersi o vechle telkin ve isimlerini dahi bize yazarsanız Cenâb-ı Allah muvaffakınızı refik eyleye. Âmin bi-hürmeti Seyyid-elmürselin. 26 Receb-i Şerif 1340 Hâdim Tarikat-ı Âliye-i Nakşibendiye-i Ûveysi Kâdızâde eş-şeyh Hâlîd Sivasî Mektup 14 (36) Kastamonu Vilayetinde Bir İhvâna yazıların bir mektup Sureti Elhamdûlillâhi alâ kulli hâlin min gayri delâl vesselâtû vesselâmu alâ resûlü zül-celâl ve alâ âli ve evlâdihi ve ashâbihî min kûlli zemânın ve ân emmâ baâde. Nûr-i aynim sürür-u sinem olan evlâd-ı mânevîyem Âsım Efendi hazretleri, mâhsusen selâm edip hatır-nâzikânelerini suâl eyledikten sonra, malumun olsun ki, o kâdir-i Halâk, (küntü kenzen mahfiyyen) mucibince murâd eylediki, bu mülk-ü mevcudi ve alem-i meşhudi (Fesbebtü en araka) muktezâsınca halk ve sıfât-ı celâl gaybiyeye alem-i şûhûd ve aynî mürâyasında nümâyân ve sıfâtından bir sıfata mahzar ve esmâdan bir isme mücallâ oldu da tekmil dâire-i kemâl (Lekad hâlaknâ l insâne fî ahseni takvim) ile bağ vücud-ı Âdem de açıldı. Ve cism-i kereminin kasdı ( tıyneti Âdem bi-yedî erbaine sabâhan) inâyetle ma mur oldu. Ve bundan sonra nev i insândan sınıf-ı enbiya ve rasûl aleyhisselamı gûzîde etti. Erbâb-ı basâir hürşid-i âlem tâbikî ayândırki âsıl istifâza 176

177 mebde feyyazden müfiz, müstefizin mâ-beynlerinde münâsebete mevküftür. Zirâ müfiz her bâr mukaddes ve takyidden münezzeh küdûrâttan uzaktır. Mütefeyyiz ise alâik-i yedeyne ve küdürâtı beşeriye ile mukayyeddir. İstifâza bir vâsıtaya muhtâçtır. Ve o vâsıtanın dahi mutlak-ı külli ve mukayyed-i cûz î mâ-beyninde iki ciheti olmak lazımdır ki tecerrüd-i ruhâniyyesi ve kuvvet-i kudsiyye sebeble mebde feyyâzdan ta lim edip ve taallük-u cismâniyesi hasebiyle beni nevine tâ lim eyleye. İşte o sebeble Cenâb-ı Allah enbiyâ ayehisselâmı, hadd-i müşterek edip mürâyâyı kulûb-ü şeriflerini küdûrâttan pâk ve envâr-ı tecelliyât ve temaât-ı vahiy ile sâbitân halk etti. Ve onlara tâbi olan zulûmâtı cehâletten mağrib âb-ı hayât çeşmesine erişti. (Ûvminü kâne meyten fe-ahyeynâhu ve cealnâlehü nûrân yehşa fii n-nase kemen mislehu fiz zulûmâti leyse yûhâricu minhâ) buna işârettir. Ve bununla beraber bu dahi ma lumunuzdur ki, kasd-ı ma rifete hurûc ve bâğ-i irfâna duhûl o pişvâyât râh-i hudâ ve muktedâyât tarik-i mevlâya mutabaatımız muhâldir. Ve onların ahlâkı hamideleri ile tahalluk olmadıkça maksada vüsul mümkün değildir. Ve Hazret-i Seyyid-ûl-mürselin ve hâtemü n-nebiyyin ve habibi (lî maallah) ve mâlum (Fa lem ennehû lâ ilâhe illallah) ve mükerrem (Ve kefâ billahi şehidân Muhammed resulullah) sallalahü teâla aleyhi vesellem hazretlerini cemi hidât-ı tariki ihtidâ ve âmme-i velâte iktidâ üzerine mezidi ihtisâs ve makâm-ı muhabbette hâsî edip temhîd-i kavâide hidmetine ve maâkıd muhabbetin ona ittibâ peyvende edip (Kül in küntüm tuhibbüne fet tebiunî biyuhbibkümulllah) fermân-ı celile ayân ve beyân eyledi. Bu sebeple sebil-i necât sâliklerine ve tarik-i envârdan ve sıfât-ı taliblerine seyyid-ül-sâdat efdalü s-salât efendimiz hazretlerine zâhir ve batın ittibâ la her ân ve dakikada râbıta eylemeye mütevakkıf olduğu âzherü mine ş-şemsdir. Her ne kadar Cenib-ı Seyyid-ül- Kevneyn sallallahü aleyhi vesellem hazretleri, Hazreti Ebû Hüreyre hazretlerine hîtaben bir hadis-i şerifinde; Yâ Ebî Huriyre Cenâb-ı Mevlâya ibâdet eylemekten saçları perişan ve yüzleri per-giyâr ve karınları kesb-i helâlden olsun âç kalmış, görüşmek isteyince kendilerine izin verilmeyen, talib olduklarında nikâhlarına rağbet etmiyen gaybûbetlerinde ârânılmayan ve hâzır olduklarında davet ve rağbet olmayan ve göründükleri zamânda nazarlarından hoşlanmayan ve hastalıklarında iyâdet ve vefât ettiklerinde haklarında şehâdet edilmiyen asfiyâlarını Cenâb-ı Allah sever buyurduğunda hazır bununan âshab rıdvânullahü teâla aleyhim 177

178 ecmain hazrâtî yâ resulullah onlardan birisini bize ayân buyurunuz yolundaki sözlerine cevâben onların birisi; Veysel Karanî buyurmuş. Ve evliyaullahın dâhi izin ve icâzeti rabbül alemin ile şefaatleri derece-i sübute vâsıl olmuş ise Cenab-ı Vacîbul Vücud hazretlerinin evliyalarını kulları miyânesinde ihtifa edip Allah tan ve Allah ın bildirdiklerinden başka bir kimsenin bilemeyeceği ve o sebeple mübeşşirlerinden başka bir kimsenin bilemeyeceği ahvâli anâ rahminde evvelen cenînin meçhul olduğu gibi meçhul olduğunu mûstağnî arzdır. Ve tarîkımız ise tarikat-ı (37) ali-i nakşibendiye-i üveysî olup ve terbiyemiz dâhi hücre-i risâlet penâh sallallahü tealâ aleyhi vesellemde inâyet-i rabbâniyeden olduğu ve buna sûlukun kaidesi dahi evvelcede tafsilen beyan olunduğu vechile hangi camii şerif kolayınıza gelir ise o camiin mihrabında Cenab-ı Seyyidil Mahlukiyye ve İmam-ı Mürselin Hazretlerinin riyaset eylemekte ve kâffe-i enbiyayı izâm ve evliyayı kirâmın bi l-cümle efrâd-ı ümmet o halkaya tespihin düzüldüğü gibi düzülmüş ve Cenab-ı Resulullah Sallallahü Teala Aleyhivesellem Hazretlerin riyaset eylemekte ve diğerlerinin dâhi hâtırınıza hâtur eden mâan o sultan-ı keyneyne ittbâ ile bâbı emâna sarılmış ve senin günah deryasına müstâğrak olduğunu yâd ile o meclise dâhil olmaya liyakât bulunmayıp o halkanın saflarında kemâl-i acz ile kuûd eden şeyhinin hırkası altına girip o halkada bulunanlar ile yed-dil olarak evrâdınıza devam ve bizi gönülden çıkarmayıp aralıkta mektubunuzu irsâl eylemeniz nîyazımdır. Bu tarafta bulunan ihvânın cümlesi bilhassa selâm ederler. Mazbatanız alındı, İzzet Efendi tarafından gönderilecektir. Orada bizi bilip suâl edenlere selâm edip hayatınızı îlâ-yı kelimetullah yolunda ifnâ eylemenizi, kendinize kâr etmenizide başkaca rica ederim. Baki Hüdaya emânet olunuz. Hadim Tarikât-ı Aliye-i Nakşibendiye-i Evliya eş-şeyh Kadızâde Hâlid Sivasî Mektup 15: 11 Cemaziye l-âhir 1339 Tosyada Bir Mûnkerin Zîkr-i Cehriyeyi inkârına karşı orada bulunan Hûlefâdan Şeyhzâde Ahmed Fatih Efendiye Eûzu bi-kelimâti l-allahî taâmât-ı kûlliha min şerri ma hâlak. Elhamdulillahi Teâla alâ kûlli halîn. Lâ havle ve lâ kuvvete min illâ billah. El- Melîkûl müteâl ve-selatû ve s-selam alâ resûlû zûl-celal ve alâ âlîhi ve sâhibihi 178

179 mîn kulli zâmanın ve ânın ve rıdvanullahı Teâla aleyhim cemiu l ulema-i âzim ve meşayıh-ıl kiram emmâ baâde. Benim canım ve rûh-perfetûhum oğlum Ahmed Fatih Efendiye Rebiül Ahir 1339 tarihli mektub-u aliyenizi aldım. Derece-i nihâyette memnun oldum. Cenab-ı Halik-i mevcudât Hazretleri dâreynde mesrûr ve aziz eylesin. Amin. Benim nûr-ı dîdem mağlumun olsunki her bir şeyin hâkikati zıddıyla ma lum ve âşikâre olduğu gecenin gündüz ve kışın yaz ile ve hâkikatin münker ile bilindiği ma lûmdur. İşte bu kabîlden olmak üzere Cenâb-ı Vâhibi-ûl-Atâyâ Hazretleri dahi bir hakikatın keşfini izhâr-ı murâd eylediği sûrette o hakîkatı izhara sebep olacak zâtın karşısına bir münker çıkarır da o hakikatin olduğuna dair delâil ve bûrhanı îzhâra o münkerin inkârı bâdî olur. İşte bu cümle mâlumun olduktan sonra erbab-ı rüyet ve eshab-ı bâsiret hazretlerinin hepsine mübeyyen ve muayyandir ki [ve mâ hâlaktü l-cinne ve l-inse illâ liyağbüdûn] mazmûnu üzere halaktü aleme ve baastü Adem den mâksudu aslî irfanü l-ilahidir. Sabıka-ı ilm-i muhîti ezelîde bi t-tarîkil icmâli mermûz olan istidâdı fıtriye ve melekât-ı cîbilliyye yek-sân olmayıp medâr-ı tekvîn ve ibdâ olan hûkm-i fâikin iktizâsı üzerine mütekavvit ve mütehâlif olmakla kemâlat-ı insâniyyet dâhi âlem-i hâlkta mütafâvit zûhur edip ezel-i ezelden olan miktar-ı mukadder ve hadd-i mahdûd üzere tahlîl ve tekmîl olunurda kısmet-i ezeliyyede farz ve takdir olunan faz-ı mukadder kadar zafer bulunur. [innâ kulle şey in hâleknahü bi-kâderin]. Herkesi mukadderi l-amâli ve müdebbiri l-ahvalîn nasîb ve ref ettiği dereceden ve herkes kendi îçün mukadder olan paydan gayrı bir paya irtika etmez. Her şahsı Cenab-ı Lem-Yezel Hazretlerinin müyesser eylediği mevkiin bir kadem ilerisine ve gerisine gitmez [Zâlike tegdirü l azizü l-alim] ve bu cümle-i cemilin celiline ihtilaf-ı meşârib ve tabâyi ile mütehâlif olup ârifinen kavli üzere tavsif ve tarif olunan o cins-i âlîyi iki nev a mütenevvi olup bir nev i ashâb-ı alem zâhirdir ki alâm-ı küyüb ve keşşaf-ı serâir Hazretleri usûl-ü meşrûât ve mesmüâtı asıl ve fürû ile ve fürû ma kulât ve menkulâtı havâşiyesiyle o tâifeye şerh ve keşf ve tavzîh ve ıslah ve izâh eyledi. Ve bir nev i dâhi sâlik-i mesâlik tasavvuf ve sâhib-i tasarruf olup fâik-ı dekâik esmâ ve sıfâtı hûdâyı âlem onlara ta lim ve tefehhum edip esrar-ı esmâr-ı ilahiyeyi telkin eyledi. Fatiha-inâme-i ahvâlleri [Ûlâike hümül mükarrebüun] ve hâime ceride-i amâlleri [ûlâike hûmu l vârisüvne-l elazine yerisuvne-l firdevs hûm fihâ hâliduvn] dur. Ashab-ı 179

180 bâtine ve erbâb-ı tasavvufun ki sahâyif-i mesâhif hâtır-âtır kuds havâtırlarından hâik ve dekâik (38) esrâr-ı mektüme-i esmâ hazret-i ahadiyyet ve levâyih-i rûmuz mermüze-i sıfat-ı sâmiyât Cenab-ı Samediyyet mersûm olup serâir-i hatâir lâhut ve regaib-i garâib ceberût mahfuz ve mazbutlarıdır. Îhsânî Îlâhî olan nûr-i irfan mazâhir-i pertev şümûsu îkân olan şûmû -u cumû cenânlarıyla mîşkât-ı nübüvvet kûberâdan iktibâs ve istinâre edip mânend bedr-i kâmil tekmîl-î zât eylediklerinden sonra müsterşidân râh-ı Hakkin şümû bevâtın ve zevâhirini envâr asâ irşâd ile is âd ederler. Ve bu neviden olanlar dâhi iki tarîki tatarruk edip her biri gayet sûlukta matlub-u hakikîyeye vâsıl olur. İkisi dahi meltefâda iltikâ edip bir vâdide biri biriyle vûsul bulur. Şu zikrolunan iki taifeden nev i evvel zikr-i cehri ile zâkir olup halvet ve celvette cehren zikrullahla meşgul olanlardır. Kelime-i Tevhid ve sâir esma-i ilahiyeyi darb-ı zikr ile vird-i lisân ve zîkr-i zebân edip îlâ-i kelime-i aliyâ eyleyenlerdir. Bunların külliyyâtın evrâd ve ezkârları Hû Hâyy meclisi şerif şîârları müsebbihân savâmi felekî ve meskünât semâ ve arş olan melâikenin güşe-hevesine vâsıl olup ve bu fark galiyen gılyan cezbât ve vecd-i hâl ile bi-ihtiyâr bir mertebeye vâsıl olurlar ki zârurî mânend çarh-gerdân çarh-genât raks ururlar, biri birinin semâ ile sema edip cümlesi mevleviyân gibi döner dururlar. Bir kısmı dahi zîkr-i kalbiyeyi iştigal eyleyenlerdir. Bu tarîfe-i aliye kelime-i derûn necâbet meknününde nihân ve verâyı perde-i ketmânde pinhân edip Hazret-i Refi l-cenab ın ism-i şerifini dile getirmezler. Ve gelir endişe misâl lâl olup ser-mektûmden zâhirde râz açmazlarda zikrullahı lisan-ı hal ile iştiğal ederler. Ve bu iki tarikât-ı alîyeden birçok tarikât-ı aliye peydâ olup, bu iki aslına fer i kesire müteferri olup, işte bunların cümleside itikadatta Ehlisünnet ve amelde mezâhib-i erbaadan birine tabî olmuştur. Bizim tarikımızın bahsine gelince; târikat-ı âliyemiz Tarikat ı Aliye-i Hâcekân Nakşibendi Üveysidir. Ve asıl usulümüz dahî elvâh-ı havâtır ve zamâir-i nûkuş masivâdan pâk ve musanna edip muhabbet-i rabbâni ve aşk-ı şevkî samedânî ile kalbi münevver ile beraber halvetde her bîr sâlik kendi makam ve kabiliyeti iktîzasınca ve şeyhinden aldığı tarif-i vechle zikr-i kalbi veya düvne l cehri zikr-i hafi ve halka-i zikirde de oturduğumuz yerde bade l-hatm havâce cehren zîkrullaha devamla bâlâda zîkr olunan iki taifenin sûluklerine sülükümüze cem edip ilâ-yı kelimetullah için 180

181 fedâyı cân eylemekdir. Bununla beraber şu sülukumuzde de kanâdîl şer-i şerifi alıp Kâbeye visâl yollarına gitmektir. Şer-i şerif ise; kitap yani, Kurân-ı Azim-u Şân dır ve Sünnet yani, fem-î saâdette zûhur eden ehâdis-i Nebevî ve fiili Muhammedî dir. Ve kıyas-ı fukâha ki ulemâ-yı fehhâm efendilerimiz bu yolda vermiş oldukları fetevayı şerifleridir. Ve Îcma-ı Ûmmet ki Ashâb-ı Kîrâm ve tâbiin ve tebeî tâbiin ve ilâ yevmi-l nihâye ehl-i sünnet ve-l cemaâtın getirdiği ve tarik-i müstakimdir dediği yollardır. İşte tarikat-ı aliyemizde şu dört rûknun sevâb gördüğü âtide zikredeceğim bir tarikat-ı aliye olup, münkeri ehl-i bâtıl ve yâhût câhil olduğunu denizden zerre olarak âyât-ı Kur an ve ehâdis-i nebeviye ve fetâvayı şeriflerden müstebân olacağı bedîhidir. Cenab-ı Vâhibü l-atâyâ Hazretleri Kur an-ı Azim ve Furkan-ı Keriminde [vezkûrullahe zîkrân kesirâ] buyurmuşdur. Bu âyât-ı celilenin tefsîrinde Sahîbü l-keşşaf ve Sahîbü l-müdarek, Ey bimâ hû ehlehû mine l-tahlîl ve l-tekbir ve l- takdis kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim emrâzen ve azhâe leylen ve nehâren sırren ve cehren ve birren ve bahren ve sukûnen ve alâ kûlli hâlin buyurdukları ve âyât-ı diğer [ve men ezlemu mim-men menea mesâcidellahı en yüzkere fîhâ ismuhû ve sa y fî harâbîhâ] manayı ayet-i kerime budur. Allah-ü Teâla nın mescidlerinde ism-i şerifi zikr olunmayı men edenden zîyâde zâlim ne kimsedir. Zâkirin ve mûsebbihin ve musallinin ondan men ile o mescidin harâbına sa y eder buyurmuşdur. Ve Cenâb-ı Seyyîdû l-kevniyye Sallallahû Teûla Aleyhi Vesellem Hazretleri dahi [Ekserû ezkürellahe hatta yekûlu-l münafikûn ennekum murâün] yani Cenâb-ı Allah dahi [Feveylûnli l-kasiyeti külübihim min zikrillah] buyurmuştur. Ve yine Cenâb-ı risâlet sallallâhû teâla aleyhi vesellem [Efdalü lamâlû en tefâreke d-dûnya ve lisânike ratebe mîn zikrillah] [Ve efdalü l-ibadeti derecetû îndallahi yevme-l-kıyameti ez-zâkîruvne kesiren] ve [Elâ enbe ekûm bihayri âmâlîküm ve ezkâha inde meliylekum ve erfeehâ fî derecâtikum ve hayrin lekum min âtâi ez-zeheb ve en telkü adüvvekum fetedarrebuv a nâgikum kâluv mâ-zâ ya Resulallah Kale zikrullah] ve [Lâ teküme es-sâati hatta lâ yukalü alâ-l arz-ı Allah-ü Allah-ü] hadis-i şerifleri zikrullahın tarik-i hakta rukn-ü kavi olup bir ahad devamı zikirsiz Allah-ü Teâla hazretlerine vâsıl olamayacağını (39) dahi Cenâb-ı Vacîbü l- Vücud hazretlerinin Süre-i Hâdid de [Elem ye ni lillezîne 181

182 âmenüv en tehşeâ kulubuhüm lî-zîkrîllah] buyurduğu, âyât-ı celilesi delil kâfiidir. Ne süretle zîkr edilirse sevab ve ne suretle edilir ise hatâ olur bahsîne gelince, a mâl-î salîhâttan kelime-i tayibe lâ ilahe illallah Muhammed resulullah îmândır ki bîl-cümle a mâl-i salihâtın aslıdır. Bir kimse înkâr ederse, onun a mâl-ı sâlîhâsını Hudâyı Teâla kabul buyurmayacağı ilm-i kelâmda mûbeyyendir. Asıl üzerine fer i terettüb eder. Asıl olmazsa fer i kabul olunmaz. Bu surette namaz ve oruç ve hacc ve zekât ve bunların emsâli fûruâtda her birinin hey et ve sıfâtını eîmme-i mûctehîdin beyân buyurup, zikrullah heyettinde ve sıfâtında bir şey beyân buyurmadılar. Fakat şu kadar var ki, bir kâfir kelime-i şehâdeti lisânıyla izhâr edip cehren demese iman ve islamına müctehîdin hûkm eylemediler. Zirâ îmanın tarifi ikrarı bi l-lisân ve tasdîki bî l-cenân ve mârifeti bi l-kalbdir. Hatta tasdik ve ma rifet bulup, bîlâ-zarure lîsân ile cehren ve îzhâr bulunmaz ise onun îmânına şer ân zâhirde hükm olunmaz. Bu tahkîk dahi ma lum olduktan sonra îman-ı kâmil ile muttasıf olan evkattan bir vakit ile ubûdiyyet yollarını katetmek ve hudud-u emir ve nehiyden nazarını ayırmak caiz olmaz. Cenab-ı Vâcîbu l- Vûcud Hazretleri [Vağbud rabbeke hatta ye tiyeke-l yâkîn] buyurmuştur. Müfesirin-i îzâm efendilerimiz dahi yâkından murad mevt ve ecel olduğuna ittifak etmişlerdir. Ve şu suretle her bir ibadetin bir vakt-i muayyeni var isede zîkrullâh için bir vakt-î muayyen olumayıp, her ân ve zamânda Allah Teâla Hazretlerini zikr ve tevhid etmek her bir müslümana farz olduğunu Sultan-ı müfessirin Abdullah ibn Abbas, Süre-i Ahzab da [Vezkûrullahe zîkrân Kesîrâ] âyet-i celîlesini istidlâl ederek irâde buyurmuştur. Ve bununla beraber ehl-i zîkir haklarında dahl eden dahâlin lisânlarını kat içünde ülemâ-i i zâm ve muktedâ-i enâm efendîlerimiz bir çok feteva vermişdir ki, bu fetevâyı şeriflerden bir miktarı derc-i sûtur sahife kalınmıştır. İşte o fetevâ-i şeriflerde bunlardır. El-fetevâyı evvel [Sûfîyyun tâifesinden bir cemâat zîkrullah ederiz diye ayak üzerine kalkıp gâh cehren lâ ilahe îllallah ve gâh hû hû diyerek ala tariki d-devr hareket etseler ömür ve alem bu tâife-i mezkureye şu ettiğiniz fiil helâlmı diye edersiniz yoksa haramıdır diye edersiniz dediğinde, helâldır deyû ederiz, deseler ömür dahi bu makûle fiil haramdır, müstehilli kâfirdir dedikte onlar dahî hâramdır diyen kâfirdîr deseler bu süretlede gâh zîkr edip ve gâh kelime-i tagyir etmekle harâm mıdır ve helâl mıdır ve helâl olunca harâm diyenlere ne lâzım olur. Yoksa fiil-i mezkurun 182

183 bazısı helâl ve bazısı harâmmıdır. Bey an buyurulup mesâb oluna. El-Cevap; Allah-u a lem. Cehr ile zîkr etmek İmam Yusuf ve Îmam Muhammed indilerinde bîlâ-kerîhe câîzdir. Ve fetvâ dahi bunların kavilleri üzerinedir. Sâniyen eğer bu süfiler âyak üzerine kalkıp döne döne zikrullah ettiklerini lâib ve lehv diye ederlerse, zikrullahı tahfif küfürdür. Lâkin zâhir budur ki, ettikleri bu değikdir. Eğer ki, zikrullah ede ede şevke gelip ihtiyârları mağlûb safâ-ı kalp ile edecek ta zim-i zikrullah olur o mahz ibâdettir. Bu vechle olana küfür demek cehl-i mutlaktır. Yahşi aleyhi-l küfür bu manâya küfürdür deyü itîkâd eylemek aynen küfür olur neûzü bîllah min şürûru en fûsüna (el-fakîrû ala cemâl). El-fetevâyı sâni; li l-mul mezküre eyzan süfîyyün taîfesi halka-i zikirde devrân edip döne döne zikir etseler ve bu halkâ-i zîkirde olan ve döndüren helâldır, diyen kâfîrdir deseler, şer an ne lâzım olur. Bey an buyurulup, el-cevap Allah-û Teâla a lem bu vaz a bu vechle i tikâd kûfürdür, tecdîd-i imân ve nîkâh lâzım olur. Ve hûkkâm-ı îslama lâzımdır ki sufiyyûn tâifesine bu vechle îtikâd edip itâle-i lîsân edenlere tedib-i şedîd ile te dib edeler (el-fakîrû ala-l cemal). El- fetevâyı salis li l-mevli lmezkür rahmetüllahû aleyh sûfîler tâifesinden bir cemaat oturup zîkrullah ederlerken ayak üzerine kalkıp döne döne zîkr etseler şevk ile âhh deseler ve hûu deseler mezkürlerin bu târikle etmeleri helâl mıdır harâm mıdır. Bu târikle zikr edenler kâfir oldunuz helâldir derseniz kâfir oldunuz diyenler kafir olurmu, olmâzmı, beyan buyurulup mesâb oluna. el-cevâp Allah-ü a lem süfiler ne târikle zîkr ederlerse kâfir olmazlar. bunlara kâfir oldunuz denilir kâfir olurlar (harreretü l fakiru ala l-cemâl). Affî an. İşte bu üç fetva Müfti Ali Çelebi Hazretlerinindir. Bu zât-ı Şerifin (40) evsâf-ı aliye ve menâkıb-ı seniyeleri Kitâb-ı Şifâyıkda mestürdur. Fetevâyı diğer mesele cemâat-ı müslimin halka-i zikirde cem olup zikirde meşgul olurlarken zikrin lezzeti ve şevki ziyâde olup ruhâniyyet tarafı galib ve beşeriyet cânibi mağlub olup döne döne ve çevrile çevrile zîkr etseler melekler arşın çevresinde ve îlm-i tefsir ve hadis çevresinde döne döne zikr ettikleri gibi zikr etseler bu vechle zikr etmek haram olur mu. el- Cevap, Allah-ü a lem gaye-i şevkten nâşi olacak mübâhdır cevâb-ı âhir helaldir. ( Harrerehü l fakir Ahmed bin Süleyman Kemâl) bu zât-ı şerifin vâlid mecidleri Süleyman ve dedeleri olup ve bu zât-ı şerifin câmi mecâmi ulûm-u şetti-şems vâlideyn îbn Kemâl demekle meşhur Ahmed bin Kemâl Pâşa demekle maruf ve 183

184 beyne l-ulemâ muktedâyı enâmdır. Beşinci fetvâ-i mesele bir tâife ayak üzerine kâlkıp ihtiyâriyle çalkalaya çalkalaya zikr etseler şer an caiz midir. Bey an oluna el-cevap Allah-ü a lem câizdir. Zîkr-î tayin vaz yoktur. ( Harrarehü Hamideddin eş-şehir Efdalzâde affî an ) bu fetvâyı şerif dahi fetva ve takvâ da zamânının ferîd-i âlim ve kâmil Efdalzâde demekle mâruf ve fazîlet-i ilimî ve ameliye de akrânının vahidi oldukları meşhurdur. Ve buna mümâsîl nice fetevâyı şerifler vardır. cümlesini tahrir-i kâbil olamıyacağı gibi ehl-i însâf ve mücerrid tâlip hakk olana bu kadarda kâfii olup ve lâkîn işi ve gücü inat ve taassub olân ehl-i înkâra dört kitabı okuyuversek îkrâra gelmez İşte vârisân rîsalet ve pîrân tarikat ve hâdim-i din ve millet efendilerimiz dahi tarikat-ı âliyelerini cenab-ı rîsalet-penâh sallallahû teâlâ aleyhi vesellem ve ashab-ı kîrâm rıdvânullahû teâla aleyhivesellem efendilerimizden ahz ile salikânın istidâd ve zamânının iktizâsınâ göre teşkîli yeden bi-yedin ve devren bî-devrin müteselsilen bu zamâna kadar getirmişlerdir ve bütün Arap ve Acem ve Türk asılda ittifak, fürûda bazen bir birine muhâlif sürette teşkîl halka-i zîkîr ediyorlar iselerde bunlardan turuk-i aliyenin cümlesi ve tarik-i Nakşibendiyye-i Halidiyyeden bazıları bizim okuduğumuz esmâları devamlı usulûmuz vechle cehren ve alenen ve kimisini kûûden ve kimisi dahi kıyâmen ve kimisi dahi kıyâmda devran ile darb-ı zîkir ile vird-i lîsân ve zîkr-i zebân edip yalnız Hâlîdiyyeden bazıları ictimalarında zîkri kaldırıp, yalnız hatm-i hâce ile iktifa eylemekte iselerde asılda bîzim gibi sûluk ederler. Bu suretle tarikımız Selman-ı Fârîsi vâsıtasıyla bir cîhetten Hazreti Ebu Bekir Sıdık ve Îmam Hüseyin ve Hasanı Basri rıdvânullahı teâlâ aleyhim ecmain hazretleri vasıtasıyla iki cihetten Hazreti Ali kerremellahû veche rıdvânullahü teâlâ aleyhim ecmaîn hazretlerine müntehi olur. Selman-ı Fârisi ile Îmam Hüseyin rıdvânullahû teâlâ anhüm hazretlerinden gelen kavl Îmam Cafer ve Îmam Cafer ile Hasan-ı Basri hazretlerinden gelen kavilde Ebu Ali Fârmedî hazretlerinde buluşur. Bu da silsile-i şerife vâkıf ve ârîf olanların malumu olup, şu suretle zîkr-i cehri ve zîkr-i kalbiyi cem edîp, Îmam Ali radıyallahû teâlâ anhu hazretlerinden devren bî-devir müteselsilen geldiği erbâbının suâli ve şeyhi bulunan Yusuf Hemedâni hazretlerinin vermiş olduğu cevap mütederricâtıyla sabit olmuştur. Şu suretle silsile-i mezbûre iki vâsıta ile Seyyid-ül-Kevneyn sallallahü teâlâ aleyhi vesellem hazretlerine vâsıl ve bu 184

