Muhteşem dörtlü ordan burdan konuştu... HARUN YAZICILAR LA ÇOK ÖZEL ROPÖRTAJ SELFİE ÇILGINLIĞI MEHMET SAİT ÇAKAR DAN SINIF MESNEVİLERİ 1



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Vanlı futbolcu kızlar Bodrum da kamp yapıyor

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

HAYAT BİLGİSİ A TEMASI: OKUL HEYECANIM. Gözümüzün rengi Saçımızın rengi Okula gitmemiz Yukarıdakilerden hangisi fiziksel özelliğimiz değildir?

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

YARATICI OKUMA DOSYASI. En sevdiğiniz tatil kitabını anlatan bir resim çiziniz.

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Yazar : Didem Rumeysa Sezginer Söz ola kese savaşı Söz ola kestire başı Söz ola ağulu aşı Yağ ile bal ede bir söz Yunus Emre

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

DÜZEY B1 Avrupa Konseyi Ortak Dil Ölçütleri Çerçevesinde BÖLÜM 4 SINAV GÖREVLİSİNİN KİTAPÇIĞI. Dönem Kasım 2009 DİKKAT

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK


AHMET ÖNERBAY GÖRELE'DE

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

KAHRAMANMARAŞ PİAZZA DA AYDİLGE RÜZGARI ESTİ

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ÜRÜN KATEGORİSİYLE İLGİLİ:

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Babamın Sihirli Küresi AYTÜL AKAL

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

Einstufungstest / Seviye tespit sınavı

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

AĞIR ÇANTA. Aşağıdaki soruları metne göre cevaplayınız. 1- Fatma evden nasıl çıktı? 2- Fatma neyi taşımakta zorlanıyordu?

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

BuranoVenedik denince akla ilk

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

yemyeşil bir parkın içinden geçerek siteye giriyorsunuz. Yolunuzun üstünde mutlaka birkaç sincaba rastlıyorsunuz. Ağaçlara tırmanan, dallardan

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

Eğitim Öğretim Yılı OKUL ÖNCESİ ŞEKERLİK EĞİTİM SETİ YARIM GÜNLÜK PLAN ÇİZELGESİ

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

Turkiye' ye dönmeden önce üniversiteyi kazandığımı öğrenmistim. Hayatımın en mutlu haberini de orada almıştım.

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

Bahar Ateşi Evet! Hayır! Belki? Ne? Merhaba.

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Bir Şizofrenin Kendisine Sorulan Sorulara Verdiği 13 Rahatsız Edici Cevap

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

Ürünü tüketmesini/satın almasını/kullanmasını ne tetikledi?

Elvan & Emrah PEKŞEN

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

66 Fotoğrafçı Etkinlik Listesi. 52 Haftalık Fotoğrafçılık Yetenek Sergisi

Herkese Bangkok tan merhabalar,


ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΠΤΑ (7) ΣΕΛΙΔΕΣ

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Zeynep in Günlüğü. Hikaye Yazarı Sevinç DOĞAN ( Türkçe Öğretmeni ) Fatma BAŞA. Kapak Tasarımı ve Sayfa Tasarımı Ahmet ŞAMLI

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

Jamie Foxx J

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

kural tanımayan cafer Adı-Soyadı:...

LanguageCert AÜ TÖMER B2 TürkYet (Konuşma) Örnek Sınav 1

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: PASAPORT NO:

4.SINIF TÜRKÇE 15. HAFTA SONU ÖDEVİ

ama yüreğe dokunanlar

ikonu bir yeşilçam (ev dekorasyon)

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

ΤΕΛΙΚΕΣ ΕΝΙΑΙΕΣ ΓΡΑΠΤΕΣ ΕΞΕΤΑΣΕΙΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ 6 (ΕΞΙ) ΣΕΛΙΔΕΣ

TARSUS DA BİR GÜN...BELKİ DE İKİ... Adanalılar...Mersinliler...Gaziantep, Hatay ve Osmaniyeliler...Türkiye nin gezmeyi sever insanları...

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΓΙΔΤΘΤΝΗ ΜΔΗ ΔΚΠΑΙΓΔΤΗ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ ΣΕΛΙΚΕ ΕΝΙΑΙΕ ΓΡΑΠΣΕ ΕΞΕΣΑΕΙ ΧΟΛΙΚΗ ΧΡΟΝΙΑ:

Okula sadece dört dakikalık yürüme mesafesinde oturmama

TİYATRO AKADEMİ BAŞVURU FORMU

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

Bir Ayakkabı Hikayesi - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

PoloStart2 Istituto Comprensivo Marcello Candia Milano. ESEMPI DI PROVE DI INGRESSO IN LINGUA MADRE a cura di Emanuela Crisà

5.SINIF TÜRKÇE (GENEL DEĞERLENDİRME TESTİ) almıştır?


2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni

Bodrum da kamp yapıyor

alternatif cevabı olabilir fakat anlatmak veya vurgulamak istediğim konu insanların alışveriş merkezlerine ihtiyacı olsun olmasın gitme durumları.

UFUK GÜRBÜZDAL TURK 102-3

Transkript:

SAYI: 1 Nisan/ Mayıs 2014 HARUN YAZICILAR LA ÇOK ÖZEL ROPÖRTAJ SELFİE ÇILGINLIĞI MEHMET SAİT ÇAKAR DAN SINIF MESNEVİLERİ 1 Muhteşem dörtlü ordan burdan konuştu... DERSE KABUL KAĞIDI DERGİNİZLE BİRLİKTE BEDAVA

İÇİNDEKİLER MARJİNAL ÇIKIŞ BİDON - Evren KUÇLU Harun YAZICILAR ile söyleşi (özel) Begüm le Yerleşik Hayat (Begüm URAL ın Köşesi) Medyaların Medyatik suikast Planı (Sinema) ARA HABERLER (Spor) MAHŞERİN DÖRT TATLISI (Söyleşi) FİLİZ İN DURAĞI ( Okul Yolu) ÇEPE- ÇEVRE (Ana haber) SAİT E AİT ŞEYLER (Mehmet Sait Çakar ın Köşesi) TURİSTİK GEZİLERİMİZ (Ana Haber) NE OKUSAK NE İZLESEK MARJİNAL SÖYLEŞİ GÜLŞAH LA TAŞ DEVRİ ANADOLU 10 / B MESNEVİSİ GÜRKAN IN ATLASI SINIF FARKI ANADOLU 11 / B ORTAYA KARIŞIK SELFİE YEDİ FARKI BULUN ARKA KAPAK KARİKATÜRÜ Okulumuzun Papirüs adında bir dergisi vardı daha önce. Bir, iki sayı çıktı. Oradan devam edebilirdik, ama etmedik. Her anlamda bir tazelik istiyorduk. Öğrencilerin ağırlıkta olduğu, kolay okunabilen, bol resimli yarı magazinel bir okul dergisi. Marjinal olmak gibi bir çabamız yok aslında; fakat gene de marjinaliz ekip olarak. Derginin ilk sayısını yeterince duyuramadık. Ancak okunduğunda kulaktan kulağa bir şöhret yakalayacağına eminiz. Her ne kadar Marjinal olsak da Susam Sokağı havası oluşturmak en büyük amacımız. Herkes o sokakta olsun istiyoruz. Bu sayıda 4-5 arkadaşımız dergi için yazı yazıp şimdiden köşesini kaptı. Mehmet Sait Çakar hocamız dergi için çok çabaladı. Bir hikaye ve Anadolu 10/B için bir mesnevi yazdı. Yetmedi Tuğba Hoca ve ekibimizden iki kişinin yanında yer alarak Mahşerin Dört Tatlısı ndan biri oldu. Genç ve dinamik müdür yardımcımız Alper Aydın derginin başından sonuna, her anında vardı. Dergi için yazdı, çizdi, gerektiğinde de kamera karşısına geçti. Hasan Hoca sevimli köpek Pascal la birlikte bu sayının kapağında yer alarak bizleri cesaretlendirdi. Filiz Hoca Susam Sokağı sıcaklığında bir öykü yazdı. Bu arada Selfie tuzağına biz de yakalandık. Okulda başta okul müdürümüz Harun Yazıcılar olmak üzere kimi görsek selfie çektirdik. Hayatının büyük bir bölümümü İsveç te geçiren çift pasaportlu ender öğrencilerimizden Gürkan Ersin bizim Avrupa yı adım adım her sayıda tanıtma kararı aldı. Arka kapak ve Ön kapak Alper Hoca tarafından tasarlandı. Biz birinci sayıyı çıkardık. Size okumak, yazmak ve yaymak düşüyor. Görüşmek üzere

