PROF. DR. İBRAHİM KAFESOĞLU NUN HAYATI VE ESERLERİ



Benzer belgeler
Hazırlayan Muhammed ARTUNÇ 6.SINIF SOSYAL BİLGİER

Türklerin Anayurdu ve Göçler Video Ders Anlatımı

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 1.Ders. Dr. İsmail BAYTAK. Orta Asya Tarihine Giriş

İLK TÜRK DEVLETLERİNDE HUKUK

TEMEİ, ESER II II II

Yrd. Doç. Dr. Ali GURBETOĞLU İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 6.ders. Dr. İsmail BAYTAK. İlk Türk Devletleri KÖKTÜRK DEVLET

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 7.ders. Dr. İsmail BAYTAK. İlk Türk Devletleri II. KÖKTÜRK DEVLETİ

İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK TARİHİ TEST

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

Asya Hun Devleti (Büyük Hun Devleti) Orta Asya da bilinen ilk teşkilatlı Türk devleti Hunlar tarafından kurulmuştur. Hunların ilk oturdukları yer

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ Ders.11. Dr. İsmail BAYTAK. İlk Türk Devletleri KARLUKLAR

Devleti yönetme hakkı Tanrı(gök tanrı) tarafından kağana verildiğine inanılırdı. Bu hak, kan yolu ile hükümdarların erkek çocuklarına geçerdi.

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ-I 5.ders. Dr. İsmail BAYTAK. İlk Türk Devletleri TABGAÇLAR

ORTA ASYA TÜRK TARİHİ PDF

Türk Eğitim Tarihi. 2. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri. Dr.

Türk Eğitim Tarihi. 1. Türklerin İslam Öncesi Eğitimlerinin Temel Özellikleri. Yrd. Doç. Dr.

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ

İktisat Tarihi I Ekim II. Hafta

TEŞKİLATLANMA VE KOLLEKTİF MÜZAKERE HAKKI PRENSİPLERİNİN UYGULANMASINA MÜTEALLİK SÖZLEŞME

Öğrenim Kazanımları Bu programı başarı ile tamamlayan öğrenci;

TARİH KPSS İSLAMİYETTEN ÖNCE TÜRK DEVLETLERİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET ARİF ÖZBEYLİ


Fikret BABAYEV * * Azerbaycan Anayasa Mahkemesi Başkanı

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

İSLAM UYGARLIĞI ÇEVRESINDE GELIŞEN TÜRK EDEBIYATI. XIII - XIV yy. Olay Çevresinde Gelişen Metinler

DR. NURŞAT BİÇER İN TÜRKÇE ÖĞRETĠMĠ TARĠHĠ ADLI ESERĠ ÜZERİNE

Sayın Hava Kuvvetleri Komutanım, Kıymetli konuklar,

T.C. SİNOP ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLGİLER ENSTİTÜSÜ TARİH TEZLİ YÜKSEK LİSANS PROGRAMI

III. ÜNİTE: İLK TÜRK DEVLETLERİ 2. KONU: ORTA ASYA DA KURULAN İLK TÜRK DEVLETLERİ

EMEVİLER VE ABBASİLER DÖNEMİ

KÖY İÇME SULARI HAKKINDA KANUN

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

/uzmankariyer /uzmankariyer /uzmankariyer

SÜLEYMAN ŞAH TÜRBESİ

BURDUR VE ISPARTA OSB LERİ İÇİN ATIKSU ARITMA TESİSİ YAPIMI İLK ADIM ATILDI

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 12. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Türkiye Milli Eğitim Sisteminin Yasal Dayanakları. 2. Eğitim ve Öğretimi Düzenleyen Yasalar. 3. Milli Eğitim Şuraları. 4.

Svl.Me.Alev KESKİN-Svl.Me.Betül SAYIN*

Atatürk Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Müdürlüğü Öğretim Üyesi

Karaman Ticaret ve Sanayi Odası Bülteni

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI BAŞLANGIÇ

Sultan Abdülhamid Han hakkında 7 itiraf

TOPRAK MAHSULLERİ OFİSİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ HİZMET TAKDİR VE TEŞEKKÜR BELGESİ YÖNETMELİĞİ GİRİŞ

Edirne Tarihi - Bizans Döneminde Edirne. Ahmet Usal - Edirne Vergi Dairesi Başkanlığı

ÖLÇME, DEĞERLENDİRME VE SINAV HİZMETLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

Nihat Sami Banar!ı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, s 'ten özetlenmiştir.

İLK TÜRK İSLAM DEVLETLERİ

TED İN AYDINLIK MEŞALESİNİ 50 YILDIR BÜYÜK BİR GURURLA TAŞIYAN OKULLARIMIZDA EĞİTİM ÖĞRETİM YILI BAŞLADI

Kütahya Gazeteciler Cemiyeti Ziyareti:

1 KAFKASYA TARİHİNE GİRİŞ...

Müdafaa-i Hukuk Hareketi bu hakları savunmak ve geliştirmek için kurulmuştur.

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 8. SINIF TÜRKİYE CUMHURİYETİ İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

34 NOLU SÖZLEŞME ÜCRETLİ İŞ BULMA BÜROLARININ KAPATILMASI HAKKINDA SÖZLEŞME

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ÎLE FEDERAL ALMANYA CUMHURİYETİ ARASINDA 16 ŞU BAT 1952 TARİHÎNDE ANKARA'DA AKDEDİLMİŞ OLAN TİCARET ANLAŞMASINA EK PROTOKOL

Yusuf Kemal TENGIRŞENK ( )

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11

1-MERKEZ TEŞKİLATI. A- Hükümdar B- Saray

8. SINIF T C İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ

Devrim Öncesinde Yemen

AİLE MAHKEMELERİNİN KURULUŞ, GÖREV VE YARGILAMA USULLERİNE DAİR KANUN

Bu bağlamda katılımcı bir demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanındaki çalışmalarımız, hız kesmeden devam etmektedir.

ÜNİTE TÜRK DİLİ - I İÇİNDEKİLER HEDEFLER TÜRKÇENİN KİMLİK BİLGİLERİ

Yard. Doç. Dr. Ali AHMETBEYOĞLU

Ekim Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu Koleksiyonu ve Haldun Özen

15 Mayıs 2009 al-dimashqiyye Salonu

Kültür Nedir? Dil - Kültür İlişkisi

İstanbul Teknik Üniversitesi hakkında kanun : Kanun No: 4619 Kabul tarihi: 12/7/1944

10.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

9 EYLÜL 1922 BAKİ SARISAKAL

SAYFA BELGELER NUMARASI

HOCAİLYAS ORTAOKULU. ÜNİTE 1: Bir Kahraman Doğuyor T.C. İNKILÂP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK-8

TÜRK EĞİTİM SİSTEMİNİN TEMEL İLKELERİ VE YASAL DAYANAKLARI

KAMU KURUM VE KURULUŞLARININ YURTDIŞI TEŞKiLATI HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 8. SINIF T.C. İNKILAP TARİHİ VE ATATÜRKÇÜLÜK DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU PLANI VE KAZANIM TESTLERİ

- 354 İstatistik umum müdürlüğü teşkilâtı hakkında kanun

T.C. ONDOKUZ MAYIS ÜNİVERSİTESİ SENATO KARARI KARAR TARİHİ TOPLANTI SAYISI KARAR SAYISI /

GENEL OLARAK DEVLET TEŞKİLATI SORULARI

AKADEMİK ÖZGEÇMİŞ YAYIN LİSTESİ

Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI.. LİSESİ TARİH I DERSİ BİREYSELLEŞTİRİLMİŞ EĞİTİM PROGRAMI (BEP) FORMU

Moro Müslümanları Üzerine 99 KENDİ LİDERİNİN KALEMİNDEN BANGSAMORO MÜCADELESİ

İçindekiler GENEL PRENSİPLER. Birinci B ö l ü m : HUKUK NİZAMI :

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

Devletin Şefleri Cumhurbaşkanları

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

IV. CETVEL (Madde 72) GÜVENLİK KUVVETLERİ ASKERİ MEMUR KADROLARI HİZMET SEMALARI 62/ /1991 TERCÜMAN MÜTERCİM KADROSU 24/1992 HİZMET ŞEMASI

İHL'yi Ne Kadar Tanıyoruz?

1.Açılış ve yoklama, yeni gelen emir, genelge ve tebliğlerin incelenmesi,

Y.Selçuk TÜRKOĞLU Bursa Milletvekili Aday Adayı. Biz Bir Ekibiz Ekibimiz Milletimiz

DTİK TÜRK GİRİŞİMCİLER KURULTAYI. Açış Konuşması. Ömer Cihad Vardan, DEİK Başkanı. 26 Mart 2016, İstanbul

İÇİNDEKİLER... SAYFA NUMARASI 1. Genelkurmay Başkanlığının Afyon ve Kocaeli mıntıkalarındaki duruma dair 3 Ekim 1921 tarihli Harp BELGELER

2. Enver Paşa. 3. Rıza Tevfik Bölükbaşı

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ü Ölümünün 78. Yılında Saygı ve Minnetle Anıyoruz

TÜRKİYE HÜKÜMETİ İLE MİLLETLER ARASI ÇALIŞMA TEŞKİLATI


1 İSMAİL GASPIRALI HER YIL BİR BÜYÜK TÜRK BİLGİ ŞÖLENLERİ. Mehmet Saray

Transkript:

