İşçi Hareketinin Bugünkü Durumu, Mücadele Araç ve Biçimleri Üzerine Emekle sermaye arasındaki çelişki bütün yakıcılığı ile dün olduğu gibi bugün de sürmektedir. Dünya bir avuç tekelin egemenliğindedir. Sermaye giderek daha az kapitalistin elinde yoğunlaştı ve daha fazla merkezileşti. Buna karşılık, işçi sınıfı da nicel olarak genişledi, nitel seviyesi yükseldi. Emperyalist küreselleşme ile birlikte emekçi katmanların işçileşme süreci hızlanmış, üretimin toplumsal niteliği daha da artmıştır. Emperyalist küreselleşme politikaları gelişmiş kapitalist ülkelerde de yoksullaşma ve işçileşmeyi artırdı. İşçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarını kötüleştirdi. Bu durum, gelişmiş kapitalist ülkelerde işçi aristokrasisinin toplumsal temelini zayıflattı. Aynı zamanda emekle sermaye arasında uzlaşma köprüleri burjuvazi tarafından yıkıldı. Sınıf uzlaşmacılığı ve sınıf işbirliği politikası ile işçi sınıfını burjuva politikalara boyun eğdirme çizgisi iflas etti. Gelişmiş kapitalist ülkelerde de reformizim kitlelerin bilinci üzerinde etkisini sürdürse de reformizmin nesnel zemini giderek zayıflıyor. Emperyalist küreselleşme politikaları orta sınıfları erime sürecine itti. İşçi sınıfı ile diğer emekçi kesimleri birbirine daha fazla yakınlaştırdı. Sermaye üretim alanından spekülatif alanına kaydıkça işsizlik daha da arttı. Uluslararası genel bunalım işsizliği devasa boyutlarda büyüttü. Sermaye her zaman fazla işgücünü yedekte tutma politikası izler. Fakat bugün fazla işgücünü yedekte tutma politikası bir eğilim olmaktan çıkarak kapitalizmin evrensel temel bir yasası halini almıştır. Kriz ve işsizlik, gençliği ve tüm emekçileri geleceksizliğe itiyor. Bugün hemen tüm ülkelerde ayağa kalkan kitlelerin en kalabalık ve dinamik kesimini gençliğin oluşturması tesadüf değil. Üretim dünyasallaştıkça işçi hareketinin evrensel karakterini de artırdı. Kapitalist üretim biçimindeki değişimler işçi sınıfının üretim içindeki yerini daha da önemli hale getirdi. Birçok malın üretimi tek bir ülkede değil birçok ülkede imal edilecek şekilde örgütleniyor. Bu durum üretimin toplumsal niteliğini bir ülke ile sınırlamayacak kadar artırdı. Aynı zamanda işçi hareketinin uluslararası nesnel mücadele zeminini de güçlendirdi. Öte yandan sermaye, üretim sürecini parçaladı. Özelleştirmeyi, taşeronlaştırmayı, esnek üretimi, esnek çalışmayı, güvencesiz işçi çalıştırmayı yaygınlaştırdı. Böylece işçi sınıfını küçük parçalara ayırarak örgütlenmesini ve bir araya gelmesini engelleyen politikalar geliştirdi. Sermaye, işçi ücretlerini düşürdü, işçi sınıfının kazanılmış haklarını ortadan kaldırarak kar oranlarını artırma politikası izledi. Mücadele ile kazanılmış ekonomik, sosyal haklarını ortadan kaldırdı. Pek çok ülkede işçiler kazanılmış haklarını korumak için direndi ancak bu saldırıları püskürtemedi. İşçi Sınıfının Mevcut Durumu Sermayenin izlediği politikalar sonucu işçi sınıfının ezici çoğunluğu örgütsüz. İşçiler arasında sendikasız, sigortasız, güvencesiz çalışma yaygınlaştı. Türkiye de işçi sayısı arttığı halde örgütlü işçilerin