BİDON Evren KUÇLU Beyoğlu Ticaret Meslek Lisesi nin tabelası Haliç Kafe olarak değiştirilseydi haftada birkaç kez gelirdik herhalde. Böyle bakılırsa bu binada haftanın beş günü olabildiğimiz için şanslı sayılırız. Şans demişken, bir insanın şansını kullanabilmesi için öncelikle şansının ne olduğunu fark etmesi lazım. Konsantre güneş ışığıyla parıldayan bir deniz aparatı olarak Haliç, karşında duruyor. Güzel bir yaz mevsiminin ilk ışıklarını alabildiğine izleyebiliyorsun. Şişhane de kurtarılmış bir bölge okulumuz. İkinci dereceden tarihi bir bina. Çivi bile çakılamaz dedikleri için çivi bile çakmıyoruz. Okulun güzelliğini gören sadece biz değiliz. Not Defteri dizisi için mekan arayışları sonucu okulumuzun kapısını çaldılar. Sadece mekana takıldılar. Ersoy Hoca yı göremediler mesela. Mehmet Sait Çakar ın yeteneklerinden birisine bile tanıklık edemediler. Sonuç olarak içi artist kaynayan bir dizi seti oldu okulumuz. Ama başaktörleri biziz. Dizi onlar için bitse de bizim için devam edecek. Eda Hoca bir Din Kültürü öğretmeninden fazlası. Dinlerarası diyaloğun bir meyvesi gibi sevecen. Onun sütlaçlarını yiyerek büyüyoruz okulda. İki çocuğu var ve buna ikna olmak oldukça güç. Öğrenciler kısa sürede kendisini çok sevdiler. Gerçi ilk zamanlar öğrencilerin bazıları rehberlik servisine şikayet ediyorlardı bu sevimli öğretmeni. Bize dinimizi öğretmeye kalkışıyor diyorlardı bazı. Ah çocuklar siz yok musunuz siz.. Hasan Hoca nın ses rengi hepinizin malumu. Çok kereler neden seslendirme sanatçısı olmadığı sorulmuştur kendisine. Sanırım sora sora Hasan Hoca yı ikna ettik. Bu yaz için bir seslendirme kursuna yazılacak. Fransıca kursuna gittiği hepinizin malumu. Git gide bana yabancılaşıyor bu adam. Maviş Hanım süper biri. Öğrenci, öğretmen hepimiz çok seviyoruz kendisini Bu yüzden çay ocağı her gün ziyaretçi akınına uğruyor. Öğretmenler odasından daha çok rağbet görüyor onu küçük masasının etrafı. Ya Ayşegül, ya ben, ya Hasan ya Alper dışarda kalıyoruz. Derya hoca ile Ayten Hoca oturacak yer mutlaka buluyorlar ne hikmetse. Geçen gün Bakırköy de bir kafede tek başıma oturuyorum. Sevimli bir yer. Görünce ilgimi çekti. Kitap okuyup çayımı yudumluyordum. Garsonun teki hemen yan masada oturan bir kadının önüne karşı masadan diyerek bir Japon yapıştırıcı bıraktı. Kadın hiç şaşırmamış, Japon uhusunun kimden geldiğini de merak etmemişti. Önceden sipariş etmiş gibi uhuya bakıp kahvesini yudumladı. Meraklanmıştım. Gözlerim bir süre Japon yapıştırıcıyı kadına gönderen kişiyi aradı. Kafe de çekik gözlü birileri var mı diye mantıksızca içeriye göz gezdirdim. Kadın kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra kafeden hızla çıktı. Japon yapıştırıcıyı çantasına atmayı da ihmal etmemişti. Ben gizemi çözmek için kadının peşinden gitmek yerine içeride kaldım. Bir süre sonra başka bir garson başka bir adama karşı masadan diyerek bir Japon yapıştırıcı bıraktı. En son dayanamayıp üçüncü bir garsona sordum: Neden müşterilere karşı masadan diyerek Japon yapıştırıcısı bırakıyorlar? Garson gülümseyerek cebinden Japon yapıştırıcısı çıkardı. Buyrun bu da sizin. Üstelemedim. Aradığım cevabı vermeyecek gibiydi. Müşterilerden birisinin yanına yaklaşıp sordum. Hanımefendi nedir bu Japon yapıştırıcısı? Kimseden cevap alamadım, doğrusu çok da merak ettim. Kadın gülümseyerek ilk kez geliyorsunuz buraya galiba dedi ve ekledi: Bu kafede her gün müşterilere karşı masadan denerek alaksız küçük hediyeler verilir, başta garip sonradan güzel oluyor. Yaz Özel sayısında görüşmek üzere.

HARUN YAZICILAR A SORDUK. 1- Bize kendinizden kısaca bahseder misiniz? - 1966 Rize doğumluyum ilk orta ve lise eğitimimi Rize de aldım.(ticaret lisesi mezunuyum). Ankara Gazi Üniversitesi Ticaret Turizm Eğitim bölümü mezunuyum. Hayalimdeki meslek hep pilot olmaktı. Ama öğretmen oldum İşimi seviyorum. 2-Lise aşkınız var mıydı? -Her genç gibi bende aşık olmuştum ama korkumdan bir türlü ona açılamamıştım. 3-Eşinizle evlilik hikâyenizi anlatır mısınız? -Eşimi ailem tanıştırdı, ona ilk görüşte aşık oldum ve evlilik teklifi ettim. 4- Nasıl bir baba olduğunuzu düşünüyorsunuz? Bu soruyu çocuklara sormak lazım, ama kendimi iyi bir baba olarak görüyorum 5-Kızlarınızın erkek arkadaşı olmasını nasıl karşılarsınız? -kızlarımı kimseyle paylaşamam 6-Sınıfta kaldığınız doğrumu, neden? -Evet öğretmenimize kaba davranışlarda bulunduğumuz için böyle bir cezamızı çektik. 7-Ailenizden bahseder misiniz? -2 anne 10 öz kardeşiz, özel bir aile değil, bildik yurdum insanıyız. 8-Hayallerinize ulaşabildiniz mi? -Hayallerimin ucu hep açık olmuştur. Bu yüzden hiçbir zaman tam anlamıyla ulaştım diyemem. Hayallerimin ucu hep açık olmuştur. Bu yüzden hiçbir zaman tam anlamıyla ulaştım diyemem. 9-Hangi yemeği en çok seviyorsunuz, sizce anneniz mi yoksa eşiniz mi mutfakta iyidir? -Kuru fasulyeyi severim. Ben 2 yaşımdayken annem vefat etmiş. Onu hiç tanımadım, bilmiyorum ama eşim dünyanın 8. harikasıdır. 10-Nasıl karakterli insanlardan hoşlanırsınız? -Saygılı girişken, kötü de olsa doğruyu söyleyen, içi dışı bir insanlardan hoşlanırım. 11-Nasıl karakterli insanlardan hoşlanmazsınız? -Dili kalbinde olmayan insanlardan hoşlanmam 12-Pişmanlığınız oldu mu hiç? Çok özel bir pişmanlığım yok 13-Bırakamadığınız bir huyunuz var mı? Bazen çabuk sinirlenip insanları kırdığım oluyor. Sonra ben de üzülüyorum. Bu huyumu bırakamadım. 14-Kabullenemeyeceğiniz bir şey var mı? -Namussuzluk 15-Sigaraya ne zaman başladınız? -Sigaraya üniversite yıllarında başladım 16-Gençken bir tarzınız var mıydı? -Hayır, ama ben hep Suavi dinlerdim Teşekkür ederiz. - Ben Teşekkür ederim. MARJİNAL EKİBİ

