mokrasisi » 15» 12 sosyalist



Benzer belgeler
ULUSLARARASI İŞÇİ DAYANIŞMASI DERNEĞİ. Meslek Liseliler Ne Yaşıyor? Ne İstiyor? Boyun Eğme. Mücadele Et!

İşten Atılan Asil Çelik İşçilerinin okuduğu basın açıklaması: 15/03/2012

Direnişteki Trakya Otocam işçileriyle söyleşi

Necla Akgökçe den bilgi aldık. - İlk olarak ülkede kadınların iş gücüne katılım ve istihdam konusuyla başlayalım isterseniz

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Saðlýk çalýþanlarý GöREV'de

Maaşlarımıza Ek Artış İstiyoruz!

İŞÇİLERİN 3 ACİL TALEBİ VAR!

Ýstanbul hastanelerinde GREV!

Asgari ücret 1900 net! DİSK ten basın açıklaması

10SORUDA AİLE SİGORTASI

Cumhuriyet Halk Partisi

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Kapitalist Sömürü Sistemini Yıkmak için Örgütlenme ve Mücadelenin adıdır!

TOPLU İŞ SÖZLEŞMESİ NEDİR? GERÇEK BİR TOPLU SÖZLEŞME İÇİN

19 EYLÜL MÜHENDİS, MİMAR, ŞEHİR PLANCILAR DAYANIŞMA GÜNÜ

Polis Taksim Meydanı'na girdi

Çalışma hayatında barış egemen olmalı

Emeğin İktidarını Birlikte Kuracağız

CHP Yalıkavak Temsilciliğinin düzenlediği Kahvaltıda Birlik ve Beraberlik Mesajı

1 MAYIS 2013 BİRLİK MÜCADELE DAYANIŞMA!

Cumhuriyet Halk Partisi

TKP-1920 nin 1 Mayıs 2015 Mitinglerine ve 7 Haziran Seçimlerine Çağrısı

Hava-İş: İşten atılanlar işe alınana kadar mücadeleyi bırakmayacağız!

Başbakan Yıldırım, Ankara Sincan da halka hitap etti

TÜSİAD YÖNETİM KURULU BAŞKANI HALUK DİNÇER İN KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ HAKKINDA HER ŞEY KISA FİLM YARIŞMASI ÖDÜL TÖRENİ KONUŞMASI

HAZİRAN 2012 FAALİYET RAPORU. Prof. Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Koç Üniversitesi nde neler oluyor?

Cumhuriyet Halk Partisi

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Destek Personeli Eğitimleri

BİR GRUP EĞİTİM-SEN ÜYESİ GÖREVİNDEN AYRILAN MUSTAFA ÖZCAN ALEYHİNE EYLEM YAPTI

Dönemler İtibari İle Asgari Ücretleri, Tutarları, Miktarları ( Yılları - Dönemleri)

Cumhuriyet Halk Partisi

CİHAN PARTİSİ HAYIR MI, EVET Mİ? REFERANDUM 2017 KATALOĞU. Devlet meseleleri uzun soluklu işlerdir; uzun yola tek şoförle gidilmez..

Siyasi Parti. Siyasi iktidarı ele geçirmek ya da en azından ona ortak olmak amacıyla örgütlenmiş insan topluluklarına siyasi parti denir.

Erbil Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Dara Celil Hayat ile Türkiye-Kürdistan Ekonomik ilişkileri. 02 Temmuz 2014

TMMOB DANIÞMA KURULU 2. TOPLANTISI YAPILDI

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

Cumhuriyet Halk Partisi

Şimdi fazla ileri gitmiş bu gerici diktatörlüğü terbiye etmek, mümkünse biraz değiştirip halka kabul ettirmek istiyorlar.

MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE OSMANLI DEVLET TEŞKİLATI

MİLAS TA, BELEDİYE İŞÇİLERİNE YÜZDE ZAM

Gelir Testi Yaptırmayanlar Dikkat!

Genel Başkanımız Haydar Arslan ın okuduğu basın açıklaması metni aşağıdadır. KGM Önünde Basın Açıklaması Yaptık

HALKIN DOKTORLARINDAN KORKUYORLAR

ONUR BAKIR HAKLARIMIZ VAR! İŞÇİ KADINLAR SORUYOR, EKMEK VE GÜL YANITLIYOR yılından 100 soru ve 100 yanıtta kadın işçilerin hakları

AKADEMİK ZAMMI ADIMDA ALDIK

Oylar bölünmesin Türkiye bölünmesin!..

SUNUŞ. Birleşik Metal İşçileri Sendikası Genel Yönetim Kurulu

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

BODRUM DA SAĞLIK ÇALIŞANLARI GREVDE

İŞ GÜVENCEMİZE VE GELECEĞİMİZE SAHİP ÇIKIYORUZ!

TMMOB Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 41. DÖNEMDE RESİMLERLE TMMOB

KÜRDİSTAN STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ NAVENDA LȆKOLȊNȆN STRATEJȊK A KURDISTANȆ

2016 Ocak Ayı / İşçi Aileleri Nasıl Geçiniyor? İSİG Meclisi

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ 1 MAYIS 10 KASIM ATATÜRK Ü ANMA ETKİNLİĞİ SANATSAL ETKİNLİKLER

Nöbet Görevi Öğretmenliğin Parçasıdır Fakat... Fakat...!

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

''Yanlış anlaşılıyorum''

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI SAYIN ÖMER DİNÇER İÇİN DEMOKRATİK VATANDAŞLIK VE İNSAN HAKLARI EĞİTİMİ PROJESİNİN AÇILIŞ KONFERANSI KONUŞMA METNİ TASLAĞI

YÖNTEM YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLİK ve BAĞIMSIZ DENETİM A.Ş.

Devrim Öncesinde Yemen

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliğinde Emeğin Örgütlenmesi

NEDEN. Türk ye Cumhur yet Cumhurbaşkanlığı S stem

TMMOB MADEN MÜHENDİSLERİ ODASI

Cumhuriyet Halk Partisi

OKUL MÜDÜRÜMÜZLE RÖPORTAJ

7. dönem çalışma raporu TMOOB KOCAELİ İKK ÇALIŞMALARI. EMO Kocaeli Şubesi 146

O KOLTUĞA GALİP HOCA YAKIŞIR!

R E H B E R L Đ K B Ü L T E N Đ - 3

Başbakan Yıldırım, Türkiye genelinde 40 İlçeye Doğalgaz Dağıtım Töreni nde konuştu

İşyeri Temsilcileri Rehberi

mokrasisi " 14 sosyalist

Gezi Parkı Araştırması. GEZİ PARKI ARAŞTIRMASI Kimler, neden oradalar ve ne istiyorlar?

Başbakan Yıldırım, Keçiören Metrosu nun Açılış Töreni nde konuştu

Adaylar Seçim Takvimini Bekliyor

ANAYASA DEĞĠġĠKLĠKLERĠ HAKKINDA GÖRÜġ VE ÖNERĠLERĠMĠZ

E-SENDİKA HAKKINDA MERAK ETTİKLERİNİZ

İstanbul 13. Müebbet çıktı

Onlar konuşur, AK Parti yapar

MAYIS 2010 YAŞASIN 1 MAYIS ALANLARDAYIZ!

Doğum günün kutlu olsun Büyük Usta

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

BİRLEŞİK METAL İŞ SENDİKASI GENEL BAŞKANI ADNAN SERDAROĞLU NUN 2011 MESS GREVLERİ İLE İLGİLİ BASIN AÇIKLAMASI

Budist Leyko dan Müslüman Leyla ya

Trans Terapi ve Dayanışma Grubu Toplantılarının Yedincisi Gerçekleşti. SPoD CHP Beyoğlu Belediyesi Başkan Aday Adayı Gülseren Onanç ile görüştü

Birleşik Metal İş Sendikası üyesi işçilerin % 92,4 ü erkek, % 7,6 sı kadındır.

SORU- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar nerelerde görev aldınız?

Taşeron işçinin hakları mutlaka düzenlenecek

Demokrasi ve Sivil Toplum (SBK256)

DEMOKRASİ ve SİVİL TOPLUM (SBK256) 11. Hafta Ders Notları - 16/07/2018 Yrd. Doç. Dr. Görkem Altınörs

Karl Heinrich MARX Doç. Dr. Yasemin Esen

Müslüman kadın futbolcular Berlin'de buluştu ALMANYA...

DEMOKRATİK, MÜCADELECİ VE GÜÇLÜ YENİ BİR SENDİKAL HAREKET İÇİN BİRARAYA GELDİK, YOLA ÇIKIYORUZ...

Filistin Sahnesinde Faal Olan Gruplara Karşı Filistin Halkının Tutumu (Anket)

KASIM 2011 FAALİYET RAPORU. Prof.Dr. Aytuğ ATICI Mersin Milletvekili

Bayramın ikinci günü olan 26 Ekim Cuma günü, TAYAD lı Aileler bayramlaşmak için kahvaltıda bir araya geldiler.

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

18. bölüm. basında bursa il koordinasyon kurulu

Transkript:

» 15» 12 sosyalist mokrasisi Örgütsüz işçinin, Türkiyeli işçinin, Kürt işçinin, dünyadaki herhangi bir işçinin, kadını ve erkeğiyle hepimizin içinde çok beklemiş, çok eski bir yer kanıyor. Kapitalist tarihin, toplumun, uygarlığın geldiği bu aşamada artık bu kanamaya pansuman da iflah etmiyor. Kadını ve erkeğiyle, genci ve mezarda emeklisiyle işçinin kanaması böyle seçimlerle falan durmaz, durmuyor. Bir işçi devrimi gerekiyor! Ekşi Sözlük geçtiğimiz günlerde site sahiplerinin yazarların IP lerini savcılara vermesiyle gündeme geldi. Burjuva gerici bir tarikat niteliğindeki Adnan Oktar grubunun yaptığı şikayet sonucu İstanbul polisi, 50 Ekşi Sözlük yazarını sitedeki bazı dini konulu başlıklar nedeniyle ifadeye çağırdı. Polis ziyaretlerinin sitede "nefret söylemi kontrolü"nün yapılacağı duyurusunun yapıldığı saatlere denk gelmesi, ilginç bir tesadüf oldu. Bir çok yazar, Ekşi Sözlük sahiplerinin gerek yazarların IP lerinin polise verilmesi, gerekse de "herkes kendi yazdığından sorumludur" tutumu nedeniyle tepki geliştirdiler, boykot ve siteden ayrılmalar söz konusu oldu.» 10 Çocukluğum, köy baskınları, dağa çıkan gençlerimiz, sonrasında ölüm haberleri, ağlayan analar, zılgıt sesleri, sessiz konuşulan bana yasak edilen anadilim ve en belirgin olanı geceleri her çıtırtı sesinde korkuyla bölünen uykularımız. Sonunda Kürdistan dayım, kavganın ülkesindeyim, direnmeyi öğrenmek, çocukluğumda içimden» 6 Casper plaza önünde bulunan direniş çadırında direnişlerini sürdüren Casper işçileri 125. güne gelen direnişlerini bir dayanışma şenliği ile yeniden kamuoyuna duyurmuş oldular. dayanışma etkinliği için gelenler çadır etrafında toplanmaya başladılar kısa bir süre sonra kitlenin sokağa ve caddeye sığmadığı görüldü. Bilgesu Erenus ve Pınar Sağ da dayanışma için gelenler arasındaydı. Direnişe daynışma göstermek için bir çok sendika, kitle örgütü, taraftar grubu Casper önüne gelmişti.» 5

2 Seçimlerde görev yerim, Kürt emekçilerin ağırlıkta olduğu ve çatışmaların yoğun yaşandığı bir mahalleydi. Daha önce oraya hiçbir gitmemiştim, merak ediyordum. Mahallede çatışma çıktığında, polisin okul bahçesine gaz bombası atmakta hiçbir sakınca görmediğini, öğrencilerin de okul bahçesinin duvarından atlayarak eyleme katılmakta hiç tereddüt etmedikleri anlatılmıştı. Aynı bölgeden gelen benim öğrencilerim de bazen çatışmalardan sabaha kadar uyumadıklarını anlatıyorlardı. Ben de aynı şehirde yaşıyordum ve yaşananları ya ertesi gün televizyondan veya internetten çoğunlukla da ertesi gün öğrencilerimden öğreniyordum. Açıkçası bazen inanılmaz geliyordu, bazen de başka bir ülkede yaşıyor gibi hissediyordum. Tüm bu nedenlerdendir ki seçim görevimin bu mahallede olduğunu öğrenince okulda tek sevinen öğretmen ben oldum. Ve seçim sabahı! Saat yedide, sokaklarda gençler gruplar halinde bekleşiyor, sohbet ediyorlardı. Okula girdiğimizde ise yaklaşık 50 kadar sivil polisin ve BDP li görevlilerin bizden bile önce geldiklerini gördük. Hem her salona 2 sandık görevlisi vermişler hem de koridorlarda sürekli gezen 2-3 görevlileri vardı. Kısa süre sonra farklı partilerden 1-2 görevli daha geldi ve şenlik başladı. Kürdistan proletaryası, nitel ve nicel yönlerden daha geri ve zayıf durumdadır. Bunun yanı sıra ulusal bilinç sınıfsal bilincin önündedir ve en azından bir dönem gelişmesinin önünde perdeleyici olmaya devam edecektir. Kürt işçilerde daha mücadeleci, daha politik bir damar da olmakla birlikte, Kürdistan da sınıfsal özlemler ezilen ulusun demokratik istek ve özlemleri içerisinden ifade edilmektedir. Bundan dolayı kendi burjuvazisine karşı mücadele etme bilinci zayıftır. ( ) Ulusal örtü ve bilinç, Kürdistan proletaryası yönünden de erimeyi ve sınıfsal bir uzlaşıyı ortaya çıkartmaktadır ki, bunun etkisi bir dönem sürecek olsa da Kuzey Kürdistan da komünistlerin başlıca görevi, demokratik ulusal istek ve özlemleri Sandık görevlilerimle tanıştığımda bana ilk sorulan soru nereli olduğum idi. Aslında asıl merak ettikleri Kürt olup olmadığım idi. Oy kullanmaya başlanmıştı ama bir sorun vardı. İnsanlarla iletişim kuramıyordum. Sadece Türkçe değil okuma yazma da bilmiyorlardı. Devreye BDP li görevliler girdi ve çeviri yapmaya başladılar. Bu duruma diğer parti görevlileri de müdahale etmiyordu. Çünkü başka türlü iletişim kurulamayacağının herkes farkındaydı. Kadınların neredeyse % 90'ı okuma yazma bilmiyor, tamamının başı kapalı ve büyük bölümü Türkçe bilmiyordu. Erkeklerin bile bir kısmı Türkçe ve okuma yazma bilmiyordu. Öğretmendim, büyükşehirde doğup büyümüştüm, bu ülkede kadınlarda okur yazarlığın düşük olduğunu biliyordum açıkcası. Ama bu daha başka birşeydi. Başka bir ülkede gibi hissediyordum kendimi. Özellikle kadınları anlayamıyordum. Türkçe bilmeden, okuma yazma bilmeden yaşamlarını nasıl sürdürüyorlar diye düşünmeye başladım. Kendimi yıllardır fanusta yaşamış gibi hissettim. Bu duyguyu daha önce bir kez daha yaşamıştım. Üniversite ortamından çıkıp ilk işçi direnişine gittiğimde, işçilerin yaşamlarına, sorunlarına ne kadar yabancı olduğumu farketmiştim. Biz işçilere gazetemizi tanıtmaya, okutmaya çalışıyorduk. Direnişi konuşuyorduk, evlerine konuk oluyorduk, birlikte yiyip içiyorduk. Bir anda bunlar geçti gözümün önünden. Fakat şimdi bu insanlarla küçümsemek ya da sosyalist çözüme bağlamak adına soyut bir geleceğe havale etmek gibi ciddi yanlışlara düşmeden demokratik ulusal sorunların sosyalist demokratik çözümünü de öngören bir programla birlikte bu uzlaşıyı kırmak, Kürdistan işçi sınıfını sınıf çıkarları doğrultusunda mücadeleye sokmak ve sosyalist devrim hedefiyle örgütlemektir. Komünist işçilerin mücadele platformundan iletişim bile kuramıyordum. Sadece BDP lilerin anlatımından sonra gülümseyerek pusula ve mühür veriyordum. Karmaşık duygular içindeydim. Bu insanlara derdimizi ve yapmak istediklerimizi nasıl anlatacaktık. Hepimiz aynı çarkta sömürülürken, aramıza dil, din ve kültür farkları girmişti. Bu açı farkının kapanması için ne yapılmalıydı. Bir ülkede 2 ulus gerçekliği ile bir kez daha olanca çıplaklığı ile yüzleşmiştim. Bizi ne kadar zor ve karmaşık bir işin beklediğini farkettim. Bu düşüncelerden sıyrılıp sandık başına döndüm. Bu sırada saat ilerliyordu. BDP li görevliler tüm listeleri kontrol edip gelmeyen seçmenlerin evlerine gidip sandığa çağırıyorlardı. Gelemeyenler mazeret bildiriyordu. Mesela Abisi kalp krizi geçirmiş hastanede ama yetişmeye çalışacak gibi açıklamalar geliyordu. Her yaştan görevliler ama özellikle de gençler canla başla çalışıyorlardı. Geneli işçi gençlerdi. Biri nöbetten çıkmış uyumadan gelmiş, başka birisi akşam mesaiye gidecekti. İşçiydiler ama, en azından şimdi, kendisini sadece Kürt olarak tanımlıyorlardı. Konuştuğumda olabildiğince zor ve insanlık dışı şartlarda çalıştıkları ortaya çıkıyordu ama şu anda bütün enerjilerini bağımsız adayın kazanması yönünde harcıyorlardı. Mahalle dışında sanayi sitelerinden ve fabrikalardan tanıdığım Kürt işçiler olmasına rağmen, gaz bombaları, baskın ve gözaltılar altındaki mahalle yaşamının, fabrika ortamında farklı olduğu hemen ortaya çıkıyordu. Çalışırken 2. plana geçen Kürt olma durumu, yaşam alanları olan mahallede tekrar öne çıkıyordu. Ve mahallenin örgütlü ortamı diğer kimliğini anında bastırıyordu. İşte bu düşünceler, mahallelere ve hatta evlere girilmeden yapılacak sınıf çalışmasının bir tarafının daima eksik olacağını öğretti bana. Sandıktan büyük oranda BDP nin desteklediği bağımsız aday çıktı. BDP görevlileri sandıklardaki oy sayımları biter bitmez sonuçları telefonla bildiriyorlardı. Sayımı bitirdikten sonra okuldan çıkıp adliyeye gitmek istedik, fakat bir polis ordusu bahçede bizi bekliyordu. Tüm binada seçim bitmeden kimseyi gönderemeyeceklerini söylediler. Bu sürede sokak daha da kalabalıklaşıyor, sloganlar atılıyor ama seçimle ilgili değil, sadece Abdullah Öcalan ve PKK ye dair. Tüm görevliler işini bitirdikten sonra yaklaşık 500 kişilik çevik kuvvet koridorunda 5 araç ve 1 panzerle okuldan çıktık. Dışarıdaki kalabalık grup ise 2 kilometre kadar alkışlar, sloganlar ve ıslıklarla yağmur altında konvoya eşlik ettiler. Mahalleden çıkıp adliyeye geldiğimizde, ki sadece 20 dakika geçmişti, bildiğim hayata dönmüştüm. Memurlar, sıraya girmeler, seçim evrakı teslimi, koşuşturma ve bu esnada herkes hayret verici bir şekilde Türkçe konuşuyordu??. Evrakları teslim edip çıktım ama kendimi hala tuhaf hissediyordum. Sanki sınırı geçip başka bir ülkeye gelmiştim. Belki de öyledir, ne dersiniz? İşçi Meclisi - Yerel Süreli Siyasi Dergi - Sayı:11- Fiyat: 1 TL Pina Basım Yayım San. ve Tic. Ltd. Şti. adına sahibi Hüseyin Kezik Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Ali Filizler Adres: Bereketzade Mah. Büyükhendek Cad. Portakal Sok. No: 2/11 Beyoğlu/İstanbul Tel: 0 212 251 20 89 Baskı: Özdemir Matbaası Adres: Davutpaşa Cad. Güven Sanayii Sitesi C Blok No:242 Topkapı/İstanbul Tel: 0212 577 54 92