1602 PROF. DR. İBRAHİM KAFESOĞLU NUN HAYATI VE ESERLERİ Yasemin ÇAYIR * Mehmet ŞAHİN ** (D:1914 - Ö:18.08.1984) 1914 Yılında Burdur İli Tefenni ilçesi Yokuş Mahallesi nde doğan Halil İbrahim in, babası Kafeslerden Recep Bey, annesi Hatice Hanım dır. Babası Kafkas cepesinde şehit olunca annesi ile Halil İbrahim i dedesi Hacı Mehmet Bey (Mehmet TOKMAKER) himayesine aldı. Okul çağına gelince ilkokula başladı. Başarılı olmasına rağmen, fiziki gelişmesi yeterli olmadığından ilk yıl sınıfta kaldı. Diğer sınıfları başarıyla geçerek hocası Emin Bey in tavsiyesiyle İzmir Muallim Mektebi ne gitti (1926). Buradaki masraflarının bir kısmını dedesi, bir kısmını da amcası Hüseyin Bey karşıladı. 1932 yılında İzmir Muallim Mektebini başarıyla bitirince, Afyon da öğretmenliğe başladı. 1934 yılında soyadı kanunu ile Çağatay soyadını aldı. Üç yıl kadar öğretmenlik yaptıktan sonra 1936 yılında Ankara Gazi Yüksek Öğretmen Okulu bursunu kazanarak, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinde öğrenime başladı. Bilhassa Hunlar Devri başta olmak üzere Eski Türk Tarihi tahsil eden Halil İbrahim, Prof. Dr. L.Rasoyn, Prof. Dr. Fuat KÖPRÜLÜ, Prof. Dr. Abdülkadir İNAN dan dersler aldı. 1940 yılında aynı fakülte İlmi Yardımcı ünvanıyla araştırma hayatına başladı. 1941 yılında 2. Dünya Savaşının çıkmasıyla Askere çağırıldı. 1942 de ÇAĞATAY soyadını KAFESOĞLU olarak değiştirdi. 1943 yılında askerlik sonrası, hocalarının tavsiyesiyle Türk Tarihi ve Kültürü üzerine doktora yapmak üzere Devlet tarafından Macaristan a, Budapeşte Üniversitesi ne gönderildi. A.Alföldi, Gy. Nebeth, L.Ligeti gibi ünlü Türküyatçılar dan dersler aldı. 2. Dünya Savaşı devam ettiğinden, Macaristan ın Komünizmin pençesine düşümüne şahit oldu.1945 Nisan ında Yurda dönüşünde Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi nde çalışmaya başladı. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi nde Orta Çağ Tarihi Kürsüsü Asistanı olarak tayin oldu. 1946 Yılında hemşehrisi Müzeyyen Hanım la evlendi. * SDÜ Burdur Eğitim Fak.Türkçe Öğretimi Bölümü Öğrencisi ** SDÜ Burdur Eğitim Fak.Türkçe Öğretimi Bölümü Öğrencisi

1603 1949 da Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah hakkındaki doktora tezi ile Doktor payesini aldı. 1953 te Harzemşahlar Devleti Tarihi adlı eseriyle Doçent oldu. 1957 Yılında Erzurum a Atatürk Üniversitesi açılınca ilk dersi verdi, 1959 da Profesörlüğüne yükseldi. Tekrar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Umumi Türk Tarihi Kürsüsü ne atandı. 1965 yılında Kültür Ocağı Başkanı, İstanbul Milliyetçi Öğretmenler Birliği Başkanı oldu. Birinci Milliyetçiler Büyük Kurultayını topladı ve başkanlığını yaptı 1969 da 2. Milliyetçiler İlmi Semineri ni yönetti. Türkiye Milli Vakfı Türk Milli Kültürüne hizmet şeref armağanı aldı. 1970 yılında, A.Zeki Velidi Togan ın vefatı ile Türk Tarihi Kürsüsüne Başkan oldu. 1983 yılı Ocak ayında yaş hattinden emekli olana kadar bu görevi sürdürdü. Aydınlar Ocağı nı kurarak ilk başkanı oldu. 1971 yılında yüksek öğretmen okulu müdürlüğüne getirildi. Malazgirt Meydan Muharebesi nin 900. yılı kutlamalarına katılmak, seminer vermek üzere Van a gitti. 1974 te Sofya da Türkiye-Bulgaristan Kültür ilişkileri konseyinde Milli Eğitim Bakanlığı adına katıldı. 1976 da Altan DELİORMAN ile birlikte lise 1 ve lise 2 tarih ders kitaplarını yazdı. Üniversitelerimizin çeşitli kademelerinde binlerce öğrenci yetiştirdikten sonra, 18 Ağustos 1984 de İstanbul da geçirdiği kalp krizi sonunda vefat etmiştir. Cumhur (1947), Fatma GÜLNUR(1953) VE Mehmet CELALETTİN (1959) adlarında üç çocuğu olan İbrahim KAFESOĞLU, İslam Ansiklopedisi nde pek çok madde bellekten, Boğaziçi, Türk Kültürü Dergilerinde 300 civarında makale ve pek çok kitap bıraktı. Macarca, Fransızca, Almanca, İngilizce yi 60 yaşında öğrendi. Arapça, Farsça ve Osmanlıca biliyordu. ALTAN DELİORMAN GÖZÜYLE KAFESOĞLU Aziz Hocam İbrahim Kafesoğlu nu, her şeyden önce müstesna bir vatanperver olarak tanıdım. Kafesoğlu, hiç şüphe yok ki, büyük bir âlimdi. Türk tarihi sahası, onun şahsında güçlü bir uzmanlığa kavuşmuştu. Kafesoğlu, sadece bir tarih bilgini olmakla kalmamış, aynı zamanda seçkin bir fikir adamı seviyesine yükselmişti. Türkçeyi çok iyi bilirdi. Ona sanki sevdalıydı. Üzerine titrediği anadilinin merhametsizce hırpalanması ve güdükleştirilmesi faaliyetlerine bunun için şiddetle karşı koymuştur. İbrahim Kafesoğlu, tam anlamıyla olgun bir insandı. Son derece nazik, hatırnaz, mütevazı ve şefkatliydi. Çevresindekilerin ruh ve karakter yapısını, derin sezgisi ile gayet isabetli tahlil ve teşhis eder, fakat kanaatini daima kendisine saklardı. Mizah yönünün ne kadar kuvvetli olduğunu, ancak yakınındaki birkaç dostu bilirdi. Herkesi dinler, kendi fikrini en sonra söylerdi. İnandığını, sonuna kadar savunur, bulunduğu topluluğa da kabul ettirirdi. Yumuşak, sakin bir konuşma üslûbu vardı. Hırçınlaştığını nadiren görmüşümdür. Tedbirli ve uzak görüşlüydü. Son derece merhametli, vefakâr ve hassastı. Dertleri içine atar, sıkıntılarını kolay kolay açığa vurmazdı. Onun dünyasında, maddî meselelerin ve şahsî menfaatlerin hemen hiç yeri yoktu. Hoca olarak Kafesoğlu... İlmi derecesinde kuvvetli bir öğreticiydi. Ders verirken çok kere önündeki metinden ayrılır, tarihî olayları âdeta yaşayarak anlatırdı. Onun heyecanı öğrencilerini de etkilerdi, bu sebeple dersleri büyük rağbet görürdü. Geç kaldığım birkaç defa derse onun arkasından girmiş, fakat kalabalıktan, fakültenin en büyük sınıfında oturacak yer bulamamıştım. BAŞLICA ESERLERİ ve MAKALELERİ Macaristan Tarihi, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, Selçuklu Alesinin Menşei Hakkında, Harzemşahlar Tarihi, Türkler ve Medeniyet, Malazgirt Meydan Muharebesi, Türk Milliyetçiliğinin Meseleleri, Eski Türk Dini, Selçuklu Tarihi,

1604 Sultan Melikşah Türk tarih ve Kültürü, Tarih (Lise I ve II. sınıfları için), Türk Millî Kültürü, Kutadgu Bilik ve Kültür Tarihimizdeki Yeri, Atatürk İlkeleri ve Dayandığı tarihî temeller, Türk-İslâm Sentezi, Tarihte Türk Adı, Türk Bozkır Kültürü, MAKALELERİNDEN BİRKAÇI Millet Olma Yolunda (İstanbul Dergisi, 1955) Tarih Üzerine Soruşturmalar (Yeni Ufuklar Mecmuası, 1955) Yabancı Gözüyle Türkler (Türk Yurdu Dergisi, 1955) Türk Kadını (İstanbul Dergisi, 1955) Türk Tarihinde Laiklik (İstanbul Dergisi, 1956) Türkiye Muallimler Birliği (Bilgi Mecmuası, 1956) Türk Medeniyeti ve Batıya Tesirleri (Türk Yurdu, 1959) Türkçe nin Yarını (Türk Kültürü, 1963) Atatürk ve Atatürkçülük (Türk Kültürü, 1963) Türkiye de Eğitim Meselesi (Tercüman, 1984) Türkçe nin Hakkı (Tercüman, 1984) Yabancı Dil Hastalığı (Türk Edebiyatı Dergisi, 1984) Kafesoğlu nun Atatürk İlkeleri ve Dayandığı Temel İlkeler adlı makalesinden bir bölüm aşağıda verilmiştir; şöyle diyor: Halkçılığı benimseyen Devletimiz, ülkemizin iktisadî problemlerinin çözümü için Devletçilik programını da ortaya koymuştur. Devletçilik, tamamen Türkiye nin içinde bulunduğu şartların sonucunda ortaya çıkmıştır. Asırlardır çeşitli sebeplerden dolayı geri kalmış Türk Milletinin en kısa sürede kalkındırılması ve temel altyapısında bile eksikliklerin olduğu ülkemizi kısa sürede imar etmek için Devlet ekonomiye müdahale etmek mecburiyetinde kalmıştır. Atatürk ün, Bizim takip ettiğimiz devletçilik, ferdî mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde, milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için milletin umumî ve yüksek menfaatlerinin icabettiği işlere bilhassa iktisadî sahada- devleti fiilen alâkadar etmektir. MAKALELERİNDEN BİRKAÇI TÜRK KÜLTÜRÜ SAYI 40 YIL IV ŞUBAT 1966 Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu TÜRKİYE DE MİLLİ EGİTİM VE MESELELERİ Dünyanın her tarafında milli eğitim faaliyetlerinin gayesi iyi vatandaşlar, topluma faydalı fertler yetiştirmektir. Eğitim ve öğretim (terbiye ve talim) temelleri üzerine kurulan bilumum kültür faaliyetleri ve bununla ilgili her çeşit teşkilat ve müesseseler hep bu maksat etrafında toplanır. Yurdun. Mukadderatını ele alacak genç nesilleri toplum menfaatleri yönünde geliştirmek ancak bu yolda mümkün olabileceği için medeni milletler milli eğitimlerini geliştirmek ve kuvvetlendirmek, düşüncesiyle milyonlar harcarlar. Çünkü cemiyet hayatının türlü cephelerinde vazife alacak hâkim, mühendis, tabib, memur, asker, öğretmen mutlaka milli eğitim çarkından geçmek suretiyle şahsiyetini, benliğini, millet bütünü içinde kendine düşen vazifeyi ifa kabiliyet ve melekesini kazanacak, nihayet her vatandaş eğitim ve öğretimle elde edeceği vasıf sayesinde memlekete ve millete yararlı unsur olacaktır. Fertleri, mensup bulundukları cemiyete faydalı hale getiren kültür faaliyetlerinin temelini eğitim teşkil eder. Çünkü eğitim, toplumun ruhi manevi hüviyetinin, şuurlu veya şuuraltı duygularının, özlemlerinin, ahlak ve inancının karakterini, bir millete, diğer milletlerden ayırıcı, özelliker veren ferdi ve maşeri hasletlerini temsil eder. Bu itibarla eğitim, her biri kendine has bir kültürün sahibi ve taşıyıcısı olan her millet için başkadır, orijinaldir, yani millidir. Zaten «Milli eğitim» tabiri de bunu ifade eder. Öğretim ise, eğitimin işlenme ve tatbik

