Kütahyalı Bilge Şair Sunullah-ı Gaybi ve Dönemi
DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ Dumlupınar Üniv. Merkez Kampüs Kamu Yönetimi Bölümü Binası Tavşanlı Yolu 10. km KÜTAHYA Tel: 0 (274) 265 22 29 Faks: 0 (274) 265 22 30 e-mail: ilahiyat@dpu.edu.tr Kütahyalı Bilge Şair Sunullah-ı Gaybi ve Dönemi Editör: Bilal Kemikli Ergin Ögcem ISBN 978-605-9955-86-7 1. Basım Mayıs 2016 Yayına Hazırlık: EMİN YAYINLARI Fethiye Mah., Kırlangıç Sok. No:2 16140 Nilüfer / BURSA Tel: (0224) 242 28 98, Fax: (0224) 241 25 69 www.eminyayinlari.com Baskı: Stüdyo Star Ajans Matbaacılık Ltd. Şti Nilüfer Ticaret Merkezi Bursa Sertifika No:15366
Gaybi Türbesi ve Musalla Mezarlığı Mustafa Kalyon Ben bu tebliğimde Sun ullah-i Gaybi ve diğer meşayıhın Kütahya halkının maddi ve manevi hayatında nasıl bir tesire sahip olduğunu anlatmaya çalışacağım. Benim aslında niyetim Gaybi Sultan ın Kütahya da nasıl tanındığından söz etmekti. Ancak bize tevdi edilen vazifeye Musalla Mezarlığı da eklendiği için burada ondan da söz edeceğim. Musalla mezarlığından söz etmeden önce onunla birlikte Kütahya da dört tane daha mezarlığın olduğunu söylemek istiyorum. Büyüklerimizin metfun olduğu bu mezarlıklar; Musalla Mezarlığı, Ahi Erbasan Mezarlığı, Ahi Evran Mezarlığı ve bir de Sultanbağı Mezarlığı şeklindedir. Buraya musalla mezarlığı denmesinin nedeni, musalla olarak isimlendirilen mevkiye yakın olmasından dolayıdır. Malum eskiden büyük şehirlerde Cuma günleri açık alanlarda cuma namazlarının kılındığı musalla denen yerler vardı. İşte Kütahya da da böyle bir yer vardı. Etrafı insan boyunda duvarla çevrili bu alana musalla çayırı da deniliyordu. Benim çocukluğumda orada güreş müsabakaları tertip edilirdi. Hatta ben 2000 li yıllara kitabımı 1 bastığımda orada musalla mescidinin minberi duruyordu. Ben kendim bizzat bu minberin basamaklarını gördüm. Ayrıca Ressam Ahmet Yakuresmettiği tabloda bu minberin resmi vardır.. Musalla mezarlığında olduğu gibi diğer mezarlıklarda da metfun büyük zatlar var. Musallada metfun en bilinen zat muhakkak ki Hüda Rabbim Sultan dır. Kütahyalılar onu Gaybi Sultan veya Sun ullah-i Gaybi olarak bilmezler. Biz tüm büyüklerimizden onun adını Hüda Rabbim Sultan olarak işittik. Biz küçükken yatmadan evvel Gaybi Sultan a ait olan Hüda Rabbim şiirini okurduk. Bir nevi ninni şeklinde bestelemiştik. Yatmadan evvel bu şiir okunmadan kimse yatmazdı. Belki bilenleriniz vardır, eskiden evlerimizde yataklar için yüklük denen yerler vardı. Yatma vakti geldiğinde yataklar oradan indirilir, biz de yataklarımızın üzerine otu- 1 Kütahya da Selçuklu Germiyan ve Osmanlı Eserleri, Kütahya Belediyesi Kültür Yayınları, Kütahya 2000. 109
