Vidadi Babanlı. QU www.qu.edu.az. Vidadi Babanlı, 5 Ocak 1927 tarihinde Kazak beldesinin Şıhlı köyünde (Şimdiki adı Ağstafa beldesinin



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Vidadi Babanlı. QU Vidadi Babanlı, 5 Ocak 1927 tarihinde Kazak beldesinin Şıhlı köyünde (Şimdiki adı Ağstafa beldesinin

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

HAYAT BİLGİSİ A TEMASI: OKUL HEYECANIM. Gözümüzün rengi Saçımızın rengi Okula gitmemiz Yukarıdakilerden hangisi fiziksel özelliğimiz değildir?

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

ISBN :

ÖN OYUN Yer, ağustos böceklerinin yuvası. Cici ve Mimi aynanın karşısında son hazırlıklarını yapmaktadır.


ÖZEL GÜNLER. Doğum günü/kadınlar günü/anneler günü/babalar günü/sevgililer günü/ Öğretmenler günü

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?


tellidetay.wordpress.com

tellidetay.wordpress.com

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Duygu, düşüncelere bedenin içsel olarak karşılık vermesidir. Başka bir deyişle, beyne kalbin eşlik etmesidir.

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

MERAKLI KİTAPLAR. Alfabe

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

ÖYKÜLERİ Yayın no: 170 ADALET VE CESARET ÖYKÜLERİ

ANOREKTAL MALFORMASYON DERNEĞİ

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Başarı Hikayelerinde Söke Ekspress Gazetesi ve Cumhuriyet Ofset Matbaasının sahibi, 1980 yılından bu yana üyemiz olan Yılmaz KALAYCI ya yer verdik.

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

Herkes Birisi Herhangi Biri Hiç Kimse

Kahraman Kit Misafirlikte

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

5.SINIF TÜRKÇE (GENEL DEĞERLENDİRME TESTİ) almıştır?

GÜZELLER GÜZELİ BAYAN COONEY


Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Öykü ile ilgili bitişik eğik yazı ile 5N1K soruları üretip çözünüz. nasıl : ne zaman:

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir.

&[1Ô A w - ' ",,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Öykü KURABİYE EV. Resimleyen: Burcu Yılmaz

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

ALTIN KALPLİ ÖĞRETMENİM

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU

YİNE YENİ KOMŞULAR. evine gidip Billy ile oynuyordu.

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

1) Eğer tartı eksik gelmişse, bu benim hatam değil, onun hatasıdır.

iki sayfa bakayım neler var diye. Üstelik pembe kapaklı olanıydı. Basından izlemiştim, pembe kapaklı bayanlar için, gri kapaklı olan erkekler içindi.

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

Bu testi yapın, kendinizi tanıyın!

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

TOPLANTI BİLGİLERİ MUTLU GÜNLERİMİZ KONUKLARIMIZ

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

TEMA: OKULUMUZU TANIYALIM KONU: OKULUMUZ TARİH: 01 EYLÜL / 30 EYLÜL YAŞAYAN DEĞERLER: SEVGİ

Küçüklerin Büyük Soruları-3

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

.com. Haftanın Diğer Çalışmaları En Kısa Zamanda Yayınlanacaktır.

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

DDD. m . HiKAYE. KiTAPLAR! . CİN. ALİ'NİN. SERiSiNDEN BAZILARI. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Sevda Üzerine Mektup

Bir$kere$güneşi$görmüş$ olan$düşmez$dara$

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Bu kitabın sahibi:...

Beykoz Yerel Basını: Yılın Öğretmen Çifti, Adife& Bayram YILDIZ - Özgün Haber

1. Çağımızda, toplumların mutluluk ve. refahlarının hatta bağımsızlıklarının; bilimin. ışığında sürdürülen araştırma ve geliştirme

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

Biz Fakir Okuluz Bizim Velimiz Bize Destek Olmuyor Bizim Velimizi Sen Bilmezsin Biz Bağış Alamıyoruz Cümlelerini kurarken bir daha düşüneceksiniz.

ÇAYLAK. Çevresinde güzel bahçeleri olan bir villaydı.

Babamın Sihirli Küresi AYTÜL AKAL

5 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, fiziksel özelliklerim nelerdir? Vücudumuzun bölümleri ve iç organlarımız nelerdir? Ne işe yarar?

Transkript:

Vidadi Babanlı Qafqaz Üniversitesi Yayınları Bakü-2011, 5 Ocak 1927 tarihinde Kazak beldesinin Şıhlı köyünde (Şimdiki adı Ağstafa beldesinin Muğanlı köyü) öğretmen bir ailede dünyaya gelir. Şıhlı köyünde ilk öğrenimini aldıktan sonra ADU filoloji fakültesinde yüksek öğrenimini tamamlar (1944-1949). Sabirabat beldesinde bir yıl öğretmenlik yaptıktan sonra Azerbaycan Müellimi gazetesinde çalışır. Moskova'ya M. Gorki Enstitüsüne yüksek öğrenimini sürdürmek için gönderilir. Sağlık sorunlarından dolayı Bakü'ye geri dönmek zorunda kalır. Edebiyat Gazetesi nde çalışır, daha sonra aynı gazetede şube müdürü olur (1961-1963). Sumgayıt işçi yurdunda terbiyeci olarak görev yapar. Bu süreçte Hayat Bizi Sınıyor eseri için malzeme toplar. Buna müteakip Azerbaycan Jurnali nde nesir şubesinin başına getirilir (1961-1968). C. Cabbarlı adına açılan Azerbaycanfilm stüdyosunda dublaj şubesi baş redaktör vekili olarak atanır (1974-1976). Yazıcı neşriyatında baş redaktör yardımcısı olarak görev yapar (1978-1981). Halen edebi faaliyetlerine devam etmektedir. İlk eseri 1947 yılında Azerbaycan Gençleri Gazetesi nde Anam Sen Oldun başlıklı şiiridir. İlk şiirleri ve edebi eserleri Vidadi Şıhlı mahlasıyla yayımlanır. Gelin hikâyesiyle nesirde eserler vermeye başlar. 1954 yılından bu güne kadar roman, hikâye, şiir, edebi makaleler, piyesler ve senaryolar kaleme alır. Eserleri birçok yabancı dile çevrilmiştir. Yazar arkadaşlarıyla birlikte Almanya, İspanya, Fransa, İtalya, Danimarka, Çekoslovakya ve Hollanda gibi ülkeleri ziyaret eder. Şair ve yazar Babanlı'ya 1986 yılında Emektar İncesanat Hadimi ünvanı verilir. QU www.qu.edu.az Qafqaz Üniversitesi Yayınları Bakü-2011

Qafqaz Üniversitesi Yayınları Yayın No: 44 Kitabın Türkiye Türkçesine aktarılması Qafqaz Üniversitesi Tercüme ve Aktarma Merkezi tarafından yapılmıştır. Azerbaycan Türkçesinden Türkiye Türkçesine Aktaran: Dr. Erdal Karaman Editör Prof. Dr. Cihan Okuyucu Yayım Sorumlusu Dr. Memmedali Babaşlı r o m a n Qafqaz Üniversitesi Yayınları Bakü 2011 Kapak tasarımı ve iç düzen Sahib Kazımov Dizgi Qafqaz Üniversitesi Dizgi ve Basım Şubesi Baskı ve Cilt İlay MMC Matbaası Şerifzade küç., No: 202, Yasamal, Bakü, Azerbaycan Tel: (+994 12) 433 00 43 ISBN: XXX-XXXX-XX-X, 2011. Qafqaz Üniversitesi, 2011. Bu kitabın Azerbaycan da Yayın hakları Qafqaz Üniversitesi ne aittir. Yayıncıdan izin alınmadan kısmen veya tamamen yeniden yayınlanamaz. Qafqaz Üniversitesi Yayınları, Ocak 2011. Qafqaz Üniversitesi Adres: Bakü-Sumgayıt Yolu, 16. km., AZ0101, Hırdalan, Bakü, Azerbaycan Tel: (+994 12) 448 28 62/66, Fax: (+994 12) 448 28 61/67 e-mail: info@qu.edu.az; www.qu.edu.az

İçindekiler Takdim 5 Vugar a inanalım mı? 9 I. Kitap 17 I. Fasıl 19 II. Fasıl 95 III. Fasıl 172 II. Kitap 417 I. Fasıl 419 II. Fasıl 505 Epilog 619