185 münasebetle îcmâ-i ümmet hâsıl olduğu nemâyân olduğu gibi ser-halka-i Hâcegan Abdülhâlik Gücduvani hazretlerinin Şeyhi bulunan Yusuf Hemedânî hazretlerinden; Yâ Şeyh ben cehren zîkr eylesem halk ve kalben zîkr eylesem melâike ve şeytân vâkıf olur. Ben bir zîkir eylemek isterim ki, Allah tan başka bir kimse vâkıf olmasın. Bana işte öyle bir zikir eylemekten tarif ve telkin île deyü rîcâ eylediklerinde Yusuf Hemedâni hazretlerinin dahi o talep eylediğin zîkir zîkri hafidir. O da ilm-i ledün iledir. Hâle mütevakkıfdır, kal ile tarif olunmaz. Ol hâle kâbiliyet kesb eylediğimiz ânda sahibi gelir tarif eyler, deyû buyurduğu ve Ebu Ali Râmitenî hazretleri ki; silsile-i şerifte Azîzân lakabıyla mûlâkkab olmuştur. Bu zât-ı şerifi dahi siz zikri cehren ediyorsunuz yolunda ki sâile sizde hâfii ediyorsunuz, iddiâsında bulunursunuz zîkîr etmekle eşhar bir yere zîkîr etmekle eşher zîkir için ictimâ nızı halk bildikten sonra ses ve sadâlarınızı istimâ eyleselerde cehren zîkîr etmiş olursunuz. Kişinin kendi nefsi zîkîr eylediğini bildiği müddetçe eylediği zîkri, zîkr-i hâfii olmaz. Zîrâ kişinin nefsi dahi gayrı olduğu şer an sâbit olmuştur, buyurduğu ve Muhammed Bahaddin Nakşibend hazretlerinin evlatlığa kabulunû Emir Kûlâl hazretlerinden taleb ve rîcâ eylediğinde Azîzân, yanî Ebu Ali Râmitenî hazretlerinin tarîkata kabul eylemek şartıyla kabul eyleyeceğini fermân buyurduğunda bizzât mûşârûn ileyhin tarîkine dâhîl olmak îçin geldiğini îfâde eylemesine mebni hazret (41) Azîzân ın tarîkat-ı aliyesîni telkin ve o vechle evlatlığa kabul eylediği menakıblerinde musarrah. Zikr-î hafi dahi avâm-ı nâssın bildiği zîkr-î kalbi olmayıp hâlî bir keyfiyet olduğu ve ona da fazl-ı îlahi ve inâyet-i rabbâni olmadıkça kimsenin nâîl olamayacağı Abdülhâlîk Gûcdüvani hazretlerinin suali ve şeyhi bulunan Yusuf Hemedâni hazretlerinin vermiş olduğu cevab ile sabit olmuştur. Olunan dahl ü ta rîz yalnız zîkîrde devrân ve raks olup ve bununda cevâzına zîkrolunan fetvayı şerifler kâfii olduğu, bîzim usûlümüz ise kuûden hatm-i hâceden sonra alenen ve cehren kemâlı edep île zîkrullah eylemek olup ve bu tâife ise din ve îmân ve îslamı bilip havf ve haşyetullah ile haşr ü neşre imân ederler de şevken li llah ve taleben lîmerzâtillâh îlahi tevhîd ve esmâ-i îlahiyi zîkîr ile zevk ü şevk îzhâr ederler. Ve bu tâife bu cihetden dolayı hâşâ bir vechle mel ûn olmaz belki laane edenler olur. Zîrâ bir şahsı mezheb ve sâlik olduğu tarîkatından dolayı lâîn eylemek o mezheb ve tarîkat sahiblerinin cümlesini laane eylemek olduğundan bu inâdında olanların 185

186 an-karîb bir belâya müptelâ ve cezâsını göreceği emsâllerinde görülmüştür. Yalnız size lâzım olan şer-î şerîfi başa taç edip pîrân tarikâtın vaz eylediği usûl ve kâîdenin hâricine çıkmamak ve tarîkat-ı alîyeye taş attırmamak. Bâdî olacak ahvâllerden mûcânebet etmek ve ehl-i înâdî kendi hâllerini bırakıp rûz-u şeb şeriat-ı Ahmedî ve Tarikat-ı Muhammediyeye hâdîm olup î lâ-yî kelimetullah yolunda fedây-ı cân eylemek lâzımdır. İcâzet talebinde bulunan îhvânın îcazetnâmelerini leffen takdim eyledîm. Vusûlünde her birlerine başka başka tebliğ edip derslerini tefehhüm ve selâm senâ-verimi ve tarîkat-ı aliyemizin rükn-ü azimi, şer-i şerifi baş tacı edip evrâda devam eylemek olduğundan tebliğ ediniz vesselâm. Ol-tarik nûr-i didem Lütfiye Hanım ve gözüm nûru Ali Galip ve Hüseyin Sabri ve Îsmâil Hakkı Efendilerle Kerime Hanıma mahsusân selâm edîp hatır-nâzikânelerini suâl ederim. Bu tarafta bulunân îhvânın cümlesi ve akrabayı taallukât ve dervişhânede bulunan vâlideniz ve kerime ve mahdüm Ahmed Turan ve Ali Galip cümlenize selâm ederler. Bâkî-i Bâkîye emanet olmanız duâsıyla, hatm-i kelâm eylerim cânım. Hâdim Tarîkat-ı Alîye-i Nakşibendi-i Ûveysi Kadızâde Hâlid Sivasî. 1339/11 Cemaziye l-âhir. Mektup 16: 18 Receb-i Şerif 1346/Eskişehir Bismillâhi tevfik nime l-mevla ve nime l-refik Elhamdulîllahilezi lâ înayeti l Îlmîhi ve lâ ennehâ ve lâ yehfi aleyhi şey en fil ardı ve lâ fis semâi ves-selâmû ves-selâtü ala resulîhi Muhammedillezi hüve Medinetü l alim ve nuru l-hûdâ ve vâkıf-ı esrâr kenzü-l-hakk ve seyyîdu l enbiyâi ve ala âlihi ve ashabihi ellezine hüm ehl-i safâ-ü vel-vefâ ve nûcumu l iktidâ lî-kulli min ihtedâ ve rahmetûllahû ve berakâtühû ala eimmetû-l-dini velmüctehîdin ellezine hüm siracü l ümmeti ve-l muktedâ ve ala cemi min vird fî şânihim innemâ yehşâ Allahû min îbâdihil ülemaî. Emmâ bâdeh. Benim canım mektubunuzu aldım ma lum dâiyânım oldu. Ma lum-u aliyeniz olsun ki, Cenâb-ı Halîk Hazretlerinin sâdık ve kâzîb olanları kendilerine bildirmeklen murad eyledi de ibtîdâsında bu silsile-i ademi vuslattan hicrana bırakıp bir çok îptîlâlarıyla müptelâ ve ezelde aşk-ü şevk ve muhabbet-i îlahiyede bulunupta davâlarında sâdık çıkanlarına dâr-ı nâimde 186

187 vuslat ve davâlarında kâzîb çıkanlarında hicrân-ı ebediyyede ikâ edeceğini fermân ve vuslat yollarını kîtap ve âyat ile beyan ve bizlere dahi peygamlerleri vasıtasıyla ayân eyledi. Ve ekber-i şehâdet, şehidet-i îlahi olup ve Kur an-ı Mübinin şek ve şüpheden âri ve müttakilere hidâyet ve vuslat yollarını göstermek için fermân-ı îlahi olduğunu Cenâb-ı Vâhîbü-l Atâyâ hazretleri kasem ile fermân buyurduğu gibi efrâd-ı ümmetin bîlâ-vasıta Cenab-ı Feyyâzın âleminden istifâzeye iktîdarları olmadığı münasebetle, her bir ümmetin asrında birine sahib-i şeriat îrsâl ve efrad-ı ümmetleri peygamberlerine tâbi olmadıkça maksad-ı vîsâle nâil olamıyacaklarını bildirdi. Ve bu ûmem-i sâbıkleri bizden mukaddem irsâl ve tâbî olup olmayanların ahvâllerini bize gösterdi. Sonra cümleden Ekrem ve Seyyid-i alem peygamberimiz sallallahü teâla aleyhi vesellem efendimiz hazretlerini irsâl ve kerem-i lütf inâyet-i rabbâni olarak biz âcîzlerine dahi öyle bir sultâna ümmet ve her bir efâl ve âmâl ve muâmelâtda tâbi olmaklığımızı fermân-ı aksi hâlimizde Peygamberlerine tâbi olmayanların uğradıkları azâba bizimde uğrayacağımızı bize duyurdu. Ve ülemâ-i ümmet rahimehüllah hazretleri ala-merâtibihim hâlen ve kâlen tebliğ-i ahkam-ı (42) Îlahiyye ve ümerâyı dahi ahkam-ı ilahiyyeninin ahkamını cebren ve kahren infâza ve bu her iki tâifenin yek-diğeriyle bu yolda ittîhâd ve îttifâk ve bizlerin dahi bunların ömürlerini inkıyâdla î lâyi-kelimetullah yolunda fedâ-i cân ve înkıyâd edenleri eâdâlarından muhâfaza hususunda ûmeraya îttibâ ile ma mur bu bâbdaki nüfûslarının înfazına kuvvet eyledî. Ve bu sûretle bu din-i mûbinin düşmânı îkiye mûnkasım oldu: Birisi maddî birisi dahi ma nevî olup, muhâfazası bu iki düşmanla mücâhede ve muhârebeye mütevakkıf olduğu münasebetle efrâd-ı ümmetin dahi ma nevi ve mâddi iki kumândâna ihtiyacı olup efradı her bir hâl ve muâmelâtta bunların emirlerine imtisâl ile mücâhede ve muhârebeye her ânda hâzır olmalarına ta lik kılındı. Ve bu her iki düşmana muzaffer olunmakla peygamber zî-şân sallallahü teâla aleyhi vesellem efendimiz hazretlerinin kable l-îlahiyeden getirmiş olduğu şeriat-ı Ahmediyyesine her bir halinde ittibâ ile berâber zikr-i ilahiyeye devam şart kılındı. Ve bu da [Yâ eyyühellezine âmenüv îzâ lekaytüm fieten fesbitüv ve-z kurullahe kesîrân leallekûm tüflîhuvn] âyat-ı celilesi ile sâbit oldu. Ve zikr-i ilahiyesi ise, erbâbı dört nev a taksim eyledi. Evvelkisi; zîkr-i lîsâni olup, kalpte tasdik olmadıkça ve ikincisi; zîkr-i kalbi olup, bîlâ-zarure lîsânda îkrâr bulunmadıkça bir fâîdesi 187

188 olmadığı ehl-i kelâmın akâid kitaplarında musarrahan beyân kılındı. Üçüncüsü; zîkr-i hafidir ki, bu da kalbden taallukat-ı ma-sîva çıkarılıp aşk ü muhabbet-i sübhânî ile gönlünü cîlâlanmadıkça ve mâsîyeden başka her ne eder ise Allah ve rızâenlillâh için etmedikçe nâil olamayacağını âyât ve Kur an ve ehâdîs-i şerifle ayân kılındı. Dördüncüsü; zîkr-i hakîkidir. Buna da sen Cenâb-ı Vâhîbü l Atâyâ hazretlerinin sen onu zîkr eylemezden evvelce zîkîr eylediğini bilmedikçe muvaffak olamayacağımızı ayân eyledi. Ve Cenâb-ı Vacibü l-vûcud Hazretlerinin ne sûretle beni zikreyledi diye suâl vârid olur ise, o sâil însâf ile mülâhaza eylesen evvelâ sen ademde idin ve bir gün hizmetin dahi sebkat eylememişti.mahzâ eltaf-ı îlahiyenin terkibinden vûcuda gelmiş bir vûcud ve ânbeân o lütf-u rabbâniyenin înzîmâmıyla bir mevcudsun ve o tecelliyenin infikâkı ânında ma dum olacağınada şüphe olmadığından başka acaba senin için halk olmadık mahlukâtta ne vardır. Cümle mahlukât senin ve sen kendisi için halk olundun acaba bu eltâfa ne hizmet ve ne istihkâk ile nâil oldun ve bundan sonra ettiğin îbâdet ve zîkîr ve evrâda hîdâyet ve tevfik ve kuvvet ve kudreti sana kim ihsân eyledi. Bunlarda senin olarak neye mâliksen ve bununla berâber etmiş olduğun ibâdet ve okuduğun evrâd ve ezkâra ecir ve sevâbı kim ihsân ediyor. Eltâf-ı ilahiyeden kabul olunmadık ibâdet kaç pâra eder. Sen ise bir muhayyelin hayâlinde zûhur etmiş hayâlin vücudu gibi bir mevcud ve vücudun onun nazar ve harekât ve sekenâtın dahi o sahîb-i hayâlin nazarıyla bâki lâ-şek böyle olduğunu ve bu gibi niâm-i ilahiyeye müsteğrak olduğunu bilen bir zâta elbette mun am-ı hakikiyeyi bilip verilen niâm-ı ilahiyenin her birisini mâ-halk lehne sarf ile beraber şükründen âciz olup âczini itirâfa mecbur olur. Evvelen lisân bir nîam-ı îlahiyedir. Onunla tevhid ve zîkîr eylemeli. Savt dahi bir nimettir. Onunla dahî zîkîrde ref-i savt eylemeli. Ve harekât ve sekenât dahi bir nimettir. Esnâ-i zîkirde onunla dahi hareket eylemeli. Ve kalb dahi bîr nimettir. Taallukât-ı ma-sîvadan tathir ile aşk ü muhabbet-i ilahi ile mücellâ eylemeli. Ve hayatta bir nimettir. Cenab-ı Vahibul Ata ya hazretlerinin zîkir ve îbâdeti ve îl layı-kelimtullah yolunda ifnâ eylemeli. Ve l-hâsıl ta dâd-ı niam-ı ilahiyyeyi kâbil olmadığından her neye mâlik olduğuna vâkıf olur isen cümlesini Mâlik-ül-Mülk hazretlerine teslim ve sende lâ-şey olduğun halde [Sübhaneke mâ-arrefnâke hakkûn marifetike sübhaneke abdûnâke hakkûn îbâdetüke sübhaneke mâ zîkrünâke hakkûn zikrike 188

189 sübhaneke mâ şükrünâke hakkûn şükrüke] sırrı sende zûhur edip, müfellles olarak kalben bâb-ı emâne sârılıp erkân ile amel ve lisân ve kalp ve lisân ile zâkir olmaklıktan başka tarîk-ı necât olmadığını bilip, o yola sâlik olmak lâzımdır. Eğer bir sâîl gelîrde kuvvet ve kudret cümlesini Hâlîk a verdik bizde bizim için bir şey kalmadı. Bu surette Hâlîk-i Lem-yezel hazretleri îbâdet ettirir ise ibâdet edebilirîz yoksa ibâdet etmeye gücümüz olmaz ise nasıl ibâdet edebiliriz diye suâl eder ise bu ciheti dahi malumun olsun ki, Cenâb-ı Vâhîb-ül Atâya hazretlerinin niam-ı ilahiyesi ikiye münkasım olup birisi niam-ı muaccel ki, dünyâda ve diğeri nîam-ı mueccel âhirette îhsân olunacaktır. Ve bu iki nîam-ı îlahiyye pervâze edip uçmak içinde iki kanat ihsân ve bu iki kânatın istîmâlini kullarına emânet tevdi edip, husn-i îstîmâl ve su-i isti mâl de kullarının ihtiyârlarını kendilerine ihsân eylemiştir. İşte o iki kânadın birisi niyet ve birisi dahi kasddır. Bir abd bir amel eylemeye niyet eylediği ânda, Cenâb-ı Allah o niyete kasdını ihsân eder. Kasd eylediği ânda da, o kasdı murad-ı ilahiyesine tevâfuk eylediği sürette Cenâb-ı Allah halk ederde, işte o kul o işlediği işi işlemekle muvaffak olur. İşlemekle muvaffak olduğu iş rızaya muvaffak bir iş ise âhirette mükâfatını nevâhî-i îlahiyeyi irtikâb ise mücazâtına nâil olur. Bu sûretle kâsib kul ve (43) halk Cenâb-ı Allah olur. Ve dünyâda o amele muvaffak olmuş mükâfat ve yahut mücâzât-ı muacceleden birisi ve âhirette ta lik olunan dahi mükâfât ve yahut mücâzât-ı müecceleden birisi olur. Ve bunâ âyât-ı Kur aniyye şâhid ve bütün ehlisünnet itikâdâtı dahi bu yoldadır. Zîrâ böyle olmamış olursa sâdıkın sıdkı ve kâzibin kizbî meydana çıkmaz ve bu söz bîlâde bey an olunan müfellesle münâfi olman bu cihet îzâhtan müstağni ve erbâbına malûm ve daha ziyade tafsile hâcet yoktur. Ve işte bu cümledendir, ulemâ ve meşâyihân bu sırrı efrâd-ı ümmete bildirmek ve halkı bu yola terğib ve teşvik ve davet eylemek için etrafa halifeler göndermeye ve umerânın dahi ahkâm-ı ilahiyenin infâzına halkı cebr etmekle taraflarından me murlar tayin olundu. Zirâ hakîkattâ mahlukâta seyyid ve îmâm ve mûrşid Cenâb-ı Seyyid-ül Keyneyn ve diğerleri taraf-ı zî-şân risâletpenâhiyyeden mübelliğdirler. Vesselâm. 189

190 Mektup 17: 11 Cemâziyel âhir Şubat 1338 Nûr-i Dîdem Îbrâhim Bey Evlâdımız a İzzetlü eli elim, dili dilim, nûr-i dîdem Hakkı Bey Hazretleri. Bilhassa selâm edip hâtır-nazikânelerini sûal ederim. Selâmetle hâne-i âliyelerine muvâsalat ve orada dahi hatm-i hâce ve orada fâtiha-i şerife devam ve halkı tarik-i âliyeye davet ve tergib eylediğinizi meşar 11 Kanun-î sâni 1338 tarihli muhabbetnâmenizi aldım nîhâyet derecede memnun oldum. Cenâb-ı Hâliki Mevcudât ve râzık-ı mahlukât âlem-i sırr ve l hafiyyât hazretleri ömr û ikbâl âliyelerini efzûn ve feyz-i sübhaniyesini müzdâd ve iki cihânda aziz ve ta yin olunduğunuz umûrda muvaffak bi l-hayr nice nice ümmet-i Muhammedi vasıtanızla füyûzât eylesin. Amin. Benim cânım pederin evlâd-ı maneviyyesine hediyesi nasihattan başka olmadığından işte şu mektubu hediye ediyorum. [An Câbir bin Abdullah radıyallahü anhü. Kâle kuntü maâ-rasullullah sallallahü aleyhi vesellem. Fe-izâ etâe racülün ebyâdü-l-vechi hasenü l-şâre ve aleyhi siyabe beydün. Fe-kâle esselâmü aleyküm yâ Rasulullah fe-kâle n-nebiyyü ve aleyke s-selam kâle yâ Resulullah mâ ed-dünya kâle ke-hilmi n-nâim kâle ve mâ l-ahireti kâle ferikun fi l-cenneti ve ferikun fi s-saidi kâle fe-mae l-cenneti kâle yedü l-dünya li-târîkiha fe-in semeni l-cenneti tereke d-dünya kâle fe-mâ cehennem kâle yedû l-dünya litâlibihâ kâle femâ hayrûn hezihi l-ümmeti kâlellezi yamelü bî t-taatillahi kâle fekeyfe yekünü er-racülü fihâ kâle mistemirrü t-talîbü el-kafîletü kâle fe-kem elkârara bîhâ kâle ke-kaderi-l-muhtelifeti an el-kafileti kâle fe-kem mâa beyne ddünyâ ve l-ahireti kâle ğamdetü abn kâle fe-zehebe er-râcülü fe lem berâ fe-kâle aleyhisselâm hazâ Cebrâil eteküm li-yezhebü kem fi d-dünya ve yerğabeküm fi lahireti]. Naklolunur ki; Ebu Yezid Bistâmiye suâl ettiler ki; Ey sultânu l arifin ve burhanü l mümfikîn, Cenâb-ı velâyet mâbeniz bu mertebeye ne ile vâsıl oldunuz. Buyurdular ki; esbâb-ı dünyâyı cem edip cümlesini habl-i kanâatle rabt eyledim sıdka vaz edip ilka eyledim ve fi l hâl râhat oldum buyurmuşlardır. İşte dünyâ ve hâl-i dunyâ ve müddet-i dünyâ ve âhval-i âhiret bu hadis-i şeriften ma lum olduysa, sâlike dahi lâzım olan o gafletten uyanıp halk olmaktan maksat ne ise anlayıp verilen nîam-ı ilahiyeyi mâ-halak-lahna sarf eylemeklen elzemdir. İbret ile bakılırsa Cenâb-ı Vahibü l- Atayâ Hazretleri her bir mahlûkâta lazım 190

191 olacakları lüzûmundan evvel halk ve mûhyâ eylediği aşikâredir. Artık böyle bir mûnam-ı hakikatın zikr û fikrini bırakıpta masivânın arzusuna iştigal eylemek cinnet ve denâettir. Cenâb-ı Îlahiyeyi zîkr etmekle dahi evvelâ bir vesile bulmak [vettebiuğ ileyhi l vesileti] âyâtıyla sâbît ve o vesile ise tarîk-i aliyeye sûluk ve sûlukde de evvelâ pîrânın meslek ve mezheblerini bilmeye mütevakkıf olup ve onu dahi fâtiha-i şerife ile Cenâb-ı Vâhibü l-atâyâ hazretleri tavsif ve ta rîf buyurmuştur. Malûmun olsun ki tarîkat-ı aliye senin kapının içerisindedir. Ve her kapının fethi aksâm-ı ûlum-ü Kur aniyyeden bir kısma mahsûs olup, mâ-dâmeye âksam-ı mezbûreyi i tikad-ı tâam ile husüle getirmeyesin. Ebvâb-ı tarikat sana güşâd olmaz. O da süre-i Fâtihada mevcuttur. Aksâm-ı Semâniyenin birisi zîkri zât-ı îlahiyedir ki; elhamdülîllâh kavlidir. İkincisi; zîkri sıfâtdır ki, Rabbî l âlemin kavlidir. Üçüncüsü; zîkri ef âl dir ki ;er-rahman ür-rahim kavlidir. Dördüncüsü; zîkri maâddir ki, malikiyyev-middin kavlidir. Beşincisi; nefsi âfâttan tezkiyedir ki, îyyâ ke-nağbudu ve iyyâ ke-nestein kavlidir. Altıncısı; nefsi hayrât ile tahliyedir ki, ihdînâ kavli olup tezkiye ve tahliye (44) sırate l-mustakim kavlidir. Yedincisi; enbiyâ ve evliyânın zîkri ve onlar hakkında Allah Sûbhânî ve Teâlanın fazl û ihsânını tezekkürdür ki, sıratallezîne en-amte aleyhim ânı mûbinidir. Sekisincisi; bî-gânelerin ahvâli ve Hakk Teâlanın onlara gazabını zîkirdir ki, gayrîl mağdubi aleyhim ve laddâlin kavlîdir. Aksâm-ı mezbûre delâil ve âsâr ile her biri tarikattan bir bâb ve cümleside Fâtiha-ı Şerif de mevcut oldu îse sûre-i Fatiha kırâat mütederricâtını hâl edenler dünyâda behişt irfâna nâil ve âhirettede cennet-i Rıdvâna dâhil olacağı şüphesizdir. Feizâ kâne kezalik cezbeleri sülüklerine takaddum eden ve sülükte cezbeye eren ârifân-ı rabbâniyi âşıkân sübhâniyenin seyr ü tayrları hazret amâya müntehi ve yine fevki-ammâde envâr-ı sübhâni veche mutlaktır. Müstehlik ve mütelâşî olup Hazreti vahiyyetü l-cem îyyetinde olan esmâ-i îlahiyye ile mütehakkık olurlar. Ve hazerât-ı esmâiyede olan tecellîyât-ı ilahiye ve hazaîn-i gaybiyyede evvelâ ülûm-ü gaybiyye-i gayri mütenâhiyeye mahzar olup o ihdâû l-zât ve sermedîü l-safâat tecelli-i âlem ile sûr-u kevniyeye icaddır. Ve ifâza ve terbiye ile âlemine îrtibatın ve suver-i âlem dahi evvel tecelli-i âlem ile mevcuda ve vücudda fakr u istifâza ile her birinin hakkı irtibâtın müşâhede ve Rabbü l-alemin mefâtih-gayb ve imâddan hakayık-ı eşyaya evvelen 191

192 ifâza-i cûdiyle mazâhir-i mevcudâtta mütecelli olduğunu muâyine kıldıkta Hakk Sübhâni ve Teâla Süre-î Fatihada Hamd Allah a tahsis ve onu Rabb ile tavsif ve Rabbü l-alemin muzaf kıldığını sırr û hikmetini bilirde Allah Rabbü l-alemin hamd ve senâ edip bu vechle nîyâz ederler ki, Allah o reddin giriftarıyım. Onun dermânı sensin ve evvel senânın bendesiyim ki onun lâyıkı sensin ben seni nice bilirim, yine sen seni bilirsin ey perverd-gâr-ı âlemiyân kimine perversin ve kimisine dahi perversin dil-i rûzî kıldın. Fe-li-hazâ bazıları nîmet ile perver ve bazıları dahi esrâr-ı veliyyi ni met ile dil perver olmuşlardır. Âh ey dîl âgâh-i nîmetten hazzı olanlar ibâdetle dârü n-nâimi dilerler. Ve râz veliyi nimet olanlar dahi dîdâr-ı dosta müştâk olurlar. Îlahi sen Rabbû l-aleminsin ki, nüfûs-i âbîdini te yid ve kulûb-ü tâlîbini tesdid ve âhvâli ârifânı tevhîd ile terbiye edersin. Pes şu ârifin ki terbiyesi râh-ı tevhîdden ola. Mal ümât-ı âlem onun nesine yarar âh kim halk-ı âlem nîam-ı îlahiyeye âşık ve nîam-ilahiye ise âriflere âşıktır. Yâ Rahman yâ Rahim sen bir Rahmânsın ki, kasîdâna tevfik-i mücâhedât verdin. Ve bir Rahimsin ki, vâcîdâna tahkik-i müşâhedât verdin. Pes mücâhedât mûrîdîn ve mücâhedât murâdın sıfatı olup murîd çirâğ tevfik ile müşâhedeye erişir. Ve murâdı şem tahkik ile gidip muâyineye yetişir. Zirâ müşâhede bende ile Hudâ beyninde olan avâikin refi muâyine-i vahdet sarf ile olan rü yettir. Îlahi ne kâsıdlardan doğrusun ve ne tâliblerden gaibsin hâzır ve nâzırsın. Ya mâliki yyevmîddîn sen bir pâdişâh-ı lâ-yezâlsın ki, her mahlukun mülk ve memleketine bir gün zevâl gelip nefisleri ve sultanları nâbûd ve nâ-peydâ olur. Amma senin mülkü ebediyetin, ehadiyyetin dâim bâki ve kâim olup herkes zevâl ve halel kabul eylemez. Dünyâda ve âhirette hiçbir ferd mülk ve hükmünden taşrâ olamaz. Bugün rabbu l-âlemin yârın maliki y-yevmiddin olan sensin. Kötünün mülk ve hükmü ve mülkü senin icâdındır. Bi-şerik ve bi-nîyâz ve bi-hâcet senin pes ey Hûdâ-i lâ-yezâl. Mülk ve hükm senin olduktan sonra îhtiyar mahlûk neden olur. Zîrâ hükmü olmayanın ihtiyârı dahi olmaz. [ve rabbûke yahlûku mâ yeşâü ve yehtâru mâ kâne lehûmü l-hayre] senin kelâm-ı şerifindir. Âmennâ ve saddaknâ âh ey yevmiddin in mâliki ve semavâtın ve arzın hâlıkı eğer manâyı din ki, bu mahalde hüküm ve fermân ve hesab ve semâr divândır. Ve lâkin sıfat-ı rahmaniyyet ve rahimiyyenin hûkm ü semâre tekaddüm etmekle sebkat rahmeti gazabı vâ desi sem câna-resân olup, hesâb-ı ibâdi kendi zâtına ve sıfatı rahmetine 192

193 tahsisi buyurmakla bu mânâya telmîh ve işâret buyurmuşsun ki, îbâd her zaifânın uyûbuna senden gayrısı vâkıf olmayıp, kulların sedd-i mesârr olmayalar. İlahi gerçi kullarını hesaba çekmek kahrdır. Ammâ veche kârdan ref a tıbe etmeyip agyâr û fevkinden müstevir kıldığın ayn-ı keremdir. Ya Rahim ve ya Kerim senin lütf û keremine nihâyetmi olur ki, her kasıdiyyenin kahrını îzhâr kılasın. Fi l-hâl üzerine merhem kerem vaz edersin. Pes ey Rabb-ül-âlemin ve Erham-ûr-rahimin ve Ekrem-ûl-ekremin ve Malîki y-yevmiddin senin fazl û keremindir ki, vucûdu îbâddan perde enâniyyet ve hicâb-ı isneyni ref edip gaybetten hitâba iltifât ile âşıklarına iyyâke nabûdû ve iyyâke-nestein kavlini telkin buyurup, îbâdete sezâvâr senden başka Hâlik-ı perverd-gâr olmadığın nûr-î yakîn ile bildirip ve ibâd ve safâ faalende senin muâvenetin olmadıkça müstakil olmadığını fehm ettirip, ibâdet-i hâlise ile nefislerini tahliye edip bi-rîbâ ve bî-nîfâk tâat ve îbâdete senden iânet diletip ve kavl ü kuvveti kendilere isnâd etmeyip gayrı adem-i takât ile şerrin ve fesâddan kalblerini tasfiye edip iyyâke nabûdü ve îyyâke-nestein demekle îhsân eyledin. Îlahî ve seyidî ve mevlâyî bu fâkir (45) ve miskin ve derd-mend hazîn dahi o îbâd-ı asfiyânın eserine iktidâ ümidiyle sanâ senin muâvenetinle îbâdet edip hesti mevhüme kavl ü kuvvet îsnâdından sanâ senin muâvenetinle ve amelimize nazar etmeyip senin fazlını görmek için tamâm-ı ûbüdiyyette senden muâvenet ve meded ricâ ederiz. Ve iyyâke nabüdu lâ-rü yete l-muâmelât ve talebi mükâfat ve nesteinike bi-mezidî l-inâyet bi-nâti l-ismeti anîlkatiyati ve iyyakenabüdü bîl-murâkabeti ve iyyâke-nestein bi-hakk al-yâkîn ve îyyâke nabûdû bi ldayyibeti ve iyyâke-nestein bil-ruyeti ve iyyâke-nabüdü ye müruke ve iyyâkenestein bi-fazlike âh kim ibâdet kâsıdıynan büstânî ve mededin cenânı ve muhibbinin enîs ve ârifinin çare-gâh behimetî olup gözlerinin nûru ve kalblerinin meseddedi ve bedenlerinin râhatıdır. Mabud sâna vâsıl olan tarik-i kadîm ve sıratel-müstakim senin irîde buyurduğundur. Îlâhi ricâ ediyoruz kim ihdinâ-es-sıratelmüstekim sen bize enbîyâ ve evliyâ ve asfiyânın râh-ı râstını hîdâyet edip tarik-i ma rifetini irşâd kıl ki katta seninle senin ibâdetine müstakim olalım ve râh-ı şükre delâlet kıl ki kurb-ı vahdetinle turneyân olalım. Fenâ-î evsafımızla o sâfına varan yolu gösterki lâ-yezâl ve lem-yezel olan sıfâtınla muttasıf olalım. Ve bade lbeyân Hûdâ-i iyân gösterki irâdenin hasebiyle sana istikâmet edelim. Ve tarik-i muhabbete sevk eyleki sana müncezib olalım. el-hasıl tarik-i muhibbine sevk 193