1605 yolları olup, millet maneviyatının kültürel, tarım hamulesini korumak, inkişaf ettirmek, zenginleştirmek hususunda başvurulan bir takım usuller, maddi ve mekanik vasıtalardan ibarettir. Eğitimin mevzuu, toplumun deruni ruhi varlığının, ahlak, milli benlik, inanç memleket severlik ve milli vicdan sahalarındaki belirtilerinden mürekkep manevi değerleri tayin etmektir. Öğretimin vazifesi de, bu değerleri, okul müfredatları, ders konuları ve müesseseler kadrosunda ve layıkı veçhile yeni nesillere aktarmaktır. Buna göre, milli eğitimin prensipleriyle öğretim planlarının birbiri ile olan çok yakın alakası açıktır. Eğitimde muvaffakiyet nasıl milletçe itibar edilen değerler manzumesinin tesbitindeki isabetle mümkün ise, öğretimde başarı şansı da, tesbit edilmiş milli eğitim prensiplerini zedelemeden, fakat daha da geliştirerek, olgunlaştırarak genç dimağlara işlemeğe elverişli programlar ve planların tatbikine ve müesseselerin yaşatılmasına bağlıdır. Milli eğitim ile öğretim arasındaki muvazene, topluma iyi vatandaş yetiştirme bahsinde tam bir garanti teşkil edeceği gibi, aynı ahenk ve nizam içinde yürütülecek öğretim ve kültür faaliyetleri de milli eğitimi, kısa zamanda ve kesinlikle gayeye ulaştıracak yegane yol vasfını taşır. Medeni milletlerin gerek iyi vatandaş yetiştirmede, gerek ilim ve teknik alanlarında hamlelerini, eğitim esasları ile öğretim vasıta ve tarzlarının, birini diğerinin izinde ve ahenkli olarak geliştirilmesinde aramalıdır. Buna karşılık, açık bir gerçektir ki, milli eğitim davalarını bir türlü halledemeyerek, her gün daha da giriftleşen hayat problemlerinin sarahate kavuşamaması ve bu sebeple öğretim çalışmalarının ve kurulan müesseselerin tesadüfiere terk edilmiş olmasıdır. Çünkü bu gibi ülkelerde peşin hükümlerle rastgele tatbika mevzu olan eğitim sistemleri, çok kere, toplumun telakki ve inançlarına, «milli» olan ferdi ve maşeri hasletlere yabancı olduğu gibi, öğretim vasıtaları ve mekanik faaliyetler de, umumiyetle, milli eğitimin gerçek değerleriyle alakalı değildir. Neticede ne yerli, ne yabancı olmayan, asli hüviyetini kaybetmiş yozlaşmış bir «terbiyeler» halitası ile karşı karşıya kalınır ve genç nesiller hangi cemiyetin insanı olduklarını tayin edemiyecek bir şaşkınlık içinde bırakılmış olur. Böyle disiplinsiz, intizamsız, ahenksiz, yani ilim dışı «milli eğitim» in yürürlükte bulunduğu memleketlerden biri de Türkiye dir. Gerçi bizde terbiye ilmini (Pedagoji diye bir şeyin mevcut olduğu ve yurt çocuklarını yetiştirmek için bazı planlar ve programlara İhtiyaç olduğu bilinir, fakat eğitim ve öğretimin milletlere, toplumlara mahsus ayrı muhteva ve şekle sahip olduğu hususu düşünülmemiş, BatıIılaşma gayretlerine hız verdiğimiz yıllardan beri bize örek olan Avrupa ülkelerinin maarif sistemleri arasında bariz ayrıiıklar bulunduğu fark edilmemiştir. Mesela, hepsi de aynı medeniyetten feyz aldıkları halde, Fransızı Almandan, Almanı İngilizden, (hatta dil birliğine sahip olmalarına rağmen, İngilizi Amerikalıdan ayıran faktörlerin başında eğitim muhtevalarının yer aldığı ve bu memleketlerden her birinde, eğitime göre, farklı öğretim usullerinin tatbik edildiği şuuruna erilmemiştir. Cumhuriyetten bu yana, hem de çeşitli memleketlerden, ardı-ardına bir çok yabancı terbiye mütehassısı getirterek onlardan maarifimizdeki hastalığa çare bulmalarını beklememiz ve okullarımızda bazan Fransız usülünü, bazan Alman tarzını, nihayet son zamanlarda da Amerikan sistemini denemeğe kalkışmamız bizim arz edilen gerçekleri kavrayamadığının açıkça ilan eder. Memleketimizde teknik ve müsbet ilimler öğretimi ile materyalizm arasındaki büyük farkın gözden kaçırılması sebebiyle orta dereceli okullarımızda «maddeci» telakkilerin gittikçe daha fazla baskısını artırması, yüksek okullarda ve üniversitelerde bile eğitim ve öğretim mefhumlarının birbirine karıştırılması bu mevzuda durumumuzu tayin eden en iyi örneklerdir. Türk milli eğitim prensiplerini tesbit edememiş oluşumuz, buna mukabil, Türk gençlerini başka toplumların manevi değerler manzumesinden kaynak alan eğitim muhtevası ve öğretim metotlarına tabi tutuşumuz, kültür sahasındaki gayretlerimizi korkunç bir taklitçiliğe sürüklemiş, «yüksek» olduğu iddia edilen bir takım yabancı kültürlerin şuursuzca yapılan kesif propagandası gençlerimizi aşağılık kompleksine bürümüş, bu suretle sözde «kültürlü, aydın» yeni nesil içinden çıktığı toplumdan kopmuş, ona yabancılaşmıştır. Bununla paralel olarak, yine «ilericilik» namına, tahrip edilen milli eğitim ve milli kültür yanında, bozulan, yozlaştırılan Türk dili münevverlerle halk arasındaki ayrılığı adeta perçinleme istidadını göstermiştir. Elbette böyle bir kültür anlayışında, böyle bir eğitim keşmekeşinde, böyle bir öğretim kaosunda felah bulmak mümkün değildir. Sözlerimizde mübalağa arayanlara meselenin tahkiki yollarını gösterebiliriz. İlk, Orta ve Lise müfredat programları ile okul kitaplarının basit şekilde gözden geçirilmesi bile bizi haklı çıkarmağa kâfi gelecektir. Tarih, edebiyat, felsefe vb. kitapları gibi müşahhas misaller dışında, Türkiye de milli eğitimin perişanlığını başka yönlerden de ortaya koymak mümkündür. Mesela şu soruları sorabiliriz: Memleketimizde eğitime temel teşkil etmesi gerekentürk milli terbiyesinin değerleri tesbit edilmiş midir? Bu terbiye esaslarına göre, bir Türk pedagoji sistemi kurulmuş mudur? Müfredat, ders plan ve mevzuları bu belirli Türk pedagoji sistemine dayanmakta mıdır? Okul kitapları Türk toplumuna yararlı fertler ve iyi vatandaş yetiştirmeğe kifayet etmekte midir? Milli eğitim yalnız Bakanlık kontrolündeki müesseselerden ibaret olmadığına göre, Türkiye de çeşitli eğtim ve öğretim yerleri ve faaliyetleri, mesela, tiyatrolar, filmler, hususi yayınlar, yerli ve tercüme eserler; çocuk edebiyatı ve radyo, dünyanın medeni milletlerinde olduğu gibi, gerçekten Türk milli kültürünü yaymağa, zenginleştirmeğe, milli birlik ve bütünlüğü muhafazaya, milli menfaatleri benimsetmeğe, halkı vatanperver, saygılı ve ahlaklı, iman ve ideal sahibi kılmağa müsait midir?