BEGÜM LE YERLEŞİK HAYAT -KEDİLER- Benim kedi sevgimi bilmeyen kaldı mı yahu? Sevilmeyecek gibi değiller zaten hınzırlar. Böyle 5.-6. Sınıfa gittiğim dönemlerde besliyorduk, sonra abim onu taşınıyoruz diye başkasına vermişti. Az ağlamadım arkasından Benden önce yatağıma girip ısıtıyordu, yüzümü yalıyordu. Çok üşüyen biri olarak en sevdiğim kısım da buydu. Kediler iyi, tatlı hayvanlardır ya. Pek fazla üstlerine varmayın nankörler diye. O kadar kusur kadı kızında da olur. -KEDİ DEMİŞKEN ;- Evren hocanın köpeğini bilmeyen kaldı mı asıl? Pascal. O ne tatlı bir varlık öyle. Güzelliğini Macaristan Güzellik Şampiyonu olan anne ve babasından aldığı aşikar. Videosunu izlemiştim, bir baktım ertesi günü okulda. Şapşal şapşal uyuyor, etrafındaki ilgiden habersiz. Bir anda okulun maskotu oldu. Ama umrunda mıydı bu durum, vallahi ben bilemedim açıkcası. Sürekli uyuyor oluşu belki açıklıyordur sonucu. Evren hocanın odasında bulunduğum sıralarda Alper hoca, Elif hoca ve Ersoy hoca da orada köpeği mıncırmakla meşguldüler. Kulak misafiri olduğum kadarıyla Elif hoca kedi sever çıktı. Alper hocamız Golden Retriever besliyor ve Ersoy hocanın bu aralar köpek, bebek gibi minik bir şeyler sevesi varmış. -ERSOY HOCA DEMİŞKEN ;- En kısa zamanda kendi bebeğini mıncıklamasını umut ederek şunları söyleyeceğim; okulumuzun en cool öğretmenlerindendir kanımca. Biz 9.sınıf öğrencisiyken, bir Ersoy hocadır gidiyor üst sınıfların dilinde. O zamanlar daha tanışma fırsatımız olmamıştı tabi. Bizim matematik dersimize Seçil hoca giriyordu. Ersoy hoca böyle arada bir kapıyı çalar, Seçil hocaya bir şey söylemek ya da vermek için sınıfa girerdi. Oracıkta heyecanlanırdık hepimiz. Kızlar arasında bir uğultu olurdu. Ayakkabısı, çorabı, saçı, başı falan filan. Sonraki sene Ersoy hoca matematik derslerimize gelmeye başladı. Giyinişinden yürüyüşüne, tavrından şakalarına hepimizin gönlünü fethetti. İki senedir öğrencelerine her türlü yardımı ve kolaylığı sağlamıştır kendisi. Öğrencisiyle arkadaş gibi olup, öğretmen olduğunu da unutturmayan, aradaki dengeyi kurabilen nadir insanlardan diye düşünüyorum. İyi ki tanımış olduğumu belirtmekle beraber, kendisine yazdığım ilgi ve hayranlık dolu satırları burada noktalıyorum.

- ÇOK MARJİNAL- Bizim bir okul dergimiz çıkıyormuş, benim de bir köşem varmış orada yazacakmışım. İlham gelmesini bekledikçe gelmedi. Bende, bir şeyler karalayayım elbet devamı gelir dedim. Bir de siz şimdi Evren hocanın tatlı, şirin adam tarafını biliyorsunuz. Vallahi ne yalan söyleyeyim ben de o tarafını biliyordum. O görüntüsünün altında sürekli çocuklar ben eylem adamıyım. Önce iş. Diye dolaşan, tez canlı mı desem aceleci mi bilemedim, bir adam var. İşte böyle diye diye başlattı beni yazdırmaya. Havaların garipliğinden söz açmak istiyorum. Bunun aklıma nereden geldiğini soracak olursanız, burnumu çekiyorum da oradan. Tam bu geçiş dönemi, polenler, öğlen sıcak akşam serin derken millet hastalıktan kırılıyor. Okulun yarısı grip. Tüm gün elimde VICKS kutusuyla dolaştım burnum açılsın diye. Hayır, bir de ilginç burnum var spreymiş, VICKS miş bana mısın demiyor. Bir de sizi bilmem ama ben hasta olmadan önce tehdit alıyorum annemden mesela. Sen bir hasta ol ben o zaman soracağım sana. Diye. Yanında hapşurmamaya, burun çekmemeye çabalıyorum. Çünkü en ufak bir şeyde laf hazır İncecik giyin giyin sonra hasta ol. Sakalımız yok ki sözümüz tutulsun. Sonra odaya elinde zencefille balı karıştırıp resmen macun haline getirdiği bir karışımla geliyor ve kavga gürültü onu yedirip, yüzünde zafer kazanmış bir ifadeyle gidiyor. Bende bir tiksinti, yüz ekşimesi Bazen sıcak suyun içine limon, bal ve zencefil (yine zencefil) koyarak yaptığı şifalı çayı(!) getiriyor. Bir de tehdit savuruyor Arada bir karıştır zencefiller dibe çökmesin. Sakın gidip dökeyim deme Begüm anlarsam kafanı kırarım diye. O zencefil yok mu zaten Hasta olduğumuz yetmiyor, işkence çekiyoruz üstüne resmen. Sahi, ben buraya nereden geldim, nasıl gideceğim hiç bilemiyorum. Yani aslında bu metinden çıkaracağımız ders : GÜNEŞE ALDANMAYIN. Bol bol c vitamini VE üzerinize muhakkak bir şeyler alın. Bir sonraki sayıya kadar Hoşçakalın