194 eyleki sana müncezib olalım. el-hâsıl tarik-i mustakim ve menhec-i kavîm üzere sabît ve dâim olmak müyesser kıl ki yoldan şâşmıyalım. Rîcâ û niyâzımız şu sıratı müstakim dir ki sırate l-lezine enamte aleyhim gayrî l mağdubi aleyhim ve laddâlin, diye be yân ve bu vechle nîyâz-ı mes nedin olunuz diye ihsânın olmuş. Pes ricâ ederiz ki bize şu tarik-i müstakîmi müyesser eyleyesin ki o râh-ı kavîmin revende-gânı olan enbiyâ ve eyliyâ ve asfîyâya mârifet ve muhabbet ve hûsn-ü edep ve yakîn-i tâm ve sıdıkk-ı alâe d-devâm ile enâm ve ihsân edip senin tevfik ve inâyetinle mukayyed nefis ve şeytâna muttali olup garâib sıfat envâr-ı zât ve cemi ahvâlde istikâmet ve inâyet-i ezeliye ile saâdet-i karibine mühtedi olmakla sıddîkûn ve mukarrebûn ve emnen ve neciyyen ve ârifün zem de senden oldular. Îlahi bu derd-mend bi-çâreyi dahi ânlar eyle haşr edip bâb-ı ubudiyette muttarıd olan mağdubu aleyhim zemde senden kılma. Ve nefâis-i mârifetten müflis olan fırkâyı dâlline karıştırmayıp mekr ve istîdrâc ile mahzûlin ve envâr-ı menhâcdan dâllinden ve hem cûnân infisâl ile mağbûdî ve visâlden kem-râh olanlardan addetme. İttibâ hü o tarik-i riyâdan sen sakla Âmin Âmin yâ Rabbi l-alemin ve hayre l-nâsirin fe-efâl ve lâ tekilnî îlâ nefsî turfeti ayn bî-hürmeti seyyide lmürselin ve îlahî l tayyibin ve ashâbîl-râşîdin. Îmdi Fâtiha-i şerifenin sırrı mâlum oldu ise, hulüs ile ibâdete sa y ve gayret gerektir. Riyâ ve kıyâs-ı bâtıla ile habt-i a malden îctinâb edile. Îmdi benim Cânım târikat-ı aliye ve hususile Nakşibende-i Ûveysi sâliklerinin terbiyeleri dahi hücre-i risâlet-penâh sallallahû teâla aleyhi vesellemde inâyet-i rabbâniyeden olup ve bunun tarîkî ise herhangi câmii şerîf kolayınıza gelirse o câmîî şerifin mihrâbında sâhib-i saâdet sallallahü teâla aleyhi vesellem saâdetle oturmuş ve bi l-cümle pîrân evliyâ ve enbiyâ ve ehl-i imân etrafına halka olmuş olduğu halde Cenâb-ı Seyyid-ül-Kevneyn Sallallahü Teâla aleyhi vesellem riyâset eylemekte ve öbürleri dahi iktidâ etmiş cümlesi de Fâtiha-i şerifi mütederricât ile bâb-ı-emâne sarılıp Cenâb-ı Vâhîbül-atayâ hazretlerini zikr eylemekte. Ve sende günâh deryâsına müstağrak olmuş ve o halde Cenâb-ı erhamü r-râhimin hazretlerinden başka meded ve inâyet edecek bir kimsenin olmadığını bilip o hâldede arz-ı hâcâta dahi sende bi l-hâl bulamayıp kemâl-ı mahcubiyetle şeyhinin hırkasının altına girip îbâdette ve zîkr-i ilahiyede müşârünileyhe müşâreketle alâ merâtibihim müşârün-ileyhiyeyi şefî ittihâzıyla bâb-ı emâne sarılır gayrıyı terk edip Allah a îbâdet ederler. Ve müşârün-ileyhîyeyi şefî 194

195 ittihâz eder Allah tan isterler ve mâ-sîvâyı terk edip Allah ı ve rızâü l-ilahiyi isterler ve istedikleri ibâdetlerini nimet-i ilahi bilip ne isterler ise Cenâb-ı Vacîbü l-vûcud hazretlerinin fazlı ilahiyesinden isterler. Îşte Vâhib-ül-Atâyâ hazretlerine giden tarik-i müstakîm dahi budur. Ve bu yolu hâl eylemek lâzımdır. Bâkî hûdâya emânet olunuz. Ve mektubunuzu eksik eyleme ve yazılan mektupları sakla îcâbında kitap olur ve lâzım olur Azizim. 11 Cemâziyel âhir 1340 /9 Şubat 1338 Hâdim Tarîkat-ı Aliye-î Nakşibendi Ûveysi Kadızâde Şeyh Hâlid Sivasî. Mektup 18: 1340-Adana da Hasbi Efendi ye (46) Adana ya Hâsbî Efendiye Huzûr-u Faziletlerine Faziletlû Efendim Hazretleri. Evvelâ selam edip hâtırnâzikânelerini sual ederim. Huzur-u âliyenizin daim olması arz ve beyân ile her bir hususla Cenâb-ı Vahibü l-ataya Hazretlerine emanet ederim. İnşallah Teâla vûcud-u faziletleri afiyettedir. Ve o tarafta bulunan ihvânın hâl ve ahvâlleri nasıldır? Bi l-hassa selâm ederim. Bu tarafta bulunan ihvânın cümleside afiyettedir. Bi l-cümle ihvân ile beraber cümlenize selâm ederiz. Şimdiye kadar mektup yazamadığımın esbabı ramazan-ı şeriften sonra bir parça hasta oldum. İşte o hasta niam sebeb oldu isede hamd olsun ki, şimdi afiyet buldum. 14 Şubat 1340 tarihli mektubunuzu aldım, derece-i nihayette mesrûr oldum. Bildirilen tafsilât yazmaya ibadete bir veche-zir zira ifadeye ictisâr eyledim. Benim canım ben siyaseti zâhire ile şimdiye kadar iştiğal ettim. O sebeple siyaset-i zâhireyi tevdi eyle. Sana siyaseti maneviyeden yazacağım. Hakikâtta siyaseti manevidir. Diğerleri bir hakikâtın sayesinde devrân eden bir hayalâttan ibaret lâwşey olduğu erbabına malûmdur. Şimdi ayet ve ehadis-i şeriflerin ibârelerini dahi yazmayıp yalnız meallerini yazmakla iktifa edeceğim. Zira zamanmerviyle mektubum o ta biğe düşerde tazimize ihmâl olunur. Evvelâ malumun olsun ki, Cenâb-ı Allah cin ve insanı zât-ı ilâhiyesini bilip ibâdet eylemek için halk eyledi. Ve bunu bilmekle kitap ve o kitabı Vahib-ül Ataya Hazretlerinden ahz ve efrad-ı ümmete tebliğ eylemekle istidâdı kâfî Rasülü Kevneyndir. Ve her bir peygamberânın ümmetlerini nemidem o günün rûb kimlerle ne sûretle dâreynde 195

196 nemeyân ve iki cihân nimetleriyle ne esbâb ile dâreynde helâk olacaklarını Kur an-ı Mûbin ile bize bildirdi. Artık dehâliyeneye hacet kalmadı. Sûre-i Hûd u tamamen okuyunuz. Felâh-ı mûcib esbâba tevessül ediniz. İşte felâha nâil olacağınıza şüphe yoktur. Aksi sûretle helak olanların anvâl ve sebeb-i helakleri musarrahtır. Amma bir sâil ahvali umumiyenin kitaba tatbik edilmesi bu zamanda nâ-kâbildir. Bu sûretle mektubundaki irâde edilen tarik-i mâhale taliktir. Ve biri ise Kur an-ı Mûbin ayette câmi ve sarahaten beyan buyurmuştur ki, ettikleri masiyetlerine tamamen nâdim ve teşbihât tabi oldukları peygamberlerine ittiba edenlerin tamamı ki, Hz. Yunus Aleyhisselamın kavmi gibi etraflarını ateş istilâ etmiş ve peygamberi dahi içlerinden çıkmış ümmetlerini ve azaba istilayı o kavim şahid eylediği halde ettiklerine nâdim olup Cenâb- Vacibü l Vücud Hazretlerini tevhid eylemelerini sebep ile azab-ı ilahiye ref olup Bi l ahirede peygamberlerine kavuşarak kemâl-i şeriflerine inkıyâd ve adetlerine devam eyledikleri sebeple saâdet-i dâreyne nâil ve bazıları küfürlerine ve ittikâb masiyelerinede olmaları sebebiyle cümlesi helâk peygamberlerine tâbi olanlarıda peygamberleri ile beraber necât bulduğu musarrıhân fermân-ı ilahiye ile bildirilmiştir. Hz. Nûh ve Lût ve Sâlih Aleyhisselâmın kavimlerine vaki olduğu gibi. Bizim size Ben-i İsrâil seyyidlerinden küçük olduğu gibi ümmet-i Muhammedin kanunlarıda Ben-i İsrâil kanunlarından ucuz değildir. Bi l cümle meşayıhân-ı anhûm ve ulemây-ı kirâm hazerâtı kendi nakslarını unutup rûz u şeb yüzlerini yerlere sürerek ümmet-i Muhammedin ukûbetle dareynde necât bulmalarını eltaf-ı ilahiyeden ricâ ve niyaz ile ümmet-i Muhammed gözlerinden kanlı yaşlar akıtıyorlar ise de, ne çare ki Cenâb-ı Vacibü l Vücud Hazretleri Kur an-ı Kerimimiz Sallallahû Teâla Aleyhisselâm Hazretlerine hitaben; Habibim sen münafıklar hakkında istiğfâr eylesende eylemesende ben onları bagışlamam, buyurduğu cihetle size lazım olan ümmete icabet meslekene sâlik olmaktır. Bu cinse her mevcûdât eltaf-ı ilahiyenin terkibinin vücuda gelmiş ve o lütf-u rabbâniyenin ân-be-ân inzimamıyla hâsıl olmuş bir mevcud olup azab ve ikâbını ümmet-i ilahiyesine inkıyad ve isyanlarına olmalarına ta lik buyurmuştur. İnsâf ile bakınız bu ümmette kanun-u ilahi yerine kul kanunları yüz tutmuştur. Kanuna ittibâ çoğaldıkça itirazda çoğalıp hatta bu hâle gelmiş ve bundan sonra ne olacağı Allah bilir. Ahkâm-ı şeriat ile muamele 196

197 edildiği zaman bütün efrâd-ı Adem islâmdan havf eylemekteydi. Hatta fütühât-ı gazilere hitaben yazdığı mektüba inkıyâdınız sebebiyle hilâfına hareket eylediğiniz anda da diğerleri sizin mülkünüze vâris olurlar. Bunu sana nutk-u Ekremleri dahi müeyyed bulmuş. Bundan hâlasa çare her bir râ i kendi râiyelerine mes ul olacağı mallara ki, hadis-i şerife mutabık ve herkes sözü geçenleri tarik-i müstakime terğib ve hem kendi nefsinle ihlâsı erbâbına tevessül eylemekten başka çare yoktur. Zira Cenâb-ı Hâlik Hazretleri nimetin izdiyâdını şükrün izdiyâdına ve azabın dahi şükr-ü ilahiyeden istihkarına ta lik eyledi ki,(47) ayât-ı Kur aniyye ile sâbit ve bu şükrün hakikisi dahi verilen niam-ı ilahiyenin mûnam-i hakikiyenen ihsânı olduğunu bilerek o niam-ı rabbâniyeyi mâ-halak-lehne sarf ve mâ-halaklehî ise, o nimette yehşi eylediği i lâ-i kelimetullah yolunda ifnâ etmek olup, bunun hilafı şükrü terk eylemen oldu. Erbâb-ı hakikât indinde sâbittir. Gayret ile bakılırsa küffârın istilâ eylediği memleket ahâlisi indinde küffâr adetlerine heves ederek, o adetleriyle adetlendiklerinden dolayı Cenâb-ı Hakk da küffârın istilasıyla istilâ ve buna nâdim olanları yine halâsî eylediği aynen görülmekte isede çeşm-i hakikattende olmayanların görememesi bu gafletten uyanmalarından bâdî olarak vâden helake sevk eylemeye sebep olur. Sözü uzattım başka tafsilata zaman müsait değildir. Bâki Hüdâya emanet olunuz. Halkı tarik-i Hakk a terğib ve herkesin dâhil-i tarikât-ı aliye olmaları esbâbına tevessül ve icâbet edenlere icazetnâmeleri üzere buraya yazınız. Yazmış olduğun ihvânın dâhil-i tarikât olmak üzere buraya icazet talebiniz bulunup bulunmadıklarını tasrih buyurmadığınızdan icazetnâmeleri onlarda ve tâlib olmadıklarını iş ar buyurunuz. Azizîm Hâdim Tarikât-ı Nakşibendiye-i Üveysî Kadızâde Hâlid Sivâsî Mektup 19 Huzur-u Aliyelerine. Fazîletlü elî elim dili dilim nûr-i aynim Halîl Efendi Hazretlerine: Mahsûsan selâm ve duâlar edip hatır-nâzikânelerinizi suâl ederim. Taraf-ı âcizânemden suâl buyurulur ise, hamd olsun ifâkat buldum vûcud-ı âcizânem âfiyette olup, hasret ve iştîyâkınızdan başka bir endişemiz yoktur. Çermige gitmeyi irâde buyurmuşsunuz, inşâ alllah vekil-i harc efendiyi razı edebilirsen 197

198 bayrâm ertesi gitmete niyet ediyorum. Allah cümlesinin hakkında hayırlar nasib eyleye âmin. Zirâ ma lûm-i seniyyenizdir ki, bu dûnyâ bir karârgâh değildir. Buraya gelmekten maksad Allâhı bilip emrine imtisâl ve nevâhiyesinden ictinâb etmekten ibârettir. Diğer yemek ve içmek ve gezmek ve dolaşmak ve l-hâsıl dünyâda ne var ise bu husûsa âlettir. Bunun husûli ise Seyyid-ül-kevneyn sallallahü Teâlâ aleyhivesellem hazretlerine ittibâ eylemeye mütevâkkıftır. O da üçe taksim olmuştur: İttîbâ-i kalbî ve bedenî ve mâlîdir. Ve bunlarda yek-diğerine rûh ve ceset gibidir ki yek-diğerinden infikâkı bir vechle câiz olmadığı gibi en evvel ittibâ-i kalbi tahsil olmadıkça diğerlerinden bir fâide-i müfid olamayacağı vâreste arz olduğu ittibâ -i bedenî ve mâlide buna inzimâm etmedikçe ittibâ-i kalbiyenin dahi pâyidâr olmayacağı erbâb-ı miyânında sâbit ve ayân olmuştur. Ve ittibâ-i kalbinin husûli ise, ma rifet-i ilahiyenin tahsiline onun tahsili ise devâm-ı zîkre mûtevakkıf olduğu Cenâb-ı Seyyid-ül-mürselin Sallallâhü Teâlâ aleyhi vesellem hazretlerine en evvel Bismillâhirahmenirrahim (îkrâ bî-ismi rabbîke llezi halak) sûre-i celilesinin nâzil olmasıyla sâbit olmuştur. Zirâ Cenâb-ı Vâhib-ül-Atâya Hazretleri (yevme lâ yenfeü mâle ve lâ benûn illâ min emnâtî llah bi-kalbin selim) âyet-i celîlesiyle ibâdât-i bedenî ve mâliyeyi kalb-i selim ile berâber kabûl edeceğini duyurmuştur. Kalb-î selîm dahi ne olduğu bilinmedikçe tahsili gayr-ı kâbil olduğundan onu dahi Hazreti Halilullah ın nâr-ı Nemrûda atıldığında bî l-cümle eşyaya müvekkel olan melâikenin emr-i ilahiye ile gelip; Yâ Hâlil ermeyle bu âteşi mahv ve izâle edelim dediğinde, cümlesini redd ve nihâyet Hazret-i peyk-i celîl gelipte, yâ Hâlîl hâcetin var mı yolundaki suâline vardır. Lâkîn sana değil cevâbı üzerine rabbimden dile yolundaki nutk ve işâretlerine karşıda, rabbimden ne dileyeyim benden benim bildiğim mülkte mâlik Cenâb-ı Allah tır. Rızâ-yı ilahiyesi beni bu âteşte yakmakta ise, murâd ve hâcetim onun rızâ-yı şerifleridir. Yanarım ve eğer yakmak değil ise, âteşin elinde bir şey yoktur. Yakmak ve yandırmak yed-i kudreti ilahiyedir. Cevâbını verdiği ânda, Cenâb-ı kable l-ilahiyeden; yâ nâr benim Halîlim tabîat-ı beşeriyesinden çıktı. Sende tabiat-ı nâriyenden çık. Halil üzerine berd ve selâm ol. Fermân-ı ilahiyesi üzerine nâr-ı Nemrûrun gül ve gülistân olduğunu mâlik-ül-mûlke teslim ve Cenâb-ı celilü l-cabbâr hazretlerinden gelen kazâya râzı ve belâya sabr ile her hâlinde rabt-ı kalb ve kemâl-i acz ile müflis olarak Cenâb-ı Allaha rabt-ı kalb ile 198

199 emân kapısına sarılmakla olduğunu bildirmiştir. Zîrâ bî l-cümle mahlûkât ve husûsiyle bu bi-çâre insânlar mukadderât-ı ilahiye mâncılığından atılmış ve kazâyı rabbânî sahrâlarına doğru gidiyor. Ve uğradığı yollarda nerelere çağrılacağı ma lum olmadığı gibi düşeceği yerinde dâr-ı naim mi yoksa dâr-ı cehim mi olduğu nâ-ma lûm olduğu ve bundan halâs eltâf-ı îlahiyeden başka çâre olmadığı müstağni arz ve bey ândır. (48) Düşünülür ise, kûlun elinde Cenâb-ı Hâlik-i Mevcûdât hazretlerine minnet mukâbilinde eltâf-ı îlahiyesini taleb etmekle neyi vardır. Bakmazmısın Sûre-i Hûcurâtın âhir sahifesinde imânlarını Cenâb-ı Seyyidül-Beşer hazretlerine minnet edenler haklarında Cenâb-ı Vâhib-ül-Atâyâ hazretlerinin habibine hîtâben; sen onlara söyle imânlarını sana minnet eylemesinler. Bil ki Allah Teâlâ bize minnet eyler. Za mınız üzerine bize îmânı tevfîk etti. Eğer îmân iddiâsında sâdık iseniz, Allah Teâlâ hazretlerinin minneti sizedir, yoksa sizin ona değildir. Yolundaki kelâm-ı rabbâniyesine karşı artık kulun elinde nesi kalmıştır. Çünki bütün mahlûkât eltâf-ı ilahiyenin terkibinden vücûda gelmiş ve ân-be-ân eltâf-ı sübhâniyenin inzimâmiyle mevcûd bir vücûd olup, hiç mevcûd kendi zâtiyle kâim olmayıp lâ-şey mesâbesinde olduğu ve bu sûretle însâf ile bakılır ise kulların Cenâb-ı Seyyid-ül-kevneyn hazretlerine zâhiren ve bâtınen ittibâı bir lûtf ve nîam-ı sûbhânî olduğuna şekk ve şüphe kalmadığından, kullara lâzım olan her hâlinde mun am-i hakîkîyeyi bilip ihsânât-ı sübhâniyesine şükreylemek lâzım. Ve şükr-ü sübhânî ise verilen niam-ı ilahiyeyi mâ-halk lehine sarf eylemek ve bunun da diğer bir lütf-ü sûbhânî olduğunu tefekkürle şükrden aczini itirâf ve kemâl-i hayretle emân kapısına sarılmak lâzımdır. Vesselâm. Artık sözü uzattım. Zirâ bu cîhet deryâlar mûrekkeb ve bütün nebâtât kalem ve mevcûdât da kâtib olsa ve kıyâmete kadar da yazılsa fenâ ve hâli fenânın ta rif ve tafsîli kâbîl olamadığından bize lâzım olan en evvel fenâ-yı e fal olduğundan devâm buyurmanızı ricâ o tarafta bulunan ve bizi suâl eden ihvânın cümlesine ve husûsiyle ora meşâyihâtından Hâlîdî Hâcı Abdulhamîd ve Halvetî ve Mevlevî meşâyıhları Reşâdetlü Efendi hazrâtına ve ihvânımız ismâil Beye ve zabt kâtibi Cemâl Efendi ve yeni ihvân Kırkağaçlı Yüzbâşı Rif atlü Cemâl Bey hazretlerine mahsüsân selâm edip hatır-nâzîkânelerini sual ederim. Mûsâ ileyhin îcâzetnâmesini takdîm ediyorum. Husûluna tarafımdan bî l-vekâle bey at alıp usûl-i tarîki ve bizim usûlümîz üzere râbıtayı ve şemâil-i âcîzânemî ta rif 199

200 buyurunuz. Bu tarafta dâire-i halkamızda bulunan îhvânın cümleside cümlenizi bir ânda gönülden çıkarmadıklarını bey ânla selâm ediyorlar. Bâkî Hûdâya emânet olunuz. Ve mektubunuzu eksik eylemiyin. Cenâb-ı Allah cümlenize ve bi l-cümle Ûmmet-i Muhammede tevfikini refîk eylesin, duâsıyla hatm-i kelâm eylerim azîzîm Hâdim Tarîkat-ı aliye-i Nakşibendiye-i Ûveysi Kâdızâde Şeyh Hâlid Sivasî Mektup 20: Hacı Sabri Efendi ye Dersaâdette Hûlefâdan Hâcı Sabrî Efendiye Yazılan Mektub Sûretîdir. Rîf atlü nûr-ı dîdem sûrur-u sinem azîz gardâşım. Evvelen mahsüsân selâm edip hatır nâzîkânelerini sual ederim. Înşâllah Teâlâ vücûd-i âliyeleri âfiyettedir. Cenâb-ı Hâlik-i Lem-yezel hazretleri ömür ve ikbâl-i âliyelerini efzûn ve iki cîhânda mesrûr ve nice nice sülûk-ı ma neviyelerini îhsânla dâreynde azîz eylesin. Âmin. Benim cânım buradan müfâreketinizin onbirinci günü sâlimen Dersaâdete vâsıl olduğunuzu ve kış tedârikinizi bulunduğunuz meş ar mektub-u âliyelerini aldım. Ve âfiyet haberinize memnûn oldum. Ve sizin gibi bir sâdık karındâştan ayrıldığımdan te essüf eylemekteysem de ne çâre ki bütün mahlûkât eltâf-ı ilahiyenin terkibinden vûcûda gelmiş o lütf-u sübhâniyenin inzimâmıyla mevcûd ve şu süretle her bir eşya ve mukadderât-ı rabbâniyenin elinde oyuncağı düşmüş lâ-şey menzilinde bir mevcûd olup ve mukadderât-ı sûbhâniyeyi ise teslim ve rızâden başka çâre olmadığı ma lûmdür. Yalnız sâlik râh-ı müstakimi bilmesini lâzım olan havâtır-ı kalb dört kısma taksim olunmuştur. Birincisi, kalb-i sâlikte hubb-i ilâhiye zuhûruyle kuvâyı cismâniyye ve ruhâniyyesinde kemâl-i sûkûn husûle gelse evvel onda kalb-i sâlîkin tecelliyât-ı cemâl-i vahdet ile kemâl-i safvet bulurda o hâtıraya havâtır-ı rahmân tesmiye olunur. Sâlikin kalbine muhabbet-i nefs ve dünyâ zuhûr edip kuvâ-yı cismâniyesine gâlib olsa o hâtırayada havâtır-ı nefsâni denîlir. Ve bununla berâber o hâtıra sûret-i şûhud ve ma siyette kılsa havâtır-ı şeytânî ta bîr olunur. Ve hubb-ı âhiret zâhîr kuvâ-yi rûhâniyeye galib süret-i tââtta olsa ona hâtır-i melekî ta bîr olunur. Yani sâlikin tââtta hâtırası mukâbele-i ibâdette tevkî mücâzât ve cennât-ı 200

201 ef ale duhûl ile sûr-ı aynla muvâsalat ve nefsinin müşteheyâtı olan tahtiât ile envâ-i tenirât ola. Ve bundan mâ-adâ vasf olunan cennât-ı sıfât ve zât-ı derecâtına irtifâya himmet etmeyip tâlib hubb-i zât olmaya. Ve erbâb-ı furkandan dâî yesini etmeyip harâm-serâsı vahdette ittîkâ eden hücre-i neşin mûtekarrib Rabb-ülalemiyn olanların yanlarında dârü l-halka didârdan gayrının kadr ü kıyameti olmadığnı bilmeye,. Ve pederi Âdem ve Havvâ gibi ezelde ne idi ve sonra nerden ayrılıp kimlerden cûdâ oldu vîcdânın çâresi ve vasl-ı pâre erişmesinin devâsı âh ü ünîn ve kemâl-i iştiyâkla nefisini levm etmek olduğunu, ve emre îmtisâl etmeyenler encâm-ı nedâmet ettiğini muhbir-i sâdık haber vermişken kulaklarına (49) pâmuk sokup îşetmeyen gâfillere âdem-zâde denilmeyeceği müstağni arz ve beyândır. Îşte bu sebebledir ki mürşidlik iddiâsında bulunan zâta evvelâ lazım olan odur ki tarîk-i Hakka tâlib olan zâtı îrşâd eylemeyi murâd eylediğinde, evvela tarîkat-ı aliyeye tâlib bi l-cümle zünûbuna tevbe eylemek ve kendiye yâr ve pâyidâr zann eylediği dünyâ-yi dine mûstelezzât-ı cismâniyye ve müştehiyât-ı nefsâniye ve muktezayât-ı tabiiyye el-hâsıl cemi hubb-ı zâtı olan hutûtât-ı âhirîyeden dahi tecrîd olunmaklık olduğunu hâlen ve fi len bildirip ve tâlib-i sâdık dahi bî-gıll û gışş Cenâb-ı Hakka teveccüh müstaidd olsa da her arzu ve îştiyâkla mîr ât-ı kalbîni envâr-ı bârikât pîr tarikiyesine teveccüh ve sıdk-ı hulûsi ile cân ve tenini ve cümle varlığını tabîb-i muhabbete teslîm edip kendisi aradan çıka. Zîrâ sâlikin ezelde nâil olduğu cevheri bu â lem-i kulûb zulûmât-ı nefsi ile bende olduğu mûnâsebetle gâib edip gâîb ettiği ve bizede gâîb edip sizede bulacağını hâtırından çıkardığı cîhetle perişân ve serseri dolaşmakta olduğundan şeyh-i sâdık balâde arz olduğu cihetle sâlikin yazdığının çâresini beyân ve sâlikin dahi teslîm-i kûllî ile teslîm olduğunda artık şeyh-i sâdık o sâlike teveccühle nefh envâr-ı hîdâyât o sâliki cennât-i ma neviyyeye nâil ederde o vakit tâlibin gönlüne nûr-i feyyâz muhabbet pertevî înâyet olur. Ve o vakit sâlikin sâdıkada aşk-ı subhâniyenin eseri nemayât olur. Rûhu kararıp handân ve vechemîzi kevkeb devrî gibi ta ân eder. Ve bu sûrette tâlibin mûrebbisî mürşîd olmayıp taraf-ı pîrden tâlibi îrşâda me mûr olan rehber ise o mürşîde o hâlde tâlibde zuhûr eden hâl nûr-i hakikat-i Muhammediyeye vârîs olan maşrık mûrşidin tulû ettiğini sâlike tefhîm eyleye ki tâlîb dahi esnâ-yı nîyâzda Ka beyi hakîkiyeyi istîkbâl eyleye. Zirâ mürşid câm-ı cümle nemâ-yı aşktır ve muhabbettir. Be-heme- 201

202 hâl hulûs ile müteveccîh olanlar eser nûr-i hubb lâ-yezâl cîlve-nümâsı cemâl-i cenâhında tecellî olmaz. Ve bu hâl mûrşidîn hâssîyyet kemâlâtından rehberin îfâzan envâre medhalî olmaz. Nîhâyet mertebe-i pertevlûz fûyuzât-ı pîre teslîm-i kûllî ile teslîm olup îrâdesini pîrinin îrâdesinde fânî ederek hâl ve harekâtını pîrinin hâl ve hareketine tatbîk ve o vechle kemâl-i mütâbaatla tâbî âyînenin şemse karşı tutulduğunda şemsin âyîneye in ikâsı gibi tecelliyât vâkı olmakla zuhûra gelen sözün cezebât kudsîyye gayr-i fûyûzât pîr-i tarikin levâkîb-i bârikâtı olduğunu bildirmeli. Fe-ammâ îbâd yâ Allahü Teâlâ rehber me mûr hıdâ nefsi ile mehkür ve kendisinin vesâtetine ma zûr ve varlık şarâbıyla mahmûr tâlibde zuhûr benim mevfüremdir, diye varlık bendine giriftâr olur ise, o vakit o hâl o rehbere tîryâk olmadıktan başka zehr-i iftirâk olur. Ey nefsi kala sen bercâsı mazîk perhâşte nice rehzenlerin keleleri tirâş kurb-ı bârekâh vedüddan muttarid olmuşlardır. Sende ibret-i mücib onlara olan hakâret sana ve onların giriftar olduğu felâket sanâ sebeb devlet ve saâdettir. Îmdi sâlîk-i saîd odur ki varlık hissi ve hâşâkini âteşe yakıp ve kendi murâdını ber-bâd edip cemâl-i yârî mîr ât-ı pîrde mûşâhede ede. Ve rûyi dilini hevâsı kalbe şehevinden rûb pîrinin cemâl kâbesini kıble edine. Ve rıkkıyyet pîrden herkes âzâde olmayı istemeye. Ve rûyi niyazı pîrden gayrısına fersûde etmeyîp cümleden a râz eyleye. Gurûr-i saâdeti pîrinin kendiyi kabûl ve züll-i şekavetini revende bile. Ve varlığı nâhiyesinde yokluk kalınca çeke ve âftâb-ı veche pîrden gayra teferruku şuûrdan fâriğ olsa ve o vakit pîri dahi kendisinin olup kendiye dem-sâz edine. Zîrâ bu râhın yolcularına âdet olan her zamân bir derviş âteş-i aşk ile yanmak murâdı île evvelâ bağlı olduğu pîrinin sûret-i şahsiyesini dîren hâyale bend ederler. O vakit pîrinde olan te sîr-i sadâret tâlibin gönlünde zuhûra gelir. O vâkit tâlib kendisinin varlığı tamâmen efnâ ile o bağlandığı hayâle nûr-i cemâl-i yâri gönülden çıkarmayıp çeşm ü güş vechle kuvây ve heves ile onu nîgâh dâştı olup dâima mûlâhazadan hâlî olmaz. Zîra ulvî ve süflî ve mecmû-i kâinât hakikat-i câmia kemâliyen însâniyye ve onda îbdâ olunan letâif-i rabbâniyyyeden takriz ederler. Ammâ zinhâr hulûl ve ittihâd încâ muhallet kazîyyesinden gaflet ile vehme dü-çâr olmayasın. Zîrâ o zât-ı mukaddes ecsâm-ı hulûlden münezzehtir. Ve lakin lâtifen rabbâni ile kalb-i insâni miyânında bir nîsbet vâkî olmuştur. Tevhid ile lakife olundukta merâyâsı 202

203 mücellâya havle ittirâz ukûs olan envâr-ı şemste hulûl tasvirine mecâl olmadığı gibi tecelli-i mezbûre dahi tasavvuru hulûl muhâldir. Ammâ hâlet-i keyfiyeti musahhar oldukta hayâle bend olan sûret dahi olur. Ve lakin şahs-i müteveccihe kendiliğiyle sûret-i şahıs pîri hayâlden nefsî etmemek lazımdır. Hatta dühûl ve hurûc nefse vâkıf olup nisbet huzûr maallah ta nûh fûtûr vâkî olmaya. (50) Hatta o hayâ-i îstigrâktan bir dereceye vâsıl ola ki bî-tekellüf onun nîgâh-ı dâştesi olup nisbet-i mezbûre hemişe kalbinde bir karâr olmakla bî lzarûre kalbinde izâleye kâdir olmaya. Ve gâh ola ki, onu külliyet ile kendiliğinden alalar da ne kendiden haberi ola ve ne de kalbinin maksûdundan. Çünki bu tarîk ile mahv maa l-mahva gele. O vakît nîgâh-ı dâştesi nisbet-i mezbûreye muvâfık olup avârız-ı nefsâniye ona yol bulamaya. Îşte o vakit o sâlikin vahdetine kesret mânî olmaz. Ve bu mertebeye nâilliyyet himmet-i pîrde teşebbüsten gayrıyla olmadığı gibi himmet-i pîrde dahi sâlikin pîrine ittibâ ı derecesinde olup ancak bu yolda pîrine ittîbâdan başka bir şey ile taleb edilmez. Ve mürîd-i müstehlik sikke-i inkıyâdı veche mezkûr ûzere sahîh el-ıyâr oldukta o vakit pîrân-ı târîkat o sâlikin yâr-ı vefâdârî olurda kelimât-ı kudsiyyeleri o sâlike tiryâk olur. Ammâ iyâzen b - îllâh emr-i pîre adem-i imtisâl ile sû-i î tikad ve ahkâm-ı tarikata adem-i inkıyâdla çâre-i tarikat ve şeraitten hâriç dâhil dâire-i ilhâd olur ise, kendisi mûrtefâ-yî aşka vermeyip belki onu muktezâ-yi nefs ve hevâya îlkâ eder ise iktizâyi mezbûre kendiye zehir olur. Zirâ âdet-i pîrân sâlikânı nîce türlü îmtihân ile terbiye ve cümle bildiklerini öğretip kerâmât ve makâmâttan ve hubb-i zâtiyeye mâni olan muhabbet-i nûrâniyyeden geçirip ve yâr nâ-muvâfıklardan ayırıp nefh-i cezebât ile kendiye dem-sâz eder. Ammâ cibilleti mesârr ve san at-ı akreb olan mütekeddin zîkr olunan hâlât-i semm-i helâhil ve zehr-i kâtil olduğundan o gibi bir çok kimselerde bu yolda çok enbiyâ ve resûl ve evliyâyı yalnız înkârda kalmayıp katllerine kadar da kast eylemişlerdir. Îşte bu cümle ma lûmun olduktan sonra ma lûmun olsun ki, bizim tarîkımız tarik-i Üveysîdir. Ve pîrimiz dahi Şâh-ı Nakşibendi ve Kûlâhizâde Hâcı Mahmûd Kayseridir. Ve öteden beri bize mûlteselsilen tavsiye olan ve rey -el-ayn gösterilen usülden birincisi dahi cezbe dir. Zîrâ derecât-ı sâlik dörttür. Birincisi, sâlik-i meczûb ve îkincisi, meczûb-u sâlikdir. Üçüncüsü, sâlîk gayr-ı meczûb dördüncüsü, meczûb gayr-ı sâlikdir. Sâlik-i meczûb ibtidâsında sûlûk eder. Bîl âhere cezbeye nâîl olanlardır. Meczûb- 203