1606 Bugünkü toplum manzarası karşısında bu suallere evet demek herhalde güç olacaktır. Eğer, gönülden dilediğimiz gibi, müsbet cevap vermek kabil olsaydı, Türk milleti içinde yuvarlandığı badirelere düşmez, gençlik mefkûresizlikten doğan avarelikle rastgele esintiler önünde savrulmaz, fikir, ideoloji, din, ahlak alanlarında çelişmeler, çatışmalar olmaz, hâkim mühendisten, tabip öğretmenden, asker memurdan farklı düşünmez, münevver halktan ayrılmazdı. O halde Türkiye de milli eğitim meseleleri meydandadır. Derhal halliicap eden hususlar şöyle sıralanabilir: 1 - Türk milli terbiye esaslarının tesbiti ve pedagoji ilminin metotları ile işlenmesi, 2 - Müfredat programlarının, milli terbiyenin ruhuna ve lafzına uygun şekilde hazırlanması, 3 - Okul kitaplarının kesin surette müfredata uygunluğunun sağlanması, 4 - Okul dışında kalan her türlü halk eğitim ve öğretim müessese ve vasıtalarının -tiyatro, sinema, radyo vb.- faaliyet yönünden «milli eğitim» esasında kadrolanması. 5 - Okul kitapları dâhil her nevi sözlü ve yazılı neşriyatın düzgün, anlaşılır, yaşayan Türkçe ile yapılması. Türkiye milli eğitiminin bu saydıklarımız kadar, hatta bir bakıma onlardan da mühim olmak üzere, bir de öğretmen problemi vardır. Unutmamak lazımdır ki, Türk eğitim prensiplerini tatbikat sabasına çıkaracak, onları genç dimağlara intikal ettirecek, öğretimi bu prensipler çerçevesinde yürütecek tek unsur öğretmendir. Bu itibarla önce «milli eğitim» in emrettiği vasıfta yetiştirilmesi gereken öğretmenlerimizin, ağır olduğu nisbette yüksek ve şerefli vazifelerini, cemiyetin itibariı, hürmete layık şahsiyetleri olarak, yapabilmelerini sağlamak üzere, maddi bakımdan teçhiz ve terfih edilmeleri muvaffakiyetin ilk şartı kabul edilmelidir. Görülüyor ki, Türkiye de milli eğitim meseleleri bir muamma değildir. Araz açık, çare aşikârdır. Süratle ve ciddiyetle işe sarılmalı ve millet yıllardır hasretini çektiği hedefe ulaştırılmalıdır. Burada belirtmek istediğimiz bir nokta da şudur: Türk milli eğitiminin normal çığırına girmesi için ileri sürülen hususların, söz ve Yayın hürriyetine müdahale gerekçesiyle, demokratik nizama aykırılığı iddia olunamaz. Zira bir memlekette fikir ve basın hürriyeti, mefhumları vatanın selameti ve milletin bütünlüğü prensipleri açısından gerçek mana ve değerini kazanır. Bunun haricindeki mütalaa ve tutumlar, her medeni toplum gibi, sağduyu sahibi Türk milleti tarafından her zaman reddedilmeğe mahkûmdur. TÜRK KÜLTÜRÜNÜ ARAŞTIRMA ENSTİTÜSÜ TÜRK KÜLTÜRÜ, SAYI 43 AYLIK DERGİ MAYIS 1966, 19 MAYIS IN IŞIĞINDA TÜRK GENCİNİN VAZİFESİ, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu Dört bin yıllık tarihin çocuğu, uzun ve ihtişamlı bir mücadele hayatının bugünkü temsilcisi Türk genci, adını bir kere daha medeniyet tarihinin sahifelerine altın harflerle yazdırmak üzere yeni bir fırsatın eşiğinde bulunuyor. Bu, türlü desise planlariyle, doğrudan doğruya manevi değerlere saldırarak milli bünyeleri tarihte eşine rastlanmamış ölçüde tahrip eden ve dünyayı yüz kızartıcı kölelik karanlığına boğmak istiyen korkunç bir rejimin ilk ve en yakın hedeflerinden biri haline gelen Türkiye nin manevi şahsiyetinde cihan medeniyetini kurtarmak mücadelesidir. Milletlerin iki safa bölündüğü zamanımızda aziz vatanımızın, coğrafi mevkii ve stratejik durumu icabı, içinde bulunduğu ciddiyetin şu uruna ermiş olarak, memieketi bu gaddar ve imhakar sistemin tasallutundan masun tutmak vazifesini ifada ne tereddüde düşmesi, ne de gecikmesi elbette bahis mevzuu olmayan Türk genci, bir ölüm-kalım çizgisine itilmek istenen Türkiye yi, Büyük Atasından devraldığı Türk istiklal ve cumhuriyetini müdafaa ve muhafaza kararı ile bir iman seddi halinde nabet tutmaktadır. Ancak, Türk ün insan hakları ve medeniyet koruyuculuğuna yeni bir örnek vermeğe hazır Türk gencinin bu kutsi vazifesini layıkı ile yapabilmesi için iyi anlaması gereken bazı hususlar vardır ve bunlar girişilecek savaşta hareket noktasının tesbiti bakımından kesin bir ehemmiyeti haizdir. Türk genci, etrafını çeviren imha çenberini, Türklük âleminin son müstakil ülkesi olan güzel yurdumuzun hudutlarında kırdığı gün, bütün Türklük için yapmış olacağı vazife yanında, beynelmilel sahada da azametli bir hizmet ifa etmiş olacaktır ki, dünya milletlerinin hemen hemen yarısının hür milletler safına iltihakını temin edecek bu tutumu ile insanlık haysiyeti içinde yaşamak emelindeki milyonlarca kişinin minnetini kazanacaktır. Türkiye böyle beşeriyet ölçüsünde bir hizmeti yapmak mevkiinde olan yegâne memleket vasfındadır.

1607 O halde, Türk gencinin vazifesi iki cepheli olarak tecelli etmekte, başka bir ifade ile, bu vazife iki istikamette gelişmek zaruretinde bulunmaktadır. İstikametlerden biri, içe doğru, milli meselelerin halline; diğeri dışa doğru, hür dünya ile görüş ve anlayış birliğine yönelmiştir. Türk gencinin milletlerarası mahiyetteki vazifesi, Cumhuriyet hükümetleri tarafından Türk milletinin tarihi gerçeklerine uygun şekilde takip edilen dış politikası vasıtasiyle tayin edilmiştir. Esasen hürriyet ve istiklal sevgimizin coşkunluğu sebebiyle Türk milletinin hür milletler blokuna bağlanması içtimai ve siyasi şartlarımızın tabii neticesidir. Fakat bu bağlılık basit ve geçici askeri ittifaklardan ibaret olmayıp, hürriyet ve demokrasinin kaynağı insan kültürünün devamını sağlamak fikrinde temellenen ve ihmali asla caiz olmayan bazı vecibelerin yerine getirilmesini gerekli kılmaktadır. Söylemeğe hacet yoktur ki, bu vecibeler mevzuunda Türk genci yalnız değildir; aynı gaye ye doğru yürüyen hür dünya gençliği tarafından desteklenmektedir. İşte bu dayanışma ve medeniyette, ilimde dostça yarışma durumudur ki, Türk gencinin milletlerarası vazifesinin karakterini ortaya koyar. Türk genci, kendi hesabına ve beşeriyet uğrundaki müşterek dava namına, cihan medeniyetinin gelişmesine yardım edecektir. Medeniyet, çeşitli kültürlerin İhtiva ettiği kıymetlerin birbirleriyle karşılıklı tesirleri neticesinde milletlerarası itibara yükselen değerler mecmuası olduğuna göre de, Türk genci önce kendi milli kültürü üzerine eğilecektir. Milli kültürün kuvvetlenmesi ve zenginleşmesi ile paralel olarak şahlanan ilim, memleketin kalkınmasını sağlayacak, teknik imkânları artıracak, halkın maddi refah seviyesini yükseltecek, böylece Türk milleti, vatanın üzerindeki hoyrat bakışlarım alamaya bile lüzum görmeyen, akıl, mantık ve insaftan nasipsiz ve yalnız içgüdülerinin emrinde hareket eden aç gözlü cemiyetlerin iştihalarını körletmek imkânını elde edecektir. Türklüğü dört bin yıldan beri hâkim ve efendi millet olarak yaşatan milli kültürün başlıca unsurları, Türk dili, din, Türk ahlâkı ve Türk terbiyesidir. Bundan dolayı Türkçe, özleştirme, arındırma vesair her ne ad altında olursa olsun, her türlü tecavüzden uzak tutulacak, Türk âleminin ortak dini haline gelen islamiyet emsalsiz bir manevi bağ olarak muhafaza edilecek, Türk terbiye ve ahlakının geliştirilmesine çalışılacaktır. Bunların yanında da, milli varlığı garanti eden hukuk, iktisat vb. hususlar işlenecektir. Ancak hukuki ve iktisadi nizamın Türk sosyal gerçeklerine uygunluğu gözden kaçırılmayacaktır. Bu bir zarurettir, çünkü, Türk tarihinin normal seyri içinde muhteva kazanan Türk hukuk anlayışına zıt mevzuatın, tatbiki kabiliyetten mahrum, cansız hükümler olmaktan ileri geçemiyeceği, diğer taraftan, Türk milletinin içtimai telakkileri ve umumi yaşayış şartlarına aykırı bir takım ezberlenmiş, aktarma iktisat nazariyelerinin de manasız, spekülatif düşünceler olarak kalacağı aşikardır. Memleketin ve milletin tarihi, kültürel ve içtimai realiteleri dikkate alındığı takdirde gerçekleşmesi muhakkak olan edebi kudreti yüksek, ilmi ve felsefi mafhumları ifadeye yeterli bir Türkçe, vicdanın derinliklerinde akisler bwan bir din, asırlarca Türk cemiyetine yön vermiş bir ahlak telakicisi ve terbiye tarzı ile bezen, hukuken ve iktisadi bakımdan muvazeneli kıymetlere sahip olmuş 32 milyon Türkün neler yapmağa kadir olduğu tasavvur olunabilir. Bütün bu imkânları sağlayacak varlık, atalarımn müstesna meziyetleriyle donanmış olan Türk gencidir. Gerçek şudur ki, milletler, rmıunun safiyeti, gönlünün samimiyeti ve enerjisinin sınırsızlığı ile ömrünün baharında. heyecan şahikalarında süzülen gençlik kartalının kanatlarında yükselir. Bu kanatlardan biri milli kültür, öteki ilimdir. Türk genci de büyük ve asil bir millete mensup olmanın verdiği gururun şevkiyle ilim için ve Türk kültürü için çalışacak, her başarısının vatanın inşasında pek şerefli bir pay olduğu. Şuurunun hazzı ile daima vazifesine devam edecektir. Aziz Türk genci, her şeyin vatan için olduğunu hatırdan çıkarmayacak ve hayatını buna göre ayarlayacaktır. Türk genci bugün belki bir lise yahut üniversite talebesidir, fakat kısa zaman sonra memleket mukadderatına el koyacaktır. Avukat hâkim savcı olarak, adaleti koruyacak, mazluma hakkını verecek, zalime haddini bildirecek, kaba kuvveti, zorbalığı yere serecek, yurtta huzur ve sükûnu sağlayacaktır. Asker olarak, milletin namus ve haysiyetini kahramanca müdafaa edecek, silah elde uykusuz geceler geçirerek memlekete düşman ayağı bastırmayacak ve gerektiği anda canını feda edecektir. Öğretmen olarak, bir maneviyat mimarı sıfatiyle, yavruları terbiye edecek, fedakâr ve vefakâr nesiller, faydalı vatandaşlar yetiştirecektir. Edip ve sanatkâr olarak, ince hayali ve kudretli kalemi ile Türkün duygu ve iştiyaklarını dile getirecek, Türklük atmosferini bayrak gibi dalgalandıracak, milleti kültürce ve bedii zevk bakımından besliyecektir. Teknik adamı olarak, vatanı bir baştan bir başa yollar, fabrikalar ve diğer sınaî tesislerle donatacaktır. Gazeteci olarak, bütün gücünü halkın hizmetine verecek, millete doğru yolda rehberlik yapacaktır. Siyasetçi olarak, milli menfaatleri yurt içinde ve yurt dışında muvaffakiyetle koruyacak, Türk milletinin itibarını yükseltecek, hürriyet ve demokrasinin müdafaacısı olacaktır. Hulasa Türk genci, hangi mesleğe girerse girsin, şunu asla unutmayacaktır: Her şey vatan içindir. Ancak, milli ve milletlerarası vazifesini Ha ederken Türk gencinin bilhassa dikkat edeceği noktalar vardır. Mesela mevcut hukuki mevzuat. milli birliği temin bakımından tam olmayabilir veya gerekli hükümlerden mahrum bulunabilir. Yürürlükteki okul müfredat programları, talimatnameler ve tatbiki istenen öğretim ve eğitim usulleri Türk gerçeklerine ve hakiki ihtiyaçlara aykırı düşebilir. Orduda vasıtalar eksik olabilir. Edebi ve