B Takdim ir sanat eserini kalıcı kılan şey nedir? Belli dönemlerde çok okunan bazı eserler neden bir iki kuşak sonra tamamen unutuluyor da diğer bazıları değişen şartlara ve zamana rağmen dimdik ayakta kalabiliyorlar? Sözgelimi Sovyetler devrinin devlet destekli bazı çok meşhur yazarlarını niçin şimdi hiç kimse hatırlamıyor yahut hatırlamak istemiyor.? Babanlı Vidadi Yusif oğlu nun, Azerbaycan ın guzide eğitim kurumlarından biri olan, Azerbaycan-Türkiye bilimsel ve kültürel ilişkilerine katkıda bulunan Qafqaz Üniversitesi öğretim üyelerinden Erdal Karaman tarafından Türkiye Türkçesine aktarılan Vicdanlar Susanda isimli romanı okuyucuya bütün bunları yeniden düşünmek için iyi bir fırsat sunuyor. Bir araştırma merkezindeki hocaların iç çekişmeleri etrafında gelişen Vicdanlar susunca bu merkez nokta etrafında neredeyse insani konuların tümüne yer veriyor: Akademik ahlak, aşk, vefa, sadakat, kıskançlık, yalan, şöhret, güç, kin, fedakarlık Kısaca iyi ve kötü olan hemen her şey Romanda akademinin iyi tarafını hak edilmiş bir şöhret sahibi olan Profesör Söhrab ve onun gayretli asistanı Vugar temsil ediyor. Karşı tarafta ise bilimsel ahlakı şahsi ihtiraslarına kurban eden ve bunu yaparken de siyaseti arkalamış olan Profesör Beşir Bedirbeyli bulunmakta. Yaşlı kuşakla genç kuşak arasındaki bir yaş dilimini temsil eden Ziya Leleyev ise hakim güce göre saf değiştiren bencil pragmatizmin somutlaşmış hali. Profesör Bedir- 5 beyli rakibi olan Profesör Söhrabı sindirmek için onun genç asistanı Vugar ı ezmek ve bilimsel başarılarını söndürmek ister. İlke tanımaz mücadele metotlarıyla birçok yardımcı bulmayı da başarır. Bütün bunlara mukavemet etmekte olan Profesör Söhrabı yıkan nihai darbe kendi evinden gelir. Adıyla karakteri ilginç bir ironi teşkil eden eşi Merhamet, bir zamanlar zorla elde ettiği kocası gibi şimdi de kızı için onun genç asistanı Vugarı ayartamayı kafasına koymuştur. Ancak Arzu yu seven damat adayı buna yanaşmayınca Merhamet onu iftiralarıyla cezalandırmaya kalkar. Vugarın tezinin görüşüldüğü celsede okunan bu iftira mektubu bir yandan Söhrabı can evinden vururken diğer taraftan Vugarın Üniversiteden uzaklaştırılmasını sağlar. Genç asistan işiyle birlikte nişanlısını da kaybeder. İki perdeli bir tiyatroya benzeyen eserde ilk celse kötülüğün zaferiyle sonuçlanmış gibidir. Ancak iyiliğin temsilcileri sarsılmışlar; fakat yıkılmamışlardır. Hem Söhrab hem de Vugar çok geçmeden kendilerini toplar ve daha donanımlı olarak tekrar mücadele alanına dönerler. Sonuçta hikaye aradaki bazı trajediler bir yana Vugarın ve hocasının parlak zaferiyle sonuçlanır. Bu sarsıcı romanı bitirdiğimde uzun yıllardır Üniversitenin entrikalarını yaşamış biri olarak okuduklarımla yaşadıklarım arasında ne çok benzerlik olduğunu hayretle gördüm. İşte bu tesbit benim için en baştaki sorularımın cevabı oldu. Eldeki roman yazılalı neredeyse iki kuşak geldi geçti. Şimdi yirmi yaşında olan gençler eserde bahsedilen siyasi rejimi ne yaşadılar ne de gördüler. Buna rağmen roman günümüz gençleri tarafından da hala ilgiyle okunuyor ve beğeniliyorsa bunu eldeki eserin çağının şartlarını aşan evrensel mesajlarında ve ilk insandan beri hiç değişmeyen insan tabiatını işlemekteki başarısında aramak gerekir. Evet roman, kalıcılığını şüphesiz herkese bir şeyler söylemesine borçlu. Ama bu herkes arasında özellikle üniversite camiası kendisine esaslı bir ders payı çıkarmalı. Hz.Mevlana, layık olmayanın elindeki ilmi, haraminin elindeki kılıca benzetir. Aynı şekilde Toynbee de 20 asrın felaketlerini insanlığın bilgi çıtasıyla ahlak çıtası arasındaki 6

derin uçuruma bağlar. O halde demek oluyor ki bilgi ancak Söhrab gibi gerçek ilim adamlarının elinde olmalıdır, yoksa Bedirbeyli yahut onun gibilerinin elinde değil. Sonuç olarak evrensel mesajları ve roman tekniğinin bütün imkanlarını kullanmadaki başarısıyla gördüğü ilgiyi fazlasıyla hak eden bu romanı Türkiye Türkçesine kazandıran değerli dost Erdal Karaman ı kutlarken okuyucuyu da keyifli okumalar dilerim. Prof. Dr. Cihan Okuyucu 7 8

T Vugar a inanalım mı? emiz vicdan en objektif kıstastır. Her olayın ve etkinliğin asıl hüviyetini ve kıymetini ortaya koyan mihenk taşıdır. Vicdanın güçlü sesini kendi varlığında her zaman işitenler en yüksek sosyal kazanımlara sahip olurlar. Böyleleri toplum karşısında alnı açık başı diktir. Şahsiyet, kendi halkının inkişafında harekete geçiren bir kuvvet olduğu için vicdan halkımızda ahlaki değerlerin kazanılmasında önemli yer oynar. Milli liderimiz Haydar Aliyev in 1979 yılında basın mensupları ile yapmış olduğu toplantının birisinin isminin Vicdanımızın Normları ile şeklinde isimlendirilmesi tesadüf değildir. Kayda değer ömür sürmek, halka, cemiyete faydalı olmak, her türlü şeraitte hakka, adalete sahip çıkmak temiz vicdan sahipleri için hayat kanununun önemli bir maddesidir. Taş vicdanlı, kendisini beğenenler her zaman kendisini ve yakınlarının çıkarlarını düşünürler. Onlar hiçbir zaman düşenin elinden tutmaz, hakkın çiğnenmesi karşısında sessiz kalırlar. Su bulandırmak, kalp kırmak, insanların arasını açmak onlar için basit bir iştir. Onlar başkalarının mutsuzlukları üzerine kendi saadetlerini bina ederler. Usulsüz olarak servetlerine servet katar, seven gönüllere engel olur. Düğünleri yasa çevirirler. Bundan da zerre kadar vidan azabı çekmezler. Gerçek vatanperver her türlü sübjektif isteklerden uzak durup toplumda faal olarak yer almalı, büyük ve küçük olmasına aldırmadan, hadiseleri değerlendirirken vicdanın susmasına izin vermemeli, vatana millete layık mücadele de bulunmalıdır. Meşhur, yetenekli 9 Azeri yazar Vicdan Sustuğunda romanında okuyucularına vermek istediği en önemli amaç kanaatimizce bundan ibarettir. Bu eser, yaklaşık on yıl süren hummalı bir çalışmanın ürünüdür. Vicdan Sustuğunda romanında bugüne kadar edebiyatımızda geniş çaplı ele alınmamış bir sahanın, Azerbaycanlı kimyacıların hayatını ve mücadelesini anlatır. Eserin kahramanlarından Söhrap Güneşli, genç asistanı Vugar Şemşizade kimya sahasının en önemli problemlerinden yüksek oktanlı motor yakıtı elde etmeye çalışırlar. Modern dünyanın başına bela olan enerji buhranı bu problemin güncelliği kaçınılmaz kılar. Bunun yanında eserin kahramanları sadece yüksek oktanlı benzin elde etmekle vazifelerini yerine getirmiş saymazlar. Onlar, yeni yanacakla çevrenin kirlenmesini önlemeye çalışırlar. Aynı zamanda onlar bir taraftan çevrenin kirlenmesini engellemeye çalışırken diğer taraftan da insanın sağlığını korumak için gayret gösterirler. Sözü edilen yüksek gaye uğrunda kahramanların vicdanları da temizlenir, billurlaşır. Onlar, dürüst çalışkan, insani değerlerle donatılmıştır. Şahsi çıkarlar gibi çirkinliklere tevessül etmezler. İlgi çekici hikâyelerin, Hayat Sizi Deniyor, Ayaz Geceler, Gelin, Ana İntikamı, Kocamayan Muhabbet, Ömürlük Azap gibi roman ve uzun hikâyelerin yazarı Babanlı, bu eseriyle kendisini bir yazar olarak ispat eder, sanatını ortaya koyar. Vicdan Sustuğunda gereksiz ayrıntıdan, olayları yüzeysel ele almaktan uzak olup manevi değerlerin inceliklerini ortaya kor. Kimyagerlerin, bu alanda çalışanların hayatlarını ve faaliyetlerini tahkiye eden bu eser, laboratuarın, deneylerin, kimyevi reaksiyonların can sıkıcı yorucu tasvirleri yoktur. Romanın bölümleri birbiriyle tabii bağlarla bağlıdır. Hayatın renkli ve girift hadiseleri arasındaki kanuna uygunluğun açılmasına, çok yönlü insan karakterinin bedii şerhine yardım eder. Söhrap Güneşli, Sovyetler Birliğinin ilk yıllarında Azerbaycan da yetişen görkemli bilim adamlarındandır. Geçen asrın 30 lu yıllarda tarım ekonomisine dayalı kayda değer müesseselerin kurulmasında 10