204 u sâlik dahi aşk-ı sûbhâniyeye mûstağrak olur. İşte înâm-ı îlahiye olan aşk u şevk ile sûlûk edenlerdir. Ve sâlik gayr-ı meczûb dahi çalışıp ve çabâlayıp aşk u muhabbet-i ilahiyeden bir koku duymayanlardır. Ve meczûb gayr-ı sâlik dahi kendisinde îhsân-ı ilahi olan aşk u muhabbeti hevâsı hevesinde istihlak edip hüsran-ı dünyâ ve âhiret olanlardır. İşte matlûb olanlarda meczûb-ı sâlik ile sâlîk-i meczûb olanlardır. Ve bunun tefrîki ise bâlâde tarif olunan usûl ve kâideye riâyetle hevâsı hevesini terk ve pîr-i tarîkata ittîbâ ile râbıtaya devâm ve her bir muamelâtında tarikat ve şerîata ittibâğla mütevakkıftır. Ve zamânımız ise zamân-ı fesâd ve herkes kendi hevâsına tâbî olduğu cihetle râbıtaya elyâk olan zevât-ı yalancılarının içlerinde iktifâ oldukları ve o zâtları bulmakta da biz de göz ve isti dâd olmadığı ve geçmişlerinde ise Cenâb-ı Seyyid-ül-kevneyn sallallahü Teâlâ aleyhi ve selem efendimiz hazretlerinden eşfak ve erhâm ve ûmmetlerine anâ ve bâbâlardan yüzbin derece ziyâde müşfik bir kimse olduğu ve Cenâb-ı Hâlik-i Lem-yezel Hazretleri de Habîbim sen râzı oldum deyinceye kadar sana îhsân eyledim buyurup ve bundan başka Cenâb-ı Allah muhabbetin nûbûvveti sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem efendimize ittibağı derecesinde olduğu âyât-ı Kur aniyye ile sâbit olup ittîkâdda Ehl-i Sünnet vel-cemaâtın ve ameliyyâtta sâhib-i mezhebimiz Îmâm-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerinin ve usûl-i tarikatta Şâh-ı Nakşibendi Muhammed Bahâuddin Nakşibendi Ûveysinin ictihâdları yeden bi-yedin bize vâsıl olan usûle tatbîkan sûlûk eylemek ve râbıtanın usûli ise, Hîcâza gidenler Arafâtda ve kaziyye turladığı ve Hicâza gitmeyenlerde cemâatla namâz kılındığı çeşm-i ibretle bakar ise usûl-i râbıta aynen müşâhede olunur. İşte o hâlî her bir ibâdette namâzda ve niyâzda ve halka-i zîkîrde tatbik ederek ve husûsiyle evrâdınızı okuduğunuz esnâda imâmeti Seyyid-ül-Kevneyn tevdi ve cemî evliyâ ve enbiyâ ve pîrân ve-l-hâsıl hâtırınıza hutûr edenleri o halkaya cem edip ve sende de o halkaya dâhil olmakla bir isti dâd göremeyip kemâl-i acz ile o halkanın saflarında kuûd eden şahsın hırkasının altına girip o hayâlinde mevcûd olanlar ile bir vücûd olarak kalınız. Mîr ât-ı Muhammedinin karşısına tutup birlikte devâm eylemeli. Artık sözü uzattık bu söze nihâyet yoktur. Mûtebâkîsi husûsî mektup ve selâmdır. 5 Cemaziye l-evvel

205 Mektup 21: Halîl Hulûsi Efendiye (51) Bismillâhirrahmenirrâhîm Ve mâ tevfîkû illâ-billah aleyhi tevekkeltü ve hûve hasbîye l-llâh Benim cânım rûh-î sultânî deryâ-yı vahdet ve bahr-i ehadiyyette müstagrak ve âlem-i tekvînden azâd iken kesb-i maârif için mertebe-i anâsır ve mevâlide sefer ve âlem-i nâsûtta müstagrak olmak için mülk-ü cebbârdan emr olundukta kurb-ı cîvâr rûbûbiyyetten sefer-i âlem-i muhtelifeden güzâr edip ıtlâk ve tecridde iken envâ ve evzâ-ı mütenevvî île beste ve mukayyed olarak ve her menzîle uğradıkça bu menzîl senin aradığın değildir diye ser hengân şâh gibi melâike-i mûekkile rûhu seyr ve hareket ettirip, bil âhere âlem-i nâsütta nüzûl ettikte bu âlemde dahi karâr etmeyip vatan-ı asliyeye ric at-ı kıl diye, o emr-i nevâhi serhengleri ûzerine müekkîl olup Hakk Sûbhâne ve Teâlâ Hazretlerinin rızâ ve cebrî zincirine ve kayb ve bend eden ve kendiye bunun gibi bir kâr yüz gösterdiğin mûşâhede eyleyen âşık sâdık cevârih a zâsına ve kuvâ-yi havâsına serhengân nefs-i şeytânî musallat edip tarîk-i Haktan yûz döndürmeye cesâret edebilirmi. Müslümânlık da vâsı edene emr-i ilahiyyye îmtîsâl ve nevâhiden îctînâb ve âşıklık iddiâsında bulunanlarada taallukat-ı mâsivâyı rızâ-yı sübhâniyeye âlât ederek rûz ü şeb zikr-i ilâhiyeye muvâzabet eylemeklen şâhid ve bûrhân olurda bu iddiâlarda bulunan zâta lazım olan rûhunu bedende îken âlem-i kudsi ile ünsî edip vatan-ı asliyesini bir ân ferâmûş etmez. Ve nûr-i ma rifet-i rabbâni ile rûşenâ ve erbâb-ı hakikat ile âşinâ olur. Ve o vakitte o âşığın rûhu a lâi aliye bağlı olur. Ve bî lakis her kimin ki evsâf-ı haliyen âtıl ve nakdı görünmeyen ömrû bâtıl yere sarf ile zâil olur ise o bî-çârenin ibda l-ibad rûhu şem -i vîsâle ermez. Ve menzil âteş-i harmândan gayrısı olmaz. Zîrâ nakd-i ervâhın hali hâlis ve kalbine mihekk-i memât ve müfârekat eşbâhtır. Meselen içi çürük olan cevîz ile sağlam olan cevîz-şiken olmadıkça mütebeyyin olmadığı gibi bir mûcib yevm-i tebliye l-serâir şu kimsenin kalbinde nûr-i imândan ve lezzet-i sübhândan eser olmayıp ilim ve irfan-dan nasib bulmaya o kimse müstaidd-i cennet dîdâr olmayıp dâhil nâr-ı cehennem olur. Ve o kimseye insân ıtlakî suverî olup ma nâda civândan adall olurda vukudhâ en-nâs ve-l-hîcâre mûcib nâr-ı hatab nâr-ı saîr olur. Îmdî sâlike lazım olan rûh-ı mâ nâya dîde-i basîretle nazar edip Hâsîbüv enfûsekûm kalbe en tehâsibûv yevm-el-hesâb mûcîbince işin âh ve zâr 205

206 olmazdan nasâyih ve ıslah eyleye. Ev ey tâlib derdâle ve sâlik râh Yâ eyyühellezine amenûv ittekûl-allaha vet tekûv îleyhâ l-vesilete ve câhidûv fî sebîlillâhi leallekûm tuflihûvn âyet-i kerimesinde olan emr-i ilahiyeyi imtisâl ve cihât-ı kapından halâse iştigâl ve âlem-i vahdete tahrîk bâl etmek maksudu olan zâta o emîrde bir mûrşid-i mükemmeli vesile ittihaz eyleye ki o mürşit yeden bi-yedin mûteselsilen silsileyi Cenâb-ı Seyyid-ül-kevneyn sallallahi Teâlâ aleyhi ve selem Hazretlerine müntehî ve tarîkata bîd at karışmamış ve mezâhib-i erbaadan birisini mezheb ittihâz etmiş, Ehl-i sünnet ve-l-cemâat itikâdını i tikad eylemiş ve bir mûrşid-i kâmilin terbiyesinde tekmîl-i sûlük ederek mâddî ve ma nevi halkı îrşâda me mûr olmuş ola. Tâki onun pertev-şimâ envâr terbiyesinden mücellâ tecelli-yi sübhânî olmaya layık bir kalb-i sâfî husûle gele. Ey müstemî kâbil ve müemmen mukabil sanâ eltâf-ı ilâhiyeden ihsân buyurulan teşrif hilkat-i insâniyenin kadrini bil. Bu fırsat bir dahâ ele gelir kıyasında olma. Ve bu fırsatı fevt eyleme. Bu ömr-ü azîzin bir dahâ ele geçmez. Fırsat elde iken dünyâyı ve dünyâda mâlik olduğun neyin var ise Allâh ve rızâullâha âlât ederek tahallukûv bî-ahlâkillah ile zâtını muttasıf kıl. Efemen şerea Allahû sadre l-islam fe hûve ale n-nûr min rabbih. Terbiyesiyle kalbini nûr-i îmân edip vatan-ı asliyeye ric at kıl. Ve bedenen aşka girip âteş-i cezbede yâk. Kable l-eyvâh ve dirîg o bîdevlet ezel ve ebed pâdişâhının layık hazretî veşâleyten emr-i hilâfeti iken gelinmiş tabîatta kalmayıp şehevât-ı necâset âlûd ile yanıp merdûd ola. Eyvâh ve dirîg ey karr-ûl-ayn âlem birkaç günlük ubudiyyet ile husûle gelen baht-ı sermediyi taht nefsi emmâreye satmak ve kazâ-i seb ve nûru dâr-ı mazîk ve gurûra tebdîl etmek hiç ticâret olurmu. Hâşâ ticâret değil belki hüsrân-ı dünyâ ve âhirettir. Kemâ kâle Allâhü Teâlâ Ûlâike ellezine işterûv eldelâlete bi-l-hûdâ fe-mâ rebihat ticâretehûm ve-mâ kânûv muhtedin ve hayret ender hayret budur ki, dem-be-dem daî lütûf ve kerem seni havât-ı nimete da vet eder. Sen ise kulak tutmayıp tesâmum edersin. Ve nefsi bî-nefsi Cenâb-ı lemyezel sana hüsn-ü terğıbasını arz eder. Sen ise gözünü yumup teâmî kılarsın. Ve lezâiz-i hakiki dâhîl dehânın olayım dedikçe yüzün dönüp firâr edersin. Ve lezzeti faniye ardınca sekr dersin. Ey nefs-i kem-râh zîmâm-ı ihtîyâr yed îrâdetinde iken derdine dermân eylemez isen dest-i Celâl-i îlahiyye ve o emr yevmeizin Allâh mûcibince yed-i ihtiyârı veche kârdan ref edip münâdî izzet-i kibriyâdan lemin 206

207 el-mülk el-yevm Allâh el-vahid enva nidâsını edip yâ hasretâ alâ mâ fırtat fî cennet-î Allah nîdâsı zuhûra geldiği zamân acabâ sana kîm dermân eder. Kendi ahvâlini sen düşün iki günlük (52) dünyânın gamm ve elemine temellük yoktur. Halbuki dünyânın kendisi de sürûr ve gamı da fânidir. Ve âhîretin ise gamm ve sûrûru bâkîdir. Sen ise eltâf-ı sübhânîyenin bir ân înfihâmıyla mevcud ve her ân o nîam-ı îlahiyyeye muhtaç ve acîz bî-çâresin. Ve o lütf-ü sübhâniyeye habl-i îlâhiyeden gayrıyla erişmek olmaz. Kemâ kâle Allah-ü Teâlâ Vağtesimûv bîhablillâhi cemî ân ve sûnnet-i rasûle mütâbaattan gayrıyla zulûmâttan hevasından halâsa müyesser olmaz. Le kad kâne lekûm fî resûlullah usveten haseneten. Ey nefs artık elverir dest-i îrâdeni dammetakvaya bağlı ve metâ -ı ömrü bundan böyle zâyî eyleme. Ve tavsiyen asfiyâyı kulaklarına kûpe eyle. Ve evsâf-ı inkıyâdı sem-i cân ile îstimâ edip, eser-i enbiyâ ve evliyâya iktîdâ ile fırsat elde iken bir mürşîd-i zinde hayy bulup ahz-ı tarikat eyle. Zîrâ eşyâda olan kuvvet ve te sîr yed-i kudret-i îlahîye olduğu gibi bu râhın sâlikleri dahi mürşîdân râh-ı tarikattan birîsine sarılmaksızın mûcerred ketb ü tasavvuf telakkisiyle ve bir ferdin mişkât-ı kalbinde nûr-ı cezbe ve muhabbet-i dirahşân olmaz. Zîrâ bu söze nihâyet yoktur. Derse ve hatm-i hâceye başladığınıza memnun oldum. Zîrâ men senne sünneten haseneten fe-lehû ecrehâ ve ecre min amele bi-hâ ve men senne sünneten seyyieten fe-lehû cezâehâ ve cezâe min amele bihâ hadis-i şerifî mucibince bu bir niam-ı îlahiyedîr ki, şûkrü edâ olmak kâbil değildir. Zira bir kimse indallah da derecesini bilmeyi murâd eder ise, îstihdâm olduğu hizmete baksın nümâyân olur. Ve bu hizmet ilâ-yı kelimetullah olduğu münâsebetle hâfızı Cenâb-ı Allah tır. Ve bununla beraber öyle bir nûr-i ilahidir ki, hiçbir zulûmât mukabele edemez. Ancak hevâ rûzgârı dokunmadan muhâfazâ eylemek lazımdır. Allah muhâfâza eyleye. Ve gönlümüzü küdûrâtı mâ-sivâdan tathir edip aşk-ı sübhânî ile cilâlanmış ve her bir umûrumuzu taraf-ı ilahiyyye ve eltâf-ı sübhâniyyesinden tesfiye edip bizi ve sizi ve cümle ûmmet-i Muhammedi rızâ-yı îlahiyyesine muvâfık ameller ile meşgul eyleye. Âmîn. Bu tarafta halka-i zikrîmiz de bulunan îhvânın cümleside âfiyette olup, cümleside mahsusân cümlenize selâm edip, dersi ve zikrinizin tebrikîyle indallah ta kabulünü eltâf-ı îlahiyeden istirhâm ederler. Ve o tarafta nûr-ı dîdelerim Rîfatlû zabt kâtibi Cemal Efendi ve Kırkağalı Yüzbaşı Cemâl Beyin ve Dersaadetli Ahmed Zeynel Abidîn mahdûmu Îsmâîl 207

208 Burhâneddin Bey ve Eskişehirli Hâcı Hüseyinzâde Mustafa Hulûsi Efendi ve Sîvaslı Hâfız Hocazâde Fehmi Beye mahsusân selâm ve senâlar edip hâtır-ı şeriflerini suâl ederim. Yek-diğerinizle bir vûcud olup dünyâda mâlik olduğunuz kuvvet ve kudreti î lâ-yi kelimetullah yolunda sa y ve gayretle sarf edip hâlkı tarîk-i sübhâniyeye terğib ve teşvik yolunda bezl-i vûcud eylemelerini ricâ ederim. Her kim evlîyâ ve enbîyâya vâris olmak ister ise halkı tarîk-i müstakime da vette ihtimâm etsin. Zîrâ bu yolda ne kadar îhtimâm ve gayret ederse o kadar vâris olabilir. Evliyâ ve enbiyâya vâris olmaktan büyükte devlet olmaz. Elî elim dili dilim ve gönlü gönlüm Halîl Efendi sende yevmeyn yüzkadar yâ Hayy, yâ Kayyûm, yâ Allah, yâ Bedi-ûl-semâvat ve l-ardı ve yâ mâlik-ûl-mûlk, yâ zü-lcelâli ve l-îkrâm zikrini okuda sâni in elinde âlât ve çobânın ağzında kavâl gibi olup mûlkü tamâmen mâlikine teslim olup kavl-i Allah ın ve ümmet-i Habîbullahiın yol Habibullah ın hâne Allah ın hane ve hânenin umûru Allah ın sen hemân bir âletsin her ne eder ise Allah güzel eder. Ârîf olanlar onu seyrederler. Cânım sözü uzattım kusuruma bakma, dertli olan çok söyler. Bâkî Hûdâya emânet olup, bizi de gönülden çıkarmamanızı rîcâ ederim. Azîzim o tarafta Pâşâzâde Îsmâil Beye hürmetle mahsusân selâm edip hatır-nâzikânelerini suâl ederim. O bizi unuttu ise de bizim unutmamaz kâbil değildir. Zîrâ Şeyhler ahlâk-ı îlahî ve ahlâk-ı Muhammedi ile tahallûk eylediği kadar şeyh olabilirler. Cenâb-ı Allah ın gazabını rahmeti sebkat eylediği gibi efendimizin dahi şefâati ehl-i kebâîre olduğu sâbittir. Bu yolda tefhim ediniz. Cânım. 1 Cemaziye l-ahir 1342 Hâdim Tarîkat-ı Aliye-i Nakşibendi Üveysi Kadızâde Sivâsi Mehmed Hâlid, Mektup 22: Eskişehir den Emin Bey e (53) Bismillâhirrahmânirrahîm vağtesîmûv bî-habli llahi cemiân ve lâ teferrekûv Eskişehir de Yahya Efendi Dergâhı sâlikânından Faziletlû Emîn Bey Hazretlerine; Semâhatlü Efendim Hazretleri; bâlâde tastir olunan âyet-i celîlenin manayı şerifi zât-ı semâhiyelerinin malûmu olduğundan tahsîrînden hareketle halka-i 208

209 zikrîmîzde bulunan bi l-cümle ihvanla beraber arz ve halâsi ve selâm-ı mahsûs ile beraber maruzâtımın zât-ı sâmîlerinde tasvib ve kabûl buyurulacağı ümidiyle bervech-i zir arz-ı ictisâr ediyorum. Cenâb-ı Seyyîd-ül-Kevneyn sallallahü Teâla aleyhi vesellem Hazretlerinin ihvânınızı çoğalttığınız Cenâb-ı Hâlik Lem-yezel Hazretlerinin beyn-el-îhvân azab etmemekle hayâ muamelesi ede, yolundaki hadis-i şerifi malûm-u sînenizdir. Zât-ı semâhiyelerinin dahi Dersaâdette Yahya Efendi Dergâhına mensub olduğunuzu duydum derece-i nihâyette memnûn ve mesrûr oldum. O dergâh-ı aliye ile Sivasta bulunan Kadızâde dergâhının tarikatta silsilesi Kayseri meşâyih-ı kîrâmından Kûlâhizâde Hâcı Mehmed Efendiye müntehi olup mûşarün-ileyh sîzce ve bizcede silsile-i ahvâli malûm olduğundan din ve mezheb ve tarîk ve tarîkatta pîrimiz bir olduğundan bizde bizliği ve sizde sizliği aradan kaldırıp yek-vücûd olalımda, yek-diğerimize zahîr î lâ-yi kelimetullah yolunda pîrân ve ecdâdımız tarafından kurulmuş olan tarîk-i müstakim oralarcada intişârına ve halkı bu tarîk-i mûstakime tergib ve da vet etmekle bezl ivûcuda bir mukaddime olmak üzere bu bâbda orada halifemiz bulanan Hâlil Hûlusi Efendi her bir hâlinde mazâhiratla halka-i zikrini şeref-yâb eylemenizi rîcâ ederim. Zîrâ ma lûm-u sînenizdir ki enbîyâya vâris olmak büyük bir devlettir. Bu da yalnız fünûna ârif olmak değildir. Hâlen ve kâlen halkı tarîk-i müstakime dâ vet ve bu bâbda îhtimâm ve gayreti derecesinde vâris olmak mûstagni arz ve bey ândır. Zîrâ dünyâ fânidir ve dünyâda kuvvet ve kudret devlet ve servet ve fazl-ı kemâlden her neye mâlîk ise bunların cümleside rızâ-i sûbhaniyenin tahkıline bir â lât ve mâ-halak-lehn sarf eylemek üzere Hakktan emânet ve emâneti mâ-halak-lehn sarf etmeyenlerin âkıbeti dahî nedâmet olduğunda şûphe yoktur. Ve burası da ma lûm-u sîneleridir ki ehl-i îmana bey at lazım ve elzamdir. Cenâb-ı Seyyid-ül-Kevneyn Sallallahü Teâlâ aleyhivesellem hazretlerine bey at edenler ashâb ve ashâba bey at edenler de tâabîin ve tâbîne bey at edenler de tebe-i tâbîine ve onlardanda bey at alıp halktan bey at âlmaya maddi ve ma nevi me mûr olanlar dahi mûrşid ve bunlardan bey at olanlara dahi sâlikin tesemmi olmuştur. Ve her hâlde bey at sünnet-i müekkededen olduğu sûnnet ve îcmâ-ı ûmmet ile sâbit olduğunu înkâra mahal olmadığı erbâbının mâlûmu olup ve Allahı kullarına ve kullarını Allaha sevdirip rızâ-i îlahiyesini taleb yolunu hâlen ve kâlen irâen tarikatı vazife-i mukaddese olduğunu bilip o 209

210 yolda fedâ-yı cân eylemekten büyük bir ibadet olmadığı azherü min-eş-şems dir. Îşte enbiyâ ve evliyâ tariki bu yol olduğu ma lûm-u sineleri olduğundan daha fazla tafsilattan sarf-ı nazarla ederek acîzânemden lütfen kabûl ve esbâbının hûsulûniyeye mûtevakkıf ise tevessül ile himmât-ı aliyelerinin âcizleri hakkında da mebzül buyurulmuş ricâsına îş bu tevkîle îctisâr eyledim Hâdim Tarîkatı-ı Aliye-i Nakşibendi Ûveysi Kâdızâde Mehmed Hâlid Mektup 23: Hâcı Kâmil Efendi ye Eskişehir de Şerii İkinci Hukuk Dairesi Reîsi Semâhatlû Fuzalâ-i Kiramdan Hâcı Kâmil Efendi Hazretlerine; Semâhatlû Ûstad-û Erkemim Efendim Hazretleri: Evvel o mûbârek dest û kadem saâdetlerini bûs ve duâyı hayriyenizi istirhâm eylerim. Çoktan beri sineleri întîzârında iken hamden lî llah Teâla 19 Kasım 1340 târihli semâhiyelerini kemâl-i hürmetle aldım. Yüz ve gözlerimi sürerek kırâatle bizim Halil Hulûsi Efendinin hâne-î saâdetlerinde halka-i zîkrin güşâd eylediğinizi ve ikinci zîkr ve hatm-i hâce ve sâir geceleride şerifi kıraâtle bed ân ve mübâşeret olduğu yolundaki tebşîrât-ı semâhiyelerini îşittiğim anda hemân secde-i şüküre kapanarak Cenâb-ı Hâlîk-i Mevcûdât Hazretlerinin nîam-ı sûbhaniyelerinin şükründe aczîmi îzhâr ile beraber Cenâb-ı Vâhib-ül-Atâyâ Hazretleri ömûr ve ikbâl semâhiyelerîni efzûn ve dâreynde mesrûr ve âziz eylesin duâsını tekrar eyledim. Allah feyzinizi müzdâd ve îsmâmını müyesser eyleye, âmin. Înşâ Allah zîkîr ve ders esnâsında bu âcîz bî-çâreyi dahi gönülden çıkarmazsınız. Benim Efendim haddim olmayarak deryâya karışan katre-i deryânın cûnbüşüyle cünbüşlendikçe kendisîni dahi deryâ kıyâs eylediği kabilinden bir iki söz söyleyeceğim. Mâ lûmunuzdur ki, bir kimse îndallahta mûkaddarını bilmek murâd eder ise, bilsinki gönlünde olan arzusu ne ise işte o arzunun değeri kıymetinde bir adamdır. Ve ind-i subhâniyede derecesini bilmek murâd eden kimsede Cenâb-ı Vâhib-ûl-Atâyâ Hazretleri o zâtı ne gibi hizmette sarf-ı istihdâm ediyor ona baksın. Eğer râzı olduğu hizmette istihdâm ediyor ise biline ki Cenâb-ı Allah kendsinden râzıdır. (54) Hemen secde-i şüküre varsın. Aksi sûrette başının çaresine baksın. Bununla beraber zamanın fesâda vardığı zamanda sünnet-i seniyyeye temessûk eyleyen zâtın ecrine nâil olacağıda 210

211 ehâdis-i nebevi sallallâhu teâla aleyhi ve sellem île müsbet ve sünnet-i seniyyenin en efdalî î lâ-yi kelimetullah yolunda cîhâd olduğu ve cihâd ise seyf ve kalem ve lîsân ile bu yolda fedâ-yı can olduğu müstağni arz olup Allah için Allah yolunda mücâhede edenlerin hâfız ve nâsırı Allah olduğunda şüphe olmadığından ve bu îse bir nûr-i îlahi olup ve nûr-i sübhâniyeye dahi hevâ rüzgarı dokunmadıkça hiçbir zulümâtın mukâbele edemeyeceğide azherü min-eş-sems olduğundan Himmât-ı Allah ruhâniyyet-i sallâllahü aleyhi ve selem ve bi l-cümle pîrânın ruhâniyyetlerinden îstimdâd taleb ve sizde sânî -i hakîkîyyenin yed-i kudret-i sübhâniyesinden bir âlât olduğunuzu kıyâsla mülkû malik-ül-mülk olan Cenâb-ı Allaha teslim ile Yahya Efendi dergâhı sâliklerinden Fâziletlü Emin Bey Hazretlerine selâm acizânemin tebliği ve her ikiniz Halil Hulûsi Efendi oğlumuzu zîr cenâh sînelerine âlıp yek-dîl ve yek-vûcud olarak hâlen ve kâalen î lâ-yi kelimetullah yolunda îhtimâm eylemenizi ricâ ederim. Zîrâ herkesin mâlik olduğu kuvvet ve kudret ve ilim ve fazileti ve l-hâsıl şu fanîde neye mâlik ise cümleside kendisiyle beraber fânî olur. Ancak bunlardan kendisine bâkî kalacak bunlar ile ind-sübhânide kazandığı faziletten başka bir şey olmadığı ma lûmdur. Sözü uzattım kusurumu affeyle. O tarafta iffet ve hakîkatlû vâlide hânımın dest-i şeriflerini bûs ile duâsını ricâ ederim. Ve mahdûm efendi ve kerime hânımlara mahsusân selâm ederim. Bu tarafta aile-i acizi ve mahdûm beyleri kadem ü dest saâdetlerini bûs eder ve cümlenize selâm ederler. Ve halka-i zikrimizde mûdâvim ihvânın cümleside bi l-hassa dest-i şeriflerinizi büs ve duânızı ricâ ediyorlar. Bâkî hüdâya emânet olmanız duasıyla hatm-i kelâm ederim. Azizim kusuruma bakma dertli çok söyler her söylediğide kendi derdi olur. Kıtmîr Tarikat-ı Aliye-i Nakşibendi Ûveysi Kadızâde Mehmed Halîd Sivasî. 28 Cemaziye l-ahir 1342 Mektup 24: Bedriye Hanıma Îffetlû Kerimem Bedriye Hanım a Îffetlû, nezâketlü, sadâkatlü kerimem muhterem hânım. Evvelâ mahsûsân selâm ve duâlar edip mûbârek hâtır-nâzikânelerini suâl ederim. Înşâallah vûcud-u nâzikâneniz âfiyettedir. Cenâb-ı Allah ömür ve îkbâlinizi efzûn ve dâreynde saâdete nâil ve iki cîhânda aziz eylesin. Âmin. Benim kızım halka-i zîkrin gûşâd û bîhârı şerifin hânenizde kıraât olmakta olduğunu mûbeşşir mektubunuzu aldım. 211

212 Cenâb-ı Allaha çok şükür oluna. Halka-i zikri ve dersi vasıtanızla orada da gûşâd eylemeniz büyük bir ni mettir. Allah her ademe nasîb eylemez. Sende bunu bir lûtf-û sübhânî bîlerek dâima şukrûnden aczini izhâr ve hizmetinde sadâkatte bulun. Hiçbir şeyden pervâ eylemeyesin. Allah yoluna, çalışanın muîn ve nâsırı da Allah olur da Allah ın nusret eylediğine hiç kimse bir şey yapamaz. Ve Allah îçin açılan dergâhın masrafını dahi Allah verir. O tarafta nûr-i dîdelerim yeni evladlarım Sîvasli Fehmi Bey in haremî îffetlü Nûriye Hanımla, Bilecikli Nuriye Hanımların bizi pîrliğe kabûl eylediklerine memnûn oldum. Bi l-cümle pîrân tarafından vekâleten ve tarafından asaleten bende onları evladlığa kabûl eyledim. Allah feyizlerini mûzdâd ve tevfikini refîk eyleye ve iki cihânda azîz eylesin. Bu tarafta derûn-i hânemizde bulunan vâlidenizzâde selâm ve hemşireniz Âişe ve oğullarım dergâhın bülbülleri Ahmed Turan ve Abdulkadir ve Abdülgalip Efendiler dest-i şeriflerinizi bûs edip, bî l-hassa ellerinizi öpüyorlar. Ve diğer tarikat bacılarının cûmlesi âfiyette olup bunların cümlesi ve bâ-husüs ile ve kızı Âtiye ve Âîşe ve kızı Hâfize ve sâirleri cümleten selâm ediyorlar. Yalnız Nedim Ali Babanın oğlu şeyh hulâsa varmıştır daha göremiyorum ve bizim Nâciye Hânım dahi başka selâm ediyorlar. Ve bir akşam sîzi söylemedigimiz bir gün yoktur. Ammâ yalnız orada vâsıtanızla halka-i zîkrin güşâd olduğuna memnûn ve bununla mütesellen uyurum. Allah mûininiz olsun. Feyz-i ilahi ile feyziyâb eylesin. Bâkî Hûdâya emânet olasınız. Daha çok yazacaktım yoruldum kusura bakma azı çoğu tut hanım bacım. Kadızâde Şeyh Mehmed Halîd. 28 Cemaziye l-ahir 1340 Mektup 25: Halil Hulusi Efendi ye (55) Faziletlû Nûr-i Dîdem ve Sûrur-ı Sinem Kat -ı Rûhum Oğlum Halîl Hulûsi Efendi Hazretleri; Bade s-selâm hâtır-ı aliyenizi suâl ederim Benim nûr-ı didem ma lûmunuz olsun ki, evlatlar pederim kat ı rûhundan bir ruhtur. Mâddi ve manevi sürûrunun mürûr ve kederiyle mûkadder olmakta oldukları müstağni arz ve bey andır. Zîrâ pederler küll ve evlatlar cûz dür. Cûz ün külle ve küllün cüz e mûnâsebet nâmesi vardır. Îşte bu abd-ı acîz ve bî-çâre dahi sizin gibi bîr evlât-ı sâdıktan ahvâl-i umûmiyye ve husûsiyye ve mâddi ve ma nevi hallerinizi tefekkürle her bir husûs 212