1608 sanat hayatımızda sahte «Gerçekçilik» nev inden bazı cereyanlar milli havaya hâkim gibi görünebilir. Gazetecilik mesleği bütün gayretlerin yalnızhaber yayma düşüncesi etrafında toplanmasını icap ettirebilir. Siyasette parti mülahazaları bazan rejimin sarsılmasına yol açabilir, hatta memleket aleyhine tecelli edebilir ve nihayet Türkiye de bir takım «dalalet içinde bulunan bedhahlar» her sahada nüfuz sahibi olmak durumuna girebilirler. Bütün bunlara rağmen Türk genci, kanunları tatbik ederken, askerlik yaparken, okulda ders verirken, gazete veya dergi yayınlarken, edebi eserler meydana getirirken ve siyaset sahnesinde memleketi temsil ederken, her an ve her yerde, eğilmez ahlakı ve bükülmez iradesiyle, milli menfaatler yanında yer alacak, onun tahakkuku için aşılması imkânsız bir mânia heybeti ile direnecek, milletin hakkı ve vatanın selameti istikametinden inhiraf etmiyecektir. İşte ancak o zamandır ki, Türk genci, bu millete layık ve bu yurda yakışır bir evlat, şanlı ve ihtişamlı Türk tarihini yaratan şövalye ruhlu atalarının çocuğu olarak öğünebilecektir. Bu öğünme ile Ha ettiği vazifeden doğacak huzur onun saadet hazinesi olacaktır. ESKİ TÜRKLERDE DEVLET MECLİSİ (TOY), Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu Asya Hun İmparatorluğunda Motun devrinden (m.ö. 209-174) beri, devlet işleri ve dini törenlerle ilgili olarak üç ayrı toplantıdan bahsedilmektedir. Biri, senenin ilk ayında ile gelen davetlilere hükümdar (tanhu) ın sarayında yapılıyordu. Dini vasfı baskın görünen öteki toplantı yılın 5. ayında (bizim takvime göre Haziran da) Ong-kin ırmağı vadisinde olurdu. Buna halk da iştirak ederdi. Üçüncüsü ise, her yıl sonbaharda (9. ayda. Bizim takvime göre Ekim de) Ma-i (Şansi de) bölgesindeki Tai-lim de yapılmakta idi. Büyük ve en mühim toplantı bu idi. Ordunun teftiş edildiği, er ve hayvan sayımının yapıldığı, memleket meselesi üzerinde umumi muzakereler açılarak, bütün ülke işlerinin görüşülüp kararlara bağlandığı, hükümdarlıkların tasdik edildiği, gerektiğinde idareye daha geniş İcra salahiyetlerin verildiği (yani, yeni töre hükümlerinin tesbit edildiği) bu toplantıya Yin-çü (Yen-shih veya Yen-ki hatun) nün, prensiplerin, tegin (şehzade)lerin, askeri-sivil bütün vazifeli başbuğ ve yüksek memurların, devlete tabi Hun boyları ve yabancı zümreler temsilcilerinin katılmaları mecburi idi. Çünkü mecliste ve bu münasebetle düzenlenen resmi ziyafette hazır bulunmak devlete ve hükümdara, sadakat işareti sayılıyor, aksi durum ise, itaatsizlik ve isyan manasını taşıyordu. Tanhu O-yen-t e (m.ö.85-86)nin tahta çıkışı sonrasında hanedan üyeleri arasındaki kavgalar yüzümdeıı sağ kanad ve sol kanad elig (kral) leri, protesto gösterisi olarak bu toplanwara katılmamışlardı2. Daha sonraki devirlerde Türk tarihinde çok sözü edilen yemekli toy geleneğinin aslı bu meclis olmalıdırı³. Motun un ilk tanhu luk yılında komşu Tung-hu larla siyasi münasebet meselesinin bu mecliste görüşülmüş olduğu düşüniebilir. Fakat m.ö. 58 deki tanihu Ho-han-yeh ile kardeşi Çi-çi arasıda şiddetli münakaşalara yol açan ve Hun birliğinin bölünmesi ile sonuçlanan müzakerelerin burada cereyan ettiği şüphesizdir. Hun devletindeki bu meclis, taşıdığı büyük ehemmiyetinden, kuruluş tarzı ve fonksiyonundan dolayı, De Groot, L. VVieger, W.Bclımidt, B. Bzasz gibi araştırıcılar tarafından Reichstag, Rat, Nemzetgyüles (veya Orszagtanaes) olarak, yani Devlet Meclisi (veya Millet Meclisi) diye tavsif edilmiştir. Latin yazarı A. Marcellinus (m. 4. asır sonları) un belirttiğine göre, Avrupa Hunlannda da idare kral iktidarının şiddetli değildi, Hun hükümdarlarının kararları meclis te alması zaruri idi(5). Attila zamanında, 448 yılınd.a Bizans elçilik heyetine dahil olarak, Hun başkentini ziyaret eden Bizanslı tarihçi Priskos bu meclisi Seçkinler Meclisi (Logades) diye tanıtmıştır(6). Böyle bir meclis ( Ministerrat ) Tabgaç Türk devletinde de vardı(7). Gök-Türk hakanlığında, yalnız siyası ve askerî işlerin değil, iktisat ve kültür meselelerinin de görüşülüp kararlara bağlandığı bir büyük meclis mevcut bulunuyordu. Bilge Kagan (716-734) ın getirdiği iki teklif (Gök. Türk şehirlerinin surlarla çevrilmesi ve Budizm ile Taoizm in yurda sokul. ması) meclis tarafından kabul edilmemişti(8), Aynı meclis hakan seçiminde de tam salahiyet sahibi idi, yani idare başına yeni gelenlerin hükümdarlıklarını tasdik etmek suretiyle hakan ı meşrulaştırıyor, icabında hakan adayını gerekçe göstererek reddediyor, hatta Uygur larda görüldüğü üzere, muktedir idare adamı ve kumandanlar arasından birini han yapabiliyordu(9). Demek ki, Hun devletinde olduğu gibi, millet meclisi, bir yasama kurulu karakterinde idi. Böylece, Türklerin Toy dedikleri büyük ve resmi toplantının, Hunlardan beri süregelen bu meclis olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Türk lehçelerinde ortak bir deyim olup, sonraları resmi ziyafet manasını kazanmış bulunan toy sözü aslında meclis, toplantı manasını ifade ediyordu(10) ve sonraki Moğol devrinde ortaya çıkan Kurultay (aslı Moğolca Khuriltai) sözünün Türkçe karşılığı idi(11). Toy tabirinin, yemek yiyerek doy-mak tan çıkarılmasının bir yanlış anlama neticesi olduğu görülüyor. Çünkü Orhun kitabelerinde yazıldığı gibi, doymak fiilinin kökü aslında tad- (d ile) idi(12) ve ancak daha sonra toy- doy- şeklini almıştım. Hâlbuki kitabelerde, toy kelimesinden türeyen (bk.aş.) toygun sözü, y ile (d ile değil) yazılmıştır.