sayısı düştü. Toplam üretimde çalışan işçi sayısı 21 milyon civarında. Bunun sadece 6 milyona yakını sigortalı çalışmaktadır. Bugün sendikalarda örgütlü işçilerin sayısı sigortalı işçi sayısına oranla çok düşüktür. Türkiye kayıt dışı işçi çalıştırma cennetidir. Kayıt dışı çalışan işçi sayısı kriz döneminde1 milyon artış gösterdi. Sendikalı işçi sayısı yüzde 4 5 civarındadır. Kamuda özelleştirme politikaları sonucu kamu işçilerine dayanan sendikalar hem kan kaybetti hem de sendikal hareketteki rolleri giderek zayıfladı. Özelleştirme ve taşeronlaştırma saldırıları karşısında mevcut burjuva bürokratik sendikal anlayış ve çizgi geniş örgütsüz işçi kitlesini örgütleme enerjisinden yoksundur. Mevcut sendikaların ezici çoğunluğunun örgütsüz işçi kitlelerini örgütleme gibi bir sorunu olmakla birlikte bunu önlerine bir
görev olarak koymamaktadırlar. İşçi sınıfı çok düşük ücretle yoğun olarak çalıştırılıyor. Araştırmalara göre sanayide reel birim ücretler, kriz öncesine göre yüzde 8.24 oranında düşmüştür. Bir yıl öncesine göre yüzde 9 gerilemiştir. Buna karşılık 2009 yılında 500 büyük firmanın karı en az yüzde 10 arttı. İkinci 500 büyük firma karını yüzde 30 oranında artırdı. Sermaye bunu, işçileri çok düşük ücretle köle koşullarında çalıştırmaya ve aşırı, uzun çalışma saatlerine borçlu. Türkiye de 5,5 milyon işçinin 4 milyonu 45 saatten, 4 milyon işçinin 2 milyonu 60 saatten fazla çalışıyor. Bu veriler bile sömürünün yoğunluk derecesini göstermeye yetiyor. İşçi sınıfı parçalnmış ve bölünmüştür. Esnek çalışma, taşeron sistemi, ücret farklılıkları, kültürel farklılıklar ve yaşam tarzındaki farklılıklar nedeniyle de parçalanmıştır. Yanı sıra işçilerin sendikalı olan kesimleri de farklı sendikalarda örgütlü olmaları nedeniyle de bölünmüştür. Bu gün 28 iş kolunda faaliyet gösteren 94 işçi sendikası mevcut. Üç işçi konfederasyonuna ( DİSK, HAK-İŞ, TÜRK-İŞ) üye işçi sayısı 760 bin. Toplam sendika üye sayısı 2 milyon olarak açıklanmasına rağmen gerçek rakamlar: DİSK 60 70 bin, HAK-İŞ 100 120 bin, TÜRK-İŞ 500 bini aşkındır. 1.200.000 işyerinin ancak 20 bininde TİS yapılmakta. Bağıtlanan TİS sayısı ise 1092 olup 1000 iş yerine bir TİS düşmektedir. İşsizlik, sermaye tarafından işçi sınıfını kölelik koşullarına boyun eğdirmenin aracı haline getirilmiştir. İşsizlik oranı TUİK verilerine göre 2 milyon 924 bindir. Gerçek işsizlik 6 milyonu aşkındır. Geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 20 lerde seyretmektedir. Kadın ve çocuk emeği sömürüsü yaygınlık ve artış gösterdi. Türkiye, aynı zamanda tam bir ucuz çocuk işçi cennetidir. Bugün ülkemizde 6 14 yaş grubundaki çocukların yüzde 32'si yani her üç çocuktan biri çalışma hayatına atılmaktadır. Bu oran 15 19 yaş grubunda yüzde 43,3'e varmaktadır. Tüm çalışanlar içindeki çocuk işçi oranı ise yüzde 18'dir. Bu rakam 5 milyonu bulmaktadır. Ki buna; evlerde iş alanlar, tarlalarda çalışan çocuklar dahil değildir. Kadın emeği sömürüsü de artmaktadır. Kentlerde iş bulabilmiş kadın 3,5 milyon civarındadır. Bunların üçte biri sigortasız, güvencesiz çalıştırılıyor. Kadın