213 ve ahvâlda selâmetlerini her bir rûz û şeb eltâf-ı sübhaniyyeden ittiba etmekte olduğumu bundan ibâret olduğunu arz ve îfâde ile beraber gönderdiğiniz mektûbunuzu aldım. Nîhâyet derecede memnûn oldum. Ama evlatlarımın ahvâl-ı husûsiyetlerine mahzûn olmaktayım. Zirâ mesleğinde o yolda cezbe yoktur. Cezbe lafzı elfâzda tenfiz olmakta ise de hakikatta hâle tevakkuf ve kâal ile ta rîfi mümkün olmayan bir keyfiyet olduğunu bazıları divâneliği cezbeye kıyâsla bunu dahi tarikat-ı aliye ve zîkr-i îlahiyeye devama îstidâdla Ehl-i Tevhidi ve tâlibleri tevhidden ihâfeye düşürmekle bâdî oluyorlar. Bu hâlin çâresi nasihattir. Zîrâ nûr-ı nübûvvet uzamıştır. Bir takım fırka-i dâlle Ehl-i Tevhîdî şaşırıp tarik-i Haktan görünerek delalete düşürmek için ûlüm ve fünûne iştiğal ulûm-u zâhireye muvaffak olduktan sonra kendisine mürşid-i kâmil süsü verip meydana çıkıyor, tarik-i Haktan görünüp tarik-i müstakime bir takım bi at ve delalete badî kalıp karıştırıyorda, halkı o yolda edlâl ve kimisini evhâm ve kimisi de bir takım cehalete düşüyor. Bakmazmısın Cenâb-ı Seyyid-ül-Kevneyn Sallallahû Tealâ Aleyhi vesellem Efendimiz Hazretleri fem-i saâdetlerinden sâdır olmadık bir kelâmı buna istînâd ederek söyleyen şahsın varacağı mahal cehennemdir. Cehennem ile tebşir eylemîşken bu kadar ben hilaf-ı vâkî hadis-i mevzû tahdîs eden başkalarının kelâmlarına (56) olsalar çokmudur. Husüsiyle muhaddis-i azam efendimizin bizzat itikad ve mezheb ve ahvâl-i husûsiyelerini tahkik etmedikçe rivayetlerine itibâr etmedikleri ve rivayeti üzerinde üstad-ı ekremlerimizden bize vâsıl olmuştur. İşte bu sebeple harf okumakla ârif olamaz. Fenne bile okumakla ameliyyât görmedikçe ve o sanatı ûstadından öğrenmedikçe ehl-i sanat olmadıkları âşîkârdır. Îşte bu sebeple ma lumun olduktan sonra ma lûmun olsun ki, Şerîat-ı Ahmedî bir nûr-i ilahidir ki, kandili Seyyid-ül-Kevneyn Sallallahü Tealâ aleyhi ve selem hazretlerine tûlüğ etmiştir. Râh-ı şecâat ve îstihlâkı göstermektedir. Ve Cenab-ı Vâhib-ul-Atâyâ Hazretelrinin kullarına ve husûsiyetle ben-i âdeme bir istidâd ve o istidâdı istîmâle dahi bir meyil vemiştir. Ve bizde hangi tarika meyledersek onu halk edeceğini vaad eylemiştir. İşte o meyile muhakkakiyyet îrâde-i cûziyye ve îrâde-i cûziyyeninde kasd ve niyetten ibâret olduğunu bize duyurmuştur. Zirâ kullar kâsîb Cenâb-ı Mevlada hâliktir. Yani kul taleb eder, Cenâb-ı Mevlada halk eder. Zirâ kullukta hâlikiyyet sıfatı yoktur. 213

214 Bakmazmısın ihtiyâri arzu eylediği vakitlerde tevkifi Cenâb-ı Allahtan lîsân-ı hâl ve kalben taleb ederde, Cenâb-ı Allah dahi razı olmayarak halk eder. Misâlen; bir efendi kendi abd-ı memlukûne mahzâ beş yüz kuruş ihsân eder. Ve bu para ile kendi kendine benden hânût al diye îrâde eder. İşte o köle efendisinin ihsânını Hakktan lûtuf bilip, nâil olduğu para ile kendi kendisine efendisine hânût alır ise hem efendisinin emrine imtisâl ve hemde âzad olmuş olur. Ama aksi olarak hevâyı hevesine sarf ederse hem efendisinin emrine hîlâf hareketle gazaba müstehak olur ve hemde kölelikte kalmakla hâib ve hâsir olur. Bakmazmısın kendi cinsînden olan efendisine karşı bir şeye mâlik olamazsın. Sen Hâlîka karşı neye mâlîk olacaksın Cenâb-ı Vâhîb-ûl-Atâyâ Hazretlerinin seni kendi rızasına muvâffak hizmet-i ilahiyesine istihdâm eylediğinde büyük kerâmeti olur ki, bu gibi devletin kadrini bilemeyipte mâsivaya aldanıp sermaye-i ömrü bir takım hayâlâtın tahsile hatâ ile hâib hâsir nihâyetinde efendinin gazabına mazhar olursun. Benim canım bütün muhakkikin hâvî-i tarikat olan keşf-i sûriden ve keramât-ı kevneyn den îlmi taleb ve kimya ve simya ve vefk ve reml ve havâs-ı esmâ ve havâs-ı Kur andan ve ehlinden hazır eylemek lazımdır. Gerçi erbâbının ruhsat ve şöhreti var ise de tarikat-i muhakkikine haramdır. Arkasına düşene uyar teveccüh eder hezârân niceye olmuştur, buyurduğu gibi Cenâb-ı Vahîb-ül-Atâyâ hazretlerinin rızâsı îçin tahkîk olan bî l-cümle îbâdât ve evrâda ve ezkâr rızâ-yı ilahinin gayrı yani hevâ-i hevesi ve telezzüzât-ı nefsinin ishisâli için edilir ise, mutlaka felakete düçâr olurda, dünyada bir belâ ile mûbtelâ ve ahirette de azab-ı elime giriftâr olacakları şüphesizdir. Zîrâ Cenâb-ı Mevlâ hevânızı mabûd eylemeyiniz diye buyurmuştur. Rızâ-yı Sübhâninin gayrı saf hutuzât nefsâniyenin cümlesini hevâdır. Ve bu şirk-i hâfidir ve şirkin cümlesi de azab olunacak bir günah olduğu Kur an da sâbit olmuştur. Ona kerâmât-ı evliyâ haktır lâkin kerâmât içinde ibâdet eylemek yoktur. Nitekim Cenâb-ı Vâhib ül-atâyâ Hazretleri mutîlere en âm ve asilere azab edeceğini âyât-i Kur aniyye ile buyurmuştur. Lâkin en âm ve îhsâna nâil olayım diye îbâdet eylemek olmadığı Fâtihâ-i Şerife ve sâir âyât-i Kur aniyye ile fermân buyurmuştur. Bütün mahlükât sana hizmet ve sende Cenâb-ı Vahîb ül-atâyâ Hazretlerine hizmet îçin halk olunduğun halde artık Halîkına îbâdet ve hizmeti terk edipte sana hâdim olanlara hizmet eylemenin ne kadar denâettir. Onun içinde mâlik olduğun ile hizmet 214

215 olunur ama üzerine binipte ümurunu tesviye îçin hizmet edilir diye bilmekten ne fâide. Hâs olur işte bunun gibi dünya ve umûr-u dünyayı da Cenâb-ı Vâhib-ül- Atâyâ Hazretlerinin rızâsına âlet eden azab olunur. Ve o yolada havf olunur, değimli. İşte bunun gibi her ne eder isen Şerîat-ı Ahmedîyenin göstermiş olduğu vechle kazanıp ve bîr mûcip şer i şerif hak eylemekle tarikat ve ettiğin ibâdet ve sâir her bir muâmelâtta rızâyı îlahiyi gözlemek, marifet ve bunlara muvaffakiyetin dahi başkaca bir lütf-u ilahi olduğunu bilip müflis olarak bir bâb-ı emâni sübhâniyeye sarılmakta hakikattir sözû ûzerinden bu söze nihâyet yoktur. Îşte o zevâta bu yolda nasîhat edersen her kitapta gördükleri evrâd ve ezkârı okumasınlar ve ibâdetten maksadlarını dahi Allah ve rızâullah eylesinler. Zîrâ (Men kâne Allahû kâne Allahû leh) hadis-i şeriftir. Her kimse maksadı Allah olursa hâfızıda Allah olur. Cenâb-ı Vâhib-ül-Atâyâ Hazretlerinin kullarının derece ve kabiliyetlerine göre tecelli eder. Tecellisini ziyade edeceği vakitlerde de ibtidâ kabiliyetlerini ziyâdeleştirir de ona göre tecelli eder. Cenab-ı Seyyid-ül-Kevneyn Efendimizin sübhanın Hakk marifetin buyurduğu buna müeyyeddir. Okurlar ise tevdî olunan evrâd ve ezkârı okusunlar. Kabiliyetleri var ise evrâd-ı Fatihâ-i Şerif okusunlar. Yalnız Allah a kul olupta rızâsını talep eylesinler. Bir kulundan râzı olur yahut Ashâb-ı Kehfin kıtmiri gibi râzı olduğu kullarının kapısının köpekliğine kabul eder ise bize kâfidir. Îşte iki cihân sultanımız budur. Sende o zât-ı kirâmları vakit buldukça gönlüne alırsın hücre-i risâlet-penâh sallallhü aleyhi ve selemde înâyet-i sübhaniyenin olduğu ma lûmundur. Her hangi camii şerif kolayına gelirse o camî-i şerifin mihrâbının sahib-i saâdeti sallallahü teâla aleyhi vesellem hazretleri saâdetle oturmuş. Bî l-cümle enbiyâ ve ashâb ve evliyâ ve ehl-i îmân ervâhları dahi bildirdikleri gibi etrafta halka çevirmiş. Ve acizlerin o dergâhın kapısı eşiğine kemâl-i acz ile oturmuş. Efendimiz sallallahü teâla Aleyhi vesellem Hazretlerinin cümle riyâset eylemekte olduğu halde sende (57) gönlüne Allah ın yanıma kûud o zevâtı huzûr-u risâlet sallallahu tealâ aleyhi ve selem Efendimizin cümleye riyâset eylemekte olduğu halde sende o zâtı efendimize arz ve mûbtelâ oldukları îbtilâdan halâsi olmalarına orâda mevcud bulunan zevâtı alâ merâtibîhîm şefi görerek orada bulunan zevâtla maân evrâd-ı Fatihâ-i Şerifi okur. Cenâb-ı Vâhib-ûl-Ataya Hazretlerinin şifâ-yâb olmalarını ilticâ ve behr gün ihvânın cümlesini dahi bu vechle gönlüne alır. Îşte şu ta rifât-ı vechle meclîs-i 215

216 saâdetin selâmetlerine ve dâreynin feyziyâb olmalarını tefri ederek evrâdını karâin edersin ve sâlikânı huzura takdim ve sende bir muhtaç ve bî-çâreliği arz ile sende senin olarak bîr mûlk bırakmayıp mûlkû tamamen mâlik olana teslim edersin. Zîrâ enbîyâ ve evlîyaya îmân ederler. Ve îktidâ eder Allah a ibadet etmek şartıyla. Bî l-cümle muradlarından fânî olurlar. Allah ve rızâ-i ilahiyi taleb eylemek şartıyla ve bunun bir lûtfü sûbhânî olduğunu bilip müflis olarak bâb-ı emâne sarılmak şartıyla yâ rabbi bütün mâsivâyı gönlümüzden sen çıkar ve bizi aşk-ı sûbhâniyeye mûstağrak eyle. Ve her bîr ümûrûmuzu sen kerem ve lütfünden sen yakıştır bizi kendi rızânla muvâfık ibâdât ve taât ve zîkrinle şügûl eyle. Vâkî olan günah ve kusurlarımızı kerem ve lûtf-ü sûbhâniyenden sen avf eyle. Bizi râzı olduğun kullarının kapısında köpekliğe kabûl eyle, âmin yâ mûîn. Îşte sûluk ve netice-i sülükte bundan ibarettir. Yoksa kerâmet dediğin şunun bunun noksanına vâkıf olmak îse kendi noksanına vâkıf olsan daha iyi değimli. Ve bir anda gönûlde çıkıp şehirleri dolaşmak ise bunu olan şeytanda edip eğer înd-i ilahide olmuş olsa idi. Cenâb-ı Allah düşmanlarına vermezdi değimli. Cenab- Allah ın ind-i ilahisinin mükerrem-i ilahiden korkak olduğunu âyât-i Kur anî ile sabittır. Zîrâ kemâlât-ı alem ve fezâ ve her ne var ise cümlesinin kendisi ile fânî olur. Ancak Cenâb-ı Hâlik mevcûd Allah Hazretlerinin îhsânı ile înd-i sübhâninin rızâsına muvâffak ne meziyyet kazandı ise kendisine o bâki kalır. İş böyle olunca o yolda hareket etmek lazımdır. Yoksa zâhidin zûhdüne bakma, kime ibâdet ediyor, ettiği ibâdetine bakma, îbâdetten maksadı ne ise ona bakta ona göre iş işle. Cânım o tarafta bulanan ahbâbın cûmlesine ve hûsusiyetle iki Mustafa Efendileri mahsusân selam eder ve hâtır sual eder. Ve benim cümlesini ferâmûş eylemediğim gibi onlarında beni ferâmüş eylememelerini ricâ ederim. Bu tarafta âhbâbın cümlesinin ve mahdûm âcîzi Ahmed Turân ve Ali Galip ve Abdulgalip Efendiler ellerinizi bûs edip orada bulunan ahbâba selam ederler. Bâkî Hûdâya emânet olunuz. Cânım 26 Cemaziye l-ahir 1346 Mektup 26 Bismillahirrahmânirrahim Kalemâ cenne aleyhî l-leylû rea e kevkeben. Kâle hâze rabbî felemmâ ekâle kâle lâ uhibbû elâ fileyni. Felemmâ rae l-kamere bâzigân. Kâle hâze rabbî 216

217 kâlemâ ekale kâle lein lem yehdinî rabbî. Lâ kûvnene mîn el-kavmil-dallin. Felemmâ ra e şemsi bâzigâten kâle hâze rabbî hâze ekberû felemmâ ekalet kâle yâ kavmi înnî beriyûn mimmâ tuşrikuvne innî vechî l-lezi fateres-semâvâti ve l-ardı hanifen. Ve mâ ene min el-mûşrikin ve kezâlike kâle Allahû Teâlâ; Kûl yâ ehle l kitap teâlev ilâ kelimetin sivâin beynena ve beynekûm. Ellâ nabûdu illâ Allah velâ yettehize ba dûnen erbabûn min dûnillahi fein tevellev fe-kulûv eşheduv bi-enne muslimûvn. Ve kezâlike kâle Allahû Teâla ve-in yemseske Allahû bi-durrin fe-lâ kâşifi leh îllâ hû ve în yuridke bî-hayrin fe-lâ râidde li-fadlihi yusibu bih men yeşâ u min ibâdihi ve hûve l-gafûru r-rahîm. Ve kezâlike kâle Allahû Teâlâ kul hâzihi sebilî udûv ile l-allahi alâ basîretin ene ve men ittebagı ve sübhanellahi vemâ ene mine l müşrikin. Buhari Şerif yedinci cildinde tansim-i mücâhede bâbında kâle îmâm Buhâri hadesenâ Hüdeyte bîn Hâlid haddesenâ Hetâmûn haddesenâ Kâtade haddesenâ Enes bin Mâlik an Muaz bin Cebel radıyallahü teâlâ anh. Kâle beynemâ ene radiyfu n-nebiyyu sallallahû aleyhi vesellem leyse beyni ve beynehu illâ âhîretû l rahsilen fe-kâle yâ Muâz kultü lebbeyke yâ Resullullah ve sa deyke sümme sârete saten sümme kale yâ Muaz kûltü lebbeyke Rasülullah ve sa deyke sümme sârete saten sümme kâle yâ Muaz bin Cebel kultü rasülullah ve sâdeyke kâle hel-tedrî mâ-hakkû lllahi alâ ibâdihi kultü Allahû â lemû ve resulûhü kâle hakku llahi alâ ibâdihi en ya budûhu ve-lâ yuşrikuv bihi şeyen sümme sârete saâten sümme kâle yâ Muâz bin Cebel kultü lebbeyke yâ Resullullah ve sa deyke kâle hel-tedriy mâ hakku l-ibâdi alâllahi izâ-fealuvhû kultü Allahü ve Resulühü â lemû kâle hakku l-îbâdi alâ llahi en-lâ yuazzîbehûm ve kezâlik şemaîl-i şerifi (58) kâle İmâm Tirmizi haddesenâ Hârun bin İshâk haddesenâ Ubeyde haddesenâ Hişâm bir Urve an Âîşete radıyallahü Teâlâ anhûmâ kâlet dahale aleyye resulullah (s.a.v) ve indî imre etûn fe-kâle men hâzihi kultü fulânetün lâ tenâmû l-leyle fekâle Resulullah (s.a.v) aleykûm min el-â mâli mâ-tutîküvne fe-vellahî lâ yemellullahi hatta temellûv sadaka Resullullah. Emmâ ba d. Faziletlü nûr-i didem ve sûrur-u sinem oğlum Ali Osman Efendi Hazretleri evvelâ mahsusân selâm ve iki gözlerinden bûs ile beraber duâlar eder ve iki cihânda azzîz ve bu yolda selef-i sâlihin kol ve kanat olmalarını Cenâb-ı Vâhîb-ül-Atayâ Hazretlerinden ricâ ve niyâz ederim Azîzîm. Nûr-u nübûvvet uzadı. Peygamber sünneti ve sünnetler bi dât olmaya yûz tuttu. Tarik-i müstakimi irâeye muktedîr olanlar kendilerini bir 217

218 köşeye çekti artık (Înnâ li llahi ve înnâ ileyhi râciuvn) demenin zamanı geldi. Cenâb-ı Ekremû l-ekremin Hazretleri cümlemize de tevfikini refîk eyleye. Ve rızâ-i îlahiyesine muvaffâk hüsn-û itikâd ve ameller ihsân eylesin. Nûr-i Didem insana evvela lâzım olan Hâlikinin verdiklerini bilmek ve îbadât ve tâatta ve her bir muâmelâtta rızâ-i Sübhâniyi taleb eylemek ve bunu dahi bir lütf-ü Sübhâni bilip bu nî am-i rabbâniyyenin şükründen de aczini itirâfla müflis olarak bâb-ı emâna sarılmak lazım ve elzemdir. Ve buna da efrâd-ı ümmetin isti dâdı ve bîzzât Vâcîb-ûl-Vûcud Hazretlerinden bîzzât ahz-ı feyz ve ta lim-i ahkâma iktîdârı olmadığından her bir ümmet kendi zamanında nurâniyyet ve cismâniyyeti câmi ve Cenâb-ı Vâhib ûl-atayâ Hazretlerinden nûraniyetleri hasebiyle bizzât ahz-ı feyz ve ta lîm-i ahkâm eylemek ve cissmâniyetleri hasebiylede efrâd-ı ûmmete tebliği âhkâm eylemekle Nebi Zîşân ın vücûduna muhtaç oldukları müstağnî arz ve beyân olup, şu süretle sâhib-i şeriat ve tarikat ve mürşid-i hakiki her bir ümmetin tâbî oldukları peygamberleri olduğunu ve bu peygamberlerede tâbî olanlardan enbiyâlarına vâris olan ne kadar ulema ve meşâyihât var ise cümleside bir başka ellerinde bir şey olmadığı dahi ezherû min eş-şemstir. Bizim peygamberimiz (s.a.v) Hazretleri ise, âhir zaman peygamberi olup, şeriat-ı Ahmedî ve Tarikât-ı Muhammedisi kıyamete kadar bâkî yevm-i haşirde dahi mahlükâtın muhâkeme ve muhâsebesi bu şeriat üzerine görüleceği ayât-ı Kur anîye de ve ehâdis-i Nebevî (s.a.v) ile sâbit olduğu erbâbının ma lûmudur. Bu sûrette bizimde hakikatte pirimiz ve peygamberimiz ve mprşidimiz ve iki cihânda dostumuz Cenâb-ı Seyyid-ül-Kevneyn (s.a.v) ve ondan sonra gelenlerin cümlesi her birisi makamlarında.. meselen Cenâb-ı Seyyid-ül-Kevneyn (s.a.v) Hazretleri Medine-i Münevverede mihrâba geçmiş meselen öğle namazına duracak ve arkasınada da bulunduğumuz şehre kadar cemaât iktidâ etmek ûzere saf saf dizilmiş îktidâ edecekler. Amâ îmâmın yüzûnü görmüyor ve sadâsını işitmiyor bu sûrette geride bulunan cemaâtın îmâmın sadâsını işiten ve o îmâma iktidâ etmiş olan bir mübelliğe muhtaç ve en sonraki safta bulunan cemaâtte o mübelliğin sadâsını işitip ve imâma iktidâsı olan zevâtın nasıl namazı ve imâma iktidâsı sahih olur ise, bizimde Seyyid ûl Mürselin (s.a.v) Efendimiz hazretlerine iktidâsı yakinimiz olan mübelliğe iktîdâmız ile aynı Rasülullah (s.a.v) Hazretlerine iktida etmiş olduğumuz bilâ-şey ve lâ-şektir. Resulullah (s.a.v) 218

219 Efendimize iktidâsı olmayan bir kimse isterse allâme-i asr olsun onun tebligâtı ile amel câiz olmadığı iktîdâ edeceği imâmın yüzünü görse ve sadâsını işitmiş olsa bile işâretler ile iktidâsı rûku ve secde eylemiş olsa istidâdı mübelliğ isabet etmiş olsun yine iktidası sahîh olmadığı gibi namazıda fâsid olacağı ahkâm-ı Kur aniyyedendir. Zirâ bir küp dolusu bâlı bir dirhem şarâp murdâr eder. Burası ma lûmun ve bundan sonra şurasını arz ve beyân edeyim ki, Cenâb-ı Seyyîd ül Mürselin (s.a.v) Hazretleri hicret eylediği esnâda Hz. Sıdık-i Ekber (r.a) mağaranın haricinde kûffârın seslerini işittiğinde havf-î târî olmasını Sallallahû Teâlâ Aleyhivesellem Hazretleri ma mûr eylemiş, havf eyleme, Cenâbı Allah bizimle beraberdir, deyip kalb-i şerifleine tevecûhle zîkr-i kalbiyi ta lim eylediğinde, hâl-i istiğrâkı istidâd edip târî olan havf zâil olduğu cihetle bu cihetle zîkir eylemen mûsa ileyh ve ondan bir âyetle teselsülen gelen sâlikâna usûl ve tarikat oldu. Ve bu tarikât Sıddik a ve Ondan Selmân-i Fârisi ve ondan Kâsım îlan Muhammed ibn Ebu Bekr Sıddıka ve ondan Ca fer Sâdık Hazretlerine ve bundan sonra bir gün Hz. Ali Kerremallahü veche (r.a) Hazretleri Cenâb-ı Seyyüd-ülkevneyn (s.a.v) Hazretlerinden bi l-cümle tariktan âhîreye bana bir tarîk telkin buyur diye ihtimâsı ve ilticâ eylemesine mebnî Cenâb-ı Seyyîd ül-kevneyn (s.a.v) Hazretleri veche muntazır oldu. Ve Cenâb-ı Cibril-i Emin saâdetle nûzûl edip cehren kelime-i tevhidi Efendimize ve Efendimiz (s.a.v) dahi Hz. Îmâm Ali ye husûsî ve bî l-cümle ashâba umûmî olarak cehren telkîn ve ta lîm buyurdular. Sonra Sıddık-ı Ekber in irtihâl-i dâr-i beka buyurduğunda Hz. Ömer Efendimiz kendi tarikını nefsinde îcrâ ve diğer tâlib olanlara Hz. Sıddık in tarikını telkin eyledikleri gibi Hz. Osman (r.a) Hazretleri (59) Ömer e ittîbâen kendi tarîkını nefsinde îcrâ ve tâlibleri Hz. Sıddık în tarîkına delâlet eyledîler. Nihâyet Hz. Ali Kerremallahü veche hazretlerine gelindiğinde de kendisine telkin olunan zikr-i cehriyi bi-vechi ile telkîn olduğu ve Sıddîki Ekber in tarîki olan zîkr-i kalbî dahi devren geldiği cihetle her ikisini dahi cem ederek kalb ve ma-lisân-ı zîkr ve halkı dahi o yolda zîkr-i lîsâni ile kalb-i zîkr eylemeye terğib ve delâlet eylediler. Ve bu tarîkat dahi Hz. Ali ve İmâm Hasan ve Îmâm Hüseyin ve İmam Zeynel ağabeydin ve Muhammed Bakır ve Cafer Sâdık Hazretlerine yeden bî-yedin teslim ve İmamı Alide cemi olduğu gibi Îmâm-ı Caferde dahi Sıdık-i Ekberle Îmâm-ı Ali nin tariki cem olmuştur. Bundan başka olarak Îmam Aliden, Hasan Basri ondan 219

220 Habîb-i Acemi ve ondan Davud-ı Tâi ve ondan Maruf-u Kerhî ve ondan Serr-i Sakatî ve ondan Cûneyd-i Bağdâdî ve ondan Ebu Ali Ruzbârî ve ondan Ebu Ali Kâtip ve ondan Ebu Osmân Mezcî ve ondan Ebu Hasani l-harakâni ve ondan Ebu Kâsım Cürcâni ve ondan Ebu Ali Farmedî Hazretlerine ve yine Îmâm Caferden ruhaniyetle Beyâzid Bistâmi ve onun ruhaniyetinden Ebu Haseni l Harakanî ve ondan yine Ebu Ali Fârmedi Hazretlerine intikâl ve şu üç koldan gelen tarik-i aliye Ebu Ali Fârmedi Hazretlerinde cemi olup Ebu Ali Fâmedi Hazretleri dahi Ebu l Kâsım Cürcâni Hazretlerinin hem damadı ve hem de kâîm makamı olmuştur. Îşte cümle tarîkat-ı âliyenin silsilesi dahi bu minvâl üzere Hazreti Sıddik ve Hz. Ali (r.a) vasıtalarıyla gelip ve bunların her birilerinin halifeleri çok olup her biri bir bîlade dağılarak halkı tarik-i müstakime davet zaman ve mekân ve mecâlis ve adamların istidâdına göre telkin-i zikr eylemişlerde o sebeple bir çok tarik teşkil eylemiştir. Bu sûretle tarik ne kadar müteaddid olur ise olsun ve hangi esmâ ile zikr ederse eylesin Allah ın esmâsı olduğu hakikatle bir bu hakikatle (Kullû tarikûn vâhidun) Zîrâ bir olduğu yalnız bidat ve tabîat ve hevâ ve nasrâniyetlerden îctinâb eylemekle elzemdir. Zirâ tarîkat aynen şeriat ve şeriat aynen tarikattır. Hiçbirisi diğerinin emrini nehy eylemez ve nehyini emreylemez. Yalnız tarîkat şeraitte sadâkattir. Şeraitte sadâkati emreder. Bu husûsla bunları ayrı gören kendini ayırmıştır. Vesselam. Bundan sonra zaman ve mekan ve meclisin istîdâdı ve insanların kabiliyetleri vechiyle telkin-i esmâ eylemekte olduklarını bâlâde arz eylemiştim. Evvelen halkın istidâdını beyân edeyim. Malûmunuz ki insânlar anâsır-ı erbaayı su, toprak, âteş, havâdan mürekkep olduğu mûnasebetle bu anâsır-ı erbânın her birini ikişer esmâ ile tazyîn eylemişler ve tabiat erbaadan mürekkeb ki şeytâniyn ve hayvâniyyet ve melekiyyet ve âdemiyetle mürekkeb olduğundan ve bu tabiâtın her birisini dahi ikişer esmâ ile tezyin eylemiştir. Ve yedi tabaka nefs ile mübtelâ, nefs-i emâre ve levvâme, mülhime, mutmaine, râdıye, mardıye ve sâfiyedir. Ve bunların her birini birer esmâ ile tezyin eylemiştir. Ve bu cism-i insânı yedi tabaka üzerine bînâ edîlmiş, onlarda kalb ve ser ve hafî ve ihfâ rûh ve nefs ve (küll) demekle yedi letâife taksim olunup bunlarıda her bir letâife malûm olmaktadır. (Allah) îsmini nefsin ve o nefsin nazarla aldığı ders miktarı tesbihini çevirmekle terbiye eylemişler. Ve bunların birincisini tabii ve anâsırı ve nefsânî ve cismâni demekle dört aded tarik 220

221 teşkil eylemiştir. Şimdi bu dört tarîkat-ı âliyede menfaatiniz çok isede tehlikeden sâlim olmadığını bir misâl ile teşmil edeceğim. Ammâ bir adam kendi mezhebini tarif ve tavsif etmekle diğer mezhepleri zemm etmiş zannedîlmez, değimli. Hâşâ zemmedilmiş olsun zîrâ erbâbı çoktur. Ve o yollarında çok evliyâullah gelmiştir. Söyleyeceğim sözleri akıl bardağında durult ve fikir perdesiyle söz ve fehm ve îdrâk bardaklarıyla iç Azizim. Dervişlerden bir derviş bir ejderha deliğine gelir o hayvanın kendisine murâd eder. Esmâ-i ilahiyeden bir esmâya devam eyler o esnada o bi-çâre hayvan deliğinde o adama lîsân-ı hâl ile; Ey bi-çâre senin okuduğun esmâ, esmâ-i sübhâniden bir isimdir ki rızâ-i subhânisini istimsâl, içinde sana yemmiş olunmuş bir nokta mevcud gibidir. Sen o noktayı ile esmâyî ve hemde sen seni ve vaktini zâyi ediyorsun. Şu sûretle şeytân seni teshîrle izlâl eylediğinde hayrın yoktur. Aha ben teslim oldum tebden faide olacaktır der ve çıkar ve dervişe teslim olur. Ve dervişde bir kemâle eriştim zannıyla dalâlete dûçâr olur. Îşte bu hikâyenin mefâhetinden keyfiyet-i münfehim olacağı vechiyle bâlâde arz olunan tabaka-i erbaanın birisinde olan tehlikenin tafsîli diğerlerine dahi kâfi olduğu cihetle yalnız letâif üzerine sülük eden sâlikânın bu yolda uğrayacakları tehlikeleri îzâh etmekle iktifâ edeceğim. Evvelen şurası malûmundur ki, bu yolda sâlike üç bin ve yahut beş bin ism-i celâl verip o isim lafza-i celâli sol memenin iki parmak altında olan kalbe nefsin ile ve şeyhinin dahi kalbini kendi kalbine mukâbil tut. Yani şeyhini sağ taraftan getirip iki kaşının ortasından kalbine nâzır olduğuna kıyâsla tesbihini beşbin yahut üç bin defa döndür diye telkin ederler. Bunda o sâlik devam ettiği esmâyı kalbim açılsın ikinci letâife geçeyim muradıyla devam eder. Ve kalbinden geçirerek size vardığında bir derece terfi eyledim zanneder ise semm-i katldir. Sâlikin helâkına bâdi olunur. Ve diğer letâifte bunun gibidir. Bununla beraber bu tariklerde sâlikin be-heme-hâl mürşidinin huzurunda olması lazımdır ki, bu mehâlikten muhâfaza ve letâiften geçip ve yahut zamanı geldiğinde (60) o muameleden geçirmek ve diğer letâifi ve esmâyı göstermek şeyhine aittir. Sâlik kendi kendisene geçemez. Bundan sonra mektubun bâlâsında insana evvelen tevhid lazımdır, demiştim. Allahı bilmekle ve tevhid eylemekle nefsini bilmek mütevakkıftır. Bu da malumunuz olan hadis-i meşhur ile sâbittir. Nefsini bilmekte Cenâb-ı Vâhib ül-atâya zât-ı ilahiyesine ayât ve alemde ve 221