1609 Demek ki, toy ve doy kelimeleri birbirinden ayrı kavramlar ifade etmiştir. Hükümdar yemeği ne doğru bir mana kaymasına uğradığı XI. asırda bile, toy tabirinin, aynı zamanda resmi toplantı (meclis) ya delalet ettiği beilidir(14). Kaşgarlı ron Han-toyı deyimini Oğuzların bilmediklerini söylemesi(15) de toy müessesesini - Oğuz ların siyaseten dağınıık oldukları bir devirde - Karahanlılar ve Karluklar yolu ile Gök Türk hakanlığına bağlamamızı kolaylaştırır. Kitabelerde toy kelimesi geçmemekle beraber, Üç yerde Toygun kelimesi bulunuyor(16). Tay ile -gun ekinden meydana geldiği daha ilk nazarda dikkati çeken toygun sözüne V. Thornsen den beri (1896) çeşitli manalar verilmeğe çalışıimış(17) ve tabir hakanlık teşkilatında sezilen ehemmiyetinden dolayı, yüksek mevki sahibi gibi, pek de açık olmayan bir değerlendirme ile karşılanmak istenmiştir(18). Fakat ikinci hecedeki -gun eki eski Türkçede birhk, topluluk veya bir topluluğa mensuhiyet manasını verdiğine göre(19), toygun sözünün tay birliği içinde, toy a mensup veya daha doğru bir deyişle, toy üyesi (Devlet Meclisi azası) demek olduğunu kabui etmek mümkündür. Nitekim Çin kaynakları da Ta-kuan şeklinde kaydettikleri toygun deyiminin(20) bu mana ile bağlantısını teyid etmektedir. Çin kaynakları Türk devletinde toygun (ta.;.kuan) ları tanıtırken, onların unvanlarını sıralamıştır: tegin, kül-çar, apa, erkin, yen-hungta(?), tudnn, il-teber, tarhan Vb.(21). Bu ünvan sahipleri yukarıda belirtildiği gibi, sivil-askeri idare sorumluları olarak Devlet meclisi (Tay) nin üyeleri idiler. Esasen bunların devlet meselelerini müzakere ve kontrol etmekle vazifeli olduklarına da diğer bir Çin kaynağında işaret edilmiştir (22). Görülüyor ki, toygun ların çoğu hükürı1dar ailesine mensup değildi. Türk hükümdarı toy un tabii başkam idi. Belirli yerlerde ve belirli tarihlerde hükümdarın bir konuşması ve dini-milli törenlerle açılan toy, devlet ve millet işlerini müzakereye başlarıdı. Fakat bilhassa tanhu luğun tasdiki veya hakan seçimi hallerinde toy un başka biri tarafından idare edilmesi tabii idi. İşte bu vazifeyi şimdiye kadar devlet baş müşaviri olarak bilinen kişinin yaptığı anlaşılıyor ki, toy un başkan vekili durumundaki bu zat, Aygucı(23), veya Üge (Öge)24 diye anılıyordu. üge nin ve aygucı nın aynı zamanda hükümet başkanı (başbakan) olması kuvvetle ihtimal içindedir ve bunlar elig, tegin, şad vb. gibi hanedan üyesi olmayıp, hükümdar ailesi dışından seçilmekte idiler(25). Dipnotlar: (1) Bk. M. De Groot, Die Hwınen der vorchristleohen Zeit I, Berlin-Leipzig, 1921. s. 59, 177, 188; B. Szasz, A. Hünok tört~nete. Attila nagykiraly, Budapest, 1943, s. 65, 489; K. Shiratory; on the Territory of the Hsiung-nu Prince Hsiu-t u... Toyo-Bunko, sayı 5, Tokyo, 1930, S. 27 vd. (2) Bu ve başka örnekler için bk. yk. nok (3) Ble Kaşgarlı, DLT/nşr. ve terc. B. Atalay/, III, 141; F. Sümer, OğUzlar, Ankara, 1967, s. 4{)1. Eski Türk geleneklerini en özlü şekilde aksettiren og uz Han destanında görüldüğü üzere, Oğuz tertipledig-i büyük top a İl i ve giinü (devlet sorumlularını ve halkı ) davet etmiş, halk temsiilcileri kendi aralarında kengeş tikten (mf,izakereler yaptıktan) sonra toy a katllmullardır (bk. Og-uz Kagan Destanı, neşr. W. Bang-R.Rahmeti jtürk. terc,/, İstanbul, 1936, str. 89 vdd.). Kaş garlı nın şu ibaresinde (DLT, r, s. 522) toy a katılmanın itaat ifade ettiği daha açıktır: Toydm anı göçürgen... Onu (onları) meclisten (toplantıdan), yani itaatten uzaklaştırıp... (B. Atalay ın tercümesi tam de~ldir.). (4) Bk. De Groot, aynı esr. S. 52, 114; B. Szasz; aynı esr. s. 489; W. Schmidt, Der Ursprung des Gottesidee X, 3, Freiburg, 1949, s. 15. Türk. terc. TDE Dergisi, XIII, 1965, s. 86. (5) Bk. P, Vaczy, JTürk. terc.;, Hunlar Avrupa da (bl\:, Attila ve Hunları, İstanbul,194Z), s. 96, 100. (6) ;Bk. B. Szasz, ayn. esr, s. 186; F. Altheim, Geschichte der Hunnen, IV, Berlin,1962, s. 280 vd. (7) Bk. O. Franke, Geschichte des chinesischen. Reiches, II, Berlin, 19 36, s. 21ı. (8) Bk. Liu Mau..tsai, Die ohinesischen Nachrichten zur G~schichte der OsteTürken,I, Wiesbaden, 1958, s. 177, 224, (9)Bk. Liu, ayn, esr. I, s, 43 vd.; H,N. Orkun, Eski Türk yazıtları. II, İstanbul,.1939, s, 35. (10) Bk. G..Doerfer, Turkische und mongolische Elemeİıte im Neupersischen, II, Wiesb aden, 1966, s. 352 vd. Burada verilen örnekler de gösteı:iyor ki, gerek Türk lehçelerinde, gerek Türkçe den intikal ettiği yabancı diıierde y kelimesi ziyafet, düğün, şenlik vb. sosyal hareketlerden çok, bu vesileierle düzenlenen toplantılar için kullanılan bir tabir idi. Ayrıca bk. G. Clauson, An EtymoIogical Dictionary of Pre- Thirteen century Turkish, 1972, Oxford, s. 566 b. (11) İbn Battuta (14. asrın ilk yarısı) bile toy kelimesini Kurultay manasında kullanmıştır (bk. W. Barthold, Orta Asya Türk tarihi hakkında dersler, İstanbul, 1927,s. 184). (12) Bk. Kül Tegin kitabesi, güney, str. 8, 11, kuzey, str. 6ıvb. (13) Türkçede.d y değişimi. Bod boy; badrak bayrak vb. de olduğ u gibi. Türk dilindeki bu ses farklılaşması 11. asırda henüz geçiş halinde idi: Bk. DLT,II, s, 244. (14) Bk. DLT, göst. yerler. Ayrıca Kutadgu Bmg (İ1şr. R: Rahmeti Araıt. metin, 1947, bugünkü. Türkçe

1610 ile 1959): Beyit, 2347, 2349 (karargah? ). ULUğ toy : beyit 5340..Buradaki 5336 ve 5343 beyitlerindevlet idaresi açısından manalandırılması herhalde. daha doğ ru olurdu. (15) Ek. DLT. III, s, 141. (16)Kül Tegin kitabesi, kuzey-doğu, str. 1, güney-doğu, str. 1, güney.batı, str. ı. (17)Tafsilen bk. A. Bombaci, On the ancient Eltabar, PİAC, Naples, 19-70, s. 24 vd. (18)BK H.N. Orkun, EsIn.Türk yazıtları, lvı s. 116; A.V. Gabain, AlUürkisehe Grammatik, Leipzig, 1941, s. 337, 348: Wirdentrager ; Liu, ayn. esr. I, s, 103, 105: Wurdentrager ; G. Clauson, aynı esr. s. 584b: High official. (19) Bk.A.V. Gabain, ayn. esr. s, 85; A. Caferoğlu, Türk dili tarihi, I, 1958, s.134;t. Tekin, A Grammar of Orkhon T Urldc, 1968, Bloomington,. S. 1Zl.(ZO) Bk. Liu, ayn. esr. r, s. 103, II, s, 498. Liu da Würdentraeger (= yüksek rütbel i) diye karşıladığı ve Çin kayıtlarında Tan-kuan olarak geçen türkçe toygun tabirinin Çince şeklinin aslında tarkan, (tarhan) unvanı olması gerek. tiğini ileri sürmüştür (Liu, ayn. esr, II, s. 581, 613). Halbuki aynı Çin kaynaklarında tarhari, ta.kuan (toygun) lardan biri olarak ayrıca zikredilir ve üstelik tavh an kelimesi. Çinc-ede daima ta.kan (ta.kuan değil) şeklinde zaptedilmiştir. (21) Bk. Liu, ayn, esr. II, s. 556 vd. Gök-Türk çağındaki bu unvanları, değişik sıra ile, kaydeden birkaç liste vardır. Doğru sıra. belki şöyle olabilir: Yabgu, şad, tegin, ilteber, erkin vb tafsilen b ayn. esr. s. Zl vd. 35 vd. (22) Bk. Ed. Ohavannes, Documents sur les Tou-kieu (Tures) occidentaux, Petershurg, 1903, s. 15 (Burada ilteber ler ve Yen.hung.ta lar zikrediimiştir). (23) Tonyukuk kitabesi, str. 1.0, 21 vb. ve öteki kitabelerde: Açıklama için: R. Gi.raud, L Empire des Turcs celestes, Paris, 1960, s. 75 vd. (24) Suci ve. Açura kitabelerinde ve Miran yazmalarında (bk. Eski Türk yazıtları, I, 156, II, s. 64, 67, III, s, 133), ayrıca Uygur larda (el.ügesi, bk. J.R. Harpilton, Les Ouighours a l epoque des Cing Dynasties..., Paris, 1955, s. 159), Hazar larda ve Macar larda, Bul gar larda (Bk. K.H. Menges, Alta~c Elements in the Proto. Bulgaren inscriptions, Byzantion, XXI, 1951, s. 91 vd.), Karluklar ve Karahanlı. larda (Kutadgu Bilig, beyit, 1868, 4141) görülen -age (öge) unvanı Almancada Ra.tgeber, Föderationsratgeber (Gök.Türklerdeki uygucı deyiminin tam karşılığı) olarak manalandırılmıştır tafsilen bk. G. Doerfer, ayn, esr. II, esr, II, S. 157 vd.) ki, Kutadgu Bilig deki açıklamaya uygtindur. Aygu (cı) ve Öğe (üge) kelimelerinin aynı kökten türemiş olduğu düşünüle. bilir (belki her ikisi de öğüt sözü ile bağ lantılıdırj. Avrupa Hun İmparatorluğu büyüklerinden, başkanlık va~ifeslni yaptığı anlaşılan Onege (sios) adının da Uge. ile ilgili olabileceği hakkında bk. F. Altheim, Geschichte der Hunnen, IV, s. 284,. (25) XI, asırda belki, ügelik ile vezlrl1k birbilinden ayrılmış bulunuyordu (bk.kutadgu Bilig,beyit,4140, 4141). ÖLÜMÜNÜN 1250. YILDÖNÜMÜ MÜNASEBETİYLE BİLGE KAGAN, Prof. Dr. İbrahim KAFESOĞLU Gök (Kök)-Türkler, bilindiği üzere, Türk milletine ad veren bir Türk zümresi olarak tarihimizde şerefli bir mevkie sahiptir. Kendilerine ve devletlerine Türk ( güç-iü, kuvvet-li) diyen bu kütle miladdan önceki yüzyıllardan beri Asya nın hâkimleri Hunlar soyundan olup, başbuğ Bumin ın 552 senesinde Ötüken yaylasında (Baykal gölü nün güneybatısında: 47. enlem, 101. boylam. Orhun ırmağının kaynak bölgesi) tahta çıkması ile yukarı Çin sınırlarından Karadeniz e kadar uzanan sahada büyük bir hakanlık kurmuşlardı. Bu geniş sahada devlet doğu ve batı olmak üzere ikili teşkilat halinde idi. Asıl Hakanın bulunduğu doğu kanadına bağlı olan batı kolu, hiyerarşide ikinci derecedeki Yabgu unvanını haiz İstemi (Bumın ın kardeşi) tarafından idare ediliyordu (552576). Doğu kanadındaki Mukan Hakan (553-572)dan sonra tahta çıkan T a-po (572-58 i) zamanında hakanlık Çin in memleket içindeki bozguncu propaganda faaliyetleri yüzünden zaafa uğramış, Çin in tahriki iledoğu dan ayrılan Tardu (İstemi nin oğlu)nun istiklal ilan etmesi neticesi devlet resmen ikiye ayrıımıştı (581). Böylece, Doğu ve Batı Gök-Türk hakanlıklarının birbirleri ile mücadelesini, emsalsiz entrika becerikliği sayesinde istismar eden Çin, nihayet 630 yılında her iki kanadı kendi hâkimiyeti ve himayesi altına almayı başardı ve ihtişamlı ı. Gök-Türk hakanlığı için 50 yıl süren hazin bir fetret devresi başladı (Bu dönem milli Türk alfabesi ile Türkçe yazılmış Orhun Kitabelerinde bütün açıklığı ile anlatılmaktadır: Kitabe 1Kül-Tegin adına/, Kitabe II/Bilge Kagan adına/ ve Kitabe III/Aygucı = Devlet Meclisi başkanı ve Başbakan Tonyukuk adına) (2). 680-681 de istiklal savaşı hazırlığına girişerek, ünlü devlet adamı Tonyukuk başta olmak üzere kısa zamanda hemen bütün halkın işbirliği yapması kıyılarına ve Şan-tung Ovasına kadar ilerlemişlerdi (3). Bu büyük sefer münasebeti ile Gök-Türklere karşı çıkamadan Türk süvari tümenlerinin dönüşünü, General Şa-ça Cungi (kitabelerde Ça-ça Sengün) idaresindeki kalabalık Çin Ordusu uzaktan seyrederken, f ang sülalesinden Çin imparatoru, sarayından bir günlük emir yayınlayarak Hakan ı yakalayan ve öldürenin resmen prens ilan edileceğini bildiriyordu(4). 698 yılının sonlarına doğru, Kapgan ın 3 lü planının son safhasının uygulanmasına