3 Bir seçim dönemi daha bitti. Her parti kendince başarılı birer burjuva demokratik kampanya yürüttü. Seçimden bir hafta önce polisler tarafından sıkıştırılıp dövülen Dilşat Aktaş için Kız mı kadın mı bilemiyorum? Hopa da doğayı savunan bir eylemde öldürülen Metin Lokumcu için Birisi ölmüş; emekli bir öğretmene bu yakışır mı? Müzakere yürütmek zorunda kaldığı Kürt lider için Ben MHP olsam Öcalan ı asardım Sonradan helalleşme isteyeceği partilerin kendisine eleştirilerine ne Yahudiliğimiz kaldı, ne Ermeniliğimiz kaldı ne de affedersiniz Rumluğumuz kaldı diyen AKP ve Erdoğan şahsında Türkiye deki muhafazakâr liberaller her iki oydan birini almayı başardılar. Durmak yok, kapitalist yola devam Aldılar da ne oldu? Seçimde işçilerin durumu belli. Seçimlerden sonrası da Hepimiz bizi kuşatan kapitalist kente kapandık kaldık, sözde çareprojeler içinde çaresiz, tutanaklarla belli, miting denen sirk izlenimlerinden, seçmen kütüklerinden Parasız nefes bile alamıyoruz! Dünyanın en pahalı benzinini, en pahalı etini, en pahalı internetini almaya ve ama en ucuz hayatını yaşamaya devam ettik. Ucuzluk-pahalılık, yani maliyet hesabına indirgenmiş nice işçinin yaşamı, kaza denilen, mukadderat denilen, sorumlu bulamadığın, hesap soramadığın iş cinayetlerinde son buldu. Durmak yok, kapitalist yola devam Biz ne diyelim; şair demiş zaten: Gülü çiğdemi filan bırak / Sardunyayı karidesi filan bırak / Acıyı ve ölümleri bırak / Oy pusulalarını ve seçimleri bırak / Evet / Seçimleri özellikle bırak / Çünkü açlık çoğunluktadır. Ve bilinmez sanılır geleceği / Bir demiryolu makasçısının / Oysa kesinlikle yazılmıştır / Her sevgi kitabında / Asıl olan açlıktır / Çoğunluktadır. İşçinin tokluk toplumundaki açlığı, işçinin çokluk toplumunda yokluğu, işçinin çalışma toplumunda çalışma hakkı dahi olmaması, işçinin para toplumunda parasızlığı, işçinin sermaye toplumunda satılan emek gücü sürüyor. Rejim değişiyor, amaç patronlar için işçinin daha rahat, daha tasasız, daha ucuz, daha etkin sömürüsü. Burjuvaların bu demokrasisi, işçiler için bu burjuva diktatörlüğü de basitçe, dümdüz yerleşmiyor. Kanırta kanırta, acıta acıta, kanata kanata yerleşiyor patronların saltanatı. Güllerin bedeninden dikenleri teker teker koparır gibi, dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar gibi, senden olmayan, sana karşı çalışacak burjuvaların meclisine gönderdiğin her vekil senden sanki bir şeyler koparıyor. Bu kanamayı pansuman durdurmaz! Yine şairin dediği gibi, Dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan / Kürdistan da ve Muş- Tatvan yolunda bir yer kanar Muş Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan / eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar Muş Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki / orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar Bir seçim daha bitiyor, yeni bir anayasa yapım sürecine krizler içerisinden geçilerek ilerleniyor. Örgütsüz işçinin, Türkiyeli işçinin, Kürt işçinin, dünyadaki herhangi bir işçinin, kadını ve erkeğiyle hepimizin içinde çok beklemiş, çok eski bir yer kanıyor. Kapitalist tarihin, toplumun, uygarlığın geldiği bu aşamada artık bu kanamaya pansuman da iflah etmiyor. Kadını ve erkeğiyle, genci ve mezarda emeklisiyle işçinin kanaması böyle seçimlerle falan durmaz, durmuyor. Bir işçi devrimi gerekiyor! Tarihin bir dönem gördüğü en yaratıcı sınıf olan kapitalistler sınıfı, bugün insanlığın ve doğanın geleceğinde sadece bir ayak bağı değil, mutlak sökülüp atılması gereken bir tehdit haline geldi. Bir yıkım makinesi, bir grizu patlaması! Madende göçük altında kalmış işçilerin yukarıya doğru çıkmaya güçlerinin yetmediği yerde, bir tünel açılır, dağın yamacından dışarı çıkılır. Komünist devrimin partisi, işte bu tünelin mimarı olmalıdır. Yeni bir yaşam perspektifine, yeni bir siyasal, ekonomik, toplumsal sisteme ihtiyacımız var. Bütün hücrelerinden özgürlük fışkıracak, bize sınıfsal, toplumsal ve bireysel kurtuluşu, insanlığın kurtuluşunu getirecek bir yaşam için yeni bir umuda, bir manifestoya ihtiyacımız var. Boyun eğmeden yaşamaya, yalnız sömürülmeye değil köleliğe, aşağılanmaya karşı da sınıf kinimizi büyütmeye, onurumuzu korumaya, kendimizle ilgili kararları kendimiz vermeye, bugünü ve geleceğimizi ellerimize almaya, mücadele ederek ve savaşarak özgürleşmeye ihtiyacımız var. Bir devrime, yaşamı bütünüyle yeni temellerde kurma olanağını bize kazandıracak bir devrime ihtiyacımız var. Bu, komünizmdir! Kapitalizmi yıkarak İşçinin tokluk toplumundaki açlığı, işçinin çokluk toplumunda yokluğu, işçinin çalışma toplumunda çalışma hakkı dahi olmaması, işçinin para toplumunda parasızlığı, işçinin sermaye toplumunda satılan emek gücü sürüyor. Rejim değişiyor, amaç patronlar için işçinin daha rahat, daha tasasız, daha ucuz, daha etkin sömürüsü Madde doğada hem parçacık hem de dalga özelliği gösterirmiş. Tek tek, parça parça, parçacık halinde burjuvalara onay verirken işçinin kazanacağı hiçbir şey yok. Dalga dalga yürüdüğümüz halde ise bizim zincirlerimizden, prangalarımızdan başka kaybedeceğimiz ne var? Onlar bizden korksun, çünkü bizim kazanacağımız, kuracağımız bir gelecek var! İnsanlığın tarih öncesini sonlandırıp sosyalist işçi demokrasisi ile kuracağımız bir gelecek. Asıl siz buna var mısınız? ihtiyacımız olan bu toplumu kurmak için savaşmadıkça kölelikten kurtulamayız. Kapitalist kölelik sistemini sonuna kadar yıkmadan ve komünizm için savaşmadan özgür olamayız. İnsanın ve doğanın giderek kendini yeniden üretemez noktaya kadar sömürüldüğü, umutların, geleceğin yok edildiği, insanın nesneleştiği, borsanın üstünde taht kurduğu bir dünyada komünistler geleceği temsil ediyorlar. Bize doğal ve alternatifsizmiş gibi kabul ettirilen, boyun eğdikçe köleleştiğimiz bugünkü toplumsal sistemi yıkmak, komünistlerin ereğidir. Komünist işçilerin mücadele platformundan

4 Casper plaza önünde bulunan direniş çadırında direnişlerini sürdüren Casper işçileri 125. güne gelen direnişlerini bir dayanışma şenliği ile yeniden kamuoyuna duyurmuş oldular. dayanışma etkinliği için gelenler çadır etrafında toplanmaya başladılar kısa bir süre sonra kitlenin sokağa ve caddeye sığmadığı görüldü. Bilgesu Erenus ve Pınar Sağ da dayanışma için gelenler arasındaydı. Direnişe daynışma göstermek için bir çok sendika, kitle örgütü, taraftar grubu Casper önüne gelmişti. G.E.A. İşçileriyle Mas-Daf İşçilerinin sınıf dayanışması ise coşkuyla ve alkışlarla karşılandı. DİSK genel sekreteri Tayfun Görgün ün ve Birleşik Metal-İş sendikası yöneticilerinin de konuştuğu şenlikte, asıl dikkatleri çeken direnişçi işçilerin konuşması oldu. Casper direnişçilerinin talebiyle, ilk günden itibaren yanlarında yer alan Yunus hoca ları da bir konuşma yaparak; Kendi yasa ve kurallarını bile tanımayan, sendikal örgütlenmelerin önü kesilen bu düzen yıkılmadan kurtuluş yok dedi Bilgesu Erenus un hemen oracıkta işçilerle oluşturduğu bir tiyatro ekibiyle, direniş meydanında sokak tiyatrosu gösterisine dönüşen Nereye Payidar oyunu sergilendi. Bilgesu Erenus, Nazımın dizeleriyle geldim, sizlere Nazım Hikmet i getirdim diyerek Casper direnişçilerini ve sınıf dostlarını selamladı Casper işçileri zafere kadar mücadeleye devam edeceklerini bir kez daha dillendirdiler. Ontex direnişi 130 günü geride bıraktı Sendikalı oldukları için işten çıkarılan ve işlerine geri dönmek için mücadele eden Ontex-Canbebe işçileri direnişlerinin 130. gününde, Ontex fabrikası karşısında kurmuş oldukları direniş çadırı önünde etkinlik düzenledi. Direniş çadırı önünde biraraya gelinerek, direnişteki Ontex- Canbebe işçileri tarafından basın açıklaması gerçekleştirildi. Ardından kendileride direnişte olan PTT işçileri, Kubatoğlu-Fıratpen işçisi, Legrand işçileri söz alarak direnişlerinin meşru olduğunu ve talepleri karşılanana kadar direnişte olacaklarını dile getirdiler. Direnişte olan Burger King çağrı merkezi işçileride gönderdikleri mesaj ile etkinliğe katıldılar. Ontex fabrikasında çalışan işçilerin çıkış saatinde fabrika kapısı önüne gidilerek işçilere ve bir kez daha patronlara seslenildi. Boykot boykot canbebe/ canped e boykot, Direne direne kazanacağız, Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz sloganları atılarak direniş çadırına geri dönüldü. Etkinliğe katılan Pınar Sağ ın seslendirdiği türküler eşliğinde çekilen halaylarla etkinlik son buldu Adana Çukurova Üniversitesi Balcalı Tıp Fakültesi çalışanları geçtiğimiz Mayıs ayında kadro eylemi yapmış, grev haklarını kullanarak belli saatlerde iş bırakmışlardı. 23 Haziran günü sağlık emekçilerinden hemşire Ayşe Atıl ise eyleme katıldığı gerekçe gösterilerek işten atıldı. Son olarak 26 Haziran Pazar günü sabah saatlerinde Dev-Sağlık İş sendikasında örgütlü işçilerden gelen telefonla Balcalı SES (Sağlık Emekçileri Sendikası) temsilciliğinin kapısının kırılarak içeri girildiği haberi geldi. Balcalı da yasal olarak verilmiş işyeri temsilciliğinin kapısının kırılarak temsilcilik odasındaki klima sökülmüş, sendika ait pankart ses cihazları da alınmıştı. Klimanın o bölüm kurulduğu günden bu yana temsilcilik odasında takılı olduğunu ifade eden işçiler, temsilcilik odasının kapısının kırılmasının asıl amacının, sendikaya ait 3 adet ses cihazı, yine bu dönemde eylemlerde kullandıkları pankart, afiş, flama ve önlüklerin de alınması olduğunu belirttiler. Sağlık işçileri rektörlüğün sendika üzerindeki basklılarının hiçbir etkisi olmayacağını, bu saldırıların mücadelede haklılıklarını gösterdiğini belirttiler. Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesi nde Rektör Alper Akınoğlu nun Mayıs ayı sonunda yapılan toplu sözleşmenin gereklerini yerine getirmemesi üzerine 20 Haziran günü yeniden direnişe başlayan taşeron işçiler bir kez daha kazandı. Rektörlük barikatı sağlık emekçilerini yıldırmadı. Sağlık emekçilerinin her zaman eylem yaptığı polikliniklerin önü rektörlük tarafından demir bariyerlerle kapatıldı. Bunun üzerine sağlık emekçileri eylemlerini SES temsilciliğinin önüne taşıdı. Üniversiteye ait araçlar da bariyer olarak kullanılırken, sağlık emekçileri kararlı duruşundan vazgeçmedi. Rektörün tüm engellemelerine karşı sağlık emekçileri, kendi kurdukları ses sistemi ile halaylar çekerek iş bıraktılar. Eylemde ilk olarak konuşan TTB Merkez Konsey Başkanı Eriş Bilaloğlu, uzun zamandır Balcalı da talepleri için mücadele ettiklerini dile getirdi. SES Genel Başkanı Çetin Erdolu, verilen mücadelenin parasız ve nitelikli, bir sağlık hizmeti vermek isteyen sağlık emekçilerinin mücadelesi olduğunu vurguladı. Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, Balcalı çalışanlarının taşeronla mücadelenin simgesi olduğu belirtti. Sağlığın bir ekip işi olduğunu ifade eden Çerkezoğlu, Direnişimizi de bir ekip olarak yapıyoruz dedi. Sağlık emekçilerinin kararlı eylemi sonrasında rektör bir heyetle görüşebileceğini ifade ederek randevu verdi. Böylelikle iş bırakma eylemi sonrasında rektörlükle görüşme gerçekleştirildi. Yapılan görüşmede rektör bir gün önceki saldırıdan kaynaklı özür diledi. Bir ay önce yapılan toplu sözleşmelerin gereklerinin 1 Temmuz itibariyle sendikalarla birlikte oluşturulacak heyetle yerine getirileceği konusunda söz veren rektör, eyleme katıldıkları için haklarında sürgün ve işten atma kararı verilenleri geri işe alacağını belirtti.

