HO CHİ MİNH... O Vietnam halkının bilge önderi, dünya halklarının Ho Amcasıydı.

Ebat: px
Şu sayfadan göstermeyi başlat:

Download "HO CHİ MİNH... O Vietnam halkının bilge önderi, dünya halklarının Ho Amcasıydı."

Transkript

1

2 Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi Basın Bürosunun 6 Eylül 1995 tarih, 12 sayılı açıklamasını yayınlıyoruz. DERSİM KİNZİR ORMANLARINDA DÜŞMAN ' GÜÇLERİ İLE ÇATIŞMA 4 Eylül 1995 sabah saat 7:00 sularında, Dersim İbrahim Erdoğan Kır Silahlı Propaganda Birliklerine bağlı bir müfrezemiz, bir saldırı eylemi için hareket halindeyken, KİNZİR Ormanları civarında düşman güçleriyle karşılaştı. Düşman güçleri, yaklaşık 10 bin civarında bir askerle bölgede operasyonlarını sürdürüyordu. Düşmanı farkeden müfrezemiz, düşmana saldırıp kuşatmanın oluşturulmasına zaman tanımadan, operasyon bölgesini hiçbir kayıp ve yaralı vermeden terketmiştir. Çatışmanın olduğu bölge gerilla birliği açısından uzun süreli bir çatışmaya uygun değildir. Müfrezemiz ani bir saldırı ile, düşmanın 10 bine yaklaşan gücünün planlı bir şekilde hareket etmesini önlemiş ve düşmana en az 5 kayıp ve birçok yaralı verdirterek hızla geri çekilmiştir. DEVRİMCİ HALK KURTULUŞ CEPHESİ HO CHİ MİNH... O Vietnam halkının bilge önderi, dünya halklarının Ho Amcasıydı. Tüm yaşamı emperyalizme karşı mücadele ile özdeşleşti. Çünkü yaşamının sonuna dek Japon, Fransız ve Amerikan emperyalistleriyle savaştı. Tüm dünya halklarına özveri ve kararlılıkla savaşıldığında yenilemeyecek düşman olmadığını gösterdi. Bugün de dünya halklarının yüreğinde ve bilincinde emperyalizme karşı savaş şiarıdır. O'nu anarken bir kez daha haykırıyoruz: Merhaba, Baskılar, gözaltılar, toplatmalar bu haftada devam etti. Gazetemizin S. sayısı da toplatıldı. üç ay içerisinde 16 kere hasılan Adana büromuz yine basıldı ve büroda bulunan misafirlerden Elazığ muhabirimiz Bahtiyar Konyalıoğlu ve okurumuz Sevim Sarvan 27 Ağustos'da gözaltına alındılar. 28 Ağustos'ta Sevim Sarvan serbest bırakılırken muhabirimiz Bahtiyar Konyalıoğlu gözaltında tutularak daha sonra da tutuklandı. 3 Eylül günü Adana büromuzu yeniden basan polisler gazetemizin 8. sayısına elkoydular. Baskılar ve toplatmalar sürerken dayanışmanın en güzel örneklerinden bir tanesini Buca Cezaevi'nde bulunan DHKP/C tutsakları gösterdiler. Buca cezaevindeki DHKP/C tutsaklarının tüm zorluklara rağmen gazetemizi sahiplenerek 10 milyon lira bağışta bulunmaları bizi duygulandırırken, bu tavrın tüm okurlarımıza sahiplenme konusunda örnek olmasını diliyoruz. Gazetemizin merkez bürosuna birçok misafir gelmektedir. Fakat misafirlerden bazıları bizim için özel önem taşır. Namuslu, onurlu bir yaşam ve özgür vatan için şehit düşen yoldaşlarımızın aileleridir özel önem taşıyan misafirlerimiz. Geçtiğimiz hafta içerisinde Merkez büromuzu iki şehidimizin aileleri ziyaret etti. "Varsa cesaretiniz gelin" diyerek katiller sürüsüne karşı Türkiye halklarının kurtuluş bayrağını asarak direniş destanı yaratan, Çiftehavuzlar'da yeni gelenekler yaratarak ölümü yenen direnişçilerden Eda YÜKSEL'in annesi Merkez büromuzda ziyaret ederek bizi onurlandırdı. Mimar Sinan Üniversitesinde TÖDEF tarafından yeni gelen öğrencilere yardımcı olmak için açılan rehberlik masasında görevli iken gözü dönmüş katiller tarafından 3. katın penceresinden atılarak katledilen ve o günden beri yurdun dört bir tarafında TÖDEF'liler tarafından açılan masalara adı verilen Seher ŞAHİN'in annesi ve babası bizi onurlandıran şehit ailelerinden ikincisiydi. Baskılara, tehditlere ve ödenen bedellere rağmen halkın sesi ve soluğu olmamızı engellemeye çalışanlara inat tüm zorluklara karşın gazetemizi çıkarıyoruz ve tüm okurlarımızı doğal muhabir ve gazetemizin gerçek sahipleri olarak görüyoruz. Sizin sahiplenmenizle zafere doğru daha güçlü adımlarla ilerleyeceğiz. Buna inancımız ve güvenimiz var. Yeter ki biraz daha çaba harcayalım. Nice zorluklara, bedellere, acılara, ihanetlere beraber göğüs gerdik, her seferinde daha kararlı daha güçlü adımlarla yolumuza devam ettik ve edeceğiz. Zafer halaylarında da omuz omuza olacağız. Haftaya görüşmek dileğimizle... DÜZELTME Geçen sayımızda M. Ali Baran'ın "Eminönü Direnişi Bir Okuldu" başlıklı yazısının 3. sayfadaki spotunda "Eminönü işçileri aileleriyle, çocuklarıyla, yaratıcılıklarıyla kendilerini işyeri önünde pasif bir oturma eylemine mahkum etmelerine rağmen..." şeklinde çıkan cümledeki "..etmelerine" kelimesi "...etmemelerine" şeklinde olacaktır. Aynı sayfanın ilk paragrafındaki "Devlet kolkola girenler..." diye başlayan cümle "Devletle kolkola girenler..." şeklinde olacaktır. Keza aynı yanlışlık bu cümlenin spota çıkarıldığı 4. sayfada da tekrarlanmıştır. Ayrıca 4. sayfa, 3. sütunun 9. satırındaki "kozları" kelimesi de "kazanımları" şeklinde olacaktır. Düzeltir özür dileriz.

3 Dublin toplantısında olmak M. Ali BARAN PKK, "Dublin toplantısında yer almak isteriz, bizim de söyleyeceklerimiz var" diyerek, işbirlikçiliği, ihaneti nedenleriyle, KDP'ye karşı bir saldırı hareketi başlattı. PKK, bu saldırısını gerekçelendirirken, birçok şey sayıyor ama bu gerekçeler içerisinde ön plana çıkan, Irak ve Ortadoğu'da ABD'nin planları ve bu planın bir parçası olarak da gündeme sokulan Dublin toplantısıdır. Dublin toplantısı ile ilgili ABD senaryoları olarak birçok plan tartışılmakla birlikte, ABD'nin Kürt sorununa ilgisini daha da arttırdığı, Ortadoğu'daki çıkarları çerçevesinde Barzani ve Talabani ile bu sorunu "çözmek" istediği görülmektedir. Keza, Türkiye oligarşisinin İran'ın, Suriye'nin, Irak'ın Kürt sorunu temelinde farklı hesapları gereği, farklı planları var. ABD'nin bu ülkelerle olumlu ve olumsuz ilişkileri sonucu, gerek bu ülkeler, gerekse Ortadoğu'- da farklı ülkeler nezdinde emperyalist hesapları kapsayacak şekilde, Dublin toplantısını düzenledi. Dublin toplantısının, ABD'nin planları sonucu yapıldığı kimse için sır değildir. Doğrudur, KDP izlediği politikalarla, taktiklerle, girdiği ilişkilerle, Kürt halkına defalarca ihanet etmiştir. Yurtseverlerin, halkın kanını akıtmaktan çekinmemiştir. Ama, Kürt ulusal hareketinin ve milliyetçi örgütlerin, otuz-kırk yıllık tarihi incelendiğinde, bu örgütlerin birbirleriyle çatışmaları, Kürdistan'ın başka parçasında Kürt halkını ezen iktidarlarla işbirliği, hemen hepsinin ortak tavrı olmuştur. Görünüşte herkes Kürt halkının ulusal çıkarlarını savunmakta, bunun için ölmekte, öldürmekte, savaşmakta, hatta, bütün yaşamını Kürdistan'ın kurtuluşuna adamaktadır. Kürt halkını öyle çok düşünüyorlar ki, başka bir ülkenin ilhakı altında bulunan Kürt halkı ezildiğinde, soykırıma uğradığında, kendi yaşadıkları bölgedeki Kürt halkının çıkarlarını ileri sürerek, bunlara sessiz kalmakta ve o zulüm yönetimiyle işbirliği yapmaktan, destek almaktan çekinmemektedirler. Bununla da yetinmeyerek, aynı bölgedeki milliyetçi örgütler, yine Kürt ulusal çıkarları adına birbirleriyle kıyasıya çatışmakta ve binlerce insanı öldürmekte tereddüt etmemektedirler. Şu açık ki, lafızları ne olursa olsun, hiçbir Kürt milliyetçi örgütü bütün olarak Kürt halkının ulusal çıkarlarını ön plana alarak hareket etmemiş ve on yıllardır sürekli olarak, Ortadoğu'daki dengeleri gözönüne alarak geçici ittifaklar ve güçlenme hesapları yaparak, dolaylı veya dolaysız, emperyalizmle, Kürt halkına meşru haklarını tanımayan başka iktidarlarla işbirliği yapmışlardır. Kürt halkının genel çıkarlarına sırt çevirmiş ve kendi bölgelerinde bu güçlere dayanarak iktidar olmak istemişlerdir. "Benim de devletim olsun" daha doğrusu, hükmedebileceği bir bölge ve halk istemi, milli- yetçi kafa yapısının kaçınılmaz sonucudur. Milliyetçiler, iktidar için, ilkesiz, çıkarcı ilişkilere girmekten çekinmez. - Emperyalizmin planları içerisinde halkların kurtuluşunu sağlayacağını düşünenler ve buna uygun strateji ve taktikler geliştirenler, ne birbirleriyle çatışmaktan kurtulabilir ne de emperyalizmin çözüm planlarının dışına çıkabilirler. Barzani ve Talabani'nin geldiği nokta budur. Daha baştan emperyalizme karşı, cepheden tavır alarak ve de halkların birlikteliği ve devrimci bir iktidar için düşünülmeyen her mücadele, yenilgiye veya emperyalizme teslimiyete mahkumdur. Dublin toplantısı, milliyetçiliğin düşünce tarzının, çıkarcılığının ve bu kafa yapısının emperyalizm olgusunu anlayamaması nedeniyle ortaya çıkan bir durumdur. ABD emperyalizmi, Fransa, İngiltere, Almanya vb. bir çok emperyalist ülke, bugün dünyanın birçok bölgesinde bu tür milliyetçi düşünceler üzerine hesaplar yaparak savaşlar geliştirmekte, kendi aralarındaki rekabeti bu yolla sürdürmek istemekte ve bunun için halkları birbirlerine kırdırarak, güçten düşürmektedir. Hiçbir halkın emperyalizme dayanarak, onların desteği ve planlarıyla değil özgürlüğe, özgürlüğün kırıntılarına bile sahip olması mümkün değildir. Emperyalizmin planları içerisinde halkların kurtuluşunu sağlayacağını düşünenler ve buna uygun strateji ve taktikler geliştirenler, ne birbirleriyle çatışmaktan kurtulabilir ne de emperyalizmin çözüm planlarının dışına çıkabilirler. Barzani ve Talabanİ'nin geldiği nokta budur. Daha baştan emperyalizme karşı, cepheden tavır alarak ve de halkların birlikteliği ve devrimci bir iktidar için düşünülmeyen her mücadele, yenilgiye veya emperyalizme teslimiyete mahkumdur. Bu çizgi terek edilmediği sürece başarısızlık, yenilgiler ve ihanetler devani edecek, "emperyalizmin güvencesi ve desteği olmadan kurtuluş olmaz" teorisi yapılacak ve kitlelere emperyalist çözüm kabul ettirilmeye çalışılacaktır. Yaklaşık kırk yıla varan Barzani ve Talabanİ'nin mücadelesinin sonucu Dublin'deki teslimiyettir. Irak'daki Kürt halkı, bu örgütlerin milliyetçi politikaları nedeniyle adeta, emperyalizmin oyuncağı olrnuş, zulüm ve sefaletin yanında, kırılarak, birbirlerine kırdırılarak, bu politikaların yol açtığı işbirlikçiliğin acı sonuçlarını yaşamaktadırlar. Evet, Dublin toplantısı ihanetin açık ve resmi belgesidir. Dublin toplantısı bundan böyle de, milliyetçi örgütlerin, işbirlikçilik politikalarının ve emperyalist hegamonyanın Kürt halkı üzerindeki devamı demektir. PKK, "Dublin toplantısında biz de olmalıydık, bizim de söyleceklerimiz var" derken, aynı zamanda Kürt halkının kurtuluşunu emperyalist çözümlerde gördüğünü belirtmiş oluyor. PKK, Dublin toplantısını ihanet olarak değerlendiriyorsa, ABD emperyalizminin düzenlediği, şu veya bu biçimde emperyalist sistem içerisinde, kendi ekonomik, politik çıkarlarına hizmet eden ve bu doğrultuda bir Kürt federe devletinin dayatıldığı bir toplantıda bulunmak istememeliydi. Tersine, "bu toplantı emperyalizmle işbirliği yapan- ların, hainlerin toplantısıdır, bu tür toplantılar bizim yerimiz değildir" diyerek emperyalizmle arasına kalın duvarlar çekmeliydi. PKK, bu devrimci yaklaşımın tersine "biz de olmalıydık" derken, Kürt halkının özgürlüğü-nü emperyalist dayatmaların ve onların çizdiği sınırlar dışında düşünmediğini göstermektedir. Elbette bugün, Barzani ve Talabani gibi PKK'nin de emperyalizmle aynı tür ilişkiler sürdürdüğünü söylemek mümkün değildir. Ama, çeşitli farklılıklara rağmen, milliyetçi bakış açısı egemenliğini koruduğundan, kurtuluş Ortadoğu'daki dengeler ve emperyalistlerin bu dengelerde oynayacakları rol üzerine kurulduğundan, üretilen politika ve taktikler, bu sistemin dışına çıkamamaktadır. Tersine, emperyalizmin desteğini almak ve güçlenmek temelinde hareket edilmektedir. Dublin'de olmak isteği de bunun sonucudur, PKK, bir süredir Avrupa emperyalistlerinin, özelde de ABD emperyalizminin desteğini almak için çaba sarf etmektedir. Mücadeleye başladıkları tarihten günümüze kadar, emperyalistleri karşılarına almamak için hiç bir emperyalist hedefe dokunulmamıştır. Öyle ki, bu destek için zaman zaman ABD'nin halkların kültürlerine nasıl değer verdiği övgülerinin yapılması dahi ihmal edilmemiştir. Özenle emperyalist çıkarlara zarar vermeme, emperyalizmi karşılarına almama ve desteğini kazanmak için biraz da kabaca yapılan bütün politikalara rağmen, emperyalizmin şimdilik tercihini Barzani ve Talabani'den yana yapması, PKK için uyarıcı olmuştur. PKK'nin Dublin sürecinden dışlanması, yeni açmazlarla karşı karşıya kalması demektir. İşte PKK, Kürt halkının özgürlük sorununu, emperyalist sistemin dışında görmediğinden, Dublin sürecine veya benzerlerine dahil olmak için, milliyetçiler arası iktidar savaşına başvurdu. PKK'nin KDP hedeflerine saldırısı ihanet ve işbirlikçilik gerekçelerinden öte, esas olarak bu temelde ele alınmalıdır. Talabani de Barzani'den daha masum bir işbirlikçi değildir. Ama, güç dengeleri ve çeşitli hesaplar gereği, Talabani değil, Barzani hedeflenmiştir. Talabani ise, şimdilik desteğinden faydalanılarak, gelecekte yeni bir çatışmaya kadar "dost" olarak görülecektir. Milliyetçiler arası iktidar savaşı, birinin kesin egemenliğine kadar hiç bitmeyecek ve farklı koşullarda yeni dostlar ve yeni düşmanlar yaratarak sürecektir. PKK, KDP'ye karşı yeni tavrıyla emperyalizme "ya Dublin sürecinde ben de olurum, ya da bu oyunu bozarım" anlayışıyla hareket etmektedir. Emperyalizme kesin tavır alınmadıkça, emperyalistler için uzlaşılacak örgütün hangisinin olup olmayacağı çok önemli değildir. Onlar kendi çıkarlarının güvenliğini ve geleceğini hesap ederek hareket edeceklerdir. Şimdi PKK, sürece dahil olmak ve Irak'daki Kürt iktidarında söz sahibi olabilmek için silaha başvurmuştur. Ama, amaç emperyalizme karşı savaş olmadığından, emperyalizme değil, Barzani'ye vurmuştur. Emperyalizmin tercihi, bu güçler arasındaki savaşın sonucuna göre yeniden şekillenecektir. PKK da bu süreçten güçlü çıkıp, söz sahibi olmak istemektedir. Emperyalizmin çıkarlarına dokunmadıkça da emperyalizm, bu güçler arasında tercih yapmakta zorlanmayacak, kendisi için en faydalı ve güçlü olandan yana tavır alacaktır. PKK, bu süreci 15 Ağustos Atılımına benzeterek oldukça önemli görmektedir. Evet, önemlidir. Bu sürecin PKK'yi, emperyalist sistem içerisinde çözüm arayışlarını ve bu doğrultudaki politikalarını derinleştirileceği gibi, bu çerçevedeki politikaların çözümsüz olduğunu görüp, emperyalizme karşı tavır alışa da götürme olasılığı vardır. PKK, Barzani ve Talabanı'nin politikalarını ve bu politikaların onyıllarca ne sonuçlar doğurduğunu, bugün hangi aşamaya vardığını doğru tahlil ederse, tavır almadan, onlara karşı savaşmadan, Kürt halkının özgürlüğünün sağlanamayacağını daha erken görür. Ama, bugünkü politikalarda ısrar ederse, Dublin vb. toplantılarla Kürt halkı emperyalistlerin ekonomik, politik ve askeri yönetim ve denetiminden kurtulamayacaktır. Sorun, PKK veya KDP'nin haklılığı haksızlığı veya kimin önce saldırdığı, soyut "kardeş kanı" edebiyatıyla açıklanamaz. Sorun, kim hangi politikanın savunucusudur ve ne sonuçlar yaratmak istiyordur. Elbette, emperyalizmle açık işbirliğine girilmediği, faşizm ve emperyalizme hizmet edilmediği sürece o örgüt, desteklenmelidir. PKK bu konumdadır. Barzani ve Talabanİ'nin ise, ihaneti açıktır. Ama, PKK işbirlikçiler içerisinde tercih yapmıştır. Politika ve taktiklerinde, kimin ne zaman dost ve düşman olduğunun belirsiz olduğu Ortadoğu politikalarına göre hesaplar yapmaktadır. Bu nedenle, bugün dost olanların yarın düşman ve işbirlikçi olmaması için hiç bir neden yoktur. Bu politikalardan ve taktiklerden vazgeçilmesi için anlayış değişmelidir. Anlayış değişmedikçe de, taktik adına bugün işbirlikçi denilenler, yarın dost, bugün dost denilenler ise, yarın işbirlikçi ve hain olacaklardır. Ve bu güçler arasındaki iktidar savaşı çeşitli nedenlerle tekrar tekrar ortaya çıkacak ve sürecektir. Emperyalizm ise, halkların kültürlerini, demokrasiyi, insan haklarını savunma adına, halkları birbirlerine kırdırarak bu zeminde politikalar üretecek, sömürü ve zulmünü devam ettirecektir.*

4 Patronların Sömürü Çarkının Gözdesi Tekstil işçileri Sendikasızlaştırma, işçi kıyımı, sigortasız lık, çocuk işgücü, çalışma mekanının pisliği denildiğinde ilk akla gelen üretim işkolu tekstildir. Ağır sanayisi olmayan, tarımsal ürünleri bile dışarıdan ithal etmeye başlayan Türkiye'de temel ihraç ürünün en başından tekstil ürünleri gelir. Hem iç piyasada, hem dış piyasada pazar imkanları fazla olan bu sektörde atölye fabrika, işçi sayısı gün geçtikçe artmaktadır. İhracaat için aldıkları milyarları da kullanarak onaya yeni yeni tekstil milyarderleri çıkarken, işçilerin sefaleti de buna paralel olarak artmaktadır Bundan 3 yıl önce kabaca yapılan araştır malarda tekstil işkolunda yaklaşık 700 bin işçinin çalıştığı varsayılıyordu. Bu kaba hesap daha çok sigortalı, sendikalı işçi ve maliyeye kayıllı işveren sayısına bakılarak yapılan bir araştırmaydı. Oysa biz biliyoruz ki, tekstil işkolu kaçak işveren ve sigortasız işçi cennetidir Tekstil işkolunda çalışan işçi sayısını tam olarak bilmek mümkün değildir. Sigortasız işçi sayısının fazlalığı, yeni açılan atölyelerle, teks-til de çalışan işçi sayısının 700 bin rakamının en az iki katı olduğu şeklindedir demek yanlış olmaz. Başta İstanbul Adanı Bursa Gaziantep Uşak ve Tekirdağ çevresi olmak üzere ülkemizde tekstil üzerine kurulu binlerce işyeri vardır. Bu işyerleri içinde 2-3 işçi çalıştıran çok sayıda işyeri yanında 5 bin işçi çalıştıran büyük fabrikalarda mevcuttur. Pamuk işlemesinden, kumaş, halı, kilim, battaniye dokumasına boyamadan, örmeye ve buradan konfeksiyona kadar tekstilde çalışan işçiler geniş bir iş çeşitliliğine sahiptirler. Pamuk işlemesi, dokuma, boyama gibi işler daha organize büyük işletmelerde olurken konfeksiyon böyle değildir İşyerleri irili ufaklı düzeyde çok dağınıktır. 21 makine ile bu işi yapmak mümkündür. Bu nedenle adı geçen şehirlerin her bodrum katında, her köşe ve sokağında bu türden atölyelere rastlamak pekala mümkündür. Öncelikle 1980 öncesinde giyim imalatının merkezi İstanbul'da Gcdikpaşa ve Mahmutpaşa iken, '80'li yıllarda Tekstil patronları yoksul halkın yoğun olduğu mahallere atölyelerini kaydırmışlardır. İstanbul'da bugün konfeksiyon atölyelerinin haddi hesabı yoktur. Bir dönem tekstil patronlarının sığınağı olan Merter'den sonra Gaziosmanpaşa da, Bayrampaşa'da, Ümraniye'de, Güneşli'de ve Çağlayan'da yeni Merter'ler yaratılmıştır. Hızla Zenginleşen Tekstil Patronlarının Gerisinde Pis ve Ağır Sömürü Koşulları Yatıyor Tekstil işyerlerinin dışarıdan ilk görünen yanı yukarıda da ifade ettiğimiz gibi sigortasız, sendikasız ucuz işçi çalıştırması, çocuk emeğini yetişkin insan emeği yerine kullanmasıdır. Bunu dahi iyi kavramak açısından çocuk denilebilecek yaştan beri konfeksiyon da çalışan bir işçi anlatımlarına yer veriyoruz. "Adım Hamiyet. 18 yaşındayım. Konfeksiyonda çalışmaya başlayalı 5 yılı geçti. Çalıştığım bu işyeri yedinci mi sekizinci mi oluyor bende sayısını ununuttum. Yalnız bildiğim birşey var ki çok çalışmama ve çok yorulmama rağmen bu işi işten saymamamdır. Önceleri yaşımız tutmuyor diye sigortalı yapmıyorlardı. Şimdi ise alıştırdılar. Kimseye zaten sigorta ödediklerini de sanmıyorum. Birşey istemeyelim diye hallerinden hep yakınırlar. Yok efendim biz çalışmıyormuşuşuz, kazanamıyorlarmış. Kendileri çocukluklarında bizden kat kat fazla çalışırlarmış. Hele böyle patronlara daha çok kızıyorum. Bundan fazla çalışmayı hiç kimsenin kaldıracağını sanmıyorum. Böyle olmasına rağmen haftalık paramızı isterken lütfen istiyoruz. Çalıştığım atölyede kot dikiyoruz. Haftada 65 saatlik ça- Tekstil işyerleri ve tekstil İşçileri hızla çoğalıyorlar. Kısa sürede hızla artan karlar, bu işkolundaki kaynağını sigor tasız, sendikasız işçilerden, çocuk emeğinden alıyor. Örgütsüzlük, köklü mücadelelerin olmayışı patronları daha da cesaretlendirip zenginliklerini arttırırken, işçilerin se faleti artıyor. Teksif, Öziplik İş ve Tekstil bu alandaki sömürünün kol tuk değneği. Sendikasız işçi sayısı sendikalı işçinin 5-6 kat fazlası durumunda. Bu sendikaların ise işçiyi örgütle mek gibi bir derdi yok. Sadece işkolu barajını aşmayı ye terli görüyorlar. Tekstil de bu nedenle statüleri sarsacak sabırlı ve cüretli devrimci bir çalışma kaçınılmaz. dışmaya karşı ben 2 milyon, benden küçük kardeşimin biri 1 milyon biri de 800 bin lira alıyor. En basit olan tuvalet ihtiyacı bile bizim için sorun. Bizim bu 500 Evler semtinde nereyi bulurlarsa işyeri yapıyorlar. Çoğunun tuvaleti yok. Tuvalet için yemek paydosunu bekliyoruz. Çok sıkışıp ardarda tuvalet için eve çıkanlara "kaytardınız denilerek" hele çocuksa, dövülerek işten çıkartılıyor. Bu durumda bir de ailesidövüyor." İlkokuldan sonra çalışmaya başlayan işçi Hamiyet'in anlattıklarına eklenecek fazla birşey yok sanırız. Tuvalet ihtiyacının sorun olduğu, 5 dakikalık çay molasının 6 dakikayı bulduğundan fırtınaların koptuğu bu işyerlerinde bırakalım sigorta talep etmeyi sendikalaşmanın ne tür zorlukları içereceğini tahmin etmek hiç zor değildir. Zaten ucuz ve kalifiye olmayan işçiliğin de yaygın olduğu konfeksiyonlarda bu işyerinden diğerine sürekli bir işçi gidiş gelişi vardır. Dışarıdaki işsiz ordusu ve rekabetine güvenen patron beğenmediği işçiyi hemen kapı dışarı etmekte. Çünkü nasıl olsa kapıda bekleyen başka işçiler vardır. İşyerlerinin önünde asılı olan ve hemen hemen hiç inmeyen "Konfeksiyonda çalışacak overlokçu, çift iğneci, reşmeci, düz, ortacı... işçiler alınacak" yazılı türünden tabelalar hiç eksik olmaz. Sömürünün Dolaylı Ortağı Sendikalar Tekstil işkolunda bugün örgütlü(!) bulunan 3 sendika var. Türk-İş'e bağlı Teksif, Hak İş'e bağlı Öziplik İş ve DİSK'e bağlı Tekstil sendikaları. Teksif bu işkolundaki ilk sendiklardan biri olmasından ve devlet eliyle kurulmuş olmasından dolayı devlet işletmesi olan Sümerbank ve özel sermayeye ait Narin Tekstil, Sentral Mensucat, Yeşim Tekstil, Bozkurt Mensucat vb. gibi büyük işyerlerinde örgütlüdür. 1.5 milyonla ifade edilebilecek tekstil işçileri içinde Tek- sif'in gösterdiği üye sayısı 120 bindir. Bu sayı bile gerçek değildir. Çünkü toplu iş sözleşmesi imzaladığı işçi sayısı ancak 75 bindir. Teksif'le üyesi bulunan işçiler arasında ise derin bir uçurum vardır. Teksif yöneticileri patron-larla işbirliğini, işçi düşmanlığını gizlemeye bile ihtiyaç duymayacak kadar patron adamlarıdır. İşyeri temsilcilerini patrona yağcılık yapanlar arasından seçerek atarlar. Toplu sözleşmelerden işçilerin hemen hemen hiç haberi olmaz. Patronla sendika yöneticileri kendi aralarında ayarlarlar. Bundan dolayı patron sendika yetkililerine her türlü olanağı(!) sağlar. Hak-İş e bağlı Öziplik İş Sendikası ise Hak İş'in yapısı gereği dini kulanan yöneticilerin egemen olduğu bir sendikadır. İşkolundaki varlığı marjinal sayılır. Teksif gibi işkolu barajını aştığı için örgütsüz işçileri örgütlmek gibi bir sorunu yoktur. İziplik İş Sendikasının kağıt üzerinde görünen üye sayısı 30 bindir. Ancak bunun yarıya yakınının naylon üye olduğu sanılmaktadır. Öziplik İş Sendikası DİSK/Tekstil'in faaliyetinin yasaklandığı 1980 yılından sonra bazı ilerici isçilerin kötünün iyisi mantığıyla Öziplik İş Sendikasına üye olmuşlar, yönetimlerinde yer almışlardır. Ancak Öziplik İş'in merkez yöneticileri bu yöntecileri ya kendine uydurmuş yada tasfiye etmiştir. Teksif yerine Öziplik İş'e üye olmak için giden Merter'deki birçok işyerinin işçilerini geçmişte işveren ihbar etmiştir. Yani Öziplik İş hiçbir zaman Teksif'e alternatif bir sendika olmamış. -zaten böyle bir iddiası da yoktur- aksine her fırsatta işçiyi arkadan hançerlemiştir. DİSK'e bağlı Tekstil ise DİSK'in açıldığı 1991 yılından sonra yeniden örgütlenmeye başlamıştır. Üye sayısını çoğaltmak için büyük devlet ve özel isletmeler bulamayan Tekstil daha küçük işyerlerinin işçilerini üye yapmaya başlamış; bu hareketlilikten rahatsız olan patronlar tekstilde işçi kıyımını yoğunlaştırmışlar- dır. İlk başlarda "Ne pahasına olursa olsun Merter'e sendika sokacağız", "sendikaya üye olun sonuna kadar arkanızdayız" diyen Tekstil yöneticileri işkolu barajını aştıktan sonra örgütlenmeyi ve işçileri bir kenara bırakmıştır. Özellikle Tekstil Adana'da Bossa, Teksa, Mensa, Çukobirlik gibi büyük işyerlerinin işçileri Teksif'ten ayrılıp Tekstil'e geçince. Tekstil kendisini daha rahat hissetmiştir. Sendikalaşmaya karşı işçi kıyımlarının olduğu yerlerde ise genel olarak sermayeye şirin ve kavgacı olmayan bir sendika imajı yaratmak için direnişleri tazminat vb. yollarla bitirmeye başlamıştır. Bugün Tekstil'in izlediği politika diğer iki sendikadan farklı değildir. En son Özel Tekstil işçilerinin işten atılmasına karşı patronla yapılan anlaşma bunun basit bir örneğidir. Tekstil İşçilerinin Direnişi Hiç Bitmiyor Tekstil işkolu iş ve işçi hacmi itibarıyla özellikle 1980'li yıllardan sonra çok yaygınlaş-tı. Bu nedenle 80 öncesi sürecte köklü mücadele geleneklerine sahip değildir. İşçileri genç yeni ve 12 Eylül cuntasının amaçladığı bencil, yoz arabesk kültür politikasından önemli ölçüde etkilenmiş kesimdir. Kendi sınıfına ve kendi sorunlarına yabancılaştırılmıştır. Ancak toplumsal muhalefetinin kıpırdanmaya başladığı 1987 yılındın sonra tekstil işyerlerinde çalışan bilinçli işçiler "Neden örgütlenmiyoruz soru sunu sormaya başlamışlardır. Ciddi ve profesyonel bir anlayışla olmasada, demokrat devrimci işçiler 1988 yılında bağımsız bir sendika kurmuşlardır. Ancak bu sendika işyerlerinde ciddi bir örgütlenme yerine daha çok kendi çevresindeki tekstil işçileriyle taban örgütlenmesi diyerek birkaç işyeri komitesi oluşturmuştur. Tekstil İşçileri Sendikası'nın bütün çabası bununla sınırlı kalmış. DİSK Tekstil açılıncada kendini feshetmiştir. DİSK/Tekstil'in açılması da bu işkolundaki mücadeleye bir canlılık katmış, bu kesimde var olan potansiyelin hissedilmesine yardımcı olmuştur. Tekstil'in açılması "Üyelerimiz elden gidecek düşüncesiyle Teksif ve Öziplik İş'i harekete geçirmiş: Tekstil'e üye olmak isteyen işçilere karşı ihbarcılıklarını artırmışlardır. Sendikalaşmanın kokusunu haber alan patronlar bir yanda işçi kıyımına başlarken diğer yanda işyerlerini oradan oraya kaçırmaya çalışmışlardır. Tekstil işçilerinin sendikalaşmasının odak yeri 40 bin işçinin çalıştığı Merter ve bu-nun dışında Güneşli olmuştur. Yaşanan işçi kı-yımına karşı direnişler ilk olarak buralarda ya-şandı. Merter'de 250 işçinin çalıştığı Polar Gi-yim İşçileri uzun mücadeleleri sonucu sendika-laşmayı başarmışlar. Ancak bunun sonunda iş-ten atılmışlardır. Öncü işçilerin işten atılmasınaı karşı dieniş kararı alan Polar işçilerine karşı Tekstil yöneticileri direniş herşeyi mahvedeceği" için atılma sorunun sözleşme masasında hallederiz diye direnişi yalnız bırakmışlardır. Tekstilde Yaşanan İşçi Kıyımı ve Direnişlerden Bazı Örnekler Bursa İnegöl de Akstar Havlu Fabrikası nda Teksif e üye olan 163 işçi Teksif e üye 1993'te işten çıkarıldılar. Uzun süre fabrika önünde oturarak direnen işçiler direnişlerinde somut bir kazanım sağlayamadılar. DYP Gaziantep milletvekili Mehmet Batallı kendisine ait Gaziantep'teki Jütpa Tekstil fabrikasında 1993 Eylül ayında toplam 60 işçiyi işten çıkardı. Asgari ücrete mahkum edilen işçiler atılmadan önce DİSK Tekstil'e üye olmuşlardı. İşçiler kıyıma karşı yaptıkları yasal girişimlerden ise bir sonuç alamadılar. Çatalca'da bulunan Yaşar Tekstil işçileri 1994 yılında Tekstil'e üye oldular. Patron önce