1611 geçildi. Yine Tonyukuk un yüksek komutasında, Bilge ile İnel emrinde batı orduları grubu, Batı Türkistan daki dağınık Türk kütlelerini hakanlığa bağlamak üzere harekete geçirildi ve süratle Altay dağlarını (kitabelerde Altun-yış) ve Cungarya (kitabelerde Yarış-ovası)yı aşan Gök-Türk kuvvetleri Bolçu mevkiinde(5), On-ok larla karşılaştı. Türk bodun [milletinden] olduğu halde yanlış hareket eden (6) Türgiş başbuğu U-çe-Ie:(Çin kayıtlarında Wu-shin-Ie)nin yakalanması ve yabgusu nun, şad ınıntelef olması ile neticelenen bu savaş bütün On-ok boylarını (To-lu ve Nu-şipi ler), dolayısiyle Balkaş gölü, Isık-göl, Çu ve Talas bölgelerini, İnci ırmağı(seyhun Sir-derya) kıyılarına kadar yayılan toprakları merkezi idareyesokmuş oldu (699). Hakanlığın resmi sınırları Kengü-tarban(7)a ve Fergane ye dayandı. Bu münasebetle Çin kaynağında şöyle denmektedir: Mo-ç o [Kapgan] zaferlerinden gururlu. Bizi küçümsüyor! Her yana ordular sevkediyor, ülkesinin bir baştan bir başagenişliği, 10 bin li [aş. yk. 4500 km.]denfazla. Onun yüksek gayeleri var! (8).Kapgan ın 3 numaralı planının tamamlanması için Maveraünnehir in de zaptı gerekiyordu. Türlü Türk kümelerinin yer yer görüldüğü bu bölge, coğrafi mevkii ve mutedil iklimine ilaveten verimli toprakları ve tabii zenginliği itibarı ile de ta eski çağlardan beri komşu devletler için bir rekabet sahası idi. O tarihlerde Gök-Türk baskısına karşı koyacak ciddi bir mahalli güce de sahip değildi ve Türk soylu oldukları tahmin edilen bazı şehir krallıklarınca idare edilmekte idi. Nitekim siyasi ayrılıkları kendi lehlerine değerlendirmeye çalışan Horasan daki İslam kuvvetleri, bu küçük devletleri teker teker ortadan kaldırılıp bölgeyi Emevi imparatorluğuna katarak ve dolayısiyle İslamlaştırmak faaliyetinde idiler. Ancak, şehir hükümdar ları Arap kumandanlara (Abdullah b. Ziyad, Sa id b. Osman, Musa, muhelleb vb..) başarı ile direnmekte idiler. Gök-Türk Orduları batı grubu aynı kadro içinde ikri harekata devam etti ve Karadağ ın kuzeyinden Şaş (Taşkend, Farab)-sahasını geçerek, İnci ırmağı (kitabelerde Yinçü-ögüz)nı aştı, Kızıl-kum çölüne daldı. Ordu güneye doğru yürüyordu, hedef Maveraünnehir in diğer sınırına ulaşmaktı. Bununla beraber, Semerkand ın kuzey cihetlerine kadar nüfuz etmiş olan Arap kuvvetlerinin muhtemel bir yan hücumunu önlemek üzere Tonyukuk, kalabalıkça bir müfrezeyi İnel kumandasında yolda bırakmıştı. Türk Ordusunun büyük bölümü ilerledikçe halk öbek öbek Türklere iltihak ediyordu. O sırada Türgiş başbuğu So-ko (U-çe-Ie nin oğlu) nun idaresinde bulunduğu anlaşılan yerli Soğd (Semerkand ın güneyi)lular da teslim olmuştu. Böylece Gök-Türk askeri Ceyhun (Amu-derya) nehri kıyısındaki ünlü TemirKapıg (Demirkapı)ya ulaştı (701) (9). Ta ilk çağlardan beri İran ile Turan (Türk) toprakları arasında tabii hudut kabul edilen, Belh şehrinin kuzeyinde 12-20 m. genişlik ve 3 km. uzunluktaki bu geçidin kazanılması ile neticelenen bu seferde aynı zamanda bol ganimet ele geçirildi: Sarı altın, beyaz gümüş, eğri deve, kız-kadın... (10). Türk Ordusunun doğu kanadı da faaliyet halinde idi. Kapgan ın idaresinde güneye, Ordos a yapılan akınlardan Liu Hu-çu (kitabelerde Altı Çub) bölgesine olan baskına (702 Şubat) 17 yaşındaki Bilge ile birlikte Kül Tegin de katılmışlardı. Karşı çıkan 50 bin kişilik Çin Ordusu mağlup edildiği gibi, Çinli kumandan Ongtutuk (asıl adı: Wei Yüan-çung) henüz 16 yaşındaki Kül- Tegin tarafından elinde silahı ile yakalanarak getirilip Kapgan Hakan a teslim edilmişti (702 son baharı) (11). Hakan ve iki kardeş yeğen Çin de seferi sürdürdüler. 702 de Yen-çu, Hia-çu, Şi-ling, Hin-çu, Ping-çu eyalet-garnizon merkez ve bölgelerine 20 akın yaptılar. Bunlar arasında en etkili olanı büyük Mingşa (Kansu da, bugün Çung-wei-hien) muharebesi idi. Orada General Ça-ça Sengün (Çince aslı: Şa-ça Çung-i) kumandasındaki 80 bin kişilik Çin Ordusu bozguna uğratılmıştı (12). Hemen arkasından komşu eyaletlere süvari müfrezeleri sevk edilirken Çin sarayı yeni bir günlük emir çıkararak, GökTürk saldırılarını durduranın, Hakan ı ve yeğenierini şu veya bu şekilde tesirsiz hale getirenin prens unvanı ile birlikte 2 bin top ipek verilerek taltifedileceğini ilan ediyordu. Bundan sonra Türk ülkesi içinde bazı kımıldanışlar görüldü. Halk Kapgan ın dinmek bilmiyen seferlerinden usanmış, huşunetinden çekinir hale gelmiş gibi idi. Nitekim 709 da Çik ler (Kem-trtiş nehirleri arasında) ve Isık-göl batısındaki Azlar Bilge tarafından bastırıldı. Gök-Türk Ordularının doğuda ve güneyde çok uzaklarda (Çin seferi dolayısiyle) bulunmasından faydalanarak baş kaldırmaya teşebbüs eden Kırgızlar Bilge- Kül Tegin kumandasındaki mızrak boyu kar sökerek Kögmen [Tannu-ula] dağlarını aşan Gök-Türk Orduları tarafından perişan edildi (Songa ormanı savaşı). Aynı sene (710) Tola ırmağı havalisindeki Bayırkular susturuldu (Türgi-yargın gölü savaşı). 711 yılında Türgişler tekrar darbelendi ateş ve fırtına gibi saldıran Türgiş başbuğu So-ko telef edildi (2. Bolçu savaşı) ve Bars Beğ Türgişlerin başına getirilerek (hakan tayin edilerek), Bilge nin kızkardeşi ile evlendirildi (13). Bu arada, kitabelere göre Soğd kavmini tanzim etmek için bir Maveraünnehir seferi daha yapıldı. Bu yürüyüşe Gök-Türklerden iştirak edenler üzerinde kesin bilgi olmadığı için türlü spekülâsyonlar yapılmıştır; fakat bu 2. batı seferine ne Kapganın, ne de Bilge ve Kül Tegin kardeşlerin katılmadıkları muhakkaktır (Tonyukuk ise bir müddetten beri Aygucılık tan alınıp Yargu Devlet yüksek mahkemesijüyeliğinde

