TOZ OL! ve Dİ ĞERLERİ Bir sigara yakıp rahatlamak bu kadar kolaydı. Rahatlamak, bir sigara yakıp ilk nefesi ciğerlerine çekmek kadar kolaydı. Anlayamıyorum kendilerini neden bu kadar imkansız hücrelere kilitleyip bırakıyorlar. Ayak sesleri, buraya geliyor!.. Özür mü dileyecek?.. Başka ne söyleyebilir ki, her şeyi o kadar net ve aralıksız olarak açıklayan o konuşmamdan sonra gelip hala kavgayı sürdürebilir mi? Kapı açıldı. Girebilir miyim? Ne kadar güzeldi sesi!.. İnsanlar özür dileyecekleri zaman neden bu kadar güzel oluyordu sesleri?.. Gel tabii, anne nasıl oldu? İyi, onun yanından geliyorum. Süt verdim. İçer içmez uyudu. Yaşlı insanlar çocuksu davranmaktan kaçınmadıklarında çok daha güzelleşiyorlar. Otursana. Elimle küçük koltuğu gösterdim. Döner iskemlemi ona, kapıya doğru çevirmiştim. O kapıda, ayakta dikilmiş yere bakıyordu. Gamsız pezevenk! demişti bana. Acaba şimdi söylediği bu sözü mü hatırlıyordu? Bunca utancın nedeni bu muydu?.. Sabaha kadar orada, ayakta dikilecek misin yoksa oturacak mısın? dedim. Sert ama yine de sevecendi sesimdeki ton. Sessizce oturdu sonunda koltuğa. Ben dirseklerimi dizlerime koyup başımı ellerimin arasına aldım ve gülümseyerek, tabii sadece gözlerimle, ona bakmaya başladım. Oturur oturmaz dizlerini yukarı çekmiş ve uzun geceliğinin eteğini bacaklarını örtecek biçimde aşağı sarkıtmıştı. Boynundaki kolyeyle oynuyordu parmakları. Bir sürü şey söylemek istiyordu ama utanıyordu. Biliyor muydu acaba, onu benim karım yapan işte tam da bu haliydi! Onun bu haline, yani aslında kendini hiç suçlu bulmasa da, hep haklı olduğunu düşünse de yine de utangaç görünmeyi başaran bu oturuşuna, duruşuna karşı hissettiğim yakınlık, hiçbir aşka dahil olmayan, çok daha geniş ve huzurlu bir çölün rüzgarıydı. Bu çölü ve rüzgarı onu ve annesini bizim evde ilk gördüğümde hissetmiştim. Çok iyi hatırlıyorum hem de. Valide hanım bana uygun görmüşler ya bir kere, her gün her gün çağırıp dururdu 1/5
Zeliha Hanımla kızını. İlle de benimle karşılaştırmak isterdi ama ben hep bulurdum kaçmanın bir yolunu. O zamanlar insanlardan ölesiye kaçtığım zamanlardı. Yani başka türlü yalnızlıklar türetirdim peltek dilimde. Hayır, elbette ki sadece bir koku ve bir rüzgardan ibaret değildi hayatımı değiştirmeye karar verdiren. Kaçtıkça insanların daha da canavarlaştığını ve kaçtığın her yerde çok daha amansız düşmanlar olarak karşına çıktıklarını öğrenmeye başladığım zamanlardı. Art arda tosladığım duvarların birinin dibine çöküp çaresizce ağladığım, onca tecrübeye rağmen yine de toy zamanlarımdı. Züleyha Hanım bana sebep oldu, ben de o sebebe hayatın özüymüş gibi sarıldım ve şimdiki halime kavuştum. Onun yanında, onun yatağında, aynı uzun yastıkta uyumaktan, bana sarılmasından ve hatta benim ona sarılmamdan aldığım hazzı, şu güne dek yaşadığım hiçbir şehvete dahil etmem, edemem. Hatta şehvetten bir adım ötede yaşanabilen bu hazzı bana öğreten kişidir karım. Ben buna utanmanın hazzı diyorum hep Özür dilerim! dedi nihayet. Gözlerini ellerinden halıya, halıdan da benim ayaklarıma kadar ancak gezdirebiliyordu. Annemle hep dertlidir hayatımız. Evlenince kesiliverdi sesi birden. Beni kırmaktan mı korkmuştu?.. O kadar narin miydim ben?.. Belki de Biliyorum, konuşmuştuk bunu hatırlarsan Bir şey diyecek oldu, dudakları kıpırdadı sanki ama vazgeçti nedense. Yine aynı şeydi, kırıcı olmaktan korkuyordu. Söyleyecekleri beni kırmayacaktı, bunu hissediyordum ama o yine de korkuyor, utanıyordu. Kolaylaştıralım istiyorum Züleyha. Hep kolaylaştıralım biz. Bütün dünya zorlaştırsın ama biz yapmayalım Bakışları birden yukarı, göğsüme kadar çıkıp tekrar yere düştü. Susmaya devam etti. Hiç haketmediğim halde bana küfrettin. Bir anda kan beynime sıçradı tabii. Ama biliyorsun işte, bana gülünç geliyor böyle şeyler. Annen haklıydı. Çalışmak isterken samimi değilsin. Buna inansam seni ben teşvik ederdim, biliyorsun. Ama sen Çocuk konusunda ısrarcı değilim, ama senin de ihtiyacın olanın bu olduğunu adım gibi biliyorum. Tamam, bunu benim bilmem önemli değil, senin inanman önemli. Yeter!.. Bu tarz konuşmalarda çabuk sıkılırdım hep. Çok net görünen bir doğruyu, bunu zaten bilen birine anlatmaya çalışmak tam manasıyla 2/5