onun çok büyük hizmetleri olmuştur. İkinci Dünya savaşı yıllarında uçaklar için donmayan, çökmeyen yakıtlar ilk defa onun laboratuarında üretilmiştir. Güneşli nin karakteri haline gelen ilmi prensiplere sahiplik ve sürekli arayış içerisinde bulunmak sabır ve sebat gibi keyfiyetlere dair romandaki yazıları okudukça elimizde olmadan gözümüzün önüne halk kahramanı büyük ilim adamı Yusuf Memmedeliyev in nurlu siması gelir. Güneşli nin beklenilmez saldırılara mukavemeti, sinesini engellere karşı germesi, doğru bildiği yoldan dönmemesi okuyucuyu kendisine bağlamaktadır. O, toplantılarda uzun uzadıya konuşmayı sevmez; laboratuarda meslektaşları, talebeleri ile sohbette ipin ucunu kaçırmıyor. Yaklaşık beş yüz sayfalık romanında Güneşli den daha az konuşan kahraman bulamazsınız. Bunun yerine Babanlı, Güneşli yi az konuşan çok iş yapan bir şahsiyet olarak vermiş. Onun iç âlemine derinden nüfuz etmiş, düşünceler, kendisini tahlil dünyasına başvurmuş böylece yüksek insani değerleri ön plana çıkarmaya kadir olmuş. Yazar, somut delillerle Güneşli nin gençliğinde yaptığı yanlış bir evlilikle hayatını nasıl zehir ettiğini, gün yüzü görmediğini başarılı bir şekilde ortaya koymuş. Güneşli, menfaatleri peşinde koşan, patavatsız, kaba sözlü eşinin her haline sabreder. Fakat eşi Merhamet in iftira dolu mektubuyla Enstitüye gitmesi Güneşli yi sırtından vurur. Bundan dolayı da tepesinden duman çıkar. O, talebelerine sadece ilmin sırlarını öğretmez, aynı zamanda mücadele ruhunu, amaç uğrunda yapılan çalışmaların kutsallığını, iradeye hâkim olma yetisini de öğretir. Yetenekli gençlerde yarının rakiplerini gören, bundan dolayı da kendilerini düşünen dar görüşlü ilim adamlarından farklı olarak, Güneşli, gençliğin timsalinde, kendisiyle birlikte çetrefilli yolları adımlayacak, ilmin daha da ilerlemesini sağlayacak, vatana faydası dokunacak, halkına hizmet edecek ilim adamlarını görür. O, gençliğe yeni bir fikri ortaya koymanın, yeni bir metot bulmanın ve keşifler yapmanın ilmin kolay yönü olduğunu telkin eder. Asıl kahramanlık, fikirleri usul ve tezleri sonuna 11 kadar layıkıyla müdafaa etmek, onu her türlü cahillerin hücumlarından korumak, haklı olduğunu sonuna kadar sabırla, bilimsel esaslara dayanarak ispat etmekten ibarettir. Gerçek bilim adamı ancak bu yolla halkın itimadını kazanır, onların toplumda başı her zaman yukarıda olur. Vicdan temizliği, insanın başının dik olması en muteber, değerini hiçbir zaman kaybetmeyen güzelliktir. Güneşli nin liyakatli ve istidatlı öğrencisi Vugar, sadece kabiliyetine güvenmez. İlimde sansasyon ve şatafattan uzak olan bu genç, saatle değil vicdanıyla çalışır. İşinden ilham alır, gerektiği zaman laboratuardan çıkmaz. Kundakta anasını kaybettiği için komşu çocuğunun sütüne ortak olan, babasını cephede kaybeden Vugar, köyün sağduyulu insanlarının, özellikle de bir gün bile gün yüzü görmemiş sütannesi Şahsenem tarafından büyütülmüş, emeğin kutsiyetini öğrenmiş, önce köyde okumuş sonra da üniversiteyi bitirmiştir. Babanlı nın, özel duygusal ölçülerde verdiği ayrıntıda Vugar da kendisini bulur, duygu ve düşüncelerini tahlil etmek yoluyla gerçeklerin farkına varır. İster bilimsel faaliyetlerde, ister muhabbet serüveninde Vugar ın kendisini ve hayatını bu şekilde derk etmesi ve hadiselerin peşi sıra gelmesi romanın dinamizmini artırıyor. Tek kelimeyle Vugar ın hayatı resimdir. O, esere hazır galip, yani doğruluk abidesi olarak dâhil edilmemiş, kendi tabii heyecan ve şüphe ve tereddütleriyle girmiştir. Romanın ilk sayfalarında Vugar a muhabbet besleyen okuyucu, tezinin müzakere edildiği toplantıdaki pasif olmasını kabullenemez. Bu sayfaları çevirdikçe alçak gönüllü olmanın güzel olduğunu düşünürsünüz; fakat Vugar haksız yere yapılan saldırılar ve iftiralar karşısında tepki göstermeden niçin salonu terk etmek için acele etti? O, bu hareketle hem kendi tezinin gerçekliğini suya düşürdü, hem de danışmanı Güneşli nin nüfuzuna darbe vurdu. Güneşli nin kızı Alagöz le ilgili iftiranın tekzip edilmesi herkesten daha ziyade Vugar a düşmez miydi? Yazar, Vugar ın psiko- 12

lojik durumunu maharetle yansıtır. Buna bizi inandırır. Bu durumda insan ister toplumda ister ailede, karşılaştığı bu ve benzer beklenilmez durumlarda her zaman doğru hareket edemeyebilir, isabetli karar veremeyebilir. Sanki bir anlığına onun duygu ve düşüncesi sükûta uğrar, iradesine hâkim olamaz. Karşımızda robot yok, Vugar gibi iç âlemine aşina olduğumuz canlı bir varlık olduğu için burada da tabii olmayan bir durum yoktur. Tek kelimeyle okuyucunun Vugar a inanmaması için hiçbir sebep yoktur. Üniversitenin kütüphanesinde karşılaştıkları andan, romanın sonuna kadar Vugar la Arzu nun ilişkileri, ahlaki güzellikleri, yüce aşkları etkili bir şekilde tasvir edilir. Arzu ile karşılıklı muhabbeti bazı iradesiz gençler gibi Vugar ı dersten, işten ve sosyal etkinliklerden soğutmaz, çevresindekilerle münasebetlerini zayıflatmaz, egosunu kabartmaz. Aksine bilimsel çalışmasını bitirme arifesinde olan bu gencin kendisine karşı olan sorumluluğunu artırır. O, Arzu nun sevgisine layık olmak için gayretini artırır; yaşama, çalışma ve başarma azmi en üst seviyeye çıkar. Bunun yanında kendi sevgisine münasebetinde de Vugar, sunilikten, kalıplardan uzaktır. Güçlü iradesine, yeteneğine, iş bilirliğine rağmen o hem aldanır hem de sarsılır. Arzu ya iftira atan Merhamet i önce defolun buradan diyerek kovsa da biraz sonra olmayan şeyi insan nasıl söyler? diyerek şüpheye düşer. Gerçekleri öğrenmek için Arzu nun yanına gitmek için acele eder. Sonra da bütün hayatı boyunca pişmanlık duyacağı sözlerle sevgilisinin zarif kalbini kırar. İçinde fırtınaların coştuğu bir anda köyüne gelir, sütannesi Şahsenem, dostu Cevdet ve çok sevdiği ilkokul öğretmenleriyle görüşmesi Vugar ın fikirlerinin durulmasına kalbinin sakinleşmesine, kendi tezi ve sevgilisi hakkında aklıselim düşünmesine yardımcı olur. Neticede doğru karar vermesini sağlar. Özellikle de onu mücadeleden kaçmakla suçlayan akıllı dostu, köylüsü necip, hayırsever bir insan olan Cevdet ona tesir eder. Vicdan Sustuğunda romanında bedii tahlili röntgen ışıkları altında bütün çıplaklığıyla ortaya çıktığında ikrah doğuran şahsiyet- 13 lerden birisi de, belki de en önemlisi, Beşir Bedirbeyli görülür. Vugar, romanda Bedirbeyli gibi korkunç bencil, Ziya Leleyev gibi rüzgâr nerden esse o tarafa eğilen kişiliksiz yaltaklara, Merhamet gibi cahillere, İsmet gibi dar görüşlülere karşı mücadele eder. Vicdanını ömür boyu uykuya daldıran Bedirbeyli için rakiplerine karşı mücadelede her türlü usul mubahtır. Vaktinin çoğunu dedikodularla, fitne çıkartmakla geçiren, bundan dolayı da bilime yeni bir şey getiremeyen Bedirbeyli tutucudur. O, zamanında bilimsel araştırmaları enstitüsünün ve fabrikalar birliğinin müdürlüğünü yapmış, önemli görevlerde bulunmuş, beceriksizliğinden dolayı da görevden uzaklaştırılmıştır. Buna rağmen, Bedirbeyli nin gözü her zaman koltukta, kulağı şan ve şöhrette olmuştur. O, insanların arasına karışmak, sahte samimiyet göstermek suretiyle, melek elbisesini giymiş, hatalarını belli düzeyde unutturmuş; fakat kendisi hiçbir şeyi unutmamış, intikam almak için fırsat kollayan birisidir. Bundan dolayı da ne zaman devlet menfaati ile ilgili meseleler gündeme gelse açar ağzını yumar gözünü, yenilik peşinde olan ilim adamlarına dumanlı faraziyeler, perspektifsiz problemler yaftası vurur, onları devletin malını boş yere harcamakla suçlar. Bedirbeyli - nin nazarında insaf, vicdan artık eskimiş, asıl manasını yitirmiş mefhumlardır. Vicdan susması rezalettir diyen bir hatibe karşı süslü sözler söylemesi de onun iç yüzünü gösterir. Eserde önemli bir yer tutan Merhamet karakteri oldukça canlıdır. O, çocuğunun okuması, terbiyesi ve sağlığı yerine; isabetli bir evlilik, adı sanı olan bir eş, yahut zengin kadın, varlıklı bir yaşayış, hayatın mahiyetini de bu yolla elde edilen anne babaların tipik bir örneğidir. Üyesi olduğumuz temiz, gururlu bir aileye leke atan, eşi Güneşli yi, toplumda yere bakıdan Merhamet, hiçbir zaman ayakları yere basmaz, gerçekleri görmez, fantezilerinden asla vazgeçmez. Diğer taraftan amansız derde düşmüş kızının sıhhati, talihi hakkında düşünüldüğünde, kaygı gösteren bir ana olarak Merhamet i anlamak mümkündür. Fakat kapı kapı gezip kızına eş, kendisine damat aradığında, hem de bu işte Bedirbeyli ye has çirkin iftira ve yalanlarla hakaret 14