5 baskıları artırdı. Ardından 7 işçiyi işten attı. Bu sayıyı daha sonra 54'e çıkardı. Tekstil'in kararsızlığı sonucu işçiler direnmeden çıkışlarını aldılar. Merter'de bulunan ve 250 işçinin çalıştığı Polar Giyim işçileri 1994 yılında Tekstil'e üye oldular. İşveren sendikalaşamaya önderlik eden işçileri işten alınca fabrikada üretimi durduran işçiler Merter'deki işyerlerinden DİSK Genel Merkezine kadar bir yürüyüş düzenlediler. Bu yürüyüş Polar Giyim işçilerinin Merter'e sendika sokmakta kararlı olduklarının bir ifadesiydi. İşten alılan isçiler geri alındı. Ancak çok geçmeden yeniden kıyım gündeme geldi. İşyerinde sözleşme yetkisini alan Tekstil "Aman kazanımlarımız suya düşmesin mantığıyla işçilerin yeni başlattığı direnişi desteklemedi. Direniş bir süre sonra dağıldı. Adana'da Sena Tekstil işçileri 22 Eylül 1994'te 2 arkadaşlarının "et çaldıkları" gerek-çesiyle işten atılmaları karşısında aileleriyle birlikle eyleme geçtiler. Fabrika içinde üretim durdurularak işgal eylemi yapılırken aileleri de onlara dışarıdan destek verdi. Aralarında bir komite oluşturan işçiler çalışma şartları konu-sunda hazırladıkları taleplerin çoğunu patrona kabul ettirdiler yılından bu yana Tekstil'de her yıl onlarca direniş yaşanmaktadır. Trabzon Giyim, Erenko, Sihaz, Erhaz, Sunteks, Gisa Tekstil, Örmeteks, Ören Çorap, Özel Tekstil Dantel Örme, Turko vs... işyerilerini yenileri izlemektedir. Önüne geçilecek bir barikat oluşturulmadığı müddetçe bu daha da artacak. Kazanım Örgütlü Mücadeleyle Sağlanır Tekstil işçileri sayı olarak bugün işçi sınıf içerisinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Gelecekte bu sayının daha çok artacağı aşikardır. KİT'lerin özelleştirildiği, demirde, çelikte, kömürde, demir ve havayollarında, ormancılıkta, kağıtta vs. daha birçok alanda istihdam olanaklarının daraltıldığı ülkemizde Tekstil işçileri sayısal olarak belirleyici bir dununa gelmiştir. %70 genç işçilerden oluşan bu örgütsüz kesimi görmezden gelinemez. Ortada ağır ve keyfi bir sömürü, bu sömürüye sırtını dayamış sermayenin önemli bir kesimi Sabancılar, Narinler, Çağlarlar, Boyner, Çetinsayalar vardır. Örörgütsüzlükten güç alan bu patronlar bu alanı sö-mürü ve baskının yoğun bir kesimi haline ge-tirmişlerdir. Mevcut sendikalar ise bu işkolun-daki sömürünün koltuk değneğidir. Böylesine sistemli bir baskının ve somürünün uygulandığı Tekstil İşyerlerindeki örgütlenmeyi ciddiye almak zorundayız. Yalnız bu ciddiyet direnişlerin olduğu işyerlerine bir kişiyle bir veya birkaç uğramakla olacak işdeğildir. Bu alandaki örgütlenme ve mücadeleyi profesyonel bir anlayışla ele alarak tek tek yaşanan belli bir yerde yalnızlaşarak tıkanan direnişleri birleştirme ustalığıyla hareket edebil-meliyiz. Israrlarımız karşısında gerçeği kavra-yan genç işçiler soruna daha iyi sarılabilmektedir. Bugün Tekstil işkolunda köklü gelişen, kalıcı olan bir örgütlülük yaratılamamış olmasının nedeni direnişlerin hem birbirinden kopuk oluşu, hem de o işyeri özgülünde çok az sayıda işçinin var olmasıdır. Bu işkolunun bir avantajı düzen sendikacılığının bu iş kolunda fiili bir barikat olamayışıdır. Çünkü 1,5 milyon civarında işçinin çalışlığı bu işkolunda mevcut sendikaların örgütlediği işçi sayısı 200 bini bile bulmamaktadır. Varlıklarını yok edecek kadar geridir. Sendikalar zaten işçilere sınıf çıkarları açısından yaklaşmamakta. Örgütsüz işçiye gitmek gibi bir sorunları dla yoktur. İşçi meclisleri ve işyeri komiteleri perspektifiyle bu işkolundaki sorunların içine girerek mücadeleyi geliştirmeliyiz. Her ilerinde oluş-turulacak işyeri komitesi İşçi Meclisleriyle Tekstil işçileri de örgütlü ve kararlı mücadele leriyle işveren sarı sendika barikatlarını aşıp, kazanımlara ulaşacaktır.* Yüzbinlerce işçi toplu sözleşme kavgasında Sıfır zam" söylentilerinden sonra işçilerin karşısına alay edercesine yüzde 5'lik bir teklifle çıkan iktidarın emekçilere bir şey vermeye niyeti yok. Öte yandan Türk-iş de almaya çol< niyetli, kararlı gözükmüyor. Yü2binler greve çıkmadan, yuzbinler caddelere, alanlara dökülmeden işi bağlamaya çalışıyor. Çünkü her grev, her direniş, her gösteri en az iktidar kadar onların da koltuklarını sarsıyor. Ve çünkü, Türk-İş'te bütün hesaplar kongreye ayarlı Türk-İş yöneticileri koltuk derdindeler. İşçiler, Emekçiler Önümüzdeki günler nasıl gelişirse gelişsin Turk-iş kongresini onlar için küçük çaplı da olsa kabusa çevirmeliyız. Kongre, yuzbinlerin öfkesini boğmaya çalışan her grevde, her toplu sözleşmede işçileri satan sendika ağalarından hesap soracağımız bir zemin olmalıdır. İşçilere, emekçilere hesap vermekten, kulislere delege avcılığına zaman bulamamalılar Bu kez hesaplarını bozalım. Ve hesap soralım Çünkü; İşçi sınıfının bugünkü yaşam koşullarının, yoksulluğunun; İş güvencesi yerine patronların iki dudağı arasından çıkacak söze mahkum edilmelerinin; Potronların ve devletin yüzbinlerce işçiyi sokağa atacak cesareti bulmasının; İşçi sınıfının ülke gündeminden uzak, emekçi halkın diğer kesimlerinin yaşadığı baskı ve sorunlar karşısındaki tavırsızlığının; İktidar üzerinde etkili olacak eylemler yapamamalarının, güçlerini gösterememelerinın sorumlusu; Devletle anlaşan Sendika Ağalarıdır. Sendika Ağaları Dost Görünen Düşmanlardır Başta Bayram Meral olmak üzere sendika ağaları bugünlerde demeç üstüne demeç verip hükümete veryansın ediyorlar. İşçilerin gerçek ücretlerinin cunta yıllarının bile altına lusr esinden, yüzbinlerin sokağa atılmasından işçiler yoksullaştırılırken vurguncuların zenginleştirilmesinden hükümetleri suçluyorlar. Doğrudur, hükmeder suçludur. Ama sendika ağaları da daha az suçlu değildir. Bayram Meral ve avanesi "sesimizi duymuyorlar' diye yakınıp duruyorlar. Oysa Türkiye gerçeğinde işçi sınıfının çıkaracağı güçlü bir sesi duymayacak güçte bir hükümet yoktur ortada. Yönetenler güçsüz, dayanıksızdır gerçekte. Ama o sesin çıkarılmasına önderlik edebilecek bir sendika da yok ortada. Bütün sorun da burada. İşçi sınıfının sesinin daha güçlü çıkmasını engelleyen hükümetler değil, bizzat bu sendika ağalarıdır. Hangi düzen partisinin mitinginde yüzbınler toplanıyor? Sendika ağalarının tüm engellemelerine rağmen işçiler yüzbinlerle toplanıyor oysa. Yani güç var, gücü boğmaya çalışanlar da. İşçi sınıfının öfkesini dizginleyip eylemini yumuşatmaya çalışanların "sesimizi duymuyorlar" demeye haklan yoktur ve bunu söylerken tam bir ikiyüzlülük içindedirler. Sendika Ağalarının Koltuk Kavgasını Sınıfın Düşmanlarıyla Kavgaya Çevirelim Sendika ağaları kongre yaklaştıkça birbirlerini de "pasiflikle", "işçileri satmakla" suçlamaya başladılar. Türk-iş yönetimindeki devrimci, demokrat sendikacıların sesini boğmak, önerilerini etkisizleştirmek için Meral'la "blok" tavır alanlar, işçi sınıfı grevlerde, direnişlerde satılırken tek bir eleştirisi bile olmayanlar, şimdi kotuklarında oturmayı sürdürebilmek için ya da Meral'in koltuğunu kendi altlarına kaydırabilmek için "muhalefet" yapıyorlar. Biri 'Türk-iş'e işçi sınıfını satmayacak bir başkan arıyoruz" diyor.bır diğeri "etkili, insiyatifli başkan" arıyor.sendika ağalarının muhalefetleri sahtedir, sözdedir. Bunu yüzlerine çarpalım kongrede. Devrimci işçilerin muhalefetini kongreye taşıyarak sahte muhaliflerin maskesini alaşağı edelim. Çünkü, devrimci işçi hareketinin muhalefeti karşısında birleşip gerçek yüzlerini ortaya sermekte gecikmeyeceklerdir. İşçiler, Sendikacılarımız Diye Sırtınızda Taşıdıklarınız Bir Avuç Asalak ve Sömürücüdür Her ayın sonunu zor getiren, bazen getiremeyen, borçlarla, taksitlerle sürdürmeye çalıştığınız, işsizliğe terk edilip aşağılanmaya, sefalete sürüklendiğiniz yoksul yaşamınızla sendika ağalarının yaşamını kıyaslamanız bunu görmeniz için yeter. İşçi sınıfını sömürüye karşı korumak için kurulan sendikalar, sarı sendikacılık eliyle bir sömürü aracı haline getirilmiştir. Sarı sendikacılık bir "geçim kapısı" olmayı geçti çoktan, sömürü ve sefahat kapısı oldu. Sömürü, sefahat ve yüzsüzlük o boyutlara vardı ki, işçi sınıfı Jaguarlı sendika başkanlarıyla tanıştı. "Özel tazminat" adı altında yüz milyonlar, milyarlar sendika ağalarının ceplerine aktarıldı. Örneğin '89'da yapılan TEKSİF Genel Kurulu'nda Şevket Yılmaz'a bir yıl için verilen "Özel tazminat" 958 milyon TL. idi. '92'de 1 milyar 200 milyon oldu bu rakam. TEKSİF, YOL-İŞ, TES-İŞ, TEK GIDA-İŞ gibi butun büyük sendikalarda bu yağma sürüyor. Bütün yönetim kurulu üyeleri nasiplendiriliyor bu "tazminat"tan. İşçilere greve çıktığında para vermeyenler gökdelenler yaptırıyor, yurtdışından!?) Genel Merkez'in lüksü için mermer, mobilya ithal ediyorlar. Sendikaları şirketleştirmeye çalışıyorlar. Sendika ağalarına, işçi aidatlarından gaspedilen bu milyarları hatırlatıp 'neyin tazminatı" diye sormanın zamanıdır. Kolu kopan işçinin, iş kazası diye katledilen işçinin tazminatının verilmemesi karşısında kırk dereden su getirenler utanmadan rahat koltuklarında oturma tazminatı alıyorlar. Hükümetlerle enflasyonun altındaki zam oranları için rahatlıkla anlaşıp el sıkışan, sendika ağaları, kendileri söz konusu olduğunda enflasyon hesabını hiç şaşırrnıyor ve maaşlarını durmadan yükseltiyorlar. Ve tüm bu sefahata rağmen milyonlarca işçiden aidatlar tıkır tıkır kesiliyor olmasına rağmen grevdeki, direnişteki işçiler yoksul, perişan, parasız... İşçiler, Dürüst Kalabilmiş Sendikacılar Patronlara ve hükümetlere karşı mücadelemizde aaha özgür ve daha güçlü olabilmek için önce bu bağlardan kurtulmak zorundasınız. Sendika ağaları işçi sınıfı mücadelesinin prangalarıdır. Bayram Meral, yüzbin işçiyle CHP kongresini basacağız diyor. Tavır doğru ve yerindedir. Ama Türk-İş kongresinde aynı silahı sendika ağalarına çevirmeliyiz. Türk-İş yöneticileri böyle bir baskını en az CHP kadar haketmiştir. Türk-iş kongresine kitlesel bir katılım hedeflenmeli ve bu bugünden örgütlenmelidir Kongre salonunu işçilere kapatamazlar. işçilere rağmen sendikacılık yapamaya- Milyonlarca işçiye düzen sendikacılığının barikatlarını aşma çağrısını, düzen sendikacılarının gaspettıği kürsülerden yapalım. O kürsü işçilerindir, sahip çıkalım. Sloganlarımız, hesap soran sesimiz kulaklarından hiç eksik olmasın. Kongreyi sendika ağalarına zindan edelim.*

6 Retrans İşçileri: Gebze Şekerpınar köyünde kuurulu bulunan INCHAPE RET-RANS'ta 18 Haziran tarihinde TÜM-TİS sendikasına üye oldukları gerekçesiyle işten atılan 140 işçiden 95'i yaklaşık 60 gündür jandarmanın, faşist çetelerin her türlü saldırısına rağmen,işlerine geri döneceklerine olan inançlarıyla direnişlerine devam ediyorlar. Azgınca bir sömürünün yaşandığı, insanların saat hiçbir sosyal hakları ve güvenceleri olmadan, mesai adı altında çok düşük bir ücret karşılığı çalışmaya zorlandığı bir işyeri Retrans. Retrans işçileri 60 günlük direnişleri boyunca birçok kez gözaltına alınmaları- na, çadırlarının sökülerek direnişlerinin kırılmaya çalışılmasına rağmen kararlılıkla direniyorlar. Bu saldırılar Retrans direnişçilerinin işverene ve saldıranlara karşı öfkelerini ve kinlerini bilemekten öteye geçmedi. Aksine direnişe başlamadan önce sıradan bir ev kadını olan, bir işçi ve emekçi olmaktan öteye gidememiş insanların giderek militanlaşmasını, dirençlerinin, kararlılıklarının pekişmesini sağladı. Retrans işçileri şimdi adım, adım kazanmaya doğru yürüyor. Saldırılara karşı örgütlü olmak gerektiğini kavrayan Retrans işçileri kurmuş oldukları komiteleriyle bir yandan direniş yerlerini savunmaya çalışırken, diğer yandan da bölgelerinde bulunan sendikaları harekete geçirerek direnişlerini desteklerle güçlendirmeye çalışıyorlar. Gebze'de örgütlü bulunan sendikaların içinde yer aldığı Gebze Sendikalar Birliği (Türk Metal hariç)'nin, 5 Eylül tarihinde yaptığı toplantıda direnişlerini anlatan işçiler, Gebze Sendikalar Birliği'nin di- Retrans İşçileri Anlatıyor Gürsel Genç(Retrans işçisi) Sendikalaşma fikri birkaç arkadaştan çıkmasına rağmen diğer arkadaşlarımız da bu öneriyi sahiplendiler ve hep birlikte bu yola baş koyduk. Bedelsiz hiçbir şeyin elde edilemeyeceğini biliyorduk. Daha baştan bunları göze almıştık. Zaten baştan bunları göze almazsanız hiçbir şey yapmamanız gerekir. Televizyonda her gün bağımsızlıktan bahsediyorlar, ancak Retrans işçilerinin dineşini kırmak için İngiliz konsolosluğundan emir alıyorlar. Bunların bağımsızlığı bu kadar işte. Tüm bu saydıklarımıza rağmen bizler direnişçi işçiler olarak sonuna kadar mücadeleyi sürdüreceğiz ve kazanacağız. Cengiz Tavşan(İşçi Komite Üyesi) Bugüne kadar devamlı olarak işverenler ve devlet tarafından itilip kakıldık. Bugün devletin askeri, elalemin gavurunun çıkarını korumak için dedemle savaşan ve bu ülkeyi işgal eden İngiliz'in çıkarı için bizi dövüyor, çadırlarımızı söküp direnişimizi kırmaya çalışıyor. Biz eskiden direniş yaparken komünist falan oluyorduk. Şimdi direnen insanlara terörist diyorlar. Ancak biliyoruz ki, direnişimizi kırmak ve bizi emekçi halktan tecrit etmek için yapıyorlar bunu. Yaşamım boyunca onursuz yaşayacağıma tek bir gün onurumla şerefimle yaşarım daha iyi. Şunu söylemek istiyorum. Emeğine, ekmeğine sahip olan herkes namusuna, şerefine ve onuruna sahip çıkar. Mücadelemizde en güzel yan direnip kazanmaya olan inancımızdır. Sonuna kadar direneceğiz ve kazanacağız. 55 Yaşında bir işçi eşi: Eşiniz burada çalışıyordu ve işten çıkarıldı. Eşinizin geri dönebilmesi için bir işçi aileşi olarak sizler ne yapıyorsunuz? Burada kalsın hakkını alana kadar mücadelesine devam etsin. 60 gündür konu komşu toplanıp buraya geliyoruz Evde içimiz rahat etmiyor. Bunlar burada sıcakta, yağmurda direnirken evde rahat oturamıyoruz. işveren çok az bir parayla bunları çalıştırmak istiyor, onlat da haklarını alabilmek için yatağı yorganı buraya serdiler. Bu kansız vicdansız işveren bizimkileri 130 bin liraya çalıştırıyor. Bunda vicdan filan yok; Bu para neye yeter. Çocuklar okula gidecek kitap defter almaya para yok. Kış geliyor odun, kömür almaya para yok, Eşlerimiz burada mecburen biz de onların yanına gelyoruz. Çoluk çocuk evde perişan oluyor. Peki vicdansızların gen adımatması için neler yapmalıyız? Biz burada oturup bekleyeceğiz "Kazanan biz olacağız" Peki burada oturup beklemek çözüm mü? Mücadele yapacağız, savaşacağız, bu adamı ortadan kaldıracağız. * renişlerini aktif olarak desteklemesi gerektiğini belirttiler. Ayrıca Polisan grevi ve Asmaş direnişlerinin de desteklenmesi yönünde çağrıda bulundular. Bu çağrı sonucu zaten direnişlerle ilgili olarak toplanan Gebze Sendikalar Birliği: 7 Eylül '95 günü toplanarak bölgelerinde süren grev ve direnişleri desteklemek amacıyla bir bildiri hazırlanmasını ve yaygın bir şekilde dağıtılarak direnişlere halkın da desteğinin katılmasının sağlanmasını kararlaştırdı. Ayrıca Pazartesi veya Salı günü Gebze'de bulunan tüm sendikaların katıldığı bir destek ziyaretinin örgütlenmesini ve bunun yanı sıra grev ve süren direnişleri desteklemek amacıyla Gebze'de bir miting düzenlenmesi, miting tarihinin en kısa sürede tespit edilmesinin kararı alındı. Retrans işçileri alınan kararların eksiksiz hayata geçirilmesi için direniş komitesinin işyerlerini tek tek dolaşarak işçileri ve halkı direnişlerini desteklemeye çağıracaklarını belirttiler. Bu çalışmaların yanı sıra üyesi bulundukları TÜM-TİS Sendikası da direnişe destek amacıyla bir bildiri hazırlayarak Gebze'de yaygın olarak dağıtacak. Retrans işçilerinin direniş içerisinde pişerek, bilinçlendiğini gören işverene, iki kere atılan işçilerden 60'ının geri alınması teklifini götürmüş. Direniş komitesi oy birliği ile bu teklifi reddederek "ya hepimiz işimize geri döneriz, ya da hiç birimiz" diyerek geri çevirmişler. Jandarma görevlileri de "direniş yerini terk et, ben senin işini hallederim" diyerek bazı işçilere tekliflerde bulundu. Ancak, konuştuğumuz işçiler "değil tek tek kişiyi de alsalar bu şekilde kesinlikle direnişimizi bırakmayacağız" diyorlar. "İşveren eğer Retrans'ta barış istiyorsa bunun yolu attığı bütün işçileri işe geri almaktan ve sendikalılaş- mamıza razı olmaktan geçiyor" diyorlar. Direniş hakkında daha geniş bilgi almak için görüştüğümüz TÜM-TİS Sendikası örgütlenme uzmanı Kenan Öztürk şunları söyledi: "Retrans direnişi başladıktan sonra ziyarete gelen insanlar da Retrans işçilerini gördükten sonra, bu direnişten bir sonuç alınmaz diyerek umutsuzluklarını belirtiyorlardı. Retrans işçilerinin arasında ilk defa bir işyerinde çalışanından tutun da MHP'Iİ Refah Partilisi'nden herkes vardı. Ayrıca kendi içlerinde kutuplaşmalar vardı. Ancak bu insanlar iki aylık direniş boyunca büyük bir alt üst oluş yaşadılar. Şu anda direnişe başladıkları noktanın çok ilerisindeler. Bu iki aylık pratik içerisinde Retrans işçileri inanılmaz bir biçimde ilerleyerek militan birer işçi durumuna geldiler. Birçok direniş veya grev direniş çadırı güvenlik güçleri tarafından sökülünce bitmiştir. Bunların birçok örnekleri daha önce yaşanmıştır. Retrans işçileri kurşunlandı, devletin en açık yüzüyle, terörist yüzüyle karşı karşıya kaldı. Jandarma tarafından direniş çadırları iki defa söküldü, jandarma ve polisin tüm tehditlerine rağmen bu da yetmezmiş gibi bir de faşist ülkücü mafya tarafından kurşunlandılar. Ancak işçiler tüm baskı ve provokasyon girişimlerine rağmen direnişlerine kararlılıkla devam ediyorlar. Burada insanlar hemen hemen her şeyi, sendikayı, örgütlülüğü, komiteyi yaşayarak kavradılar. Sistemi biraz daha yakından tanıma, düzen partilerinin kime ve neye hizmet ettiklerini açıkça gördüler. Kimin grev kırıcılığı yaptığını, kimlerin işçi dostu, kimlerin düşmanları olduğunu öğrendiler. Yani kısacası Retrans işçileri bilmedikleri birçok şeyi iki ay gibi kısa bir zamanda direniş alanında öğrendiler."* Üsküdar Belediyesinde İşçi Kıyımı Belediye başkanlığına seçildiği andan itibaren işçilerle uğraşmaya başlayan Üsküdar Belediye Başkanı Yılmaz Bayat işçi kıyımına devam ediyor. Üsküdar Belediyesine bağlı, İcadiye, Ünalan, Ferah ve merkez kreşlerinde çalışan 25 kadın işçiyi 1 Eylül günü kreşlerin özel- leştirileceği gerekçesiyle işten çıkardı. Yönetime gelir gelmez, temizlik işlerini kendi yandaşları olan Albayrak firmasına peşkeş çeken Belediye Başkanı, peşinden 67 işçiyi işten çıkartmıştı. Son olarak Üsküdar Belediyesine bağlı dört kreşin özelleştirileceğini gerekçe göstererek 25 tane kadın işçiyi işten çıkardı. İsten çıkarılan işçileri işten çıkarılmalarını protesto etmek ve işlerine ger dönebilmek için belediye binasının önünde üzerlerinde "Beni Üsküdar Belediyesi Başkanı işten çıkardı". "İşimi, Aşımı Geri İstiyorum", "Okulların Açılma Zamanı İşten Çıkarıldım, Çoçuğumu Okula Gönderemiyoum" yazılı gömlekler giyerek süre-siz oturma eylemine başladılar. Üsküdar Belediyesinde yaşanan işçi Kıyımı üzireni Belediye-İş Sendikası Anadolu yakası şube sekreteri Metin Mutlu ile yaptığımız görüşmede atılan 25 İşçinin Park Bahçeler ve Fen İşleri Müdürlüğüne bağlı olarak çalıştıklarını, Kreşlerde kadro yetersizliğinden dolayı Çalıştırıldıklarını belirtti. Belediye Başkanının gerçek amacının işçi kıyımı yapmak olduğunu, bunun için de hazırlıklar yaptığını, işçilerin ailelerinden kalabilecek! Mirasa kadar araştırma yaptırdığını, özelleştirmeyi kıyım için gerekçe gösterdiğini söyledi.*

