Duygusal Makineci The Truman Show / Truman Şov(1998) İzlerse
İyi bir film en başından belli eder kendini. Filmin müziği, oynayan oyuncuların karakterlerini benimsemesi, kullanılan dekorlar hepsi önemlidir benim için. Filmin en başından izleyiciyi içine çeker. The Truman Show da böyle bir film. Oyuncularından biri olan Jim Carrey filmin ana karakteri olan Truman Burbank ı canlandıran aktör- iyi bir aktör olduğunu bu filmin en başında gösterdi ve beni filmin içine çekmeyi başardı. Yer yer güldürdü, yer yer duygulandırdı. İyi filmler bende her zaman bende düşünme isteği uyandırır. Her iyi film gibi The Truman Show da da filmin başından itibaren düşündüm. Kendimi Truman Burbank karakterinin yerine koydum. Onun yaşadığı dünyada yaşadığımı hayal ettim. Yalnız Truman ı tanıtmayı unuttum. Truman yani filmimizin ana karakteri evli ve sigorta şirketince çalışıyor. Kendisi eğlenceli ve hatta tabiri caizse aptal gibi de görünse çok zeki. Hiçbir şeyi sorgulaması gerektiği için o şekilde eğitilmiş ve yeri geldiğinde korkutularak belli sınırlar koyulmuş. Truman da bu sınırlar içinde yaşayıp giden bir insan. Evet devam ediyorum. İlk başta çok normal başladı her şey. Truman ve ben gayet mutluyduk. Hayat gayet yolunda gidiyordu. Ancak Truman ın babası The Truman Show ekibinin dikkatsizliği nedeniyle sete girince film karışmaya başladı. Olayla hiç alakası olmayan iki kişi babasını aldı ve götürdü. Truman ise ona ulaşmaya çalıştıkça sürekli bir engel çıktı karşısına. İşte tam o zaman filmi iyiden iyiye sorgulamaya başladım. Sürekli neler olduğunu düşünüp kendi kendime kurgular yapıyordum. İlk defa izliyordum ve neler olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Acaba sadece bu adamın hayatını mı karıştırmaya çalışıyorlardı ve bundan keyif mi alıyorlardı? Yoksa sadece bu adam kızınca mı herkes eğleniyor diye düşünüyordum. Anlamıyordum. Ta ki bir televizyon ekranından Truman ı görene kadar. İşte o zaman bunların bir televizyon programı olduğunu anladım ve filmi olduğu yerde durdurup tekrar en baştan izledim. Truman ın tüm hayatı bir televizyon programıymış. O zamana kadar olan tüm hareketler de zaten bir yapmacıklık olduğu belliydi. Sebebini ise o zaman anladım. Tamamen reklam amaçlıymış. Örneğin; her sabah işe giderken ikiz kardeşler Truman ın yolunu kesiyordu ve bir panoya itiyorlardı ve kamera tam o anda geniş açıya geçerek panoyu da çekiyordu. Ancak her gün o panoda farklı reklamlar oluyordu. Bir gün ev reklamı diğer gün yiyecek reklamı. Her şeyin reklam olduğunu anladıktan sonra kendimi tekrar Truman ın yerine koymayı denedim. Sonuçta doğumdan itibaren televizyon
programının bir parçasısınız ve bundan hiçbir fikriniz yok. Bir şeyler yanlış gidiyor ve şüpheleniyorsunuz ancak televizyon programının senaryosunu yazan ve yöneten kişi ve/veya kişiler o kadar başarılı ki kendinizden şüphe edip vazgeçiyorsunuz. Bu inanılmaz karmaşık ve zor bir durum. Kanıtlanabilir hiçbir tarafı yok. Çünkü etrafınızdaki herkes yani işvereniniz, komşunuz, en yakın arkadaşınız hatta eşiniz ve anneniz bile bu işin içinde. Anneniz gerçek değil. Bundan şüphe ediyorsunuz çünkü size gösterdiği fotoğraflar bile çok yapmacık. Böyle bir durumda kaçıp uzaklaşmaktan başka çare zaten görünmüyor. Lâkin ne zaman deneseniz