ettiğinde biz ona kızarız. Bir dönemde kendisini bin bir oyunla Güneşli ye yamayan Merhamet, şimdi aynı yolla kızını bir başkasına eş yapmak ister. Önce kendi evindeki süslü eşyalarla oğlanın gözünü boyamaya çalışır. Fakat buna muvaffak olamayınca daha bayağı ve mide bulandıran hareketlere tevessül eder. Vugar ın kaldığı eve gelip ev sahibinin kalbini kırar. Arzu ya iftiralar atar. Çocukları olmadığı için başka bir çocuğu evlatlık alan Gülbalabeylerin yirmi yıllık sırlarını aleme yayar. Bu necip aileyi derde salar. Bedirbeyli ve Merhamet gibi bedbahtların bütün hatalarına göz yummasıyla kol kanat germesi Leleyevler ve İsmetlerin küçük çevrelerinde elverişli zemin bulur. Vugar ın süt kardeşi İsmet karakter yönünden İsmet in diğer yüzüdür. Manevi yönden zayıf olan bu genç, para, lüks eşya peşindedir. O, evliliğe yükselmede bir basamak olarak bakar. Leleyev ise ilim alemine tesadüfen gelmiş yeteneksiz birisidir. İşi gücü, ona buna yaltaklık etmektir. Kendi çıkarları için her şeyi mubah görür. Eserin her bölümünde yeni pencere açılır. Olaylar canlanır, biz yeni şahsiyetler ve insanın talihleriyle karşılaşırız. Buna rağmen bütün bunlar yazarın dikkatini esas kahramanlardan uzaklaştırmaz. Aksine onların karakterini daha geniş daha güzel sergilemeye yardım eder. Gayretle çalışıp Vugar gibi evlat yetiştiren Şahsenem, savaşın gözünü yolda koyduğu namuslu merhametli Cennet ana, Vugar ın sevgisine layık Arzu, Bakü madenlerinin gazisi Ağarza gibi onun cana yakın eşi Şirinbacı, cesareti, işgüzarlığı ve bir o kadar da çılgın haysiyetiyle Narın, Vugar ın medeni yönüyle akılda kalan okul arkadaşı Cevdet romanda tanıdığımız güzel insanlardır. Onlar, faal, vicdan sahipleri olarak aklımızda kalır. Onların hayatları baştan ayağa gönüllü olarak cemiyete hizmet etmek için gayret gösteren şahsiyetlerdir. Vicdan Sustuğunda hacim olarak büyük olmasına rağmen kompozisyon bakımından derli topludur. Akıcı bir üslupla yazılmıştır. Kahramanların dili onların karakterine uygun olarak kişileştiril- 15 miştir. Verimli Azerbaycan toprağı, ovalarının kendisine has güzellikleri, Bakü nün, Abşeron bağlarının yazı, sonbaharı sevgiyle çizilmiş tablolarda, eserin bütün tahkiyesi için has olan tabii üslupta canlanır. Babanlı nın Vidan Sustuğunda adlı romanı Azerbaycan edebiyatının en güzel örneklerinden birisidir. 16 Prof. Dr. Bekir Nebiyev 5 Şubat 2010 Bakü

I. Fasıl 1. Bölüm O, beyaz mermer basamakları çift çift çıktı. Yüksek duvarlarına anne ve çocuk resimleri oyulmuş, eski, fakat güzel binanın üçüncü katında durup nefesini topladı. Kız, sık ve kıvırcık saçlarının halka halka olup alnına dökülen kâkülünü her iki avucunun içiyle sıvazladı, kalp atışları normale dönene kadar yerinden kıpırdamadı. Sonra yavaş yavaş ilerledi, kalın, altın harflerle Prof. Dr. Söhrap Güneşli yazan kare levhanın bulunduğu kapıya yaklaştı. Sağ elini yavaşça, isteksiz bir şekilde kaldırıp köşede, adeta, siyah bir leke gibi duran zile uzattı. Fakat titreyen parmakları düğmeye dokunmadan yavaş yavaş aşağıya doğru kaydı. O, bir adım geri çekildi. Pantolonun cebinden henüz hiç kullanılmamış bir mendil çıkardı. Yavaşça boynundaki ve boğazındaki teri sildi, elbiselerine çeki düzen verdi, elini tekrar zilin düğmesine uzattı. Ağır, süslü kapı sessizce aralandı. Arkasından gür, kınalı saçları omuzlarına kadar dökülmüş kısa boylu bir kadın çıktı. - Kimi aramıştınız? Diye sordu. Genç heyecandan yutkundu. - Profesör evde mi? Kadın cevap vermedi. Başını önüne eğip karşısında duran kara yağız, yakışıklı genci, nedense, tepeden tırnağa kadar dikkatlice süzdü. Şişman kadın, kilolardan kat kat olan bedenini zorla çevirip odadakilerden birisine seslendi. Löbdeşambrını giymiş, kuşağını ortadan bağlamış boylu poslu, soluk yüzlü bir adam aradan çok geçmeden kadının yanında göründü. Şakakları tamamen ağırmış, geniş alınlı, sakin bakışlı bu adam gencin biraz önce sorduğu Prof.Dr. Söhrap Güneşli nin kendisi idi. - Ooo sen misin? Profesör dostça gülümseyip öne doğru gelip kapıyı ardına kadar açtı. 19 - Buyur, hoş geldin! Onlar geniş evin uzun koridorunda yan yana yürüdüler. Koridorun başında, ziyaret salonlarını anımsatan geniş bir odaya girdiler. Burada beyaz örtülü açılmış masanın arkasında çok nurani bir yaşlıyla, beyaz tenli, zayıf genç bir kız oturuyordu. Masaya yeni konmuş altından kaplamalı derin tabaklardaki yemeklerden buğular çıkıyordu. Yemeklere henüz el değmemişti. Profesör misafirlerini sofranın yanına götürdü, onu babasına ve kızına sevinerek tanıttı. Mutfaktan odaya geç gelen biraz önceki kadına ise yüksek sesle: - Benim yeni asistanım Vugar Şemsizade, işte bu genç, deyip sevincini ondan gizlemedi. Affedersin biraz önce sizi tanıştırmayı unuttum... Kadının iri, badem gözleri garip bir şekilde yuvarlaklaştı, donuk yüzü bir anda değişti yüzünde tebessüm açtı. - Yiğidin adını duy, yüzünü görme derler. Ama biz sizin hem adınızı duymaktan hem de yüzünüzü görmekten çok mutlu olduk. Sizi her zaman bekleriz! - O, büyük gövdesinden beklenmedik bir çeviklikle gence doğru gitti, samimiyetle ona elini uzatıp sıktı. - Peki, niye ayakta duruyorsunuz? Rica ederim oturun, lütfen. Vugar, oturmak istemedi. Hazır sofra üzerine gelmekten çok rahatsız olmuştu, utancından kıpkırmızı oldu. Kadın, o tarafa bu tarafa bakındı, süratli bir şekilde kenarda duran yumuşak bir sandalyeyi aldı, sürükleyerek oğlanın yanına getirdi, ona, ricayla: - Oturun, oturun! Dedi: Vugar heyecandan dili dudağı titreyerek ev sahibine memnuniyetini bildirdi ve sonra Profesöre dönüp bu vakitsiz teşrifinin sebebini acele acele anlatmaya başladı: - Bugün enstitüde beni aradığınızı duydum Geldim ki Profesör onu dinlemek istemedi: 20