işçiler ikinci sınıf insan muamelesi görmeye devam ediyorlar. Kadın işçilerin aldıkları ücret erkek işçilere göre daha düşük. Gıda ve büro işlerinde kadın işçiler erkeklere göre yüzde 21, turizmde yüzde 12, sağlıkta yüzde 10, giyim ve tekstil sektöründe yüzde 5, finansta yüzde 3 daha düşük ücretle çalıştırılıyorlar. Türkiye'de işçilerin iş güvenliği ve sağlığı hiçe sayılıyor. Kayıt dışı çalışmanın, taşeronlaşmanın artması ile birlikte iş cinayetleri de artmıştır. İş kazalarında dünya 3. dür. Sadece 2009'da iş cinayetlerinde ölen işçi sayısı bin 171, sürekli iş görmezlerin sayısı 885'tir. Özellikle tersane, maden, inşaat iş kollarında iş cinayetleri yaygınlaşmıştır. Ankara Sincan'da, Bursa'da olduğu gibi iş cinayetleri kitlesel katliamlara dönüşmüştür. Üretim sürecindeki parçalanma ve sermayenin örgütsüzleştirme politikası güvencesiz işçiler kitlesini büyütmüştür. Sendikalı işçiler hariç işçilerin ezici çoğunluğu güvencesiz koşullarda çalıştırılmaktadır. 4-C yasası ile birlikte sendikalı işçilerin de güvenceli çalışma koşulları ortadan kaldırılmıştır. İşçi Hareketi Politik Mücadeleye Atılmalıdır Bugün en küçük ekonomik mücadele konusu bile politik bir karakter kazanmaktadır. Özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek çalışma, ücretlerin yükseltilmesi, sağlığın ve eğitimin paralı hale getirilmesi, sosyal hakların kısıtlanması, iş güvencesi, işten atmaya karşı mücadele, grev hakkının kullanılması vb. sorunlar tek tek patronlarla mücadele konusu olmaktan çıktı. Doğrudan devletle, uluslararası
tekelci burjuvaziyle işçi ve emekçiler arasındaki mücadele konuları haline geldi. İşçi sınıfı, en küçük hak kırıntısını elde etmek için sermayenin örgütlü gücü devletle dişe diş mücadeleye girmek zorunda kalıyor. Buradan hareketle sendikalar kendilerini sadece ekonomik mücadele ile sınırlayamazlar. İşçi sınıfının demokratik, siyasi talepleri için de savaşımı önlerine hedef olarak koymak zorundadırlar. Bugün burjuva sendikalar, bırakalım demokratik ve sosyal talepleri işçilerin ekonomik hakları için bile mücadele yürütmüyorlar. Kürt halkının 30 yıldır sürdürdüğü ulusal demokratik hareket karşısında işçi sınıfının ezici çoğunluğu burjuvazinin destekçisi konumunda oldu. Sermaye, Kürt halkına karşı geliştirdiği savaşta Türk işçi sınıfını burjuva bilinçle zehirledi. Bu zehir şovenizmdir. Burjuvazi, işçi ve emekçileri kendi çıkarları için yürüttüğü savaşta uzun yıllar yedekte tuttu. İşçiler, Türk-İş, Hak-İş ve diğer gerici sendikalar eliyle Kürt halkının özgürlük mücadelesine karşı kışkırtıldı. Sürdürülen kirli savaşta şovenizmin ve ırkçılığın etkisi altındaki işçileri kendisine yedekleyerek savaşı sürdürdü. Irkçılığı ve şovenizmi kullanarak sömürüyü ve baskıyı perdeledi. Böylece Batı da gelişecek bir devrimci işçi hareketinin önüne geçti. Devrimci ve sosyalistler de devrimci bir işçi hareketi geliştirerek şovenizmin işçi kitleleri arasındaki etkisini kıramadı. Bugün sermaye ve devleti Kürt sorununu tek başına eski yöntemlerle aşamayacağını görüyor. Sözde açılımların tasfiye demek olduğu daha net