7 Tarım-İş Greviyle Kamuda Grevler Başladı "Genel Grev Geliyor" Kamu işyerlerinde ilk grev başladı. Tarım-İş üyesi binlerce tarım isçisi 8 Eylül'de Ankara Bakanlıklar'daki Tarım İşletmeleri Genci Müdürlüğü (TİGEM) önünde kamu işyerlerindeki ilk grevi başlatlılar. Kamuda 9 aydır süren toplu sözleşme görüşmelerinin tıkanması üzerine 29 Ağustos'ta Türk-İş Kamu Koordinasyon Kurulu tarafından alınan kararlar doğrultusunda başlayan Tarım-İş grevi grev kararırım ertelendiği OHAL Bölgesi dışındaki tüm illerde aynı gün yürürlüğe girdi. Tarım-İş grevinin başlamasıyla yaklaşık 700 bin işçinin hükümetle sürdürdüğü toplu sözleşme kavgasında yeni bir aşamaya girilmiş oldu. Kamu Koordinasyon Kurulunun aldığı karar gereği en geç 20 Eyül'e kadar kamuda Türk-İş'e bağlı tüm sendikalar aynı şekilde grev kararı alarak Ankara'da başlatacaklardı. Tarım İşçileri Ankara'ya Aktı 9 Eyül günü Bursa, Aydın, Uşak, Balıkesir, Muğla, Burdur, Manisa, Malatya, Kayseri, Sivas, Kars, Iğdır, Erzincan, Çorum, Trabzon, Gi-resun, Şanlıurfa, Ordu, İçel, antalya il ve ilçele-rinden gelen tarım işçileri sabahın erken saatle-rinden itibaren Karanfil Sokak'taki Tarım İşlet-meleri Genel Müdürlüğü önünde toplanmaya başladılar. "İşçiler elele, Genel Grebe", "İşçi- başladılar. "İşçiler Elel, Genel Greve", "İşçi-yiz, Haklıyız, Kazanacağız", "Kahrolsun IMF. Bağımsız Türkiye", "Ankara Ankara Duy Sesi-mizi, Bu Gelen İşçinin Ayak Sesleri" sloganlar-rını atan yaklaşık 4 bin tarım işçisi Ankara'ya hükümetin gaspettiği haklarını almak için gel-diklerini ve almadan gitmeyeceklerini dile ge-tirdiler. Tarım-İş Genel başkanı Sabri Özdeş burada yaptığı konuşmada hükümetin işçilere sadaka vermeye kalktığını, işçilerin ise emeklerinin karşılığını, alınterini istediğini söyleyerek Baş-bakan Tansu Çiller'in uygulamalarıyla işçileri greve ittiğini belirtir. Adı geçtiğinde Tansu Çiller'i yuhalayan işçi-ler sık sık "Hükümet İstifa", "Kahrolsun IMF, Bağımsız Türkiye" sloganlarını attılar. Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral'de konuşmasında hükümetin işçilerin yolunu keseceığine, haklarını vermesi gerektiğini söyleyerek Ankara'ya gelen işçilerin polis tarafından yollarının kesilmesi ve kimliklerinin alınmasını kına-dı. "94 yılında fedakarlık yaptıklarını, bundan sonra fedakarlık yapamayacaklarını belirten Bayram Meral enflasyonun yüzde 150'yi buldu-ğu, bu durumda hükümetin ya inflasyonu dü-şürmek yada işçilerin emeğinin karşılığını ver-mek zorunda olduğunu söyledi. Bayram Me-ral'in sözlerindeki en önemli nokta 20 Eylül'de greve çıkacak bütün işçilerin Ankara'ya geleceğini söylemesiydi. Bu işyerinde Grev Vardır" pankartı alkışlar ve sloganlarla Tarım İşletmeleri Genel Müdür-lüğü önüne asılırken işçiler davul-zurna eşliğinde halaya durdular. Daha sonra Sakarya Caddesi ve Tuna Ceddesi güzergahini izleyerek Türk- İş önüne giden işçiler yol boyunca halk tarafından alkışlandılar. 8-9 Eylül gecesini Türk-İş önünde geçirecek olan işçiler 9 Eylül günü topluca CHP Kuruluta-yı'na giderek CHP'nin verdiği sözleri yerine getirmediğini hatırlatacak ve hükümetten ayrılmasını isteyecekler.* Sosyalist İktidar Gazetesi Eminönü Direnişinden Bi Haber mi? Bir eleştiri yapılırken değerlendirmenin doğru olabilmesi için sınıf mücadelesinin içinde olmalı, ona yön vermeye çalışmalı, işçi sınıfı mücadelesinin dünü- bugünü, olumluluk ve olumsuzlukları iyi tahlil edilmelidir. Çünkü eleştiri ve değerlendirmelerinizde bu sorumluluğu duymak zorunluluktur. Yapılan eleştirilerin, dostluğun hele hele "sosyalistliğin" gereği olarak açık net yapılması, tüm samimiyetin ortaya konması, muğlak-ağdalı ifadelerden kaçınılması bir görevdir, bir sorumluluktur. Canlı pratiğin gerçekleri karşısında direnişlerin, kendi kafalarındaki ideallere denk düşmemesi her şeyin reddini getirmemeli, sınıf mücadelesinin çok yönlülüğü kavranmaldır. Yaşam ideallerdeki kadar dümdüz, tek bir yönü bulunacak kadar basit değildir. Değerlendirmelerden biri de "Sosyalist İktidar Gazetesi'nin" 14. sayısında yayınlanan "İhaneti unutmayacak; affetmeyeceğiz" başlıklı Eminönü direnişinin değerlendirildiği yazıdır. Öncelikle Sosyalist İktidar Gazetesi (SİG) çevresinin direnişi kendi anladıkları çalışma tarzında ve güçleri oranında desteklemelerinin olumluluğu ifade edilmelidir. Bu çevre direnişin başından sonuna direnişin yakın dostu olmasına, direnişçi işçilerin sürekli yanında olmalarına rağmen, Eminönü direnişinin olumsuzluklarını oldukça abartarak, bundan da önemlisi sorumluluğunu unatarak oldukça önemli olumluluklarını görmezden gelerek, işçi sınıfının mücadelesine yabancı olduğunu ortaya koymuş, direnişi ve kazanımlarını sığ, dar, duygusal bakış açısı nedeniyle anlayamamıştır. Sonuçta SİG'deki yazıda "sermayeye ve uzlaşmacı sendikacılığa karşı verilen mücadele kaybedilmiştir" gibi bir belirleme yapılmıştır. Öncelikle eylem ve direnişlerin kayıp ve kazanımları; taleplerine, kamuoyundaki yerine, düşmanla irade çatışmasının boyutuna, sınıfa ve özelde kendi işkolunun mücadelesine-onun boyutuna, bunlara ne kalıp katmadığına, düşmanların politikalarını bozup bozamadığına göre değerlendirilir. Oysa SİG tüm bunları atlayarak "265 işçi atıldı, hepsi geri alınmadı" gibi direnişin birtek yönüne takılarak, basit sığ, yüzeysel bir değerlendirme ile ucuz keskinlik yapıyor. Böyle bir mantık açıktır ki sınıfa yabancı, onun mücadelesini ve genelde sınıf mücadelesinin karmaşıklığını kavrayamayan, "ak ya da kara" mantığından kurtulamayan işçi sınıfı mücadelesinin içinde olduğu evreyi göremeyen düz bir mantıktır. Eminönü Direnişi, sürecin, sınıfın, hizmet işkolu mücadelesinin yüzakı olmuştur. Elbette 265 işçinin işine geri dönememesi, hatta direni- şin sonuna kadar var olan 142 işçinin tamamının geri alınamaması bir olumsuzluktur. Ve hem direniş komitesi ve hem de Ölüm orucuna yatanlar bunu açıkça ortaya koymaktadır zaten. Ama buna rağmen yine de "...kaybedilmiştir", "Direniş satılmıştır" gibi belirlemeler yapılamayacak kadar açık ka2anımlarla biten bir direniş olmuştur Eminönü direnişi. Ki bunu 4 Ağustos tarihli ve 11 sayılı gazetenizin arka sayfasında "Eminönü işçisi şimdiden kazandı" diyerek başlığa çıkarmış ve peşinen ilan etmiştiniz. Peki iki haftada ne değişti; "kazanım'ın adı "ihanet" oldu? Sorununuz nedir, açık olmanız gerekir. Biz söyleyelim. SİG'ın sorunu sadece yazmak, kağıt üzerinde "hatasız", "eksiksiz" "mükemmel" direnişler yaratmak(!), bunları eksiksiz "zaferlerle sonuçlandırmaktır.(!)... SİG sınıf mücadelesinin karmaşıklığını, aynı zamanda eksikliğinde, zaferinde yaşanabileceğini anlayamıyor. Nasıl anlasın ki? Onlarda yaşamı yorumlamaya değil, yaşamı değiştirmeye adım atsalar belki anlayacaklar, ama henüz bu adımı atmamışlar ve anlamıyorlar. Direnişçiler örgütlü güçleriyle yaşamı şekillendirmeye çalışıyorlar. Kağıt üzerinde görülmeyen onlarcayüzlerce sorunla uğraşıyorlar. Yalpalamaları kararlılığa, kararlılığı çatışmalara dönüştürmeye çalışıyorlar. Oysa SİG, eksik olursa, yanlış olursa en fazla silgi ile yazdıklarını düzeltiyor. İşte aradaki farkta bu. Ve kuşkusuz ki kağıt üzerinde onlarcayüzlerce silip çizmedense, yaşamın ve mücadelenin içinde düşüp-kalkmak tam korkmadan ilerleme cesaretine sahip olanlar proleterya'nın gerçek dostlarıdır. Yine aynı yazıda bulanıklaştırılmaya çalışılan bir diğer konuda sendikacıların fonksiyonudur. Yazılandan anladığımız kadarıyla "sendikacılar" denilip tüm sendikacıları aynı kefeye koymak ve ayrıca direniş içinde sürekli "uyarmalar yapan, direnişin doğru bir rotaya girmesi için çaba sadeden "sınıf sendikacılığı" gibi bir çalışmadan bahsediyor- lar... SİG özellikle bu konuda açık davranmamış, ne söylediğini, kimi eleştirdiğini açık bir halde koymamış, adeta suyu bulandırarak balık avlamaya çalışmıştır. SİG "sosyalist" misyonuna uygun davranarak açık konuşmalıdır. Kimdir bu sendikacılar? Kimdir bu "sınıf sendikacılığı" oluşumu? Direnişin değerlendirmesi Genel- İş 7 No"lu Şube ayrı bir yere konularak yapılmak zorundadır. Her gün, her saniye adım adım hücre hücre ölüme gitmeyi göze alacak kadar işçi sınıfının mücadelesine inanmış. düşmanından nefret eden insanların değerledirilmeleri yapılırken saygısızlık kimsenin haddine düşmez. Mücadelenin bedelini ödeyenler her zaman öncelikle konuşma hakkına sahip olacaktır. Herkes gösterdiği emek kadar konuşma hakkına sahiptir. AçIrğa ve ölüme geniş anlamıyla adalete ve özgürlüğe yatırılmış bedenler kalem darbeleriyle kirletilemez, kirletilmemelidir Ölüm orucu direnişçileri sadece 3 işçi değil aynı zamanda direnişin önderi olan Genel-İş 7- No'lu Şubenin yöneticileridir bu gerçek kimse tarfından yadsınamaz. SİG'in yazısı kısa olmasına rağmen bu türden verilebilecek onlarca örnekle doludur, o yüzden uzatmayalım. Anlaşılan o ki SİG işçiler öleceğiz dedi, o halde hepsi ölene kadar direnişi bırakmamalıydı gibi kaba, sığ ve faydacı bir anlayışla direnişe yaklaşıyor. SİG bu tür ucuzluklar, keskinlikler yerine işçi sınıfının mücadelesiyle ilgili "zaferlerle dolu engin tecrübeleriyle" işçi sınıfına gider ve zafer kazanırlarsa veya bu kazandıklarını anlatırsa yazıp, çizdikleri sözler daha bir anlamlı olur. Sınıf mücadelesinin gerçekleri SİG'in kafasındakilere uymuyorsa, değişecek olan sınıf mücadelesinin gerçeği değil, SİG'in kafasıdır, anlayışıdır. Hırçınlığın, duygusallığın, kağıttan pürüzsüz "zaferlerin" anlatıcısı mı olacaksınız yoksa ptatik mücadelenin içinde eksikleri de olsa zaferler yaratarak daha ileri zaferlere mi hazırlanacaksınız? SİG ucuz keskinlik yapmaktan vazgeçip bu sorunun cevabını vermelidir.*

8 Sarı sendikacılığı direniş mevzilerinden vurmalıyız Eminönü işçileri "Her Şeye Rağmen" kazandılar. "Her şeye rağmen"...eminönü direnişindeki bu nitelik, işçi sınıfı mücadelesinin özellikle bugünü için belirleyici anlamı olan bir yandır. Mücadelenin güzergahı bir yerde bu nitelikte somutlanıyor. Bu "her şey" devlettir, patronlardır, onların beslemesi faşistler, grev kırıcılarıdır, devletin polisi, askeridir ve düzen sendikacılarıdır, işçi sınıfının dost görünen düşmanlarıdır. Halkların mücadele tarihinden gelen bir politik çizgi vardır, herkes bilir ve söyler: Revizyonizme ve reformizme karşı mücadele faşizme karşı mücadeleden ayrılmaz. Sarı sendikacılığa karşı mücadele de bu muhtevada ele alınması gereken bir mücadeledir. Adına ister sarı sendikacılık, ister devlet ya da düzen sendikacılığı denilsin, ister reformist sendikacılık, hepsi aynı kategoridedir. Hangi gerekçeyle, ya da hangi biçim altında olursa olsun bunun ertelenmesi, savsaklanması, işçi sınıfının saflarındaki tahribatın büyümesinden başka bir sonuç vermeyecektir. Eminönü direnişçileri, direnişleriyle karşı karşıya olunan pek çok tehlikeyi, sapmayı ve ne yapılması gerektiğini, bugünün güncelliğinde ana hatlarıyla bir kez daha berraklaştırdılar. Sorun yalnız Eminönü değildir aslında. Eminönü direnişinde bir kez daha açığa çıkanların işçi sınıfının mücadelesi açısından genel bir özellik taşıyor olmasıdır. Bu anlamda da elde edilen sonuca "zafer denilip denilmeyeceği gibi tartışmalardan çok bu genel dersleri üzerinde durulmalıdır. Halkın düşmanları hiçbir gelişmeyi şansa, kendiliğindenliğe bırakmama çabasındalar. En küçük bir eylemde bile düşman tüm güçlerini, kurumlarını harekete geçiriyor. Çünkü ülkede en küçük bir eylemin, sıradan görünen bir protestonun bile bir kıvılcıma dönüşebileceğini görüyor ve yaşıyor. "Halkın dostları" ise ne yazık ki bunu görmekten uzak. Oysa görmek ve görmenin ötesinde, süreçte izleyici olarak değil, müdahale eden, yön veren güçler olarak yer almak gerekiyor. Hep yüzbinlerin harekete geçmesini bekleyerek devrimci politika yapılmaz. Devrimci politika yalnızca yüzlerin harekete geçtiği, ama yüzbinleri harekete geçirebilecek potansiyeli de taşıyan gelişmelere yön verebilmektir bir yanıyla... Yaşanıldığı süreçte hemen hiçbir direnişin, eylemin yüklendiği veya yüklenebileceği rolü göremeyip onu ancak "Yaşasın Direnişimiz" deme aşamasında sahiplenme, Türkiye solunun karakteristik özelliklerinden biridir. '84'ün ölüm oruçlarından '87 Nisan'ının gençlik yürüyüşlerine, Gazi'den Eminönü'ne kadar böyledir bu. Direnmenin, radikalliğin, "ne olursa olsun" diyebilen çıplak sınıf tavrının, "her şeye rağmen" kazanma kararlılığının gücüne, etkisine bir türlü inanmamaktadırlar çünkü. Bu türde kendi deneyimleri olmadığı gibi, yaşanılan örnekleri de "istisnai" diye değerlendirme eğilimindedirler. "Yaşasın Direnişimiz" aşamasındaki kavrayış ve sahipleniş de yüzeyseldir. Ders çıkarma pek yoktur, bir sonraki - Düzen sendikacılığıyla hesaplaşma bir kongrelik, bir direnişlik olay olarak görüldüğü sürece, düzen sendikacılığına karşı kazanacağımız her mevziden gerilemek kaçınılmaz olacaktır. Bunu işçi sınıfı mücadelesinin kalıcı, ana çizgilerinden biri haline dönüştürmek durumundayız. Düzen sendikacılığı bugün mücadelenin en önemli engelidir. İstisnai sendika yönetimleri bunu değiştirebilecek durumda değildir. O halde çizgi, istisnalara göre değil, sınıfın bütününün önündeki barikata göre biçimlendirilmelidir. benzer gelişmede de onlar açısından tablo değişmez. Eminönü işçileri işten atılmaları karşısında direnme kararı aldıklarında önce tüm sendikacılar olmaz dediler. Direnişe başladıklarında da hemen herkes bu direnişin başarısız biteceğine inanıyordu. Hatta sendikacılar emindi bundan. İşçiler ölüm orucuna yattığında da sendikacılar direnişin başarısız biteceğine inanıyorlardı. Ama yalnız sendikacılar da değil, solun büyük bir kısmı da direnişin taşıdığı ve taşıyabileceği potansiyeli görmedi. Dergilerinde kısa haber yapmanın ötesine geçmedi çoğu. Ve çoğu açısından destekleri "adet yerini bulsun" cinsindendi. Direnişin aldığı sonuç, hiç değilse şimdi herkesin bu direnişin -burada yalnızca birkaç noktasını ele alacağımız- derslerini daha iyi görmesini sağlamalıdır. Düzen Sendikacılığıyla Hesaplaşma Çizgisi Düzen sendikacılığıyla hesaplaşma bir kongrelik, bir direnişlik olay olarak görüldüğü sürece, düzen sendikacılığına karşı kazanacağımız her mevziden gerilemek kaçınılmaz olacaktır. Bunu işçi sınıfı mücadelesinin kalıcı, ana çizgilerinden biri haline dönüştürmek durumundayız. Düzen sendikacılığı bugün mücadelenin en önemli engelidir. İstisnai sendika yönetimleri bunu değiştirebilecek durumda değildir. O halde çizgi, istisnalara göre değil, sınıfın bütününün önündeki barikata göre biçimlendirilmelidir. Sarı sendikacılık, örtülü ya da açık düşmanın safındadır. Her türlü direnişe, ama daha da önemlisi direnişlerin zaferine karşıdırlar. Sendikacılar, Eminönü'nde tüm engellemelerinin işe yara- maması ve işçilerin direnişe başlamaları üzerine, arada bir ortada görünmekle, arada bir "bırakın" demekle birlikte esas olarak direnişi kendi başına bırakarak "ne halleri varsa görsünler" yaklaşımı içinde oldular. Beklentileri nasıl olsa yenileceğiydi. Ne zaman ki direniş onların beklentilerinin dışında uzamaya, kamuoyunda belli bir etki yaratmaya başladı, yeniden devreye girdiler. Ama bu da direnişi güçlendirmek için değil, kazanımsız bitirmek içindi. Direniş boyunca DİSK'in, Genel-İş'in hemen hiçbir ekonomik katkıları olmadı. Bu tavır, tek başına bile düzen sendikacılarının direniş karşısındaki tutumlarını, ne yapmaya çalıştıklarını ele veriyordu. DİSK'in milyarlarca liralık para ve mal varlığı dillere destandı. 12 Eylül cuntasının kayyumlara devrettiği bu malvarlığı için açılan davalar, kamuoyuna demokrasi mücadelesi olarak sunulmuştu. Direnen işçiye destek için kullanılmayacaksa nerede kullanılacaktı bunlar? Bu büyük ekonomik güç, hangi demokrasi mücadelesinin hizmetindeydi? Sendikacılar her zamanki gibi yasaların arkasına saklandılar yine. Yasalar direnişteki işçilere para aktarılmasına izin vermiyordu. Kendilerini böyle bir noktada yasalarla bağlamaları icazetçi devlet sendikacılığının, teslimiyetçiliğin bir göstergesiydi zaten. Bunun ötesinde ise bunun hukuki yolunun da bulunabileceğini herkes biliyordu. Onlar direnişe şöyle ya da böyle hiçbir güç vermek istememiş, direnişi uzatabilecek her tavırdan ısrarla kaçınmışlardır. Tüm çabaları direnişin yenilgisi içindir. Direniş kazanırsa ne olacaktı? İşverenlerin değil, işçilerin sendikasıydılar, adları böyleydi, kazanılırsa bundan onur duymaları gerekirdi, ama hayır, onlar bundan zararlı çıkacaklardı. Birincisi, icazetçi, teslimiyetçi, devletçi çizgi, işçi sınıfına değil, oligarşiye güven vermeyi, ona yaranmayı esas alıyordu. Eminönü Belediyesi'nin önünde dalgalanan pankartlarla, gün boyu dinmeyen sloganlarla coşkusunu dört bir yana yayan direnişi bitirmeliydiler ki, oligarşi onların ne kadar olgun, ne kadar "çağdaş" sendikacılar olduğunu görsündü. "Eski DİSK" olmama sözünü ancak böyle tutabilirlerdi. İkincisi, Eminönü direnişi eğer kazanırsa "kötü örnek" olacaktı. Evet, direnişe aynen oligarşinin literatüründeki "kötü örnek" mantığıyla bakıyorlardı. Bugüne kadar işçilerin 13. maddeye dayanılarak işten atıldığı işyerlerinde bırakın direniş örgütlemeyi, hemen hepsinde "mevzuat böyle" vs. deyip direnişleri daha başlamadan bitirmişlerdi. Şimdi Eminönü işçileri kalkmış "olmaz" dediklerini "olur" kılıyorlardı. Bu, ikiyüzlülüklerinin, işbirlikçiliklerinin açığa çıkması demekti. Bu, benzer her durumda işçilerin daha büyük baskısı altında kalmaları demekti. DİSK ve Genel-İş'teki ilerici, devrimci sendikacıların direniş süresince gösterdikleri iyiniyetli çabalar, direnişte düzen sendikacılığın böyle bir politikayı uygulamış olmasını değiştirmez. Düzen sendikacıları tüm ustalıklarını, ilişkilerini, direnişin başarısız veya sessiz sedasız bitirilmesi için kullanırlarken hesapları işte bunlardı. Ama hesaplan tutmadı. Direniş sürdü. Direnilebileceği gösterildi. Ve onlar açısından daha da kötüsü, direniş kazandı. Kazanılabileceğini de gördü ve gösterdi işçiler. Elbette bu noktada önemli olan, bundan devrimci işçilerin, grup ve örgütlerin hangi sonucu çıkaracağıdır. Düzen ve devlet sendikacılığının işçi düşmanı yüzüne karşı net olunmalıdır. İşçi kitlelerinin düzen sendikacılığından bekleyebilecekleri hiçbir şeyin olmadığını görebilmeleri, görüp bunu tavıra dönüştürebilmeleri için, özellikle ilerici devrimci işçilerin bu kopuşu sağlamaları şarttır. Direniş, eylem süreçlerinin sonunda - haklı ve doğru olarak- topa tutulan düzen sendikacılığına karşı, eylemin içinde çoğunlukla daha mesafeli ve ılımlı olunmakta, teşhir, hesaplaşma çoğunlukla sonraya ertelenmektedir. Bu belli ölçülerde Eminönü'nde de yaşandı. Örneğin DİSK yönetiminin yol açtığı ilk dokuz günlük bekleme tepkileri dağıtıcı, farklı arayışları geliştiren bir rol oynamış ve direnişin daha güçlü bir başlangıç yapmasını engellemiştir. Düzen sendikacılığının verebileceği şu ya da bu ölçüde desteğe umut bağlanması, düzen sendikacılığında her şeye rağmen işçiden, mücadeleden ya-' na bir yan görülmesi, direnişin aslında geleceğini tehlikeye atan kısa vadeli faydacı hesaplar, direniş süreçleri içinde düzen sendikacılığının gerçek yüzünün teşhir ve tecritini engellemekte ve tersine, pek çok örnekte olduğu gibi onların zaman içinde inisiyatifi ellerine geçirmelerine de yol açabilmektedir. Faydacılık ve ekonomist bakış açısı düzen sendikacılığına gereken siyasal tavrın alınmasının önündeki belirleyici yakla-

9 şunlardan biri olmaktadır sonuçla. Düzen sendikacılığına tavır anlık, şu ya da bu eyleme Özgü olmaktan çıkarılmak durumundadır. İşçi kitleleri "tek çözüm kapısı" olarak sendikaları gördüğü sürece, tavrımızla, pratiğimizle onun bu kanısını pekiştirdiğimiz sürece fazla bir yol kat edilemeyeceği açıktır. Elbette eylemlerde, direnişlerde sendikalar zorlanacak, onları işverenin karşısına dikmek için azami çaba yine şart edilecek, devrimci, demokrat sendikacılarla aynı mevziler paylaşılacaktır. Ancak bu, düzen sendikcılığına karşı siyasal tavrımızdan ve çizgimizden saprnaksızın gerçekleştirildiğinde gerçekten işçi sınıfı açısından bir kazanım olur. Değilse, bu çaba da sonuçta düzen sendikacılığının değirmenine su taşır. İşçiler kendi güçlerine, birlikteliklerine güvenmek durumundadırlar. Pek çok direnişte sendikacıları ikna ve seferber etmek için harcanan çaba ve zaman, örneğin aynı anda direnişte bulunan farklı işyerlerine yönelik olarak harcandığında alınacak sonuç daha büyük ve daha kalıcı olacaktır. İşçi sınıfı ve mücadelesi sendikalarla var olmadı, tersine sendikalar işçi sınıfının mücadelesinin ürünü oldular. İşçi sınıfı bunu unutmadan düzen sendikacılığını aşıp yeniden kendi sınıf sendikalarını yaratmayı koymalıdır önüne. Sendikalar sınıfın 200 yıllık mücadelesinin sonunda kazandığı mevzilerdir, 200 yılın birikimiyle bir silaha dönüşmüştür. Ama bugün söz konusu olan Türk-İş'in, DİSK'in, Hak-İş'in'bu nitelikteki sendikalar olmadığı da açıktır. İşçi sınıfı tarihsel mevzisini yeniden fethetme göreviyle karşı karşıyadır.. Özcesi şudur, sınıfın bilinçlenmesi, kendisi için sınıf olması, mücadele ve hareket özgürlüğünü kazanması, ülkemizde var olan biçimlenme içinde, düzen sendikacılığının etkisizleştirilmesi, ve yıkılmasıyla paralel bir süreç izleyecektir. Üretimden Gelen Güç, Sınıfın Tek Gücü mü? İşveren, eğer işten attığı işçilerin çıkışını 13. maddeden vermiş ve kıdem tazminatlarını da bankaya yatırmışsa rahattı. Kimse karşı-çıkamazdı buna. Sendikacı, 13. maddeden işten atılmalar karşısında "yapacak bir şeyimiz yok, elimi2 kolumuz yasa karşısında bağlı" demekteydi. İşçi, 13. madde ile işten atılıp tazminatı verildiğinde, direniş olmaz, olsa da kazanmaz diye düşünür olmuştu. Eminönü direnişinin en önemli kaza-nımlarından biri, sınıfa örnek teşkil edecek yanlarından biri işte bu noktada or-taya çıktı. Bir direnişçi işçinin deyişiyle Eminönü direnişi "parayı verince istediğimi atarım" diyen burjuvaziyle bir hesaplaşmaydı. Kimileri eylemin içinde eylem biçimi tartışması yaptı. Yapılabilirdi elbette. Ama bunu, direnişi destekleyip desteklememenin ölçüsü haline getirenierinki, direnişi hangi eylem biçimiyle ileri çekeriz tartışması değildi. Bu olmadığı gibi aslında direnişin kendisini de, sonuçta başvurulan eylem biçimini de kavramış değillerdir. Ölüm Orucu, işçilerin devraldıkları tarihsel mirasta olduğu gibi, sınıfın içinde oluşmuş statükolardan birine karşı bir çıkış ve "şeytan üçgeni"nin yoğun baskılarla daralttığı kuşatmayı yarma kararlılığını ifade ediyordu. Ya sen- dikacıların baştan beri söyleyip durduğu ve işçiler arasında da örtülü ya da açık az çok kabul gören bu statüko şu ya da bu eylem biçimiyle kırılacak, ya da statükoya boyun eğilecekti. Eminönü direnişiyle bir kez daha görülmelidir ki, halk kurtuluş mücadelesinin bütünü açısından olduğu gibi, işçi sınıfı mücadelesi açısından da yasallığın, icazetçiliğin kulvarında hiçbir adım atma şansı yoktur. Ve işçi sınıfının mücadelesinde de eylem biçimleri yasal, geleneksel, sendikal hiçbir şekilde sınırlanamaz. Durmaksızın işçi sınıfı edebiyatı yapanların "üretimden gelen güç" deyip durmaları ve bunda takılıp kalmaları, bugünkü şekillenme içinde işçileri beklemeciliğe, düzen sendikacılarının inisiyatifine mahkum etmekten başka bir şey değildir. Bu anlayış, üretimden gelen gücün kullanılması da devrimci bir muhtevaya sahip değildir, "büyük" sendikaların şu ya da bu gelişmenin sonucunda grev kararı almasına angaje olmuştur. Sonuçta devrimci, sosyalist vb. iddialarla da savunuluyor olsa, işçi sınıfı açısından düzen sendikacılığının teme] politikasıyla çakışan bir anlayış çıkmaktadır ortaya: "işçiler sadece üretimden gelen gücünü kullanır, bu da yasal grev yapmaktır." işçileri yalnızca yasalara ve yalnızca fabrikalara hapseden düşünce devletin verdiğiyle yetinme anlayışıdır; sendikaları devlet sendikası, işçileri de verilen lokmayla yetinen kullar haline getirmektir. Üretimden gelen güç sınıfın temel gücüdür. Ne var ki faşizme karşı savaşın ülkemizdeki biçimlenmesi içinde, faşizmin kuralsız bir savaş yürüttüğü, emekçi halkı her yönden kuşatmaya çalıştığı, ve ekonomik demokratik mücadelede bile saldırının her türlüsüyle karşı karşıya kalındığı bir noktada, işçi sınıfı da her türlü mücadele ve eylem biçimine başvurmak zorundadır. Barikatlar, işgaller, direnişler, sınıfın şiddeti, göğüs göğüse çatışmalar... Böyle bir mücadele hattını "maceracılık" olarak görenler, bu eylemlere "provokasyon" gerekçeleriyle karşı çıkanlar, işçi sınıfını silahsızlandırdıklarını da bilmelidir. Her Direnişte Birleşmeli; Her Direnişe Yoğunlaşmalıyız. Eminönü direnişinin yenilmemesini ve belli boyutlarda da olsa kazanımla bitmesini sağlayan başlıca iki etken vardır. Direnişçilerin kararlılığı ve çeşitli halk kesimlerinin desteği. Devletin ve Çetinsaya'nın saldırıları ve sendikacıların direnişi güçsüzleştirme-yalnızlığa terk etme çabaları bu iki etkenle aşılmıştır. Dayanışma, destek elbette istenilenin, olması gerekenin gerisindedir. Ancak hayata geçirildiği kadarıyla kazanımda bu rolü oynayabilmiştir. Direnişçi işçiler "Bizler direnişi halkımızın katkı- Süren direnişler için seferber edebileceğimiz tüm güçleri seferber etmek, işçi gündeminin, mücadelenin mevcut tablosunun çehresini kısa sürede değiştirebilecektir. Böyle bir yoğunlaşmanın sağlandığı her direniş, düşmanın saldırılarına karşı güçlü bir işçi cephesi yaratmanın üslerini oluşturacak, düşmanın manevralarında büyük gedikler açılacaktır. Direnişler ancak böyle bir destek anlayışıyla kucaklanırsa, ilgili olduğu işyerinin, fabrikanın sınırlarını aşıp tüm emekçilerin sorunu haline gelebilecektir. Süren direnişleri "kıvılcım" haline getirme, emekçi potansiyelini açığa çıkarma perspektifiyle hareket etmeliyiz. sıyla buraya getirdik" diye ifade etmişlerdir. Oligarşinin ve tüm düzen örgütlerinin emekçi halkı bölme ve halkın çeşitli kesimlerinin direnişini birbirinden kopartarak güçsüzleştirip ezmeye çalıştığı bir süreçle, direnişlerin gücünü birleştirmek, işçileri tüm diğer emekçi kesimlerle birleştirmek, açık ve örtülü düşmanın yalnızlaştırma politikalarını tersine çevirmek, elzemdir. Var olan pratik bunun uzağındadır. Var olan örgütlenmeler bunu sağlayabiiecek kapasitede değildir. Eminönü direnişine verilen çeşitli desteklerin boyutu ve biçimleri işte tam bu noktada sorgulanmalıdır. Destek nedir, ne anlamalıyız soruları, karşı devrimin bu politikasıyla yeniden cevaplanmalı ve farklı bir pratiğin örgütleyicisi olunmalıdır.. Kocaeli Sağlık-Sen, Sağlık-Sen Genel Merkezi ve Haklar ve Özgürlükler Platformunun kendi kurumlarında ya da direnişçilerin yanında açlık grevine yatmaları; DHKC-İŞÇİLER'in bizzat Eminönü Belediyesi'ndeki işçi düşmanlarından hesap soran devrimci şiddet eylemleri, Hacı Bektaş'ta olduğu gibi Eminönü işçileri için düzenlenen gece ve etkinlikler ve çeşitli halk kesimlerinin, kitle örgütlerinin direnişi ziyaretlerinin süreklileştirilmesi vb. desteğin görünen en somut, aktif biçimleridir. Ancak bu ziyaretçilerin bir kısmı gerçekten de yalnızca "ziyaretçi"dir. Bir kısmı yalnızca propagandif amaçlıdır; ki bu da Eminönü direnişinin propagandası değil, kendi propagandasıyla sınırlıdır. Bir kısmı "yaptık işte" ziyaretleridir. Gerek sol gruplar, gerek DKÖ'ler, gerekse de çeşitli halk kesimleri açısından bu "destek" biçimi terk edilmek zorundadır. Faydacılığın, reklamcılığın bu biçimi, her şeyden önce devrimcilere duyulan güveni yıpratan bir tablo çıkarmaktadır ortaya. İkincisi, faşizm karşısında direnişi güçlendirme açısından bu görevin yerine getirilmesini ifade etmemekte, tersine görev savmaya dönüşmektedir. Her alan, her birim, her örgüt ve tüm devrimci demokrat çevreler, kendi anlayışları ve özgünlükleri içinde desteğin fiili biçimlerini bulmak ve hızla fiili desteği esas alan bir pratiği örgütlemek durumundadırlar. duru Süren direnişler için seferber edebileceğimiz tüm güçleri seferber etmek, işçi gündeminin, mücadelenin mevcut \ablosunun çehresini kısa sürede değiştirebilecektir. Böyle bir yoğunlaşmanın sağlandığı her direniş, düşmanın saldırılarına karşı güçlü bir işçi cephesi yaratmanın üslerini oluşturacak, düşmanın manevralarında büyük gedikler açılacaktır. Direnişler ancak böyle bir destek anlayışıyla kucaklanırsa, ilgili olduğu işyerinin, fabrikanın sınıflarını aşıp tüm emekçilerin sorunu haline gelebilecektir. Süren direnişleri "kıvılcım" haline getirme, emekçi potansiyelini açığa çıkarma perspektifiyle hareket etmeliyiz. Öte yandan, emekçiler arasında, özellikle de işçi sınıfının kendi içinde "destek" değil', birleşme, bütünleşme anlayışını hakim kılmaya çalışmak, mücadelenin de, sınıfın da doğasına uygun olanıdır. Sık sık örneklerine tanık oluyoruz; falan yerdeki direnişçi işçiler bir başka direnişi ziyaret ediyorlar. Güzel, ama orada sınırlı kalıyor.'çok basit, alt düzeyde de olsa ortak bir eylem gündeme gelmiyor. Düzen sendikacılığı işçilere bunu unutturmuştur neredeyse. Devrimci işçilerin bunu yeterince zorladığı da söylenemez.. Oysa bu ısrarlı bir biçimde gündeme getirildiğinde düzen sendikacılığının buna karşı çıkması çok zordur. Asıl sorun dar bakılmasıdır, işçi sınıfının tarihinin, geleneklerinin işçilerin bilincinde dumura uğratılmasıdır. Direnişlerin büyük çoğunluğu zaten sendikalara rağmen sürmekteyken, farklı direnişlerin hemen hiçbir biçimde güçlerini birleştirememeleri, düzen sendikacılığının fiili engellemesinden çok işçi sınıfının mücadelesine ve bilincine taşıdığı bu olumsuzluklardandır. Düzen sendikacılığına karşı pratik, örgütsel mücadele, düzen sendikacılığının işçi sınıfının geleneklerinde, bilincinde, öncü işçilerin inisiyatifinde yarattığı tahribatı giderecek ideolojik bir mücadeleyle de tamamlanmalıdır. *