5 Burger King çağrı merkezi işçileri: İnsanlık dışı çalışma koşullarına karşı Tez Koop-İş sendikasında örgütlenen Burger King çağrı merkezi çalışanları işten atma saldırısıyla karşı karşıya kalmışlardı. İşçiler bu saldırı karşısında direnişe geçmişlerdi. Burger King çağrı merkezi direnişçisi Pınar Sad ile yaptığımız röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz. İşçi Meclisi: Neden sendikalı oldunuz? Pınar Bad: Günde 11 saat çalışıyorduk. Hergün hamburger yemek zorundaydık. Bize yemek fişi veriyorlardı ama yemek fişleri bir tek Burger King de geçerliydi. Çağrı yoğunluğu nedeniyle en temel ihtiyacımız olan tuvalet ihtiyacımızı bile kullanamıyorduk. Sürekli daha hızlı daha hızlı robot gibi çalıştırıyorlardı. Günde 160 çağrı alırken bu sayı 200-250'ye çıktı. Hatta günde 350 çağrı alan arkadaşlar vardı. İki kişinin işini bir kişiye yaptırıyorlardı. Molalarımız vardı ama onları da kullanamıyorduk. Bu koşulların iyileşmesi için sendikalı olduk. Çünkü tek tek sesimizi çıkardığımızda Sen provokasyon yaratıyorsun" diyerek diğer arkadaşları kışkırtıyorlardı. Direnişe başlayalı ne kadar oldu ve içeride durum nasıl? Biz 4 kişi işten çıkarıldık. Mayıs ayının 23'ünde. O günden beri direnişteyiz. İçeride arkadaşlarımıza baskılar sürüyor. Aileleri aranarak sendikanın yasal bir şey olmadığı söyleniyor. Çağrı merkezinde çalışan arkadaşlar genç. Çoğu aileleriyle yaşıyor. Bu yüzden bu baskılar sonucu geri çekilmeler, istifalar olabiliyor. Geri çekilenler içerisinde yeniden sendikalı olanlar da var tabi. Mücedeleye devam ediyoruz. Sendikadan sonra çalışma koşullarında bir iyileşme var mı? Tabi var. Çalışma saatleri yarım saat kadar indirildi. Arkadaşlar molalarına çıkabiliyorlar iş ne kadar yoğun olursa olsun. Daha iyi davranmaya çalışıyorlar göz boyamak için. Mecidiyeköy Burger King çok merkezi bir yerde. Neden çadır kurmuyorsunuz? İçeride çekingeleri olan arkadaşları ürkütmek istemedik. polis baskısıyla geri çekilmeler artabilirdi. Çünkü arkadaşlar genç ve tecrübesiz. Toplantıda çadır kurmama eğilimi fazla olunca kurmadık bizde. Tez Koop-İş 5 nolu şubenin önünde bir imza standı açtık. İşe geri dönmek için imza topladık. Bizim şartelimiz telefonlar. Bu yüzden Sipariş yok, destek var! hattını kurduk. Çünkü biz bu şekilde para kaybettirebiliriz kuruma. Kurduğumuz hatta destek sayısı 20 bine ulaştı. İnsanlar arayıp Sendikayı destekliyoruz, Mücadeleye devam edin diyorlarmış. İçeirdeki arkadaşlar çok mutlu oluyorlar. Bu yöntemin çadırdan daha etkili olduğunu söyleyebilirim. Teşekkür ederiz. Ben teşekkür ederim. Türkiye ucuz işgücü cenneti olarak anılan ülkeler arasında değerlendiriliyor. Bu koşullar kapitalist sömürücü sınıflar için bir cennet ama işçiler ve yoksullar için cehennem demektir. Türkiye kapaitalizminin uluslararası rekabet edebilirliğinin koşulu işçilere ödenen ücretlerin düşüklüğü ile ölçülüyor. Bu yüzden işbaşına gelen hükümetler sömürü koşullarını sürekli bu koşullara göre ağırlaştırmak zorundadırlar. Asgari Ücret Tespit Komisyonunun aldığı karar uyarınca, 1 Temmuz-31 Aralık 2011 tarihleri arasında geçerli olacak asgari ücrette düzenlenmeye gidilecek. Düzenlemeyle yılın ilk yarısında 16 yaşından büyükler için yüzde 4.7 artırılan asgari ücrete, yılın ikinci yarısı için yüzde 5.1 zam yapılacak. Buna göre, halen 16 yaşından büyük bekar bir işçi için brüt 796.50, net 629.96 liraolan asgari ücret, yüzde 5.1 lik zamla brüt 837, net 658.95 liraya yükselecek. 16 yaşından küçük işçiler için geçerli olan asgari ücret ise gelecek aydan itibaren 25.77 lira artırılacak. Halen 16 yaşından küçükler için brüt 679.50, net 546.20 lira olan asgari ücret, bu artışla brüt 715.50, net 571.97 lira olacak. Asgari ücretteki artış kapıcı ücretlerine de yansıyacak. Kapıcılar için brüt 796.50, net 677.03 lira olarak uygulanan asgari ücret, brüt 837, net 711.45 liraya yükselecek. İsdemir de Çelik-İş Sendikası ile patron arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmeleri greve bir gün kala anlaşmayla sonuçlandı. İşçilerin greve çıkma kararlılığı üzerine sıfır zam dayatmasından geri adım atan patron, ilk altı ay için yüzde 25 zammı kabul etmek zorunda kaldı. Deneme kadrosu olan C kadrosunu 4 yıldan 8 yıla çıkarma dayatmasını da geri çekildi. Patronun sunduğu teklifi işçilerle paylaşmak işçin fabrikanın çelikhane bölümünde toplantı düzenledi. Toplantıya gece vardiyasından çıkanlar ve gündüz vardiyasına gelen işçilerle beraber 5 bine yakın işçi katıldı. Kesintiler 1 Temmuz itibarıyla yapılacak düzenleme, asgari ücret üzerinden yapılan kesintileri ve işverene maliyeti de artıracak. Asgari ücretten 16 yaşından büyük işçiler için yapılan kesinti 178.05, 16 yaşından küçük işçiler için 143.53, kapıcılar için 125.55 lirayı bulacak. Asgari ücretin patrona toplam maliyeti 16 yaşından büyük işçiler için 1016.95, 16 yaşından küçük işçiler için 913.67, kapıcılar için 1016.95 lira olacak. Yeni asgari ücretle birlikte sosyal sigortalar primine esas kazancın alt ve üst sınırı da değişecek. Halen asgari ücretin brütü olan 796.50 liraya karşılık gelen prime esas kazancın alt sınırı 837 liraya, 5 bin 177.25 lira olan prime esas kazancın üst sınırı ise 5 bin 440.5 liraya çıkacak. Öte yandan, asgari ücretteki artış, asgari ücrete endeksli olan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu na Cengiz Gül, şu an aldıkları ilk altı ay için yüzde 25, toplamada yüzde 40 zammın bu dönem için Türkiye de alınan en yüksek zam olduğunu ve bu noktaya işçilerden aldıkları güçle geldiklerini ifade etti. Gül çalışanların yüzde 10 nunu oluşturan mühendislerin ve yöneticilerin dahil olduğu A kadrosuna örgütlenme çağrısı yaptı. Erdemir ile aynı işi yaptıkları halde yüzde 70 daha düşük ücret alan İsdemir işçileri, 16 ay boyunca da kriz bahanesiyle yüzde 35 düşük ücret aldı. Patron, göre uygulanacak idari para cezalarına da artış getirecek. Yeni asgari ücret ile prime esas kazancın alt ve üst sınırları, 1 Temmuz-31 Aralık 2011 tarihleri arasında uygulanacak. Türkiye kapitalizmi asgari ücret düzenlemeleri ile işçilere komik zamlar veriyor. Bu son derece düşük zamlarla birlikte, gıdadan giyime yüksek oranlarda yapılacak zamlarla alınacak olan bu miktar sembolik bir anlam taşıyacak.türkiye kapitalizmi kendi cenneetini işçileri yaşam koşullarını cehenneme çevirerek kuruyor. İşçi sınıfının bir sınıf olarak kendi düzenini yani kendi cennetini kurabilmesinin tek koşulu komünist devrimci sosyalizm programı doğrultusunda mücadele etmekten geçiyor. Asgari ücret değil, insan gibi yaşanacak ücret! ücretlerinin Erdemir ile eşitlenmesini isteyen işçilerin talebine sıfır zam dayatmasıyla karşılık verdi. Buna tepki gösteren işçiler grev kararını yüzde 100 e yakın bir oranda greve Evet oyu ile aldı, grev tarihi olarak da 30 Haziran açıklandı. Bu açıklamanın ardından fabrikada 89 grevi tartışılmaya başlandı. 89 yılında yapılan ve 137 gün süren grevle, işçiler yüzde 350 zam almıştı.

6 Yaklaşık iki yıldan beri Kürdistan da yaşamaktayım. Nereden başlayayım bilmiyorum en iyisi en çok hayallerimin kırıldığı noktadan başlayayım, sonra da size gördüklerimi anlatmaya çalışayım. Evet sonunda Kürdistan dayım Çocukluğum, köy baskınları, dağa çıkan gençlerimiz, sonrasında ölüm haberleri, ağlayan analar, zılgıt sesleri, sessiz konuşulan bana yasak edilen anadilim ve en belirgin olanı geceleri her çıtırtı sesinde korkuyla bölünen uykularımız. Sonunda Kürdistan dayım, kavganın ülkesindeyim, direnmeyi öğrenmek, çocukluğumda içimden geçenleri haykırmak için. En değişmez dediğimiz,feodal olmakla hala nitelendirdiğimiz yerlerde kapitalizmin kaleleri birer birer kendilerini gösteriyor. Değişim her yerde olduğu gibi Amed i de toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik anlamda değiştiriyor. Artık insanlar direnişçi ruhuyla değil tepkisel ruhla hareket ediyorlar, çünkü dünün devrimci hareketi bugünün politikaları içinde eriyordu. Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Birşeyler her yerde değişiyordu, ama birşeylere karşı çıkışın şeklinin de değişimi, düzen içine çekilmesi ve toplumun çoğu tarafındanda bunun kabullenilmesi kabul edilebilecek gibi değildi. Bu tavrı herkes kabul ediyordu çünkü insanların artık umutları yok, inançları azalmış ve yeni gelecek günlere değil eskiye, kaybettiklerine yanan köylerine, katledilen gençlerine bakıyorlardı. Eylemler sırasında farkettim, halk önlerine yeni konulan yeni politikalardan ziyade hala eski talepleri dile getiriyorlardı. Örneğin Demokratik Özerklik demiyorlar, Biji Kürdistan diyorlardı. Demokratik özerklik ise daha çok Kürt halkının orta sınıfını içine alan kesimlerinde akademik bir tartışma olarak yürütülüyor, kimi yeni bir sosyalist model diyor, kimi ise TÜSİAD ın desteği önemli diye görüşünü açıklıyor. Eskiden yeniye geçişte bu derece kafa karışıklığının olması şaşılacak birşey değil. Ama kent yoksulları, işçiler Demokratik Özerklik nedir acaba diye kendi aralarında konuşmuyorlar, bu konu onların gündemine girmiyor. Burada binlerce hikayeye rastlıyoruz. Her birinde çocukluğumdan kalma o yutkunma hissiyle kendime geliyorum, hepsi çok tanıdık Bari barış gelse de dağdakiler artık inse, çok kayıp verdik diyorlar. Onlar bunları söylerken gidenleri, toprağa düşenleri, bir iki ayda saçları beyazlayan anaları, kaybolanları, bulunamayanları, işkencehanelerdeki çığlıkları duyuyorum ve bir kez daha yutkunuyorum Birazcık Kürtçe, birazcık özgürlük. Ama karşımdakinin gözlerine bakınca gördüğüm umutsuzluk, daha çok da hayal kırıklığı empati kurmamı sağlıyor. Kaybedenler ve yeniden kalmak için kendinde yeterince güç bulamayıp kendini akıntıya bırakanlar ama yine de bir yerlerde eskiye ait birşey taşıyanlar, avuçlarında hala taş parçalarını saklayanlar Savaş tam olarak bitse de bölgeye yatırım olsa, fabrikalar açılsa. Bilmez ki ucuz iş gücü olarak kullanılacağını, hali hazırda açılan birçok işyerinde işçilerin çektiklerini. En azından işim olur, genclerimiz mahalle kenarlarında dolaşmaz. Bilir elbet kendine çözüm olarak sunulanın diğer bir sömürü kapısı olacağını ama yeni eskisinden iyidir, hep böyle kabul etmedik mi? Burada, Diyarbekir sokaklarında gezerken kendinizi savaş sonrası bir kentte buluyorsunuz. İnsanların yüzlerine baktığınızda ise kaybedilmiş bir savaş olduğunu görüyorsunuz. Yıkılan bir kent ile yeni kurulan bir kent içiçe. Sokaklarda atık kağıt işçisi çacukları görürsünüz ilkin, hep bir arada dolaşırlar, yanlarına yaklaşırsanız sizinle konuşmazlar. Bir çocuğun bu derece temkinli davranması şaşırtır sizi ama şaşırtmasın, sürekli sizi gördükten sonra anlatır size yaşadıklarını, hiç tanımadığı babasını, niçin çalışmak zorunda oluşunu. İşte o zaman anlarsınız sekiz yaşındaki bu çocuk işçinin niye insanlara güvenmediğini, büyük adamlar gibi konuşmasını, erken büyümesini. Sonra bir çocuk daha görürsünüz, ondan bir kaç yaş daha büyük, bir duvar kenarında eroin kullanırken. T.C nin son kampanyasıdır bu esasında Taş tutan eller artık uyuşturucu tutsun. Sayıları her gün daha da çoğalıyor. Sadece gençler de değil, her yaştan insan hızla bu bataklığa çekiliyor. Sonra ara mahallelerin birinden oyun oynayan çocuklar çıkar. Biji Serok Apo diye bağırırlar, bağırtı sesleri oradan nezarethanelere yayılır; yine aynı çocuk sesleri vurma diye bağırır. Hani Fellini nin Kadınlar Kenti diye bir filmi vardı, Şu anda biz Kürtler bekleme anındayız, yıllardır güvendiğimiz siyasetin hamlelerini izleyip tartıyoruz, ama ileri günlerde olacakları bize işçi ve kent/ kır yoksulu olan Kürtler gösterecek. O güne kadar yine serhıldanlarda yerlerimizi almaya devam edeceğiz Burada, Diyarbekir sokaklarında gezerken kendinizi savaş sonrası bir kentte buluyorsunuz. İnsanların yüzlerine baktığınızda ise kaybedilmiş bir savaş olduğunu görüyorsunuz. Yıkılan bir kent ile yeni kurulan bir kent içiçe burası da Çocuklar Kenti. Kimi ne kadar yoksunlaştığımızı bize haykırıyor, kimi elindeki taş ile bize umutlarımızı gösteriyor. Ara sokaklarda küçük atölyeler yerlerini iş merkezlerine, sanayi havzalarına, yeni açılan iş yerlerine bırakıyor. Şehir hızla büyüyor. Burjuvazi bunu gelişim olarak adlandıradursun, inşaatlardan gelen kaza haberleri, niteliksiz yapılanma bunun nasıl bir gelişim olduğunu gösteriyor. Amed yeni bir kent oladursun bu kentte işçilerin, daha çok da kent yoksullarının yüzlerine daha çok aşina olursunuz. Bölgede semaye güçlendikçe bölge siyaseti liberal politikaların etkisine daha da giriyor. Demokratik özerkliğe şimdiden ön adım olan kent konseylerinde sanayi/ticaret odalarına da birer ikişer koltuk veriliyor. Halk iradesinden bahsederken ellerinde taşıdıkları tek şey ise bugün için kaba bir anadil anlayışının çok dışına çıkamıyor. Oysa %70 oy aldıkları Amed sokaklarında insanlar kendi dillerini konuşmuyor, bunu etkinleştirmek için bölge politikacıları tarafından faal bir çalışma yürütülmüyor. Oysa ki artık sadece kendi dilimizi konuşacağız diye bir çağrı yapılsa çoğu kişi bu çağrıya ses verebilir. Örneğin sene başında okulların anadil için boykot edilmesi çok yerinde ve ileri bir tavırdı ama devamı gelmedi ve demin de dediğim gibi diğer alanlara yayılamadı. Anadilde eğitim çalışmaları ise aynı kısır döngüde ilerliyor, önerdikleri modeller burjuva demokrasisindeki uygulamaların bir adım ilerisine geçmediği gibi, önerilen model Türk solunun da hayran olduğu Köy Enstitüleri uygulamalarının bir benzeri şeklinde. Ama Amed in gençleri çözüm derken artık gerçekten değişim bekliyor. Bir mahalle kahvesinde otururken hiç beklemediğin anda kahve çırağı aslında sosyalizm en iyisi diyor. Bir başka genç seçim sonuçlarına bakıp komünizmi kendi düşleriyle birleştirip anlatıyor. Hani Ece Temelkuran bedel ödemekten bahsediyor yazısında, işte öyle bedel ödemek değiştiriyor toplumu. Artık borçlu hissediyorsun her kavgada kendini, geri durmak yok. Belki bu yüzdendir her grevde Kürt işçilerin daha önde durma nedeni, o yüzden çocuk da olsan başına gelecek işkenceler korkutmuyor seni; dağdaki abini, ölen amcalarını düşünerek kaldırıyorsun elindeki taşı Ama yine de bir yanında eskiye ait bir şeyler olsa da bir yanında yeni bir dünyayı düşleyerek hareket ediyorsun Hani maddenin üç hali vardır ya, aslında yaşamın da öyle. Fikirlerin vardır, karşı tarafındakini beklersin, onun fikirlerinin sonuçlarını tartarsın, sonra hareket edersin. Şu anda biz Kürtler bekleme anındayız, yıllardır güvendiğimiz siyasetin hamlelerini izleyip tartıyoruz, ama ileri günlerde olacakları bize işçi ve kent/ kır yoksulu olan Kürtler gösterecek. O güne kadar yine serhıldanlarda yerlerimizi almaya devam edeceğiz.