anlaşılıyor. İşçiler, sınıf mücadelesine atıldıkça kardeşleşme bilinci gelişiyor. Bunun somut örneği ise Kürt ve Türk Tekel işçilerinin 78 günlük Ankara direnişinde açığa çıkan kardeşleşmedir. Sınıf merkezli örgütlenmelerde Türk işçi emekçilerine yaşadıkları sorunları, sömürüyü ve halkların kardeşliğini anlatmanın zemini daha güçlüdür. İşçilere, Türk olmasından önce işçi sınıfının bir bileşeni olduğu kavratmak gerekir. Grev ve direniş yerlerinde halkların kardeşliği daha fazla yaşam buluyor. İşçi sınıfını, sendikaları Kürt sorununun emekçi çözüm mevzisine çekmek devrimci işçilerin görevleri arasındadır. İşçileri şovenizmin etkisinden kurtarmadan devrimci bir işçi hareketi geliştirilemez. İşçi sınıfı sadece kendi çıkarlarını değil bütün ezilenlerin çıkarlarını da savunur. Bunu da ancak kendi partisi aracılığı ile yerine getirir. Ezilen ulusun, ezilen cinsin, ezilen mezheplerin, emekçi köylülerin çıkarlarını savunur. Ancak bu yolla ezilenlerle işçi sınıfının ittifakını sağlayabilir ve politik iktidarını kurabilir. İşçi sınıfı, kendi sınıf partisinde örgütlenmeden ne bugünkü çıkarlarını ne de gelecekteki çıkarlarını savunabilir. Sömürü ve baskıdan kurtulamaz. Sadece Burjuvazi Değil Burjuva Sendikalar Da Krizde Uluslar arası sermayenin üretim sürecini parçalayarak örgütsüz, güvencesiz işçi çalıştırma politikası sonucu burjuva sendikalar erimiştir. Burjuva sendikaların uzlaşmacı, sınıf işbirliği politikası sermayenin örgütsüzleştirme politikalarını kolaylaştırıcı bir rol oynamıştır. Burjuva sendikalar sermayenin hizmetinde ve denetiminde hareket ediyorlar. İlerici, mücadeleci sendikacıların yönetimde olduğu sendikalar izledikleri reformcu çizgi sonucu işçi hareketini ileriye sıçratacak devrimci enerjiye sahip değiller. Fakat yine de işçi sınıfının ekonomik demokratik hakları için mücadelede sendikaların yerini alacak başka bir örgüt biçimi henüz ortaya çıkmadı. Bu nedenle bir örgüt biçimi olarak sendikaları savunmak, işçileri sendikalarda örgütlemek, sendikalar içinde çalışmak ve yeni sendikalar kurmak bugün de devrimci, sosyalist işçilerin görevidir. Sermaye, yeni çalışma koşulları ve esnek üretime dayanan iş süreçlerini yasalaştırdı. İş kanunu patronların ihtiyaçlarına göre değiştirildi. Buna karşılık sendikalar yasası eski sistemin ilişkilerine denk düşecek biçimde sürdürülüyor. Eski yasalar yeni iş süreci ile tezatlık içindedir. Yasaların öngördüğü model geçmiş dönemin üretim süreci temelinde, büyük ölçekli üretim temelinde kurulan modeldir. Burjuvazi sendikalara esnek çalışma, taşeronlaştırma dayattığı, üretimin parçalanması
yoluyla iş süreçlerini değiştirdiği halde eski koşullardaki yasalarla örgütlenmeyi dayatıyor. Burjuvazi her zaman olduğu gibi şimdi de hileli davranmaktadır. Burjuvazinin bu fiili dayatmasına karşı dünden kalan sendika yasaları zemininde kalarak yanıt verilmesi olanaksızdır. İş süreçlerindeki değişimleri de yanıtlayan, taşeronlaştırma ve esnek çalışmaya rağmen işçileri örgütleyen sendikalar, yasalara rağmen gelişebilirler. Sermayenin dayattığı yasalar zemininde kalarak sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarını karşılayan sendikalar yaratılamaz. İşçi sınıfını acil ve temel sorunları temelinde örgütleyecek ve mücadeleye sevk edecek yeni biçimler bulmaya ihtiyaç var. Yeni tipte sendikalar ister sendikaların içerden dönüşümü yoluyla olsun isterse yeni sendikalar kurulması yoluyla olsun, her iki koşulda da yasalara rağmen geliştirilecektir. Kendi yasallığını burjuvaziden zorla söküp alacaktır. Şimdiye kadar yaratılan tüm sendikal örgütlülükler önce fiilen var olmuş, daha sonra da sermayeye meşruluğunu ve yaslığını kabul ettirmiştir. Bunun ülkemizdeki en somut örneği KESK tir. Devlet, emekçi memurların kitlesel gücünü kabullenmek ve yasal olarak tanımak zorunda kaldı. Bugün dünyada örneklerini gördüğümüz yeni tipte örgütlenmeler, önce tabanda geniş işçi- emekçi kitleleri etrafında toplamış, fabrika ve havzalarda komite, meclis gibi taban örgütlülüklerini yaratmış ardından da kendisini yasalaştırmıştır. Havzalar, fabrikalar ve iş kollarında işçilerin fiili- meşru mücadelesi olmadan, militan mücadele çizgisi izlemeden, sendikalar örgütlenme atılımı yapamazlar. Bu, günkü tek tek direniş ve grevler daha güçlü, birleşik mücadele yeni sendikal hareketin yaratılmasının kaldıracı olacaktır. Fakat daha anlamlı olan havza ve bölgelerde, iş kolları düzeyinde birleşik, kitlesel direnişler örgütleyerek örgütlülüğü kazanmaktır. Güvencesiz işçilerin örgütlenmesi sorunu, devrimci işçi hareketinin çözmesi gereken temel bir sorundur. Kendi koltuklarını koruma kaygısını her şey haline getiren, bunun için patronlarla işbirliğini tek çıkar yol olarak gören bürokratik, burjuva sendikaların güvencesiz işçileri örgütleme gibi bir dertleri de yoktur. Yeni sendikal hareket, güvencesiz işçilerin stratejik önemini kavrayan, havza, bölge, işkolu ayrımı gözetmeyen, işçilerin birleşik mücadelesini ören bir zeminde yükselecektir. Sınıf sendikalarının örgütlenmesi sorunun hemen bir hamlede yaratılacağı beklentisi yanıltıcıdır. Bu inişli, çıkışlı emek ve bedel ödeyerek elde edilecek. İşçi kitlelerinin eğilimlerini ve ihtiyaçlarını da gözeten hazırlık sürecini kapsaması gerektiği açıktır. Sendikal mücadele düz bir çizgi izleyerek ilerlemez. Devrimci sendikal hareket sorunun çözümünde dünden bugüne uzanan sorunları da gözetmelidir. Varılacak hedefe tek bir biçim altında yürüneceği yanılgısı daha geniş işçi kitlelerini harekete geçirme ve örgütlemeyi daha baştan sınırlayıcı olur. Henüz oluşmakta olan, şekillenen bir sürecin sorunlarıyla yüz yüze olduğumuz gerçeğini göz ardı edemeyiz. Yeni militan sendikalar dünün ve bugünün mücadele ve örgüt biçimlerinin iç içe geliştiği ve hareketin karmaşık görevlerini çözerek ilerleyecektir. İşçi hareketinin yönü İşçi sınıfı sermayenin saldırılarına karşı değişik zamanlarda çeşitli mücadele araç ve biçimleriyle mücadele etti. Fakat bu mücadelelerin düzeyi saldırıları püskürtmeye yetmedi. Tekil grev ve direnişlerden kısmi birleşik mücadeleye başvurdu. Mücadele ederek geri çekildi. İşçiler, bıçak kemiğe dayandığında mücadeleye atılmaktan kaçınmıyorlar. Haklarını almak için direniş çadırları kuruyorlar, yol kesiyorlar, üretimi durduruyorlar, sokak gösterleri düzenliyorlar. Fabrika işgalleri son yılların en fazla başvurulan mücadele biçimleri arasındadır. Öncesini bir kenara koyarsak SEKA, SEYDİŞEHİR, TELEKOM grevi, HAVA-İŞ grevi, SİNTER, MARMARAY, iş cinayetlerine karşı tersane işçilerinin LİMTER- İŞ öncülüğünde kitlesel başkaldırıları ve en son TEKEL direnişi