222 husûsîyle bu insanlarda olan bu cism-i zâhiriyyede însanlarda olan rûhu eylemiştir ki, o ruhun keyfiyyeti nâ-malûmdur. Ve vûcudu cismiyle malûm olduğu gibi zât ve sıfât-ı sûbhaniyesi dahi bilinmekten münezzehtir. Bu âlemin vücuduyla malûm olmuştur. Misalen bu cism-i insâni ruhu mürekkeb olmak üzere Cenâb-ı Vâhib-ül- Atâyâ Hazretleri tarafından halk olunduğunda cemâdât gibi bir şey idi. Ruha fermân buyurulupta rûhu cesede tecelli eylediğinde gözde görmek, kulakta işitmek ve lisânda söylemek ve l-hâsıl her bir azâda bir rehâset ve fazilet zûhur ettiğinde bu azâ-i münferidenin her birisi kendiliğinde zûhur eden faziletle diğerine tefâhür eylemeye başlayınca ruh gayrete gelip; ey bi-çâreler sizlerde zûhur eden faziletin cümleside benim size tecellim iktizâsındandır. Tecelli eylemiş olmayaydım cümlenizde lâ-şey olursunuz dediğinde gayret-i sübhâni zûhur edip; ey rûh ve cesed her ikiniz dahi benim halk ve icâd ve eltâf-ı sübhâniyemin terkibinden hûsüle gelmiş o lütf-ü sübhâniyemin her anda inzîmâmıyla mevcudsunuz. Yolunda sâdır olan fermân-ı sübhâniyi işittikleri anda cümleside secde-i şükre kapanıp ve bunu bildikleri ve şükren li lah secde eyledikleri dahi diğer bir niam-ı ilahiye olduğu cihetle şükr-ü sübhâniden dahi aczlerini itirafla bâb-ı emâne sarılmışlardır. İşte alemde nihâyet cihetle ve sülukte nihâyette yokluğunu itiraf eylemen budur. Şu sürette ruhu zâhirdir ki, bir insân ve hayvanda yemek ve içmek ve görmek ve sâir bunun mümâsîli hâlât var. Mutlaka ruhu vardık ki zâhirdir ve bâtındır ki ruhun keyfiyeti ve zâti bilinmez bâtındır. İşte bunun gibi her mevcut zâtını müşâhede olunur ve olunmaz ilmiyle bilinmez Hâliki Cenâb-ı Allahtır ki zâhirdir ve zât-i sübhânisi bilinmekten münezzehtir ki bâtındır. İşte bu cihetle Cenâb-ı Hâlik-i Mevcudât Hazretleri her şeyi yoktan halk eyledi ve alemi sana hâdim eyledi ve seni emrine imtisâl ve nehyinde îctinâbla mâmür eyledi. Ve sana kast ile niyetten îbâret irâde-i cüziyyeyi ihsân eyledi. Niyet etmekle kastı ve kastın sebebiyle kast eylediğin şeyin halk ve işlemekle kuvvet ve kudret verdi. Ve sana da lazım olan ezelden senin için halk olunanları bırakıpta hemen o Hâlik-i Lem Yezel Hazretlerinin rızası için îbâdet ve işte maksat yine Allaha ve rızâullah için edip ve buna muvaffakıyyetini ihsânı-ı ilahi olduğunu hâl edinerek müflis olarak cisminin ruhuna inkıyâdı gibi her hâlinde Cenâb-ı Allah a teslim olmak lâzımdır. Cenâb-ı Allahın emrini ve nehyini bilmekle ve bu yolda ibâdet ve teslim olacağını ve tevhidini öğrenmekle vesili de 222

223 Cenâb-ı Seyyid-ül-Kevneyn Sallallahü Teâlâ Aleyhi vesellem Efendimize imân ve ikrarla ibâdette ve hâlât ve harekâtta ittibâ etmeye muvaffak olduğu bâ-lâde mestûr âyât-ı Kur aniyye ve daha bir çok âyâtla fermân-i ilahî olduğu bildirilmiştir. Cenâb-ı Seyyid ül-kevneyn Sallallahü Teâlâ Aleyhi vesellem Hazretlerinin zâhir ibâdetleri malûm olduğundan ittibâi kolay ve mümkündür. Ammâ hâlât-ı maneviyeleri bizim gibi acizlerin malûmu olmadığından zâhiren ittibaıyla Cenâb-ı Vâhib-ûl-Atâya Hazretlerin den taleb ve ilticâ olunacak. İşte o hâlât olduğunu (ihdines sıratel-müstakim sırate llezine en-amte aleyhim) âyât-i celilesiyle Cenâb-ı Allah fermân buyurmuştur. O sebepten bu ümmet beş vakit namazda bu ayeti evrâd eylemiştir. Şeyhine rabıta ve şeyhinin ruhâniyetlerinden îstimdâd talebî bahsine gelince, diğer tarikatlarda ve husûsiyle tarik-i Nakşibendinin bazı kollarında buda esâs ittihâz edilmiş ise de bu hakikat dahi bilinmekten sâlim değildir. Evet râbıtasız ibâdet olmaz ve olmadığıda Sûre-i Fâtihai Şerifin îbtîdâsından nihâyetine kadar mülâhaza ve manâsı edilir ise münfehim olacağı gibi, Süre-i Sâd ın ikinci sahifesinde ve ikinci âyâtında da keyfiyeti beyân edîlmiştir. Bir cemaâtın büyük câmi-i şerifte cemaâtle namaz kıldıklarını göz önüne getirir isen aynen müşâhede eylersin. Misâlen arkanda durdukları vakit hatib olan zât Beytullah a dönmüş olduğu ve arkası cemaâtte olduğu hâlde hutbeye başlar ve cemâat dahi arkasında ve her bir cemâatın delîli önüne hatibde ve delillerde bâb-ı emâni sübhânide ve cemâat dahi bunlara iktîdâ ederek cümleside bâb-ı emâni sübhâniye sarılmış olduğunu tefekkür eyler isen, râbıtanın dahi keyfiyyetinî hem malûm ve hem de bu usûl üzere olan râbıta tahsilinden sâlim olduğunu müşâhede eylersin. Zirâ Vâcib ûl Vücud Hazretelrinin zât-ı ilahiyesi tefekkürden memnûdur. Azizim bundan sonra zikir bahsine gelince; Abdûlhâlik Gücdüvani Hazretleri Tarikat-i Nakşibendiyede (61) ser-halkadır. Şeyhimiz bulunan Yusuf Hemedâni Hazretlerinden bir gün îltimâs ederler ki; yâ şeyh ben cehren zikr edersem halk, kalben zikr edersem melâîke ve şeytân ve nefâsî vâkıf olur. Ben zîkr eylemek isterim ki, Allah tan başka kimse vâkıf olmasın. Lütfen tarif buyur diye ircâ eylediğimde, müşarûn-ileyh dahi o ilmi taleb eylediğin zîkir, zikr-i hafidir. Oda ilm-i ledûnnîdir. Zamanı gelip ona istidâd kesb eylediğinde sahibi telkin buyurur buyurmuşlardı. Bunun üzerine günlerden bir gün Hızır Aleyhisselam zuhûr edip, Abdülhâlîk Hazretlerini bir havuza daldırıp, işte 223

224 bu hâlde zîkreyle diye fermân buyurdu. Îşte bundan iki mezheb ayrıldı, bu mezheblerden içerisinde gözlerini yumar ve nefsini habseyler kalbiyle zikreyler. Îşte zikr-i hafi budur dediler. Bunlara cevaben bu dediğiniz usûl ilm-i ledûn değildir, dîl ile nefs-i lisân ile tarif olunur, bir ilimdir ve hususûyle Abdülhâlik Hazretleri bu usûle şeytân ve sâirlerin vâkıf olacağını beyân etmiştir. Bu yolda cevab verdiklerinde yâ nasıl zikir eylemeli ki zikr-i hafi eylemiş olsun diye suâl eylediklerinde; bir sâlik ne zaman gönlünü kûdûrât-ı mâsivâdan tathir eyler, aşk-ı sûbhâni ile cîlalandırır mâ-meleki tamamen mâlik olmaya teslim eyler ve kendisinin ve mâ sivâda kendinin olarak bir vücut bulamaz. Hz. Halilullah ın nâr-ı nemruda atıldığında, Hz. Cebraîl Aleyhisselamın hâcetin varmı taleb eyle yolundaki tenbihâtına cevaben; yâ Cebrâîl kulun Hâlîkına karşı ne talebi olur ki, bende benim bildiğim mülkte mâlik Cenâb-ı Allah olduğu gibi ateştede bizzât ihrâk eyleme kuvveti yoktur. Ondada o istidâdı halk eden Hâliktir. Eğer rızâsı beni ihrâk eylemekte ise, matlubum ve murâdım rızâsıdır. Eğer yakmaya murâd eylemez ise, ateşin elinde bir şey yoktur. Cevâbını verdiğinde Cenâb-ı Hâlik-i Mevcûdat Hazretlerinden (yâ nâr Halîlîm tabiât-ı beşeriyetinden çıktı hakikata kul oldu. Sende tabiat-ı nârından çık berd ve selâm ol.) hîtâbıyla Halîl Rahmânın lütf-û sübhâniye eriştiği gibi sende o vakit zikr-i hâfiye nâil olursun. Yoksa zikr-i sübhâni için bir had ve hudud yoktur. Zîrâ Seyyid ül-kevneyn Hazretleri her hâlinde zâkir olduğu cihetle ne sûretle zikir edilir ise muvâffak senindir. Bu husüsun had hûdud tayin edenler ya taassub ve yahut cehâletlerindendir. Evliyâullah ruhaniyetlerinden îstimdâd-ı şeyhe gelince, bu zâtlar gerek hayât ve gerek memâtlarında bilmezler. Meğer ki Cenâb-ı Allah bildire. Cenâb-ı Allah ın emri olmadıkça da şefâat dahi edemez ve hidâyette edemezler. Ve Cenâb-ı Allah ta, Allahtan başka bazısının bazısını rabb iftihâz edilmemesini bâ-lâde mestûr emsâlini ayât-ı celile ile nehy edîlmiştir. Zîrâ mahlûkta hâlikıyyet sıfâtı yoktur. Ve bu husûsun Hz.Adem Aleyhisselamın mezhebine tâbî olmak için Hz. Adem in tevbesinin kabulü cihetini Kur an-ı Mûbinde Cenâb-ı Vâhib ül-atâyâ Hazretleri bize beyân ve bu beyânatla o mesleğe sûlûkumuzu ayân eylemiştir. Malûm-u aliyenizdir ki, Hz. Adem Aleyhisselam nefsinin zulm ettiğini itirâf ve avf ve mağfiret eylemez isen hâsirinden olurum diye bu bâb-ı emâne sarılıp Seyyid ül- 224

225 Mürselin (s.a.v) ve ehl-i beytini şefî görerek mağfiret olunmasını ilticâ ve Cenâb-ı Allah dahi avf ve mağfiret eylediği cîhetle bizede enbîyâ ve evliyâ hazrâtını şefî ittihâz ederek her bir murâdımızı Cenâb-ı Allahtan taleb eylemek sûnnet olmuştur. Ve bununla beraber enbiyâ ve evliyâ hazerâtının gönülleri Beytullahtır. Nitekim zâhir Beytullahta olanlar emânda olduğu gibi bunların gönüllerine girenlerde emân-ı ilahiyede olacaklarına şekk ve sübhe yoktur. Onun için bunlara bey at Cenâb-ı Allah a bey at olduğu ayat-ı Kur aniyye ve ehadis-i şeriflerle sâbit olmuştur. Îşte o sebebten bu ümmete hûsn-ü zan eyledikleri zevâtın her birisine bir rahmetle hizmet ve bu münasebetle gönüllerine girmişler o sebeple de iki cihân murâdına nâil oldukları çeşm-i basiretle görülmekte olduğu gibi Hz. Pîr Nakşibendi Hazretleri ben evlad-ı Azîzânım, her kim bana Allah için hizmet eder ise, ind-allahta azîz olur. Yolundaki fermân-ı mürşidâna sözle sâbit ve hakiktatta hâdimleri olmuştur. Ve buna daha büyük burhân talebinde bulunanlar Sûre-i Kehfte Kıtmire baksınlar. Bizim silsilemiz Ben-i Îsrâil enbiyâsından ve onun ümmetlerinin evliyâsıda Ashâb-ı Kehften ve ümmetleride Kıtmirden küçük değildir. Bu bâbda bize lazım olan varlık gemisini şirkest eyleyerek yol üzerinde Şeytân gibi zâlim vardır. Ve hevânı küçük iken katleyle ki Cenâb-ı Allah hevânızı mabûd ittîhâz eylemeyin, buyurduğu cihetle bu da insanı mûrted eder. Ve Cenâb-ı Allah tarafından enâm olunan kemâlât ve mağrifet ve ibadât ve sâire hazineleri üzerinde olan duvarı dahi gün be gün imâr eyle ki, sonra hazine meydana çıkar ise muhafazası mûşkil olur. Zîrâ kuvvet ve kudret varlık ve ibadât ve keşf ve kerâmât ve ilim ve kemâlâtın cümleside seninle fâni olur gider. Ancak bunlar ile ind-i sübhânide kazandığın meziyet seninle bâkî kalır. İşte tarikimiz Tarik-i Nakşibendiyeyi Üveysidir ki, Tarik-i Hâlil ve Resulullahtır. Verdiğimiz hüküm Kur andır ve kitab ulllahtır. Ve usûlûmûz dahi bi l-cümle bâtıldan yüz döndürüp hemen Hâlik-i Mevcudât ve zerrât-ı muhlukât ve alem-i sırr ve l hafâya Hazretlerine teveccühle şirkten berî yani îctinâb edip ibâdât ve taâtımızı Allaha eder murâdımızı fazl-ı sübhâniyesineden taleb ve kulluğunda da noksanımızı itirâf ile müflis olarak bâb-ı emân-ı sübhâniyeye sarılarak bizde yoktur. Maksadımız abdiyyet ve ubûdiyyet yani kul olmaktadır. Ve dersimize gelince; onu dahi (62) pîrân ve ulemânın ittifâkı üzere (Allahû lâ ilâhe îlla hûve l- Hayyul Kayyum) esmâları îsm-i azâmdır. Îşte bu ayet-i celîleden esmâları yani 225

226 dersimizi tertib eylemişlerdir. (Lâ ilahe illa-allah) var (Allah) var (Hü) var (Hayyu l-kayyum) var. O sebeple başka esmâya geçmeye hâcet yoktur. Ve terbiyemiz dahi hücre-i risâlet-penâh (s.a.v) de Cenâb-ı Rabb ül-aleminedir. O sebeple bu tarikatta başka şeyhe gidipte tecdide hâcet yoktur. Ve bir esmâdan diğer esmâya ve bir makâmdan diğer makâma geçmeyede hâcet yoktur. Hemen kullukta noksanını itirâf ve mûflis olarak bâb-ı emâna sarılıp Allah a imân ve tevhid ve Resulullaha Îmân ve evliyâlara înânıp ittibâ ve bunları şefî görüp kusurunun avfını fazl-ı ilahiden taleb eylemektir. Vesselâm el-ârif yekfi îcâb eyledikçe de tafsîli yazılır. 11 Muharrem Mektup 27: Hacı Tevfik Efendi ye (63) Nûr-i Dîdem Sûrur-u Sinem Rîf âtlû Oğlum Hacı Tevfik Efendi Kemâl-i iştiyakla âfiyet haberlerinize intizâr eylemekte iken hamden lî llahi Teâla 2 Ağustos 1927 tarihli mektubunuzu iki gün evvel 11 Ağustos 1927 târihli mektuplarınızıda daha târihinden bir gün evvelki yani Çarşamba gûnü aldım. Bedriye Hânımın âfiyette olduğunu Receb Ağânın geldiğinde haber aldığım cîhetle şimdiye kadar daha hasta olupta henüz ifakât bulmaya yüz tuttuğunu mektubunuzda gördüğümde derece-i nihâyette memnûn oldum. Cenâb-ı Vâhib ül-atâyâ Hazretleri cümle ûmmet-i Muhammed ile beraber cümlenize afiyetler îhsân ve iki cihânda azîz eylesin. Ne çâre usûl-ü dûnyâ böyledir. Aşıklar ne süruruna mesrür ve ne de gamından mazmûm olurlar. Allah cümlemizinde gönlünü kûdûrât-ı masivâdan tathîr ile aşk-ı sübhânisine mûstağrak eylesin. Ve her bir umurumuzuda kendi eltâf-ı sübhaniyesinden tesviye edip ve bizide râzı oluduğu ibâdat ve taât ve zikr-i ilahiyesiyle meşgul eylesin. Ve kable l-mevt günahlarımızı dahi avf ve mağfiret edip râzı olduğu kullarının kapısında Ashâb-ı Kehfin Kıtmîri gibi Kıtmirliğe kabûl buyursun. Amin. Benim Cânım îşte bu devlete nâîl olmanın çaresi nedir diye suâl eyler isen, ber-veche zir söyleyeceğim sözler île müttezih olup o yolda amel eylemek lazımdır. Zîrâ pederlerin evlâdına hediyeleri nasihattan başka bir şey olmadığı ve insân olana nasihattan büyük hediye olmadığını müstağni arz-ı beyândır. Cenâb-ı Hâlik-i Mevcudât ve râzık-ı mahlukât cûmlemizede belleyip mûcibince amel eylemek nasib eyleye âmin. Benim cânım evvelâ malûmunuz olsun ki; Cenâb-ı Mevlâ (yâ eyyûhellezine 226

227 âmenûv ittekullahe vebteğuv îleyhe l-vesilete ve câhiduv fî-sebîlihi leallekûm tuflihûvn) ayet-i Kerimesinde olan emre imtisâl ve cihân-ı fâniyenin aşk sevdasıyla îştikâldan hâlâse ve âlem-i vahdete muharrik nâîl etmek maksadında olanlara bir velî-i kâmil ve mürşid-i mükemmelî vesile ittihâz eylemeye mûtevakkıf olduğunu fermân buyurmuştur. Ama her şeyhim diye lâf vuranlara da aldanıp da yoldan kalmakta lazım değildir. O mürşid nasıl olmalı denilirse; Ahkâm-ı şer î-şerif bîldirdiklerinin mûserrahidir. Cemaâtle namaz kılmayı gözünün önüne âl, îmâm efendi namazda iken abdesini hasbe l-kazâ bozulsa kendisine iktidâ edenlerden birisi ümmî yani okuması olmasa böyle namazı edâ edecek kadar iktîdârı olanlardan birisini îstihlâf eder ve imâmeti o âdama teslim eder. O müstahlef asıl îmâmın yerine kâim olarak îmâmeti edâ ile cemaâtın namazını itmâm eder. O hâlde mûstahlefin de eski yani evvelki imama iktidâ edenlerinde namazı tamam olur. İmâm-ı sâbık diğerini istihlâf etmediği sûrette arkasında bulunan yani iktidâ eden cemâtın dahi umûmu hepsi alim olsalar bîle kendi kedilerine kendi başlarına istihlaf edemezler ve cümleside namazlarını iâde ve yeniden bir imâma muhtaç oldukları gibi cemaâte îmâm olan zât namazının erkânından bir rûknûnde ve yahut cehren kırâat olunan namazda kıraâtında yanılmış olsa yine o îmâma îktidâ edenlerden birisi feth eder ve imâmda o fâtihin fethiyle yanlışını düzeltir ise, fâtihinde ve îmâmın da ve cemaâtında namazları sahih olur. Ama îmâma îktidâ eylememiş ve yahıut o imamın haricinde diğer bir imamın arkasında namaz kılan bir adamın fethiyle yanılmış olan imam namazı düzeltecek olursa o îmâmında ve îktidâ eden cemâatında namazı fâsid olur, cûmlesinin de iâde eylemesi lazımdır. Ve yine bunu müeyyed, bakmazmısın kîzb ile marûf ve yahût diğer bir ayıb ile marûf olan bir âdamın rivâyet eylemekte olduğu hâdis-i şerifi bile mütehâddisîn kabûl buyurmuyorlar değilmi. Ve bir de şurası malûmun olsun ki, Seyyid ül-kevneyn (s.a.v) Efendimiz küffâr-ı Kureyşin huzurlarında kıraât-ı Kur an eylediği esnâda şeytânın mûşriklerin kulaklarına efkâr-ı akaidlerine muvaffak vesvese îlkâ eylemesi (64) üzerine cümle kûffâr o Seyyîd ûl- Kevneyn (s.a.v) Efendimizle beraber secde eyledilerse de o secdede muvaffâk itikâd ve manada muhâlif olduklarından hîç bir fâide-i müfid olmadı. Ve bununla beraber bir kavim cemaâtle kılınan namazda safta bulunan yani göremediği ve sadâsını îşitmediği bir imama iktidâ ederse de mutlaka imamın 227

228 sadâsını işitipte kendisini agâh edecek o îmâma îktidâ etmiş bir mübelliğe muhtaç ve o mübelliğin tebliğiyle rûku ve kıyâm ve secde eder namazı îkmâl eder. Ve namazı da tamam ve sahih olur. Ama o imâma iktîdâ etmemiş ve bir köşede kendi oturmuş ve kendi hâliyle meşgul olan bir adamın îşâretiyle rûku ve yahut secdeye varmış olsa, her ne kadar o îşâret eden adam tebliğinde îsabet eylemiş olsa bile bulunup îmâmın sadâsını îşîtmeyerek namaz kılan adam onun sözleriyle amel ve hareketle rûku ve secde etmiş ola, namazının fâsid olduğu mûnfehim olup bu vechle vesîle ittîhâz olunacak zâtta hâlen ve itikâden ve amelen Cenâb-ı Seyyid-ûl-Kevneyn (s.a.v) Efendimize iktidâ eylemiş bir îmâma iktidâ etmiş ve îmâm tarafından istihlâf olunmuş bir zât-ı mûkerrem olmak lazımdır. Yoksa îmâma iktidâsı olmayan ve kendi kendisini istihlâf eyleyen bir kimse her ne kadar âlim ve fâzıl olsa da îktidâsı câiz olmadığı azherü min-eş-şemsdir. İşte şu maruzâtımı müstemî kâbîl ve makbul sana îtâ buyurulan şerefi hilkatı însâniyenin kadir kıymetini bil. Bu fırsat bir daha ele gelir kıyasında olmayıp, fırsatı fevt eyleme. Bu vakit vakt-i safâdır. Çok vakit olur ki cîhân âfât ile dolar, işte bu ebyâtın mefhumunu düşün varlıklı ve mâlik olduğu hayat ve sağlık ve mâl her neyin varsa Allah ve rızâullah için kazan ve o yolda sarf ve ifnâ eyle ve sırât-ı mûstakim üzerinde sâbît ve mûkîm olup, tahallukûv bi-ahlâk-ı Allah zâtını muttasıf kıl. (Efemen şereha Allahû sadrahû li l-islâmi fe-hûve alâ nûrin mîn rabbih) terbiyesiyle kalbini mahal-i nûr ve îmân edip vatan-ı asliyeye ricat kıl ve bununla aşka girip ateş-i cezbede yan yakıl eyvâh eyvâh devletlere kî ezel ve ebed pâdişahının layık hazreti ve şâyeste-i emir hîlâfeti iken tabiatta kalıp ve nâr-ı şehvet necâset-i âlûd ile yanıp merdûd ola. Ey kurret-ûl-alyn bedr, âlem-i dûnyada birkaç günlük ubûdiyyet ile husûle gelen devlet-i sermediyi şems nefs-i emmâreye satmak ve kazâi vesia nûrî dâr-ı mazîk-i garûre tebdil etmek hiç ticâret odlumu? Hâşâ ticâret değîl bîlki hüsrân-ı dünya ve âhirettir. Kemâ kâle Allahü Teâlâ (Ûlâike ellezîne eşterevü l dalâlete bî l-hûdâ fe-mâ rabihat ticâretûhûm ve mâ kânûv muhtedin) o aceb ve izzit budur ki, dem be dem dâî lûtf-û keremi seni niama davet eder. Sen ise kulak tutmayıp tesâmûm ederek ve nefis nefs-i cemâli ezel sana hüsn-ü zîbâsını arz eder. Sen ise gözlerini kapayıp teâmî kalıyorsun. Ve lezzât-i zikr-i hakiki dâhîl dehânın olayım dedikçe yüzün dönüp fîrâr edersin ve lezzât-ı fâniye ardınca ömrünü fâni edersin. Ve huzur-u 228

229 Sübhâniyeye varacağını aklına getirmezsin. Ey nefsi kem-râh zaman ihtiyâr-ı izzetinde îken eğer bu rûz-efrûz fırsata derkân olmadın ise şu dem ki dest-i celâlet (ve l-emrû yevmeîzin lil lahi) ihtiyârını elden alıp ve kuvvet kudretini vechkârdan refî edip izzet-i kibriyâdan (lî-men il-mûlkü el-yevme lîllahi l-vâhidi lkâhhâr) nidâsını edip (.) nîdâsı zûhura geldiğinde ama sana kim fâide verip âh nefsi câhil netice bu gaflet ama gözün açıp (yâ eyyühellezine âmenûv enfîkûv mim-mâ rezeknâkûm min kabli en ye tiye yevme lâ beyûn fiyh ve-lâ hulletûn ve-lâ şefaâtün) vâdine kulak tutsan olmazmı. Ve ey nefis.mûnâdisi bir saat ve bir dakika tergib ve terhibden hâlî olmaz. Şimdi benim cânım dünyâyı bî-tâîl huzuzât-ı acile ve hayâlât-ı bâtilede (65) ve Îblîs dahi hamr âmali ve bunun âmâliyeye efsûs gurur ve gaflet ve dâr-ı vesvesedir. İlkâ edip halkım nefse işrâb ettiler sonra tamam ve sa y-i ihtimâm etmekte olduğunu Cenâb-ı Hâlik-i Mevcudât Hazretleri nice ayât-ı Kur aniyye ile bize duyurmuştur. Sende o Îblisin ellerinden o hamr-ı murdarı içmeyip (ve lâ temiddûnne ayneyke ilâ mâ mettana bihi ezvacen minhûm zehretûl hayatû d-dünya lineftinehûm fiyhi ve rızku rabbike hayrun ve ebkâ) ayât-ı Kerimesinde olan fermân-ı Hüdâya itâat edip ve Resul Aleyhisselamın emr-i şerifleri olan (Kûn fî d-dûnyâ kâneke garibun ev âbir sebiyle va de nefsike min eshabi l-kubuvr) nasihatiyle âmil ol. Ey nefsi nedâmiye edersen şu dünyânın evveli turâb âhiri harabdır. Ve hâlâlî hesâb ve harâmı azâb olacak Subhanehû ve Teâlâ Hazretlerinin kelâm-ı şerifinde misâl-i dünyayı nice beyân etmiştir. Îz ân kıl kâle Allahû Teâlâ (Înnemâ meselü l hayatû d-dünya ke-mâin enzelnâhü min es-semâi fahtelete bihi nebâtû-l ardı mimmâ ye kulu n nâsu ve l-enâme. Hattâ îzâ ahazeti l-ardı zuhrufehâ vezzeyyenet ve zanne ehlühâ ennehûm gâdiruvne aleyhâ âtahâ emrunâ leylen ev nehâren fe-cealnehâ hasîden keen lem tağne bi l-emsi. Ke-zâlike nufassîlû l-ayâti lî-kavmin yetefekkeruvn.) İmdi benim rûhum hâviye-i amikıye dünyâdan evkât-ı esire melekût hablullahtan gayrıyla erişmek olmaz. Kemâ kâle Allahü teâlâ (Vağtesimuv bi-hablîllahi cemiân) ve sünnet-i resulullah (s.a.v) e mütâbaattan gayrıyla zulumât hevâcesinden halâsa müyesser olmaz. Kemâ kâle Allahû Teâlâ (le-kâd kâne lekûm fi resulillahi usvetün hasenetün) ve Cenâb-ı Vahib ül Atâyâ Hazretleri her-bâr sana tarik-i necâtı fermân buyurmaktadır. Kemâ kâle Allahü Teâlâ (Yâ eyyühellezine amenûv ittekullahe hakka tukatehû ve lâ temûtenne illâ 229

230 ve entüm muslimuvn). Îbn Mesud (r.a) Hazretlerinden Hak Teâlâ suâl olunduğunda Cenâb-ı Mevlâya yani emr-i ilahiyesine itâat edip, isyandan îctinâb etmek ve nîam-ı sübhâniyesine şükr edip şükründen îstikbâr etmemek ve Cenâb-ı Hâlıki her bir hâl ve her anda zîkr edip nisyân etmemektir buyurmuştur. Ve bazı ârifin dahi Hak takva Cenâb-ı Hâlik-ı mevcudât Hazretlerinin emr-i ilâhiyesine itâat ve nevâhiyesinden ictinâb ve Cenâb-ı Seyyîd ül-kevneyn Hazretlerine mûtâbaatla îbâdet edip ve bunun mukâbilinde tevki mükafâttan tâatini tathîr eylemektir buyurmuşlar. Şimdi benim cânımın cânı bu cümle malûmun olduktan sonra, sana nasihatım o dur ki; nûr-u nübüvvet uzamıştır, bidat ve delâlet ehli çoğalmıştır. Însan sûretlerinde görünen şeytânlardan cin şeytanları bile fîrâr edecek dereceye kadar geldi. Her bir hâlimizde Allaha sığındık, Allah muhâfaza eyleye âmin. Benim canım adette bîdat lâ-bese isede mehmâ îmkân terki lazım amâ îbâdette bîdat delâlet ve itikatta bîdat ise küfürdür. Bunda şüphe ve şekk yoktur. İşte zamanımız öyle bir zaman ki itikâdât ve ibâdetlere bidat karışmıştır. Bunun çaresi sâdıkları arayıp bulup ve onlar ile sohbet ederek ibâdet ve itikâdını Ehl-i Sünnet îbâdet ve itikâdına tatbik eylemek lazımdır. Zirâ ehl-i hevâ ve bîdat göklerde dahi uçsa ve deryâda yürüse ve ol dediği farz-ı mahal olarak olmuş olsa ve diril dediği dirîlse înânmamalıdır. Elimizde senedimiz kitap, sünnet, icmâ-i ümmet ve kıyâs-ı fukahadır. Bunun gayrısı delâlettir. İş böyle olunca evvelâ malûmun olsun ki zîkr-i sübhâni için hiçbir had ve hudud yoktur. Nûn u inkâr edenler cehâlet veyâ taassilerdir. Zirâ Cenâb-ı Seyyid ûl mevcudât Hazretlerinin her bir hâlinde hâl ve zamanın iktizâsına göre zâkir olduğu kitap ve sünnetle sâbit olmuş ve bunun inkârı gayrı câizdir. Bu sûretle ehl-i zikir mâdem ki Allah ı zikr ediyor ne sürettle zikr ederse zâkirdir ve sünnet-i seniyyeye muvâfıktır. Ancak zâkîrin itikâd ve zikirde maksad ve rızâsına bakılır. Bununla beraber hâlikıyyet ve rûbubiyyet sıfatı Allaha mahsûs olup mahlûkta bu sıfat yoktur. Bu süretle kullara lazım olan paygamberlerine ve Ehl-i sünnet olan ulemâya inanmalı fakat ittibâ etmek şartıyla ve bunlara da ittîbâ etmeli. Cenâb-ı Mevlâya ibâdet etmek şartıyla ve Cenâb-ı Mevlâya îbâdet etmeli mâsivâyı terk ile maksadı (66) Allah ve rızaullah olmak şartıyla ve enbiyâ ve evliyâyı şefi görüp her bir murâdını Allahtan taleb eylemek şartıyla ve bu ibâdet ve mûtâbaat ve talebini dahi Cenâb-ı Vâhib ûl- Atâyâ Hazretlerinin kerem ve lütf-ü sübhâniyesi olduğunu bilip kendisinde 230