olmuyor. Başaramıyorsunuz. Çünkü siz bilmeseniz bile çok sağlam oturtulmuş bir düzenin ana parçasısınız. O düzende Truman gidemez, siz gidemezsiniz. Buna izin vermezler, vermiyorlar da. İnsan birilerine güvenmek istiyor. Ancak bu filmde tamamen yalnızsınız. Ne arkadaşınız var, ne aileniz. Tamamen yalnızsınız. Daha da acı olanı, insanlar yüzünüze bakıp yalan söylüyor ve sizi yönetiyor. Ancak siz o kadar saf ve o kadar samimisiniz ki bunların hiçbirini düşünmüyorsunuz bile. Yine de denemekten vazgeçmiyor Truman karakterimiz. Sürekli inandığı şey için savaşıyor. Sürekli deniyor. Kendisi için çalıştığı insanları bile kandırmayı başarıp sonunda istediğini yapıyor. Bence filmin en güzel yanı Truman ın özgürlüğüne kavuşmuş olması. Başkalarının değil, sizin ne istediğiniz önemli. Hedeflerden asla ama asla vazgeçilmemeli. Filmin her karesinde Hayır Truman. Dene. Bu düzenden çıkabilirsin. Bunu yapabilirsin. Onların istediğini değil, kendi istediğini yapabilirsin. Dedim kendi kendime ve sağ olsun beni üzmedi ve bu düzenden tek başına, korkularına karşı hareket ederek zafere, kendi isteğine ulaştı. Tabii bir de sevgi meselesi var işin içinde. Direkt anlatmak gerekirse; okulda bir kızı görüyor ve anında âşık oluyor. Kız da ona âşık oluyor. Ancak kız aslında aktör olduğu için her şeyin bir oyun olduğunu biliyor ve âşık olduğu adama kavuşmasının tek yolunun onun bu düzenden çıkması olduğunu bildiği ve eşi olacak kişi bile belli olduğunu bildiği için herkesin yalan söylediğini söylüyor. Aslında olay tamamen bundan ibaret. Bir daha kızı görmüyor Truman.
Peki, bu nasıl bir cesarettir ki sadece birkaç defa gördüğü insanın peşinden gitmek için tüm dünyasını yerle bir ediyor ve sadece onun bir sözüne inanıp eşi dâhil herkesi bırakıp gitmeyi göze alabiliyor. İşte gerçek sevgi budur bence. Onun için her şeyi yapabilme kapasitesi ya da deneme cesareti. Sonuçta siz bir dünyanın içinde yaşıyorsunuz ve sadece bir kişi size her şeyin yalan olduğunu söylüyor. Geri kalan herkes tam aksini yani her şeyin gerçek olduğunu söylüyor ve siz de bunu görüyorsunuz. Yine de siz kendinizi bile ezip geçerek onun bir sözüne inanıyorsunuz. İşte bu sebepten Truman ın ki gerçek aşk. Bu filmi ne zaman izlesem kendimi kapana sıkışmış gibi hissediyorum. Hani böyle, kelebeği kavanoza koyarsınız da o sürekli çıkmaya çalışır ancak bir türlü beceremez ya. Hah, işte aynen o kelebek gibi. Yemek, su, kısıtlanmış da olsa özgürlük kısacası yaşamak için her şey mevcutken yaşam amacım yok gibi. Bir hüzün basıyor içimi. Yapma be. Bunlar da olmamalı, bu kadarı da olmasın. diye diye filmi bitiriyorum her defasında. Bilmiyorum sanki sonunda ne olacağını. Evet biliyorum. Ama önemli olan en sonunda ne olduğunu bilmek değil. O duyguyu yaşamak. Aslında bu film benim için bir nevi kaçış. Gerçek hayattan kaçış. Bu filmi izlerken kendi dertlerimi (çok büyük ve kalıcı şeyler olmasa da insan üzülüyor işte) unutup tamamen Truman a odaklanıyorum ve film bitene kadar pür dikkat izliyorum. Daha doğrusu yaşıyorum filmi. Ne söyleyebilirim ki başka. Bu benim kaçış filmim. Yeri büyük.
Filmin en güzel sözlerinden bir tanesiyle de bitiriyorum böylece. Günaydın. Ve olurda sizi bir daha göremeyecek olursam, iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler Rengim Özokutgen 21302555 ME