7 Türkiye Türkiye olalı beri Kürt sorunu var. Osmanlı dan çözülen Cumhuriyet, sınırları içerisindeki müslüman tebaanın birliğini sağlarken Kürtlere düşen ülkesinin yok sa- demokratik çözümü biçimleri, Kürt ulusal sorununun burjuva yılmasıyla dört ayrı parçaya bölünmek Türk ve Kürt tekelci ve tekelci ve yeni Türkiye de varlığının inkar olmayan burjuvalarının, edilmesi olmuş. O günden bu yana emperyalist burjuvazinin istek Kürt halkı Türk sayılmış, açık inkarcı, imhacı ve asimilasyona dayalı faşist ve çıkarlarına uygun bir çözüm çözümle yaşamak zorunda kalmış. olarak gelişmektedir. Bugün yaşanan, ulusal sorunun sınıf sorununu perdelemesi, PKK nin geliştirdiği çözüm biçiminin Kürt burjuva ve büyük toprak sahiplerinin karşısına dikilmemesidir Kalmıştı. Son Kürt isyanı ardından sermayenin Türkiye de küresel temelde birikmeye başlamasıyla bu durum artık sürdürülemez hale geldi. Kürt ulusunun varlığı ister istemez kabul edildi. Kürt sorununun burjuvaların isteği doğrultusunda neoliberal çözümüne geçildi. Bugün Kürt sorununda tüm dengeler yeniden oluşuyor, bir geçiş süreci yaşanıyor. Bunun mücadelesi, gelgitleri, çelişkileri, gerilimi, krizi yaşanıyor. Henüz siyasal ve anayasal düzeyde çözüme kavuşmamış Kürt sorunundaki gerilim, son Hatip Dicle ve tutuklu milletvekilleri olayıyla siyasal bir kriz niteliği kazandı. Üstüne bir de diğer partilerden milletvekili seçilen Ergenekon tutuklularının bırakılmaması eklendi. Nasıl burjuva demokrasisine geçiş gerilim ve çatışmalar içerisinde gerçekleşmişse, burjuva demokrasisinin yeni bir siyasal toplumsal denge temeline oturması, bunun anayasa düzeyinde ifadesi ve hukukun buna uygun hale gelmesi de gerilim ve geri kırılmalar içerisinden ilerleyerek, bugünkü gibi krizlere yol açarak gerçekleşiyor. Varolan hukuk sisteminin bu geçişle çelişkisi bu kez anayasanın 76. maddesi olarak çıktı ortaya. Siyasal dengelerin burjuva demokratik temelde oturmamamışlığıyla iki üst kurulun önce Yargıtay ın seçime iki gün kala Hatip Dicle nin cezasını onaylaması ve sonra YSK nın bunu gerekçe yapan- kararı ile AKP nin bundan fayda sağlamaya giriştiği, oldu bittiye getirmeye çalıştığı da açık. YSK nın kararı, inkarcı politikanın uzantısı olarak Kürt halkının iradesinin hiçe sayılması anlamına geliyor. İkincisi 80 bin oy alarak seçilmiş bir milletvekilinin hiçbir hükmü kalmayan bir yasaya dayanarak milletvekilliğinin düşürülmesi kararı, burjuva demokrasisinin seçme ve seçilme hakkıyla, siyasal ve hukuksal açılardan açıkça çelişiyor. Bu karar ne siyaseten ne hukuken, ne de ahlaken bir geçerlilik taşıyor. Kürt halkı bilinçli ve kararlı bir tutumla karara karşı alanlara çıktı. Demokratik bir sahiplenmeyle demokratik çözümü aşağıdan dayatıyorlar. Askeri operasyonların sürmesi, gerillanın karşı saldırıları, düşük yoğunluklu savaş, KCK operasyonları, seçime dönük engellemeler, seçilmiş bir vekilin vekilliğinin düşürülmesi bunlar rejimin önceki faşist yapısından gelen, onun uzantısı olan uygulamalardır. Bunlara karşı mücadele sürecektir. Bundan sonrasında iki olasılık öne çıkıyor: Burjuva demokratik çözüm ya kimliğin kabulüyle sınırlı, bireysel ve neoliberal biçimde, ya da ulusal hakların kolektif tanınması, demokratik özerklik çözümü biçimiyle olacaktır. Bu mücadele hem pazarlık biçimiyle, hem Kürt halkının gücünü zayıflatarak daha geri olanın kabulüne zorlama biçimiyle ve bunlara Kürt halkının da özsavunmayla karşılık vermesi, direniş göstermesi, haklarını fiilen gerçekleştirme yönünde atım atması biçiminde sürmektedir. Bununla birlikte yine de herkes -boykot edenler dahil- çözümün nihai adresi olarak parlamentoyu kabul ediyor. Herkes burjuva demokratik çözümü kabul ediyor. Hakim olan tüm gerilime karşın siyasal sorunların yasal ve burjuva parlamenter zeminde çözümünün geliştirilmesi esas durumda. Bunun dışında bırakılmış, kalmış olanların yasal ve parlamentarist siyaset alanının içerisine çekilmeleri ve girmelerinin gerçekleştirilmesi de baskın eğilimdir. Kürt ulusunun siyasal özgürlük isteği, güçlü bir demokratik istek ve büyük bir ulusal özlemdir. Dili dahi yasaklanmış olan bir ulusun ulusal demokratik bir çözüm için savaşması ve bütün gücüyle bunu gerçekleştirmesinden meşru bir şey olamaz. Bizler, Kürt halkının kararlı demokratik tutumunun, özgürlük savaşımının, isterse ayrılma, isterse federasyon biçimiyle kendi kaderini tayin hakkının kararlı savunucusu olmalıyız. Kürt halkının aşağıdan gelişen protesto ve eylemleri, demokrasiyi fiilen kurma mücadeleleri, özgürlük isteği faşist diktatörlüğün çözülmesinde önemli bir rol oynamıştır ve bu sürmektedir. Bununla birlikte Güneyiyle Kuzeyiyle Kürdistan da hızla gelişen kapitalizmin açık bir şekilde gösterdiği, her ulus gibi Kürt ulusunun da "iki ulus" olduğu, Kürt burjuvalarıyla, büyük toprak sahipleriyle Kürt işçilerinin, kent ve kır yoksullarının çıkarlarının karşıt olduğudur. Kürt ulusal sorununun burjuva Faşist diktatörlüğün çözülmesi ve burjuva demokrasisine geçilmiş olmasıyla komünistlerin ve proletaryanın önündeki görev, burjuva demokrasisine karşı mücadele ve burjuva demokrasisinin yıkılmasıdır. Burjuva demokrasisinin yıkılmasıyla yerini sosyalist işçi konseyleri demokrasisi alacaktır. Komünistlerin açık ve net hedefi, burjuva demokrasisinin genişletilmesi; parlamenter demokrasiyle, neoliberal sivil toplum demokrasisiyle, yönetişimciliğe katılımcılığın eklenmesiyle genişletilerek dönüştürülmesi; eşitlikçi bir küçük burjuva demokrasisi hayal etmek değil, burjuva demokrasisini yıkarak yerine proletarya diktatörlüğü biçimiyle sosyalist işçi konseyler demokrasisini geçirmektir. Sosyalist işçi konseyleri demokrasisi, sömürüye dayanmaz; azınlığın değil, büyük çoğunluğun egemenliğidir; işleyiş ve örgütlenişiyle en gelişkin burjuva demokrasisinden bin kat daha gelişkin bir demokrasidir. Tüm bunlarla birlikte, aynı zamanda, sınıf egemenliğinin bir şekli olan ve bir erke dayanan demokrasiden farklı olarak, bir sınıfa, erke ve yönetselliğe dayanmayan, yöneten-yönetilen ayrımını ortadan kaldırmaya yönelerek daha üst bir toplumsal sisteme geçişi sağlayacak olan demokrasi demokratik çözümü biçimleri, Türk ve Kürt tekelci ve tekelci olmayan burjuvalarının, emperyalist burjuvazinin istek ve çıkarlarına uygun bir çözüm olarak gelişmektedir. Bugün yaşanan, ulusal sorunun sınıf sorununu perdelemesi, PKK nin geliştirdiği çözüm biçiminin Kürt burjuva ve büyük toprak sahiplerinin karşısına dikilmemesidir. Bunun onları kazanmaya dünük bir çözüm olması ve PKK ninki dahil bugünkü çözüm biçimlerinin Türk, Kürt ve emperyalist burjuvazinin istek ve çıkarlarıyla çelişmeyip örtüşmesidir. Bundan dolayı bizler, Türk ve Kürt burjuvalarının ve emperyalist burjuvazinin çıkarlarına yanıt verecek, Kuzeyiyle Güneyiyle Kürdistan ı meta üretim ve ticaretinin, sömürünün, bankaların ve borsanın, inşaat tekellerinin, aşiret kapitalizminin, rüşvetin, toplumsal sefalet ve düşkünlüğün ülkesi haline getirecek bir çözümün karşısında yer almalıyız. Ulusların tam hak eşitliği ve sosyalist kaynaşmasına dayanan, işçi sınıfının, kent ve kır yoksullarının sömürüldükleri değil, iktidarda oldukları sosyalist demokratik bir çözümü savunmalıyız. biçimidir. Sosyalist işçi konseyler demokrasisi, burjuva demokrasisinin tekelci ya da küçük burjuva biçimlerinden -liberal demokrasi, parlamenter demokrasi, sosyal demokrasi, eşitlikçi demokrasi vb.- bu temel özellikleriyle de, sınıfların ve devletin olmadığı daha üst bir toplumsal sistemle sosyalist işçi konseyler demokrasisini de sönümlendirerek ortadan kaldırmasıyla da ayrılır. Komünist işçilerin mücadele platformundan