MEDYATİK SUİKAST PLANI: THE TRUMAN SHOW Evren Kuçlu Bir yönetmen Dead Poets Society i (1989) çekmişse, hep bununla hatırlanmak zorunda kalabilir; bu belayı, elinde bir The Truman Show u olmadan savuşturması oldukça güçtür. Eğer bunu da başarmışsa; o, madalyayı boynuna gocunmadan asacağımız biri demektir. Bu başarının altına 1944 doğumlu, Avustralyalı yönetmen Peter Weir imza attı. Fakat her şeye rağmen bu yazıyı Weir e değil bahsettiğimiz iki muhteşem filminden ikincisine, The Truman Show a, ayırdık ve adadık. Medyanın kanımıza girdiği, kader yerine kendi ağlarını ördüğü bir dünyada, çelik yelek giymenin kimseye faydası yok gözüküyor. Paranoyayı bize bölüştürerek, kendisine duyduğumuz güveni yok eden bu yeryüzü, artık hiçbirimiz için tekin değil. Ultrasonlarla doğduğumuz, uydularla gözetlendiğimiz ve çiplerle sepetleneceğimiz çoktandır konuşuluyor. Mezuniyet resminizi billboardlarda, gerdek gecenizi internet sitesinde, cenazenizi tv de göreceğiniz günler, medya denen örümceğin tırmanışıyla yaklaşıyor. İşte Truman Show, bütün bu saldırıları sinesine çekip fotoğraflaştıran bir medya eleştirisi olarak izlenilmeyi fazlasıyla hak ediyor. Tüm sakinleri figüran olan Seahaven kasabasının besleme aktörü Truman Burbank (Jim Carrey) bir medya şirketinin evlat edindiği, doğumundan itibaren kendisine tesis edilen küvez lerde solumak zorunda kalan ve en önemlisi Truman Show un, kendisine biçilen rolden habersiz başrol oyuncusudur. Seahaven kasabası onun görebildiği tek dünyadır. Bu Stüdyo kasaba onun daha ileri gitmesini engelleyecek duvar ve insanlarla donatılmış, Truman Show un yönetmeni Christof un talimatları doğrultusunda Truman Burbank ın kaderinin oynandığı bir sete dönüştürülmüştür. Bu set, Truman ın hayatından çıkarak tekrar aynı yere dönen bir 24 saatin öyküsüdür. Tüm dünyanın izlediği bir şov programı olan Truman Show dan habersiz tek kişi olan Truman Burbank için engeller o daha küçükken konulmaya başlanır. Seahaven in ötesindeki dünyaları merak etmesin diye ona tuzaklar kurulur. Denize babasıyla çıktığı gezintide babasının dümenden boğulması, hoşlandığı kızın yerine, yönetmenin karar verdiği birisiyle evlenmek zorunda kalması vs. Kader konusuna, Seahaven kasabasına kurulmuş, yaklaşık 5000 kamerayla (Christof un verdiği sayı bu) eğilen film, bir kula kulluk eleştirisi olarak da rahatlıkla düşünülebilir. Genelde kendini dünyanın merkezi sayanların kapıldığı ve filmi izledikten sonra Truman Show Sendromu olarak etiketleyebileceğimiz bu duygu yalan dünya gibi arabesk bir temadan varoluşa kadar giden uzunca bir yolu kısa sürede katediyor. Her şeyin sanalına sahip Truman ın hayatı, hiçbir şeyin sahicisini istemeyen seyircilere ulaştırıldığında işlem tamamlanmış oluyor. Truman, herkesin oynadığı oyundan habersiz otuzuna merdiven dayarken herkes buna seve seve seyirci kalıyor. 24 saati kameralarla didiklenen Truman ın bu sanal yazgısına karşı çıkma girişimleri ancak kasabaya aşk adımını atınca başlıyor. Truman ı bu yalan dünyasından koparacak ilk haber ve teklif, yönetmenin Meryl (Truman ın karısı) takası yüzünden Truman la kavuşmalarına engel olduğu aşkı Sylvia dan gelir. Sylvia ona, dönen dolapları anlatır. O sırada bir araba yanlarına yaklaşarak Sylvia yı alıp götürür. Yönetmenin kararı dışına çıkarak oyunbozan yaftası yiyen Sylvia ya bu olaydan sonra stüdyonun kapıları bir daha hiç açılmamak üzere kapanır. Sylvia nın uyarısından sonra çevresindeki düzenden şüphelenmeye başlayan Truman, küçükken korkutulduğu denize açılmayı başararak, kapatıldığı akvaryumu kıracak bir yol aramaya başlar ve bulur. Onu doğumundan bu yana sabitleyen kameraları ve kendisini izleyen milyonlarca insanı atlatarak yapar bunu. Bu yol, onu sürekli gitme hayali kurduğu Fiji ye değilse de dünyaya açılan bir merdivene götürür. Küçük teknesi denizde ilerlerken deniz ve gök rengine boyanmış stüdyo duvarına çarpınca bu trajikomik öykünün fotoğrafı çekilir adeta. Kamera karşısında, onun çalınan hayatıyla ilgilenmeyen seyirciler, bu çalınmış hayatın film kısmına bağlılıklarını son ana kadar gösterirler. Truman ın kafesten kurtuluşunu kurmaca bir filmi izler gibi izlerler. Biri bizi gözetliyor dünyalarının numunesi sayılacak olan The Truman Show, medyaya getirdiği eleştiri, insan hayatına konan ellere verdiği tepkiyle seyircisinin kültü olmayı sonuna kadar hak ediyor. Twilight Zone (Alacakaranlık Kuşağı) dizisinin bir bölümünden esinlenilerek senaryolaştırılan, Ed TV gibi kötü taklitleri yapılan The Truman Show, Jim Carrey in En iyi Erkek Oyuncu dalında Altın küre ödülü aldığı ve güldürmeden de iyisini yapabildiğini hem kendisine hem izleyicilere kanıtladığı bir film olması açısından da oldukça ikna edici. Öte yandan Ed Harris in Apollo 13 teki direktif veren adam rolündeki başarısına yakın bir başarı sergilediği ve yan oyuncuların senaryoya hizmette pek kusur etmedikleri sıkı bir fikir olarak arşivlenmesi gerekiyor.

KÖTÜ GİDİŞATA DUR DEMEK İSTEYEN OKUL TAKIMIMIZ YENİLGİYE DOYMUYOR Hazırlık maçlarında aldığı 7-1 ve 9-1 lik farklı yenilgiler sonrası bunalımlı günler yaşayan okul takımımız kadrosundaki yeteneklere rağmen başarısızlıkta tavan yapmış durumda. Teknik direktörlüğe Evren Kuçlu nun getirilmesinin ardından farklı yenilgiler almaya devam eden okul takımının her şeye rağmen ilçede düzenlenecek müsabakalara katılma kararı alması okul idaresini kara kara düşündürüyor. Okul Müdür Başyardımcısı Yusuf Çakmak ın futbol takımı hakkındaki gelişmeleri endişeyle takip ettiği, kulağımıza çalınan dedi kodular arasında. İlerleyen günlerin neler getirerceğini hep birlikte göreceğiz. SÜPER YETENEK Okulumuz futbol takımı kadrosuna sonradan katılan Emre Yılmazer, 1998 Beyoğlu doğumlu. Okmeydanı Fethispor da oynuyor. Ticaret 10/A sınıfından. Gerçek bir yetenek. Saha içerisinde herkesten daha çok koşuyor. T op tekniği harika. Öğretmenleri tarafından da oldukça sevilen Emre nin saha içerisinde diğer takım arkadaşları tarafından çok sevildiği de Ahmet Hoca - Emre Yılmazer

MAHŞERİN DÖRT TATLISI Merhaba Marjinal Gençlik! Biz iki kafadar, Tuğba hoca ve Sait hocayla toplumsal mesaj veren bir söyleşi yaptık. Ama suç biz de değil. Tamamen Evren hocanın işgüzarlığı. Çünkü bize bu derginin bir çeşit magazin dergisi olduğunu söylemedi. Biz magazin dergisi olduğunu öğrendikten sonra da iş işten geçmişti. Adama sormazlar mı çıkardığınız derginin konseptini nasıl bilmezsiniz diye. Neyse, amatörlüğümüze verip öyle okuyun. Yıllar yılı edebiyatçılara, sanatçılara ilham veren, trafiğin durduğu, bazı sokakları medeniyetin bazı sokakları da Apaçilerin beşiği olan, ünlü sanatçı ve düşünür Serdar Ortaç ın bu manzara öküze bile ilham verir dediği İstanbul hakkında konuşalım dedik. Aklımıza da tabii ki İstanbul un lanet olası trafiği geldi. Başka ne gelebilir ki! Tuğba Türk: Eskiden İstanbul trafiği böyle değildi. Biz sizin yaşlarınızdayken arkadaşlarımızla gezmeye gittiğimizde belli saatlere dikkat ediyorduk. Öğle tatilinde, akşam iş çıkışı yoğundur diye saatlerimizi buna göre ayarlıyorduk. Ama şu an İstanbul da kendini iş çıkışına göre de ayarlayamıyorsun. Çünkü her saat yoğun bir trafik var ve çok bunaltıcı bir seviyeye geldi. Bu yüzden evden çıkmadığım zamanlar oluyor. Ayşe Çakır: İstanbul da yaşamak ve okuma hayali olan birçok insan var sizin de böyle bir hayaliniz var mıydı? T.T.: Zaten İstanbul da doğup büyüdüm. Sadece eğitim sebebiyle bir süre Ankara da yaşadım. Ankara ya ilk gittiğim zamanlarda İstanbul a çok özlem duyuyordum. İstanbul o kadar güzel bir şehir ki kafanızı dinlemek istediğinizde kendinize kuytu bir köşe bulup denize bakarak kendinizi rahatlatabiliyorsunuz. Ankara da deniz olmadığından hep bunun eksikliğini hissettim. Şimdi İstanbul dayım, deniz de var ama denizden büyük eksiklerim var. Doğrusu artık İstanbul ya da başka şehir çok da bir şey ifade etmiyor. Biliyorum ki şehir sadece kendi evimiz. Mehmet Sait Çakar: Benim için de İstanbul hayal ederek isteyerek geldiğim, edebiyata dair bir şeyler bulabileceğimi düşündüğü bir şehirdi. Ancak edebiyat ortamlarında bir yapmacıklık olduğunu gördüm. O yüzden edebiyatla - gerçekten edebiyatla- ilgilenmek isteyen kişinin edebi ortamlardan uzak durması gerektiğini düşünüyorum. Son zamanlarda ben de İstanbul dan uzaklaşmak istiyorum. Mesela Karadeniz de bir okul olsa... Okula yürüyerek gitmek istiyorum, temiz su içmek istiyorum, pazardan pırasa ıspanak köy sebzeleri almak istiyorum. Trafiğe gelince; motosiklet kullanmama rağmen ben bile trafikten çok rahatsızım. E.B.Y: İstanbul da sadece trafik, yol konusunda değil yeşil alan konusunda da eksiklik yaşıyoruz. M.S.Ç: Tabii. Dünya nın ısınmasına, atmosferin delinmesine neden olan 90 tane büyük şirketmiş. Hiç birimiz kendi hakkımız olan Dünya yı koruma hususunda dişe dokunur bir şeyler yapmıyoruz. Sonuç olarak işlerin buraya gelmesi gayet normal. A.Ç: İstanbul da nefes alabileceğimiz bir yer kalmadı. T.T: Evet. Nefes alabilecek bir yeri geçtim, pencereyi açtığımızda karşımızdaki apartmanda yaşayan insanlarla karşı karşıya geliyoruz. Gerçekten can sıkıcı bir durum. Bunun önüne geçilebilirdi ancak bir taraftan kentsel dönüşüm konuşulurken diğer taraftan yeni yapılan binaların estetikten ve düzenden yoksun olmasını anlayamıyorum. Herhalde yeni yapılan binalar da 50 yıl sonra filan kentsel dönüşüme tabi tutulacak. Ayrıca kalabalığın bir şehri yaşanmaz kılan en önemli sebep olduğunu düşünmüyorum. Örneğin Londra. Orası da metropol. Ancak o kadar düzenli ki şehir estetiğinden asla ödün vermiyorlar. Evleri az katlı ve müthiş bir metro ağları var. Şehirdeki kalabalığı yerin altına taşımışlar. Şehir o kadar sessiz ki biz gitsek boşluğa düşeriz emin olun.