231 kendinin olarak bir mülk bırakmayıp müflis olarak bâb-ı emâne sarılmak şartıyla ve bunun dahi bir nîam-ı ilâhiye olduğunu şükr-ü sübhâniyeden dahi aczini itirafla kemâl-i hayretle bâb-ı emâne sarılmakla netice-i sûluk olup bunu hâl etmekle sa y eylemek elzemdir. Mektuplarımı zâyî etme ve bundan böyle göndereceğim mektuplarımıda sakla yek-diğerine rabt eyleyesin, bunmdan böyle daha ziyâde lazımdır. Zîrâ asıl sûlük sohbettir. Halvette şöhret ve şöhrette de afât vardır buyurmuşlar. Vesselâm. Kâdızâde Şeyh Mehmed Halid Sivasî 231

232 SONUÇ Şeyh Hâlid yıllarında yaşamış mutasavvıf şairlerimizden birisidir. Çocukluğundan itibaren tasavvufî yaşam ile iç içe bir hayat sürmüştür. Nakşi-Üveysi meşrebe mensup bir aileden gelmiştir. Kadızâdeler olarak bilinen sülalesi yaşadığı yer olan Sivas ın önde gelen ailelerindendir. Belli bir dönem kamu görevlerinde bulunan mutasavvıfımız, daha sonra şeyhinin de telkinleriyle bu görevinden ayrılmış ve kendisini sadece mürebbilik hizmeti ile dergahın müridlerini yetiştirmeye adamıştır. Daha çok Divan ı ile tanınan Şeyh Hâlid in, en az onun kadar önemli bir başka eseri de Mektubât ıdır. Bizim çalışmamızın temelini teşkil eden bu eser, Şeyh Hâlid in çeşitli yerlerde bulunan halife ve müridlerine yazdığı mektuplardan müteşekkildir. Bunlar da genelde, Şeyh Hâlid in halife veya müridleri tarafından kendisine yazılan mektuplara cevap mahiyetindedir. Bazı mektuplar, Şeyh Hâlid tarafından halife ve müridlere yapılan vaaz ve nasihat türü konuları içermektedir. Tasavvufta şeyh ile mürid arasındaki ilişki çok önemlidir. Şeyh, yanında bulunan müridlere tasavvufî eğitimi, onlarla yüzyüze görüşüp sohbetler yolu ile bir şekilde sunar. Fakat uzakta olan, yüzyüze görüşme imkânı bulunmayan müridânla bu eğitim, o zamanın şartlarına göre mektuplaşma vasıtasıyla sürdürülmekteydi. İşte Nakşi-Üveysi meşrebli Şeyh Hâlid de müridâna tasavvufi eğitimi bu şekilde sunmaktaydı. Şeyh Hâlid, mektuplarında çoğunlukla akıcı bir dil kullanmaktadır. Muhatabının durumuna göre bazen Arapça ya ağırlık verdiği de olmuştur. Şair kişiliğe sahip bir mutasavvıf olduğundan dolayı bazı mektuplarında şiir ve gazellere de yer vermiştir. Mektuplarında karşı tarafın istifade edeceği bilgileri sunmayı amaç edindiği için sade ve anlaşılır bir dil kullanmıştır. Yeri geldikçe konunun akışına göre bazı deyim ve terkipleri de kullanmıştır. Yazım kuralları açısından bazı yanlışlıklar göze çarpmaktadır. Bazı cümleler anlam olarak tam bir bütünlük arz etmemektedir. Şeyh Hâlid in Mektubât ı tasavvufta Mektubât geleneği içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Bu eserde dinî ve tasavvufî birçok konuya değinilmiştir. Yirmi yedi mektuptan oluşan eserde mektupların birçoğunun kime yazıldığı 232

233 bilinmektedir. Bazı mektuplar ise, isim belirtilmeyip genel olarak ihvâna hitap mahiyetinde yazılmıştır. Nakşi-Üveysi meşrebe mensup olan Şeyh Hâlid, mektuplarının birçoğunda mensubu bulunduğu tarikat hakkında önemli bilgiler vermekte, Üveysilik hakkında genel açıklamalarda bulunmaktadır. Birkaç mektubunda ise tarikat silsilesini ayrıntılı bir şekilde sunmaktadır. Üveysilikte önemli bir yeri olan, Hızır (a.s.) dan da ayrıntılı bir şekilde bahsetmektedir. Tarikat silsilesinin Hz. Peygambere dayandığını belirten Şeyh Hâlid, mektuplarında Hz. Peygambere bağlılığın önemini vurgular ve Hz Peygambere ittiba etmeden hakikâte ulaşılamayacağını belirtir. Çalışmamızda Şeyh Hâlid in hayatı, tarikatı ve eserleriyle ilgili bilgiler verdikten sonra, Mektubât ında ele aldığı dinî ve tasavvufî konular üzerinde durduk. İtikadî konularla ile ilgili öncelikle iman esaslarına yer verdik. Şeyh Hâlid eserinde iman esaslarından ayrıntılı bir şekilde bahsetmiştir. Allah Teâla hakkında genel bilgiler verdikten sonra sıfatlarını tek tek ele almış, daha sora diğer iman esasları üzerinde durmuştur. Peygamberlerin özelliklerini ayrıntılı bir şekilde ele alan Şeyh Hâlid, eserinde bazı Peygamberler hakkında bilgiler sunmaktadır. En önemlisi de Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ile ilgili ayrıntıların ele alınmasıdır. Tasavvufla ilgilenen mürid ya da mürşid kim olursa olsun Hz. Peygamberi kalbinin başköşesine oturtmadan muradına eremeyeceklerini belirtmektedir. Mektubât ta halife ve hilafenin özelliklerini ayrıntılı bir şekilde ele alan Şeyh Hâlid, Hz. Adem in halife seçilmesinden, şeytan ile olan husumetten de bahsederek şeytan ın insanlığın düşmanı olduğunu belirtir. Şeytanın tuzağından kurtulmanın yolunu ise Allah ve Resulüne ittiba, ehlisünnet ve l-cemaat mezhebine intisap, sırat-ı müstakim üzere olan bir tarikata beyat ve bir mürşid-i kâmile bende olmak şeklinde dile getirmektedir. Nakşibendilikte önemli bir yer tutan mürid-mürşit ilişkisine Şeyh Hâlid de mektuplarında sıkça değinmiştir. Seyr ü sûlukun her bir müslümana farz-ı ayn olduğunu belirten Şeyh Hâlid, bir mürşid-i kâmile bağlılığı zorunlu olarak görmektedir. Gerçek bir şeyhte bulunması gereken özellikleri sıraladıktan sonra sûlukun gerekliliğini anlatır. Mektuplarında müridlerine tavsiyelerde bulunan 233

234 mutasavvıfımız, kendilerine telkin ettiği dersleri aksatmamalarını tembihlemektedir. Nefsin hallerini bir şehre benzeten Şeyh Hâlid, her bir merhaleyi ayrıntılı olarak ele almış ve detaylı bir şeklde değerlendirmeye tabi tutmuştur. İnsanın terbiye ve eğitiminde tedriciliğe vurgu yapan sufimiz, kemale ermenin şartını sağlıklı bir din anlayışına dayandırmaktadır. Şiirlerini aşka dair kaleme alan Şeyh Hâlid eserlerinde aşkın hallerini ve aşk erlerinin özelliklerini dile getirir. Şeyh Hâlid in Mektubât ta üzerinde çokça durduğu konulardan biri de zikirdir. Konu hakkında detaylı bilgiler sunan Şeyh Hâlid, zikir sayesinde insan ruhunun kötülüklerden arınacağını ve Allah ın rızasını kazanacağını vurgular. Zikir için belirli bir mekân ve zamanın olmadığını belirten mutasavvıfımız, kişinin istediği her şekilde Allah ı zikredebileceğini belirtir. Eserinde ele aldığı konuları bazen hikâye ve yaşanmış öykülerle desteklemektedir. Mesela Hz. İbrahim in ateşe atılması olayını birçok mektupta dile getiren Şeyh Hâlid, insan-ı kâmil olmanın meşakkat ve zorluğunu belirterek Hz. İbrahim i örnek vermektedir. Netice olarak söylemek gerekirse, Şeyh Hâlid, bu eserinde, Kur an ve sünnet yoluna dayalı bir tasavvuf çizgisi benimsemiştir. Zâhir ilmi ile bâtın ilminin birbirini tamamladığını, her iki ilmin de kişide bulunması gerektiğini kaydetmiştir. Silsilesi Hz. Peygamber e ulaşmayan, bir mürşid-i kâmilin gözetiminde nefsin mertebelerini aşmamış, irşada memur olmamış, sîrete değil sûrete önem veren sahte şeyhlere asla itibâr edilmemesi gerektiğini ısrarla vurgulamıştır. Böylesi çok yönlü ve dengeli bir kişiliğe sahip zatı araştırma konusu olarak seçmemizin insanımızın günümüz problemlerine ışık tutacağı ümidini taşımaktayız. 234

235 BİBLİYOGRAFYA 1301 Sene-i Hicriyesine Mahsus Salname-i Vilayet-i Sivas, Sivas Sene-i Hicriyesine Mahsus Salname-i Vilayet-i Sivas, Sivas Sene-i Hicriyesine Mahsus Salname-i Vilayet-i Sivas, Sivas Algar, Hamid, Mektubât, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara 2004, XXIX/ Altıntaş, Hayrani, Tasavvuf Tarihi, Ankara Arasteh, A, Reza, Aşkta ve Yaratıcılıkta Yeniden Doğuş, ter. Bekir Demirkol ve İbrahim Özdemir, Ankara Arıburnu, Kemal, Sivas Kongresi, Ankara Aşkun, Vehbi Cem, Sivas Şairleri, Sivas Aşkun, Vehbi Cem, Sivas Kongresi, İstanbul Ayhan, Halis, Eğitime Giriş, İstanbul Bozkurt, Nebi, Mektup, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara 2004, XXIX/13. Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf Terimleri Ve Deyimleri Sözlüğü, Ankara Cebecioğlu, Ethem, Nicholson un Kronolojik Esaslı Tasavvuf Tarifleri, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1987.XXIX/ Çelebi, İlyas, Hızır, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1998, XXII/406. Demir, İsmet ve Yıldırım, Hacı Osman, Beşiktaşlı Yahya Efendi Ve Üveysilik, İstanbul Demirci, Mehmet, Sorularla Tasavvuf Ve Tarikatlar, İstanbul Denizli, Hikmet, Sivas Kongresi Delegeleri Ve Heyet-İ Temsiliyye Üyeleri, Ankara Eraydın, Selçuk, Tasavvuf Ve Tarikatlar, İstanbul Eşref, Seyyid Ali, İslam Eğitiminde Yeni Ufuklar, İstanbul Goloğlu, Mehmet, Sivas Kongresi, Ankara Gölçük, Şerafettin ve Toprak, Süleyman, Kelam, Konya Gözütok, Şakir, Tasavvufta Şahsiyet Eğitimi, İstanbul

236 Gümüş, Cengiz, Divan-I Halit (1-70), C.Ü. İlahiyat Fakültesi Bitirme Tezi, Sivas Günaydın, Ahmet Necip, Milli Mücadelede Sivas Ve Mustafa Kemal Paşa 2 Eylül 18 Aralık 1919, Sivas Gündoğdu, Cengiz, Bir Türk Mutasavvıfı Abdülmecid Sivasi, Ankara Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, İstanbul Hergüner, Abdülkadir, Şeyh Halit Divanı, Hayatı Ve Şiirleri, Sivas, tsz. Hûb, Ramazan, Hızır Aleyhisselam, İstanbul İbnu l-arabî, Muhyiddin, İlahi Aşk, ter. Mahmut Kanık, İstanbul Kara, Mustafa, Tasavvuf Ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul Karaman, Fikri, Salname-İ Vilaylet-İ Sivas (Sivas, Amasya, Tokat Ve Karahisar-I Şarki) ( ), İstanbul Kılıç, Hamza, Zikir Ve Tevhid Eğitimi, İstanbul Konur, Himmet, Hasan Sezâi Ve Mektupları Işığında Tasavvuf Hayatı, İzmir Kuşat, Ali, Nefis Mertebelerine Psikolojik Bir Yaklaşım, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Ankara 2002, Sayı:9, Kuşeyri, Abdulkerim, Risâle, haz. Süleyman Uludağ, İstanbul Nasr, Seyyid Hüseyin, Modern Dünyada Geleneksel İslam, ter. S. Şafak Barkçın ve Hüsamettin Arslan, İstanbul Ocak, Ahmet Yaşar, Veysel Karani Ve Üveysilik, İstanbul Ocak, Ahmet Yaşar, İslam-Türk İnançlarında Hızır, Basım yeri ve tarihi yok. Schimmel, Annemarie, Tasavvufun Boyutları, haz. Yaşar Keçeci, İstanbul Şaban, Zeküyiddin, İslam Hukuk İlminin Esasları, ter. İbrahim Kâfi Dönmez, Ankara Şeyh Hâlid, Mektûbât, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi Yazma Eserler Bölümü, no:003. Şeyh Hâlid, Hilafetname, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi Yazma Eserler Bölümü, no:

237 Şeyh Hâlid, Divan, C.Ü. İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi Yazma Eserler Bölümü, no: Ter Haar, Johan G.J., Nakşibendiyye de Manevi Rehberliğin Önemi, Tasavvuf İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, ter. Ahmed Cihad Haksever, Sayı:9, Topaloğlu, Bekir-Yılmaz, Yusuf Şevki-Çelebi, İlyas, İslam da İnanç Esasları, İstanbul Tosun, Necdet, Bahaeddin Nakşibend Hayatı, Görüşleri, Tarikatı, İstanbul Türer, Osman, Anahatlarıyla Tasavvuf Tarihi, İstanbul Tura, M. Nusret, Mektublar, haz. M. E.Kılıç, İstanbul Tûsî, Ebu Nasr Serrâc, el-lumâ-islam Tasavvufu-, ter. Hasan Kamil Yılmaz, İstanbul Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul Uludağ, Süleyman, Hızır, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1998, XXII/410. Öngören, Reşat, Mektup, TDV İslam Ansiklopedisi, Ankara 2004, XXIX/21. Yazıcı, Seyfettin, Temel Dini Bilgiler, Ankara Yıldız, Alim, Şeyh Hâlid Divanı, Sivas Yılmaz, Hasan Kamil, Anahatlarıyla Tasavvuf Ve Tarikatlar, İstanbul

238 EKLER 238

Es-Seyyid Eş-Şeyh Abdülkadir El Abri Hazretleri

Es-Seyyid Eş-Şeyh Abdülkadir El Abri Hazretleri Es-Seyyid Eş-Şeyh Abdülkadir El Abri Hazretleri Asıl adı: Abdülkadir Nesebi: Seyyid( Hazreti Hüseyin(R.A) ın Efendimizin Soyundandır) Doğum yeri ve tarihi:m.1897/h.1315,muş un Bulanık İlçesi Abri(Esenlik)Köyü

Detaylı

Merkez / Bitlis Temel İslam Bilimleri /Tasavvuf Ana Bilim Dalı.

Merkez / Bitlis Temel İslam Bilimleri /Tasavvuf Ana Bilim Dalı. Adı Soyadı Ünvan Doğum Yeri Bölüm E-posta : Bülent AKOT Doç. Dr. Merkez / Bitlis Temel İslam Bilimleri /Tasavvuf Ana Bilim Dalı. bulentakot@hotmail.com EĞİTİM BİLGİLERİ Derece Bölüm Program Üniversite

Detaylı

Abdulü Halik Gucduvanî (k.s.) tarafından zikredilmiş ve tarikatın üzerine bina edildiği asıllar.

Abdulü Halik Gucduvanî (k.s.) tarafından zikredilmiş ve tarikatın üzerine bina edildiği asıllar. Abdulü Halik Gucduvanî (k.s.) tarafından zikredilmiş ve tarikatın üzerine bina edildiği asıllar. Hoş derdem, Nazar ber-kadem, Sefer der-vatan, Halvet der-encumen, Yâd kerd, Baz-keşt, Nigah-daşt, Yad-daşt.

Detaylı

NOT : İMAM-I RABBANÎ Hz. bu mektubu muhterem şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır.

NOT : İMAM-I RABBANÎ Hz. bu mektubu muhterem şeyhi Muhammed Bakibillah'a yazmıştır. 6.MEKTUP MEVZUU : a) Cezbe ve sülûk husulünün beyanı. b) Celâl ve cemal sıfatları ile terbiye almak. c) Fenanın ve bekanın beyanı. d) Nakşibendî tarikatına mensub olmanın üstünlüğü. Belâ ve musibet için

Detaylı

Yayın Değerlendirme / Book Reviews

Yayın Değerlendirme / Book Reviews 343-347 Yayın Değerlendirme / Book Reviews Divan-ı Hikmet Sohbetleri (Editör: Prof. Dr. Zülfikar Güngör.) (2018). Ankara: Ahmet Yesevi Üniversitesi Mütevelli Heyet Başkanlığı Yayınları.* Bülent Kaya**

Detaylı

IÇERIK ÖNSÖZ. Giriş. Birinci Bölüm ALLAH A İMAN

IÇERIK ÖNSÖZ. Giriş. Birinci Bölüm ALLAH A İMAN IÇERIK ÖNSÖZ 13 Giriş DİN VE AKAİT Günümüzde Din Algısı Sosyal Bilimcilere Göre Din İslam Açısından Din Dinin Anlam Çerçevesi İslam Dini İslam ın İnanç Boyutu Akait İman İman-İslam Farkı İman Bakımından

Detaylı

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım. TEMEL DİNİ BİLGİLER 1 Rabbin kim? Rabbim Allah. 2 Dinin ne? Dinim İslam. 3 Kitabın ne? Kitabım Kur ân-ı Kerim. 4 Kimin kulusun? Allah ın kuluyum. 5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu

Detaylı

SEMPOZYUM DAVETİYESİ ve PROGRAMI

SEMPOZYUM DAVETİYESİ ve PROGRAMI SEMPOZYUM DAVETİYESİ ve PROGRAMI Sayfa 2 Kuşadası Kurşunlu Han-Kervansaray Kuşadası Güvencin ada Kalesi Sayfa 3 01-03 Nisan 2016 tarihlerinde gerçekleştirilecek olan Kuşadası ve Civarında Tasavvufî Hayat

Detaylı

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ

5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ 5. SINIF DİN KÜLTÜRÜ ve AHLAK BİLGİSİ Allah İnancı Ünite/Öğrenme Konu Kazanım Adı KOD Hafta Tarih KD1 KD2 KD3 KD4 KD5 KD6 Allah Vardır ve Birdir Evrendeki mükemmel düzen ile Allahın (c.c.) varlığı ve birliği

Detaylı

Selman DEVECİOĞLU. Gönül Gözü

Selman DEVECİOĞLU. Gönül Gözü Selman DEVECİOĞLU Gönül Gözü SİVAS CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ ENGELLİLER BİRİMİ YAYINLARI Yayın No: 4 Editör Prof. Dr. Recep Toparlı Baskı Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Matbaası Kapak ve İç Düzen Sivas Cumhuriyet

Detaylı

2014 YILI KUTLU DOĞUM HAFTASI SEMPOZYUMU HZ. PEYGAMBER VE İNSAN YETİŞTİRME DÜZENİMİZ

2014 YILI KUTLU DOĞUM HAFTASI SEMPOZYUMU HZ. PEYGAMBER VE İNSAN YETİŞTİRME DÜZENİMİZ 1 2014 YILI KUTLU DOĞUM HAFTASI SEMPOZYUMU HZ. PEYGAMBER VE İNSAN YETİŞTİRME DÜZENİMİZ DÜZENLEYEN Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü SEMPOZYUMUN GEREKÇESİ Yüce Allah, tekamül ve gelişime

Detaylı

Şeyh den meded istemek caizmidir?

Şeyh den meded istemek caizmidir? Eusubillahi-mineş-şeytanirrajim Bismillahirr-rahmanirrahim Şeyh den meded istemek caizmidir? Şeyh Eşref Efendi Esselamaleykum ve Rahmetullahi ve Berekatuhu Hazihis Salatu tazimen bi hakkike ya Seyyiduna

Detaylı

Ezan Vakti/Kuran-ı Kerim Pro [Faydalı Android Uygulamalar]

Ezan Vakti/Kuran-ı Kerim Pro [Faydalı Android Uygulamalar] Ezan Vakti/Kuran-ı Kerim Pro [Faydalı Android Uygulamalar] Ezan Vakti uygulaması sadece bir ezan vakti icin yola baş koymuş zamanla gelişerek farkli ozelliklere sahip olmuş çok faydalı ve önemli bir

Detaylı

Temel İslâm Bilimler BÖLÜMÜ. Yrd. Doç. Dr. Ali TENİK Tasavvuf Anabilim Dalı

Temel İslâm Bilimler BÖLÜMÜ. Yrd. Doç. Dr. Ali TENİK Tasavvuf Anabilim Dalı Temel İslâm Bilimler BÖLÜMÜ Yrd. Doç. Dr. Ali TENİK Tasavvuf Anabilim Dalı Eposta: alitenik@harran.edu.tr Telefon: 0414 318 1030 ÖĞRENİM DURUMU Doktora: Ankara Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü. (2007) Yüksek

Detaylı

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim Yusuf Yeşilkaya www.yusufyesilkaya.com yusufyesilkaya@gmail.com 26 Mayıs 1904 tarihinde İstanbul Çemberlitaş ta dünyaya gelen Necip Fazıl, hem kültürlü hem de varlıklı bir ailenin çocuğudur. Dört-beş yaşında

Detaylı

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205) Zikir, hatırlayıp yâd etmek demektir. İbâdet olan zikir de Yüce Allah ı çok hatırlamaktan ibârettir. Kul, Rabbini diliyle, kalbiyle ve bedeniyle hatırlar ve zikreder. Diliyle Kur ân-ı Kerim okur, duâ eder,

Detaylı

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır. İslam çok yüce bir dindir. Onun yüceliği ve büyüklüğü Kur an-ı Kerim in tam ve mükemmel talimatları ile Hazret-i Resûlüllah (S.A.V.) in bu talimatları kendi yaşamında bizzat uygulamasından kaynaklanmaktadır.

Detaylı

1. HAYATI ESERLERİ Divan Vâridât Ankâ-yı Meşrık Devriyye-i Ferşiyye...17

1. HAYATI ESERLERİ Divan Vâridât Ankâ-yı Meşrık Devriyye-i Ferşiyye...17 İÇİNDEKİLER KISALTMALAR...9 ÖNSÖZ...11 GİRİŞ...13 BİRİNCİ BÖLÜM BANDIRMALIZÂDE HÂŞİM BABA HAYATI VE ESERLERİ 1. HAYATI...15 2. ESERLERİ...17 2.1. Divan...17 2.2. Vâridât...17 2.3. Ankâ-yı Meşrık...17 2.4.

Detaylı

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır. 4.MEKTUP MEVZUU : a) Mübarek ramazan ayının faziletleri. b) Hakikat-ı Muhammediye'nin (kabiliyet-i ulâ) beyanı.. Ona ve âline salât, selâm ve saygılar.. c) Kutbiyet makamı, ferdiyet mertebesi.. NOT : İMAM-I

Detaylı

Kitap Değerlendirmeleri. Book Reviews

Kitap Değerlendirmeleri. Book Reviews Kitap Değerlendirmeleri Book Reviews HAK ÂŞIĞI VE HALK OZANI ÂŞIK YOKSUL DERVİŞ Cem ERDEM * İlmin Medinesi Ahmed-i Muhtar Onun kapıcısı Haydarı Kerrar Hakka girer burdan ervah-ı ebrar Erişir onlara fazl-ı

Detaylı

Balım Sultan. Kendisinden önceki ve sonraki Postnişin'ler sırası ile ; YUSUF BALA BABA EFENDİ MAHMUT BABA EFENDİ İSKENDER BABA EFENDİ

Balım Sultan. Kendisinden önceki ve sonraki Postnişin'ler sırası ile ; YUSUF BALA BABA EFENDİ MAHMUT BABA EFENDİ İSKENDER BABA EFENDİ Balım Sultan Bektaşiliği kurumlaştıran önder olarak bilinen Balım Sultan; Hacı Bektaş Veli'nin ilk öncülülerinden Dimetoka tekkesinin posnişini Seyit Ali Sultan'in torunlarindan olup, doğumu 1462 dir.

Detaylı

Revak Kitabevi, 2015 Tüm hakları Revak Kitabevi ne aittir. Sertifika No: 23108. Revak Kitabevi: 30 Bektaşîlik Serisi: 4. Fakrnâme Vîrânî Abdal

Revak Kitabevi, 2015 Tüm hakları Revak Kitabevi ne aittir. Sertifika No: 23108. Revak Kitabevi: 30 Bektaşîlik Serisi: 4. Fakrnâme Vîrânî Abdal Revak Kitabevi, 2015 Tüm hakları Revak Kitabevi ne aittir. Sertifika No: 23108 Revak Kitabevi: 30 Bektaşîlik Serisi: 4 Fakrnâme Vîrânî Abdal Yayına Hazırlayan Fatih Usluer ISBN: 978-605-64527-9-6 1. Baskı:

Detaylı

5 Peygamberimiz in en çok bilinen dört ismi hangileridir? Muhammed, Mustafa, Mahmud, Ahmed.

5 Peygamberimiz in en çok bilinen dört ismi hangileridir? Muhammed, Mustafa, Mahmud, Ahmed. TEMEL DİNİ BİLGİLER 1 Siyer-i Nebi ne demektir? Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) doğumundan ölümüne kadar geçen hayatı içindeki yaşayışı, ahlâkı, âdet ve davranışlarını inceleyen ilimdir.

Detaylı

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ

ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ ESKİ TÜRK EDEBİYATI TARİHİ- 14.YÜZYIL TEMSİLCİLERİ a. 14.Yüzyıl Orta Asya Sahası Türk Edebiyatı ( Harezm Sahası ve Kıpçak Sahası ) b. 14.Yüzyılda Doğu Türkçesi ile Yazılmış Yazarı Bilinmeyen Eserler c.

Detaylı

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ Giriş Ana hatlarıyla İslam dini programı, temel sayılan programlardan sonra daha ileri düzeylere yönelik olarak hazırlanmıştır. Bu programı takip edecek ders

Detaylı

ŞATRANC-I UREFA (Arifler Satrancı) Satranç Hindistan da yaklaşık 1500 yıl önce bulunmuş klasik bir strateji oyunudur. Satranç Sanskritçe de

ŞATRANC-I UREFA (Arifler Satrancı) Satranç Hindistan da yaklaşık 1500 yıl önce bulunmuş klasik bir strateji oyunudur. Satranç Sanskritçe de ŞATRANC-I UREFA (Arifler Satrancı) Satranç Hindistan da yaklaşık 1500 yıl önce bulunmuş klasik bir strateji oyunudur. Satranç Sanskritçe de Çaturanga, dört çatu yol ranga anlamlarına gelir. Şatranc-ı Urefa,

Detaylı

1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir.

1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir. İBADET 1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir. 2 İslam ın şartı kaçtır? İslam ın şartı beştir.

Detaylı

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar 1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar İÇİNDEKİLER KUR AN NEDİR? KUR AN-IN AMACI? İNANÇ NEDİR İBADET NEDİR AHLAK NEDİR KISSALAR AYETLER KUR AN NEDİR? Kur an-ı Hakîm, alemlerin Rabbi olan Allah ın kelamıdır.

Detaylı

Metin 5. Ahmed-i Yesevî nin Menkabevî Hayatı

Metin 5. Ahmed-i Yesevî nin Menkabevî Hayatı 214 215 Metin 5 Ahmed-i Yesevî nin Menkabevî Hayatı Halkın muhayyilesi üzerinde kuvvetli intibalar bırakan her şahsiyet, hattâ daha hayatında iken menkıbesinin teşekkül ettiğini görür. O menkıbeler uzun

Detaylı

Sadık Yalsızuçanlar: İnsanın Hakk a vasıl olması yaşayan bir mürşidin irşadıyla mümkündür Perşembe, 10 Kasım :30

Sadık Yalsızuçanlar: İnsanın Hakk a vasıl olması yaşayan bir mürşidin irşadıyla mümkündür Perşembe, 10 Kasım :30 Tasavvuf, edebiyat ve çeşitli dallardaki kırkın üzerinde eseriyle irfan dünyamıza renk katan, Ülke Tv deki Açık Deniz programıyla da her hafta evlerimize konuk olan değerli büyüğümüz Sadık Yalsızuçanlar

Detaylı

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ

KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ KURAN I KERİMİN İÇ DÜZENİ Kur an-ı Kerim : Allah tarafından vahiy meleği Cebrail aracılığıyla, son Peygamber Hz. Muhammed e indirilen ilahi bir mesajdır. Kur an kelime olarak okumak, toplamak, bir araya

Detaylı

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti Mektub-u Attar Muhammed İlyas Kadiri Razavi tarafından tüm İslami Erkek Kardeşlerine ve İslami Kız Kardeşlerine, Medaris El Medine ve Camiat El Medine nin erkek öğretmenler, erkek öğrenciler, kadın öğretmenler

Detaylı

ŞANLIURFA İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI. Konusu: Urfa Üzerine Yazılmış Şiir Seçkisi

ŞANLIURFA İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI. Konusu: Urfa Üzerine Yazılmış Şiir Seçkisi ŞANLIURFA İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ YAYINLARI ŞEHİR TANITIM YAYINLARI 1 Yayın Adı: Şiir Şehir Urfa Konusu: Urfa Üzerine Yazılmış Şiir Seçkisi Hazırlayan: Mehmet KURTOĞLU Sayfa Sayısı: 160 Toplam Baskı

Detaylı

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ Bu Beldede İlim Ölmüştür Rivayet edildiğine göre Süfyan es-sevrî (k.s) Askalan şehrine gelir, orada üç gün ikamet ettiği halde, kendisine hiç kimse gelip de ilmî bir mesele hakkında

Detaylı

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a): Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a): da: - Yavrum ne oldu niye acele acele camiye koşuyorsun? der. Bu soruya karşılık çocuk - Efendim,

Detaylı

Hacı Bayram-ı Velî nin Torunlarından Şair Ahmed Nuri Baba Divanı ndan Örnekler, Ankara Şehrengizi ve Ser-Güzeşt i

Hacı Bayram-ı Velî nin Torunlarından Şair Ahmed Nuri Baba Divanı ndan Örnekler, Ankara Şehrengizi ve Ser-Güzeşt i Hacı Bayram-ı Velî nin Torunlarından Şair Ahmed Nuri Baba Divanı ndan Örnekler, Ankara Şehrengizi ve Ser-Güzeşt i Yazar Mustafa Erdoğan ISBN: 978-605-9247-81-8 1. Baskı Kasım, 2017 / Ankara 100 Adet Yayınları

Detaylı

هههههههههههههههههههههههههههههههههههههههههههههههههشو ش ر د ر م د م

هههههههههههههههههههههههههههههههههههههههههههههههههشو ش ر د ر م د م Kelimat-ı Kudsiyye Abdülhâlik el-gucdüvânî Hazretleri...(k.s) Tasavvufî terbiyeyi sistematik hâle getirdi. Tasavvufta ilerlemek isteyen sâliklere yapmaları gereken en önemli görevleri sekiz ana başlık

Detaylı

Yıl: 9 [Temmuz-Aralık 2008], sayı: 22 ISSN 1302-3543

Yıl: 9 [Temmuz-Aralık 2008], sayı: 22 ISSN 1302-3543 Ankara 2008 Yıl: 9 [Temmuz-Aralık 2008], sayı: 22 ISSN 1302-3543 İmtiyaz Sahibi Aseray ltd. Şti. adına Aytekin Çelebi Editör Editör Yardımcıları Yrd. Doç. Dr. Halil İbrahim Şimşek Dr. Vahit Göktaş Yayın

Detaylı

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli? Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli? EVLENİRKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİ? Peygamber (sav) Efendimiz den Abdullah ibn-i Ömer RA ın bir hadisini bu münasebetle hatırlayalım, duymuşsunuzdur: (Lâ tenkihun-nisâe

Detaylı

Divan Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları. HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır.