- Hoş geldin sefalar getirdin. Bizimle sofraya buyur. İş meselesini sonra konuşuruz, dedi. - Çok teşekkür ederim, ben aç değilim. - Tamam, inat etme! - Profesör Vugar ın omzundan hafifçe aşağı doğru bastırdı, yumuşak sesi ciddileşti. Elimizin obamızın âdeti var, misafir ne kadar tok olsa da ev sahibinin teklifini reddetmez! Vugar çaresiz kaldı. Reddetmeye devam ederse Profesörün kırılacağı açıktı. Mecburen oturdu. Ama kendisi hiç rahat değildi. Danışman hocasının yanında her zaman utangaç ve çekingen idi. Bugüne kadar Profesör Güneşli nin olduğu yerde bir yudum su bile içmemişti. Şimdi onunla yan yana oturup göz göze bakarak yemek yemek, arkadaşlık etmek elbette kolay bir şey değildi! Asistanın huzursuzluğunu Güneşli de hissetmişti. Utangaç gencin geçirdiği heyecanlar onun kızarmış yüzünden açıkça belli oluyordu. Profesör gülümseyerek biraz önceki yumuşaklığıyla: - Sandalyeni ileri çek, yakın otur, dedi. Belki de bizim Merhamet Hanım, insafa gelip senin hatırına iştah açacak bir şeyler bulup getirir. Merhamet Hanım, hafifçe gülümsedi, imayı anlamıştı. Fena halde yakalanmıştı. Başka zaman olsaydı, o, belki de kocasıyla münakaşa edip, içki meselesini kesinlikle reddederdi. Fakat şimdi hiçbir şey söylemedi. Önce misafirin önüne çatal, bıçak koydu, yemeğini ikram etti. Sonra da salına salına yan odaya geçti, ne zamandan kaldıysa, bir şişe yıllanmış şarap ve iki kristal kadehle döndü. Profesör, Vugar a baktı. - Gördün mü? Bak sen olmasaydın, biz bu şarap şişesinin yüzünü asla göremeyecektik! Deyip gülerek yarı şaka, yarı ciddi hanımına takıldı. Sanki kayadan bir parça koparmış gibi olduk, dedi. Merhamet Hanım eşinin sözlerinden alındı. Ciddi bir şekilde: 21 - Kalbinden rahatsızsın içki sana zarar veriyor! Dedi; - Tabiî, tabiî! Her zaman bahane bulunur. Merhamet Hanım şımarık bir tavırla sallandı. Vugar dan özür diledi; - Sız bunun söylediklerine önem vermeyin, lütfen. Eve yabancı biri geldiği zaman neşelenir, her zamanki şakalarını yapar. Gerçekten neşelenen Profesör, Vugar a şöyle bir baktı. - Öyledir, dedi. Bizim Merhi doğru söylüyor. Çünkü yabancı biri geldiği zaman gözümüz az çok böyle şeyler görüyor ve neşemiz artıyor. Yoksa böyle leziz nimetlere her zaman hasretiz. Merhamet Hanım kirpiklerini oynatıp eşine incinmiş bir şekilde baktı. Profesör karısının ciddiyetini anlayınca konuyu hemen değiştirdi. Merhamet i kızdırmak onun zararınaydı. O, kadehlere şarap koyup yumuşak sandalyede mahzun mahzun oturan Vugar ı yavaşça dürtükledi. - Ne düşünüyorsunuz? Soğutmayın lütfen, dedi. Vugar dehşete kapıldı. Profesörle kadeh doluşturarak şarap içmek, aklının ucundan bile geçmezdi. Bu nasıl olabilirdi? Belki de Profesör onu deniyordu, ne düşündüğünü öğrenmek istiyordu? Vugar ne yapacağını bilemedi yanaklarının kızarması biraz daha arttı. Biraz önce susup, birbirine karışmış, ağarmış kaşlarının altından genç misafiri gizli gizli süzen yaslı adam sohbete karıştı. - Utanma, oğlum! Hazır sofranın üstüne gelmek hayra alamettir. Anlaşılan kaynanan seni çok sevecek Merhamet Hanım hemen müdahale etti: - Tabiî ki çok sever! diyerek kayın pederinin sözlerine destek verdi. - Böyle güzel geleceği olan damadı hangi kaynana sevmez? - Sonra kurnazca Vugar a sordu: - Belki abes olacak, ama yoksa evli misin? 22

Vugar utancından yutkundu; dili sürçerek henüz evlenmediğini söyledi: Merhamet Hanım bu cevaba çok memnun oldu. Belini düzeltip, rahat bir nefes aldı. Sanki bir şeyin endişesinden kurtulmuş gibiydi. - Çok isabetli karar vermişsiniz. Hemen evlenmek doğru değil. Doktorayı bitiririn, savunmanızı yapın, sonrasında Allah kerimdir. Hadi başlayın. Yemeğiniz buz gibi oldu. Vugar, ter içinde kalmıştı. Sıkılmaya başlamıştı. Profesörün ısrarı, Merhamet Hanım ın ricalarıyla zar zor kadehini yarıya kadar içti. Yemeğinden de üç dört lokma alıp ayağa katlı. Orada bir saniye daha oturmaya hali kalmamıştı, çok mahcup olmuştu. - İzin verirseniz, ben gideyim İşim var. Güneşli itiraz etmedi. Genci bu ortam çok sıkmıştı, rahatı kaçmıştı, kendisini ifade edemiyordu. Bu durumda onu zorlayıp alıkoymak işkence etmekten başka bir şey olmayacaktı. - Nasıl istersen. Acil bir işin varsa tabiî ki git, dedi. - Ama yarın işe erken gel. Saat onda bizim bölümün yönetim kurulu toplanacak. Asistanların tezleriyle ilgili görüşme yapılacak. Seni de bugün bu mesele için aramıştım. İkimiz oturup tezini bir daha gözden geçirelim demiştim. Önemli değil Şimdi git, dinlen. Sabah enstitüde görüşür, toplantıya kadar bu meseleyi hallederiz. Misafiri, Merhamet Hanım geçirdi. Merdivenlere kadar ona eşlik etti, ayrılırken kuvvetlice elini sıktı. Özel bir ilgi ve hürmetle; - Bizi sakın unutmayın! Ne zaman isterseniz, buyurun, gelin. Başımızın üstünde yeriniz var! Dedi. Vugar, dik ve dolambaçlı merdivenleri nasıl indiğini anlayamadı. Gözlerini açtığında kendini birinci katta buldu. 23 Durup, boğazını sıkan kravatı çıkartı, yakasını büsbütün açtı. Gömleği su gibi olmuştu. O, ceketini çıkartı. Özenle katlayıp sol kolunun üstüne attı. İki üç defa derin derin nefes aldı. Omuzlarından dağ gibi bir yük kalkmıştı sanki. İyice kendine gelince durdu, dönüp gururla kendisine baştan aşağı şöyle bir baktı. İçine dolup taşan ferahlık dudaklarından döküldü. - Sevin, yetim Vugar, sevin! Bak yüzüne nasıl kapılar açılıyor, nasıl mutlu günler başlıyor? Aylar yıllar geçecek, zaman gelecek, böyle güzel binaların kapısını büyük harflerle Profesör filan filan sözleri yazılacak Hah hah! Vugar hayalinden geçenleri bir anlığına gözlerinin önüne getirdi. Sevinçten içi içine sığmıyordu. Kuş gibi kanatlanıp kendisini yola attı. Kenarlarında çınar fidanları sıralanmış, tenha yolun, düz kaldırımında elini kolunu sallayarak, hızlı adımlarla yürüdü. Hava yeni kararmıştı. Şimdi yanmış küme küme lambalar geniş göğsüyle şehrin üstünü kaplamış masmavi gökyüzünün parlayan yıldızlarına karışıp ışık saçıyordu. Bakü nün şairane gezelerinden biri, belki de en sihirli gecelerinden birisi başlıyordu. Vugar, heyecanından bu bahar kokulu, serin sonbahar akşamının güzelliğini hissetmedi. O, kalbini coşturan sevincini birileriyle paylaşmak için acele ediyordu. O kadar telaşlıydı ki bastığı yeri bile görmüyordu. Sokağın sonuna kadar aynı hızla gidip, buradan başka kaldırıma geçmek istediğinde sanki yanında bomba patlamış gibi oldu. Sert bir sesle ayakları yere mıhlandı. - Kör müsünüz, nesin? Nereye bakıyorsun? Vugar, uykudan uyandırılmış gibi şaşkın bir vaziyette kalakaldı. Ne olduğunu anlayamadı. İkinci adımında donup kaldı ve yabancı kadının yüzüne şaşkın şaşkın baktı. - Kim? Ben mi? diye hayretle sordu. Kadın sinirlendi. 24