M.S.Ç.: Şehrin problemlerini güzel konuştuk da. Kalabalık şehir insanı nasıl etkiliyor? Mesela bakıyorsunuz küçük şehirlerde herkes birbirini tanır. Şimdi bu tanınırlığın kötü yanları da var. Hatta çok fazla kötü yanı var. Ne yapsan herkesin gözü önündesin. İyi yönleri de var elbette. Herkesi tanıyor olmanın oluşturduğu bir güvenlik çemberi de oluşuyor mesela. T.T.: Ben iç içe olmak mı daha iyi yoksa mesafeli olmak mı iyi emin değilim. Bazen gerçekten içli dışlı olmamak gerektiğine inanıyorum. Çünkü çok problemler yaşanıyor bu konuda. İnsanlar kendilerinde her şeye karışma hakkı buluyorlar. Belki gerçekten bizi bir birey olarak görmüyorlar. İnsanların bu konuda bir çizgileri olmalı. Mesela komşum bana bir yere giderken nereye gidiyorsun diye sorma hakkı buluyor kendinde. Bu hakkı onlara kim veriyor? Sapla samanı birbirine karıştırıyoruz. M.S.Ç.: Siz gençler size öğüt verilmesinden hoşlanmazsınız değil mi? E.B.Y.: Ben aslında hoşlanmam diyemem. Sonuçta o da bana bir yön gösterebilir. A.Ç: Aslında kişisine göre. Herkesinkini dikkate alamazsın. M.S.Ç.: Sizin şikayetçi olduğunuz insan ilişkileri nasıl? A.Ç.:İnsanların kendilerini abartarak abartmalarından hoşlanmam. T.T.: Çağımızda böyle. Kadınlar zaten bir obje. Güzel olmak zorundalar. Çünkü güzelliğin çok önemli olduğuna dair yoğun bir psikolojik baskı altındalar. Reklamlar, billboardlar vs. Mesela reklamda Adriana Lima bir kot giyiyor. Biz zannediyoruz ki o kotu giydiğimizde Adriana Lima olacağız. Aslında olmayacağız A.Ç.: İnsanlar dışlarını süsledikçe, içleri boşalıyor. T.T.: Eminim kendini yetiştirmiş güzel kadınlar kendini yetiştirmiş kadınlara oranla iş bulma konusunda daha şanslı. Erkeklerde yakışıklılığın bir kıstas olduğunu olduğunu düşünmüyorum. E.B.Y.: İnsanları dış görünüşüne göre yargılamak yanlış. T.T.: Dış görünüşüyle övünen insanlara illet oluyorum. Yani sonuçta güzellik senin başarın değil. İnsanlar belli fiziksel özelliklerle doğuyorlar. Sen nasıl övünebilirsin ki güzelim diye. Bunu sen kazanmadın, böyleydi. Bu bana çok çirkin bir davranış olarak geliyor. M.S.Ç.: Gücü yeten yetene. Güç merkezli toplum yerine halk merkezli, adalet merkezli bir toplum olmalı. T.T.: İnsanlarda korktukları kişiye karşı saygı duyuyorlar öte yandan. Saygı demeyelim de belki de işlerini kolaylaştırıyorlar. M.S.Ç.: Geçen gün dedim ki öğrencilere okullar da kaldırılacakmış. Yaşasın falan dediler. Sizce okulu sevmemeleri neyden kaynaklanıyor? E.B.Y.: Valla ben hiç anlamıyorum. Ben seviyorum çünkü. Aslında okuldan çok, arkadaşlarımı seviyorum galiba. Aslında her şey öğretmende ve arkadaşta bitiyor. Eğer beni okula bağlayan bir şey yoksa ben zaten sevmem okulu. A.Ç.: Bence de. Bir şehri sevdiren bile içindeki insanlardır. Mesela bir gün tatil ediyorlar okulu millet çıldırıyor falan. Olsa da olur olmasa da.. Sonuçta okula gelip bir şeyler öğrenmemiz gerekiyor.