fiili meşru mücadelenin en belirgin örnekleri oldular. TEKEL direnişi daha güçlü birleşik bir dayanışma olmaması, sendika bürokrasisinin içerden direnişi kırma çabaları sonucu tam olarak kazanamadı fakat önemli dersler ve deneyimler bıraktı. Bugün çok sayıda irili ufaklı fabrikalarda direnişler sürüyor. Türkan Albayrak ın direnişinde olduğu gibi tek bir işçi de olsa işçi direnişleri kazanımla sonuçlanıyor. İşçilerde direnerek kazanma bilinci ve iradesi gelişiyor. Bu üzerinde hareket edilecek güçlü bir zeminin varlığına işarettir. Bu örnekler, gelecekte işçi hareketinin nasıl ve hangi biçimlerde gelişeceğine ilişkin göstergedir. İrili ve ufaklı direnişlerin en temel sorunu bu direnişlerin daha güçlü bir dayanışma ağı ile kuşatılamamasıdır. Tekel direnişi sınıf dayanışması bakımından yakın sürecin en ileri biçimdir. Gerçekte Tekel direnişi tüm ezilenlerin sahiplendiği bir direnişe dönüşmüştür. Emekçi memurların işçileşme süreci hızlandıkça emekçi memur hareketi ile işçi hareketinin birbirine yakınlaşma eğilimi güç kazanıyor. Daha şimdiden eğitimde, sağlıkta, ulaştırma ve haberleşmede ve birçok alanda taşeron, geçici, sözleşmeli, güvencesiz işçi-emekçi çalıştırılmaktadır. Emekçi memurların işçileşme süreci hızlandıkça birleşik mücadele olanakları da artıyor. Şimdiki haliyle KESK, DİSK, TMMOB, TTB' nin ortak hareket tarzı başka faktörler yanında bu yönde atılan adımların bir parçası olarak değerlendirilmeli. İşçi sınıfı hareketinin birleşik mücadele çizgisinde gelişmesini sağlayacak her adıma destek vermeli ve teşvik etmeliyiz. Önümüzdeki süreç tek tek direnişler etrafında daha güçlü dayanışma eğilimlerini besliyor. Havza ve organize sanayi bölgelerinde başlayan bir direnişin diğer işletmeleri kapsamasının nesnel zemini var. Gelecek, geniş örgütsüz işçi kitlelerinin kendiliğinden patlamalarına gebedir. Bu gün işçilerde güçlü örgütlenme eğiliminin olmaması yanıltıcıdır. İşçiler güven duydukları sendikal ve politik öznelerle birleştiğinde harekete geçmekte tereddüt etmiyorlar.güvencesiz, taşeron çalışan işçiler fiili direnişlere daha fazla başvuruyorlar. Birleşik metal işçilerinin örneğinde olduğu gibi bir dizi sınırlamalara rağmen grev silahına başvurmak için kararlı adımlar atıyorlar. Sermayenin köleleştirme saldırıları karşısında direniş gelişmekte olan eğilimdir. Sosyalist işçiler, bu eğilimi örgütleyecek, yön verecek bir hazırlığın öznesi olmalıdırlar. Devrimci Bir İşçi Hareketi İçin Sosyalist işçiler, işçi hareketine devrimci program doğrultusunda mevcut sendikalarla ilişki kurar. Mevcut sendikalara bağlı işçilerle yakın temas içinde olarak eylem ve etkinliklerine mücadelenin aktif bir öznesi olarak