10 Düzenin İt Dalaşı Kimin Eti Daha Sert! Önce TOBB Başkanı Yalım Erez meydan okudu herkese: "... bunu yersek Çiller'i de yeriz diye üzerime geldiler, ama elim serttir, kemiklerim de sivri. Ne beni ne de Çiller'i yiyebilirler." (28 Ağustos '95, Milliyet) Hemen kısa bir süre sonra cevabı ANAP'tan geldi: "Erez köpeksiz köyde değneksiz dolaşıyor... Mesut Yılmaz sert cevizdir. O öyle fino köpeklerine pabuç bırakmaz." (3 Eylül '95, Hürriyet) TOBB, TÜSİAD, Çiller, Cindoruk, Yılmaz, Erez ve diğerleri... Düzenin tüm partileri, politikacıları, generalleri ve polis şefleri, etkili kalemşörleri ve bilcümle uşakları her vesileyle diş gıcırdatıyorlar birbirlerine. "Kirli çamaşır" deyiminin tarif etmekte aciz kaldığı pisikler saçılıyor ortalığa. Her tartışmanın, her saflaşmanın b r ucunda da mutlaka, ClA'sı, FBI'sı, Büyükelçisi vs.siyle ABD var. Bu ilişkiler içinde de "uşaklık" sözü çok hafif kalıyor artık. Hatırlanacağı gibi kısa bir süre önce oligarşi bir "TOBB Raporu fırtınası yaşamıştı. Öyle bir rapordu ki. ortaya atılır atılmaz oligarşi içinde birbirleriyle çelişkisi olan tüm kesimler mevzilenmiş, hemen kılıçlar çekilmişti. Bu saflaşmada it dalaşının cephaneliğinde ne varsa kullanılmış, birbirlerini en hafifinden ajanlıkla, yalancılıkla suçlamışlardı. Sonra bir noktada bu tartışma yeterli görülmüş olacak ki, rapor büyük ölçüde gündemin arka sıralarına itildi. Ekranlara, manşetlere TOBB raporunun yerine Suud Krallığının kestiği kafalar çıkarıldı bu kez. Bu hengame içinde hemen herkes konuşmuş, raporun sahibi sayılan TOBB Başkanı Yalım Erez-konuşmaya yanaşmamıştı pek. Sonunda o da konuştu. Konuştu ve bir daha görüldü ki "kirli çamaşır" torbaları dopdoluydu ve "uşaklıkta" sınır tanımıyorlardı. Ve yine anlaşıldı ki, gündem değiştirilmiş gibi gözükse de düzen partileri, düzenin farklı çıkar çevreleri kılıçlarını kınına sokmamışlar, diş gıcırtıları daha da sertleşmişti. Erez'in Dinine Küfreden de Müslüman Değil! TOBB Raporu'na yalın kılıç saldıranlardan biri de Mesut Yılmaz'dı. Raporun "CIA bağlantılı" hazırlandığını söyleyerek Yalım Erez'i CIA ajanlığıyla suçlamıştı. Erez, Milliyet'te yayınlanan uzun röportajında dinine küfredenin de pek müslüman olmadığını anlatıyor! "... Mesut Yılmaz ABD'ye gidiyor ve CIA Başkanı'na diyor ki; 'Bizim Tansu Çillerden bir farkımız var. Çiller terörü silahlı kuvvetlerle önleyeceğini söylüyor. Halbuki biz Kürt reformu yapacağız. Kürtçe televizyona ve Kürtçe tedrisata müsaade edeceğız"'diyor. EIbette olayın esası kimse için yeni birşey değil. Ülkemizdeki burjuva siyaset için, düzen partileri ve politikacılar için, ABD'den icazet almak, politikalarını önce ABD'ye beğendirmeye çalış- mak artık "gelenekselleşmiştir". Siyasete soyunan, iktidara talip olan soluğu ABD' de almaktadır. Sorununa çözüm bulunacak olan Kürt halkı burada. Birilerinin ikna edilmesi gerekiyorsa ikna edilmesi gerekenler burada. Ama Yılmaz çözümünü burada değil de Amerika'da CIA Başkanına anlatıyor. Çünkü, şu parti bu politikacı açısından da değil, düzen bütün olarak, ne dış politikada, ne de iç politikada ABD'den bağımsız tek bir adım atabilecek durumda değildir. Bu noktada da düzen partilerinin "politikaları" emperyalizmin daha çok desteğini almaya göre şekillenmekte, birbirleriyle politika mücadelesi yapamadıkları için de geriye yalnızca ABD'ye kendilerini beğendirme çabası, yani "en iyi uşak" yarışı kalmaktadır. İşte tam bu noktada düzen partilerinin ikiyüzü iç politikada ve dış politikada birbirinden kesinlikle ayırdedilebilmektedir. içte birbirlerini CIA ajanlığıyla, dış güçlere bağlılıkla suçlarlarken, dışta ABD'ye sadakatlerini ispat etmek için ülkemizin tüm geleceğini ipotek etmekte, hatta birbirlerini jurnallemektedirer. "Hükümet siyasette ABD'ye, ekonomide IMF'ye bağlı bir Manda Hükümeti'dir."... Bu sözler devrimci, demokrat bir yayından alınmış olsaydı kimsenin garibine gidecek birşey olmazdı elbette. Ama bu sözün sahibi Çiller'den daha iyi olduğunu ispat etmek için CIA Başkanına dil döken Mesut Yılmaz'ın partisidir. Mandacı DYP'de "Anti-Amerikancı" Çatlak ABD odağındaki tartışmalar yalnız düzen partileri arasında değil, partilerin kendi içlerinde de sözkonusu. Düzen partilerindeki Amerikancılık, anti-amerikancılık tuluatının güncel boyutunda ise Cindoruk-Çiller çekişmesi var. Ancak bunun ne menem bir çekişme olduğuna geçmeden önce olayın bir başka yönüne bakmakta yarar var. Düzen partileri ABD'nin desteğini almak için her vesileyle Beyaz Saray'a secde ederlerken, ülkede niye birbirlerini ABD'ye, ClA'ya bağımlılıkla suçlayıp "anti-amerikancı" kesiliyorlar? Bu ülkede burjuva politikacıların parti kongrelerinde ABD Başkanıyla yanyana fotoğrafını dağıtarak propaganda yaptığına tanık olunmuşken bugün niye tersi bir hava esiyor? Bu, cevaplanması gereken bir sorudur ve devrimcilerin yakalaması gereken bir halkadır. Emekçi halk kitlelerinin hoşnutsuzluğu yalnızca yoksulluk ve baskıdan ibaret değildir. Bu hoşnutsuzluğun bir par- çası da emperyalizmle girilen ilişkilerdir, bu ilişkilerde ulusal onurun hayasızca ayaklar altına alınışıdır. Halk, biçimi, politik boyutu farklı farklı da olsa emperyalizmin ne olup ne olmadığını görmektedir. Körfez savaşı denilebilir ki bu noktada en sıradan insanın bile gözünü açmıştır IMF'nin ne anlama geldiğini " MHP Türkiye'yi siyasi istikrarsızlıktan kurtarmış bir partidir... MHP desteği olmasaydı Türkiye birkaç kez hükümet krizi yaşardı." MHP'yi sermayenin "istikrar" unsuru olarak gösteren Yalım Erez, DYP, MHP ittifakına ilişkin soruya da kısa bir cevap veriyor: "Tabi ki seçim ittifakları yapılır. Getirişini ve götürüşünü iyi hesaplamak lazım... Bu bir hesap meselesidir." Evet, MHP sermayenin istikrar kozu... "istikrar" için faşist çeteler gerekir, MHP buna göre örgütlenir, böyle girer siyaset sahnesine... Bir başka zaman daha "çağdaş", "uygar" görünümlü bir faşist parti gerekiyor. Elbirliğiyle MHP'ye bu görüntü sağlanıyor... İnfaz mangaları için kadro gerekiyor. MHP hemen seferber oluyor... Ama elbette cunta yıllarında olduğu gibi MHP'nin kullanılmasının "götürüşü" ağır bastığında sermaye onu bir kena- na sorununda o emperyalist efendilerinin yüzünü görmektedir. işte emekçi halkın örtülü-açık bu emperyalizm karşıtlığı dü2en partilerini de "ulusal onur" demagojisine daha fazla başvurmaya, demeç "anti-amerikancılığını" daha fazla kullanmaya yöneltmektedir. Bugün Çiller Hükümeti ABD'nin birebir yönlendirmesiyle "yönetmektedir" ülkeyi. Oligarşinin gelmiş geçmiş tüm hükümetleri ABD'ye, emperyalizme bağlılıklarını kanıtlamış hükümetlerdir. Ancak özde aynı olan bu bağımlılığın dünya ve ülke koşullarına göre şekillenen birbirinden farklı boyutları ve biçimleri de olmuştur. Çiller iktidarı, ABD'ye bağlılık ve sadakatte, 12 Eylül cuntasını ve Özal'ı geride bırakan bir uşaklık sergilemekte, cebindeki ABD pasaportunun hakkını gerçekten de vermektedir. Bu açık, gözler önündeki bir bağımlılıktır. Cindoruk ekibi iç çelişkiler temelindeki kavgalarında işte halkın her gün gözüne batan bu uşaklık ilişkisini koz olarak kullanmaktadır. Değilse Cindoruk'un anti-amerikancılığı sözdedir. Hele Cindoruk'la aynı ekipte olduğu söylenen Demirel'in anti-amerikancılığı yalnızca kargaları güldürecek türden bir iddiadır. ABD Başkanıyla birlikte çekilmiş fotoğrafını parti kongresinde dağıtan Demirel'den başkası değildir. "Morrison Süleyman" lakabı boşuna takılmamıştır ona. Muhalefet iken Çekiç Güç hakkında esip gürleyip iktidarında Çekiç Güç'e topraklarımızda kök saldıran kendisidir. Cindoruk'un da emperyalizme bağımlılığı derinleştiren politika ve kararlara "hayır" dediği bugüne kadar görülmemiştir hiç. Tüm bunların ötesindeyse Çiller'i oraya taşıyan Demirel ve Cindoruk'tan başkaları değildir yıl öncesinde Sermayenin İstikrar" Partisi MHP ra atmakta, hatta yöneticilerini, üyele rini cezaevlerine doldurmaktan da geri kalmıyor. Hesap meselesi! MHP bugün sermayenin çıkarları gereği hükümette fiilen etkin bir konumdadır, devlet kurumları MHP'lileştirilmiştir. Sermaye için herşey bir he sap meselesidir. Bu hesap ideolojilerin, ahlaki değerlerin, onurun vb. hesabi değildir elbette. Yalnızca para cinsinden kar ve zararın, sömürünün bekasının hesabıdır. Bu yüzdendir ki, sermayenin düzeninin vazgeçilmez unsurları düzen partilerinin liderlerinin, yöneticilerinin bile sermayenin gözündeki değeri kar getirdiği sürecedir, zarar vermeye başladığında bir paçavra gibi bir kenara fırlatıp atar. Onları halka karşı işlediği suçlarla başbaşa bırakıp "getiri si" daha fazla olan yeni "lider"ler ve parti"ler bulur. *

11 DYP'nin başına Çiller'in, SHP'nin başına da Karayalçın'ın getirilmesi düzen partileri nin Amerikanlaştırılması operasyonunun bir parçasıydı ve Demirel'le Cindoruk bu operasyonun uygulayıcılardandır Çiller'in DYP'ye başkan seçilmesinde de, bugün ABD Büyükelçisinin Cindoruk nezdinde DYP içi muhalefete müdahalesi de ABD'nin düzen partileriyle ne kadar içlidışlı olduğunun göstergeleridirler. DYP içindeki saflaşma ve tasfiyeler de büyük ölçüde ABD yönlendirmesiyledir. ABD'nin desteği bugün açıkça Çiller hükümetinedir. Bu elbette farklı kesimlerin çıkarlarının belli ölçülerde kısıtlanmasına da yolaçmaktadır. Çiller-Cindoruk, DYP-ANAP arasındaki "Amerikancılık" tartışmasında çelişkinin kaynağı buradadır. ANAP, "Türkiye'yi bir Yalı Çetesi yönetiyor derken ra hatsızlığı Yalı Çetesi'nin yerine Hanedan'ı koyamamaktır. TOBB'un Cesareti Ya Da TÜSİAD'ın Korkaklığı Erez'in konuşmasından anlaşılıyor ki oli garşinin iki patron örgütü arasındaki da!aş ma dalbudak salmıştır. Erez, raporu nedan Örneğin TÜSİAD'ın değil de TOBB'un hazırladığı sorusunu cevaplarken, hükümete yakınlığının da verdiği "cesaretle" olsa gerek TÜSİAD'ı korkaklıkla suçluyor: "Bu iş yürek ister. TÜSİD'ta böyle bir yürek olmadığı için yapamazdı. Raporu hazırlasaydılar, üyelerinin yarısı çoktan istifa etmişti." Ve devam ediyor: "... Ben bunu TÜSİ- AD'ta da söyledim... Çiller'i düşürmekten vazgeçin buna gücünüz yetmez dedim. Kriz doğallıkla bu krizi büyütecektir ve büyütmektedir. Tekeller kriz koşullarına rağmen karlarına kar katmaktadırlar. Ancak bu sorunsuz oldukları anlamına gelmiyor. Sorunları sömürü pastasının büyümemesindedir. Vargüçleriyle emekçi halkın elindeki avucundakine saldırmaktadırlar, ancak bunun da bir sınırı olduğunu biliyor, kendilerini "patlama" kabuslarından kurtaramıyorlar. İşte bu noktada birbirlerine düşüyorlar. Ancak sonuçta bu kavga "egemen sınıflar arası bir kavga"dır. Ve gerek hükümetle TÜSİAD arasındaki, gerekse de TOBB'la TÜSİAD arasıdaki çelişkiler, pay kavgaları olmakla birlikte çok derin değildir. Çünkü, ilki açısından, hükümetler her koşulda TÜ- SİAD'ın en büyüklerinin istemlerini karşılamaktadırlar. TOBB- TÜSİAD açısından ise, esasta "reform" isteğinde çelişmemekte, tersine çakışmaktadırlar. TÜSİAD birkaç yıldır sık sık dile getiriyor "reform" isteğini. TOBB'un hazırlattığı raporda çok farklı şeyler istemiyor. Kavganın gerisinde siyasal etkinlik ve "reform" adı altında ortaya çıkacak ekonomik olanaklardan en fazla payı kapma çatışması vardır. Düzen partilerinin "dıştaki" yönlendiricisi emperyalizmse, "içteki" yönlendircisi de patronlardır. Hükümet programlarının kamuoyunu oyalayacak vaadier bölümü dışındaki "esas" bölümleri bugüne değin hep patron-örgütlerinin rapor ve talepleri esas alınarak hazırlanmış, hükümetlerde çeşitli tekellerin çıkarları hep doğrudan temsil edilmiştir. Erez röportajında Mesut Yılmaz'ın Genel Başkan seçilmesinde doğrudan rol aldığnı açıklıyor. Sadece ANAP açısından değil, hemen hepsinde kimin başkan, kimin bakan seçileceğine kadar işin içindedirler. Seçim kampanyalarına hangi işadamları tarafından nasıl finanse edildiğinin açık açık yazılıp çizildiği bir ülkede, bunun diyeti de doğallıkla ideolojisiyle, politikasıyla partilerin patronların emrine verilmesidir. * - Yakılan Katilin Kimliğidir "1980li yıllara ait bütün faili meçhul ve kayıp listeleri SEKA"da yakıldı." - Soru: "Faili meçhullerde emniyetin rolü nedir?" Hacaloğlu: "Buna cevap veremem... Cevabı da yorumu da kendiniz bulun." B Devlet Bakanı Algan Hacaloğlu'nun Basın Toplantısı Devletin Cinayet İtirafları ir ülkenin devlet bakanı, bu devlet cinayet işliyor, cesetleri kaybediyor, diye basın açıklaması yapıyor. "Büyük" basının bir kısmı haber değeri bile bulmuyor bunda. Bir kısmı sayfaların kıyısına köşesine değer buluyor. Ve ülkenin yetkililerinden çıt yok. Polis şeflerinden İçişleri Bakanına Başbakandan Cumhurbaşkanına kadar herkes açıkça cinayetle suçlanıyor. Çıt yok. Çiller'in "muharip gazi" benzetmesi üzerine fırtınalar koparılıyor. Sessizlik bilinçlidir. Sessizliğin bir yanında, gerçeğin sessizlikle yok sayılarak boğulmaya çalışılması vardır. Diğer yanında, düzenin hiçbir muhalefeti kaale almıyor görünüp, bu politikayı uygulamaya devam edeceklerini sessizlikleriyle söyleyen "kararlılık" gösterisi. "Son 17 ayda sadece İstanbul'da kimlikleri belirlenemeyen 290 ceset kimsesizler mezarlığına gömüldü." İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Algan Hacaloğlu 25 Ağustos'ta İstanbul CHP İl Merkezi'nde yaptığı basın açklamasında bunu söylüyor ve devam ediyor Hacaloğlu: "Maalesef adli tıp dosyalarıyla emniyetteki kayıp listelerindeki sayı hemen hemen aym." Hacaloğlu'nun bildirdiğine göre "... bu ölümlerin üçte biri 'şüpheli cinayetler'dir." Bu insanlar "normal olmayan yöntemlerle öldürülmüştür." Yani işkence ile: "290 ölümden 80'inin işkence sonucu ölüm olduğu çok açık"tır. İlk soru; işkenceyi yapan kim? Sorumlu kim? Verdiği rakamlar ve bilgiler bu sorunun cevabını veriyor ama kendisi söyleyemiyor. Kayıpların sorumlusunun devlet olduğunu söylemekten korkuyor Hacaloğlu. Neden ve kimden korkuyor Hacaloğlu. Bu ikinci sorudur. Hacaloğlu bu sorunun cevabını verdiğinde ilk soru da cevaplanmış olacaktır. Bir milletvekili ve bir Bakan olduğu halde neden ve ikimden korktuğunu da açıklamalıdır Hacaloğlu. "Faili meçhul cineyetlerde emniyetin rolü nedir?" sorusu karşısında "Buna cevap veremem" diyor. İşgal ettiği makamda, kendi yetki alanına giren bu soruya verdiği cevap bir kukla olduğunun da itirafıdır. Herkes yerini, rolünü, yetkisini ve yetkisizliğini biliyor bu hükümette. Çünkü hükümetin kendisi de, doğrudan kontrgerilla hiyerarşisi içinde yeralan üyeleri dışında bir kukla hükümettir. Kontgerillanın kuklası ve parlamenter yüzü. Hacaloğlu'na defalarca sorulmuş- tur "Neden hala orada duruyorsun" diye. Cevabı yoktur. Hem korkuyor. Hem de koltuktan, düzenin oynadığı rol karşısında kendisine sunduğu mevki ve imkanlardan olmak istemiyor. Hacaloğlu yalnızca birkaç dosyayı karıştırarak devletin katil olduğunu, kaçıran ve kaybeden olduğunu görmüştür ve dolaylı yoldan bunu itiraf etmektedir. Ama aynı Hacaloğlu, kaçıranın ve kaybedenin devlet olduğunu dolaylı itiraf ederken, kayıpların bulunması görevini de kendi bakanlığına ya da devlete değil, ailelere yüklüyor. Aileler zaten kayıpların peşinde. Devrimciler peşinde. Ya kendisi o devletin bakanı olarak ne yapıyor? Ve yine o aynı, zorunlu soru: Bir şey yapamıyorsa neden hala orada duruyor? Soru bu noktada tersinden de sorulabilir. Kontgerilla, dosyaları ve dolayısıyla ortalığı karıştıran Hacaloğlu'nu niye hala o bakanlıkta tutuyor? MHP'yi fiili olarak iktidar ortağı yapan oligarşinin kamuoyu karşısında hala CHP gibi bir koltuk değneğine ihtiyacı vardı. Hacaloğlu o koltuk değneğinin bir parçasıdır. Öte yandan ise, devlet Hacaloğlu'nun ağzından cinayetlerini itiraf etmiş oluyor. Bu da pervasızlık politikasını tamamlayan bir parçadır... Hacaloğlu korkuyor ve korkuyu halka taşıyor. Herkesin, "o, devlet bakanı olduğu halde korkuyor ve bir şey yapamıyorsa biz hiçbir şey yapamayız" korkusu ve çaresizliğine yuvarlanması isteniyor. "Ben insan haklarından sorumlu bir devlet bakanı olarak Adli Tıp'a gitsem ve 1989'daki dosyaları incelemek istesem, mümkün değil. Çünkü yakılmış" diyerek 1980'li yıllara ait bütün faili meçhul ve kayıp listelerin SEKA'da yakıldığını açıklıyor Hacaloğlu. Yakılan dosyalar değil, katilin kimliğidir. Hacaloğlunun açıklamaları karşısında kendi partisi CHP de sessizdir. Çünkü kendilerine sunulan ikbal kapılarında halka karşı yürütülen savaşın koltuk değneği olmayı sürdürmekten vazgeçmeye niyetleri yoktur. Koalisyonun yetkisiz ortağı konumuyla, parti olarak, kontgerillanın kuklası olmak kabullenilmiştir. Şimdi meclise sesleniyoruz; bırakın demokrat, şu bu olmayı, içinizde hala insanlığından birşeyler koruduğunu iddia edenleriniz varsa, verin soru önergelerinizi. Bütün bu açıklananlar, bir heykelin yerinin değiştirilmesinden, ya da bilmem neredeki bir müdürün tayininden daha az önemli görünmüyorsa siz verin önergelerinizi. Kimsesizler Mezarlığına gömülen 290 kişiyi sormayın. Onların akıbetlerinin araştırılmasını istemeyin. Yalnızca, evet yalnızca, sorun, kim yakmış bu dosyaları? Sorun, yakılması için kim emir vermiş? Kaçıran, katleden ve kaybedenler işte onlardır. Hacaloğlu'nu, hükümeti, Çiller'i, ANAP'ından DSP'sine, YDH'sına, RP'sine kadar tüm muhalefet partilerini, bu sorunun cevabını vermeye, bu cevabı araştırmaya çağırıyoruz. Bu soruyu sormayan, cevabını araştırmayan, suçun ortağıdır. Hacaloğlu basın açıklamasında son olarak Hasan Ocak olayında ceset gömüldüğünde içişleri Bakanı Menteşe'nin "bu dosya kapandı" dediğini, kendi müdehalelerinin sonuçsuz kaldığını belirterek şöyle diyordu: "... Ama içişleri Bakanı sözünü tuttu ve dosyayı kapattı" Hatırlatıyoruz.. Bizimde bir sözümüz var: "Kayıpların Peşini Bırakmayacağız" dedik. Dedik ve ekledik: "Katilleri Bulacak ve Yargılayacağız" Sözümüze Menteşe'den sadık olduğumuz bilinir. Sö2ümüzü tutacağız. Bunu hiç kimse, suçun doğrudan ya da dolaylı hiçbir ortağı, aklından çıkarmasın. *

12 Ankara'da katledilen Erdal Yıldırım Sloganlarla Toprağa Verildi Görev: Faşizme Karşı Örgütlü Mücadele Ankara Keçiören Belediye Başkanı Turgut Altınok'un işe alıp beslediği faşist çete tarafından 30 Ağustos gecesi katledilen Erdal Yıldırım, 5 bin kişinin katıldığı cenaze töreni ve yürüyüşle toprağa verildi. Halk öfkesini sloganlarla ifade etti. Ankara'nın Keçiören ilçesi Ovacık mahallesinde 30 Ağustos gecesi Erdal Yıldırım isimli 22 yaşındaki bir gencin Keçiören Belediyesi'ne ait otomobilleri kullanan MHP'li faşistler tarafından açılan ateş sonucu katledilmesi, faşist çetelerin ne ölçüde saldırgan bir güç olarak kullanılabilmeğini bir kez daha kamuoyu gündemine getirdi. Geçtiğimiz yıllarda lise öğrencilerine, grevci işçilere ve memurlara saldırarak dişlerini gösteren faşist çetelerin bu tutumunun gelip geçici olmadığı, halkı korkutup sindirme amaçlı her türlü yöntemi kullanabileceklerini Keçiören örneğinde bir kez daha ortaya çıktı. Keçiören'in MHP'lı Belediye Başkanı Turgut Altınok'un işe alıp beslediği faşist çete, kendine "A Takımı" gibi aleni çete isimleri takarak, geçtiğimiz yıl memurlara olduğu gibi, bu yıl da Ovacık Mahallesi halkına saldırmak için kullanıldı. Polisin göz yumması ve koruması altında yapılan saldırının sonuncusun da Erdal Yıldırım isimli genç katledildi. Ovacık Mahallesi Halkı Neden Hedef Alındı? Keçiören eski Belediye Başkanı Hamza Kırmızı'nın görev yaptığı dönemde Ovacık Mahallesi'nde gecekondulaşmayı önleme planı çerçevesinde yeni bir uygulama başlatılmış ve vatandaşlara imarlı, tapulu arsalar tahsis edilerek planlı yapılaşma teşvik edilmişti. Bu uygulama çerçevesinde Ovacık Kendin Yap Kooperatifi adı allında, ilk etapta 200 ailenin katıldığı bir çalışma başlatıldı. 1. Etap inşaatlarının belli bir aşamaya geldiği sırada belediye seçimleri oldu ve başkan değişti- Yeni seçilen MHP'lı Belediye Başkanı Turgut Altınok, kendisine oy veren bir kısım seçmenine Ovacık'ta yer ve ev sözü vermişti. Bu nedenle başkan olduktan hemen sonra, Kendin Yap Kooperatifi'nin yasalara uygunluğunu araştırmak üzere soruşturma başlattı, inşaatlar bir süre durduruldu. Ancak evlerini tümüyle yasalara uygun bir şekilde yapan mahalle halkı harekete geçti ve çeşitli makamlara başvurarak, yasal halklarına sahip çıktı. İmar ve iskan Bakanlığımdan 1993 yılında verilen inşaat ruhsatı tescil edildi. Ayrıca açılan davalar kazanıldı. Kısacası mahalle halkı sabırlı bir hukuk mücadelesi vererek, yasal haklarını korumayı başardı. Bu durum MHP'Ii faşist Belediye Başkanı Turgut Altınok'u, kooperatif evlerini ele geçirme hedefinden vazgeçirmedi. Devreye "A Takımı" Giriyor Belediye Başkanı olduktan sonra, faşist Altınok'un ilk işlerinden biri, boşta gezen serseri, psikopat takımını belediyede işe almak oldu. Böylece kendine, gayri resmi işlerini gördürecek bir çete kurmuştu. Kendilerine A Takımı diyen bu çete, ilk olarak işten atıldığı için direnişe geçen belediye işçilerine saldırarak, sahiplerine sadakatini gösterdi. Daha sonra memurlara saldıran faşistler, son olarak, Ovacık Kendin Yap Kooperatifi üyelerinin üzerine gönderildi. Belediyenin resmi plakalı araçlarını kullanan bu çeteyi Başkan Altınok'un gönderdiğine kuşku yoktu. Çeteyi bizzat yönlendiren ise yıkım işlerine bakan Belediye Sosyal Konutlar Müdürü Metin Yıldız'dı. Metin Yıldız'ın emri ile mahallenin girişlerine moloz dökülerek inşaatlar için malzeme getiren kamyonların giriş çıkışı engellendi... Kamyonlara ceza kesildi. Şoförleri açıkça tehdit edildi. Mahalleye gelen faşist çete, halkı korkutmaya amaçlayan taciz edici hareketler yaptı. Tehdit ve küfür savurup, silah gösterdiler. Koo- peratifte hak sahibi olan bir kişi dövüldü, ağzına silah dayanarak çekip gitmesi is- Erdal Yıldırım Planlı Bir Şekilde Katledildi 30 Ağustos günü, yine mahalle halkını taciz etmek için gelen faşist çete arabalarını halkın üzerine sürdü. Kooperatif Başkanı Haydar Yıldırım'a arabayla çarparak yaralanmasına sebep oldular. Bu olayı anlatan mahalle halkından Turan Akan özellikle polisin tutumuna dikkat çekiyordu: "Biz diyoruz ki şu karşıdan giden araba insanlarımıza çarptı, polis oyalanıyor, bekliyor ki kaçsınlar. Biz diyoruz ki, bu arabada silah var diyeni elinin tersiyle itiyor. Polis de onlarla ortak." Saat sıralarında mahalleye tekrar gelen faşist çete, bu kez havalı bir tüfekle halkın üzerine ateş açarak 22 yaşındaki Erdal Yıldırım'ı katletti. Kullandıkları arabalar 06 EBT 23, 06 EBT 08 ve 06 K 5147 plakalı belediyeye ait araçlardı. Olayda tetiği çeken "Çeyrek Apo" lakaplı belediyede çalışan Abdulkadir Yaşartürk idi. Erdal'ın ağabeyi Hasan Yıldırım, Erdal'ın ölümünün MHP'Iİ Belediye Başkanı'nın talimatı ile, Yıkım Müdürü Metin Yılmaz ve Belediye Başkan Yardımcısı Abbas Demirbaş ve bunların emrindeki Abdülkadir Yaşartürk tarafından gerçekleştirildiğini ifade etti. Olaydan sonra görüştüğümüz mahalle halkından Turan Akan "Belediyenin, hem de müdürlerin arabasıyla geliyorlar demezler mi gecenin bu saatinden orada ne işin vardı? Demek ki bunları gönderenler var, yönlendirenler var, o arabaları altlarına verenler var. Bunu da veren Turgut Altınok'tur" diyerek belediye başkanının kendini gizleyemeyeceğini belirttikten sonra sözlerini şöyle sürdürdü: "Biz burada iki yüz aile bir bütünüz. Aramızda her memleketten insan var. Bu mahalleye yerleşilirken ayrımcılık yapılmadı. Ben Sünniyim, bu mahallede Alevı-den çok Sünni var. Ama aramızda ayrılık gayrılık yok, kardeşçe yaşıyoruz. O çocuğun kanını da yerde bırakmayaca-ğız." Cenaze Töreninde Faşizme Lanet Yağdı Dersim ili Mazgirt ilçesi Sayıklı Köyü'ne bağlı Çerxo mezrasından Alevi-Kürt bir ailenin çocuğu olan Erdal Yıldırım, 1 Eylül günü her milliyetten ve her mezhepten halkımızın geniş katılımıyla toprağa verildi. Cenaze törenine gelenler, Erdal'ın ailesinin evinin önünde toplandıkları sırada Ovacık Kendin Yap Kooperatifi halkı adına bir basın açıklaması yapılarak yaşanan gelişmeler ve saldırı olayı bir kez daha dile getirildi. Ardından bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı cenaze töreninde düzenli kortejin oluşturulmasıyla birlikte, saat 10.30'da yürüyüşe geçildi. Yürüyüş halkın faşizme karşı öfkesinin taştığı bir eyleme dönüştü. Devrimci marşlar söylendi, taşınan pankartlarda ta-şizme karşı öfke şöyle ifade edildi: "Faşist Katillerden Hesap Soracağız", "Faşizmi Döktüğü Kanda Boğacağız", ayrıca "Kahrolsun Faşizm". "Erdal'lar Ötmez". "Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek", "Ovacık Faşistlere Mezar Olacak", "Yaşa-' sın Halkların Kardeşliği", "Mahir, Hüseyin, Ulaş, Kurtuluşa Kadar Savaş", "Hoşt Hoşt Köpekler Millet Sizden Ne Bekler" sloganları atıldı. Cenaze törenine Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in yanı sıra CHP'lı bazı milletvekilleri, parti yöneticileri de katılmıştı- Törene katılan halk faşist saldırıları seyretmekle yetinen CHP'ye de tepkisini "Kahrolsun Düzen Partileri" sloganı ile gösterdi. Kamer Genç kendisini hedef alan yoğun tepkiler üzerine mezarlığa kadar gelemedi. Yürüyüş Esentepe, Pıyangotepe, 19 Mayıs mahalleleri güzergahında 5 km, kadar sürdü. Danışment'te çevik kuvvet tarafından önü kesilen halk burada arabalara binerek mezarlığa hareket etti. Erdal Yıldırım Karşıyaka mezarlığında yine törenle toprağa verildi. Faşizme Karşı Örgütlenmek Zorunlu Cenaze töreninden sonra görüştüğümüz Ovacık Kendin Yap Kooperatifi halkından bir Kurtuluş okuru, cenaze töre ninde faşizme karşı öfkenin göaierılmesinin olumlu olduğunu ama yeterli olmadığını söyleyerek sözlerini şöyle sürdürdü: "Şimdiye kadar hep dilekçe yazdık. Suç duyurusunda bulunduk. Ama hiçbir sonuç çıkmadı. Bir sonuç çıkmaması faşistleri daha da pervasızlaştırdı. Sonunda gelinen nokta ortada, silahla saldırı düzenlediler. Bu olay basit bir olay olarak geçiştirilemez. Arkası gelecektir. Sivil olsun, resmi olsun faşistler daha da pervasız saldırıyorlar. Bu saldırıları önlemenin tek yolu kendi gücümüzü örgütlemek ve buna güvenmektir. Mahalle komiteleri şeklinde kuracağımız yapılarda, mahallemizin her türlü sorununun çözümü için güç birliği oluşturabiliriz. Ayrıca bu tür güç birliği, mahallenin can güvenliği sorununa da sahip çıkacaktır. Faşist serseriler bizim örgütsüz oluşumuzdan güç alıyor. Onlara anladıkları dilden derslerini verdiğimizde, saldırma cesaretleri kırılacaktır." Öte yandan Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde bulunan DHKP-C ve TKP(ML) davası tutsakları yayınladıkları mesajda katillere "Halkın Adaletinden Kurtulamayacaksınız" diye seslendiler. Mesajda ayrıca Ovacık katliamının birinci dereceden sorumlusu olan Turgut Altınok, Metin Yılmaz, "Çeyrek Apo" ve çetesi halkımıza karşı işledikleri tüm suçların hesabını verecekler, namlularımızdan kurtulamaycaklar" dedi. *