Divan Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları. HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. Divanı vardır. Edebiyatı Sanatçıları Edebiyatının Önemli Şair ve Yazarları HOCA DEHHANİ: 13. yüzyılda yaşamıştır. Din dışı konularda şiir yazan ilk divan şairidir. ı vardır. MEVLANA: XIII.yüzyılda yaşamıştır. Birkaç

Detaylı

Bir insan, nefs kılıcını ve hırsını çekip hareket edecek olursa, akıbet o kılıçla kendi maktül düşer. Hz. Ali

Bir insan, nefs kılıcını ve hırsını çekip hareket edecek olursa, akıbet o kılıçla kendi maktül düşer. Hz. Ali Marifet nefsi silmek değil, bilmektir. Hacı Bektaş-ı Veli Nefsin, azgın bir binek atından daha çok şiddetle gemlenmeye muhtaçtır. Hasan Basri Bir insan, nefs kılıcını ve hırsını çekip hareket edecek olursa,

Detaylı

ÇANAKKALE İLİ GELİBOLU İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2016 YILI 1. DÖNEM (OCAK-ŞUBAT-MART) VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI

ÇANAKKALE İLİ GELİBOLU İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2016 YILI 1. DÖNEM (OCAK-ŞUBAT-MART) VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI Sıra No ÇANAKKALE İLİ GELİBOLU İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2016 YILI 1. DÖNEM (OCAK-ŞUBAT-MART) VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI VAAZ EDENİN VAAZIN ADI SOYADI ÜNVANI YERİ TARİHİ GÜNÜ VAKTİ KONUSU Dr. İbrahim ÖZLER İlçe Müftüsü

Detaylı

bitirdi yılında Yüksek Lisansını bitirdi. Bir ara ihtisas için yurtdışında bulundu. 1990

bitirdi yılında Yüksek Lisansını bitirdi. Bir ara ihtisas için yurtdışında bulundu. 1990 Ethem CEBECİOĞLU 1951 Yılında Ankara da doğdu. 1981 de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitirdi. 1983 yılında Yüksek Lisansını bitirdi. Bir ara ihtisas için yurtdışında bulundu. 1990 yılında Hacı

Detaylı

İmam-ı Muhammed Terkine ruhsat olmayan sünnettir der. Sünnet-i müekkededir.[6]

İmam-ı Muhammed Terkine ruhsat olmayan sünnettir der. Sünnet-i müekkededir.[6] K U R B A N Şartlarını hâiz olub,allah a yaklaşmak amacıyla kesilen kurban;hz. Âdem in çocuklarıyla başlayıp [1],Hz. İbrahim-in oğlu İsmail-in kurban edilmesinin emredilmesi[2],daha sonra onun yerine koç

Detaylı

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri

Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri Kur an-ı Kerim i Diğer Kutsal Kitaplardan Ayıran Başlıca Özellikleri 1 ) İlahi kitapların sonuncusudur. 2 ) Allah tarafından koruma altına alınan değişikliğe uğramayan tek ilahi kitaptır. 3 ) Diğer ilahi

Detaylı

İSLAM AHLAK ESASLARI VE FELSEFESİ

İSLAM AHLAK ESASLARI VE FELSEFESİ Editörler Prof. Dr. İsmail Erdoğan - Doç. Dr. Enver Demirpolat İSLAM AHLAK ESASLARI VE FELSEFESİ Yazarlar Prof. Dr. İsmail Erdoğan Doç.Dr. Enver Demirpolat Doç.Dr. İrfan Görkaş Dr. Öğr.Üyesi Ahmet Pirinç

Detaylı

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız 4. SINIFLAR (PROJE ÖDEVLERİ) Öğrenci No 1- Dinimize göre Helal, Haram, Sevap ve Günah kavramlarını açıklayarak ilgili Ayet ve Hadis meallerinden örnekler veriniz. 2- Günlük yaşamda dini ifadeler nelerdir

Detaylı

ve Manisa Muradiye Kütüphanesi nde iki nüshası Bursalı Mehmet Tahir Efendi

ve Manisa Muradiye Kütüphanesi nde iki nüshası Bursalı Mehmet Tahir Efendi EROĞLU NÛRİ (d.?-ö.1012/1603) tekke şairi Açıklama [eç1]: Madde başlarında şairlerin mahlaslarının olmasına özen gösterilmeli. Ancak şairin tanıtıcı özellikleri virgülden sonra yazılmalı. Açıklama [eç2]:

Detaylı

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır. BÜYÜKLERİN HİKMETLİDEN SÖZLERİ Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır. Buyruldu ki; Faziletli kimseler için (hiçbir yer) gurbet sayılmaz. Cahilin ise

Detaylı

ÖZGEÇMİŞ. Kenan Erdoğan Unvanı. Adı Soyadı. Doçent Doğum Tarihi veyeri Yozgat 01 Mart 1963 Görev Yeri

ÖZGEÇMİŞ. Kenan Erdoğan Unvanı. Adı Soyadı. Doçent Doğum Tarihi veyeri Yozgat 01 Mart 1963 Görev Yeri ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı Kenan Erdoğan Unvanı Doçent Doğum Tarihi veyeri Yozgat 01 Mart 1963 Görev Yeri Manisa Daha Önce Bulunduğu Dicle Üniversitesi Eğitim Fakültesi Araştırma Görevlisi, Celal Bayar Üniversitesi

Detaylı

TOKAT IN YETİŞTİRDİĞİ İLİM VE FİKİR ÖNDERLERİNDEN HAYREDDİN TOKÂDÎ NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI. (Panel Tanıtımı)

TOKAT IN YETİŞTİRDİĞİ İLİM VE FİKİR ÖNDERLERİNDEN HAYREDDİN TOKÂDÎ NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI. (Panel Tanıtımı) TOKAT IN YETİŞTİRDİĞİ İLİM VE FİKİR ÖNDERLERİNDEN HAYREDDİN TOKÂDÎ NİN DÜŞÜNCE DÜNYASI (Panel Tanıtımı) Mustafa CANLI * Tokat ili, topraklarının verimli olmasıyla meşhur olduğu gibi âlimleri ile de meşhur

Detaylı

MÂTÜRÎDÎ KELÂMINDA TEVİL

MÂTÜRÎDÎ KELÂMINDA TEVİL Önsöz Klasik ilimler geleneğimizin temel problemlerinden birine işaret eden tevil kavramını en geniş anlamıyla inanan insanın, kendisine hitap eden vahyin sesine kulak vermesi ve kendi idraki ile ilâhî

Detaylı

penceremi ışığa açıyorum PARMAKLIKLAR ARKASINDAKİ YÜREKLERİ IŞIKLA BULUŞTURUYORUZ

penceremi ışığa açıyorum PARMAKLIKLAR ARKASINDAKİ YÜREKLERİ IŞIKLA BULUŞTURUYORUZ penceremi ışığa açıyorum PARMAKLIKLAR ARKASINDAKİ YÜREKLERİ IŞIKLA BULUŞTURUYORUZ Sosyal birer varlık olmaları itibarıyla insanlar, yeryüzünde var oldukları günden bu yana toplu halde yaşamakta ve birbirleriyle

Detaylı

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Muhammedi Bakibillah'a yazmıştır.

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Muhammedi Bakibillah'a yazmıştır. 16.MEKTUP MEVZUU : Uruc, (yükselme) nüzul (iniş) ve diğer hallerin beyanı.. NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu büyük şeyhi Muhammedi Bakibillah'a yazmıştır. Taleb babında en az duranlardan birinin arzuhalidir.

Detaylı

İçindekiler. Önsöz 11 Kısaltmalar 15

İçindekiler. Önsöz 11 Kısaltmalar 15 İçindekiler Önsöz 11 Kısaltmalar 15 EBÛ MANSÛR EL-MÂTÜRÎDÎ 17 Hayatı 17 Siyasî ve İlmî Çevresi 20 İlmî Şahsiyeti 22 Eserleri 25 a. Kelâm ve Mezhepler Tarihi 25 b. Usûl-i Fıkıh 29 c. Tefsir ve Kur an İlimleri

Detaylı

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a): Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a): - Yavrum ne oldu, niye acele acele camiye koşuyorsun? der. Çocuk da: - Efendim, namaza gidiyorum.

Detaylı

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla (Farz kılınan oruç) sayılı günlerdir. Sizden kim, (o günlerde) hasta veya seferde ise o, (tutamadığı) günler sayısınca başka günlerde

Detaylı

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI DEĞERLER EĞİTİMİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ / SİİRT ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ Bir milletin ve topluluğun oluşumunda maddi

Detaylı

Diğer müritlerin neşeyle elindekileri takdiminden sonra, Aziz Mahmut Efendi, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği üstadına takdim eder.

Diğer müritlerin neşeyle elindekileri takdiminden sonra, Aziz Mahmut Efendi, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği üstadına takdim eder. Hak dostlarından Üftâde Hazretleri(*), bir gün müritleriyle bir kır sohbetine çıkar. Emri üzerine bütün dervişler, kırın rengârenk çiçeklerle bezenmiş yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet çiçek getirirler.

Detaylı

MERSİN İL MÜFTÜLÜĞÜ 2015 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI VAİZİN

MERSİN İL MÜFTÜLÜĞÜ 2015 YILI RAMAZAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI VAİZİN VAİZİN TARİHİ VAKTİ ADI VE SOYADI UNVANI İLÇESİ YERİ KONUSU İbrahim KADIOĞLU İl Müftü Yard. Akdeniz Ulu Camii 17 Haziran 2015 Çarşamba 18 Haziran 2015 Perşembe 19 Haziran 2015 Cuma Yunus GÜRER İl Vaizi

Detaylı

Pir Sultan ABDAL. Sana kıyanlar tarihin kara sayfalarında, sen ise milyonların kalbindesin Ey Ali Aşığı Pir Sultan

Pir Sultan ABDAL. Sana kıyanlar tarihin kara sayfalarında, sen ise milyonların kalbindesin Ey Ali Aşığı Pir Sultan Pir Sultan ABDAL Sana kıyanlar tarihin kara sayfalarında, sen ise milyonların kalbindesin Ey Ali Aşığı Pir Sultan Yaşadığımız çağda da maalesef geçen on dört asırda olduğu gibi oklar, mızraklar yeniden

Detaylı

Doç. Dr. Mustafa Alkan

Doç. Dr. Mustafa Alkan Doç. Dr. Mustafa Alkan, Manisa nın Kula ilçesinde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Manisa da tamamladı. 1988 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi, Fatih Eğitim Fakültesi, Tarih Bölümü nden mezun oldu.

Detaylı

İÇİNDEKİLER İTİKAD ÜNİTESİ. Sorular

İÇİNDEKİLER İTİKAD ÜNİTESİ. Sorular İÇİNDEKİLER Takdim. 9 İTİKAD ÜNİTESİ Din Din Ne Demektir?... Dinin Çeşitleri... İslâm Dininin Bazı Özellikleri... I. BÖLÜM 11 11 11 II. BÖLÜM İman İmanın Tanımı... İmanın Şartları... Allah'a İman... Allah

Detaylı

Question. Masumların (Allah ın selamı üzerlerine olsun) velayet hakkına sahip olduklarının delili Nedir?

Question. Masumların (Allah ın selamı üzerlerine olsun) velayet hakkına sahip olduklarının delili Nedir? Question Masumların (Allah ın selamı üzerlerine olsun) velayet hakkına sahip olduklarının delili Nedir? Answer: Dört ana kaynağa yani Kur an a, sünnete, akıla ve icmaya dayanarak Masumların velayet hakkına

Detaylı

Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesin olarak inanırlar. Bakara suresi, 4. ayet.

Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesin olarak inanırlar. Bakara suresi, 4. ayet. BULUŞ YOLUYLA ÖĞRENME ETKİNLİK Ders: DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ Sınıf: 9.Sınıf Ünite: İslam da İman Esasları Konu: Kitaplara İman Etkinliğin adı: İlahi Mesaj Süre: 40 dak + 40 dak Yine onlar, sana indirilene

Detaylı

7.SINIF SEÇMELİ KUR AN-I KERİM DERSİ ETKİNLİK (ÇALIŞMA) KÂĞITLARI (1.ÜNİTE)

7.SINIF SEÇMELİ KUR AN-I KERİM DERSİ ETKİNLİK (ÇALIŞMA) KÂĞITLARI (1.ÜNİTE) 7.SINIF SEÇMELİ KUR AN-I KERİM DERSİ ETKİNLİK (ÇALIŞMA) KÂĞITLARI (1.ÜNİTE) ÖĞRENCİNİN ADI-SOYADI: SINIFI: NO: 1 1. ETKİNLİK: BOŞLUK DOLDURMA ETKİNLİĞİ AYET-İ KERİME SÜNNET KISSA CENNET TEŞVİK HAFIZ 6236

Detaylı

Yard.Doç. Aralık 2000 İstanbul Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi. Doktora Ekim 1998 M.Ü.S.B. E. Temel İslam Bilimleri Hadis Anabilim Dalı

Yard.Doç. Aralık 2000 İstanbul Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi. Doktora Ekim 1998 M.Ü.S.B. E. Temel İslam Bilimleri Hadis Anabilim Dalı Adı Soyadı: Mustafa KARATAŞ Ünvanı: Doç.Dr. Ana Bilim Dalı: Hadis Ana Bilim Dalındaki Konumu: Öğretim Üyesi E-Posta: mkaratas@istanbul.edu.tr Web: www.mustafakaratas.com ÖĞRENİM DURUMU VE AKADEMİK ÜNVANLAR

Detaylı

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE ÖĞRETMENİ Türk toplumlarında ilk kez medrese denen eğitim

Detaylı

EK-3 ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı : Abdulkuddüs BİNGÖL 2. Doğum Tarihi : 28 Mart Unvanı : Prof. Dr. 4. Öğrenim Durumu : Doktora 5.

EK-3 ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı : Abdulkuddüs BİNGÖL 2. Doğum Tarihi : 28 Mart Unvanı : Prof. Dr. 4. Öğrenim Durumu : Doktora 5. EK-3 ÖZGEÇMİŞ 1. Adı Soyadı : Abdulkuddüs BİNGÖL 2. Doğum Tarihi : 28 Mart 1952 3. Unvanı : Prof. Dr. 4. Öğrenim Durumu : Doktora 5. Çalıştığı Kurum : Artvin Çoruh Üniversitesi Derece Alan Üniversite Yıl

Detaylı

ŞEYH SAFVET İN TASAVVUF DERGİSİ NDEKİ YAZILARINDA TASAVVUFÎ KAVRAMLARA BAKIŞI

ŞEYH SAFVET İN TASAVVUF DERGİSİ NDEKİ YAZILARINDA TASAVVUFÎ KAVRAMLARA BAKIŞI T.C. Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı ŞEYH SAFVET İN TASAVVUF DERGİSİ NDEKİ YAZILARINDA TASAVVUFÎ KAVRAMLARA BAKIŞI Zekiye Berrin HACIİSMAİLOĞLU Yüksek Lisans

Detaylı

TEPEBAŞI İLÇESİ 2016 YILI RAZAMAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI

TEPEBAŞI İLÇESİ 2016 YILI RAZAMAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI S.NO TEPEBAŞI İLÇESİ 2016 YILI RAZAMAN AYI VAAZ VE İRŞAT PROGRAMI VAAZ EDENİN VAAZIN TARİH ADI SOYADI UNVANI YERİ VAKTİ KONUSU Tepebaşı Camii 1 05.06.2016 29 Şaban Nalbant Camii Rahman Camii Ramazan'a

Detaylı

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz. Söylenen her söz, içinden çıktığı kalbin kılığını üzerinde taşır. Ataullah İskenderî Söz ilaç gibidir. Gereği kadar sarf edilirse fayda veriri; gerektiğinden fazlası ise zarara neden olur. Amr bin As Sadece

Detaylı

İÇİNDEKİLER. Takdim... 9 İTİKAD ÜNİTESİ. I. BÖLÜM Din Din Ne Demektir?... 11 Dinin Çeşitleri... 11 İslâm Dini nin Bazı Özellikleri...

İÇİNDEKİLER. Takdim... 9 İTİKAD ÜNİTESİ. I. BÖLÜM Din Din Ne Demektir?... 11 Dinin Çeşitleri... 11 İslâm Dini nin Bazı Özellikleri... IGMG Islamische Gemeinschaft Millî Görüş e. V. İslam Toplumu Millî Görüş Eğitim Başkanlığı İÇİNDEKİLER Ders Kitapları Serisi Takdim... 9 İTİKAD ÜNİTESİ Din Din Ne Demektir?... 11 Dinin Çeşitleri... 11

Detaylı

Anlamı. Temel Bilgiler 1

Anlamı. Temel Bilgiler 1 Âmentü Haydi Bulalım Arkadaşlar aşağıda Âmentü duası ve Türkçe anlamı yazlı, ancak biraz karışmış. Siz doğru şekilde eşleştirebilir misiniz? 1 2 Allah a 2 Kadere Anlamı Ben; Allah a, meleklerine, kitaplarına,

Detaylı

ALİ HİMMET BERKÎ SEMPOZYUMU KASIM Hukuk Fakültesi Konferans Salonu, Kampüs / ANTALYA. Düzenleyenler

ALİ HİMMET BERKÎ SEMPOZYUMU KASIM Hukuk Fakültesi Konferans Salonu, Kampüs / ANTALYA. Düzenleyenler ALİ HİMMET BERKÎ SEMPOZYUMU 23-24 KASIM 2018 Hukuk Fakültesi Konferans Salonu, Kampüs / ANTALYA Düzenleyenler Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Akdeniz Üniversitesi Hukuk Fakültesi Antalya İl Müftülüğü

Detaylı

Senin için gelmesi mukadder olan şeylere hırs göstermen yersizdir. Senin için olmayan, başkasının hakkı olan şeylere, hasret çekmen yakışıksızdır.

Senin için gelmesi mukadder olan şeylere hırs göstermen yersizdir. Senin için olmayan, başkasının hakkı olan şeylere, hasret çekmen yakışıksızdır. Ciddi olarak Allah a isyan etmekten kaçın. O nun rahmet kapısına devam et. Bütün gücünü ve kuvvetini Allah için harca. Taatında sarfet. Yalvar, ihtiyaçlarını O na arz et. Başını önüne eğ, kork, Hak kın

Detaylı

Gençlik Eğitim Programları DAVET

Gençlik Eğitim Programları DAVET Gençlik Eğitim Programları DAVET Gençlik Programları 1. HAFTA DAVET tebliğ nedir, nasıl anlaşılmalıdır? İslam a davetin anlamı Ezber ayeti: Yusuf 108 Davetçi bir Müslüman için İslam ı öğrenmenin, yaşamanın

Detaylı

Ermenek Mevlevihanesi/ Karamanoğlu Halil Bey Tekkesi

Ermenek Mevlevihanesi/ Karamanoğlu Halil Bey Tekkesi Ermenek Mevlevihanesi/ Karamanoğlu Halil Bey Tekkesi PROF. DR. NEJAT GÖYÜNÇ ARMAĞANI 305 Mevlüt ESER Prof. Dr. Yusuf KÜÇÜKDAĞ NEÜ A. Keleşoğlu Eğitim Fakültesi, Sosyal Bilgiler Eğitimi Mevlevilik, Mevlâna

Detaylı

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS KELAM VE İSLAM MEZHEPLERİ ILH

Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS KELAM VE İSLAM MEZHEPLERİ ILH DERS BİLGİLERİ Ders Adı Kodu Yarıyılı T+U Saati Ulusal Kredisi AKTS KELAM VE İSLAM MEZHEPLERİ ILH 210 4 2+0 2 3 Ön Koşul Dersleri Dersin Dili Dersin Seviyesi Dersin Türü Lisans Yüz Yüze / Zorunlu Dersin

Detaylı

AnkaraVilayetiYabanabadKazası ŞeyhlerKaryesi(1.Ş.1256-28EYLÜL 1840)NüfusSayımı

AnkaraVilayetiYabanabadKazası ŞeyhlerKaryesi(1.Ş.1256-28EYLÜL 1840)NüfusSayımı 1 AnkaraVilayetiYabanabadKazası ŞeyhlerKaryesi(1.Ş.1256-28EYLÜL 1840)NüfusSayımı Karye-i Şeyhler ( 175) 1 1 1 Eş-şeyh Mehmed Arif ibn-i El-Hac Şeyh İbrahim Uzun boylu, Kır sakallı 60 2 Oğlu Şeyh İsmail

Detaylı

Edeb Ya Hu! Cumartesi, 03 Ocak :31

Edeb Ya Hu! Cumartesi, 03 Ocak :31 Dünya bilimde altın çağını yaşarken insanlıkta yerlerde sürünüyor. Hayâ kalmamış, saygı kalmamış, sevgi kalmamış, büyüğe hürmet kalmamış. Hayatımızda ne eksik biliyor musunuz? Edeb. Edebe hiç önem vermiyoruz.

Detaylı

PROF. DR. MESERRET DĐRĐÖZ

PROF. DR. MESERRET DĐRĐÖZ 2 Meserret DĐRĐÖZ PROF. DR. MESERRET DĐRĐÖZ ÖZGEÇMĐŞĐ: Enis Alapaytaç ve Hafize Hanım ın kızları olarak 1923 te Tarsus ta doğdu. Đlkokul ve ortaokulu Tarsus ta, liseyi de Đstanbul da Kandilli Kız Lisesi

Detaylı

1. BÖLÜM TASAVVUFA GİRİŞ

1. BÖLÜM TASAVVUFA GİRİŞ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 1. BÖLÜM TASAVVUFA GİRİŞ 1. Tasavvuf Tanımları...13 1.1. Tasavvuf; Tasavvuf İlmi ve Tasavvuf Tarihinin Tanımı...13 1.2. Tasavvuf Tanımları Arasındaki Farklılığın Sebepleri...19 1.3.Tasavvufun

Detaylı

SAHABE2 İSLÂM MEDENİYETİNİN KURUCU NESLİ PROGRAM - DAVETİYE NİSAN SAHABE VE RİVAYET İLİMLERİ- TARTIŞMALI İLMÎ TOPLANTI

SAHABE2 İSLÂM MEDENİYETİNİN KURUCU NESLİ PROGRAM - DAVETİYE NİSAN SAHABE VE RİVAYET İLİMLERİ- TARTIŞMALI İLMÎ TOPLANTI İLAHİYAT FAKÜLTESİ İSLÂM MEDENİYETİNİN KURUCU NESLİ SAHABE2 - SAHABE VE RİVAYET İLİMLERİ- TARTIŞMALI İLMÎ TOPLANTI PROGRAM - DAVETİYE 25-26 NİSAN 2015 C U M A R T E S İ - P A Z A R SAKARYA ÜNİVERSİTESİ

Detaylı

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci; Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : KELAM TARİHİ Ders No : 0070040093 Teorik : 3 Pratik : 0 Kredi : 3 ECTS : 3 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili Öğretim

Detaylı

KÂBE VARAK YALDIZ + LAK ST-D001 KÂBE

KÂBE VARAK YALDIZ + LAK ST-D001 KÂBE KÂBE VARAK YALDIZ + KÂBE ST-D001 RAVZA VARAK YALDIZ + RAVZA ST-D002 Doğmazdı kalbe iman, inmezdi arza Kur an, Meçhul olurdu esmâ, sensiz cânım Muhammed Mâtem tutardı gökler, gülmezdi hiç melekler, Mahzûndur

Detaylı

Hz. Muhammed. (s.a.s.) in Doğumunun 1437 inci senesi vesîlesiyle.. 18 Mart 2008 Lütfi Kırdar Kongre Merkezi

Hz. Muhammed. (s.a.s.) in Doğumunun 1437 inci senesi vesîlesiyle.. 18 Mart 2008 Lütfi Kırdar Kongre Merkezi Hz. Muhammed (s.a.s.) in Doğumunun 1437 inci senesi vesîlesiyle.. 18 Mart 2008 Lütfi Kırdar Kongre Merkezi I.BÖLÜM Dua Şehitler için Salâ Okunması Ehl-i Beyt Muhabbeti Sinevizyon Gösterimi Açılış Konuşmaları:

Detaylı

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ Çukurova University Journal of Faculty of Divinity Cilt 10 Sayı 1 Ocak-Haziran 2010 ÇUKUROVA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ ISSN: 1303-3670 Sahibi

Detaylı

NECİP FAZIL KISAKÜREK

NECİP FAZIL KISAKÜREK NECİP FAZIL KISAKÜREK NECİP FAZIL KISAKÜREK kimdir? Necip fazıl kısakürekin ailesi ve çocukluk yılları. 1934e kadar yaşamı 1934-1943 yılları hayatı Büyük doğu cemiyeti 1960tan sonra yaşamı Siyasi fikirleri

Detaylı

dinkulturuahlakbilgisi.com KURBAN İBADETİ Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

dinkulturuahlakbilgisi.com KURBAN İBADETİ Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com KURBAN İBADETİ Memduh ÇELMELİ KURBAN: AYET ve HADİSLER Biz, her ümmet için Allah ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerlerine onun adını anarak kurban kesmeyi meşru kıldık. İlahınız,

Detaylı

Kur an Kerim ayetlerinde ve masumlardan nakledilen hadislerde arş ve kürsî kavramlarıyla çok

Kur an Kerim ayetlerinde ve masumlardan nakledilen hadislerde arş ve kürsî kavramlarıyla çok Question Kur an Kerim ayetlerinde ve masumlardan nakledilen hadislerde arş ve kürsî kavramlarıyla çok kez karşılaşmaktayız, bu iki kavramdan maksat nedir? Answer: Kuran müfessirleri ayet ve rivayetlere

Detaylı

PEYGAMBERLERE VE İLAHİ KİTAPLARA İNANÇ 7. 10. Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler

Detaylı

Es-Seyyid Eş-Şeyh Abdülhamid El Abri Hazretleri

Es-Seyyid Eş-Şeyh Abdülhamid El Abri Hazretleri Es-Seyyid Eş-Şeyh Abdülhamid El Abri Hazretleri Asıl adı: Abdülhamid Nesebi: Es-Seyyid( Hazreti Hüseyin(R.A) ın Soyundandır) Doğum yeri:muş un Bulanık İlçesi Abri(Esenlik)Köyü Babası: Es-Seyyid Eş-Şeyh

Detaylı

Ders Adı : DİN PSİKOLOJİSİ Ders No : Teorik : 3 Pratik : 0 Kredi : 3 ECTS : 4. Ders Bilgileri. Ön Koşul Dersleri

Ders Adı : DİN PSİKOLOJİSİ Ders No : Teorik : 3 Pratik : 0 Kredi : 3 ECTS : 4. Ders Bilgileri. Ön Koşul Dersleri Image not found http://bologna.konya.edu.tr/panel/images/pdflogo.png Ders Adı : DİN PSİKOLOJİSİ Ders No : 00004003 Teorik : 3 Pratik : 0 Kredi : 3 ECTS : 4 Ders Bilgileri Ders Türü Öğretim Dili Öğretim

Detaylı

dinkulturuahlakbilgisi.com amaz dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

dinkulturuahlakbilgisi.com amaz dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com amaz Memduh ÇELMELİ NAMAZ: AYET ve HADİSLER «Namazı kılın; zekâtı verin ve Allah a sımsıkı sarılın...» (Hac, 78) Namazı kılın; zekâtı verin; Peygamber e itaat edin ki merhamet göresiniz. (Nûr, 56) «Muhakkak

Detaylı

GADİR ESİNTİLERİ -9- Şiir: İsmail Bendiderya

GADİR ESİNTİLERİ -9- Şiir: İsmail Bendiderya GADİR ESİNTİLERİ -9- Şiir: İsmail Bendiderya GADİR ESİNTİLERİ (9) Şiir: İsmail Bendiderya Edit: Kadri Çelik - Şaduman Eroğlu Son Okur: Murtaza Turabi Hazırlayan: D.E.K. Kültürel Yardımcılık, Tercüme Bürosu

Detaylı

GÜNAH ve İSTİĞFAR. Israr etmek kişiyi nasıl etkiler

GÜNAH ve İSTİĞFAR. Israr etmek kişiyi nasıl etkiler GÜNAH ve İSTİĞFAR Israr etmek kişiyi nasıl etkiler Peygamber (s.a.v) Efendimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Hiçbir küçük günah yoktur ki, ısrarla işlenilmeye devam edildiği halde büyümesin. Ve

Detaylı

NİLÜFER İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2012 YILI RAMAZAN AYI ÖZEL VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI

NİLÜFER İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2012 YILI RAMAZAN AYI ÖZEL VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI 24.07.2012 23.07.2012 TESİ 22.07.2012 21.07.2012 RTESİ 20.07.2012 19.07.2012 RAMAZAN TARİH GÜN VAKİT VAİZİN ADI VE SOYADI VA ZIN KONUSU NİLÜFER İLÇE MÜFTÜLÜĞÜ 2012 YILI RAMAZAN AYI ÖZEL VAAZ VE İRŞAD PROGRAMI

Detaylı

50 MİMARİ I TAHİR AĞA TEKKESİ TAHİR AĞA TEKKESİ. Yazı ve Fotoğraf: İsmail Büyükseçgin /

50 MİMARİ I TAHİR AĞA TEKKESİ TAHİR AĞA TEKKESİ. Yazı ve Fotoğraf: İsmail Büyükseçgin / 50 MİMARİ I TAHİR AĞA TEKKESİ TAHİR AĞA TEKKESİ Yazı ve Fotoğraf: İsmail Büyükseçgin / seckinmimarlik@ttmail.com Yazı ve Fotoğraf: İsmail Büyükseçgin / seckinmimarlik@ttmail.com MİMARİ I TAHİR AĞA TEKKESİ

Detaylı

YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERİSTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ HAZIRLIK SINIFLARI (NORMAL VE İKİNCİ ÖĞRETİM) GÜZ MAZERET SINAV PROGRAMI

YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERİSTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ HAZIRLIK SINIFLARI (NORMAL VE İKİNCİ ÖĞRETİM) GÜZ MAZERET SINAV PROGRAMI YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERİSTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ HAZIRLIK SINIFLARI (NORMAL VE İKİNCİ ÖĞRETİM) GÜZ MAZERET SINAV PROGRAMI 13.00-14.15 Sarf ve Nahiv 13.00-14.15 İmla İnşa ve Okuma 1-A-B-C SINIFLARI (NORMAL VE

Detaylı