şapşallıktı. Ama bundan daha beter olan şu yeter sözcüğü, şu saçma sapan itiraz ünlemiydi! Ses de güzellik de kaybolup gitmişti. Benim de bazı hayallerim olması kimsenin umurunda değil mi? Hayaller mi?!.. Bu mu senin hayalin? Bir konfeksiyonda çalışmak, işçi olarak!.. Konuştuklarını yalnız ben mi duyuyorum, senin kulakların kendi sözlerine tıkalı mı Züleyha! Biraz kendine dönüp dinlesene! Burada, evet burada, bu koltukta oturmamı istiyorsun değil mi? Sen hep orada, bilgisayarın başında dur ve bir şeyler yap, ben de burada, aynı bu şekilde, ama tıpkı bu şekilde oturayım istiyorsun. Bu seni mutlu ediyor. Ve sen mutlu olunca da bütün dünya mutlu oluyor di mi! Şaşırdım mı? Neden olabilir? Ne söylediğini anlamadım bile. Hatta onun da anladığını sanmıyorum. Ama beni birden susturan şey sesindeki tondu, bundan eminim: O değildi sanki konuşan, sesin kendisiydi ama ne dediğini çok iyi biliyormuş gibi vurgularını çok doğru ve yerinde kullanan bir tondu. Bu sanki onu aşan bir akıldı. Sanki bendim onun sesiyle konuşan. Saçmalıyorsun Züleyha, ne dediğinin bilincinde bile değilsin. Sadece kavgaya doymamışsın ve buraya da beni dahil etmeye geldin. Sen benimle evlenmedin! Bu da ne demek şimdi?! Hayal kuran ben değilim sensin. Kendinin çok akıllı biri olduğunu kurdun. Çok yetenekli ve çok sevecen: İyi bir damat, iyi bir koca, iyi bir sanatçı, iyi bir dost hatta belki iyi de bir baba İyi mi dedim, tövbe haşa, mükemmel demek istedim tabii. Ama ne var biliyor musun, gerçekten yetenekli olduğun bir konu var: Muhteşem bir yalancısın. En profesyonelinden hem de. Sesini yükseltme istersen! Sesim mi Benim sesim hiçbir zaman yüksek çıkmaz ki! Belki de bu yüzden duyamıyorum kendimi kendim bile! İçinde, benim göremediğim, kimsenin, hatta artık senin bile göremediğin kadar derinde bir yerde gerçekten saf ve temiz olan bir şey var. Sen.. sen o şeyi de inandırıyorsun bu yalanlarına! O şey.. ne biliyor musun o, işte şu gözlerinde duran şey o. Onun yüzünden inanıyoruz sana biz. O 3/5
inanıyorsa doğrudur sanıyoruz. Şu gülümseyen suratınla gizlemeye çalıştığın şey işte gözlerindeki!.. Gülme artık Allah ın belası.. senden nefret ediyorum! Senden ve dünyadaki bütün yalanlardan! Hahaha!.. Nasıl gülmeyeyim benim sevgili karıcığım. Beni gerçekten neşelendirdin sözlerinle!.. Aslında doğru, vermem gereken tepki bu olmamalıydı. Birçoğunun tavsiye ettiği gibi seni çoktan, daha bana küfrettiğin anda susturmalıydım! İşte böyle! Küçük fahişe seni!.. Bu ev kızlarının sorunu da televizyon işte! Oradan öğrendikleri aptal salak feminist nutuklara hemen de tav olup özgürlük nöbetleri geçiriyorlar. İşte birkaç nöbetten sonra böyle filozof kesilip başlıyorlar konuşmaya. Gel de sustur istiyorsan! Kimse çıkıp karşıma haketmediğini söylemesin! Neyin doğru neyin yanlış olduğunun fazlasıyla farkındayım. Hatta içine sürüklendiğim girdabı bilinçli olarak ben başlattım. Hiç kimseye, ama hiç kimseye benim topraklarımda seksek oynama izni vermedim. Bundan sonra da vermeye niyetli değilim. Hayatım boyunca milyonlarca kere yaşadım: tokadımı ya da yumruğumu ya da tekmemi hakeden sürüyle insan gördüm