FİLİZ İN DURAĞI OKUL YOLU Saat çaldı mı? Duymadım mı, yoksa! Eyvah, fırla yataktan! Bir an önce hazırlanıp yola çıkmalı Yoksa geç mi kaldım? Hemen hazırlanıp, asansörün önünde alıyorum soluğu. Bu asansör çağırınca niye hemen gelmez? Hızlı hızlı yürü durağa doğru. Şu giden, benim otobüsüm mü? Eyvah beni görmedi. Ona binemezsem okula yetişemem. Ardından koşsam yetişir miyim? Koş, koş, koş,koş.otobüs köşeyi dönüyor, koş,koş, koş Koşmak Tuh be, yetişecektim, ayağım kapanıp yere kapaklanmasaydım! Yok hala, yataktayım. Bilmem kaçıncı kez gördüğüm okula geç kalma kâbuslarından biri. Fakat her defasında bu kâbusu gerçekçi görmeyi başarıyorum. Tebrikler! Saat kaç? Daha üç. Kalkmama iki saat, yirmi dakika var, yeniden uykuya dalmalı. Uyku nerde? Dağa kaçtı, dağ nerde suya düştü. Uyku nerde? Saatte gizli, saat nerde? Uyku nerde? Uyku. Zaaaaaaaaaaaaarr! Saatin sesi... Amma da sesli bir saat almışız, bari komşular uyanmasa. Kalk bakalım yataktan, yoksa kâbus gerçek olacak. Bismillah demeli evvela Bir bardak ballı süt, akşamdan hazırlanmış kıyafetler, saçlar, dişler, kremler Hazırım. Altıya beş var. Tam zamanında hazırlandım. Düş yola, otobüs kaçacak. Kâbus gerçek olacak. Durağın olduğu var sayılan yerde herkes sıralanmış duruyor, henüz otobüs gelmemiş. Günaydın! ( Sabah erken kalkmayı başarmış, gözleri mahmur insanlar, günaydın!) parantez içindeki tabiî ki aklımdan geçenler. Ama durak olmayan durakta sabah herkes sıraya geçer ve herkes bir öncekine selam verir. Soğuk ve birbirine saygılı Ispartakule insanı Aslında buranın insanı mı? Herkes şehrin bir yerinden türlü sebeplerle gelmiş, yerleşmiş buraya. Herkes uyum sağlama çabasında. Henüz şehir uyanmadan başlıyor, burada yaşam. Neyse sosyolojik değerlendirmeyi uzmanına bırakalım. Herkeste işe yetişme çabası. Okula gitmeye çalışan da var, büyük kısmı servisle gidiyor çocukların. Henüz onların kalkma saati gelmemiş besbelli. Ama şu karşı durakta bekleyen kız hep otobüsle gidiyordu, yok ortalıkta. Geç mi kaldı? Şimdi otobüsü gelecek. Evet, kapıda göründü otobüs de göründü. Koş kız, koş! Otobüsü kaçıracaksın. Tam zamanında yetişti, tüylü montlu kız. Benim otobüsüm nerde kaldı? 06.05 gelmesi gerekir, evet geliyor. Günaydın! (Uykusundan kalkıp zamanında gelmeyi başaran İETT şoförü) Her zamanki yerimi alıyorum, tekli koltuk. Meşhur siyah çantadan kitabımı çıkarıyorum. Bakalım bu sefer gözlerim kapanmadan kaç sayfa okuyacağım. Birinci sayfa, ikinci sayfa, üçüncü sayfa. Duraklar, yollar, yolcular Otobüse binen yorgun uykusuz yüzler, arabalar Yollar, yolcular, yollaaar, yolculaaar Elimdeki kitap, kaçıncı sayfa, kaçıncı durak, kaçıncı otobüs, kaç araba geçtik Otobüs hızlı girmeseydi şu yola, daha ne kadar durak, yol, yolcu sayacaktım. Allah tan her gözüm kapandığımda elimdeki kitabı düşürmeden tutabiliyorum. Nereye geldik? Heeh az kaldı! Birazdan ineceğim, aman gözün kapanmasın! Kitabı çantana yerleştir, şöyle toplan, hanım hanım otur. Etrafa bak bakalım, az önce gözlerinin nasıl daldığını, kafanın nasıl düşüp uyandığını gören var mı? Neyse herkesin gözleri kapalı, kimse oralı değil. Durağa geldik, otobüsten inelim. Sandviç alayım bari şu dükkândan. Evde yapıp getirmiyorsun şu sandviçleri. Yarın yapayım, akşamdan çantama atayım bari. Okul kapısına ulaştık sonunda, tamam zamanında. - Günaydın, hocam! - Günaydın oğlum! - Bizim sınavlarımızı okudunuz mu? - Ne sınavı oğlum, siz daha sınav olmadınız ki! - Hee, doğru ya, siz bizim derse girmiyordunuz! - Saçmalama oğlum, tabiî ki de dersinize ben giriyorum. Sınavınızı haftaya yapacağım. - Hee! Doğru ya! Ah şaşkın çocuk! Öğretmenler odası Mantonu as, evde çalıştığın ders notlarını çıkar. Bugün hangi sınıflara dersim vardı? En son dersim.. sınıfına, geçen hafta çok yaramazlık yapıp dersi kaynatmak istemişlerdi. Bu hafta izin vermeyeceğim. Haftaya sınavları var, konu yetiştirmem lazım. - Ben kimim?

- Ayşeee! - Evet, bildiniz. - Kızım kaç kez dedim, arkadan gelip gözlerimi kapama diye. - Tamam, tamam bir daha yapmam söz, ama bir kez sarılayım. - İyi peki o zaman. - Bugün sınavımız kaçıncı saat, hangi ders? - Sait Hoca gelsin, karar vereceğiz daha belli değil. - En son saat olsun, ders çalışalım. - Ayşe, hocaya en son saat deme, sınavı olalım bitsin. - Merve sen çalıştın tabii. - Sen çalışmadın mı, Ayşe? - Çalıştım, Merve; ama çalışmayanlar var! - Sınav kaçıncı saatmiş? - Erva biz de hocaya onu soruyorduk. - Hocaaaam, sınavı bugün olmasak ertelesek, ben çalışmadım. - Olmaz Cemre, ortak sınav. Hadi kızlar sınıfa, Sait hoca gelsin öğrenirsiniz sınav saatini. - Şimdi kesin sınav mıyız? - Eveeeet, Cemre! Hadi sınıfa Nerde kalmıştık, hee bugün hangi dersler var bakalım. Sait hoca gelse de sınav saatine karar versek. Ders zili çalacak şimdi. - Günaydın, hocam! - Günaydın, hocam! Günaydın, günaydın, günaydın hocalarım. Ders saati geldi çattı. Sonrası - Dur! - Sus! - Yerinden kalkma! - Ödevini yaptın mı? - Kitabın nerde? - Neden konuşuyorsun? - Dersi dinle! - Beni dinle! - Az önce arkadaşın sordu! - Söyledim biraz önce! - Sınavı dün oldun kızım, daha okumadım kâğıtlarınızı? - Tamam bakarım kağıdına! - Nerde okul forman? - Önüne dön! - Doğru konuş, ne ayıp söylediğin. - Defterini aç! - Nerdeydin, derse geç kaldın? - Sınava girmek için raporun var mı? - Hadi derse geçelim artık! - Özgüüüüüüüüüüür, yerine otur! Son derse geldik, çok şükür. Ayaklarım nerde ayaklarım? Varlıklarını ağrı olarak hissettiren, ayaklarım. Boğazım acıyor, sesim kısılacak. Yarın daha sessiz konuşacağım. - Hadi iyi günler herkese! - Dükkânı kapattın mı? - Evet, bitti dersim Nora Hocam! - İyi günler! - Size de iyi günler, kıymetli hocalarım. Nerde benim otobüsüm? Gelsin bakalım eve gideyim. Kitabımızı açalım, nerde kalmıştık. Evim evim canım evim! Yatağım, rahat güzel yatağım, uyku dolu, yatağım. Okul yolu düz gider neydi bunun gerisi, unuttum, şimdi, görüyor musun?

TURİSTİK GEZİLERİMİZ Okulumuz bugüne kadar tarihinde görülmemiş büyüklükte bir gezi düzenliyor. 80 öğrenci ve 4 öğretmenin katılacağı tarihi Ürgüp - Göreme gezisi için öğrencilerden büyük talep var. Okul müdürümüz Harun Yazıcı, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni Eda Şener, Coğrafya öğretmenimiz Derya Gençtürk ve Matematik öğretmenimiz Alper Aydın ın sonsuz katkılarıyla organize edilen gezinin tarihi ise 9-13 Mayıs. Okul gezimize öncülük eden efsane isimlerin Ürgüp - Göreme ezisine çok başka bir hava katacakları kesin. Ürgüp e gidip Göreme den geldik dememeniz için tüm önlemleri aldılar. İki aydır bu geziye nasıl çıkılabilir onu masaya yatırdılar. Bu ekip dışında başka kişiler olaya el atsaydı gezi masada kalablirdi. Neyse ki korkulan olmadı ve bu yaratıcı ve pozitif ekibin çabalarıyla iki gece üç ün sürecek eğlence dolu bir macera öğrenci arkadaşlarmızı bekliyor. Öğrencilerimizin Facebook sayfalarını hareketli ünler bekliyor. Paylaşılan fotoğrafları beğenerek gezilerinin daha üzel eçmesine katkıda bulunabiliriz:)

ÇEPE -ÇEVRE Doğa İçin Çal dan sonra en ciddiye aldığımız çalışmayı yürüyüyor Alper Hoca. Okulumuz Not Defteri dizisinin setine dönüşünce kartondan bir panelle okulun ön bahçesi birdenbire arka bahçeye dönüşmüştü. Alper Hoca bu durumu can sıkıcı buluyordu bir süredir. O kadar verimli bir alan dizi süresince işlevsiz kalacak diye endişe ediyordu. Dizinin tutması halinde uzun yıllarbu yeni arka bahçe yalnızlığa terk edilebilirdi. Ancak o, buna razı olmadı. Gidip bir yığın bostan bitkisi alarak toprağa bir sürü sebze ekti. Bizce çok anlamlı bir girişim. Ancak aklımıza tek bir konu takılıyor. Bu saklı bahçe bir şekilde dizinin kadrajına girerse, ekilmiş onca soğan ve patates seyirciye nasıl açıklanacak. Aydın abi ve öğrencilerimiz çalışırken Alper Hoca doğru kazıyorlar mı acaba bakışı atıyor Aydın abi, Alper Hoca nın nereye kaybolduğunu anlamaya çalışırken...

