Görüntünün Mimarı: Michelangelo Antonioni Seyirciden, kendisini filmin akışına bırakmasını isteyen, olay örgüsü yerine filmde gösterilenlere kapılmasını bekleyen Antonioni nin, mekanı kullanma tarzından filmlerindeki duran diline, karakterlerinin boşluk hissiyatından insan ruhunun keşfedilmesine uzanan yönetmenlik serüvenini Baki Kart anlatıyor. İlk Dönemi Michelangelo Antonioni 29 Ekim 1912 tarihinde doğmuştur. Ekonomi ve iş idaresi eğitimialdıkta n sonra sinema alanına yönelen Antonioni, İtalya da Yeni Gerçekçilik in etkilerinin sürdüğü bir dönemde film yapmaya başlar. Enteresan bir şekilde bu toptancı hareketin seline kapılmadan, onları kenardan izleyebilmiş bir yönetmendir. Çığlık (The Cry, Il Grido, 1957) adlı filminin son sekansında Aldo (Steve Cochran), ayaklanan halkın arasında bir yabancı gibidir. İntihardan sonraki planda kamera önce kızgın kalabalığı gösterir. Ancak asıl hedefinin bu olmadığını ufak bir hareketle, seyirciye asıl ilgilendiğini, yani Aldo ile Irma yı gösterir. İlk uzun metrajı olan Bir Aşkın Güncesi (Story of a Love Affair, Cronoca di un Amore, 1950) filmiyle doğrudan doğruya bireyin dünyasına eğildi. Filmin genel teması aşkın imkansızlığıdır.antonioni nin erkek ve kadın figürlerini kullanmasının ilk örneğidir bu film. Erkek, kadının iç dünyasının kapılarını aralamak ve sorgulamak için bir araçtır.bu filmi, endüstri toplumunun yeni nesil üzerinde etkilerini yarı-belgesel bir dille anlattığı Yenikler (The Vanquisted, I Vinti, 1953) ve sinema endüstrisine bir yapımcı erkek ve oyuncu kadın çiftinin gözünden baktığı Kamelyasız Kadın (Camille Without Camelias, La Signora Senza Camelie, 1953) filmleri takip eder. Dost da (The Girlfriends, Le Amiche, 1955) Antonioni, temalarında 1 / 5
daha da olgunlaşarak güvensizlik duygusu, yalanın boşunalığı, karakterler arası uzaklık ve yitirilenlerin bıraktığı boşluk üzerine eğilir. Ayrıca teknik açıdan da yönetmenin uzun lanlarıyla dört kadının hayatlarından kesitler veren filmde karamsarlık baskın duygudur. Zira Dost, mutluluğa ulaşmak için bir saplantı olan aşkın boşuna bir çaba olarak bir çıkış sağlayamayacağını anlatır. Serüven ve Yabancılaşma Üçlemesi (Dörtlemesi) Antonioni filmleri bitmez. Filmler, son sahnede Antonioni nin FINE yazısını seyircinin gözüne sokmasıyla sonlanır. Çünkü Antonioni de bir olay kurgusuna rastlanmaz... Bu tekniği en saf haliyle kullandığı ilk filmidir Serüven (The Adventure, L Avventura, 1960). Bu filmle eleştirmenlerin dikkatini çekmeyi başaran Antonioni artık anlaşılamayan sanatçı olarak bir köşede kalmaktan kurtulur. Gece (The Night, La Notte, 1961) ve Güneş Tutulması (The Eclipse, L Eclisse, 1962) filmlerinde boşluk içindeki modern bireyi ikili ilişkilerinde anlatmaya devam eder. Yabancılaşma Üçlemesi olarak adlandırılan bu üç filmi Kızıl Çöl (The Red Desert, Il Deserto Rosso, 1964) ile tamamlar. Modern hayat içindeki birey giderek bir psikolojik bunalım içinde tükenmeye başlar. İlk renkli filmi olan Kızıl Çöl de Antonioni renkleri de anlatımında başarılı bir şekilde kullanır. Giuliana (Monica Vitti) kırmızı dekordan geçerek filmin sonunda dümensiz kaptansız bir gemide, Türkçe konuşan bir tayfayla kuramadığı iletişim yüzünden bir kez daha çıkışsızlığa ulaşmıştır. Cinayeti Gördüm Efsanesi 2 / 5