tanıdım. Ta en başında, henüz dört ya da beş yaşlarındayken bana toz ol! diyen piçi de hiç unutmadım! Oysa hiçbir şey yapmıyordum, sadece orada durmuş oynayan çocukları seyrediyordum. Yani beni oyunlarına almaları için en ufak bir girişimim ya da rahatsız edici herhangi bir davranışım olmamıştı. O sarışın çocuk yanıma geldi ve toz ol! dedi bana. Bense sadece gülümseyebildim ona. Çünkü vurmayı ya da hayır! demeyi aklımdan bile geçirmedim. Sonra satranç oynarken yenilgiyi kabullenemediği için bana tokat atan ötekisi Hem yaşça hem de cüsse olarak benden küçüktü ve bir tek yumrukla onu yere serebilirdim. Ama ona da tepki vermedim. Başka bir yere çarptım öfkemi. Başka, bambaşka, yumuşak bir yere Sonra?.. Sevgilimdi kavga ediyorduk. Çok kızmıştı ve bana vurdu. Kızdığı için bunu yapmıştı biliyorum, kontrolünü kaybetmişti. Yüzüme vurunca ben de çok öfkelenmiştim ama ben kontrolümü kaybetmeyi başaramamıştım. Aynı yere vurdum öfkemi, aynı yumuşak yere. Böyle yığınla öykü anlatabilirim şimdi; beni şerefsiz olmakla, korkak olmakla filan suçlayacağınız bir milyon öykü. Oysa çok basit bir önseziydi benimkisi: Toz ol! diyen çocuğun yaptığı anlamsızdı. O anlamsızlığa karşılık verirsem ben de gömülecektim aynı yabancılığın içine. O yaşlarda ve sonraki yaşlarda da hep bir önsezi olarak sürdürdüm bu tavrı ya da tavırsızlığı. Yavaş yavaş bir şeyi öğrendim. İnsanları cezalandırmanın, yani bu dünyada cezalandırmanın hiçbir yolu yoktu. Yani kendimde böyle bir yetenek ve hak göremedim. Yapabileceğim 4/5
bir tek şey vardı. Onları samimiyetimden yoksun bırakmak. Hem de bunu, onları hayal bile edemeyecekleri bir samimiyet buhranıyla baş başa bırakarak yapmaya başladım. Beni tanıyan her insan bilir ki, bir yandan çok basit bir adamım ama öte yandan çok karmaşık ve anlaşılmaz, hatta çekilmez birisiyim. Ama mutlaka içten ve samimiyim. Bu maskeyi yüzüme yirmili yaşlarda oturttum. İnsanlara, onları karşılıksız seven ve hiç almayıp hep veren bir adamın yüzüyle bakıyorum. Ve bana toz ol! diyen her kişiyi, teker teker hiçe bölüp hiçle çarpıyorum. Ve bu denklem bana iki ayrı evren sunuyor: Onları asıl ben in hayatından uzaklaştırıyorum ve uzaklaşanların sayısı o kadar çok oluyor ki rahmetli annem ve babam dahil bütün bu tuhaf görüntülerin dışında ve ötesinde bambaşka bir dünya oluşuyor. Maskenin altındaki yüzün dünyası, evet, artık hiç de yumuşak olmayan, çok yüksek kuleler ve kalelerin olduğu bambaşka bir dünya, ve maskenin baktığı ve bu tuhaf görüntülerden ibaret olan dünya. Bu çok mu hastalıklı geldi sizlere yoksa. Haha!.. Gerçekten komiksiniz. Bunun adı tam manasıyla dengedir halbuki. İşte şimdiye, yani kırk iki yaşıma kadar bu şekilde idare ettim hayatı ben. Ve hiç kimseye de fazlaca rahatsızlık vermedim. Hani peygamberin sünneti olmasa daha da direnirdim anneme, evlenmemek için. Ama Pekala, bunu itiraf edeyim bari: Benim gibi bir adamdan nasıl bir çocuk doğacağını da çok merak ediyordum! Ama işte, elimden geldiğince maskemle muhatap etmeden, acılarını dindirerek mutlu etmeye çalıştığım karım, bana bir çocuğu çok görüyor. E tabi, onun gözüyle bakınca her şey çook farklı. Kazanılmış haklar var, çalışıp topluma dahil olma arzusu. Kendisini benim karım Züleyha olmanın dışında var etme planları. Onyıllarca sürmüş olan evkızlığından işçiliğe oradan da belki işkadınlığına terfi etmek isteği. Vesaire vesaire vesaire!. Oysa Ah be karıcığım! Sen şu sefil hayatın içinde benden, ya da başka herhangi bir kıllı esmer ayı dan çocuk doğurmaktan daha haysiyetli ne halt edebileceksin ki! Ben sana başka ne diyebilirim ki!.. Al bunu benim hayata ilk ve son tokadım olsun! Şimdi lütfen toz ol. Mehmet Batur 5/5