8 Recep Tayyip Erdoğan seçim vaatleri sırasında 63 ile doğalgaz getirdik, düğmeyi çeviriyor kombiyi açıyorsun, artık bodrumdan kömür taşımıyorsun, Avrupalının sahip olduğuna benim vatandaşım niye sahip olmasın diyordu. Doğalgaz fiyatlarının cep yaktığından, sayaçları kontörlü hale getirdiğinden, faturaların ödenemediğinden, asgari ücretten, resmi rakamlarda %9 olan gerçekte %20 leri bulan işsizlerden hiç söz etmedi. Herkese özel sağlık uygulamasını şişinerek anlatırken özel sigorta rezaletlerinden, sosyal sigorta ile alınabilen ilaçların bugün alınamaz hale geldiğinden hiç söz etmedi. Açılan özel hastanelerin AKP yi destekleyen burjuva kesimleri nasıl palazlandırdığından, bu hastanelerin süpermarketler gibi çalışıp para basmasından hiç söz etmedi. Okullara bir milyon bilgisayar dağıttık dedi, eğitimin paralı oluşundan, öğrenci seçme sınavı rezaletinden, diplomalı işsizlerden, ataması yapılmayan öğretmenlerden hiç söz etmedi. AKP ve diğer partiler, öğrencilere ayda 50 TL cep harçlığı vermekten söz ettiler, ama bir okula gidip gelmenin kaç para olduğundan, okul har(a)çlarından, yılda 10-20 milyar alan özel üniversitelerden hiç söz etmediler. Paran kadar Yiyecek, Paran kadar Sağlık, Paran kadar Eğitim, Paran kadar Yaşamak... Bugünkü sistemin açık ve net tanımı, paran kadar sağlık, paran kadar eğitim, paran kadar elektrik, paran kadar doğalgaz Paran kadar yaşamaktır. Bir işçi kölece çalışarak ihtiyaçlarını karşılayabiliyorsa zar zor yaşamını sürdürür, işsizse çalışamıyorsa onu bekleyen sürünmek ve ölmektir. Kapitalizm, artı değere ve kara çevirebileceği ihtiyaçlar üretir. Kan içerek yaşayabilen bir vampir gibi kapitalizm, ancak yeni malların üretilmesi ve çoğaltılmasıyla karını büyütüp sermayesini çoğaltabilir ve bu şekilde yaşayabilir. Giysi, cep telefonu, internet, buzdolabı hiç birisi gereksinimleri karşılamak amacıyla değil gereksinimlerin karşılanmasının kar üretimine ve sermayenin çoğaltılmasına hizmet ettiği için üretilmişlerdir. Bunun sonucu olarak, satın alamıyorsan giysin yoktur. Satın alamıyorsan buzdolabın, bilgisayarın, otomobilin yoktur. Satın alamıyorsan tatile gidemezsin. Satın alamıyorsan İstanbul un bir yakasından diğerine geçecek bileti alamazsın. Satın alamıyorsan kahveye gidip çay bile içemezsin. Satın alamıyorsan süpermarketlerdeki on bin çeşit üründen ancak 10-20'sini, en ucuz olanları alır, diğerlerine bakarsın. Satın alamıyorsan ısınamazsın. Satın alamıyorsan sağlık hizmeti de, İşçinin çalışma koşullarının da yaşam koşullarının da topyekun değişmesi, sömürülmekten kurtulması, zamanda, mekanda ve yaşamda özgür olabilmesi burjuva hükümet ve meclisten beklentiyle değil, onlara karşı mücadeleden geçer eğitim hizmeti de alamazsın. İyi bir hastanede tedavi göremezsin. İyi bir okulda okuyamazsın. Çocuklarına bir gelecek hazırlayamazsın. Satın alamıyorsan toplumsal ilişkilerini geliştiremez, arkadaşlarınla, dostlarınla dahi görüşemez, görüşmek istemezsin. Gezmeye, misafirliğe gidemez, misafir gelmesini istemezsin. İleriki yaşlarda ne olacağını bilemezsin. İnsanca yaşamak bir yana sürünürsün. Bir hiçsindir, yoksundur, yaşamıyorsundur. Sorun kapitalizmin ihtiyaçların ancak satın alınarak ve sermaye için çalışıp kendini sömürterek karşılanabileceğine emekçi sınıfların da inandırılmış olmalarıdır. İhtiyaçların bu karşılanma biçimi, işçiyi çalışırken de çalışmadığı zamanda da köleleştirir. En temel ihtiyaçlarını gecesine gündüzüne katarak, uzun saatler çalışarak, karşılayabilen bir işçi kendi ürettiği ürünleri satın alsa da alamasa da bütün yaşamına onlar yön vermekte ve işçiyi bir kez daha köleleşmektedir. Kapitalizmde tüm ekonomik kaynaklar, doğa ve emek gücü, burjuva sınıfın elinde ve hizmetindedir. Ekmek, domates, peynir, giysiler, masa, halı, otomobil, ev, bilgisayar, bütün ürünler işçiler tarafından üretilmesine karşın onları üreten işçilerin öz emek ürünlerinden yararlanması, ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri satın alma koşuluna bağlandığı gibi, yaşam koşullarını iyileştirecek her türlü istek ve özlemi de burjuva partilerden birini ve burjuva meclisten medet ummaya bağlanıyor. Oysa işçilerin öz emek ürünleri olan bu ürünlerin ne para karşılığı bir fiyat ödenerek alınması-dolayısıyla pek çoğunun hiç alınamaması zorunludur, ne de ihtiyaçların karşılanması için burjuva partilere ve meclise bel bağlamak zorunludur. İşte asıl terslik, garabet buradadır. Komünistler yiyecek, barınma, ısınma, sağlık, eğitim, ulaşım, iletişim, dinlenme, seyahat, tatil, kültürel gelişim, eğlenmeyi yaşamsal bir gereksinim ve hak olarak görürler. Bu ihtiyaçların karşılanması kar için üretimin konusu yapılamaz. Bunlar temel haklardır. Sosyalist toplumun her bir bireyi bu haklardan toplumsal üretkenliğin gelişme düzeyine göre koşulsuz olarak yararlanacaktır. Bunlar için ne ödenecek bir fiyat olacaktır ne de oy verme koşulu olacaktır. Sosyalizmde ihtiyaçlar, kapitalizmdeki kar üretme ve sermayeyi çoğaltma koşulundan da kurtulmuş olarak ihtiyaç oldukları için, toplumun ve bireylerin gereksinimlerini karşılamak, insanın insanca yaşaması ve insan yaşamını geliştirmek için üretileceklerdir. Artı değer sömürüsünün sona ermesi, tüm toplumun bütün temel ihtiyaçlarının karşılanmasını güvence altına alacağı gibi, ihtiyaçların kapsamı da genişleyecektir. İhtiyaçlar artacak, çeşitlenecek, temel ihtiyaçların karşılanması bir sorun olmaktan çıkacaktır. Sosyalist toplumun hiç bir üyesi yiyecek, barınma, ısınma, üç kuruş biriktirip tatil yapabilme, memleketine gidebilme, kredi kartı borcunu ödeme, faturalarını ödeyememe gibi tüm yaşamını çürüten kaygılar içinde yaşamayacağı gibi çok uzun saatler kölece çalışmak zorunda da kalmayacaktır. Çalışma süreleri giderek azalacak, çalışma köleliği sona erecek, buna karşın ihtiyaçlar çok daha fazla ve çeşitlenen ihtiyaçlar olarak karşılanabilecektir Sosyalist bir toplumda emekçilerin önündeki sorunlar kirayı nasıl öderim, ay sonunu nasıl getireceğim, çocukları nasıl okutacağım gibi sorunlar ve sorular olmayacak, kendimi diğer insanlarla kuracağım ilişkilerle, sanat kültür, bilim, spor yoluyla nasıl geliştiririm olacaktır. Paraya olan gereksinim azalacak, giderek tümüyle ortadan kalkacak, birey kuracağı toplumsal ilişkiler içerisinde gelişme ve kendisini birçok yönden geliştirme olanağını bulacak, zenginlik denilince ondan anlaşılan sadece ve sadece bu olacaktır. İşçinin çalışma koşullarının da yaşam koşullarının da topyekun değişmesi, sömürülmekten kurtulması, zamanda, mekanda ve yaşamda özgür olabilmesi burjuva hükümet ve meclisten beklentiyle değil, onlara karşı mücadeleden geçer. İşçi ne emek gücünü kapitaliste satmak, ne emeğinin öz ürünlerini para ödeyerek satın almak, ne de ihtiyaçlarının karşılanması için burjuva hükümet ve muhalefet partilerinin ayak oyunlarına boyun eğmek zorundadır. İşçinin kendi sınıf çıkarları doğrultusundaki öz irade ve eylemi, kararı, burjuva meclisten medet ummak değil, onun karşısına sosyalist işçi demokrasisi mücadelesiyle çıkmaktır. İşçi temel gereksinimlerini, artan ve çeşitlenen gereksinimlerini karşılamak için emek gücünü kapitaliste satmak, kapitalistin ücretli kölesi olmak zorunda değildir. Gereksinimlerini karşılamak için de mal haline getirilmiş olan öz emeğinin ürünlerini satın almak, satın alacak kadar parası olmadığı için de pek çoğunu alamamak zorunda da değildir. Kapitalist sınıf devrimle alaşağı edildiği ve sermaye biçimine çevrilmiş üretim araçları toplumsal mülkiyet haline getirildiği andan itibaren, bir işçi iktidarıyla ihtiyaçların sadece ihtiyaç oldukları için üretildikleri ve ihtiyaçları karşılayabilmenin onları satın alabilmeye bağlı olmadığı bir toplumsal sisteme, komünizme de ayak basılmış olacaktır. Her işçinin doğal üyesi olarak, içerisinde yer aldığı işçi konseyleri demokrasisiyle vesayet, temsil ve bağımlılıktan kurtulup kendisiyle, çalışma koşulları ve yaşamıyla ilgili kararları öz irade ve eylemiyle verecektir. Dışında ve üstünde bir güç, sömürücü bir sınıf ona hükmetmeyecektir. Almış olduğu kararların uygulayıcısı, gerçekleştireni ve denetleyicisi de kendisi olacaktır. Kahrolsun kapitalistlerin meclisi! Biz üretiyoruz, biz yöneteceğiz! Yaşamımız ve geleceğimizle ilgili kararları kendimiz vermek için sosyalizm! İşçi sınıfının kurtuluşu sosyalizmde!

9 Yeniden parlatılıp cilalanan burjuva parlamenter demokrasisi ve yeni anayasasının katılımcı bir çekim gücüyle sermaye egemenliğinin toplumsal temellerinin genişletilmek istenmesinin karşısına işçi sınıfının alternatif mücadele ve iktidar aygıtlarıyla çıkılmalıdır. Bunu yaparken çözümü sadece devrime ve sonrasına bağlı ertelemeden, sınıfın bilinç eylem ve örgütsel yeteneklerini geliştirecek olan işyeri komite ve meclisleri, öncü işçi kurulları gibi sosyalist alternatif araçların bugünden yaratılması gerekmektedir Burjuvazinin politik gündemini yeni bir anayasa oluşturuyor. Bu politik gündemle birlikte sola, işçilere ve diğer emekçi sınıflara burjuva liberal çarşaf giydirme çabaları hızlanarak devam edecektir. Önümüzdeki bir yılı belirleyecek olan da yeni anayasa tartışmaları olacaktır. Seçim sonuçlarıyla burjuvazi, yeni anayasa için toplumsal düzeyde siyasal desteğini güçlendirmiştir. Yeni bir anayasa, burjuvazinin ortak programı ve hedefidir. Rejim krizinin artçı sarsıntıları sürecek olsa da, bu sarsıntılar önceki şiddetinde olmayacaktır; burjuvazi ve devlet yapısı içerisinde güçler dengesi ve rejimin yapısı değişmiştir. Burjuvazi ne istiyor? Burjuvazinin yeni anayasası, parça parça 17 kez değişiklik yapılmış faşist 12 Eylül anayasasının bir bütün olarak değiştirilmesini hedefleyeceği gibi, Türkiye cumhuriyet rejiminin başından itibaren sürekli kriz unsuru olarak var olan din-laiklik ilişkisi ve yakıcılaşan Kürt sorununun burjuva liberal reformist çözümlerini de içerecektir. Ayrıca yeni anayasa Türkiye bağımlı burjuvazisi ve kapitalizminin gelişme düzeyine uygun olarak devlet-toplum-birey ilişkilerini kapitalizmin gelişim dinamiklerinin önünü açacak ve hızlandıracak yönde yeniden düzenleyecek bir siyasal hukuksal metin olacaktır. Anayasanın içeriklendirilmesi ve hazırlanma sürecine ilişkin burjuvazi içerisinde kimi önemli farklar olmakla birlikte emperyalist burjuvazinin hedefleriyle de iç içe geçmiş olarak yeni anayasanın ruhunu ve felsefesini oluşturacak olan işçi sınıfı düşmanlığı ve neoliberalizmdir. Burjuvazinin hedefleri seçim sonuçlarının açıklandığı gece Başbakan Erdoğan tarafından neoliberal kapitalist vahşi sömürü koşullarını gizleyen yaftalı ifadeler kullanılarak ortaya konmuştur. Emperyalist burjuvazi ve bağımlı Türkiye burjuvazisi, Türkiye kapitalizminin gelişim düzeyine uygun olarak rejime daha istikrarlı bir yapı kazandırmak istemektedirler. Neoliberal tipte geri düzeyde bir burjuva demokrasisi, toplumun bu temelde örgütlenmesi burjuvazinin sınıfsal çıkarlarının, kapitalist sömürüye istikrar kazandırma isteğinin bir gereğidir. Kürt sorunu, din-laiklik sorunu, kuvvet ilişkilerini yeniden düzenleyerek devletin yapılandırılması, devlet-toplum-birey ilişkileri konularında yapılacak değişikliklerle burjuva toplumsal temelin güçlendirilmesi, burjuvaziye iç ve dış politikada yeni hamleler yapabilecek, kapitalist sömürüye istikrarlılık kazandıracak ve sömürü kanallarını genişletecek yeni adımlar atma olanağını kazandırmaktır. Peki ya biz! 8 satten fazla çalışmanın yasaklanması gibi temel bir hakkı dahi güvence altına almayan, işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını köleleştiren kapsamlı bir saldırının bir parçası olan bir anayasa değişimine sınıf bilinçli her işçinin vereceği yanıt onun karşısına kendi sınıfsal mücadele istem ve özlemiyle, sosyalist işçi anayasasını bayraklaştırarak çıkmaktır. İşçi sınıfı, çalışma ve yaşam koşullarında köleliğinden başka bir şey olmayan burjuva liberal demokrasinin savunucusu değil karşıtıdır. Demokratik anayasa, halkın anayasası, demokratik hak ve özgürlükler için mücadele biçiminde ifade edilen görüşler, geri tipte burjuva demokrasisine karşı işçi sınıfı için bir alternatif oluşturmadığı gibi sınıfı burjuva demokrasisinin bir muhalefet organı durumuna getirecektir. İşte bu yüzden burjuvazinin meclisinde, onun ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanan her türden anayasa, kimi küçük burjuvaların gözünü kamaştırsa da işçi sınıfının sınıfsal ihtiyaçlarını karşılayamaz ve kölece çalışma ve yaşam koşullarında bir değişiklik oluşturamaz. Marx, birbirleriyle örtüşmeleri her zaman için mümkün olmayan, hukuksal varoluş ile gerçek varoluş arasında bir ayrım yapmaktadır. Bu ayrımı, 18 Brumaire de (1851), Fransız 1848 Anayasası ndaki özgürlüklere, bunların uygulanmasına ve bu Anayasanın niteliğine ilişkin değerlendirmelerinde bulabiliriz. Marx ın değerlendirmesine göre, 1848 Anayasası nın kurduğu haklar sistemi hem hakları savunanların hem de hakların kısıtlanmasını isteyenlerin isteklerini gerçekleştirebilecek niteliktedir. Anayasanın her paragrafı kendi karşı-savını da içermektedir. Bir yandan temel özgürlükler tanınmakta, Fransız halkının mutlak hakkı ilan edilmekte, öte yandan bunların ancak başkasının eşit hakları, kamu güvenliği ve bu hakları düzenleyen yasalarla çatışmadıkları sürece sınırsız oldukları belirtilmektedir. Böylece, anayasanın buyruklarına uygun olarak bu mutlak özgürlükleri, kamu güvenliği yani burjuvazinin güvenliği yararına, burjuvazi dışındaki sınıflara yasaklamak veya polis tuzaklarından başka birşey olmayan koşullara bağlamak mümkündür. Bunun içindir ki, özgürlük sözüne saygı gösterildiği ama onun gerçekleşmesi yasaklandığı sürece, özgürlüğün gerçek varoluşu tamamen yok edilmiş olsa bile anayasal (yani hukuksal) varoluşu dokunulmamış olarak kalmıştır. Yeniden parlatılıp cilalanan burjuva parlamenter demokrasisi ve yeni anayasasının katılımcı bir çekim gücüyle sermaye egemenliğinin toplumsal temellerinin genişletilmek istenmesinin karşısına işçi sınıfının alternatif mücadele ve iktidar aygıtlarıyla çıkılmalıdır. Bunu yaparken çözümü sadece devrime ve sonrasına bağlı ertelemeden, sınıfın bilinç eylem ve örgütsel yeteneklerini geliştirecek olan işyeri komite ve meclisleri, öncü işçi kurulları gibi sosyalist alternatif araçların bugünden yaratılması gerekmektedir. Bu mucadele tarzı sadece sınıfa zafer vermekle kalmayacak, aynı zamanda burjuvaziyi ve onun sınıf diktatörlüğünü yıkan işçi sınıfına sosyalist işçi demokrasisi yolunda nasıl yürüyeceklerini öğretecektir. Burjuva demokrasisinin karşışında ve sınıf mucadelesinde kazanacağı deneyimlerle bu yönde eğitilmeyen işçi sınıfı, burjuvazinin iktidarını yıksa dahi kendi kendini yöneten bir sınıf olamaz. İşte bu nedenden dolayı sosyalist işçi demokrasisi ve anayasasının işçi sınıfı için tek ve gerçek demokrasi biçimi olduğunun açıklanması ve tüm bu mücadelelerin sınıfın özgirişkenliğini, karar alma ve uygulama yeteneğini geliştirecek biçimde örgütlenmesi zorunludur. Bu yüzden işçi sınıfının siyasal, ekonomik, kültürel mücadelesini, burjuva demokrasisinin ve anayasasının sınırlarını açığa çıkartacak ve sosyalist alternatif yaratacak yönde geliştirilmesi gerekir. Bu hat, işçi sınıfına burjuva demokrasisi ve kapitalizmi yıkma bilincinin yanı sıra kendi iktidarını kurma ve yönetme bilinç, tecrübe ve yeteneğini de kazandıracaktır.