KÜTAHYALI BİLGE ŞAİR SUNULLAH-I GAYBİ VE DÖNEMİ rur sırayla bu şiiri okurduk. Bitince sağımıza döner yatar ve uyurduk. Aslında bizim ninni niyetiyle okuduğumuz bu manzume Gaybi için kendisine haksız bir şekilde yöneltilmiş ithamlara karşı bir cevap, reddiye niteliğindedir. Burada kendisinin tamamen tevhid inancına sahip olduğunu, Ehl-i Sünnet ve l Cemaat yolunda olduğunu, hatta Hanefi mezhebinden olduğunu söyleyecek kadar ayrıntıya girerek bir nevi tepkisini dile getirmiş ve böylece İslam ın bütün şartlarını yerine getirdiğini ifade etmiştir. Özellikle işte bu okumuş olduğum şiirden dolayı da bizim Kütahyalılar onu Hüda Rabbim Sultan olarak bilirler. Hatta ben Gaybi Sultan ın şehrimizde Hüda Rabbim Sultan olarak biliniyor olmasından dolayı; Gaybi Sultan ın türbesi restore edilirken o zamanki ekipte yer alan Prof. Dr. Cengiz IŞIK Bey e türbenin üzerine Hüda Rabbim Sultan ibaresinin yazılmasını teklif etmiştim. Eğer bu teklifimiz kabul edilseydi sanırım hem Gaybi nin hemşehrilerinin kendilerine verdikleri değerin anlaşılması açısından, hem de akademik anlamda uygun bir davranış olacaktı kanaatimce. Türbenin tamir edilmesi konusundan söz etmişken yeri geldiği için ifade etmek isterim ki bu restorasyonda rahmetli Mehmet DUMLU Hoca ile Ressam Ahmet YAKUPOĞLU nun çok büyük emekleri olmuştu. Türbenin yeniden imar edilmesiyle ilgili hikâye bir zamanlar Kütahya da Evkaf Müdürlüğü yapan bir zatla Mehmet DUMLU Hocanın karşılaşması esnasında ortaya çıkıyor. Bir söz meclisinde Kütahya dan söz ederken, orada çok büyük ve önemli bir zatın metfun olduğunu, anacak kabrinin çok perişan bir vaziyette bulunduğunu dile getiriyor ve keşke Kütahyalı birisi gelse de ona bu türbenin tamiri vazifesini rica ve tevdi etsek diyor. O ara Mehmet Dumlu hoca içeri giriyor, sen nerelisin evladım diye soruyor. Ben Kütahyalıyım diye cevap verince bu konudan kendisine bahsediyor. Mehmet Hoca da bunu vazife kabul ettiğini ifade ederek huzurdan ayrılıyor. Bu anlattığım olay yaklaşık 1950 li yıllarda cereyan ediyor. Daha sonra bu mesele ikinci kez 1977 yılında Belediye Başkanı, Belediye Meclis Üyeleri ve İl Genel Meclis Üyeleri nin seçileceği mahalli seçimler döneminde gündeme geliyor. O dönemde Kütahya Belediye Başkanlığı için Erdoğan YAVUZLAR isimli bir kardeşimiz adaylığını koyuyor. Mehmet Dumlu Hoca ile Ahmet Yakupoğlu, Dumlu hocanın çini dükkânında otururlarken Erdoğan Yavuzlar kendilerinin yanına geliyor. Kendisinin belediye başkanlığına aday olduğunu, halkın, esnafın ve sivil kuruluşların desteğini alma amacıyla ziyaretlere başladığını bu bağlamda kendisini desteklemelerini istiyor. Dumlu Hoca da eğer kendi istekleriyle ilgili olumlu bir yaklaşım ve irade görürlerse ona destek olacaklarını ifade ediyorlar. Peki, nasıl bir 110