- Evet, siz! Yürümeyi bilmiyor musun?! Vugar yine de bir şey anlamadı, gözlerini çevirdi. Fakat az sonra kadının ayakları altına düşmüş dolu sepeti, etrafa dağılmış patates ve soğanları görünce, her zaman olduğu gibi yüzü kızardı. Ceketini kolunun üstünden alıp, çabucak giydi. Patatesi, soğanı kaldırımdan tek tek toplayıp doldurdu, kadına verdi. - Affedersiniz, çok özür dilerim, dedi. Kadın fısıldayarak içini boşalttı. Sepeti kızgın bir şekilde aldı. - Serseri!!! Dedi. Vugar olduğu yerde donmuş gibi kalakaldı. Kadın gözden kayboluncaya kadar bekledi, suçluluk psikolojisiyle onun arkasından baktı, kaldı. Sonra yoluna devam etti. Karşısına ilk çıkan telefon kulübesine girip numaraları cevirdi. Biraz önceki sıkıntısı geçmiş, yine içi neşeyle dolmuştu. Fakat telefonda konuşamadı. Vugar ın bekleyişi sevincini bastırmıştı. - Alo! - deyip dudaklarını ahizenin ağızlığına iyice yapıştırdı. - Alo! Nihayet ahizeden kulağına zayıf bir ses geldi ince, tatlı bir ses duyuldu: - Kimsiniz? Vugar ın aniden nutku tutuldu. Kalbi çarpmaya başladı heyecanını yenemeyip kekeledi: - Be -be -benim, Arzu. İ-i- iyi akşamlar. Avizedeki ses yumuşadı, tatlı bir hal aldı. - Sana da iyi akşamlar, Vugar ne oldu? Sesin niye titriyor? Vugar ın içinde biriken sözcükler artık taşıyordu. O, artık kekelemiyordu - Çok şey oldu, Arzu, çok şey. Kız bir şey söyledi; ama Vugar işitmedi. Telefon cızırdamaya başlamıştı, oğlan şüpheye düştü, yanaklarını şişirip, avizeye tekrar tekrar üfürdü, bağırmaya başladı. 25 - Alo, Arzu!!! Alo! Cızırtı, nihayet, kesildi. Kızın yumuşak sesi yeniden duyuldu. Şimdi o da heyecanlanmıştı. - Niye sustun, Vugar? Doğrusunu söyle, ne oldu?... Saklama benden! Vugar, yavaş yavaş konuşuyordu. Başkalarının duyacağından çekiniyormuş gibi, elini ağzına götürüp usulca; - Hayır, dedi; - Bu, telefonda konuşulmaz, uzun sürer. Gel yüz yüze konuşalım, dedi. - Nereye geleyim, Vugar? - Dün görüştüğümüz yere, Nizami müzesinin yanına. O tarafta derin bir sessizlik oldu. Vugar cevabı beklemeden ahizeyi yerine koydu, randevu yerine doğru koşar adımlarla gitmeye başladı. 26 2. Bölüm Dört yol ortasında ihtişamla duran Nizami müzesinin yanı her zaman olduğu gibi yine kalabalıktı. Buradaki taksi durağına gelenlerin tamamı, elbette ki, vasıta beklemiyordu. Vugar, durağın yanına gelmedi. Bir köşede durup gözünü Arzu nun geleceği yola dikti. Kalbi sevincinden küt küt atıyordu. Merhamet Hanım ın Bizi unutmayın, ne zaman isterseniz, buyurun misafirimiz olun. sözlerini hatırladı. Başımızın üstünde yeriniz var sözleri kulaklarında çınladı. Ne büyük samimiyet! Dünyada ne kadar güzel, hoş insanlar var, diye düşündü. O, düşüncelerinin etkisiyle Arzu yu ne kadar beklediğini hatırlamadı. Yüzünde sıcak bir nefes hissedip kendisine geldiğinde sevgilisinin nefes nefese kalmış halde yanında durduğunu fark etti. Şaşırıp kaldı. - Arzu!? Ne çabuk geldin?

Kız konuşmadı. Elini hızlı hızlı çarpan kalbinin üstüne koydu derinden nefes aldı. Vugar, solgun yüzüne baktı ve telaşla sordu. - Neyin var, Arzu? Ne oldu? Kız kalbinin çarpıntısını güç bela durdurup nefesi boğularak: - Sen konuş, dedi. - Bana hiçbir şey olmadı. Asıl haberler sendedir, dedi. Vugar tatlı tatlı gülümsedi. - Bana da hiçbir şey olmadı, tatlım, güzelim, dedi! Arzu, Vugar ın yüzüne azarlar gibi baktı. Kızın kapkara gözbebeklerinin tam ortasında yeni kapatılmış televizyon ekranındaki kıvılcıma benzer bir ışık yanıp söndü. - O zaman neden beni telaşa soktun? Az önce telefonda dilin dönmüyordu. Kötü bir şey oldu zannettim. Koşarak geldim, buraya. Vugar sevgilisini kollarından tutup kendisine çekti. Arzu - nun bu ilgisine karşılık onu orada hararetle öpmek istedi. Fakat etrafına bakıp vazgeçti. Eğilip kızın kulağına sevinçle fısıldadı; - Doğru tahmin etmişsin sevgilim. Bir şeyler oldu. Ama kötü şeyler değil, aksine, çok güzel şeyler! Arzu rahat bir nefes aldı. Rengi düzeldi; Fakat gözlerindeki sorgulu ve endişeli ifade gitmemişti. Vugar yüksek sesle gururla ekledi: - Profesörün evine gitmiştim, bizim bölüm başkanımızın evine. Söhrap Güneşli yi diyorum. Biliyor musun beni nasıl karşıladılar? Arzu konuşmadı. Ona yine sorgulayıcı bir ifade ile bakıyordu. Vugar mutluluktan ayakları yerden kesilmiş gibiydi, sözlerine devam etti: - Bilmeyi bırak, tasavvur bile edemezsin! Ben ömrümde hiç kimseden böyle hürmet görmedim. 27 - Onlar mı çağırdı; yoksa sen mi gittin? - Hayır, çağırmadılar. Bugün Profesör enstitüde beni aramış. Sonra beni aradığını bir arkadaşımdan öğrendim. Herhalde önemli bir şey söyleyecek diye düşündüm. Bölümden adresini alıp, tek başıma evine gittim Vugar birden tutuldu. Sesi alçalıp yumuşadı. - Doğrusunu söylemek gerekirse çok utandım, çok sıkıldım. Çünkü gittiğimde sofra hazırdı, yemek vaktinde gitmiştim - Keşke gitmeseydin. Evine telefon etseydin. Ne diyecekse, telefonda derdi. - Nereden bileyim? - Vugar omzunu silkti. Telefonla konuşmanın, hoş karşılanmayacağını, büyüklenme emaresi olarak algılanabileceğini düşündüm. - Artık üzülmene gerek yok. Bu bir kabahat değil, sen de saygıyla karşıladılar diyorsun. - Çok güzel karşıladılar, bu hususta diyecek söz yok. Profesörün kendisinden çok hanımının eli ayağı birbirine dolaştı, etrafımda döndü, durdu... - Evlerinde başka kim vardı? - Başka hiç kimse yoktu, kendileri vardı. Yaşlı babası ve kızı. - Kızı büyük mü? - Evet, on sekiz, belki de on dokuz yaşında olabilir. - Mesele anlaşıldı. - Arzu nun dudakları hafifçe titredi. - Hangi mesele? Vugar şaşkınlıkla Arzu ya baktı. - Hiç. - Oku atıp da yayı gizleme. - Gizleyecek bir şey yok. Anlaşılan senin hakkında başka düşünceleri var. - Ne düşüncesi? 28

- Sen benden daha iyi bilirsin. - Hayır, ben hiçbir şey bilmiyorum. - Ay kalın kafa! Arzu gözlerini cilveli cilveli süzdü. Seni kendilerine damat yapmak istiyorlar. Vugar Arzu nun yaptığı şakayı ciddiye aldı, morali bozuldu. - Nasıl konuşuyorsun, Arzu sen? - Ben söylemiyorum, Vugar, her şey ortada. Vugar uzun sure sustu. Arzu ya yan gözle azarlar gibi baktı. Sonra ellerini şak diye birbirine vurdu, kahkaha attı, herkesin bir anda dikkatini çekti. - Kıskanıyor musun? Arzu konuşmadı. Vugar gülmeye devam etti, onun koluna girdi ve nezaketle onu kaldırımdan indirdi. Tatlı ve nazik bir dille ona! - Sana bir sir söyleyeceğim, dedi. Bana yaklaş! - Söyle dinliyorum. - Hayır, bu şekilde söyleyemem. Çok önemli bir konu Birileri duyabilir. - Hiç kimse bizi dinlemiyor. - Hiç olmasa bu tarafa dön de aklının bende olduğunu bileyim. - Arzu başını çevirdi. Vugar ağzını kulağına dayadı fısıldayacağına yüksek sesle bağırdı: - Alagöz e bizim İsmet aşık oldu? Arzu dilinin ucuyla sordu: - Alagöz kim? - Nasıl kim? Profesörün kızından bahsediyorum. İsmet i sen de tanıyorsun Benim sütkardeşim - Eee Ne yapayım? Bunun benimle ne ilgisi var? - Seninle mi? Seninle ilgisi çok. Kaynın olacak adamın gönül işleriyle ilgilenmek istemez misin? 29 - Hayır, istemiyorum! Şimdiye kadar kasıtlı olarak ciddi davranan Arzu, sonunda gülümsedi. - Artık seninle de ilgilenmiyorum. - İnanmıyorum! - Vugar konuşmasını biraz yumuşatarak: - Gel sana bir sır daha söyleyeyim... - Buyur - Ben Ben de seni seviyorum. Arzu nazlandı. - Bunlar eskide kaldı. Sen bunu bana tam üç yıl önce de demiştin. - Gerçekten mi?! Vugar komik bir hareketle kaşlarını çattı. Duyduğuna şaşırmış gibi kalakaldı: - Olamaz!... Hatırlamıyorum! - O zaman git, bir doktora görün! - Doktora mı?!... Niçin? - Hafızana bir baksın - Hah, hah, hah! Vugar kahkaha attı. Onlar bu şekilde şen şakrak şakalarla bulvara kadar geldiler. Arzu ayaklarını birleştirip birden olduğu yerde durdu. - Nereye böyle, hayrola, Vugar? - Nasıl nereye? Vugar ın gözleri neşeyle parıldadı. Tabiî ki gezmeye, baksana hava ne güzel! - Bize gitmiyor muyuz? - Size mi? Sizde ne var ki? Arzu nun yüzü asıldı, kaşları çatıldı. - Dün ben sana ne demiştim? - Hatırlamıyorum... 30