13 Faşist devlet ülkemizi kan gölüne çevirdi "Katledildiler" Katilleri Devlettir 1970 Maraş Göksun İlçesi Küçükçamurlu köyünde doğdu. Gençlik mücadelesi içinde işçi ve emekçilerin direnişlerinde en önde yer aldı. 12 Eylül faşist cuntasını protesto etmek amacıyla 13 Eylül 1992'de Adana'da bildiri dağıtırken Mete Altan ve onun eli kanlı cellatları tarafından katledildi Kayseri Develi ilçesi Derebaşı köyü doğumlu. Yoz kültürün içinden sıyrılarak devrimci düşüncelerle tanıştı. Ve devrimci mücadele içinde kendini sürekli geliştirdi. 13 Eylül 1992 Erol Poyraz'la birlikte katledildi. 'Katledildi" Katili Devlettir 1951 Antep İslahiye doğumlu. Yoksul bir ailenin çocuğuydu. Kürdistan'lı her emekçi gibi bir yanda yoksulluk bir yanda zulümle İç içe yaşadı. Faşizmin ağır baskı koşullarında yıllarca zindanda kaldı. Yaşamı boyunca kavgasından ve onurundan taviz vermedi. 27 Nisan 1988'de Gaziantep'te faşist devlet güçleriyle girdiği çatışmada şehit düştü. "Kaybedildi" Sorumlusu Devlettir Düşmana karşı derin bir kini ve öfkesi olan Ali mütevazı yaşamı ile devrimciliği emek isteyen bir iş ve sabırla işlenmesi gereken giirev bildi. Ali Efeoğlu 5 Ocak tarihinde gözaltına alındı. O tarihten beri haber alınamıyor. Bir evladın, bir kardeşin kayb edilin esinin katledilin esinin acısı geçmez. Çünkü onların yerine bir yenisini koyma şansımız yoktur. İşte bu acının yüreklerde duyulması gerekiyor. Gözümüzü ülkemize çevirmek yeterli. Evlatları kaybolan anaların yüreklerindeki acıya, gözlerindeki Öfkeye bakalım. Sokaklarda, meydanlarda ve meclis kapılarındaki anaların haykırışlarını duymalıyız. Çünkü bu haykırışlarda sadece kayıp analarının değil tüm anaların hesap sorma bilinci "Katledildi" Katili Devlettir Devrimcilik yaşamı boyunca içinde yer aldığı hareketin çeşitli kademelerimle yönetici olarak görev yaptı. Bağlı olduğu hareketin kurumsallaşmasında ve örgütlenmesinde önemli görevler yüklendi yılında yanında bir grup savaşçıyla sınırdan geçerken çıkan çatışmada esir düştü ve yoğun işkenceler sonucunda katledildi. Demokratik, bağımsız ve sosyalist bir ülke için savaşıyorlardı. Bu kavgada en ön saflarda yer aldılar. Ve savundukları İdealler uğruna 11 Ağustos 1995 tarihinde Dersim'in Mazgirt ilçesindeki Şişik ormanlarında faşist devlet güçleriyle girdikleri çatışmada yoldaşları Soner TOKAT, Şehriban KARAKUŞ, Suna AYDIN, Ali Kemal ALTUN, Kemal ÇELİK, Baykal ŞAHİN, Erol GÜNGÖR, Ali Asker ŞENGEZER, İmam ECEROĞLU, Tarkan KÖSE ile birlikte şehit düştüler. "Katledildiler" Katilleri Devlettir Bu sayfa Partizan Sesi, Hedef, Atılım, Özgür Halk ve Kurtuluş tarafından ortak olarak hazırlanmıştır. Kaçıranları, katilleri bulacak ve yargılayacağız

14 Ümraniye Cezaevi'nde Direniş Sürüyor Açıldığı günden beri hak ihlalleri süren Ümraniye'deki Üsküdar E Tipi Cezaevi'nde bu sefer de hücre tipi koğuşlarda tutsaklar tecrit edilmeye başlandı. 17 Ağustos tarihinde idarenin baskıları ve saldırıları karşısında açlık grevine başlayan DHKP-C tutsaklarına idare 15 gün hücre cezası verdi. Hücre cezası 1 Eylül'e kadar devam etti. 1 Eylül'de sona eren hücre cezasından sonra tutsaklar koğuşlara geri getirildiklerinde bu defa idarenin yeni bir oyunu ile karşılaştılar. Tutsaklar 8 kişilik özel koğuşlara konulurken, aynı davadan yargılananlar da ayrı koğuşlara konuluyor. Bu keyfi uygulamaya karşı tutsaklar açlık grevini sürdürüyorlar. Cezaevi idaresinin tecrit politikası tutsak/ara karşı her alanda sürüyor. Açlık grevi nedeniyle iç kanama geçiren Polat Uzunbıyık isimli DHKP-C tutsağı durumunun ağtr olmasına rağmen cezaevi müdürü ve askerler tarafından hastaneye götürülmedi. Tutsakların yoldaşlarına herhangi bir şey olduğunda sorumlusunun idare olacağını belirtmeleri ve kararlılıkları karşısında idare Polat Uzunbıyık'ı hastaneye kaldırdı. Açlık grevinde olan DHKP-C tutsaklarına destek olarak diğer siyasi tutsaklar da 5'er günlük dönüşümlü açlık grevine başladılar. Açlık grevi 24. gününde ve baskılar sona erene kadar devam edeceği açıklandı. İdare cezaevinde bulunan tutsakların tüm haklarını gasp etmesinin yanı sıra dışarda aileler ve avukatlara da her türlü güçlüğü çıkararak yıldırmaya çalışmaktadır. İdare sabah saat 9:00'dan sonra tutsakların verdiği dilekçeleri "Mesai bitti" gerekçesiyle kabul etmiyor. Ailelerin çocukları için getirdiği yiyecekler verilmeyerek gardiyanlar ve müdür iaratından yenmektedir. Ayrıca avukatların müvekkillerine vermek üzere hazırladıkları savunma ile ilgili bilgiler müdürün engellemesiyle alıkonuldu. Savunma bilgilerini alan müdür önce kendisinin okuyacağını ondan sonra vereceklerini söyledi. Avukatların buna izin vermemesine rağmen savunmalar avukatlara geri iade edilmemiştir. Tüm bu baskıların kaldırılması ve gasp edilen hakların geri verilmesi taleplerini TİYAD'lı aileler bir basın açıklaması ile kamuoyuna açıkladılar. Siyasi Polis Provokasyon Peşinde Siyasi polis son günlerde Sağmalcılar Cezaevi üzerinde bilinen provokasyon çabaları içine girdi. Özellikle görüntülü medyada polis kaynaklı cezaevi haberleri gözden kaçmıyor. Dışarıda gelişen mücadelenin cezaevlerinden yönlendirildiği kaynaklı provokatif haberleri dikte ettiren polis Sağmalcılar Cezaevi'nde saldırı hazırlığı içinde. Cezaevine ziyarete giden tutsak yakınlarını gözaltına alarak işkence yapmakta ve tedirgin etmeye çalışmaktadır. Siyasi polisin Sağmalcılar Cezaevi'ne yönelik uygulamaya koymayı düşündüğü saldırı hazırlığını DHKP-C davası tutsağı Songül İnce'nin gazetemize gönderdiği mektubu yayınlayarak açıklıyoruz. KAMUOYUNA Ben 12 Ağustos 1995 günü Fatih'te gözaltına alındım. Dana önce de gözaltına alınmıştım. Her seferinde polisin suçlu göstermeye çalıştığı kimi insanlar ve dernekler hakkında hazırlanan aslı olmayan ifadeler polis tarafından işkence zoruyla imzalatılıyordu. Böylece polis, insanlara ve derneklere saldırabilmek için zemin hazırlamaya çalışıyor, ardından da gözaltı ve dernek basma-kapama operasyonlarına girişiyordu. Bu kez de gözaltında aynı şeyleri yaşadım. Emniyetteki işkenceli sorgu esnasında polisler, Sağmalcılar Cezaevi hakkında hazırladıkları senaryoları doğrulatmaya çalıştılar. Cezaevinden Zerif Balçık'ı seçtiler. Onu da gözaltına alarak, aynı içerikte asılsız bir ifadeyi zorla imzalattılar. Polisler, yazılı ifadeyle yetinmeyerek, senaryolarını inandırıcı kılmak için, 19 Ağustos'ta beni gözaltına alındığım yere götürdüler. Daha önce zorla imzalattıkları ifadeyi burada işkence ve ölüm tehdidiyle tekrarlattırarak kamerayla kayıt yaptılar. Gerek zorla imzalattırılan, gerekse de işkence ve ölüm tehdidiyle videoya çekilen ifadelerin hiçbirinin doğruluğu ve gerçekliği yoktur. Bunlar, Sağmalcılar Cezaevi'ne yönelik provokatif saldırı hazırlıklarının ibr parçasıdır. Polisler gözaltında bulunduğum süre boyunca bu niyetlerini gizleme gereği dahi duymamış, en kısa zamanda Sağmalcılar Cezaevi'ndeki tutsaklara saldırı olacağını ve o zamana kadar da ziya- rete gidenleri rahat bırakmayacaklarını, diledikleri ziyaretçiyi gözaltına alacaklarını açık açık ifade etmişlerdir. Sağmalcılar Cezaevi'ne yönelecek her türlü saldırıya karşı bütün kamuoyunu duyarlı olmaya çağırıyorum. * Sağmalcılar Cezaevi 29 Ağustos 1995 Songül İNCE lalimat alarak eylem yaptığımız, cezaevinden yönetildiğimiz gibi senaryoları ifademe geçirerek zorla imzalattılar. Bana ve Özellikle de Sağmalcılar Cezaevi'ne yönelik olarak hazırladıkları komploda ısrarlı olan polisler, cezaevine hiç mediğimi öğrendiklerinde, "bu cezaevine gitmemiş, ne olacak şimdi?" diyerek kendi aralarında tartışmaya başladılar. Ve senaryoyu sağlamlaştırmak için, ifadeyi değiştirerek, cezaevine benim yerime başka biri gidiyormuş gibi yeniden düzenlediler. Kurgularını tamamlayabilmek için de benim yerime cezaevine giden kişi olarak, aile dostumuz olan ve cezaevindeki yakınlarını, hemşehrilerini arada bir ziyaret eden Tutsak Aileleri: "Ümraniye Tabutluğu Kaldırılsın" Ümraniye Cezaevi önünde görüş günü TİYAD'lı aileler ve Çağdaş Özgür-Der'liler "Ümraniye tabutluğu kaldırılsın" talebiyle bir açıklama yaptılar. 6 Eylül günü "Ümraniye E Tipi Tabutluğu Kaldırılsın" pankartı açan aileler yaptıkları açıklamada "Oligarşi lüks cezaevi, beş yıldızlı otel gibi tamımlar yaparak cezaevini inşaat halindeyken kuranıma açmıştır. Bu tabutluğun kaldırılmasını istiyoruz. Halkı demaogojilerie kandırdılar. Kamuoyunu duyarlı olmaya çağırıyoruz.* Kırşehir Cezaevi'nde süresiz açlık grevi DHKP-C taraftarlarının da bulunduğu Kırşehir Cezaevi 2. koğuşunda tutsaklar süresiz açlık grevine başladı. 25 Ağustos '95 tarihinde cezaevinin keyfi uygulamalarını ve yaşanan hak gasplarına yönelik Selahattin Aydın ve arkadaşları suresiz açlık grevine başladı. Kırşehir Cezaevi'nde Sıvas davasından yargılanarak ceza alan faşistlerin kalması, cezaevi idaresi tarafından devrimci demokrat tutsaklara karşı bir baskı aracı olarak kullanılmak isteniyor. Cezaevinde örgütlülüğün olmamasını ve siyasi ortamın sağlanamamasını fırsat bilen idare, adli tutukluların her türlü hakkını gasp ediyor. Kendi iradesiyle tutsaklar üzerinde hakimiyet kurmayı amaçlıyor. Sivil faşistleri de demokrat, duyarlı tutsaklara karşı koz olarak elinde tutuyor. Kırşehir Cezaevi'nde bulunan tutsaklar direnişlerine tüm sosyalist basının ve demokratik kamuoyunun sahip çıkmasını, desteklemesini talep ediyorlar.*

15 Kayıp ve katliamlar için eylemler sürüyor Gülsuyu'nda daha önce defalarca uyarılan bir birahane molotoflanarak tahrip edildi. 28 Ağustos 1995'te Gülsuyu'nda bulunan Pala'nın yeri olarak bilinen bir birahane Devrimci HalkKurtuluş Cephesi tarafından kayıpların, katliamların hesabını sormak amacıyla motoloflanarak tahrip edildi. İstanbul'un birçok bölgesinde yapılan yazılamalarla kayıp ve katliamlar protesto edildi. 29 Ağustos 1995 günü saat 9da Esenler, Atışalanı, Karabayır, Tepe, Sondurak bölgelerinde "Gözaltında Kayıp ve Katliamların Hesabını Sorduk Soracağız", "Kaybedilen 300 İnsanımız Nerede?", "Katilleri Bulup Yargılayacağız", "Polisler Simit Satın Onurunuzla Yaşayın, Hedefimiz Olmayın" sloganları yazılı ve DHKC-DHG imzalı yazılamalar yapıldı. Nurtepe ve Güzeltepe'de 29 ve 30 Ağustos'ta kayıp ve katliamların hesabını sormak amacıyla yazılamalar yapıldı. "Kaybedilen 300 insanımız Nerede?", "Katillerden Hesap Sorduk Soracağız", "Kaçıran ve Katleden Devlettir Hesap Soran Halkın Adaletidir" sloganlarının olduğu yazılamalar Devrimci Halk Güçlen imzalıydı. Pendik'te de 31 Ağustos günü yapılan "Gözaltında Kayıpların Hesabını Sorduk Soracağız", "Gözaltına Alınan 300 İnsanımız Nerede?" DHKC- Devrimci Halk Güçleri yazılamaları yapıldı. Yine 31 Ağustos günü Pendik Şıhlı merkez durağında, "Gözaltına Alınan 300 İnsanımız Nerede? DHKC Devrimci Halk Güçleri" yazılı pankart asıldı. Okmeydanı Halil Rıfat Paşa Durağında 31 Ağustos'ta akşam saat 22:30'da üzerinde "Kaybedilen 300 insanımız Nerede? DHKC" yazılı bomba süsü verilen bir pankart asıldı. İki saat asılı kalan pankarta halkın yoğun ilgisi vardı. Yine Mahmut Şevket Paşa Mahallesi'nde de "Polis, Onurlu Yaşa Simit Sat Hedefimiz Olma" içerikli DHKC imzalı yazılamalar yapıldı. Gebze, Darıca, Erişler durağında ise 1 Eylül 1995 günü polis işbirlikçisi faşist ve aynı zamanda da bir uyuşturucu sa- DHKC Ahlaksızlardan Hesap Soruyor Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi yoz, ahlaksız kültüre karşı mücadele ederek, halka karşı yapılan ahlaksızlıklara izin vermiyor. 2 Eylül 1995 günü saat 22.30'da Okmeydanı'nda hırsızlık yapan, esrar kullanan, her türlü yozluğu pisliği üzerinde taşıyan tombalacı Yılmaz olarak bilinen şahıs DHKC tarafından dövülerek cezalandırıldı. Yapılan bu eylemi üstlenen Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi "Bu şerefsizin sorgusu yapıldıktan sora suçlarını kabul etmiştir. Eylemin propagandası halka yapılmış ve halktan büyük destek elde edilmiştir. Eylem alkışlarla karşılanarak, teşekkür edilmiştir" denildi.* tıcısı olan manav ve yazıhanesi tahrip edilerek cephe bayrağı asıldı. "Hiçbir Halk Düşmanı, İşbirlikçi Faşist Devrimci Adaletimizden Kurtulamaz", "Gözaltında Kayıpların Hesabını Sorduk, Soracağız", "Gözaltında Alınan 300 İnsanımız Nerede?" sloganlarıyla Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi adına üstlenildi. "Kayıp ve Katliamların Sorumlularından Hesap Soracağız" yazılı ve ses bombalı bir pankart Çamlıca Libadiye caddesine asıldı. DHKC Ümraniye DHG adına üstlenildi. Mahmut Şevket Paşa Mahallesi'nde ise bir işbirlikçinin tamirhanesi tahrip edildi. 2 Eylül günü saat 23.10'da Mahmut Şevekt Paşa mahallesi, Mithatpaşa Caddesi üzerinde bulunan Hüseyin... isimli işbirlikçiye ait Güven Oto tamircisi DHKC tarafından tahrip edildi. Gazi'de İsmail... isimli MHP'li bir faşist polis işbirlikçisine ait 34 UF... plakalı beyaz şahin Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi tarafından yakıldı. Nurtepe'de Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi/Liseli DEV GENÇ imzalı "Emeğin, Onurun, Özgürlüğün için Halk Komitelerine Katıl" içerikli bildiriler dağıtılarak halkımızı komitelere davet etti. Ayrıca yine aynı içerikli Nurtepe meydanında kuşlamalar yapıldı. Halkın Adaleti DYP'den Hesap Sordu İktidar partisi olan ve halkımız üzerindeki sürdürülen tüm katliam ve baskı politikalarının birinci dereceden sorumlusu DYP'nin seçim otobüsü Devrimci Halk Kurtuluş Savaşçıları tarafından yakılarak tahrip edildi. Çağlayan Kuştepe'de Bakırköy Belediyesi DYP seçim otobüsü 2 Eylül 1995 günü, kayıp ve katliamların hesabını sormak için yakıldı. Büromuzu arayan DHKC savaşçıları eylemi "Yaşasın Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi, Yaşasın Önderimiz Dursun Karataş" sloganlarıyla üstlendiler. Gazi Mahallesinde ise 4 eylül 1995 günü akşam saat 22.00'da Ceyhun Çanta, kayıp ve katliamların hesabını sormak amacıyla Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi tarafından bombalanarak. tahrip edildi. Liseli DEV GENÇ Ünalan'da Gösteri Düzenledi Gözaltındaki kayıpların ve katliamların hesabını sormak ve 300 insanımız nerede kampanyası çerçevesinde Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi/Liseli DEV GENÇ, Ünalan Mahallesi Tepe üstü durağında 4 Eylül günü bir gösteri düzenledi. Akşam saatlerinde "Kaybedilen 300 İnsanımız Nerede", "Katillerden Hesap Cephe Hesap Soruyor İstanbul Nişantaşı'nda bulunan Vakkorama binası 4 Eylül günü Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi tarafından bombalandı. Büromuzu DHKC Ali Rıza Kurt Silahlı Propaganda Birliği adına arayan bir kişi "Eylemi kayıpları kayıpların ve katliamların hesabını sormak için gerçekleştirdik, katilleri bulup yargılamaya devam edeceğiz" dedi. Sorduk Soracağız" yazılı DHKC- Liseli DEV GENÇ imzalı pankartlar önce kepenklere asıldı. Daha sonra patlayan molotoflarla yol trafiğe kapatılarak "Kaybedilen 300 insanımız Nerede?", "Katillerden Hesap Sorduk Soracağız", "Umudun Adı Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Cephesi" sloganları atılarak gösteri sona erdirildi. Okmeydanı'nda kayıpların Hesabı Soruldu Gözaltında kayıpların ve katliamların hesabı sorulmaya devam ediyor. 1 Eylül 1995 günü Okmeydanı Anadolu kahvesinin önünde akşam saat 20:20'de bir gösteri düzenlendi. Pankart açılmasıyla başlayan gösteride, "Titre Oligarşi Parti Cephe Geliyor", "Kim Vuruyor? CEPHE", "Gözaltında Kayıpların Hesabını Soracağız" sloganlarının haykırılmasıyla gösteri devam etti. Halkın yoğun bir ilgiyle izle- İstanbul Avcılar 1 Eylül 1992'de polis tarafından katledilen Devrimci Sol savaşçısı Alirıza Karagöz mezarı başında anıldı. İstanbul Gazi mezarlığında yapılan anmaya "Alinza Karagöz Sömürüsüz Bir Dünya, Özgür Vatan İçin Şehit Düştü" Haklar ve Özgürlükler Platformu, "Asıl Siz Teslim Olun ", "Evlatlarımız Ölümsüzdür" TİYAD'lı Aileler, "300 Kayıbın Katliamın Sorumlusu Devlettir" Çağdaş Özgür-Der, "Ali Rıza Karagöz Ölümsüzdür" DHKC- DHF imzalı pankartlar açılarak başlandı. Alirıza Karagöz'ün mücadele azmi, kararlılığı ve devrimci yaşamını anlatan konuşmalar yapıldı. Anmada ayrıca geçtiğimiz günlerde Ankara Keçiören'de MHP'li faşistler tarafından katledilen Erdal Yıldırım ve tüm devrim şehitleri için saygı duruşunda bulunularak Erdal Yıldırım'ın hesabının sorulacağı da vurgulandı. diği gösterinin bitimine yakın gelen üç araba sivil polis eyleme müdahale etmeye kalkıştı, fakat "kahramanlıkları" pek uzun sürmedi. Polisin müdahalesi DHKC militanlarının molotoflarla karşılık vermesi üzerine, polisler arkalarına bakmadan kaçtılar. Eylem gözaltı olmadan sona erdi. Ancak eylem bittikten sonra "güçlerinin farkına varabilen" birçok sivil, resmi, çevik polis Okmeydanı'na saldırdı. Ve mahallede terör estirerek, onlarca kişiyi gözaltına aldı. Gözaltına alınanlar bir gün sonra serbest bırakıldı. Eylem Devrimci Halk Kurtuluş Cephesi tarafından üstlenildi. Devletin kendisini en güvenlikte olarak gördüğü yer olan, ülkenin başkenti Ankara'da da halkın adaleti kayıp ve katliamların hesabını soruyor. 1 Eylül günü Ankara Devrimci Halk Güçleri gözaltında kayıpların hesabını sormak ve katliamları protesto etmek için, Vakıflar Bankası Bahçelievler şubesini tahrip etti. Bursa'da da birçok bölgede Devrimci Halk Güçleri imzalı özel sayılar dağıtıldı ve aynı içerikli DHG imzalı afişle-meler ve kuşlamalar yapıldı. 29 Ağustos günü Bursa'nın Ortabağlar, Teleferik, Vatan Mahallesi, Kuştepe-İvaz paşa, Panayır mahalleri ile Mustafa Kemalpaşa ilçelerinde özel sayı dağıtılırken, 31 Ağustos'ta da afişleme ve kuşlamlar yapıldı.* Ali Rıza Karagöz Mezarı Başında Anıldı Kitle düşmana olan öfkesini "Kahrolsun Faşizm Yaşasın mücadelemiz", "Alirıza Karagöz Ölümsüzdür", "Alirıza Yaşıyor DHKC Savaşıyor" sloganları atarak gösterdi. Anmaya yeni insanların katıldığı dikkat çekiciydi. Genç insanlar yumurukları havada sıkılı daha şimdiden Alirıza yoldaşın bıraktığı bayrağı dalgalandıracaklarının sözünü veriyorlar. Atılan her slogan sıkılan her yumruk bunun göstergesiydi. Anmaya kavga türküsü "Bize Ölüm Yok" söylenerek ayrı bir coşku katıldı. Daha sonra içilen devrim andından sonra anma bitirildi. Alinza Karagöz için aynı günlerde ayrıca çeşitli birimler tarafından 2 ayrı anma daha yapıldı.*