GAYBİ TÜRBESİ VE MUSALLA MEZARLIĞI isteğiniz var benden? diye soru yönelttiğinde: Gaybi Sun ullah Efendi nin Türbesi yapılacak, Ana Sultan Türbesi onarılacak bir de Hıdırlık Mescidi tamir olunacak. diye cevap veriyorlar. Bu isteklerinin yerine getirilmesi yönünde söz vermesi halinde kendilerine destek vereceklerini ifade ediyorlar. O da tamam diyor ve kendilerine söz veriyor. Gerçekten de seçimler yapılıyor ve Erdoğan Yavuzlar reis olarak seçiliyor. Seçimlerin hemen ardından bu üç yerin restorasyonu ile ilgili çalışmalar başlatılıyor, 1980 yılında Türkiye de darbe olmasına rağmen arada geçen üç yıllık sürede bu restorasyonlar tamamlanarak bitiriliyor. Başkanın gayretleri sayesinde bu üç eser hem Kütahya mızın hem de bütün İslam âleminin kültür mirasına bir değer olarak kazandırılmış oluyordu. Gaybi nin şiirleri ve diğer çalışmaları ile ilgili burada görev alan akademisyenlerimiz muhakkak çok doyurucu bilgiler vereceklerdir. Nitekim bunun ipuçları açılış panelinde de verilmeye başlamıştı zaten. Ben o konulara girmeyeceğim. Ancak ben daha ziyade Gaybi Sultan ın tasavvufi yönüyle ilgili birkaç kelam etmek isterim. Malum onun tasavvufta önemli bir mertebe kat etmesi Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi ye intisabıyla başlıyor. Bu intisapla ondaki Melami meşrep taraf ön plana çıkıyor. Ben eskiden yani şöyle 15-16 yaşlarında olduğum yıllarda Yunus Emre nin şiirlerini okuyordum. O zamanlar okuduğum bir beyiti beni çok ama çok etkilemişti. Hatta diyebilirim ki hala o beyitin etkisinden tam olarak kurtulmuş değilim. Yunus Emre bu beyitinde diyor ki: Bir testiyi bir çeşmeye koysalar, Kırk yıl anda kalsa kendi dolası değil. Ne kadar haklı değil mi? Siz bir testiyi çeşmenin yanına koysanız, birisi gelip suyu onun içine tutmadıktan sonra kırk yıl kalsa o testi yine de dolmaz. Dolayısıyla bir kimse tasavvufa tarikata intisap etmek girmek istiyorsa mutlaka birisinin elinden tutması ona yapışması lazım. Yoksa kendi kendisine çalışarak veya kitapları okuyarak bu iş olmaz. Gaybi Sultan ın tasavvuf deryasından kendi nasibini alması işte böyle bir el vasıtasıyla, bir mürşid-i kamil vasıtasıyla mümkün olmuştur. Ben bu yaklaşımımın bir örneği olması bakımından güncel ve bildiğim bir hadiseyi burada sizinle payklaşmak isterim. Yani bir insanın tasavvuf yoluyla nasıl bir değişim ve dönüşüm gösterdiğinin en son örneğini ben Mehmet Dumlu Hoca da gördüm. Kendisi benim ortaokuldan arkadaşımdı. Okul yıllarında acayip derecede yaramaz bir talebeydi. O dönemde öğrenci arkadaşlarımızdan birisi Kütahyada vazifeli bir subayın çocuğuydu. Kavga edip dövdüğü çocuklar onu şikâyet edemiyor, etse bile kendileri cezalandırılıyordu. Mehmet Dumlu Hoca bu durumu hiçbir şekilde hazmedemiyordu. Nitekim bu olanlara daha fazla tahammül edememiş ve bir gün bu çocuğu bir güzel dövmüştü. Bu 111