- Bir şey demedim öyle mi... Kız kırgın bir eda ile konuştu. Yarın babamın doğum günü, hani bunu birlikte kutlayacaktık. Vugar ın keyfi kaçtı, yüzü gerildi. - Doğru, söylüyorsun. Fakat... - Kelimeler ağzından zorla çıktı. - İki de bir ben size nasıl gideyim, Arzu? Arzu kızarak: - Gidelim! Deyip inatla emretti. - Gidelim, Vugar! Kız değilsin ki utanasın. Annem bana tembih etti, seni zorla da olsa götüreceğim. Misafirler bizi bekleyecekler. Vugar şüphe içinde ayakkabılarının ucuna baktı. O gerçekten de utanmıştı. Arzu nun ailesiyle tanışmamıştı, daha yüzlerini bile görmemişti, nasıl gidecekti?!... Bahane arıyordu. - Kırılma, Arzu! Ben önemli bir günde size eli boş gelemem. Affedersin unutmuştum. Hazırlıklı değilim, şimdi... Bu saatte mağazalar da kapalıdır zaten. Ona layık bir hediye bulmak çok zor olacak Arzu bunların hiçbirini dinlemedi. İnatla: - Hiç önemli değil! Senin hediyen oraya gelmendir! Dedi ve samimiyetle oğlanın kolundan tutup çekiştirdi. - Acele et, gecikiyoruz. Vugar yerinden kıpırdamadı. Arzu iyice ciddileşti. - Sana iki seçenek sunuyorum, Vugar. Ya benimle gidersin ya da bu günden sonra beni göremezsin. Bu tehdit de Vugar ı yerinden kıpırdatmaya yetmedi. Arzu yeniden yumuşadı. - Yalvarırım beni kırma Vugar, niçin böyle yapıyorsun? Biz ne zamana kadar böyle saklanacağız? Daha ne kadar annemden babamdan gizli görüşeceğiz? Tanıştığımız günden beri sen beni her aradığında annem de babam da yüzüme 31 öyle bakıyorlar ki ben onların bakışları karşısında adeta eriyorum. Onların karşısında bitiyorum. O gün babam şakayla karışık bana: Kızım, bu adını duyup kendilerini göremediğimiz kahramanın yüzünü bize ne zaman göstereceksin? Ne zaman onun mübarek elini sıkıp tanışacağız? dedi. - Hayır, Vugar! Ne olur beni kırma, ben artık dayanamıyorum. Eğer beni gerçekten seviyorsan, inat etme, gel gidelim. Arzu, ona öyle içten yalvarıyordu ki, Vugar ın ona teslim olmaktan başka çıkar yolu kalmamıştı. 32 3. Bölüm İçeri şehrin iki katlı, bakımsız, basık evinden yükselen şen kahkahalar bütün mahalleye yayılmıştı. Sanki düğün evi gibiydi. Buraya geldiklerinde Arzu öne geçti. Ayaklarını sürüyerek gelen Vugar ın bileğinden tutup çekti, küçük bir bahçeye girdiler. Camlı balkondan onları zayıf, uzun boylu bir kadın karşıladı. Çok şık giyinmiş bu yaşlı ve gözlüklü kadını Vugar ilk defa görse de hemen tanıdı. Arzu çok önceleri, Vugar la yeni görüşmeye başladıkları zamanlarda anne ve babasını ona uzun uzun anlatmıştı. Aynı konuşmadan sevdiği kızın babası Ağarza Gülbalayev petrol kuyularında uzman; annesi Şirinbacı nın da Bakü deki ortaokullardan birisinde Almanca öğretmeni olarak çalıştığını hatırladı. O zaman karşısına çıkan zayıf gözlüklü kadının öğretmen Şirinbacı olduğunu düşündü. Utana sıkıla kadının yanına gitti ve selam verdi. Şirinbazı gülümseyerek elini sıktı. - Hoş geldiniz! -Onu içtenlikle karşıladı. - Buyurun içeri girin, misafirler sizi bekliyor, dedi. Ara kapı açılınca misafirlerin kahkahaları Vugar a güçlü bir dalga gibi vurdu. Ayakları kapının eşiğinden ileri gidemedi. Uç uca eklenmiş masaların arkasında iki sıra halinde oturan misafirleri gözlerinin ucuyla süzdü. Aralarında kendine

yakın birisini göremeyince canı daha da sıkıldı. Niçin Arzu - nun sözünü dinledim. Burası bana göre değil, burada çok rahatsız olacağım dedi. O, arkasından yavaş yavaş gelen Arzu ya dönüp bir şeyler söylemek istedi; ama fırsat bulamadı. - Kapının önünde durmayın içeri girin! Öğretmen hanımın yüksek sesle söylediği bu sözleri misafirler de duydu. Bakışlar bir anda Vugar a yöneldi. Bu hırslı, dikkatli bakışlar Vugar ı şüpheye düşürdü: Bunlar bana niçin böyle bakıyorlar?... Bende garip bir şey mi var?... diye düşündü. Vugar ın yüzü kızardı. Yanakları ateşlendi. Buna rağmen misafirlere selam vermeyi ihmal etmedi. Aşağı tarafta, kapıya arkası dönük oturan, karşısındakiyle ateşli ateşli konuşan, saçları dağınık ve karışık; ufak kemikli bir şahıs biraz vakit geçtikten sonra birisinin geldiğini fark etti. Sandalyesini geriye çekip, çevik bir hareketle döndü. Vugar la Arzu yu eşikte görünce sıçrayıp ayağa kalktı. -Evet kızım Geldiniz mi?! Vugar Bakü ağzıyla konuşan bu çelimsiz, yaşlı adamı da hemen tanıdı. O da Ağarza Gülbayev idi. Ağarza, Vugar la çok önceden tanışıyormuş gibi konuştu. Onun hatırını sordu. Sonra da neşeyle misafirlere döndü: - Bu genç Sözünü tamamlamadan, bir an düşündü ve gülerek: - Niçin başınızı ağrıtayım ki bu bizim oğlan - dedi, Vugar ı öne çıkardı.- Geç misafirlerle tanış, hepsi de dost ve yakınlarımızdır. dedi. Vugar, ter içerisinde bütün misafirlerle el sıkıştı. Nihayet masanın başında oturan iri cüsseli, kalıplı adamın yanına geldiğinde bir hayli terlemişti. Masada hâkim konumda oturan adam Vugar ın elini havada bıraktı. Ayağa kalkıp kollarını asker gibi yanlara indirdi, kendisini tanıttı: 33 - Kılıçov Şahmalı İsrafiloğu! Vugar kızarıp bozardı. Kılıçov onu kızdırmak ister gibi aynı resmiyetle, asker gibi sordu: - Senin adın, soyadın nedir? Yeğenim. Vugar adını, soyadını alçak sesle ve zorla söyledi. - Evet! Demek Vugar Şemsizade. Çok güzel! Kılıçov iri gövdesini zoraki çevirip sohbet ettiği gençle yüz yüze geldi. - Şimdi el sıkışabiliriz. O, kaplan pençesini andıran kıllı elini gururla Vugar a uzattı. Yeni gelen misafirin aşağı düşen elini yukarı kaldırıp iki üç defa salladı ve sormaya başladı: - Duyduğuma göre ihtisas yapıyormuşsun. Öyle mi? - Evet, Vugar tevazuyla cevap verdi. - İhtisasın nedir? - Kimya uzmanı olmaya çalışıyorum. - Öyle miiii? - Kılıçov sesini tuhaf şekilde uzattı. - Çok güzel, çok hoş. Kimya çok önemli bir sahadır. Hayatımızda mucizeler yaratır Kimya nın hangi dalını seçtin? - Motor yakıtlarıyla ilgileniyorum. Kılıçov başını takdirle salladı. - Çok önemli bir alan! Çağdaş yaşamımız için çok önem arz eden bir konu! Biraz sustuktan sonra bir şey düşünüp tekrar sormaya başladı: - Peki hocan kim? - Profesör Güneşli nin asistanıyım. - Ooo, bu çok güzel! Kılıçov un esmer yüzü parladı. - Tanıyorum onu, hem de çok yakından, dedi. Güneşli çok kaliteli bir ilim adamıdır. Çok önceleri savaş yıllarında kendisiyle beraber çalıştım. Büyük bir fabrika yapmıştık. İlmi gibi insanlığı da mükemmeldir. Öyle bir şahıstan ders alan genç saygıya layıktır. 34