1612 vazifeltndirildiği için (14) onun da bulunması mümkün değildi).kapgan ın gittikçe ağırlaşan musamaha tanımaz tutumu huzursuzluğu artırıyor, gördüğümüz gibi, bilhassa Türk boylarının ayaklanmasına yol açıyordu. Önce Kara Türgiş başkaldırması, sonra üç yıl kadar sürdüğü anlaşılan (711-714) Karluk isyanı, Çin den destek alan bu kütlenin bir aralık ta Ötüken e kadar sokulabilmeleri ancak Hakan ile Bilge ve Kül-Tegin kardeşlerin ortak harekâtı sonucunda (Tamıg ıduk-baş savaşı, 713) durdurulabilmiş ve bir kısım Karlukların Çin e sığınmalarına bile meydan verilmiş, bu arada Çin in fırsattan istifade Gök-Türklere karşı askeri yığınak merkezi haline getirdiği İç Asya daki Beş balıg üzerine yapılan sefer (714), Bilge nin de iştiraki ile direnme yuvaları dağıtılmış ise de (15) durumun hayli karıştığı ve hakanlığın adeta kaynamaya başladığı görülüyordu. Kitabelerdeki Amcam Kaganın idari kejmekeji, halkta ikilik ortaya çıktığı zaman vb. ifadeler (16) daha vahim hadiselerin patlak vereceğinin işareti durumunda idi. Nitekim Hakanlığın ana kütlesini teşkil eden Oğuzlar birliğinin idareye açıkça cephe almaları büyük şaşkınlık yarattı: DokuzOğuz bodun u kendi bodunum idi. Gök ve yer karıjtığı için düşman oldu (17). 715 yılında Kapgan tarafından mukavemet kırıldı, lakin 716 senesinde Oğuz boylarından Bayırkuların şiddetle hırpalanması Kapgan ın hayatı boyunca kazandığı seri zaferlerinin sonuncusu oldu. Galibiyetten sonra Ötüken e dönerken yolda Bayırkuların pususuna düşerek hayatını kaybetti (22 Temmuz 716) (18). Kapgan ın yerine getirilen oğlu vaktiyle Küçük hakan diye tanınmış olan İnel, hakanlığın bu buhranlı günlerinde devlet dizginlerini tutacak kudrette değildi. Karışıklığı giderememiş, yurda huzur getirememişti. Hâlbuki Türk milleti bu hizmetleri, töre gereği, hakandan beklerdi. Oğuzlar büsbütün alevlendikeri için devleti kurtarmak, halkı selamete kavuşturmak işi Bilge ile Kül Tegin in omuzlarına yüklenmişti. Var gücleri ile mücadele ediyorlardı. Yalnız 716 yılında Kül Tegin, Oğuzlara karşı 5 sefer yapmış (Togu-balıg, Kuşlagak, Urgu/veya Antırgu? /, Çuş-başı, Ezgenti-kadız savaşları) ve seferlerden dördüne Bilge de katılmıştı (19). O sene büyük miktarda hayvan telefatına sebep olan kıtlıkta bile Bilge sefer halinde idi. Uzayıp giden bu mücadeleler dolayısiyle, aşağıda görüleceği üzere, kitabelerde Gök-Türk Ordusunun takatten düşüp cesaretini kaybettiğini açıklayan ifadeler yer almıştır. Dipnotlar: (1)-Türk hükümdarlarına umumiyede Kagan denilmekle beraber, Orhun kitabelerinde çok geçen bu unvanın son araştırmalarda (Lju Mau-tsai 1958, S.G. Clauson 1972) Khagan olarak okunması dolayısiyle biz de Hagan(hakan) hk şeklini tercih ettik. (2)i. Kitabe 732 de, II. Kİtabe 735 de dikilmiştir. Tonyukuk a ait olan ın tarihi kesin değilse de 726 yı takip eden yıllarda dikildiği şüphesizdir. Orhun kitabeleri 1893 de Danimarkah büyük türkolog V. Thomsen ( +1927) tarafından okunmuş ve sonra birçok defa (3) Kitabe I, doğu, str. 17; II, doğu, str. 15, III, str. 18-19..Belki Bilge kumandasındaki birlik taluy a varamamıştı (Eğer kitabedeki taluy sözünden kasıt büyük nehir ise Yangçı ye, deniz ise Sarı Denize ulaşmamıştır, bk. Kitabe I, güney, str. g; II, kuzey, 2). Türklerin Çin de ilerledikleri doğuda son noktanın çok kuzeydeki Pekin havalisinde aranması (bk. R. Giraud, L Empire des Turcs cilestes, Paris, 1960, s. 26, 48 vd.) hatalıdır. (4)Liu, ayn. esr. I, s. 215-218 vd., gı 9. (5) Bugün tokoi kasabası (Ur~ngu gölü civarında, lık. R. Giraud, L Emp. d. Turcs..., s. 179). (6) Kitabe I, doğu, str. 18 vd.; II, doğu, 16. (7) Kitabe I, doğu, 21; II, doğu 18. Kengü-tarban, Arıs ırmağının Seyhun a döküldüğü yerdeki Otrar Farab kasabası (bk. S.G. Klyaştomy, Orhon dbidelerinde Kengü nün kavmt-yer adı, Belleten, sayı, 69, 1954, s. 92 vd.; K. Czegledy, Nomtid nepek vandorlasa napkelettöl..., Budapest, 1968, s.. gı, 14g). (8) O zaman Çin de hüküm süren T angsülalesi yıllığınclan naklen bk. Liu, ayn. esr. I, s. 218. (9) Maveraünnehir seferinde takip edilen yol için, bk. R. Giraud, L Emp. d. Turcs..~, harita, 4. (10) Kitabe III, str. 45-48. Buradaki kadın kelimesinin kitabelerdeki gerçek şekli kotuz dur ki, dul kadın demektir. Anlaşılıyor ki, Türklersavaşlarda yalnız, kocalan ölmüş, serbest, kadınları esir alıyorlar, fakat evli kadınlara dokunmuyorlardı (bu noktaya R. Giraud dikkati çekmiştir: bk. R. Giraud, L Instription de Bai n-tsokto, s. II 2). Bu Maveraünnehir seferi münasebetiyle Türk belgelerinde ilk defa Araplar zikredilmiştir ( Tezik adı altında; Arap Tayy kabilesinin adından. Bu kelime sonralan İranlılar için kullanılır olmuştur: Tacik). (11) Kitabeler I, doğu, 3 i vd., II, doğu, 24 vd.; Liu, ayn. esr. I, s. 164, 218. (12) Kitabeler I, doğu, 32-34, II, doğu, 26; Liu, qyn. esr. I, s. 2 ıg, II, 604. Bu Çin seferi L. Bazin e göre (L. Bazin, Les calendriers turcs anciens et midievaux, Lille, Ig74, s. 224) bir yıl kadar sürmüştür (705-706 arası). (13) Kitabe I, doğu 18-20,34-38, II, doğu 16 vd, 26-28; Liu, I, s. 16g; R. Giraud, ayn. esr. s.175. (14) Bk. Liu, ayn. esr. I, s. i 7 i (15) Kitabe II, doğu, 28; Liu, I, s. 17-220. (16/Daha bk. R. Giraud, L Emp. d. Turcs..., s. 52. (17)Kitabe I, kuzey, i i; II,.doğu, 30. (18)Liu, I, i 7 i; L. Bazin, Les calendriers..., s. 234. Asİlerin Çin ile temas halinde oldukları, hadise sırasında onlar nezdinde bir Çinli temsilcinin bulunmasından bellidir (Liu, göst. yer.). (19) Kitabeler I, kuzey, 4-9, II, doğu, 30-33.

1613 Evet Hayır Kısmen 1-) Okulunuza ismini veren kişinin mesleğini biliyor musunuz? 13 5 7 2-) İbrahim KAFESOĞLU nun kim olduğunu merak ettiniz mi? 21 -- 4 3-) Kafesoğlu nun eserleri hakkında bilginiz var mı? 1 16 8 4-) Okulunuzda Kafesoğluyla ilgili etkinlik düzenlendi mi? 1 23 1 5-) (Eğer 4. sorunun cevabı hayır ise) böyle bir programın düzenlenmesini istermiydiniz? 24 -- -- 6-) İlinizin / ilçenizin yetiştirdiği ünlüleri yeteri kadar tanıdığınıza inanıyor musunuz? 2 12 11 Tefenni deki Tefenni Lisesi nin adı 07.09.1990 tarih ve 26116 sayılı Orta Öğretim Genel Müdürlüğü kararı ile İbrahim Kafesoğlu Lisesi olarak değiştirilerek adının yaşaması sağlanmıştır Tefeni de bulunan İbrahim Kafesoğlu Lisesine gittiğimizde gözlerimizin aradığı ilk şey Kafesoğlu için bir köşenin ayrılıp ayrılmadığıydı. Okulun girişinin tam karşısında beklentilerimizin de üstünde son derece bir köşeyle karşılaştık. Üsteki fotoğrafta da görüldüğü gibi; köşede Kafesoğlu nun fotoğrafı, lisenin adının verilişiyle ilgili gazete kupürleri, Burdurlu tarihçimizin bütün eserleri var.

1614 PROF. DR. İBRAHİM KAFESOĞLU HAKKINDA TUTUM ÖLÇEĞİ Yukarıda çizilmiş olan tablo Tefenni İbrahim Kafesoğlu Lisesi öğrencilerine uygulanmış olan tutum ölçeğinin sorularını ve verilen cevapların dağılımını göstermektedir. Bu tutum ölçeğinin uygulanmasındaki amaç, okullarına ismini veren Kafesoğlu nun öğrencilerce ne kadar tanındığını değerlendirmektir. Ölçek 25 öğrenciye uygulanmıştır. Hazırlanmış olan tutum ölçeğine verilen cevaplar doğrultusunda sonuçlar şu şekilde değerlendirilmiştir: İlk soruda %52 lik bir grup evet cevabını vermiştir. Buna karşılık %20 lik bir grup hayır cevabını vermiştir. Kafesoğlu nun mesleği hakkında öğrencilerin genel bir bilgiye sahip oldukları ölçülmüştür. Öğrencilere okullarına ismini veren kişinin kim olduğunu merak edip etmediklerine ilişkin ikinci soruda öğrencilerin %84 ü evet cevabını vermiştir. Bu cevaptan doğan sonuca göre öğrencilerin büyük bir kısmı Kafesoğlu nun kimliğini merak etmektedir. Kafesoğlu nun eserleri hakkındaki bilgi düzeylerini ölçme amaçlı sorulan üçüncü soruda ise öğrencilerin %84 lük bir kısmı hayır cevabını vermiştir. Bu soruya verilen cevapta büyük bir çelişki vardır. Okulda bulunan İbrahim Kafesoğlu köşesinde bilim adamının eserlerinin tamamına yakını bulunmaktadır. Buradan şöyle bir sonuç çıkmaktadır; öğrencilerin rahatlıkla görebileceği hatta ders saatleri içinde önünden birkaç defa geçtikleri köşeyi incelemedikleri ortaya çıkmıştır. Okullarında Kafesoğlu yla ilgili etkinlik düzenlenmesine ilişkin sorulan dördüncü soruda öğrencilerin %82 si hayır cevabını vermiştir. Birinci ikinci ve üçüncü soruya verilen yanıtlar doğrultusunda okulda Prof.Dr. İbrahim Kafesoğlu nu tanıtıcı bir etkinliğin gerekliliği açıktır. Öğrencilere okullarında Kafesoğlu yla ilgilibir etkinliğin düzenlenmesine ilişkin görüşlerini sorduğumuz beşinci soruda %96 lık bir grup evet cevabını vermiştir. Yaşadığımız yerde yetişmiş olan ünlüleri yeteri kadar tanımadıklarına inanıp inanmadıkları ölçtüğümüz altıncı soruda %48 lik bir grup hayır %44 lük bir grup kısmen cevabını verirken %8 lik bir grup evet cevabını vermiştir.