KÜTAHYALI BİLGE ŞAİR SUNULLAH-I GAYBİ VE DÖNEMİ sebepten dolayı idareye çağrılıp ifade verince ceza da almıştı. Bu cezaya alınan ve muhtemelen meydana gelen olayın sonuçlarından da biraz korkan Mehmet Dumlu Hoca babasına artık okula gitmek istemediğini, Kur an okuyup hafız olmak istediğin söylüyor. Ama bir durumda var ki o zamanlar 16-17 yaşlarında bu yaş hafızlık için pek de uygun değil. Ayrıca şunu da ifade etmiş olayım O benimle aynı sınıfta olmasına rağmen benden iki yaş büyüktü. Zira iki yıl sınıfta kalmış bir öğrenciydi. Babası durumun farkında olduğu için ona oğlum bu yaştan sonra hiç hafızlık olur mu? diye çıkışınca olur neden olmasın diye sitemkârane bir tavırla cevap veriyor. O dönemler Kütahya da Hafız İbrahim Efendi adında bir Müftü var ve kendisi hafız yetiştiriyor. Bu vesile ile söylemiş olayım Türkiye de ilk resmi Kur an Kursu nun açıldığı yer belki de Kütahya dır. Bu ayrıcalık biraz İbrahim Efendi nin şahsıyla ve geçmişiyle de alakalı bir durum. Zira kendisi İstiklal Harbine katılmış subay rütbesinde görev yapmış bir zat. Bu sebeple dönemin idaresiyle iyi bir ilişkisi ve hukuku söz konusu. Düşünün ki 1944-1945 yıllarında hafız yetiştirmiş bir kişi. Bizim Mehmet Dumlu Hoca 1949 yılında altı ay gibi çok kısa bir sürede hafızlığını ikmal etti ve sonrasında da askerliğini yaptı. İşte Mehmet Dumlu Hocamızdaki değişim ve dönüşüm işte bu Kur an Kursunda hafızlık yapmaya başladığı süreçle birlikte şekillenmeye başlamıştı. Gaybi için de geçerli olan süreç aslında aynı idi. Onun değişim ve dönüşümü de ifade ettiğim gibi Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendiye intisap etmesiyle başlamış bir süreçtir. Son olarak söylemek isterim ki bizler Kütahyalılar olarak gerek milli, gerek manevi, gerek İslami hangi alanda olursa olsun belli bir düzeye gelmiş her kimseye ayırım yapmaksızın çok büyük bir saygı ve sevgi besleriz. Bundan dolayı sanat ve sanatçılar burada, bu şehirde saygın bir yere sahiptir. Örneğin burada Klasik Müzik, Tasavvuf Musikisi mühim bir mertebeye sahiptir. Diyebilirim ki Kütahya mız İstanbul dan sonra bu konuda ikinciliği almaya namzet bir şehirdir. Örneğin Sema Ayini burada yapılırken henüz Konya da böyle bir faaliyet söz konusu bile değildi. 1959 yılında iki semazen eşliğinde yapılan ayinlere ben de neyzen olarak iştirak etmiştim. Konya da ise bu organizasyon İstabul da hazırlandıktan ancak bir yıl sonra gerçekleştirilebiliyordu. Önce İstanbul da hazırlıkları yapılıp icra ediliyor ardından bir yıl geçtikten sonra da aynı ekip tarafından Konya da icra edilebiliyordu. Diyeceğim o ki; Kütahya mız gerek musiki, gerek şiir, gerekse edebiyat ve diğer konularda kendisiyle iftihar edebileceğimiz bir şehir. Umudumuz ve temennimiz odur ki inşallah bizler de bu yolda kararlı ve emin adımlarla ilerle- 112
GAYBİ TÜRBESİ VE MUSALLA MEZARLIĞI riz, bunda muvaffak oluruz. Her zaman ve zeminde sanatın, edebiyatın ve musikinin sevdalıları olarak kalmayı başarabiliriz. Sözlerime burada son verirken hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. Bu vesile ile böyle güzel bir etkinliğin şehrimizde düzenlenmesi noktasında emeği geçen herkese bir Kütahyalı olarak şükranlarımı sunuyorum. Sağlıcakla kalın efendim. 113