Cinayeti Gördüm (Blow-Up, 1966), ünlü Arjantinli yazar Julio Cortazar ın İngilizce ye aynı adla çevrilmiş hikayesini temel alır. Hikayedeki gerçeklik sorgusunun daha derinini yaparken aslında konuyu biraz da yüzeyselleştirerek tekrarlarla ele alır. Filmin asıl önemli noktası bir gerçeklik sorgulaması olması değil, kendi özüne yani sinema üzerine düşündürdükleridir. Bu yönden Cinayeti Gördüm, büyük bir karmaşayı basit bir dille anlatmasıyla da sinema tarihinde efsane olmuş bir film niteliğini kazanır. Zabriskie Noktası nda (Zabriskie Point, 1970) Antonioni, Amerikan hayatının kendinde bıraktığı izlenimi seyircisiyle paylaşır. Bu filmdeki çift, Mark ve Daria; Amerikan hayat tarzının bireyler üzerinde yarattığı yalnızlığı ve iletişimsizliği, uçsuz bucaksız çölü, bütün kalıplaşmış değerlerden soyutlanmış ve bütün kısıtlamaları bir yana itmiş olarak doldurur. Filmin özgünlüğü zamanının dışına taşan bir duyarlılık ve ileri görüşlülük taşımasıdır. Zira film, Amerikan tüketim toplumuna ve onun sosyal öğretilerine bir uyarı mesajı niteliğindedir. Yolcu (The Passenger, Professione: Reporter, 1975), Jack Nicholson ın başrolünü üstlendiği olgun bir Antonioni filmidir. Bu filmde önetmen, diğer filmlerinden farklı olarak trajik bir geçmişi olan insanın kimliğini değiştirmek yoluyla bu yazgısından kurtulma imkanının olup olmadığını sorgulamaya çalışmıştır. Finaldeki yedi dakikalık sekansın, sinemasal zamanın gerçek zamana eşlendiği bu çekimin sonunda, insan kendi geçmişinin çizdiği gerçeği aşabilirse de yeni kimliğinin dünyasına uyum sağlayamaz. Öncü Sinema Dili Son olarak Antonioni nin öncü sinema dilinden bahsedersek, saf dramatik ve saf epikbir yapıdan yoksun yani konuşmayan ve anlatmayan bir sinema dili kullandığını görürüz. Duran, durmasıyla seyirciyi bir duygulanıma zorlayan bir dil. Belki de bu yüzden, bu atmosferi kurmanın zor olması nedeniyle Antonioni nin seyirciyle uzun zaman geçirmesi gerekir, filmlerinin süresi çoğu kez iki saati aşar. Bu süre içerisinde Antonioni nin seyirciden beklediği şey kendilerini filmin akışına bırakmaları ve filmin olay örgüsünü çözmeye çalışmadan zira bir nedensellik bağı olmadan kurulmuş olaylarla karşılaşırız çoğu kez filmin gösterdiği ile bir duygulanıma ulaşmaktır. Ayrıca Antonioni nin karakterlerini karelere yerleştirirken mekanı kullanma tarzı da ayrı bir sanattır. Uçsuz bucaksız keşfedilmemiş mekanlar çoğu kez karakterin boşluk hissiyatını ve insan ruhunun keşfedilmesi güç noktalarının 3 / 5
varlığını ihsas eder. Modern Avrupa sinemasını anlamak için atılacak ilk adımlardan biri Antonioni filmlerini izlemektir. (filmcenter) Filmografi. Eros.. 2004. Bulutların Ötesinde 1995. Yolcu 1975. Cinayeti Gördüm... 1966. Batan Güneş 1962. Gece.. 1962. Macera. 1960 4 / 5
5 / 5