katılır ve destekler. Aynı zamanda buradaki işçi kitlelerini etkileyerek sendikalar içinde örgütlenir ve sendika yönetimlerinin devrimci işçilere geçmesi için çalışır. Bu nedenle her grev, direniş ve işçi, kitle gösterileri sosyalist işçilerin dikkat merkezinde olmalıdır. Devrimci sosyalist işçiler, bütün mücadele araç ve biçimlerini gözeterek sürece müdahale eder. İşçi sınıfının bir bölümü değişik sendikalarda örgütlüdür. Dolayısıyla aralarında parçalanmıştır. Bu bölünme ve parçalanma durumu emekçi memurlarda dâhil işçi sınıfının ortak bir irade oluşturmasının önünde engeldir. Mevcut sendikalar, örgütsüz, güvencesiz işçileri ve işsiz işçileri bir araya getirme gibi bir yönelime ve politikaya sahip değiller. Mevcut sendikaları aşarak parçalanmış ve bölünmüş işçilerin ortak irade geliştirmesini sağlayacak örgüt biçimlerini geçiş sürecinin sorunlarından biri olarak ele almalıyız. Önceki süreçlerde ileri işçilerin birliğini sağlamanın, mücadeleci işçi bölüklerini etkilemenin bir biçimi olarak sendika şubeler platformları az çok olumlu bir etki yaratmışı. Ancak bu platformlarda yer alan sendikalar, genel merkezlerin üzerlerindeki baskıları göğüsleyememesi, işçi kitlelerini sürece katarak özneleştirememesi, bürokratik kaygıları ve militan mücadele pratiği geliştirememeleri nedeniyle işlevsizleştiler. Fakat yine de, bu tür oluşumların en geri biçimleri bile harekete bir hız kazandırmakta, devrimcilerin geniş işçi kitlelerini etkilemesinin bir biçimi olmaktadır. Bu tür birlikler sadece sendika yöneticilerinin bir araya gelerek aldıkları kararları deklere etmesi değil de işyeri temsilcilerinin, mücadeleci işçilerin buluşma
merkezi, işçilerin ortak meclislerinin kurulduğu, birlikte karar alarak uyguladığı bir biçime dönüştürülürlerse işçi hareketinde olumlu roller oynayabilirler. Bürokratik sendikalar, milyonlarca sendikasız sigortasız, güvenceden yoksun işçileri örgütleme gibi bir sorunu önlerine hedef olarak koymuyorlar. Ancak işçiler bu tür sendikaların ayaklarına giderek sendikalaşma girişiminde bulunuyorlar. Çoğu durumda ayaklarına kadar giden işçilerin zorlamasıyla harekete geçiyorlar. Hak alıcı, sonuna kadar direnişin başarısını güvenceleyecek bir tarzdan da yoksunlar. Sosyalist işçiler, yeni devrimci sendikalar kurarak işçi sınıfının örgütlenmesine müdahalede bulunabilirler. Fakat burada somut durumun gözetilmesi, hazırlıklarımızın bu müdahaleye uygun bir düzeye yükseltilmesi gözetilmelidir. Ancak yeni sendikalar kurmanın da işçi tabanında kitlesel bir örgütlenme ile birlikte ele alınması Devrimci sendikalar, tabanda işyeri komiteleri, havza komiteleri üzerinde kendilerini örgütlemesi üzerinden gelişebilirler. Yeni devrimci sendikalar, bir taban örgütlenmesi olmadan kurulsa bile mevcut koşullarda hemen karşılığını bulacak diye bir yanılgıya düşmemek gerekiyor. Sosyalistler bakımından ise, politik etki altındaki mevzilerde ısrar etmek, buralara yoğunlaşmak, örnekler yaratarak ilerlemek olmalıdır. Yeni devrimci sendikalar kurmayı orta ve uzun erimli bir plan dahilinde ele almalıdırlar. Bugün emekçi