Okul müdürümüz Harun bey okulumuzu Küçük Karadeniz yaparak Memleket hasretini gidermeye kararlı. Genç çevreciler dersten kaytarmanın sevinci içerisinde iştahla çalışıyorlar. Davetsiz misafirler okulumuzu Not Defteri dizisi için ziyaret etmişlerdi. Onları bulmuşken çalıştırmayı ihmal etmedik. Ropörtaj işini de ayak üstü bir sohbetle geçiştirdik.

SAİT E AİT ŞEYLER Beş-altı yıl önce yaz tatilinde Maraş a gittiğimde anam gene evlilik konusunu açtı. Oğlum artık evlen, neden evlenmiyorsun dedi. Vallahi neden evlenmediğimi tam olarak bilmiyordum. İletişim kurduğum ya da birilerinin aracılığıyla evliliğe yönelik görüştüğüm kızlar oluyordu ama sonuca ulaşmak imkansız gibi bir şeydi. Kızlar başlangıçta çok iyi oluyorlardı. Kızların iyiliği ya da kötülüğü, benim için sadece anlayışlı olup olmamalarıyla ilgili bir şeydi. İletişim sürecinde her kız girişte anlayışlı ama gelişmede yırtıcı oluyordu ve sonuçta ben kaçmaya başlıyordum. Psikolojik şiddet. Kadınların ikinci silahları budur. Bendeki kayıtsızlığı görünce anacığım ağlamaya başladı. Artık tecrübe edinmiştim: Ağlamaya başladıklarında kadınlardan en ağır lafları işitmeye hazır bir erkek moduna geçtim. Anam da olsa, bacılarım da olsa, öğrencilerim de olsa bu böyleydi. Ağlamak, senden gelebilecek tepki ihtimallerini boşa çıkarmak demekti bir kadın için. Böylece anam, çok ağır olacağını düşündüğü ve bu yüzden ağlayarak söylediği şu sözü ortaya attı: Mahallenin kadınları, oğlun Sait niye evlenmiyor, yoksa hadım mı? diyorlar oğlum, yeter benim yüzümü kara çıkarma. dedi ve bir hıçkırıkla ağlamasının şiddetini artırdı. Ya ne derse desinler ana. Amaaan sen de, onların lafına mı bakıyorsun anacığım? dedim. Ben hiç kızmayıp, hiç hayret etmeyip bunu söyleyince anam da rahat bir nefes aldı, burnunun iki yanındaki gözyaşlarını tülbendiyle kuruladı, e ne olucu böyle oğlum? dedi. O zamanlar Şahin marka beyaz bir arabam vardı. Maraş ta Çocuk Bahçesi, Batıpark, Pınarbaşı gibi açık hava çay bahçelerinin olduğu yerlerde ikindi vaktine kadar kitap-gazete okuyordum, disiplinsizce bir şeyler karalamaya çalışıyordum. Bazı günler akşama doğru arkadaşlarla Kılavuzlu daki Ceyhan ırmağına yüzmeye gidiyorduk. Her zamanki gibi hayatımdan ve kendimden memnundum. Anamın söyledikleri beni üzmedi ama öylesine ağlaması benim canımı sıktı. Evden çıkıp arabama atladım ve güneydeki Adana yoluna gazlayıp şehirden çıktım. Hayatımın ilk su kenarı olan Kumaşır gölü kıyısında arabamın motorunu susturdum. Dar asfalt yoldan tepeleri yüklerle dolu köy minibüsleri gidip geliyorlardı. Çocukluğumuzun önemli mekanlarından biri de bu göl kıyısıydı. Çok çok eskiden, ben daha dört ya da beş yaşımdayken babamın bizi belediye otobüsüyle buraya getirdiğini hatırlıyordum. Otobüste babamın kucağına kusmuştum. Burada kara kara su kaplumbağaları olurdu, şimdi yoktular. Gölün kıyısındaki şu kaynakta yüzerdim, kocaman görünürdü, Allah ım meğer ne kadar küçük bir kaynakmış. Yamaçta arabamı bıraktığım asfalt yoldan göl kıyısına inerken bir sulama kanalını zar zor geçerdik. Su yılanları ve su tosbağaları akardı o kara sudan. Babamın ortadan kayboluşlarıyla süren başka şehirlerdeki tırpancılık aylarından sonra, bayramlarda gelirdik buraya. Boyununa asılı koyu kahverengi kılıfta Kuran-ı Kerim ve Risale-i Nur külliyatından kırmızı ciltli bir kitap taşırdı babam. Kafasını sallayarak Kuran okur, hepimizi etrafında toplayıp dinletir, sonra sırayla esans kokulu mushafı öptürüdü bize. Bayram şekerleri olurdu anamın ekmek çantasında. Göle başka erkekler gelirse babam erkek güvercin olur, anamı mütemadi bir tarassutla göz hapsinde tutardı. Anam kıyıda yün yıkayan kadınlarla konuşacak, hele bir de gülüşecek olsa o erkeklere sesini duyurmak mı istiyorsun? diye höykürürdü paranoyak babam. Kimseler yoksa anama hava atmak için karşı kıyıya, sazlıkların arsızca boy verdiği, yaban ördeklerinin, kaplumbağaların ve su yılanlarının yumurtlayıp üredikleri bataklığa kadar yüzerdi. Anam hayatında hiç sevemediği babam için çok kaygılanmış gibi görünürdü. Gelenek hem anamın hem de babamın hayatını karartmıştı.