10 Ekşi Sözlük geçtiğimiz günlerde site sahiplerinin yazarların IP lerini savcılara vermesiyle gündeme geldi. Burjuva gerici bir tarikat niteliğindeki Adnan Oktar grubunun yaptığı şikayet sonucu İstanbul polisi, 50 Ekşi Sözlük yazarını sitedeki bazı dini konulu başlıklar nedeniyle ifadeye çağırdı. Polis ziyaretlerinin sitede nefret söylemi kontrolü nün yapılacağı duyurusunun yapıldığı saatlere denk gelmesi, ilginç bir tesadüf oldu. Bir çok yazar, Ekşi Sözlük sahiplerinin gerek yazarların IP lerinin polise verilmesi, gerekse de herkes kendi yazdığından sorumludur tutumu nedeniyle tepki geliştirdiler, boykot ve siteden ayrılmalar söz konusu oldu. Oysa gelişmeler sadece bunlarla sınırlı değil. Türkiye nin en popüler internet sitelerinden Ekşi Sözlük tamamen sermaye sözlüğü haline geliyor. Ekşi Sözlük ün kurucusu Sedat Kapanoğlu Facebook, Twitter gibi sosyal paylaşım ağlarının şirketler tarafından sistematik olarak piyasalaştırılması, kar, imaj ve reklam amacıyla kullanılması için sosyal medya danışmanlığı şirketi kuruyor. Ekşi Sözlük bununla da kalmıyor, reklam almanın da ötesine geçerek kapılarını sermayeye ve sermayeleşmeye ağzına kadar açıyor. Eylül ayından itibaren Ekşi Sözlük parayı bastıran şirketlerin istediği gibi kullanımına açılacak. Şirketler sitede kendi sayfalarını ve kurumsal hesaplarını açabilecek. Sitede kurumsal hesabı olan şirketler, 35 bin site yazarından istediğinin mailine ulaşarak kendi şirket, marka ve ürünü hakkında sözlük maddeleri yazılmasını, farklı sözlük maddelerinden kendi sayfa ve maddelerine yönletim yapılmasını sağlayabilecek. Facebook, Twitter, popüler sözlük gibi sosyal paylaşım ağları daha yoğun biçimde sermayeleştirilip piyasalaştırılacak, sermayenin imaj ve kamuoyu yönetiminin daha derin bir aracı haline gelecek, popüler sitelerin okur bilgileri de sermayeye satılacak Ekşi Sözlük yöneticileri, şirketler bu yolla kendi haklarında yazılmış yanlış bilgilerin düzeltilmesini sağlayacak diye popüler sözlüğün tam sermayeleştirilmesine ve 35 bin sözlük yazarı ile milyonları bulan okurlarının tümüyle sermaye hizmetine açılmasına kılıf geçirmeye çalışıyor. Ekşi Sözlük gibi popüler kitle sözlüklerinin özgünlüğü, her konuda binlerce yazarının bilgi, deneyim, yorum ve duygularını eğlence ve geyik de katarak paylaşabilmesiydi. Bu sitelerde kurumlara, şirketlere, markalara, ürünlerine, çeşitli uygulamalarına dair, içerden bilgi ve deneyime de dayanan çok sayıda eleştirel ya da dalga geçen, tepkileri paylaşan entry de olabiliyordu. Bunlar, sermayenin sosyal medya yı, artık yalnız reklamlarla değil, doğrudan satın almasıyla tarihe karışacak. Tekelci burjuvalar, Türkiye de toplam kullanıcısı 20 milyon kişiyi bulan sosyal paylaşım ağ ve sitelerini, azami kar ve egemenlik ilişkisinin yeni bir kaldıracı haline getirme hedefini çoktan önlerine koymuşlardı Sosyal paylaşım ağ ve sitelerinin daha yoğun bir sermaye işgaline uğraması, daha derinlemesine sermaye ve meta egemenlik ilişkilerine bağlanması, Ekşi Sözlük yöneticilerinin bir buluşu değil. Tekelci burjuvalar, Türkiye de toplam kullanıcısı 20 milyon kişiyi bulan sosyal paylaşım ağ ve sitelerini, azami kar ve egemenlik ilişkisinin yeni bir kaldıracı haline getirme hedefini çoktan önlerine koymuşlardı: Bankalar sosyal paylaşım sitelerini pazarlama, müşteri profil ve davranış analizleri, reklam gibi amaçlarla daha yoğun olarak kullanmaya başlayacaklar. (Türkiye Bankalar Birliği Başkanı ve Halkbank genel müdürü) Sosyal paylaşım ağları teknolojilerinin hızlı gelişimi, bu ağların farklı iş süreçlerine entegre edilmesi ile iş sonuçlarına (karlara-bn) katkı sağlayabilecek bir çok fırsat sunmaktadır. Müşteriler, satış kanalları ve çalışanlarla iletişim için bu aygıtlardan yararlanmak kaçınılmazdır. (Aviva- Sa Ceo su) Sadece teknolojinin gelişimi değil, tüketicilerin de teknoloji kullanır hale gelmesi ile ilerleyen yıllarda internet, mobil ve fiziksel kanalların birbiri ile entegre olması beraberinde getirecek. Perakendeci mağaza içindeki müşterisini tanıyacak, müşterinin daha önce yaptığı alışverişlerini profilleyerek ve mağaza içinde dolaşırken cep telefonu veya ipad ine onun istediği ürün önerilerini verebilecek. Müşterinin ilgilendiği ürünlerle ilgili indirim ve promosyonları alışveriş anında müşteriye gösteren doanımlar alışverişi daha duygusal hale getirecek. (Migros Genel müdürü) (Alıntılar: Geleceğe Mektup yazımızdan) Tekelci sermaye, toplumsal bireysel yaşam ve ilişkilerde ağırlığı giderek artan internetteki sosyal paylaşım ağ ve siteleri üzerinde de özgürlük değil, azami kar ve azami egemenlik istiyor. Zaten kapitalist sistemin dışında olmayan, çoğu şirketleşmiş ve neoliberal yaşam ve ilişki biçimlerinin hızla yaygınlaşmasında özel bir rol oynayan sosyal paylaşım ağ ve siteleri de, daha derinlemesine tekelci kapitalist sömürü ve piyasa ilişkilerine entegre ediliyor. Sosyal paylaşım ağlarının kullanıcıları farkında bile olmadan tekelci pazarlama, imaj, piyasa mühendisliği ve manipulasyonu nesnelerine dönüştürülüyor. Sermaye, sosyal paylaşım ağlarının sosyalliğini de satın alıp, kendi birikim ve egemenlik kanallarını genişletmekte ve derinleştirmekte kullanıyor. Kutsal bilgi kaynağı, kutsal sermaye kaynağına dönüşüyor. Kapitalizmde işçi ve emekçiler için sosyallik bile, kendi sınıfsal ihtiyaçlarını gerçekleştirmek için değil, ancak sermaye ve metalar aracılığıyla, onların egemenliğini genişleten bir biçimde varolabiliyor. İnternette filtre ve sansür uygulaması tasarısına karşı yaygınlaşan bir tepki oluştu, bizzat internet üzerinden binlerce kişilik eylemler örgütlendi, sözlüklerime dokunma dövizleri taşındı. Erişimi engellenen Ekşi Sözlük üzerindeki sansür, bu tepkiler karşısında yanlışlıkla listeye alınmış diye kaldırılmak zorunda kalındı. Ancak internete, sosyal paylaşım ağlarına, sözlük sitelerine dokunan yalnızca devlet sansürü değil! İşçi ve emekçilerin, gençlerin toplumsallaşma ihtiyacını sansürleyen, her şeyi kendi kar amacına tabi kılan sermayenin sansürü! İnternette, sosyal paylaşım ağ ve sitelerinde sansüre karşı olanlar, sermaye egemenliğine, sermayenin toplumsal-bireysel ilişki ve ihtiyaçları sansürleyerek yerine kendi azami kar mantığını geçirmesine de karşı çıkmalıdır. İnternette filtre ve sansüre karşı mücadele, sosyal paylaşım ağ ve sitelerinin tekellerin pazarlama, imaj ve müşteri kontrol araçları haline gelmesine karşı mücadele ile birleştirilmelidir. İnternette filtre ve sansüre karşı mücadele, sosyal paylaşım ağ ve sitelerinin tekellerin pazarlama, imaj ve müşteri kontrol araçları haline gelmesine karşı mücadele ile birleştirilmelidir

11 Sakarya Üniversitesi (SAÜ) üniversite-sanayi işbirliğinde bir adım daha atıyor. Üniversitelerimiz, özgür bilginin, bilimin sürdürücüsü ve geliştiricisi değil kapitalizmin iktidarını sürdürücüsü ve pekiştiricisi olma yolunda bir adım daha atıyor. Ben Sakarya Üniversite Mühendislik Fakültesi'nde okuyan bir öğrenciyim. Haberi sitesinden zafer edasıyla duyuruyor sevgili üniversitem! Öğrencilerinden de alkış bekliyor zannediyoruz ama alkışı da tebriki de başka yerden çoktan almıştı zaten. TIRSAN a öğrencilerinden en iyisini vermeyi hedefleyen protokole imza atılmıştı. Daha ne yapsın sevgili rektörümüz ve dekanımız! Onlar ellerinden geleni yapıyorlar. Bizden en iyisi olabilmek için sıra arkadaşımızla, paramızı bölüştüğümüz, yerine imza attığımız, kopya verip aldığımız, bir dönemi et ile tırnak gibi yaşadığımız arkadaşlarımızı ne yapıp edip geçmemizi, en iyi ortalamayı, en çok bilgiyi, asistanların hocaların gözüne en çok bizim girmemizi istiyorlar. Biz bir bütün kurtuluşu istiyorsak bir bütün gibi olmalıyız. Ya arkadaşlarımızı ezeceğiz ya da arkadaşlarımız bizi ezip geçecek ve adına da başarı diyeceğiz. Böyle gittikçe ezen görünen de, ezilen de yani biz öğrenciler kaybedecek. Tek kazanan TIRSAN gibi üniversitenin her türlü olanakları ayaklarına serilmiş olan azgın patron sınıfı olacak. İmzalanacak protokol ile "Sakarya Üniversitesi ile TIRSAN Treyler A.Ş. her tür yeni ürün tasarımı, araştırılması ve geliştirilmesi konularında işbirliği yapmaya yönelik çalışmaları birlikte sürdürmeyi" hedefliyor. Artık üniversite, hayatın güzelleşmesi ve kolaylaşması için değil piyasanın ihtiyaçlarını karşılamak için kolları sıvamış vaziyette. Yeni ürün tasarımı, araştırması, geliştirilmesi... Kime yeni ürün? TIRSAN a yani patronlara. Peki ya neden? Üniversitenin öğrencileri, asistanları, öğretim görevlileri, profesörleri TIRSAN a ürün tasarlamak geliştirmek için mi varlar? Bu soruların cevabı oldukça basit. Öğrencileri sadece kullanılacak bir obje olarak gören üniversite anlayışı bize bunun cevabını veriyor. Öğrencilerinden sadece para beklemeyen artık onların emeklerinin de peşine düşmüş bir kapitalizm var karşımızda. Bu sistem hepimizi kapsayana dek bu tip protokoller imzalanaduracak. Kimimizi inşaat iskeletine çıkarıyor kimimizi torna tesviyeye yolluyor kimimizi de TIRSAN a gönüllü işçi haline getiriyor. Biz öğrencilerin umurunda bile değildir TIRSAN. Emeğimizi kendimiz için harcamalıyız. Bilimi, bilgi birikimimizi ve bilgiye açlığımızı daha güzel bir dünya için kullanmalıyız, TIRSAN için değil. O yüzden bu patron imparatorluğunu yıkmalı, bunun için mücadele etmeliyiz. Yine, işbirliği ile gerekli duyulduğu alanlarda AR-GE projeleri için TIRSAN Treyler A.Ş. ye bilimsel destek sağlanması, ortak yüksek lisans ve doktora tez konularının belirlenmesi ve gerekli yönlendirmelerin yapılması ve ayrıca tarafların laboratuar, tasarım ve üretim olanaklarından karşılıklı olarak yararlanması hedefleniyor. Emeğimizi çalıyorlar. Yüksek lisans ve doktora tez konularını TIR- SAN belirlesin, öğretim görevlileri danışmanlık yapsın, öğrenciler gecesiz gündüzsüz kalıp tez hazırlasın. TIRSAN patronu da göbeğini kaşısın. Yüksek lisans, doktora öğrencilerini yıllarca asistanlık sıfatıyla bekletip sömüren üniversite anlayışını geliştirip şimdi asistanlara bir de kapitalistlerin uşaklığını dayatıyor. Proletaryayı eze eze gelişen esnek işbölümüdür ki, aynı zamanda, proletaryayı ve emeğini ve bilgiyi, zihni, yaratıcılığı, kültürü, organizasyonu, yönetimi - çok yönlü kolektif niteliğini yükseltmekte, onu sonsuza kadar kaldırmanın daha ileri koşullarını oluşturmaktadır. Kadın emeği, genç ve çocuk emeği, Kürt emekçiler, tarım emeği, proleterleşmeyi travmatik biçimde yaşayan kafa işçileri, toplumsal işbölümü sorununu en ağır yaşayan tüm bu toplumsal kesimlerle proletaryanın bir üst düzeyde toplumsallaşması: Üretim sürecindeki işbölümünün toplumsal işbölümüne taşınması ve onu bir üst düzeyden yeniden üretmesi, toplumsal işbölümünün ise üretim sürecindeki işbölümüne taşınarak onu Aldıkları har(a)çlar ile kurulan laboratuarları üstünde hiçbir hakkı bulunmayan kapitalist şirketlerin karını arttırması için onların hizmetine sunuyor. Karşılığı ne olacak? Üniversite yönetimi ne alacak? Sakın mezun öğrencilere iş demeyin! TIRSAN zaten mezun öğrencilere yani yeni işçilere mecbur. Biz TIRSAN sız yapabiliriz ama TIRSAN bizsiz yapamaz. Hepimiz sadece Sakarya Üniversitesi öğrencisi değil aynı zamanda gönüllü TIRSAN çalışanı oluyoruz. TIRSAN için düşüneceğiz, TIRSAN için üreteceğiz. Göz göre göre emeğimizi gasp ettiriyoruz. Ya bu sömürüye-gaspa bir bütün olarak dur diyeceğiz ya da bir bütün olarak üstümüze protokoller imzalayanlarak saldırıp kanımızı emerek beslenecekler. tahammül edilmez biçimde derinleştirmesi ile, proletaryanın hem üretim sürecindeki hem de toplumsal yaşamdaki işbölümüne uzlaşmaz karşıtlığını giderek iç içe geçirecektir. Emperyalizm sorunu, ulusal sorun, kadın sorunu, gençlik ve çocuk sorunlarının, tarım sorunlarının çözümü, kapitalist üretim ilişkileri ve işbölümünün kaldırılması temeline sıkı sıkıya bağlı ve onun içine geçen dinamikler haline gelmektedir. Önceki demokratik sorunlar, aynı zamanda toplumsal işbölümü sorunlarıdır. Bu yüzden her türlü toplumsal-teknik işbölümünün kaldırılması eksen ve hedefi, sosyalist devrimci demokrasinin kesinkes en temel bir içerimi olmak zorundadır. Öğrencilerinden sadece para beklemeyen artık onların emeklerinin de peşine düşmüş bir kapitalizm var karşımızda. Bu sistem hepimizi kapsayana dek bu tip protokoller imzalanaduracak. Kimimizi inşaat iskeletine çıkarıyor kimimizi torna tesviyeye yolluyor kimimizi de TIRSAN a gönüllü işçi haline getiriyor Kapitalizmde işbölümü emekçi için, parça iş, parça ilişkiler, parça bilinç, parça insan olmaktır. Komünizm ise, emekçinin, üretimde olsun, toplumsal ilişkiler alanında olsun onu sınırlandıran ve tüm yönlü ilişkiler kurarak özgürleşmesini ve evrenselleşmesini engelleyen bu bağlardan kurtulmasıdır. Proletarya, burjuva egemenliğinin proleter devrimlerle ezilmesiyle başlayacak sosyalist devrim sürecinde, her türlü işbölümü ve kurumla birlikte kendini de ortadan kaldırarak, çok yönlü gelişmiş yüksek yetileri, gereksinmeleri ile tam toplumsallaşmış özgür bireyler toplumunun da yolunu açacak sınıftır. Komünist işçilerin mücadele platformundan