16 ençliğin tarihi biraz da ülkemizin devrimci mücadele tarihidir. Birbirinden ayırmak mümkün değildir. Başlangıcından bugüne gençlik, toplumun her kesiminin mücadelesinin fitili olmuş, en önde koşmuş, ilk düşen olmuş ama hep taşıyan, iten, yürüten lokomotif güç işlevi görmüştür, işçi, köylü, öğrenci, mahalleli gençlik, halk muhalefetinin yükünü, coşkusuyla, cüretiyle, kaygısızlığıyla omuzlamış, yılgınlık ve korkuyu yenmiş, düşmanın karşısına ilk çıkan, ilk taşı atan, ilk tetiğe basan, ilk sloganı atan olmuştur. Ülkemizde var olan revizyonist-reformist cephenin yarım yüzyılı aşkın hükümranlığına karşı ilk karşı çıkış ve ilk Silahlı Devrim Cephesi gençliğin dinamizmi, sorgulayıcı ve atılgan yanıyla yaratılmıştır. İlk toplu ve örgütlü tavır alış 1950'li yılların ikinci yarısındadır. Ülkenin adım adım Menderes iktidarı eliyle emperyalizmin yörüngesine oturtulması girişimlerine, gerici-faşist çetelerin yine bu iktidar eliyle beslenip ilerici-demokrat kitleye ve yayın organlarına saldırılmasına ve iktidarın provokasyonlarına karşı gençlik hareketlenmiş, toplumun diğer kesimleriyle birlikte eylemlere girişmiştir. Bu süreç gençliğin, özellikle de öğrenci gençliğin forumlar, gösteriler, kitlesel yürüyüşler yaptığı, polis terörüyle yüzyüze geldiği bir süreçtir. İkinci yükseliş '60'lı yılların ortasındadır. Dünyada esen sosyalizm ve antiemperyalizm fırtınası ülkemiz gençliğini de sarıp sarmalamış; M-L klasiklerin Türkçeye çevirisiyle tarihimizde ilk kez gençliğin geniş kesimlerince okunma şansı bulmuş ve bu gelişmeler karşısında Dünya ve ülkemiz gerçeği ilk kez çok geniş kesimlerce tartışılmaya başlanmış, gençlik bu bilinç ve ruh haliyle ilk kez bu kadar geniş çaplı bir ayağa kalkışı yaşamıştır. Reformist-revizyonist gelenek bu süreçte sorgu masasına yatırılmış, örgütlenme ve çalışma tarzı eleştirilmiş ve düzen sınırları hızla zorlanmaya başlamıştır. Bilinçlenme de had safhadadır. TİP'in reformist, statükocu ve parlamenterist çizgisi de bugünlerdeki eleştirilerden nasiplenmiş, gençlik saflaşarak, ilk devrimci sloganları atmaya ve kendi içinde örgütlenmeye başlamıştır. Devrimci mücadele hızla yükselmiş, başta ekonomik-demokratik alanda olmak, üzere çok yönlü örgütlenmeler filizlenmiştir. Ki, bu süreç, toplumun her kesiminin kendini açığa vurduğu ve kabarmanın düzen sınırlarını zorlamaya başladığı bir süreçtir. Bir Haziran Büyük işçi Direnişi bu örneklerden biridir Haziran eylemi, Türkiye İşçi Sınıfı tarihinde en büyük eylem oluşu, reformist-uzlaşmacı sendikal anlayışa vurduğu büyük darbeyle, küçük burjuva anlayışa verilen devrimci bir cevap oluşuyla büyük öneme sahiptir. Ve gençlik, bu eyleme iradi müdahalede bulunmuş ve eylemci işçilerin en önünde yerini almıştır. Bu militan anlayış, DEV-GENÇ anlayışıdır. '65-70 dönemi büyük oranda kendiliğinden bir karakter göstermesine ve burjuva demokratik taleplerin ötesine geçememesine rağmen gençliğin son dönemde önderliği ele alışıyla radikalizmi geliştirmiş, ideolojik-politik kopuşları hızlandırmıştır. Ve bu kabarışa imza atan güç, DEV-GENÇ'tir. FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) içinde başlayan tartışmalar ve mücadele DEV-GENÇ'i doğurmuş ve Türkiye Sol Hareketi tarihinde önemli bir adım atılmıştır. Gençlik örgütlenmelerinde netleşen mücadele perspektifi, büyük ölçüde mücadelenin diğer alanlarına da yansımış ve gençlik her alanda kitle hareketinin başına geçmiştir. Bu bir yanıyla güncel ekonomik-demokratik sorunların militanca ele alınışı ve eylem örgütlenmesi olarak ortaya çıkarken, diğer yanıyla oportünist-reformist geleneğin duvarlarının yıkılması ve bir kopuşu ifade ediyordu. Gençliğin militan mücadele ruhu ve Gençliğin tarihi biraz da ülkemizin devrimci mücadele tarihidir. Birbirinden ayırmak mümkün değildir. Başlangıcından bugüne gençlik, toplumun her kesiminin mücadelesinin fitili olmuş, en önde koşmuş, ilk düşen olmuş ama hep taşıyan, iten, yürüten lokomotif güç işlevi görmüştür. İşçi, köylü, öğrenci, mahalleli gençlik, halk muhalefetinin yükünü, coşkusuyla, cüretiyle, kaygısızlığıyla omuzlamış, yılgınlık ve korkuyu yenmiş, düşmanın karşısına ilk çıkan, ilk taşı atan, ilk tetiğe basan, ilk sloganı atan olmuştur. uzlaşmaz tavrı, anti-emperyalist tavır alışta da en öndeydi. DEV-GENÇ'liler bir yandan köylülerin tefeci-tüccar ve ağalara karşı giriştikleri toprak işgallerinin, büyük grevler düzenleyen ve kent sokaklarını dolduran onbinlerce işçinin en önünde yürürken diğer yandan ulusal kimliğe ve ülke bağımsızlığına da sahip çıkıyor, emperyalizme tavır alıyor, "Bağımsız Türkiye" sloganlarıyla Dolmabahçe'ye demir atan Amerikan 6. filo askerlerini döve döve denize döküyordu. Bu süreçle birlikte gençliğin özerk-demokratîk üniversite mücadelesi anti-emperyalist bir karakter kazanmaya başlıyordu. Eylemlilik süratle ve iradi olarak politik bir muhtevaya taşındı. Gençlik, işçi sınıfı ve tüm devrimcidemokratik güçlerin eylemini bizzat örgütler ya da pratik olarak önderlik ederken, doğal olarak bunun yeterli olmadığını da gördü. THKP-C ve THKO böyle bir bakış açısının ürünü olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Bütün bir halkı örgütleyip, onları bir bütün olarak kucaklayarak devrime yürütmeyi amaçlayan bu örgütlerin kuruluşu bir dönüm noktasının işareti olmuş, kendi gücüne güvensizliğin, burjuvaziden icazet dilenişin, burjuva demokrasisi içinde çözüm arayışının, pratiksiz sol geleneğin yıkılmasına büyük katkılar sağlamıştır. Ve bu tavır alışı yaratan kadrolar, bu denli zorlu bir süreci canı-kanı pahasına aşanlar Gençlik kadrolarıdır; Mahir'dir, Deniz'dir, Sinan'dır, Cevahir'dir, İbo'dur. Bu mücadele ustaları Türkiye halklarına kendi savaş örgütünü armağan etmişlerdir. 12 Mart faşizmine karşı eyleme geçen, direnen, çatışan, ölen ama teslim olmayan yine THKP-C, THKO ve TKP- ML kadrolarıdır. Bir yandan halk saflarında cuntaya karşı bayrak açıp, çok genç ve tecrübesiz olmalarına rağmen, savaşan ama bunu yaparken de devrimci harekete yeni gelenekler eklemesini bilenler de onlardır. Verdikleri mesaj, her koşulda teslim olmama, idealler uğruna gerekirse ölüme yürüme, birliğin gerçek zemininin savaş alanları olduğu ve anti-emperyalist tavır alışın gündemin en önemli meselesi olduğudur. Herkesin "intihar", "maceracılık" diye saldırdığı, iç ve dış düşmanlarca kuşatma altında olunduğu koşullarda bile "doğru bilinen yolda tek başına da kalınsa yürünmesi"dir. 12 Mart faşizmi, silahlı devrim hareketini, THKP-C, THKO ve TKP-ML önder ve militanlarını imha ederek tarihe gömmek istedi. Ama sonuç hiç de istediği gibi olmadı. Fiziki tasfiye sonrasında hareket yeniden örgütlenmeye başlandı. Gençlik, açığa çıkan potansiyeli eritmeye dönük çabalara göğüs gerdi koşullarının en belirgin özelliği solun her çeşidinin politik faaliyetini esas olarak THKP-C potansiyelini kendi inkarcılıkları doğrultusunda örgütlemek olmasıdır. Kaos yaratılır. Bu dönemde oligarşi de "rehabilite" ettiğine kanaat getirdiği bu inkarcı ve dönekleri bir Genel Af'la piyasaya sürmüştür. 12 Mart faşizminin yeri, reformist umutlar ve hemen arkasından sürece dahil olacak olan sivil-faşist terörle doldurulmak istenmektedir. Sol, tam bir kaos içindedir. İnkarcılık, davaya ihanet, geleneksel reformist, kuyrukçu, uzlaşmacı çizgi yeniden sahnededir. Çok yönlü kuşatma altındadır yine DEV-GENÇ'liler. Ama yılmazlar. Devrimci Hareketin yenilgisinden haz

17 de Yerini Alacaktır i mücadele tarihidir THKP-C ile yükselen ve DEVRİMCİ SOL'la yeni bir döneme giren kadrolar, bu süreçte çoğunlukla tutsak düştüler. Ancak mücadele, yer, zaman, mekan koşullarına hapsedilemezdi. Ve tutsaklık koşullarında, işkenceler, idamlar, ağır baskı ve yasak koşullarında devrimci kadrolar direnerek "özgürlüğü" yaşadılar. Süreç öylesine güçlü kıldı ki, devrimcileri, o koşullarda bile "dışarıdaki" muhalefetin ateşleyici gücü olmayı başardılar. Ölüme yattılar, ölümsüzleştiler. duyanlara, arenanın boş olmadığını gösterirler. Örgütlenirler yeniden. Oligarşinin CHP eliyle gündeme soktuğu ve var olan potansiyeli düzen içi kanallara akıtma amaçlı "toplumsal banş", "demokratikleşme", "Faşizme Geçit Yok", "Bu düzen Değişmelidir" eksenli ve sloganlı politikalarına direnir, olayın iç yüzünü kitlelere bıkmadan usanmadan anlatırlar. Eski tüfeklerin, inkarcı, ihanetçi maskelerini düşürmek için ellerinden geleni yaparlar. Mahir'in yazılarını çoğaltır, dağıtırlar. Bir yandan dosl maskeli düşmanlara direnirken, diğer yandan devlet eliyle estirilen sivil-faşist terörün üstüne yürürler. O günlerde faşizmin, resmi ve özellikle sivil faşistler eliyle yürüttüğü terör, katliamlar boyutuna tırmanmakladır. Can güvenliği toplumun her kesiminin temel sorunu haline gelmeye başlamıştır. Sol, "provokasyona gelmeme, anarşi ve teröre alet olmama" adına suskundur. Dahası suskunluğunun teorisini yapmakta, kılıf ayarlamakla meşguldür. Halkın can güvenliği sorunu onları hiç ilgilendirmemekte, hiç istiflerini bozmamakta, örgütlenme ve mücadeleyi kendiliğindenci ve savunmacı bir çizgide tutmayı yeğlemektedirler, işte bu süreçte devrimci tavır, maddi bir olgu olan faşist terörün karşısına devrimci şiddetle çıkmak, faşist terörü etkisizleştirmek, kitlelerin can güvenliği talebine devrimci şiddet temelinde bir taktik politikayla sahip çıkmaktı. Bunu başardı DEV-GENÇ'liler. Geleneksel savunma çizgisinden çıkıp eylemlere başlarken bir yandan da anti-faşist potansiyeli iktidar karşıtı bir potansiyele dönüştürebilecek bir politik çizgiye girdiler. O günler, gençliğin ve özellikle de öğrenci gençliğin adeia yeniden dirildiği günler oldu. Gençlik eylemleri büyük bir yaygınlık kazanmış, üniversiteler tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir hareketliliğe sahip olmuştu. Gençlik, hakları- na sahip çıkıyor, demokratik üniversite mücadelesi hızla yükseliyordu. Örgütlenmeler artıyordu. İYÖD, bu dönemde kuruldu. Gençlik, forumlar, yürüyüşler, işgaller düzenliyor, düzenin üniversiteler üzerindeki politikalarında önemli gedikler açıyordu. Bu süreçte okulların kaydadeğer bir kısmının sivil faşistlerce işgali gündeme geldi. Devrimci-ilerici öğrenciler okullarda,sokaklarda, meydanlarda resmi-sivi! faşist işbirliğiyle öldürülüyordu. 16 Mart Katliamı geldi gündeme. Gençlik bu olaya çok süratli tepki göstererek 40 bin civarında öğrenciyi protesto eylemine kattı. İstanbul sokakları, ilerici-devrimci gençliğin sloganları ile inledi, kitlesellik çok büyük boyutlara ulaşmıştı. Öte yandan DEV-GENÇ'liler Önderliğinde okullar ve yurtlardaki faşist işgaller kırılmaya başlandı. Akademikdemokratik temeldeki mücadele bu süreçte politik bir muhtevaya ulaşıp, iktidar perspektifiyle ele alınmaya başlandı. Türkiye Sol Hareketinin en son kopuşu bu süreçte gerçekleşti. Tasfiyeci ve süreci kendiliğindenciliğe terketmekte ısrarlı olan, potansiyel olmaktan çıkıp devrimin cephesinde saf tutan onbinleri tek bir merkezi çatı altında toplayıp iktidara yöneltmekten inatla kaçan ve bu yönüyle tarihimizin en büyük ihanetine tavır alan istanbul DEV-GENÇ karlroldrı, DEVRİMCİ SOL'u kurular. 12 Eylül açık faşizmi geldi. O güne dek izlenen politikalar en azından taktik planda değişime uğradı. O güne dek ağırlıklı olarak taktik adımlar, sivil faşistlere ve giderek devlet güçlerinin terörüne karşı gelişmiş, gençliğin ve halkın her türlü ekonomik-akademik-demokratik ve siyasal taleplerini yönlendirmek, mücadeleye sevk etmek ve örgütlemekken, yeni dönemde faşist cuntaya karşı olmalıydı. Ve belki de en önemlisi, cunta öncesi ve hemen sonrasında mücadeleyi ve halkı yalnız bırakıp kaçan, örgütlenmeyi tatil eden geleneksel, pasifist, oportünist sol güçlere rağmen, en ağır baskı ve zulüm koşullarında bile mücadeleyi kesintisiz kılmaktı. Bu amaçla "ricat" reddedildi ve mücadeleye devam edildi. Ancak, düşmanın operasyonları ve henüz genç ve tecrübesiz olmanın getirdiği olumsuz sonuçlar neticesinde, cuntaya karşı açılan savaş yeterli olamadı. Planları bozulup, tam ve topyekün bir karşı çıkış sağlanamadı. Bunda rol oynayan temel unsur, her renk ve tondan sol'un geri adımları ve halkı yüzüstü bırakıp siyasi arenadan kaçışlarıydı. DEV-GENÇ içinde mayalanan, THKP-C ile yükselen ve DEVRİMCİ SOL'la yeni bir döneme giren kadrolar, bu süreçte çoğunlukla tutsak düştüler. Ancak mücadele, yer, zaman, mekan koşullarına hapsedilemezdi. Ve tutsaklık koşullarında, işkenceler, idamlar, ağır baskı ve yasak koşullarında devrimci kadrolar direnerek "özgürlüğü" yaşadılar. Süreç öylesine güçlü kıldı ki, devrimcileri, o koşullarda bile "dışarıdaki" muhalefetin ateşleyici gücü olmayı ba- şardılar. Ölüme yattılar, ölümsüzleştiler. Zindanlarda devrimci tutsakların yükselttiği direniş bayrağını dışarıda ilk kavrayanlardan biri yine DEV-GENÇ'liler oldu. Devrimci hareketin öncülüğünde Demokratik Üniversite mücadelesini tırmandırdılar. Bu dönemde gençliğin somut talepleri; polis-idare-sivil faşist işbirliğine son verilmesi, YÖK'ün kaldırılması, gerici-faşist disiplin yönetmeliklerinin iptali, öğrenci-öğretim üyesi ve üniversite çalışanlarının örgütlenmesi önündeki engellerin kaldırılması, eğitim sisteminin - değiştirilmesi, yurtlarda insanca yaşam koşullarının sağlanması, okulların ulusal baskı ve asimilasyon aracı olmaktan çıkarılması, harç ve vize uygulamalarına son verilmesi, tektip öğrenci derneği yasasının iptali idi. Gençlik, bu süreçte ve bu taleplerle hızla örgütlenip, cunta sonrasının ilk sokaklara dökülen, haklarını arayan, polislerle çatışan kesim oldu. Ve toplumsal muhalefet bir kez daha yine gençlik eliyle ateşlendi. Bu süreçte DEV- GENÇ'liler, gençliğin özellikle de üniversite ve lise gençliğinin tüm sorunlarına sahip çıkmaya başlayıp, boykotlar, yürüyüşler, forumlar vb. birçok etkinlik düzenledi. Binlerce genç, DEV- GENÇ'lilerin tertip ettiği gösterilere katıldı, kortejlerde yerini aldı. 12 Eylül sonrası için bu başarı önemliydi. Çünkü, cunta, geldiğinin hemen ertesinde halk kesimlerini ve özellikle gençliği sindirmek için büyük bir terör dalgası gerçekleştirmişti. Dışarıdaki milyonlar için ise yeni politikalar üretiyor, onları dejenere etmek, politikanın dışında tutmak, düzenle bütünleştirmek, tepkilerini düzen içi kanallara aktarmak için bir çok yöntem deniyordu. Korku ve yozlaşma yanyanaydı. Demokratik Üniversite ve insanca yaşam kavgasını yürüten gençlik kadroları yeniden yükselen halk muhalefetinin de yanıbaşındaydı. İşçi grevlerinde onların yanında, çadırlarında, direnişlerinde oldular. Memurların eylemlerine destek verdiler. Tutsak ailelerinin hemen her eyleminde polise ilk taşı atan, direnen, onları terketmeyen yine DEV-GENÇ'li- lerdi. 6. Filoyu ülkeden kovan DEV- GENÇ'in coşkusu, ruhu yeni döneme taşındı. Emperyalizmin "Yeni Dünya Düzeni" çerçevesinde Ortadoğu halklarına yönelik saldırganlığı ülkemizde genelde Devrimci Hareketin özelde ise DEV- GENÇ'lilerin tepkisiyle karşılandı. Bir yandan bu mücadele örgütlenirken, diğer yandan DEV-GENÇ'liler, yeni bir yüzle ve devrimcilerin açtığı mevzilerden geçerek yeniden arenaya çıkan ama eski alışkanlıklarını terketmeyen reformist ve oportünistlerin barikatlarını da aşmak zorunda kaldı. Bunlardan bir kısmı büyük bir densizlikle militan ve radikal mücadeleyi reddediyor, onu okul duvarları ve anfilere hapsetmeye çalışıyor, halkın mücadelesinden yalıtmaya çalışıyor, politik bir muhteva kazanmasını engellemeye yelleniyorlardı. Diğer bir kısım ise, radikal mücadeleyi reddetmiyor görünmesine karşın özünde aynı işi farklı bir maskeyle yürütüyordu. Tasfiyecilik, şablonculuk, taklitçilik, pragmatizm, eylemi sağa çekme, oportünizmin yeniden nükseden hastalıklarıydı. Bu mücadeleden de yüzünün akıyla çıkmayı babaşaran DEV-GENÇ'liler, yürütülen mücadeledeki kendiliğindenciliğe son vermek, örgütsüzlüğü terketmek ve düşman karşısına tüm öğrenci gençliği topyekün çıkartma perspektifiyle merkezi bir yapı yaratma çabasına girdi. Bu süreç, reformistleri tamamen mücadeleden yine bizzat mücadelenin kendisi tarafından tecrit ederken, oportünizmin de gerçek yüzünün açığa çıkmasına neden oldu. Yükselen mücadele ve dayatan örgütlü mücadele koşullarının önünde en büyük engeller yine onların eliyle örüldü. Yalanlar, entrikalar, ayak oyunları birbirini izledi ve gençliği bölmek için her türlü çaba büyük bir "azimle" gösterildi. Ama gençlik artık tecrübesiz değildi. Tüm bu girişimler boşa çıkartılarak 1990'da İstanbul Yüksek öğrenim gençliğinin ilk merkezi demokratik kitle örgütü İYÖ- DER kuruldu. Bunu, Ankara, Bursa, Eskişehir, Kütahya, Konya, Kayseri, Trabzon ve İzmir Örgütlenmeleri izledi. Bu il çapındaki örgütler zaman içinde tek bir

18 merkezi çatı altında toplanarak 1991'de TÖDEF (Türkiye Öğrenci Gençlik Dernekleri Federasyonu) kuruldu. Bu yıllar DEV-GENÇ'in, akademikdemokratik alandaki mücadelesini yürütürken bir yandan da yeraltı örgütlenmesini inşa etmeye başladığı yıllardır. Bu süreçte devrimci hareketin perspektifi dahilinde gençliğin mücadelesini kesintisiz kılmak, faşizmin saldırılarına dayanabilmesini ve kendisini yenilemesini sağlayabilmek ve öğrenci gençliğe yönelik resmi-sivil faşist teröre karşı devrimci şiddeti örgütlemek gerekiyordu. Bu, acil bir ihtiyaç olarak kendini dayatmıştı. TÖDEF'in kuruluşuyla birlikte, Devrimci Hareketin perspektifi ve eylem çizgisiyle gerçekleştirilen eylemler tüm ülke gündemine girmeye, demokratik üniversite mücadelesine yeni bir çehre ve güç katmaya başladı. Öyle ki daha TÖ- DEF'in kuruluş hazırlıkları yapılırken "80 sonrasının ilk genel boykotu 6 Kasım'da aktif olarak hayata geçirilmiş ve öğrenci gençlik tüm ülkede harekete geçirilmiştir. 3 Ocak'ta gerçekleşen işçilerin Genel Grevinin de yanındadır gençlik. İşçilerin çağrısına Devrimci Sol Güçler kepenk kapatma, kadınlar boş tencere eylemleriyle destek verirken DEV-GENÇ'liler ülke çapında Genel Boykot'a gittiler. Sivil faşistlerin bizzat devlet eliyle nabız yoklamak amaçlı dönem dönem devreye sokulduğu süreçler de oldu. Gençlik bu dönemde, toplu halde faşistleri okul sınırları dışına atarken kimi zaman da işgallerle cevap verdi saldırılara. İÜ. Basın Yayın Yüksek Okulu işgali bu süreçte DEV-GENÇ önderliğinde gerçekleşen işgallerden biri oldu. Yine o süreçte gençlik, okullarını işgal altında tutan resmi-sivil polislere karşı da çeşitli eylemlilikler örgütledi. Yıldız Üniversitesinin işgali böyle bir sürecin ürünü oldu. Gençlik bu dönemde bedelini gözaltılar, işkenceler ve hapisliklerle ödemesine karşın üniversitelerden polisi göğüs göğüse çatışarak kovmuş, okullardaki polis işga'lini genel olarak kırmıştı. Gençlik, toplumsal muhalefetin aktif bir halkası olduğu bilinciyle hemen tüm gelişmelere forumları, korsan gösterileri, yürüyüşleri ile tavır geliştirdi, Kürt halkına yönelen ve soykırım boyutuna erişen katliam ve baskıları protesto etmiş ve devletin resmi-sivil faşist güçleriyle çatışrnalara girmiş, hesap sormuştur. DEV-GENÇ'liler yakın dönem tarihimize militan ruhları ve radikal mücadele anlayışıyla çok önemli katkılar sağlamıştır. Anti-emperyalist, anti-oligarşik mücadelede, gecekonduluların, memurların, Kürt halkının, işçi sınıfının mücadesinin en büyük destekçisidir. Demokratik mücadeleyi politik bir bakış açısı ve iktidar perspektifiyle ele almakta, yaratılan geleneklerin gelecek kuşaklara taşınmasına, tüm ülke sathına yayılmasına önayak olmaktadır. Bunlar olurken, faşizmin baskı ve şiddetinden en fazla nasiplenen kesimlerden biri olmuştur. Gözaltına alınmış, işkence görmüş ve tutuklanmışlardır. Okulundan, işinden, ailesinden olmuştur. Ama yılmamış, doğru bildiği yolda yürüyüşünü sürdürmüştür. Özellikle 12 Eylül sonrasında gençliğe yönelik depolitizasyon politikalarının zırhının parçalanması ve gençliğin yeniden ülkenin siyaset sahnesine çıkmasına, dejenerasyonun önlenmesine büyük katkılar sunulmuştur. Bedelsiz değildir elbette bu. Yalnızca Devrimci Hareketin atılım döneminde gençliğin verdiği şehitlerin sayısı 20'nin üzerindedir. Yakın dönem şehitlerinden Seher Şahin, Ekrem Akın Savaş, Erol Yalçın, İsmail Bahçeci, Ferda Civelek, Hakkı Karahan, Ali Rıza Kurt bunlardan bir kaçıdır. DEV-GENÇ, hareketin atılım yıllarında ve sonrasında önemli bir kadro okulu ve kaynağı özelliği göstermiş, saflarında yetişen pek çok savaşçı zaman içinde Devrimci Hareketin birer savaşçısı ve komutanı olmuştur. Darbe ihaneti gündeme geldiğinde hiç tereddüt etmeden ülkede olaya blok tavır geliştirmişlerdir. Hareketimizi içten yıkmayı hedefleyen, yalan ve demagojilerfe değerlerimizi kirletmeye yeltenen darbeciler karşılarında DEV-GENÇ'lileri buldular ve DEV-GENÇ'liler hareketimizin siyasal onur mücadelesine katılarak, onun mahkum edilmesinde ve saflarımızdan tecritinde önemli rol oynadılar. DEV-GENÇ'liler 30 Mart 1994'te ku- rulan Devrimci Halk Kurtuluş Partisi- Cephesi'ni coşkuyla karşılamış ve eylemleriyle Parti-Cephe'yi selamlamıştır Haziranlarda, Tariş'lerde, Profilo'larda işçi sınıfının, toprak işgallerinde köylünün, Temmuz eylemliliklerinde memurun yanında olan ve önünde yürüyen gençlik, devrimci coşkusuyla mücadelenin radikalleşmesi ve kitlesel boyut kazanmasında oynadığı role, Gazi direnişindeki tavrını da eklemiş, gecekondu halkının faşizme karşı yükselttiği kavgada barikatın önünde çatışmıştır. Gençlik işte böyle bir onurlu geçmişe sahiptir. Adeta mücadele onunla başlamış, onun cüreti ve atılganlığıyla ileriye doğru evrilmiş ve bugünlere taşınmıştır. Düşman da boş durmamıştır bu süreçler boyunca. Oyun üzerine oyun tezgahlamış, gençliği teslim almak, en azından zararsız kılmak için elinden geleni yapmıştır. Başarısının anahtarı da budur biraz da. Ancak görüldüğü gibi gençlik, kuşatmaları hep aşmış ve hemen her süreçte bu barikatları yıkarak, ileri atılmasını bilmiştir. Gençlik Üzerine Oynanan Oyunlar... Genç nüfuslu bir ülkeyiz. Hatta bu konuda dünyanın sayılı ülkelerinden biri durumunda olduğumuz söylenebilir. Ve dünyanın her yerinde ve tarihin her döneminde savaşanlar, savaşın yükünü militanca omuzlayanlar, halkın her kesiminden gençlik olduğu gibi, bu, ülkemizde de böyle olmuştur. Ülkemiz gençliği ülkemiz sınıflar savaşının her sürecinde bir dinamo vazifesi görmüş, coşkusu, cüreti ve fedakarlığıyla bütün süreçlerin önünü açmıştır. Bu nedenle de emperyalizmin ve oligarşinin boy hedefi, öncelikle ortadan kaldırılması veya en azından kendine karşı çıkamayacak hale getirilmesi gereken kesim olarak görülmüştür. Bu nedenle, hiçbir harcamadan kaçınmamakta, olanaklarının önemli bir bölümünü bu kesimin dejenere edilmesi, siyaset sahnesinden koparılması ve militan yanının köreltilmesi için seferber edilmiştir. Dikkat edilecek olursa her devrimci kabarışın ardından tüm kesimler ama özellikle de gençliğin üzerine büyük bir hiddetle gidilmiş, olası tehlikeleri bertaraf etmek için de büyük bir pasifikasyon kampanyası başlatılmıştır. 12 Eylül sonrasında toplumun genelini ve özellikle de gençliği soysuzlaştırmak, geçmişinden koparmak, uysallaştırmak ve enerjisini başka kanallara akıtmak için gösterilen çabalar biliniyor. Arabesk, pop müzik, film sektörü, cinsellik, futbol tutkusu vb. her yol denenmiştir. Ve bu oyun hala daha da güçlendirilerek sürmektedir. Bu pasifikasyon ve dejenerasyon politikalarının bir diğer halkası, gençliğin tepki ve dinamizminin düzen içi kanallara akıtılmasıdır. Yakın dönemde "demokratikleşme" adı altında Anayasa değişikliğine gidilmesi ve seçme-seçilme yaşının aşağıya çekilmesi, Parti Gençlik Kollarının yeniden kurulma girişimleri gençliği devrim cephesinden uzaklaştırmaya, demokrasi beklentilerini güçlendirmeye yönelik oligarşinin manevralarıdır. Gençliği kendi potalarında eritmeye çalışmaktadırlar. Gençliğin büyük bir servet, büyük bir güç odağı olduğunun farkına varılmış ve bu güç kullanılmak istenmektedir. Ve oligarşinin bu konuda başarısız olmadığını söylemek de yanlış olmaz. Oligarşinin bu alanda küçümsenmeyecek başarılar elde etmesine, bu kadar rahat at koşturmasına neden olan güçler arasında dolaylı olarak "sol" da vardır. "Sol"un pragmatist özellikleri, günübirlik politika yürütme alışkanlığı ve zaaflara prim veren tarzda yürüttüğü örgütlenme çizgisi bu yolu düzleyen faktörler arasındadır. Bizlerin boşluğu doldurmak, gençliği devrimin saflarına katmakta gösterdiğimiz eksiklikler de buna dahildir. Gençliğe Gitmeli, Dünyalarına Girmeliyiz Oligarşinin elindeki olanaklarla gençliğe yüklenmesinin, onun temiz dimağını kirletmesinin, politikalarına alet etmesinin ve hatta onu kendinin bir hedefi haline getirmesinin önüne geçmeliyiz. Onlara vatan ve halk sevgisini aşılamalıyız. Misyonunu ve tarihini öğretmeli, hatırlatmalıyız. Gençliğin her kesimiyle diyalog kurmanın yolunu bulup çıkarmalıyız. Bunun şablonu da yoktur. Bunun yol ve yöntemlerini bize pratik hayat sunacak, pratik inisiyalifçiliğimiz yolumuzu düzleyecektir. Sekterliğe ve yılgınlığa düşmeden gençliğin (öğrenci-işçi-köylü vb.) durumunu tespit etme alışkanlığını terketmeli, bunu somutlamalı, sorunlarının çözüm anahtarlarını onlara sunmalı, yol-yöntem göstermeli ve en önemlisi onlara bizzat pratikte önderlik etmeliyiz. Güven vermeliyiz. Düzenin oyunlarını, kime hizmet ettiğini, sonuçlarını bizzat pratik örneklerle göstermeli, birey kültürüne cepheden tavır alarak, örgütlü olmanın gereğini vurgulamalı ve yine en önemlisi tavır ve davranışlarımızda, eylemimizde bunu eksiksiz göstermeli ve örnek olmalıyız. Homojen bir yapı da değildir gençlik. Kiminin derdi yoksulluktan yol parası bulamamakken, kimininki istediği fakülteye girememiş olmaktır. Kimisi kahvehaneden çıkmaz, kimi gezmekten yorulmaz. Kimi haraçlardan şikayetçidir, kimi polis teröründen. Evet, böyle bir gerçeklik vardır önümüzde. Sorunlar, kişilikler, beklentiler farklı farklıdır. Ama hepsinde ortak olan bir yan vardır. O da, geleceğinin olması, gelecekten beklenti içinde olmasıdır. Dinamizmidir, coşkusudur, cesaretidir, enerjisidir. Saf, temiz, katışıksız ve hesapsız oluşudur. Açlık içinde olması, beklenti ve özlemlerinin var olmasıdır. İşte sorunun kilit noktası da burasıdır. Neşter vuracağımız yer işte burasıdır. Üzerinde yükseleceğimiz, basacağımız yer burasıdır. Bu beklenti ve özlemlere cevap verebilmektir. Açlığını, beklentilerini devrim yolunda tatmin etmek, bu yola sokmaktır. Alternatif kültürü sunmak dahası bizzat göstermektir. Onlara el uzatmak, gittikleri yolun yol olma- Soralım bakalım gençlere Ülken bu durumdayken, sen neredesin?... Ne yapıyorsun?... Bu vahşete ve onursuzluğa onay mı veriyorsun?... Kimsin?... Halktan yana mısın?... Faşizmden mi yanasın?... Sana emek veren, seni bugünlere getiren emekçi halkımıza ve vatanına olan borcunu hiç hatırlıyor musun?... Bu görevlerini yerine getirmiyorsan, niye?... Aynı sırada birlikte oturduğun arkadaşın ya da aynı tezgahta ömür tükettiğin işçi arkadaşın yanıbaşından alınıp işkenceye götürülürken, şehirlerde ve kırlarda katledilirken neler hissediyorsun?... O insanların onurlarından ve namuslarından şüphe mi ediyorsun?... Onların ölüm haberlerini gazeteden okuduğun, TV'den izlediğin zaman yüzün kızarmıyor mu?... Gelişmeleri kayıtsızlıkla izlemek seni rahatsız etmiyor mu?... Evet, Soralım ve Cevap Bekleyelim.