Kılıçov bunları söyledikten sonra Vugar a yanında yer açtı. Sonra Arzu yu da yanına çağırdı: - Gençlerle bir arada oturmanın tadı başka olur. Kızım gel sen de öbür tarafıma otur, dedi. Gençler yerlerini aldıktan sonra dazlak bir adam sohbeti ateşlendirdi: - Bağışlayın, delikanlı sana benim de bir sorum olacak, deyip Vugar a döndü. Çok uzun süredir gazeteler, radyolar kimyanın mucizelerinden bahsediyor. Bahsedilenler gerçek mi, yoksa propaganda mı yapıyorlar? Vugar sorunun kulağa hoş gelmeyen tonundan rahatsız oldu. Kılıçov, kasıla kasıla cevap verdi: - Propagandaya hiç gerek yok, Mirkazım. Ne duyduysan hepsi gerçektir. Dazlak adam verilen bu cevaptan tatmin olmadı. Yüzünü ekşiterek: -Sen dur Şahmalı! Mani olma! Deyip derinden gizli gizli gülümseyen, küçük gözlerini Vugar a dikti. - Beni kınama delikanlı, son zamanlarda bazı olaylar bende biraz güvensizliğe sebep oldu. Bir de bakıyorsun ki boş, manasız şeyleri şişiriyorlar, övgüler yağdırıyorlar. Sonunda da hiçbir şey çıkmıyor Maalesef böyle şeyler oluyor işte. Hiç gizlemeye gerek yok!.. Evet, şimdi bu da onun gibi. Söylediklerine göre ağaç kırıntılarından kumaş dokuyup onlardan elbiseler yapıyorlarmış. Daha neler neler. Ama benim aklım almıyor. Belki yaşlanıyoruz değil mi? Herkes birbirine baktı, gülüştüler. Kılıçov da kara, kalın dudaklarının gülümsemesine mani olamadı. - Doğru anlamışsın Mirkazım, yaşlılıktandır! Bunamışsın sen. Misafir Kılıçov un sözlerine aldırmadı. Onun dikkati Vugar ın üzerindeydi, devam etti: - Benim sana başka bir sorum daha var. Mademki kimya senin dediğin gibi çok faydalı bir ilim, o zaman, niçin eskiden 35 ilim adamları bu konuda çalışma yapmadılar? Niçin kimyanın kurallarını tarıma uygulamadılar? Ağarza dazlak adamı sakinleştirmeye çalıştı. - Laf aramızda komşu, her halde, genç adamı imtihan ediyorsun! - Hayır, imtihanla alakası yok. Gerçekten merak ediyorum. Bu konuda çok kafa yordum. Bana, kimyayı gereğinden fazla abartıyoruz gibi geliyor. Toprağı güya daha verimli hale getirmek, bol ürün almak için çeşitli suni gübreler, kimyasal maddeler icat etmişler. Belki kanser hastalığının, tansiyon ve kalp krizinin son zamanlarda artmasının sebebi bu icatlardır, değil mi? Yiyeceklerden alınan kimyasal kalıntılar zamanla vücudu zehirliyor. Karpuzun, kavunun eski tadı kalmadı. Tadı ekşileşti. Artık para kazanmak, kısa yoldan zengin olmak için insanlar hileye başvuruyorlar. Hormon mudur ne menem şeyse onunla bitkileri çabucak yetiştirmek, büyütmek mümkünmüş. Geçen yaz o hormonlu kavun ve karpuzdan birçok insan zehirlendi. Misafirlerden birisi onun sözlerini tasdik etti: - Çok doğru, böyle bir şey olmuştu. Uzman olarak bir arkadaşım çalışıyor. O da buna benzer bir hadisenin yaşandığından bahsediyordu. Başka bir misafir de yüksek sesle şikâyet etti: - İşte böyle, görüyor musunuz? Karaborsacılık, aç gözlülük bakın hangi felaketlere sebep oluyor!.. Sonunda öyle bir hale geleceğiz ki canımızın istediği meyveleri gönül rahatlığıyla yiyemeyeceğiz. Dazlak adam sözlerinin desteklendiğini görünce daha da galeyana geldi. Cesaret ve kibirle, kendi fikrine kendisini destekleyenlerin fikirleri üzerinde ısrarla durmaya başladı ve devam etti: - Allah, rahmet eylesin, rahmetli dedem, suni gübrelerden, fosfatlı besinlerden, zehirli gıdalardan uzak durmak suretiyle tam doksan yıl asude bir hayat sürdü. Öldüğünde bü- 36

tün dişleri daha sapasağlamdı. Saçı sakalı benimkiden daha siyahtı. Saçında bir tane bile beyaz yoktu. Mirkazım, nereden bilelim babanın saçının ak ya da kara olduğunu? Şahmalı nın şakası herkesin gülümsemesine sebep oldu. Dazlak misafir kızarsa da kendisini ele vermemeye gayret gösterdi. - Rica ediyorum Şahmalı, müsaade et. Konumuz benim kelliğim değil, burada çok ciddi bir meseleden bahsediyoruz. Bu genç, bilim adamı olmak için çalışıyor. Anlaşılan kimyayı ezbere biliyor. İzin ver de onun diyeceklerini dinleyelim. Vugar bütün bakışların kendisinde toplandığı hissetti. Fakat ortamın samimiyeti onda hoş bir tesir bıraktı. Sıkıntısı biraz da olsa azalmıştır. Sakin sakin konuştu: - Bir kural olarak hayatta da bilimde de yenilikler her zaman tartışılır. Büyük engellerle karşılaşır. Sosyal hayatta da fikir olarak da her yeni şey zor kabul edilir... - Dediğin doğru delikanlı. Sen beni o kadar da kalın kafalı, düşüncesiz zannetme. Benim de az çok bildiğim bir şeyler var. Kimya alanındaki gelişmelerin tamamının da karşısında değilim. Benim söylemek istediğim, niçin şimdi bir bardak suda fırtına koparıyorlar. Daha önce bunların akılları yok muydu? - Vardı tabiî ki. Eski Mısır da milattan önce bu ilimle ilgili birçok araştırma yapılmış. Boyayı, sabunu ilk defa onlar bulmuşlar. Ölülerini ilk defa onlar mumyalaşmış, petrolü de yine Mısırlılar kullanmışlar. Eski Hintliler ise kumaşları boyamada, kumaş üzerine nakış yapmada ve resim çizmede bütün dünyada şöhret kazanmışlar... - Sen beni yine de doğru anlamadın yeğenim. Benim eskiyle bir işim yok. Kendi devrimizi göz önünde tutup öncekilerden bahsediyorum. Yani yirmi, otuz yıl öncesini kastediyorum. - Kılıçov un sabrı tükendi. Dazlak adamın maksadını şimdi anlamaya başladı. O, sohbeti başka yerlere çekmek istiyordu. 37 - Yeter, Mirkazım! Sorularına son ver artık, boş yere vaktimizi alma! Dedi, tamada 1 resmi bir şekilde yüzünü ekşitti. Boş konuşmalar artık bitti, dedi. Kadehlerinizi doldurun! Diye emretti. Bir anda sessiz sakin mecliste hareketlilik oldu. Çatal ve bıçaklardan çıkan sesler kulakları çınlattı. Kadehler, bardaklar bir anda kırmızıya boyandı. Kılıçov günün konuşmasını yaptı: Saygıdeğer misafirler! - Bugün, burada çok önemli bir günü kutlamak için bir araya geldik. Hepimizin çok aziz dostu Ağarza altmış yaşını tamamlamış bulunuyor. Yani, bugünden itibaren o yaşlılığın ikinci ve daha şerefli bir basamağına ayak basıyor... - Dur! Bir çuval inciyi berbat ettin! Ağarza komik bir şekilde ayağa kalktı. - Bana bak, masa beyi kardeş, yani sen kendi adını bana mı veriyorsun? Men kim ihtiyarlık kim? - Biliyoruz Ağarza, sen Şirinbacı nın yanında kendini küçük düşürmek istemiyorsun. - Ben şimdiye kadar hiç kimsenin yanında küçük düşmedim, teyzesi güzel! Yine diyorum kendi adını bize verme! - Ağarza iki çeşit yaşlılık vardır. Sen gün geçtikçe gençleşenlerdensin. - Öyle mi?.. O zaman başka mesele. Allah geçmişlerine rahmet etsin, söyle kadehleri doldursunlar! Ağarza kendisini geri çekip gururlu gururlu oturdu. - Kılıçov yavaş yavaş devam etti: - Ağarza ile dostluğumuz çok eskiye dayanır. Biz tanıştığımızda bugün meclisin süsü, şu gençlerin hiçbiri yoktu. Otuz, otuz birinci yıllardan bahsediyorum. O zaman, gördüğümüz bu ak saçlı Ağarza bıyıkları yeni terlemiş genç idi. 1 Masabeyi, düğün, nişan ve yemekli toplantılarda meclisi yöneten aynı zamanda sunuculuk yapan kişi. 38