12 Futbol yalnızca futbol değildir diye bir söz vardır. Artık şöyle demek gerekir: Futbol artık hiç futbol değildir. Yalnızca tekelci kar ve egemenlik aracıdır. Türkiye de önceki Futbol Federasyonu Başkanlıkları döneminde, futbol açıkça spor olarak tanımlanmaktan çıkarılmaya, bir (tekelci kapitalist) ekonomi sektörü olarak yeniden tanımlanmaya başlanmıştı. 500 milyon dolara yaklaşan tekelci futbol piyasası ile, Türkiye Futbol Federasyonu devlet ve hükümetten görece özerkleştirilmiş, futbol kluplerinin Futbol Federasyonuna bağlı olduğu eski sistemden, Futbol Federasyonu nun, Tahkim ve Hakemler Kurullarının doğrudan tekelci futbol şirketleri tarafından belirlenmesine geçilmişti. Büyük banka ve tekeller, Koç, Polat, Demirören gibi tekelci sermaye grupları, daha önce mafyatik burjuvazinin denetimde olan futbol piyasası ve kluplerine daha yoğun bir giriş yapmaya ve tekelci kapitalist endüstriyel futbol temelinde yeniden düzenlemeye başlamışlardı. Liglerde hızla şirket takımları türerken, büyük klupler de borsaya da giren tekelci şirketlere dönüşmüşler, tekelci sponsorluk mekanizmasıyla ligler bile banka, borsa, bahis şirkeleri ve tekellerin markalarıyla anılmaya başlamıştı. Stadyumlar futbol tekellerinin fason ürettirdiği ürünlerinin satıldığı dev çaplı alışveriş merkezlerine dönüştü. Futbol yayınlarının naklen yayın ve şifreli yayın ihaleleri milyar dolar düzeyine yükseldi. Bugün büyük futbol tekellerinin milyonlarca kişiyi bulan taraftarlarına da artık açıkça müşteri-taraftar gözüyle bakılmaktadır. Futbol, banka, borsa, spor sanayi, medya, bahis şirketleri sermayelerinin kaynaştığı başlı başına bir mali sermaye birikimi alanı haline gelmiştir. Geçtiğimiz günlerde belirlenen yeni Türkiye Futbol Federasyonu yönetimi de, futboldaki tekelci kapitalist ve mali oligarşik dönüşüm sürecinin hem bir devamı hem de bu doğrultuda yeni bir sıçrama anlamına geliyor. Futbol Federasyonu nun yeni yönetiminin belirlenmesinde, Türkiye de futbolun tekçi hükümdarı olarak bilinen Fenerbahçe karanlık patronu Aziz Yıldırım ın bile etkisi sınırlı kaldı. Yeni yönetim, artık tekelci futbol üretim ve piyasasının, büyük kluplerin de denetimini elinde tutan ve payını artıran bankalar, tekeller, medya şirketleri vb arasındaki pazarlıklarla belirlendi. Ve hiç şaşırtıcı olmayan biçimde, ortaya Tüsiad gibi, futbol endüstrisi üst kurulu gibi bir yönetim kurulu çıktı. Liglerde hızla şirket takımları türerken, büyük klupler de borsaya da giren tekelci şirketlere dönüşmüşler, tekelci sponsorluk mekanizmasıyla ligler bile banka, borsa, bahis şirkeleri ve tekellerin markalarıyla anılmaya başlamıştı. Stadyumlar futbol tekellerinin fason ürettirdiği ürünlerinin satıldığı dev çaplı alışveriş merkezlerine dönüştü TFF nun yeni başkanı, son dönemlerin en hızlı yükselen tekelci sermaye gruplarından Acıbadem grubunun sahibi ve Tüsiad yönetim kurulu üyesi Mehmet Ali Aydınlar. Futbol Federasyonu nun yeni yönetim kurulu da, Koç, Sabancı ve diğer tekelci sermaye grupları tarafından parsellenmiş bulunuyor. Sonuçların önceden belli olduğu genel kurulda Aziz Yıldırım ın sözleri her şeyi özetliyor: Sportif başarı için önce ekonomik güç olmak gerekir. Şöyle çevrilebilir: Banka ve tekellerin el atmadığı hiçbir toplumsal yaşam ve ilişki alanı kalmadığı günümüzde, futbolda da tekelci sermaye yoğunlaşması ve merkezileşmesi hızlanmış, biricik sportif başarı kriteri de, artık tam bir mali sermaye birikim kanalı olarak yeniden organize edilen futbolda, taraftarların kanının daha fazla nasıl emileceği haline gelmiştir. Kapitalizm budur ve kesin biçimde yıkılacaktır! Bilim, kültür, sanat, spor insanın en ayırdedici toplumsal yetilerini ve yaratıcılığını geliştiren, ilişkilerini zenginleştiren uğraş alanlarından biri olmasına karşın, bunların sermayeye dayalı üretim ve organizasyon biçimi, tüm o parıltılı cilası altında, kitlelerin kendi öz kültürel, sanatsal, sportif etkinliğiyle kendilerini gerçekleştirmesinin en büyük engeli haline gelmektedir. İnsan gelişim ve yaşamının bu zenginleşme alanları, meta üretimi ve ticaretinin konuları haline getirilmiştir. İnsanın diğer insanlarla ve bir bütün olarak doğayla ve kendisiyle bilinçli ilişkiler kurabilmesinin, yaratıcı yetilerinin çok yönlü ilişkiler içerisinden gelişiminin bilimsel, kültürel, teknolojik koşul ve imkanları doğmuşken burjuva ideolojik aygıtlarla, bilimin teknolojinin uzantısı haline getirilmesiyle, kültürün endüstriyelleştirilmesiyle, tekno-kültürel aygıtlarla kurulan tekelci egemenlik, insanı biçimlendirip bunların uzantısı ve nesnesi haline getirmektedir. Bilim, sanat, spor, oyun ve eğlencenin metalaştırılması, bilimsel, sanatsal, sportif emekgücünün metalaşması, profesyonellik, herbirini amacından kopartıp yapanı da izleyeni de dışşallaştırmaktadır. Bilim teknolojiye, sanat popüler kültüre ve postmodern kaçkınlığa, spor mekanikliğe ve rekabete, eğlence gösterişçiliğe ve deşarj olmaya, oyun monitöre hapsedilmiştir. Bir yandan muazzam bir yetkinleşme, profesyonel gelişim, diğer yandan yığınsal izleyicilik, tabiyet, taklitçilik, hazırcılık, basitleştirme, kitschleştirme, tek biçimlilik, nesneleşmeyle zihinsel, duygusal, bedensel gerçekleşme ve yaratım edimlerinin, yetilerinin, düşünüşün, sezginin, hayal gücünün, neşenin, beğeninin, yaratıcılığın, çevikliğin, cesaretin, sınırları zorlamanın, sağlığın yitimi. İnsanın en büyük kültürel gelişme koşul ve dinamiklerinin ortaya çıkması, görülmemiş bir sermaye ve meta kültürüne köleleşmesiyle had safhada bağdaşmazdır. Kültürel ihtiyaçların da kitleselleşmesi, diğer yandan kitlelerin bunun maddi, toplumsal, zamansal olanaklarından, kendileri için kültür olanaklarından, hele ki öz gelişme etkinliği olarak kendilerini bilimsel, eğitsel, kültürel, sanatsal, sportif gerçekleştirme olanağından kesin biçimde yoksun bırakılması Komünist işçilerin mücadele platformundan Gazetemizin baskıya girdiği saatlerde güne on iki ilde eşzamanlı yapılan şike operasyonuyla başlanmıştı. Organize Suçlar polis ekiplerinin Fenerbahçe, Trabzonspor, Beşiktaş ve Sivasspor kulüp binalarına baskın düzenlediği operasyonda, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım dahil çok sayıda kişi gözaltına alındı. Daha öncesinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından yürütülen şike soruşturması kapsamında 24 Mart ve 8 Nisan 2010 tarihinde düzenlenen operasyonlarda da Fatih Akyel, Arif Erdem, Recep Öztürk, Celil Sağır ve Erkan Ergün ün de aralarında bulunduğu 55 kişi gözaltına alınmıştı. Bu düzenlenen ikinci büyük ve bu kez kulüp başkanlarına kadar da uzanan operasyon. Gelişmelerin ayrıntılarına hakim değiliz, ancak futbolda şike organizasyonunun Avrupa çapında olduğu biliniyor, Türkiye deki operasyonların da Avrupa genelinde düzenlenen operasyonların bir parçası olması muhtemel. Mali oligarşik bir sistem özelliği kazanan futbol dünyası böylesi operasyonlarla regüle edilmek isteniyor. Yasal ve açık şirket güçlerinin dışında gerçekleşen merkezkaç vurgunculuğun sınırlandırılması hedeflerden biri. Kulüp başkanlarının anlık ve kısa vadeli başarı peşinde koşmaları, bu temelde geleneksel şike yollarına başvurmaları, kısacası kulüplerin özel çıkarları ile mali oligarşik bir güç kazanan ve şirket düzeyine çıkan kulüplerin genel çıkarları karşıtlaşıyor. Böylesi operasyonlarla tüm kulüplere, tekelci kar ve egemenlik aracı olarak futbolun yeni temelde organizasyonunun kaçınılmazlığı hatırlatılmış oluyor.

Bu köşede önceki 3 sayıda demokrasinin tarihini anlattık. İlk sayıda Antik Yunan da yüzyıllar önce oraya çıkan rejim tipini incelemiş ve demokrasinin tarih sahnesine ilk adımının kendi sınıf rengini, köleciği temsil ettiğini söylemiştik. Ardından kapitalist üretim ilişkileriyle birlikte ortaya çıkan ilk burjuva demokratik söylemlerin özel mülkiyetçi karakterini görmüş ve demokrasi-egemen sınıf çıkarları iç içeliğinin tarihsel bir gerçeklik olarak göründüğünü ifade etmiştik. Son yazı ise demokrasinin bir egemen sınıf için işlevsel bir rejim tipi olduğunu söyleyerek, güncel burjuva demokratik rejimin işçilerin damarlarına dek nüfuz eden egemenlik biçimini anlatıyordu. Peki güncel durumda kendi kanı üzerinde ayakta durarak tüm yaşam alanlarını felç eden burjuva demokrasisine karşın işçilerin alternatifi nedir? İşçiler mücadele programlarında demokrasiye nereden dokunmalılar? İşçi sınıfının kurtuluşu, burjuva üretim ilişkileri gibi onun üzerinde varolan ve aynı zamanda destekleyen burjuva devlet örgütlenmelerinin ortadan kaldırılmasındadır. Burjuva parlementosu, hükümeti, hukuğu, kolluk kuvvetleri artı-değer sömürüsü ve özel mülkiyetin tarihsel koruyucularıdır ve onlar tarafından üretilmişlerdir. Burjuva üretim ilişkilerinin devrilmesi, burjuva üstyapı kurumlarının devrilmesi ile iç içe bir süreçtir. İşçi sınıfı insanlığın pazar için değil tüm insanlığın gereksinmesi için özgürce üreteceği dünyayı yaratır, tüm asalak kurumları baştan aşağı yok ederek, insanlığın gerçek tarihini başlatacak toplumsal kurumları inşa eder. Daha ilk tarihsel bakınmalarımızda demokrasinin bir diktatörlük biçimi olduğunu ifade etmiştik. Her toplumsal sınıfın iktidarı gibi işçi sınıfının iktidarı da bir diktatörlük ve demokrasi biçimi olacaktır. Ancak işçi sınıfı demokrasisi, tarihin tüm demokrasi ve diktatörlüklerinden farklı olarak azınlığın çoğunluğa, asalakların üretenlere diktatörlüğü değil çoğunluğun azınlığa, üreten toplumun asalaklara yönelik geliştirdiği bir iktidar biçimidir. Burjuva parlementosunun göstermelik, temsili Demokrasi de doğumu gibi tüm süreçlerinde de sınıflı toplum gerçekliğiyle birlikte anlamlı olan bir kavramdır. İnsan toplumunun ilerleme sürecinde ihtiyacına yönelik ortaya çıkan ve bu faktör ortadan kalktığında da tarihten silinen diğer tüm aygıtlar gibi demokrasi de silinecektir siyasete katılımın ortadan kaldıran yerine tüm üretici toplumun doğrudan yönetime katıldığı ve yönetim yeteneğini geliştirdiği bir tarihsel dönemdir. İşçi sınıfı demokrasisi, parlementonun yerine konseyler demokrasisini getirerek üreten toplumun dolaysızca yönetime katılımını sağlar. Yüzlerce konsey, iş yerleri, sanayi havzaları, iller, mahalleler, okullar yani insanın varlığının bulunduğu tüm birimlerde örgütlenerek tüm toplumu sarar. Burada toplum hem bölgesel, lokal hem de bütünsel politikalar üreterek kendi kendini yönetir. Yönetici birimlerde dahil organizasyonun bütünü işçi sınıfının denetimine açık biçimde düzenlenir. Böylece işçi sınıfı kendi tarihsel çıkarlarına ters giden her duruma müdahale etme imkanını elinde bulundurur. Burada diktatörlük insanlığa değil, asalaklara karşıdır. İşçi sınıfının örgütlü aygıtları özel mülkiyetin ve burjuva sınıfının tarihsel varlığını sonlandırır. Yüzlerce yıllık kapitalist organizasyonun hafif bir müdahaleyle ya da kendiliğinden çözülmesini beklemek hayalcilik olur. İşçi sınıfı, toplumsal iktidarı ele geçirdikten sonra kendisini sınıf savaşımının yeni bir safhasında bulacaktır. Bu kez görev, insanlığın karanlık dönemini geri getirmek isteyecek burjuva sınıfını tamamen ortadan kaldırmaktır. İşçi sınıfının insanlık tarihinin son diktatörlüğü olan proleter konseyler demokrasisini inşa etmesinin nedeni budur. İşçi sınıfı, dünya tarihini insanlığın çıkarları doğrultusunda itecek gücüdür. İşçi sınıfı demokrasisi ve proleter diktatörlüğün tek amacı budur. İşçi devleti ve aygıtları daha ilk günlerinden tüm baskı aygıtlarını ortadan kaldırmaya yönelirler. İşçi demokrasisi, diğer demokrasi biçimleri gibi kendi varlığını korumak için savaşmaz, kendisi de dahil tüm devlet, demokrasi ve diktatörlük aygıtlarını tarih sahnesine göndermenin yolunu açar. İşçi sınıfının kurtuluşu, sınıfların dünya üzerinden tamamen silinmesi ile gerçekleşir. Sınıflarla birlikte ona dayanan yönetim ve örgütlenme biçimlerine duyulan ihtiyaç ortadan kalkar. Sınıflar arası ilişkileri düzenleme işlevine dayanan tüm aygıtlar sönümlenir. Demokrasi de doğumu gibi tüm süreçlerinde de sınıflı toplum gerçekliğiyle birlikte anlamlı olan bir kavramdır. İnsan toplumunun ilerleme sürecinde ihtiyacına yönelik ortaya çıkan ve bu faktör ortadan kalktığında da tarihten silinen diğer tüm aygıtlar gibi demokrasi de silinecektir. Bu bakışla demokrasiyi mutlaklaştıran her anlayış sınıflı toplum yapısını da mutlaklaştırmış olur. Engels sınıflı toplum yapısının bir sonucu olarak gördüğü devletin geleceğini asar-ı atika müzesinde görür. Aynı zeminin bir yönetim biçimi olan demokrasi de devletin sönümlenmesine eşlik eder, onunla birlikte yokolur. Demokrasinin gelecekteki yeri de asar-ı atika müzesinde, çıkrık ve tunç baltaların yanındadır. 13 Dilinden Kalkınma planı bize ne anlatıyor? Bu seçim döneminde de kalkınma söylemlerini bolca işittik. Burjuva siyaset sahnesinin kalkınma hedefleri ve projelerine yabancı değiliz. Kim geldi de kalkınmadan bahsetmedi ki bugüne kadar. AKP döneminde hem vaat edildi hem de gerçekleştirdiklerini söyleyerek bolca övündüler. Bu dönemde ilk anladığımız şey adalet ve kalkınmanın bizim yaşam koşullarımızı ileri götürmediği oldu. Son burjuva seçimlerinde de pusulanın bir ucundan bir ucuna kalkınma vaat ve hedeflerini okuduk. Bu seçimlerde kalkınmacı kervana BDP ve onun duruş yönünde şekillenen Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu da katıldı. Adil ve demokratik kalkınma istediler, vaat ettiler. Kalkınmanın karşılığı olarak bir toplumsal bileşimi ekonomik yapısı temel olmak üzere onun üzerinde inşa olan kurumlarıyla birlikte geliştirmek anlaşılıyor. Tanım itibariyle hoş şeyler anlatır gibi görünüyor. Ancak, her tuğlasında onlarca çelişki olan kapitalizmde biz işçiler için durum değişiyor. Kapitalist gelişmenin temel motorunu emek sömürüsü belirler. Sanayi havzalarından iletişim ağlarına üretim araçları artı-değer sömürüsü üzerinden işler, bir grup sömürücünin azami kar hırsıyla sermayelerini şişirmelerine hizmet eder. Üretim ihtiyaçlar için değil pazar için yapılır. Üretim sürecinde ürüne değişim değerini kazandıracak işçiye ve üretici tesise her zaman daha fazlasıyla ihtiyaç vardır. Bunun için her bölgenin sermaye tarafından işlenmesi, sanayileşme ve hızla toplumun daha fazla ferdinin işçileşmesi kapitalist üretim ilişkilerinin çarklarının dönmesi için zorunludur. Mesele yaşam koşullarının iyileşmesi değil, daha fazla alanı sermaye döngüsü içerisine yerleştirmektir. Bu topraklar yıllar boyunca kalkınma vaatleri, planları, uygulamaları gördü. Ancak bu süreçte kazanan hiç biz olmadık. Kalkınmayı dünyanın en zenginleri listesine, en büyük şirketleri listesine giren burjuvalardan gördük, okuduk. Onların kalkınması işçinin hanesine uğramaz. Tam aksine sınıf çelişkilerini daha derinleştirir. İsminde emek kavramını da kullanan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu seçim kampanyasında kalkınma sloganını kullandı, reklam filmlerinde bir işçinin talebi olarak resmetti. Programında işçi sınıfının sorunlarına yeri olmayan blok işçi talebi olarak ta kalkınmayı uygun görmüş. Başına demokratik, adil sıfatları ekleyerek de paketini güzelleştirmeye çalışmış. Otomotiv işçisi, motorla uğraşırken bir anda kapitalist ekonominin büyümesini dileyiveriyor.(!) Elbette kullanılan kavramlar tesadüf değil. Kürt sorununun neo-liberal çözüm sürecinde kürt burjuvazisi ağırlığını her geçen gün arttırıyor. Kürt ulusal hareketinin burjuva demokratik kazanımlarla sınırlı ufkuda, dünya emperyalist üretim sürecinin bölgeye dair planlamalarıyla çelişmiyor, uyuşuyor. Emperyalist üretim yeni bir sermaye alanı kazanırken elbette bunun ismi bölgeyi kalkındırma oluyor. Parça tamamlandı. Emek bloğunun kalkınması kendi zeminini teşhir ediyor. İşçinin ağzından söylenen kalkınma talebi bizim talebimiz değildir, en hasından bir burjuva talebidir. İşçi sınıfı kendi emeğinden, insanlığından yabancılaştığı kapitalist üretimin gelişip kalkınmasını talep etmez. Kendimizin ve tüm insanlık tarihinin önündeki duvarın artı-değer sömürüsü ve meta köleliği olduğunu biliyoruz. Hayallerimizde adil, demokratik sömürülme değil çalışmanın, köleleşmenin yerine kendimiz ve dünyamız için üreteceğimiz özgür, yaratıcı toplum yatıyor.