19 eliğini, bir baktaklık olduğunu belirtmek ve üzerine oynanan oyunları, bu gidişatın sonunu göstermektir. Önce tanıyalım gençliği. Genel tanımların ötesinde bizzat hayatın sıcak pratiği İçinde doğru bir teşhis yapmak, işin başlangıcıdır. Sonrası buna uygun çözüm yolları ve ataçları yaratmaktır. Nabzı yakalamak ve onları kendi sorunları ve içinde bulundukları fiziki ve psikolojik ortamdan sıyırtp çıkarmak, düzenin ideolojik, kültürel yanıltmalarından uzaklaştırmaktır. Biz bunları yaptıkça, gençliğin peşimizden gelmemesi mümkün değildir. İnsanlar genel geçer söylemlerden usanmışlardır. O yüzden her insanın, her gencin örgütlenme zemini, kendi bulundukları zemindir. Bu gerçeklikte bize ne yapmamız gerektiğini genel hatlarıyla söylüyor. Okuldaysak okulda, fabrikadaysak fabrikada, tarladaysak tarlada eğitim vermeli, o zeminin düzenle çelişkisi ön plana çıkarılmalı ve önderlik o zeminde yapılarak harekete başlanmalıdır. Bu konularda geçmişte eide edilen başarı, hazırlopçu tarzda elde edilmemiştir, işin içinde emek vardır, sabır vardır, ısrar vardır, uzun vadeli düşünüş vardır. DEV-GENÇ'liler, sivil-resmi iaşist saldırıların, eski tüfeklerin kuşatması altındayken, tüm bunları bertaraf edip kitlelerle sıcak bağlar kurmuş, gençliği devrimin saflarına çekme başarısı göstermişlerdir. Kolay olmamıştır bu, bedel gerektirmiştir. Ve bu bedel göze alınarak santim santim de olsa ilerlenmiş ve düşman geriletilerek kitlelerle kucaklaşılmıştır. Düzen kültürü bugün verdiği yoz, gerici, ezberci ve faşizan eğitimle hayattan kopuk bir müfredat uygulamakta ve gençliğin enerjisini bu zeminde heba etmeye çalışırken, onları tarihlerinden, tecrübelerinden de uzak tutarak, aldatmakta, geleneklerini hiç yokmuşcasına gizlemektedir. Yerine koyduğu ise ırkçı-lıktır, oyalamaya dönük bir dolu şeydir. Bu anlamda yapılacak çok önemli bir iş, gençliği gerçek tarihimizle tanıştırmaktır. Okuldaysak bizzat o okulun tarihiyle ve direnişleriyle, işyerindeysek grevleri ve çatışmalarıyla, köydeysek toprak iş-galleriyle başlamalı ve buradan kendi sorunlarımızın ve tarihimizin bütün bir ülke ve hatta bütün bir dünya sorunları ve tarihiyle bağlarını ortaya çıkarmalıyız. Gençliğe somut, elle tutulur, yaşama ve gerçeklere ilişkin çözümler, gerçekçi hedeflerle gitmeliyiz. Her zafer, küçücük adımların sonucudur. Büyük zaferler kazanmaya küçüklerden başlamak zorunda olduğumuz bilinmelidir. Uzak, ulaşılması bugün için zor hedeflerle, ihtişamlı sözler ve vaadlerle geleceğimiz nokta, başarısızlıklar karşısında yılgınlık olacaktır. Ve bu çözümlere bizzat onları da katmak, yaşananları onun tecrübeleri haline getirmek de zorundayız. Ki, gençlik bu yolla, çözümün devrimde olduğu gerçeğini bizzat kendi pratiğiyle görecek, güven kazanacak ve yolunu çizecektir. Birliktelik ve mücadele ekonomikakademik temelli tutulmamalı, giderek artan oranda politik muhteva kazanmalıdır. Gençliğin sorunlarının ve yerinin diğer sınıf ve katmanlardan bağımsız olmadığı, bizzat aynı kaynaktan ortaya çıktığı, bu nedenle düşmanın aynı olduğu gösterilmelidir. Bunun yolu yine pratikte göstermektir. Onun gelişim çizgisini iktidarı hedefleyen bir saldırıya, hırsa, iddiaya taşımalıyız. Oligarşinin, eylemin böyle bir muhteva kazanmaması için gösterdiği çaba bugün gerçekten çok boyutludur. Çünkü böyle olduğunda bizzat egemenliği tehlikeye düşmekte, oyunları ve yarattığı hayaller dağılmakta, atdattığı kitlelerin hışmından korkmaktadır. Gençliğe giderken mutlaka bir kategorilendirme yapmak zorundayız. Herkesi örgütlemek ham bir hayaldir. Asıl hedefimiz bu düzenle birincil derecede sorunu olan gençlik kitlesidir. İlk ele alacağımız, üzerinde çalışacağımız kitle budur. Bugün ülkemizde düzenle en fazla çelişkisi olan gençlik kitlesi işçi ve köylü gençliktir. Ancak, işçi gençlik daha çok işçi hareketi saflarında yer almakta, köylü gençlik ise kır faaliyetine yakındır. Bunun dışındaki kesim ise öğrenci gençliktir. Gençlik hareketinin, başından itibaren özellikle bu zeminde örgütlenmesi boşuna değildir. Öğrenci gençlik, belli olanaklara sahiptir, okullarda toplu halde bulunmaktadır ve bilinçlendiği oranda gerçekten devrimcileşebilmekte ve devrimin motor gücü olabilmektedir. Öğrenci gençlik, aydın karakteri güçlü olan, bilinçlendiği oranda düzenle köprüleri en hızlı atabilecek kesimlerdendir. Bilinç taşınmayan gençlik ise düzenden beklentisi en güçlü kesimlerdendir. Ama bu, çelişkinin yokluğu anlamına gelmemektedir. Bugün üniversiteli ve liseli gençlik faşizmin baskısı altındadır. Beklentileri de güçlüdür. Küçük burjuva yanıyla devrimi dejenere etme, bozma, yolunu şaşırtma özellikleri gösterebildiği gibi devrime damgasını vuracak kadroları da saflarından çıkartma özellikleri göstermektedir. Bu yanıyla da oligarşinin üzerine en çok oyun tezgahladığı, yozlaşmak ve kendisi için tehlike olmaktan çıkartmak için büyük bir emek sarfettiği kesimdir. Onları yoz bir hayatın içine çekmek, düzenle ortak çıkarlar yaratmak, günlük sorunlarının içinde eriyip gitmelerini sağlamak için ellerinden geleni arkasına koymamaktadır. Yine de belli boyutlarda kimliğini korumayı beceren kesimleri de siyaset yapmak adına düzene yedeklemek istemektedir. Ya da sanat ve kültürlü olmak adına düzene zararsız hale getirmenin yollarını açmaktadır. Entel barları, fuarlar, soyut görüşlerin tartışıldığı, yılgınlığın teori düzeyine çıkarıldığı, ahlaki dejenerasyona doğal bir nitelik kazandırıldığı dumanlı mekanları bu yüzden pompalamakta, dolaylı yollardan desteklemektedir. Gençlik Onursuz ve Nankör Değildir Gençliğin çok geniş bir kesimi karşıdevrimin propagandası altındadır. Bu doğrudur. Ama bu gerici ve yozlaştırıcı adımlar, gençliği tatmin etmekten, onlara bir gelecek sunmaktan doğal ki yoksundur. Gençliğin arayışı sürmektedir. Bataklıkta bile olsa gençlik, saflığı, temizliği, kardeşliği, paylaşımı, dostluğu aramaktadır. Duygu ve düşünceleri bu yöndedir. Vefalıdır, hesapsız ve onur sahibidir. Vatansever ve emeğe saygılıdır. Biz bu duygu ve düşüncelere tercüman olmadığımız sürece doğal olarak, bu güzel erdemler güçten düşecek ve yerini düzenin pompaladığı birey kültürüne bırakacaktır. Kendine başka ideolojiler arayacak, demagojilere alet olabilecektir. Bugün soyut çağrılarla bir yere varmak mümkün değildir. "Faşist devlete askerlik yapma, Milis'e katıl, Komitelere gir" vb. çağrılar doğrudur, İdealdir ama tek başına bir şey ifade etmemektedir. Gerçek ifadesini, gençliğin içinde olmak, onlardan biri olmak, onlara somut yol ve yöntemler göstermek; hemen ilk anda ulaşılabilecek hedefler göstermek, araçlar sunmak, sonuçlarını göstermek, onlara güven vermek ve en önlerinde saldırıyı ilk göğüsleyen olunmadıktan sonra bütün bunlar boş laf olur, boşlukta asılı kalır. Askerliğin anlamını, kime karşı ve niçin yapıldığını, sonuçlarını göstermedikten, komitelerin netere önayak olacağını, hangi kazanımları beraberinde getireceğini bizzat göstermedikten sonra bir yere varılamaz. Ajitasyon ve propagandayı, eğitimi bu yönde canlı pratik üzerinde yükselmedikten sonra anlamı kalmaz. Yapılması gereken budur. Biz verdiğimizde alacaktır gençlik. O, nankör ve onursuz değildir. Yaşananlara seyirci kalmak diye bir niyeti de olamaz. Aksine acı çekmektedir, çaresizlik içinde kıvranmaktadır. Ülke emperyalizmin ve faşizmin işgali altındayken, ulusal onur hayasızca çiğnenirken ve halklar kitleler halinde katledilir, yerinden yurdundan edilirken, gençlik bunu Amerikan filmi gibi seyretmek istememektedir. Ve buna hakkı da yoktur. Yine aksine bunlara karşı ilk ayaklanan, ilk eyleme geçen gerekirse ilk kurşuna göğsünü siper eden olmalıdır. Propagandayı sorgulayıcı yönde geliştirdiğimizde gençliğin doğrunun yanında, devrimin yanında saf tutacağını göreceğiz. Çünkü gelecek ona aittir ve bu gelecekte onun çıkarı vardır. Faşizm, istediği politikayı üretsin, istediği illüzyonu yaratsın hiçbir zaman gençliği kucaklayamadığı gibi onlara gelecek de sunamaz. Hep geçicidir başarıları ve sonunda hep yeni bunalımlar üretmektedir. Sokağa çıkan, işe giden, okuluna dönen Düşman bellidir ve politikaları da ortadadır. Bunun üzerine uzun uzadıya tespitlere de gerek yoktur. Evde, sokakta, köyde her yerde gençliğin durumu tüm çıplaklığıyla gözükmektedir. Parti-Cephemizin ise bu konudaki politikası bilinmektedir. Ama herşeye rağmen bugün her kesimden gençliği tam olarak kucaklayamıyor ve saflaşmasını sağlayamıyorsak, en azından bu konuda hala bir gerilik söz konusuysa bunun nedeni, gençliği örgütlemedeki eksikliklerimiz, gençliği her yönü -sorun ve istemleriyle- kucaklayabilecek taktik politikaları üretemeyişimiz ve uzun vadeli düşünerek onlara gitmeyişimizdir. Bizim oluşturamadığımız zeminde, oligarşi devasa olanaklarının da yardımıyla gençliği sömürü politikalarına bağlamakta, süratle dejenere ederek, kendisi için zararsız hale getirmektedir. Ayrıca gençlik onlara iyi bir pazar ve ucuz işgücü de sunmaktadır. Bununla da yetinmemektedirler. Bizim yetersiz kaldığımız noktada, gençliğin enerjisini, dinamizmini halka karşı bir silah haline de getirmekten geri durmamaktadırlar. Doğru yol gösterilmeyen, kapısı çalınmayan, kantinlerde masalarına oturulma-yan, dertleri paylaşılmayan ve bu nedenle de gerçek dostunu-düşmanını ayırt edemeyen gençlik, yalan ve insan, yaşamın ve düzenin acımasızlığıyla yüz yüze gelmekte, düzenin sahte propagandası ve küçük dünyalar birer birer yıkılmaktadır. Aksi olması da beklenmemelidir. Gençliğin önemli bir kesimi bu gerçekleri belli açılardan da olsa görmekte ancak çıkış yolu ve alternatif bulamamaktadır. Bizler alternatif düşünceyi ve yolu onlara gösterdiğimizde, uygun bir şekilde bu illüzyonları dağıttığımızda, savaşın gerçeğiyle adım adım yüzyüze getirdiğimizde bu onda derin izler bırakacak, onu derinden sarsacak ve saflaşmanın yolunu açacaktır. İşte gençliği bu yönde değerlendirip, süreci bu yönde sorgulamalara tabi tuttuğumuzda ve en önemlisi böyle bir gençliğin içinde ve önünde olduğumuzda, gençlik hiç tereddütsüz Kurtuluş Cephesi'nin en dinamik, gerektiğinde kendini feda etmede en cesur kesimi olacak, devrimin militan yükünü omuzlayacaktır. Bugüne kadar dünyanın her yerinde ve tarihin her kesitinde savaşanlar, savaşın yükünü omuzlayanlar, halkın her kesiminden gençlik olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır. Gençliği bu anlamda da eğitime tâbi tutmalıyız ve özellikle de ülkemiz tarihinde, gençliğin oynadığı rol konusunda eğitmeli, bilgilendirmeli ve cesaretlendirmeliyiz. Ülkemiz tarihi özellikle öğrenilmesi gereken bir tarihtir. Bugün ülkemiz yakın ve uzak tarihinde gençliğin değişim ve dönüşüm süreçlerindeki rolü araştırmaya ve bilinmeye muhtaçtır. Bırakalım tarihi bugün bile Parti-Cephe'nin gençlik kadroları dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir dönem görülmemiş destan- ları yaratmakta, vatan için, ulusal onurumuz için, sosyalizm için ölümün üstüne gülerek yürüyebilmektedir. Saflarından böyle yiğitler çıkaran bir gençliği kimse yenemez.* Çuvaldız kendimize... demagojilere alet olmakta ve hatta birer kıyım makinesi, birer polis, birer özel tim elemanı, birer muhbir ve işkenceci olabilmektedir. Bilinç götürülmeyen, yönlendirilmeyen gençlik, mutlaka kendine bir kanal arayacaktır. Bizim olmadığımız yerde bu kanal düzenin kanallarıdır. Ondan sonra oturup da insanlara kızmanın fazlaca bir samimi yanı olamaz. Burjuvazi de bunu bilmekte ve her dönem değişik kılıf ve ambalajlarla bir dolu alternatifi devreye sokmaktadır. Her nabza göre şerbeti de vardır. O yüzden orasına burasına jilet atan Müslüm'cüler, Ferdi'ciler türetildiği gibi, Tarkan, Mirkelam gibi ne idüğü belirsiz tipler de binler ve on binlerle genç hayran bulabilmektedir. Futbol, cinsellik, arabesk, uyuşturucu vb. pek çok materyal gençliğin ahlaki yozlaşmasını sağlamakta, onları dünya ve ülkemiz gerçeğinden uzaklaştırmakta, hayaller alemine sürükleyerek yok oluşu hızlandırmaktadır. Bencillik ve bireycilik tırmanmaktadır. Düzenin istediği de budur. Bunun Önüne geçmeliyiz. Sorgulamaya önce kendimizden başlamak esastır bu noktada. Düşmanın etki alanının dışına çıkardığımız her kesim, her genç, düşmanın sonunu biraz daha yakınlaştıracaktır.*

20 Dersim halkıyla dayanışma heyeti yine engellendi "Dayanışmak da yasak" 30 Ağusios gecesi İstanbul'dan yolu çıkıldığında ilk sohbetlerin konusu hep aynıydı. Acaba Dersim'e girebilecek miyiz? Daha önce iki kez bu tür heyetlerin Dersim'e girişi engellenmişti. Yine OHAL kararı ile bir yasaklama gelir miydi? Sanki bu ülke sınırları içinde olan bir şehre değil de çok daha uzaklara gidilecekmiş gibi bir heyecan vardı herkeste. Otobüste bulunanların bir kısmı Dersimliydi. İnsanların doğup büyüdüğü ve hala akrabalırıın bulunduğu bir şehire giderken böyle heyecanlanmasının sbebi elbette izin verilmemesi ihtimali idi. Kimse bu ihtimali düşünmek istemiyordu. Ve ilk yorumlar hep iyimserdi. Geçtiğimiz yıl sonbaharda, Dersim'de yakılan köy ve ormanların dumanlan tüterken, köylerinden kovulan insanların dramı tüm sıcaklığıyla yaşanırken OHAL, Valiliği. dahil Demokratik Kitle Örgütleri tem- mış bir halk, Kürt halkı onca saldırılardan sonra, daha çok birbirine yakınlaşmış,daha çok bir ve aynı olduğu duygularını yaşar olmuştu. Dersim Kürdistan'dı. Dersim'de yaşanan Kürdistan'da yaşanan acıların ve süren direnişin bir parçasıydı. 75 yaşındaki kafilenin en yaşlısı Ferhat Doğan isimli bir Dersim'liydi. Bembeyaz olmuş saçlarına rağmen, yeni traş olmuş yüzü canlı hareketleri ve dimdik duruşu ile tam bir ihtiyar delikanlıydı Ferhat amca. Otobüsümüz Dersim'e doğru giderken, o da bize Dersim'i anlattı. Ama onun gözlerinin içinde Dersim'in bugününü değil geçmişini yakaladık. 17 yaşındaymış 1937'de. Katliamları yaşamış, görmüş. Katliamlardan kurtulmuş ama mecburi iskan ile sürgünlere gönderil- mekten kurtulamamış. 1946'da sürgünler için geri dönüş izni çıkınca, Dersim'e ko- mak, zulüm işkence, etmek, zulüm aç ve açıkta bırakmak, zulüm okulsuz hastanesiz bırakmak. Şimdi Dcrsim'i böyle yok etmeye çalısıyorlar" derken tümüyle umutsuz değildi. Çünkü Dersim'in direndiğini biliyordu. Nevşehir girişinde kafilemiz durduruldu. ve yine beklenen tebligat yapıldı. "Yoğun operasyonlar nedeniyle" "Can ve mal güvenliği saklanamayacağı için". "Heyetin kamu düzenini bozucu nitelikte olması" gibi sözlerin sıralandığı bir kağıt okundu otobüsü durduran polis ekipleri tafından. Altındaki imza yine Tunceli Valiligine aitti. Valilik 2935 sayılı OHAL yasasının 11 K maddesine dayanarak heyetin Dersim'e girişini yasaklıyordu. İyimser yorumlar unutuldu. Dersim'e yaklaştıkça sanki gerçeklere de daha fazla yaklaşılmaya başlandı. Devlet aynı devlet, şup gelmiş. 1937'yi Koçgiri'li Alişer'i, Seyit Rıza'yı tek tek anlatırken sanki yeniden yaşıyor gibiydi herşeyi. Herşey bilinsin isliyordu. En küçük detayları bile anlatmaya çalışıyor, bazen de dalıp gidiyordu bir yerlere. Bizimkiler keskin nişancıydı" derzulüm aynı zulüm olarak sürüyordu işte. Canının ve malının güvenliğinin sağlanmasını devletten bekleyen yoktu. Ortada bir "kaygı" vardı ama bu heyetin can ve mal kaygısı değil, devletin, sindirmeye çalıştığı bir halkın sahipsiz olmadı- Kekçe geçen araç sahiplerini tanıyanlar çıkınca konuşmak onlarla daha kolay oldu. Bir aydan bu yana, bu yörenin köylerinde bulunan tüm traktör. minibüs ve otomobiller getirilip buraya bırakılıyormuş. Aracı işi olan gelip, karakolun önünden alıyor, işi bitince tekrar getiriyormuş. Araç sahiplerinin köylerine nasıl döndüğünü sorduk. "Yürüyerek" dedi otomobilden inen genç biri. Köylerine böyle gitmenin üç saat sürdüğünü ekledi sözlerine. Ya hasta olan olursa? Yine hastaları 3 saat yürüyerek getirmekten başka seçenek yokmuş. 5 saatlik mesafede bulunan köyler olduğunu da öğrendik. Ferhat amca dolanıp durdu karakolun önünde. Onun kalleşlik dediği şeylerden biri buydu işte. Gıda ambargosu, yakacak ambargosu derken bir de araç kullanma ambargosu getirilmişti. Karakol komutanı ile yapılan görüşmede "yasaklama" kararı değişmedi. Günlerden 1 Eylül Dünya Barış Günü'ydü. Bu geziyi düzenleyenlerin bu tarihi seçmiş olmalarının bir nedeni gezinin belli bir mesaj vermesiydi. Ortada yumuşak bir hava vardı. Ama yumuşaklık karakolda değil heyette idi. 1 Eylül'de Dersim'e gidince bazı engellerin kalkacağı umuluyor olsa gerekti. Bu nedenle gazeteciler haber geçmek üzere Kovancılar ilçesine giderken heyette bulananların bir kısmı da gelmekte bir sakınca görmedi. silcilerini, başbakan yardımcısı Murat Karayalçın'ı bile Ovacık'a sokmamıştı. Şimdi son özel tim terörü de biraz yatıştığından bu yana. Dersime girişi engellemek için fazla gerekçeleri kalmamış sayılabilirdi. Ankara'da 31 Ağustos'ta kafileye üçüncü bir otobüs daha eklendi. Ama Adana, İzmir ve Bursa'dan geleceği söylenen Dersim'liler ile CHP'uin bölge milletvekillerinin olmayısı hemen fark edildi. Daha sonra söz verdiği halde gelmeyenler arasında İHD ve ÇHD gibi örgütlerin de olduğu anlaşıldı. Gelmeyenleri kimse önemsemedi, canları asıl sıkan konu organizasyonun bozuk oluşuyordu. Toplam 93 kişilik kafilede, çeşitli partileri temsilen gelenlerin yanısıra halktan birçok insan yeralmıştı. Yaşı 60'ın üzerinde görülen Aziz Altuğ isimli amcaya Dersim'in neresinden olduğunu sorduğumuzda, gülerek "Mardin'liyim" dedi. Dersim halkıyla dayanışma duyguları ile yollara düşen bir Mardin'Ii amcaya rastalmak oldukça anlamlıydı. Üstelik o yalnız değildi. Elli yaşlarındaki Kürdistan dağlarında şehit düşmüş bir gerillanın anasıydı. Mor fistanının üzerine düşen oyalı başörtüsüyle Kürt kültürünün anasıydı sanki. Dersim'e giden heyette Kürdistan'nın her yanından İnsanlar olması, devletin yenilgisinin bir başka göstergesi değil miydi? Alevi, Sünni ya da Zaza, Kurmanc denilerek birbirinden farklı gösterilmeye çalışıl- ken gözleri ışıldıyordu. "Çünkü mermi bol değildi, üstelik pahalıydı". 1937'de devletin herşeyi yakıp yıktığını anlattı. "Ekili arpamız vardı" dedi, Ferhat amca; bir sabah birde baktık ki köyümüzü askerler çevrimiş. Arpa tarlalarımız ateşe verildi önce. Halkı topladılar. Bazı köylerde makinalı tüfekleri kurdular. 12 ayrı yerde katliam yapıtlar. O yerler bellidir. Dersim'e varalım, o yerleri göstereceğim size." Desim yolcuğuna, bugüne döndük. Bugün yaşananlar dünden ne kadar farklıydı? Ferhat Amca'ya göre 1937'de direnildi, savaşıldı, ölen öldü. Kalanlar yeniden bir yaşam kurdu. "Bugün ise toplu katliam yok ama insanlar yavaş yavaş ölüme mah-kum ediliyor, çünkü kalleşce bir zulüm var." Zulüm işsiz, topraksız, hayvansız bırak- ğını görmesinden duyduğu kaygı idi. Sanki bir kamu düzeni varmış gibi, onu bozmaktan söz edecek kadar komik bir duruma düşmeleri bundandı. Devlet Heyetin Dersim halkıyla kucaklaşmasını istemiyordu. Daha sonra aynısı Sivas, Malatya. Elazığ il sınırlarında yapılacak "girişe izin yok" tebligatına rağmen yola devam edildi. Dersim il sınırında Seyitli köprüsünün bir kaç yüz metre önünde, hakim bir tepeye kurulu jandarma karakolu önünde kafilemiz iki panzer tarafından durduruldu. Burası hem Dersim hem de OHAL bölgesi sınırıydı. Panzerlerin ardında bekletilen 8-9 tane traktör Dersim'de yaşanan gerçekleri gösteren ilk ipuçları oldu. Çok geçmeden bir traktör daha geldi ve sanki karakolun önü otoparkmış gibi oraya bırakıldı. Ardından bir otomobil park edildi. Yanımızdan ür- Ve çok geçmeden karakoldakilerin "Barış mesajına yanıtı geldi. Karakolun önünde kalanlar ya binersiniz yada zorlar bindiririz" tehditleri ile otobüslere bindirilip geri gönderildi. Karakolun önünde bile beklemek mümkün olmamıştı. Daha önce Dersim'e gidipte izlenimlerini yazan biri Dersim halkı için "dilleri alınmış, halk sinmiş, kimse konuşmuyor" diye yazmıştı. Oysa bu gözlem de tıpkı "Barış gününde gidince bazı şeylerin daha yumuşak olacağını ummak" kadar yanlıştı. Dersim halkı dilsiz değildi, konuşuyordu. Konuşmanın yeri ve zamanı değişmişti yalnızca. Konuşan dağlardı Dersim'in, Kürdistan'ın, Türkiye'nin gençleri konuşuyor, direniyor, savaşıyor. Halk dilini kaybetmiş olsa, devlet bir dayanışma heyetinin gelmesinden böylesibir kaygı duyabilir miydi?*

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012 15 Mart 2012 Perşembe günü işlerinden atılan Asilçelik işçileri Bursa nın Orhangazi ilçesi cumhuriyet meydanında basın açıklamasıyla İşimizi İstiyoruz talebini dile getirdikleri ve işlerine geri dönene

Detaylı

Asgari ücret 1900 net! DİSK ten basın açıklaması

Asgari ücret 1900 net! DİSK ten basın açıklaması Asgari ücret 1900 net! DİSK ten basın açıklaması 8 Aralık öğlen saat 12 de Mecidiyeköy de toplanan DİSK yönetimi ve işçiler asgari değil insanca yaşam, asgari ücret, bin dokuz yüz net taleplerini dile

Detaylı

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

Çalışma hayatında barış egemen olmalı Çalışma hayatında barış egemen olmalı Ocak 19, 2012-3:31:16 olduğunu belirtti. olduğunu belirterek, ''Bu bakış açısı çerçevesinde diyalog merkezli çalışmalarımızı özellikle son 7 aydır yoğun bir şekilde

Detaylı

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000) 14.08.2014 SIRA SIKLIK SÖZCÜK TÜR AÇIKLAMA 1 1209785 bir DT Belirleyici 2 1004455 ve CJ Bağlaç 3 625335 bu PN Adıl 4 361061 da AV Belirteç 5 352249 de

Detaylı

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz İstanbul YDK: 1 Mayıs itibariyle başlamış olan Eme(K)adın kampanyamız kapsamında güvencesiz, görünmeyen ve yok sayılan kadın emeği üzerine araştırmalar yapmaya devam ediyoruz. Bu kez bu konuda sendikal

Detaylı

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? GERÇEK BİR TOPLU SÖZLEŞME İÇİN

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? GERÇEK BİR TOPLU SÖZLEŞME İÇİN TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? Toplu İş Sözleşmesi (TİS), çok genel anlamı ile emekçilerin temsilcisi sendika ile işveren temsilcilerinin, ekonomik, özlük ve çalışma koşullarını birlikte belirlemeleridir.

Detaylı

ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et!

ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et! ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme Mücadele Et! Boyun Eğme Mücadele Et! Patronlar meslek lisesi öğrencilerini sömürülecek işçi olarak görüyorlar!

Detaylı

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA Chp Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kahramanmaraş ın Elbistan İlçesi nde siyaseti sadece insan için yaptıklarını, iktidara gelmeleri halinde terörü sonlandırıp ülkeye huzuru getireceklerini

Detaylı

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ 19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ BASIN AÇIKLAMASI 19.09.2014 Bugün 19 Eylül. Bugün bu ülkenin mühendis, mimar ve şehir plancılarının örgütü TMMOB nin mücadele dolu tarihi açısından

Detaylı

Koç Üniversitesi nde neler oluyor?

Koç Üniversitesi nde neler oluyor? Koç Üniversitesi nde neler oluyor? 27 Mart 2015 tarihinde, Koç Üniversitesi temizlik işçileri, öğrencileri, öğretim görevlileri, asistanları ve büro emekçileri bir araya geldiler ve bir forum gerçekleştirdiler.

Detaylı

MİLAS TA, BELEDİYE İŞÇİLERİNE YÜZDE ZAM

MİLAS TA, BELEDİYE İŞÇİLERİNE YÜZDE ZAM MİLAS TA, BELEDİYE İŞÇİLERİNE YÜZDE 10-16 ZAM Milas Belediyesi ile DİSK arasında devam eden toplu iş sözleşmesi sonuçlandı. Buna göre işçilere yüzde 10 ila 16 arasında zam verildi. Milas Belediyesi ile

Detaylı

SUNUŞ. Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Yönetim Kurulu

SUNUŞ. Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Yönetim Kurulu SUNUŞ İşyeri sendika temsilcileri, işyerinde çalışan işçilerin mevzuattan, toplu iş sözleşmelerinden doğan her türlü hak ve çıkarlarını korumakla görevli olan, sendikasının örgütlenmesi ve güçlenmesi için

Detaylı

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık Sendikamız Yapı-Yol Sen 12 Nisan 2012 tarihinde Karayolları Genel Müdürlüğü önünde ve eşzamanlı olarak tüm şube binaları önünde, Otoyol ve Köprülerin özelleştirilmesi, görevde yükselme ve unvan değişikliği

Detaylı

Sendikalaşma ve Toplu İş Sözleşmesi Raporu Ağustos 2016

Sendikalaşma ve Toplu İş Sözleşmesi Raporu Ağustos 2016 Sendikalaşma ve Toplu İş Sözleşmesi Raporu Ağustos 2016 2 Ağustos 2016 Sendikalı işçilerin üçte biri toplu sözleşme kapsamı dışında Sendikalaşmada son 4 yıldır yaşanan artışın büyük bölümü yapay Toplu

Detaylı

Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi

Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi 24. Toplu İş Sözleşmesi sürecinde işverenle sendika arasında anlaşma sağlanamaması üzerine Şişecam işçileri 10 fabrikada 5800 işçiyle greve gitme kararı almıştı.

Detaylı

01.02.2014 AKSARAY TİCARET VE SANAYİ ODASI

01.02.2014 AKSARAY TİCARET VE SANAYİ ODASI 01.02.2014 AKSARAY TİCARET VE SANAYİ ODASI ALIŞVERİŞ GÜNLERİ YAKINDA BAŞLIYOR SAYFA 1 EĞİTİM İÇİN AKSARAY'A GELDİLER SAYFA 2 ATSO SENDİKA ZİYARETLERİ SAYFA 3 ATSO'DAN ALMANYA'YA ÇIKARMA SAYFA 4 KOÇAŞ AYKAŞ'I

Detaylı

TÜRKİYE ENERJİ, SU VE GAZ İŞÇİLERİ SENDİKASI

TÜRKİYE ENERJİ, SU VE GAZ İŞÇİLERİ SENDİKASI TÜRKİYE ENERJİ, SU VE GAZ İŞÇİLERİ SENDİKASI TES-İŞ ten 6. okul: Kayseri Veteriner Fakültesi Genel Başkan Kumlu nun acı günü Seydişehir ETİ Alüminyum a Danıştay dan iptal TES-İŞ ten 6 ncı okul: Kayseri

Detaylı

EMEK ARAŞTIRMA RAPORU-2

EMEK ARAŞTIRMA RAPORU-2 EMEK ARAŞTIRMA RAPORU-2 KAMU İSTİHDAM RAPORU (Aralık, 2015) Ø KAMU SEKTÖRÜNDE İSTİHDAM EDİLEN İŞÇİ SAYISI YÜZDE 3,4! GERİLEDİ. KADROLU İŞÇİ SAYISI İSE YÜZDE 4,6 DÜŞTÜ! Ø BELEDİYELERDE KADROLU İŞÇİ SAYISI

Detaylı

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı Cumhuriyet Halk Partisi Bodrum İlçe Örgütü Yalıkavak Mahalle Temsilciliği tarafından geniş katılımlı birlik ve dayanışma

Detaylı

SAYIN BASIN MENSUPLARI;

SAYIN BASIN MENSUPLARI; SAYIN BASIN MENSUPLARI; BUGÜN TÜM TÜRKİYE DE, BAŞTA ULUSLARARASI SENDİKALAR KONFEDERASYONU İLE TTB OLMAK ÜZERE FİLİSTİN KATLİAMININ DURDURULMASI İÇİN ÇEŞİTLİ ETKİNLİKLER DÜZENLENMEKTEDİR. İsrail ordusunun

Detaylı

SENDİKALAR VE İŞYERİ ÖRGÜTLENMESİ

SENDİKALAR VE İŞYERİ ÖRGÜTLENMESİ SENDİKALAR VE İŞYERİ ÖRGÜTLENMESİ Ali BERBEROĞLU Hazırlayan: Dr. Erkan AYDOĞANOĞLU Eğitim Sen Eğitim Uzmanı 1 SENDİKA NEDİR? İşçi ve emekçi sınıfların ekonomik, sosyal ve demokratik hak ve çıkarlarını

Detaylı

Destek Personeli Eğitimleri

Destek Personeli Eğitimleri 2.Dönem eczane çalışanlarının Destek Personeli Eğitimleri 28 Aralık 2009 tarihinde başladı 9 Valimiz Sayın Zübeyir KEMELEK 15 Aralık 2009 tarihinde Yönetim Kurulumuzu ziyaret etti.. İstanbul Ecza Koop'la

Detaylı

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız!