Gölün yukarısındaki tepede sahabelerden Yemenli Malik b. Eşter in mezarı olduğu söylenen bir mezar vardı. Nurculuğu radikal bir şekilde tekfir edip de mealci olduğum zamanlar araştırmıştım; Malik el-eşter, Hz. Ali nin Sıffîn deki komutanlarından biriydi ve muhtemelen Mezopotamya ve Kilikya arası bu bölgeye ayak basmamıştı. Hz. Osman ın evinin kuşatılıp öldürülmesi olayına karışanlardan biriydi. Hz. Ali hükümetinde önemli görevler almış, Mısır a giderken yolda gizli düşmanlarınca zehirlenmişti. Maraşlılar Malik Ejder diyorlar, çocuklarına Ökkeş adının yanı sıra Ejder adını da koyuyorlardı. 10-12 yaşlarımızda bu göle yüzmeye geldiğimizde o tepeye çıkar, Malik Ejder türbesine zenginler para bırakmış mı diye bakardık. Çevredeki mezar taşlarına küçük dilek taşları yapıştıran kadınlar dua ederlerdi. Çok güçlü rüzgar olurdu Malik Ejder tepesinde. Para bulamadığımızda bu ürküntülü tepeden hemen göle inerdik. Gölün dibinde kocaman bir kazan vardı. Ara sıra bu kazan açılıp, çeşitli mahallelerden bazı günahkar Maraşlıları yutardı. Sani abimin arkadaşı olan Kara Yaşar ın kısacık boylu, kır saçlı babası bu gölde boğulmuştu. Günahı boynuna, suya girmeden önce şişe şişe bira devirdiğini anlatmışlardı. Zaten bütün güzel yerler gibi bu gölün kıyısı da içki şişeleriyle doluydu. Bu şişeleri poşet poşet toplayıp satmaya götüren çocuklar olurdu. Bir keresinde bu gölden dönerken Hanifi nin bileti yoktu, Maraş a kadar yürüdük. Yolda tufan gibi bir yağmur fışkırdı gökten. Kenarda döşenmeyi bekleyen üst üste yığılı beton su borularının içine girmiştik. Bir keresinde bu gölde birinden dayak yemiştim. Bir keresinde bu gölde Hüseyin az daha boğuluyordu. Bir keresinde bu göle geldiğimizde gölün ortasındaki küçük kaya adalardan birinde desenli kocaman bir su yılanının kıvrılmış, güneşlendiğini gördük. Benden birkaç yaş küçük olan Yaşar la ben, suya girmek için üzerini çıkaran Sani abime koşup yılanı haber verdik. Mahallenin en komik adamı olan abim bu gölün yüzeyinde her zaman yünlerle karışık yüzen yosunları avuçlayıp yılana fırlatmış, yüzünü buruşturup gözünü kısarak siktir git lan! diye yılana kafa sallamıştı. Yılan ağır ağır suya süzülürken abim ne kadar cesur olduğunu göstermek için yılana doğru kulaç atarak yüzmüştü. Hep kendime dediğim gibi; keşke geçmiş denen birbirine bağlı birçok masalı tamamen silip atabilseydik zihnimizden ama bütün bunların çok daha fazlası geçiyordu aklımdan. Anamın ağlayışında samimiyet bulamamıştım. Acaba artık büyük şehirlerin demir dağlarına yaslanmış olan ben, samimi olarak ellerimden kayan aydınlık günlerim için ağlayabilir miydim bu göl kıyısında? Yapamadım. Bulutlar toplandı ve hava karardı. Çocukken de buradan korkardım. Göğün ağır kayaları birbirine sürtünmeye başladı ve korktum. Yamaca doğru tırmanıp arabama bindim. Gök gürlemeye başladı. Çay bahçelerinden toplanmaya başlanmıştır masa örtüleri. En iyisi Çocuk Bahçesi nin iç kısmında oturmak. Çantamda birkaç kitap, edebiyat dergileri ve defterim vardı. İyi. Yeşilyöre Köyü yoluna biraz sürüp sağda yüksek dut ağaçlarının bulunduğu meyilli alana girdim, bir U dönüşü ike geldiğim yöne, Maraş a doğru döndüm. Dut ağaçları bu kez solumdaydı. Bu ağaçların birinden düşmüştü kardeşlerimden biri. Kafasının arkasındaki koca yarık, Maraş devlet hastanesine kadar kanamıştı motorun sepetinde. Allah ım halen kurtulamıyordum anılarımdan. Maraş a giden yoldan birden sola kırıp Önsen, Kurtlar, Cüceli köylerine giden asfalta girdim. Yağmur tek tük serpiştirmeye başladı. Kontrollü bir yükselişle hızını artırdı sonra. Silecekleri çalıştırdım. Yaşlandığımda ağlamak üzere o yalnız yolculuğu ölümsüzleştirmek için cep telefonuma video olarak kaydetmeye başladım. Mehmet Sait Çakar

NE OKUSAK Kurt Vonnegut Jr. (11 Kasım 1922-11 Nisan 2007), ABD li hümanist yazardır. Kurt Vonnegut, 1922 yılında ABD nin Indianapolis şehrinde dünyaya geldi. Cornell Üniversitesi nde biyokimya okuduktan sonra II. Dünya Savaşı nda Avrupa da asker olarak hizmet verdi. Almanya da savaş esiri olarak ele geçirildi ve Dresden şehrinin (Almanya) müttefik kuvvetler tarafından bombalanmasına şahit oldu. Bu olay Vonnegut u derinden etkiledi ve sonucunda en başarılı romanı, Slaughterhouse-Five ı (Mezbaha No 5), yazdı. kitap sayesinde çağdaş Amerikan yazarlarının başta gelenlerinden biri oldu. Bu Savaş sonrası, yazarlığa zamanının çoğunu ayırmadan önce, Şikago Üniversitesi nde antropoloji dalında uzmanlaştı. Başlangıçta bilim-kurgu üzerinde yoğunlaştı ve ilk yayınlanan romanı, Player Piano (Otomatik Piyano), bu dalda Vonnegut a büyük övgü kazandırdı. Sonraki zamanlarda her ne kadar bilim-kurgu dalıdan uzaklaştığını belirtde, yazdığı kitaplarda etkileri halen görülebilir.

NE İZLESEK FLİPPED: İlk aşkınızı hatırlıyormusunuz? Enteresan bir aile filmi ama sıradışı. Sıradışı bir küçük kızın, normal bir çocuğa aşkını konu alıyor. Yeşil bir kız olan Juli, dünyayı yeşil gören ve ona göre yaşayan bir çocuk, diğer tarafta normal bir çocuk olan Bryce kendisine ilgisini gördüğü Julinin yaşam şeklini anlayamadığı için uzak durmaya çalıştığı anları daha sonra matematiksel olarak çözüm arayışına girecek ama, aması var... Kaçırmayın çok güzel bir film... Yönetmeni de unutmayalım. Rob Reiner. Oyuncular: Madeline Carroll, Callan McAuliffe, Rebecca De Mornay, Anthony Edwards, Aidan Quinn, John Mahoney, Penelope Ann Miller, Kevin Weisman, Morgan Lily, Ryan Ketzner Yönetmen: Rob Reiner Yapım Yılı: 2010 COOL HAND LUKE Asi ruhlu, başına buyruk ama sicili temiz bir genç olan Luke, sarhoş olduğu bir gece ortada bir neden yokken kasabanın parkmetrelerine zarar verdiği için hapse gönderilir. Yer,ABD nin güney eyaletlerinden birindedir ve 1960 lı yıllarda bu bölgede hapishaneler bir nevi toplama kampını andırır. Mahkumlar bütün gün yol yapımı gibi ağır işlerde çalıştırılırlar. Şartlar çok çetin,disiplin ise sıkıdır. Aslında başarılı bir askerlik geçmişi de olan Luke fazla bir ceza da almamıştır, ancak buna rağmen defalarca kaçma girişiminde bulunur. Her girişiminde cezası daha da arttığı gibi kamp yöneticilerinin gittikçe vahşileşen baskılarına da maruz kalmaya başlar. Bütün bunlar soğukkanlı duruşunu, inatçılığı ve iradesini kırmaya yetmez. Bu özellikleriyle diğer mahkumların idolü haline gelir. Onların yapamaya cesaret edemediğini yapmış, baskı ve kaba kuvvete karşı özgürlüğün sembolü haline gelmiştir. İşte bu nedenle idareciler onun iradesini diğer mahkumların önünde kırmayı denerler ve başarır gibi de olurlar. Önceleri tamamen teslim olmuş gözüken bir Luke diğer mahkumların umutlarını kırsa da son bir kaçma girişimiyle onların gözünde tekrar bir kahraman haline gelir ama bu kez yöneticiler daha ileri gitmesine izin vermeyeceklerdir... Oyuncular: Paul Newman, Dennis Hopper, George Kennedy, Harry Dean Stanton, Anthony Zerbe Yönetmen: Stuart Rosenberg Yapım Yılı: 1967

MARJİNAL OKUYUN MARJİNAL DERGİ HAKKINDA EKİBİMİZ KENDİ KENDİSİYLE SÖYLEŞTİ NEDEN MARJİNAL? - Valla orasını biz de bilmiyoruz. DERGİDE HANGİ KONULAR AĞIRLIKLI? - Ağırlıklı bir konu olmaması için elimizden geleni yapıyoruz. Spordan sanata, sanattan tekrar spora, magazinel yanı ağır basan bir okul dergisi. DERGİ FİKRİ KİMDEN ÇIKTI? - Okul müdürümüz Harun bey her türlü teknik imkanı hazırladıktan sonda Evet, şimdi dergi çıkarma zamanı dedi. Bizim de her türlü işimize geldi. DERGİ EKİBİNDEN BAHSEDELİM. - Begüm Ural ve Gülşah Akbulut derginin editörleri. Çok yetenekliler. Onlarla CQ yu filan çıkarsak, kimse bizim çıkardığımızı anlamaz. O derece yani.