semtler, devrimci işçi hareketinin temel örgütlenme alanlarından biri olarak görülmeli. Fakat işyerleri ve havzalarda işyeri, işçi komiteleri, havza komiteleri kurmak, içinde yer almak gibi somut olarak yürütülen bir çalışma olmadan işçi kitlelerini örgütlemek oldukça zordur. Semt, sendika, fabrika çalışmasını bütünlüğü içinde kavramak gerekir. İşçilere semtlerde, yaşam alanlarına, kültürel sosyal etkinliklerle nüfuz etmek, oradan havza ve fabrikalara uzanmak bir yoldur. Diğer bir biçim, üretim içinde de işçinin dünyasına girmek fabrika ve havzalarda örgütlemektir. Bu iki biçimden hangisinin öne geçirileceği veya iç içe mi olacağı somut duruma ve ihtiyaca bağlı olarak ele alınmalıdır. İki biçimin karşı karşıya konularak tartışılması yanlıştır. Sosyalist işçiler, güvencesiz, sendikalı-sendikasız, sigortalı-sigortasız işçiler ve işsiz işçilerin bir araya getirmenin bir biçimi olarak işçi birliklerinin kurulması için çalışmalıdırlar. Bu, işçi kitlelerine ulaşmanın ve onları değişik kanallarda akmakta olan mücadelenin akıntısı ile birleştirmek için işçileri örgütlemenin bir biçimi olabilir. Burada dikkat çekmek istediğimiz şey sosyalist işçilerin işin kolaycılığına kapılmadan çeşitli mücadele araç ve biçimlere başvurmaktan kaçınmaması gerektiğidir. Geçiş sürecinin özgünlüklerini gözeterek kitlesel devrimci sendikaların, sermayeye karşı değişik işkollarında esnek üretim koşullarında işçi sınıfının mücadelede etkili araçlarının geliştirilmesidir. Tabii ki, fiili ve meşru mücadeleyi esas alarak, örnekler yaratarak, bu olumlu örnekleri çoğaltarak ilerleyebiliriz. Bugün sendikal hareketin krizi ancak bu mücadele çizgisi üzerinde militan bir işçi hareketi yaratarak aşılabilir. Başka yol yok. İşçi sınıfı içindeki çalışmayı sendikal mücadelenin dar sınırlarına hapsedemeyiz. İşçilerin namuslu, militan, kararlı önderlerini partiye kazanmak, partiyi işçi kitleleri arasında büyütmek için zorunludur. İşçiler arasında doğrudan partiyer bağlı komiteler, komisyonlar, eğitim ve mücadele grupları oluşturmak öncelikli görevlerimizden biri olmalıdır. İşçi sınıfı eğer sermayeye karşı kendiliğinden mücadeleye atılabilir. Ekonomik talepli çarpışmalardan demokratik talepleri de içeren bir biçim kazanabilir. Tarih bunun sayısız örnekleriyle dolu. Fakat kendiliğinden sosyalist bilinç kazanamaz. Ona bu bilinci kazandıracak, kapitalist sisteme karşı işçi sınıfını hazırlayacak olan işçi sınıfının partisidir. İşçileri, hiç değilse ileri, mücadeleci unsurlarını partiye kazanmadan da ne kapitalizmi yıkabilir ne de sömürüye karşı tutarlı bir mücadele yürütebilir. Sendikalarla partimiz arasında karşılıklı etkileşim olmadan işçi sınıfının öncülerini kazanamayız, kitle partisi haline dönüşemeyiz. Parti, işçi sınıfı ile organik ilişki
geliştirmeden ne işçi sınıfının ihtiyaç duyduğu önder parti haline gelebilir ne de önderleşme yolunda ilerleyebilir. İşçi sınıfını ve emekçileri devrime hazırlayacak olan partidir. Parti, işçi sınıfının devrimde hegemonyasını sağlayacak temel araçtır. Öylese, işçiler partiye, parti ile işçi kitlelerini kazanmaya