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız! Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız! Havacılık sektörüne grev yasağı getiren yasa tasarısı mecliste onaylandı. Hava-İş Sendikası, yasa mecliste görüşülmeye başlanmadan

Detaylı

Maaşlarımıza Ek Artış İstiyoruz!

Maaşlarımıza Ek Artış İstiyoruz! http://www.kesk.org.tr/2018/10/16/maaslarmiza-ek-artis-istiyoruz-bordrolarimizi-yaktik/ Ekonomik Kriz hakkında bütün illerde gerçekleştireceğimiz ayrıca Konfederasyonumuz Merkezi Toplantı Salonu nda da

Detaylı

10SORUDA AİLE SİGORTASI

10SORUDA AİLE SİGORTASI 10 SORUDA AİLE SİGORTASI T.C. ANAYASASI MADDE 60: Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar. 1. AİLE SİGORTASI Nedir? Aile Sigortası,

Detaylı

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR!

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR! TEMMUZ 2016 İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR! Taşeron işçilere kayıtsız şartsız kadro! Kıdem tazminatıma dokunma! Zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi ne hayır! TAŞERON İŞÇİLERE KAYITSIZ ŞARTSIZ KADRO! AKP hükümeti

Detaylı

Bayramın ikinci günü olan 26 Ekim Cuma günü, TAYAD lı Aileler bayramlaşmak için kahvaltıda bir araya geldiler.

Bayramın ikinci günü olan 26 Ekim Cuma günü, TAYAD lı Aileler bayramlaşmak için kahvaltıda bir araya geldiler. İSTANBUL TAYAD lı Aileler Bayram Kahvaltısında Bir Araya Geldiler Bayramın ikinci günü olan 26 Ekim Cuma günü, TAYAD lı Aileler bayramlaşmak için kahvaltıda bir araya geldiler. Kahvaltıdan önce yapılan

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu: Gezi Parkından dünyaya yansıyan ses daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi sesidir. Tarih : 15.06.2013 Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu Türkiye de görev yapan yabancı

Detaylı

DALKARA'DAN PAZARCIK TA GÖVDE GÖSTERİSİ

DALKARA'DAN PAZARCIK TA GÖVDE GÖSTERİSİ DALKARA'DAN PAZARCIK TA GÖVDE GÖSTERİSİ Cumhuriyet Halk Partisi 25.Dönem Kahramanmaraş Milletvekili Adayı Efsane Başkan Kamil Dalkara memleketi Pazarcık ta Gövde gösteri yaptı. CHP Kahramanmaraş Milletvekili

Detaylı

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Satmam demiş ihtiyar köylü, bu, benim için bir at değil, bir dost. Günün Öyküsü: Talih mi Talihsizlik mi? Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir adam yaşıyormuş. Çok fakirmiş. Ama çok güzel beyaz bir atı varmış. Kral bu ata göz koymuş. Bir zamanlar köyün birinde yaşlı bir

Detaylı

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI TMMOB Danýþma Kurulu 38. Dönem 2. Toplantýsý 16 Nisan 2005'te Ankara'da TMMOB çalýþmalarý üzerine bilgilendirme ve TMMOB çalýþmalarýnýn deðerlendirilmesi gündemi

Detaylı

Uygulanacak ekonomik politikalar, istihdam ve üretime öncelik tanımalı, politikaların temelini insan oluşturmalıdır.

Uygulanacak ekonomik politikalar, istihdam ve üretime öncelik tanımalı, politikaların temelini insan oluşturmalıdır. TERÖR VE BEKLENTİLER Türkiye, önce 22 Temmuz genel seçimleri ve ardından Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile yaz aylarını kendini yenileyerek geçirmiş, sonbahara ise artan terör olayları, şehitlerimiz, onların

Detaylı

TÜRKİYE DE KADIN İŞÇİ GERÇEĞİ: DAHA FAZLA AYRIMCILIK, DÜŞÜK ÜCRET, GÜVENCESİZ İSTİHDAM

TÜRKİYE DE KADIN İŞÇİ GERÇEĞİ: DAHA FAZLA AYRIMCILIK, DÜŞÜK ÜCRET, GÜVENCESİZ İSTİHDAM TÜRKİYE DE KADIN İŞÇİ GERÇEĞİ: DAHA FAZLA AYRIMCILIK, DÜŞÜK ÜCRET, GÜVENCESİZ İSTİHDAM 7 Mart 2018, İstanbul Giriş tarafından hazırlanan ve özet sonuçları kamuoyuna açıklanan Türkiye İşçi Sınıfı Gerçeği

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 SÖZCÜ / AKP de bir kişi konuşur, diğerleri asker gibi bekler! Tarih : 06.01.2012 CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu hem AKP deki tek adamlığı hem de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ın üslubunu ve liderliğini

Detaylı

Şahsım ve Öz Taşıma İş Sendikası adına sizleri saygıyla selamlıyorum.

Şahsım ve Öz Taşıma İş Sendikası adına sizleri saygıyla selamlıyorum. Mustafa TORUNTAY Genel Başkan 13 Eylül 2015 Ankara /Latanya Otel Öz Taşıma İş Sendikası 2. OLAĞAN GENEL KURUL Sayın TBMM İdare Amiri ve Değerli Eski Genel Başkanım, Sayın Milletvekillerim, Sayın Büyükşehir

Detaylı

Arka Plan: Mücadeleleri Birleştirelim!

Arka Plan: Mücadeleleri Birleştirelim! Arka Plan: Mücadeleleri Birleştirelim! Krize, İşsizliğe, Yoksulluğa, Sömürüye Karşı Mücadeleci İşçi Komitelerinde Örgütlenelim! Kapitalist sistem yeni bir ekonomik krizle daha karşı karşıya Krizle birlikte

Detaylı

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU

2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 2017 İNSAN HAKLARI İHLAL RAPORU 1 Av.Dr. M. SEZGİN TANRIKULU İSTANBUL MİLLETVEKİLİ GİRİŞ 2015 yılı Ağustos ayından itibaren tekrar başlayan çatışmalar Türkiye tarihinde eşi az görülmüş bir yıkıma, sayısız

Detaylı

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014 Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye ile Kürdistan arasındaki ekonomik ilişkiler son yılların en önemli rakamlarına ulaşmış bulunuyor. Bugünlerde petrol anlaşmaları ön plana

Detaylı

Dr. Mustafa KURUCA Isparta da Sosyal Güvenlik Reformunun Yansımaları ve Sosyal Güvenlikte Teşvik Uygulamaları konulu konferans verdi

Dr. Mustafa KURUCA Isparta da Sosyal Güvenlik Reformunun Yansımaları ve Sosyal Güvenlikte Teşvik Uygulamaları konulu konferans verdi Dr. Mustafa KURUCA Isparta da Sosyal Güvenlik Reformunun Yansımaları ve Sosyal Güvenlikte Teşvik Uygulamaları konulu konferans verdi Isparta Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünce düzenlenen Sosyal Güvenlik Reformunun

Detaylı

KAYIT DIŞI İSTİHDAM İLE MÜCADELE Ağustos 2017

KAYIT DIŞI İSTİHDAM İLE MÜCADELE Ağustos 2017 MANĠSA SOSYAL GÜVENLĠK ĠL MÜDÜRLÜĞÜ Asıl alt başlık stilini düzenlemek için tıklatın KAYIT DIŞI İSTİHDAM İLE MÜCADELE Ağustos 2017 Kayıt Dışı İstihdamın Türleri Çalışmaların SGK ya hiç bildirilmemesi Gün

Detaylı

GÜVENCESİZ ÇALIŞMA NEDİR?

GÜVENCESİZ ÇALIŞMA NEDİR? GÜVENCESİZ ÇALIŞMA NEDİR? ESNEK ÇALIŞMADIR Yapacağın işin, çalışacağın saatlerin, alacağın ücretin esnek olduğu bir çalışma sistemidir. 2 PERFORMANS SİSTEMİDİR Emekçiler arasında dayanışmanın, birlik ruhunun

Detaylı

Temmuz 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Temmuz 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili Temmuz 2013 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili 1 CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Mersin / Mezitli Belediye Başkanı nı ziyaret ederek

Detaylı

ALMANYA DA 2012 MAYIS AYI İTİBARİYLE ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK ALANINDA MEYDANA GELEN ÖNEMLİ GELİŞMELER. 1. İstihdam Piyasası

ALMANYA DA 2012 MAYIS AYI İTİBARİYLE ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK ALANINDA MEYDANA GELEN ÖNEMLİ GELİŞMELER. 1. İstihdam Piyasası ALMANYA DA 2012 MAYIS AYI İTİBARİYLE ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK ALANINDA MEYDANA GELEN ÖNEMLİ GELİŞMELER 1. İstihdam Piyasası Federal İstatistik Dairesi nin verilerine göre, çalışanların sayısı Nisan 2012

Detaylı

Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı'na Kürtler Katıldı mı? Atatürk şehitlere ihanet etmiş! DTP'li Muş milletvekili Sırrı Sakık Çanakkale Şehitlikleri'ni gezmiş ve şu açıklamalarda bulunmus: "Bu ülkede burada

Detaylı

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır! 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır! Clara Zetkin haklı olarak Kadının özgürlüğünün, tüm insanoğlunun özgürlüğü gibi, emeğin sermayenin

Detaylı

İşyeri Temsilcileri Rehberi

İşyeri Temsilcileri Rehberi İşyeri Temsilcileri Rehberi Bir sendika için en önemli kadrolardan birisi işyeri temsilcisidir. İşyeri düzeyinde ise işyeri temsilcisi sendika örgütlenmenin olmazsa olmazıdır. Bir işyerinde işyeri temsilcisinin

Detaylı

3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler...

3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler... 3 Kasım 2002 Seçimlerine Doğru: Senaryolar ve Alternatifler... Seçime Doğru Giderken Kamuoyu: 3 Kasım 2002 seçimlerine bir haftadan az süre kalmışken, seçimin sonucu açısından bir çok spekülasyon bulunmaktadır.

Detaylı

Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu

Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu Ocak 05, 2017-4:11:00 Başbakan Binali Yıldırım, Keçiören Belediyesi önünde düzenlenen metro açılış töreninde yaptığı konuşmada, nüfusu

Detaylı

1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA!

1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA! 1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA! İşçilerin burjuvaziye ve egemen sınıfa karşı mücadelesi sürdükçe, bütün talepleri karşılanana dek 1 Mayıs, bu taleplerin her yıl dile getirildiği gün olacaktır.

Detaylı

Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek

Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek Aralık 08, 2011-4:57:28 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, Büyük Anadolu Otel'de düzenlenen Türk-İş 21. Olağan Genel Kurulu'nda konuştu. Çalışma

Detaylı

Ýstanbul hastanelerinde GREV!

Ýstanbul hastanelerinde GREV! Ýstanbul hastanelerinde GREV! Onaylayan Administrator Wednesday, 20 April 2011 Orijinali için týklayýn Doktorlar, hemþireler, eczacýlar, diþ hekimleri, hastabakýcýlar, týp fakültesi öðrencileri ve taþeron

Detaylı

BODRUM DA SAĞLIK ÇALIŞANLARI GREVDE

BODRUM DA SAĞLIK ÇALIŞANLARI GREVDE BODRUM DA SAĞLIK ÇALIŞANLARI GREVDE Bodrum da sağlık çalışanları iş bıraktı. Bodrum Devlet Hastanesi önünde buluşan sağlık meslek örgütü temsilcileri, çalışma koşullarının iyileştirilmesi, emeklilik hakları

Detaylı

Kasım 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Kasım 2013 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili Kasım 2013 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Mersin/Mezitli İlçesi CHP Belediye Başkanı aday adaylarının

Detaylı

18. bölüm. basında bursa il koordinasyon kurulu

18. bölüm. basında bursa il koordinasyon kurulu 18. bölüm basında bursa il koordinasyon kurulu BÖLÜM 18: BASINDA TMMOB BURSA İL KOORDİNASYON KURULU Şubemizin sekreteryalığında yazılı basında toplam olarak 120 kez yer almıştır. Bunun dışında görsel

Detaylı

İşyerini işgal eden ERT işçileriyle röportaj

İşyerini işgal eden ERT işçileriyle röportaj İşyerini işgal eden ERT işçileriyle röportaj Yunanistan da yeni bir kemer sıkma politikası çerçevesinde devlet kanalı ERT nin kapatılması kararı alındı. Buna karşı, 12 Haziran günü 2500 çalışanıyla ERT

Detaylı

TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 37. Dönem Çalışma Raporu. BASIN ÇALIġMALARI

TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi 37. Dönem Çalışma Raporu. BASIN ÇALIġMALARI BASIN ÇALIġMALARI BASIN AÇIKLAMALARIMIZ 5 Mayıs 2010 Özelleştirme Karşıtı Platform İstanbul Bileşenleri nin Taksim BEDAŞ önünde gerçekleştiği basın açıklaması yoğun bir katılımla yapıldı. Şubemiz üye ve

Detaylı

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinde Emeğin Örgütlenmesi

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinde Emeğin Örgütlenmesi İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinde Emeğin Örgütlenmesi Ertuğrul Bilir Makina Mühendisi İş Güvenliği Uzmanı (C) İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği - Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi ÖDENEN BEDELLER İş kazası

Detaylı

Beyaz Saray'daki Trump-Erdoğan Zirvesinden Ne Çıktı?

Beyaz Saray'daki Trump-Erdoğan Zirvesinden Ne Çıktı? Beyaz Saray'daki Trump-Erdoğan Zirvesinden Ne Çıktı? Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la Amerika Başkanı Donald Trump ilk kez Beyaz Saray'da biraraya geldi. 22.05.2017 / 10:49 Washington Türk-Amerikan

Detaylı

Silahlı propagandanın amacı her şeyden önce bu suni dengenin bozulmasıdır. Şimdi hepimizin bildiği bu teoriyi Mihrac Ural ın durumuna tercüme edelim:

Silahlı propagandanın amacı her şeyden önce bu suni dengenin bozulmasıdır. Şimdi hepimizin bildiği bu teoriyi Mihrac Ural ın durumuna tercüme edelim: Hemen başlangıçta belirteyim: Bu yazı Mihrac Ural ile ilgilidir. Suni denge ile Mihrac Ural ın ne ilgisi var? diye düşünüyorsanız, okuyunca görürsünüz. Suni dengenin tanımını biliyorsunuz: Halkta potansiyel

Detaylı

MİLLİ MÜCADELE TRENİ www.egitimhane.com

MİLLİ MÜCADELE TRENİ www.egitimhane.com MİLLİ MÜCADELE TRENİ TRABLUSGARP SAVAŞI Tarih: 1911 Savaşan Devletler: Osmanlı Devleti İtalya Mustafa Kemal in katıldığı ilk savaş Trablusgarp Savaşı dır. Trablusgarp Savaşı, Mustafa Kemal in ilk askeri

Detaylı

Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız?

Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız? Soru şudur: 25 yıldan fazla yaşadığınız bir ülkenin insanı olmaz mısınız? Bu ülkenin de insanı olmanız, gelmiş olduğunuz ülkeyle bağınızın kesilmesi, ona yabancılaşmanız anlamına gelmez. Ama eğer 20-25

Detaylı

HAK-İŞ KONFEDERASYONU

HAK-İŞ KONFEDERASYONU HAK-İŞ KONFEDERASYONU RAPORU Üçlü Danışma Kurulu Toplantısı 18 Nisan 2013 Ankara 1 HAK-İŞ KONFEDERASYONU TAŞERON ÇALIŞMAYA İLIŞKIN GÖRÜŞ VE ÖNERİLER RAPORU Örgütsüzlüğü, güvencesiz çalışmayı, kayıtdışını,

Detaylı

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ Bursa Milletvekili Aday Adayı Türk Milleti karar arifesindedir. Ya İkinci Endülüs, ya da yeniden

Detaylı

Erkek egemenliğine, sömürüye, şiddete ve cinsel ayrımcılığa hayır demek için

Erkek egemenliğine, sömürüye, şiddete ve cinsel ayrımcılığa hayır demek için Erkek egemenliğine, sömürüye, şiddete ve cinsel ayrımcılığa hayır demek için 8 MART TA ALANLARA! 8 Mart, kadın işçilerin daha iyi çalışma koşulları için verdikleri mücadeleyi yaşamlarıyla ödedikleri bir

Detaylı

EYLÜL 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

EYLÜL 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili EYLÜL 2014 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili 1 CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Mersin/Mezitli CHP İlçe örgütünün düzenlediği Yenimahalle

Detaylı

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA 16.06.2017 Sayın Milletvekillerim, Sayın Valim, Sayın Belediye Başkanım Sayın Mardin Şube Başkanım, Değerli MÜSİAD Üyeleri ve MÜSİAD Dostları, Değerli Basın Mensupları, Şanlıurfa

Detaylı

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB 2010-2012 ISBN 978-605-01-0372-4 Baskı Mattek Basın Yayın Tanıtım Tic. San. Ltd. Şti Adakale Sokak 32/27 Kızılay/ANKARA Tel: (312)

Detaylı

T.C. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK İLETİŞİM MERKEZİ (ALO 170) Bilgi Notu 03.06.2014 1.

T.C. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK İLETİŞİM MERKEZİ (ALO 170) Bilgi Notu 03.06.2014 1. Bilgi Notu T.C. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK İLETİŞİM MERKEZİ (ALO 170) 03.06.2014 1. GENEL BİLGİLER; 15 Kasım 2010 tarihinde 50 kişi ile hizmete başlayan Çalışma ve

Detaylı

BASIN BİRİMİ GÜNLÜK YAYIN RAPORU

BASIN BİRİMİ GÜNLÜK YAYIN RAPORU Sayfası :11. Syf Sayfası :5. Syf Sayfası :5. Syf Sayfası :7. Syf Sayfası :6. Syf Sayfası :8. Syf Sayfası :3. Syf Sayfası :5. Syf Sayfası :1-10. Syf Sayfası :1-10. Syf Sayfası :İnternet Sitesi Selvitopu

Detaylı

4+4+4 Dayatması ile. Öğretmenler Nasıl. Mağdur Ediliyor? Ne dedik, Ne oldu? EĞİTİM VE BİLİM EMEKÇİLERİ SENDİKASI

4+4+4 Dayatması ile. Öğretmenler Nasıl. Mağdur Ediliyor? Ne dedik, Ne oldu? EĞİTİM VE BİLİM EMEKÇİLERİ SENDİKASI 4+4+4 Dayatması ile Öğretmenler Nasıl Mağdur Ediliyor? Ne dedik, Ne oldu? EĞİTİM VE BİLİM EMEKÇİLERİ SENDİKASI AKP hükümetinin tüm topluma yönelik büyük dayatma olarak gündeme getirdiği ve eğitim sistemini

Detaylı

Polis Taksim Meydanı'na girdi

Polis Taksim Meydanı'na girdi On5yirmi5.com Polis Taksim Meydanı'na girdi Gezi Parkı eylemlerinin 15. gününde polis, Taksim Meydanı na girdi. AKM ve Cumhuriyet Anıtı ndaki afişler söküldü, barikatlar da kaldırıldı. Yayın Tarihi : 11

Detaylı

ezilen vatandaşın hesabının peşindeyiz.

ezilen vatandaşın hesabının peşindeyiz. YILIN FATURASI Sömüren yandaşın değil ezilen vatandaşın hesabının peşindeyiz. 9 yıllık kabusun sorumlusu AKP, yandaşlarının ne kadar semirdiğini gösteren ilanlar yayınlıyor. Yani kardeşlerimizin işsiz

Detaylı

Direnişteki BEDAŞ işçileriyle söyleşi

Direnişteki BEDAŞ işçileriyle söyleşi Direnişteki BEDAŞ işçileriyle söyleşi Haklarını aradıkları için işten atılan ve direnişe geçen BEDAŞ (Boğaziçi Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi) işçileriyle direnişlerinin 16. gününde yaptığımız söyleşi

Detaylı

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL MERKEZİ EMEK BÜROLARI YÖNETMELİĞİ

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL MERKEZİ EMEK BÜROLARI YÖNETMELİĞİ CUMHURİYET HALK PARTİSİ GENEL MERKEZİ EMEK BÜROLARI YÖNETMELİĞİ İÇİNDEKİLER I.GENEL HÜKÜMLER A- Amaç... 2 B- Kapsam 2 C- Dayanak. 2 D- Tanımlar 2 II. EMEK BÜROLARININ AMACI, OLUŞUMU, İŞLEYİŞİ, ORGANLARI

Detaylı

İşsizlik ve İstihdam Raporu-Ağustos 2016

İşsizlik ve İstihdam Raporu-Ağustos 2016 İşsizlik ve İstihdam Raporu-Ağustos 2016 Geniş tanımlı işsiz 5 milyon 660 bin İstihdam artışında kamu lokomotif! Tarım dışı genç kadın işsizliği yüzde 24,8! Özet 15 Ağustos 2016, İstanbul Türkiye Devrimci

Detaylı

Bu süreç devrimci hareket için zararlı mıdır? Tam tersine, yararlıdır.

Bu süreç devrimci hareket için zararlı mıdır? Tam tersine, yararlıdır. Devrimci harekette birkaç yıldır süren bir çeşit moda var. Aslında moda kelimesi yanlış, çaresizlik sonucu değişik örgütlerin ya da örgüt olmak isteyenlerin yöneldikleri bir uygulama var. Bu uygulamanın

Detaylı

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI EMRE KÖROĞLU CHP BODRUM İLÇE BAŞKANLIĞINA YENİLİKÇİ VE BAŞARI ODAKLI BİR SİYASET İÇİN ADAY OLDUĞUNU AÇIKLADI Emre Köroğlu 29 Kasım 2015 Pazar günü yapılacak

Detaylı

Bölüm 18. Demokrasi Mücadelesinde Odamız

Bölüm 18. Demokrasi Mücadelesinde Odamız Bölüm 18 Demokrasi Mücadelesinde Odamız 268 M M O 40. Dönem Çalışma Raporu M M O 40. Dönem Çalışma Raporu 269 TMMOB Makina Mühendisleri Odası bugüne dek olduğu gibi bu dönemde de kendi meslek alanları

Detaylı

AK PARTi Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan Bosna-Hersek te

AK PARTi Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan Bosna-Hersek te AK PARTi Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan Bosna-Hersek te Mart 25, 2008-12:00:00 AK PARTi Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan Bosna-Hersek te Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bölücü terör örgütüne yönelik

Detaylı

Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 60

Göller Bölgesi Aylık Hakemli Ekonomi ve Kültür Dergisi Ayrıntı/ 60 ÖZET: Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı nın (BAKA) yeni Genel Sekreteri Mehmet Sırrı Özen, görevine geçen ay başladı. Özen; ilk olarak ekip arkadaşlarım diye hitap ettiği BAKA nın personeliyle toplantı yaptı,

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Kılıçdaroğlu: İş adamı konuşuyor tehdit, gazeteci konuşuyor tehdit, belediye başkanı konuşuyor tehdit, ne olacak tehditlerin sonu? Tarih : 04.06.2011 -BATMAN MİTİNGİ- Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu,

Detaylı

SÖYLEŞİ H /PROF.DR. SEZA REİSOĞLU**

SÖYLEŞİ H /PROF.DR. SEZA REİSOĞLU** SÖYLEŞİ H /PROF.DR. SEZA REİSOĞLU** Uygulanan ekonomik politikalar sonucunda, devletin küçültülmesi, kamusal alanın daraltılması koşullarında, kamu işveren sendikalarına olan ihtiyaç gittikçe azalıyor.

Detaylı

OCAK 2012 FAALİYET RAPORU. Prof.Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

OCAK 2012 FAALİYET RAPORU. Prof.Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili OCAK 2012 FAALİYET RAPORU Prof.Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili CHP İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Yenice Belde Belediye Başkanı Ali Kuru yu makamında ziyaret

Detaylı

Değerli basın emekçileri

Değerli basın emekçileri Değerli basın emekçileri Sendikamız Yapı Yol Sen Köprü ve Otoyolların özelleştirilmesi gündeme geldiği tarihten itibaren Köprü ve Otoyolların özelleştirilmesine karşı çıkmış olup birçok eylem ve etkinlik

Detaylı

ARAŞTIRMA NEDEN YAPILDI?

ARAŞTIRMA NEDEN YAPILDI? ARAŞTIRMA NEDEN YAPILDI? mız; içinde belediyelerin de olduğu Genel Hizmetler İşkolunun en eski, en etkili sendikasıdır. l anlayışımız işkolunun, daha doğru ifadeyle işçi sınıfının, bütün sorunlarıyla ilgilenmemizi

Detaylı

KADEM METE: MUĞLA DA 12 AY TURİZM HAYAL DEĞİL

KADEM METE: MUĞLA DA 12 AY TURİZM HAYAL DEĞİL KADEM METE: MUĞLA DA 12 AY TURİZM HAYAL DEĞİL AK Parti Muğla İl Başkanı Kadem Mete Bodrum da basınla bir araya geldi. 12 Ay Turizm konusu üzerine yoğunlaşan basın toplantısında Mete, yaklaşık 6 milyon

Detaylı

Türk-İş/Basın-İş e üye ol!

Türk-İş/Basın-İş e üye ol! Alınterimizin karşılığını ne zaman alacağız? Amirlerin baskı ve tehditleri bitmeyecek mi? Emeklilik, yıpranma ve sağlık haklarımızı kullanmak için ne yapmalı, nereye gitmeliyiz? Fazla mesai, hafta tatili,

Detaylı

AĞUSTOS 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

AĞUSTOS 2014 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili AĞUSTOS 2014 FAALİYET RAPORU Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili CHP MERSİN İL-İLÇE ÖRGÜTLERİ, BELEDİYELER VE KÖYLERE YÖNELİK YAPILAN ÇALIŞMALAR 1. Cumhurbaşkanı adayımız Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu

Detaylı

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz. Bozuk Paralar KISA FİLM Yaşar AKSU İLETİŞİM: (+90) 0533 499 0480 (+90) 0536 359 0793 (+90) 0212 244 3423 SAHNE 1. OKUL GENEL DIŞ/GÜN Okulun genel görüntüsünü görürüz. Belki dışarı çıkan birkaç öğrenci

Detaylı

İşsizlik ve İstihdam Raporu-Eylül 2016

İşsizlik ve İstihdam Raporu-Eylül 2016 İşsizlik ve İstihdam Raporu-Eylül 2016 İşsizlikte patlama! İki yılda 473 bin yeni işsiz! Geniş tanımlı işsiz sayısı 6 milyonu aştı Tarım istihdamı 420 bin, imalat sanayi 47 azaldı Toplam istihdam artışının

Detaylı

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor. Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor. İşçi Cephesi: Direnişiniz nasıl başladı? Kazova dan bir işçi: Bizim direnişimiz ilk önce 4 aylık maaşımızı, kıdem ve tazminat

Detaylı

Başlamadan, önce KMO Yönetim Kurulu ve şahsım adına sizleri sevgi ve saygı ile selamlarım.

Başlamadan, önce KMO Yönetim Kurulu ve şahsım adına sizleri sevgi ve saygı ile selamlarım. Sayın Birlik Başkanım, Odamızın Değerli Yöneticileri, Sevgili Öğrenci Arkadaşlarım; Başlamadan, önce KMO Yönetim Kurulu ve şahsım adına sizleri sevgi ve saygı ile selamlarım. İstanbul dan, İzmir den, Sivas

Detaylı

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*)

Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) Mahir Çayan Son Gençlik Hareketleri Üzerine SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) SON GENÇLİK HAREKETLERİ ÜZERİNE (*) İçinde Bulunduğumuz Evre Ve Gençliğin Durumu Türkiye gibi yarı sömürge ve az gelişmiş

Detaylı

https://www.turkiye.gov.tr E-SENDİKA HAKKINDA MERAK ETTİKLERİNİZ

https://www.turkiye.gov.tr E-SENDİKA HAKKINDA MERAK ETTİKLERİNİZ https://www.turkiye.gov.tr E-SENDİKA HAKKINDA MERAK ETTİKLERİNİZ Soru: İşçi sendikasına üye olmanın şartları nelerdir? Cevap: a.15 yaşını doldurmuş olmak b. 4857 sayılı İş Kanunu çerçevesinde; bir iş sözleşmesine

Detaylı

BİRLEŞİK METAL İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANI ADNAN SERDAROĞLU NUN 2011 MESS GREVLERİ İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

BİRLEŞİK METAL İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANI ADNAN SERDAROĞLU NUN 2011 MESS GREVLERİ İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI BİRLEŞİK METAL İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANI ADNAN SERDAROĞLU NUN 2011 MESS GREVLERİ İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI 16 ŞUBAT 2011 CVK OTEL- İSTANBUL Tarihi günler yaşıyoruz. 10 Şubat-15 Şubat tarihleri arasında

Detaylı

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar. Boyun eğmeyenler bu yana BU DÜZENİ SIFIRLA AKP eliyle sürdürülen gerici diktatörlük Türkiye'nin kaderi değildir. Bu diktatörlük bir kaza veya arızanın sonucu ortaya çıkmış da değildir. Sömürü düzeni kendini

Detaylı

12.06.2008 16:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

12.06.2008 16:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN 12.06.2008 16:48 FİLİZ ESEN-İROL AŞARAN : Efendim : İyiyim sağol sen nasılsın : Çalışıyorum işte yaramaz birşey yok : Kim yazmış bunu : Kim yazmış bunu Milliyet te : Yani sen sen birşey yollamış mıydın

Detaylı

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik KISKANÇLIK KRİZİ > > ADAM - Kiminle konuşuyordun? > > KADIN - Tanımazsın. > > ADAM - Tanısam sormam zaten. > > KADIN - Tanımadığın birini neden soruyorsun? > > ADAM - Tanımak için. > > KADIN - Peki...

Detaylı

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti Nisan 14, 2017-7:12:00 AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Binali Yıldırım, Ankara Sincan ilçesi Lale Meydanı'nda mitinge katılarak vatandaşlara hitap

Detaylı

Cumhuriyet Halk Partisi

Cumhuriyet Halk Partisi 1 Genel Başkan Kılıçdaroğlu Antalya Muratpaşa daki törende Başbakan Erdoğan a, Bir başkasının içişlerinden bize ne? Suriye de demokrasi yokmuş Dönüp kendine baksana, kendi ülkende demokrasi var mı? diye

Detaylı