14 Kültür-sanat,burjuvazi için bir yandan yeni bir kar kapısı aralarken diğer yandan işçileri kontrol etme, onlara kendi istediği yaşam biçimini dayatmanın anahtarını oluşturur. Her alana egemen olan burjuvazi aynı zamanda insanı her yanından esir alan burjuvazi demektir. Bugün derinleşen ve kitlelerin yaşamına içselleşen burjuva egemenliğinin ana mevzilerinden biri kendi sömürü düzenini meşrulaştıran, toplumsal yaşamın gerçeklerini bulanıklaştırarak sınıf çelişkilerini gölgeleyen, insanı yaşamını belirleyen temel unsurlardan kopartarak sanal kimlikler, kişilikler yaratan burjuva kültürsanatıdır. Renkleri ve araçları çok çeşitlidir ve göz kamaştırır, post-modern sinema, edebiyat, büyük çaplı eğlence organizas- Burjuvazi toplumun ihtiyaçlarını, hayallerini baltalayarak sürdürdüğü sınıf egemenliğini her geçen gün derinleştiriyor. Bu egemenlik insan yaşamına dair hiçbir alanı es geçmiyor, kendi sömürücü çıkarları doğrultusunda şekillendiriyor ve kendine ait kılıyor. Toplumun işçileşmesiyle artı-değer sömürüsü yeni boyutlara ulaşıyor, dünya ölçeğinde merkezileşen sermaye azgınca insana ve onun yaratıcı gücüne saldırıyor, insana ait hiçbir alan bırakmıyor, büyük bir hızla metalaştırıyor. Bugün sadece temel Elimizdeki imkanların kısıtlılığı ufkumuzu daraltmıyor, geleceği düşleyip 14-17 Temmuz tarihlerinde Zeytinli de kültür-sanat kampında buluşuyoruz. ihtiyaçlar ve insan emeği değil, onunla bugünün gerçekliğini bağdaştırmaya yöneliyoruz bilim, kültür, sanat, felsefe, aşk, vicdan herşey alınıp satılabilir hale dönüştü. yonları, moda, magazin, tüketim dönüşüyorken, burjuva kültürsanat ı kalesi alışveriş merkezileri kültürü, da az sayıda kapitalist kendi ilişki biçimini yeniden tekelin elinde toplanmakta, geçmişte üreten ve dayatan diziler, sermaye daha dar olan etki alanını kölesi spor Hepsi de metaya toplumun tümüne yaymaktadır. bağlılığı ve meta egemenliğinin meşruluğunu üretmeye, kitlelerle buluşturmaya odaklıdır. Renkler çoktur ancak hepsi aynı arka plandan beslenir. Pırıltılar emek sömürüsünü gizlemek, insanın karakterini dışlayan meta tapınmacılığını üretmek için vardır. Burjuva demokrasisini karakterize eden ve ona kitleleri sarma gücünü veren temel taşlardan biri işte bu geniş yelpazesidir. Kültür-sanat alanı bu yoğun burjuva hakimiyetinin bir parçası haline geldi. Devasa bir sektöre dönüştü. Onu belirleyen de sermayenin ihtiyaçları ve kar hesapları oldu. Sinema, müzik, tiyatro gibi alanların her biri büyük tekellerin hakimiyeti altına girdi. Kültür-sanat merkezleri, sermaye gruplarına bağlı vakıflar, gene tekellerin sponsorluğundaki büyük çaplı etkinlikler alanı tümüyle kapladı. Metalaşmış sanat göz kamaştırarak sahneyi kaplarken, insanın yeri her geçen gün küçüldü. İnsanı insan yapan temel özelliklerden maddi gerçekliği yeniden yaratabilme gücü insanın elinden alındı. Büyük sermaye grupları tek söz sahibi olurken, topluma ise sektörün ağır çalışma koşulları, düşük ücretler ve gaspedilen sosyal haklarıyla işçileri olmak kaldı. Ücretli emek boyundurluğu insanı sanattan yabancılaştırdı. İnsanın dünyaya dair tasarım gücünününleri, kültür-sanat-bilimfelsefe hiçbir zaman kendinden menkul alanlar olmamıştır. İnsan bilincinin bu ürünleri insan yaşamının maddi temeli üzerinde yükselirler. Sınıflı toplum her sınıfın kendi çıkarları için sanat üretmesini doğurur. Burjuva kültür-sanat ı patronların sömürme tutkusundan bağımsız değildir, onun üzerine inşa olmuştur. Bugünkü çok yönlü burjuva kültür-sanat ını yaratan da kapitalist üretim ilişkilerinin ulaştığı yeni aşamalardır. Sermaye merkezileşiyor ve kitleler emek-sermaye çelişkisinin direkt öznesi haline Üreti-yorum kolektifi, kültürsanat-bilim-felsefe cephesinde burjuva anlayışına karşı işçi sınıfının ve insanlığın çıkarlarına dair bir anlayış geliştirmeyi hedefliyor. Metalaşan sanata, sömürü çanağı olan felsefeye, sermaye ihtiyaçları için bilime, hipnoz eden ve parçalayan kültüre toplumun kolektif üretim gücüyle karşılık verilebileceğini düşünüyor Kapitalizm bu renkli ve etkileyici görüntüsüne karşın insanlara ne üretkenlik ne de mutluluk getirebilir. Bir yandan gerçekliği gizlerken, diğer yandan insanlığın yaratıcılığını törpüler. Kendisi ve dünyası için üretme tutkusu olan insanı kendi kar kuyularında çalıştırarak, insanlığın kendisiyle çelişir. Toplumdan, ürününden, sanattan yabancılaşan, kendi doğasından uzaklaşan insanın sınırsız yaratıcı ufkunuilerledikçe sınırlılaşan, renklendikçe birbirine benzeyen, ürettirdikçe nesneleştiren kapitalist kültür kafese tıkıyor. Her alandan kendi rengiyle saldıran kapitalizme her alandan kendi sınıf rengimizle yanıt zorunludur. Bu hipnotik havayı kıracak olan insanlığın özgürlük ve yaratıcılık tutkusu, kitlelerin kendi özlemleri için örgütlü mücadelesinin gücü olacaktır. Üreti-yorum kolektifi, kültür-sanat-bilim-felsefe cephesinde burjuva anlayışına karşı işçi sınıfının ve insanlığın çıkarlarına dair bir Bugün sahip olmadığımız bütünsel proleter kültür anlayışını, kültürsanat alanlarının içinden burjuvazi ile mücadeleyi, karcı bireyci anlayışa karşı kolektif üretimimizi yaratma yoluna çıkıyoruz anlayış geliştirmeyi hedefliyor. Metalaşan sanata, sömürü çanağı olan felsefeye, sermaye ihtiyaçları için bilime, hipnoz eden ve parçalayan kültüre toplumun kolektif üretim gücüyle karşılık verilebileceğini düşünüyor. Kendinden uzaklaşan, tarihsel gelişimi tıkanan insanın üretici gücünü açığa çıkarmayı ve kapitalizme karşı mücadelenin önemli bir ayağını örmeyi önüne koyuyor. Dünyanın kendi gerçekliğinden uzaklaştıkça anlamını yitiren alanları tekrardan yere indirmeyi, dünyaya dair kılmayı istiyor. İşçi sınıfı mücadelesinin seyrine bağlı olarak proleter kültür-sanat uzun süredir bir tıkanma içerisinde. Günün değişen düzlemi, kitlelerin farklılaşan ihtiyaçlarına yanıt verilememesi bu alanda da etkisini gösterdi. Bütünsel burjuva anlayışına karşı bütünsel bir proleter anlayış geliştirilemedi. Bu tıkanmanın kodlarında da değişen üretim ve egemenlik koşullarının kavranamaması, burjuva kültür-sanatının egemenlik sarmalında tuttuğu yerin farkedilememesi, dünün halkçı, ezilenci bakış açısının karşılığı olarak geleneksel halk kültürünün üretiminin dışında bir alternatif geliştirilememesi yazıyor. Üreti-yorum kolektifi bu tıkanmayı üretici kitlelerin gücüyle, gelecek toplumun motivasyonuyla aşmak için adım atmaya başlıyor. 14-17 Temmuz tarihlerinde Zeytinli de kültür-sanat kampında buluşuyoruz. Elimizdeki imkanların kısıtlılığı ufkumuzu daraltmıyor, geleceği düşleyip onunla bugünün gerçekliğini bağdaştırmaya yöneliyoruz. Bugün sahip olmadığımız bütünsel proleter kültür anlayışını, kültürsanat alanlarının içinden burjuvazi ile mücadeleyi, karcı bireyci anlayışa karşı kolektif üretimimizi yaratma yoluna çıkıyoruz.

15 Uluslararası emperyalist mali sermaye ekonomik krizi fırsata çevirerek İzlanda, Yunanistan ve başka birçok ülkede işçi sınıfının kazanımlarına büyük bir saldırı dalgası başlattı. İzlanda ve Yunanistan ı sırayla İrlanda, Portekiz ve İspanya izledi. Uluslararası Çalışma Örgütü nün verilerine göre son krizle birlikte dünya çapında 30 milyon işyerinin kapısına kilit vuruldu ve 250 milyon işçiyi işinden etti. 2010 itibariyle AB ülkelerinde işsizlik oranları sırasıyla şöyle gerçekleşti: Yunanistan da yüzde 12.5, İrlanda da yüzde 14, İspanya da yüzde 20 ve Portekiz de yüzde 11 dolaylarındaydı. Genç işsizler arasında bu rakamlar çok daha yüksek düzeylerde seyrediyor. Yunanistan da 2009 yılının sonlarına doğru ortaya çıkan ancak temelleri Yunanistan burjuvazisi ve emperyalist sermaye tarafından yıllar önce atılan kapitalist saldırı politikası giderek derinleştirildi. Emperyalist kapitalizm, yüksek oranlarda sermaye girişiyle önce bir tür balon ekonomisi yarattı. Sermaye sınıfı, hükümetler eliyle kendi birikim süreçlerini oluşturdu ve belirli bir kesim hızla büyüdü. Ancak büyümenin artı değer sömürüsü üzerinden yeniden üretilmesi çok sınırlı kaldı. Mali sermayenin balonunun patlamasıyla sosyal yıkım programları devreye sokuldu. Bu büyük tezgahın sonal hedefi sadece kapsamlı özelleştirmeler, kitlesel işten çıkarmalar değil asıl olarak işgücünün değersizleştirilmesiydi. Yunan devletinin işçi sınıfı ve emekçilerden yaptığı kesintilerle başlangıçtaki saldırı programı durumu kurtarmaya yetmeyecek ama işçi ve emekçiler üzerindeki baskıyı arttıracaktı. Özelleştirmeler, vergilerde artışa gidilmesi, ücretlerin düşürülmesi ve dondurulası, toplu olarak işten atma, kısa süreli çalıştırma ve emekli maaşlarında kesintiler biçiminde giderek emekçilerin yükü daha da ağırlaştırıldı. Buna karşın Yunanistan işçi sınıfı 2010 yılı içerisinde hemen her ay bir kaç günlük genel grevlerle karşı koymaya çalışarak sokaklara indiyse de sermayenin saldırılarını geri püskürtmede başarılı olamadı. Ve son olarak Yunanistan ı yaşadığı krizden kurtarma rolünü AB, IMF ve Avrupa Birliği Merkez bankası üstlendi. Yunan burjuvazisi, emperyalist Avrupa Birliği ve Uluslararası Para Fonu ile 28,4 milyar euroluk beş yıllık tasarruf planı adı altında işçilerin kazanılmış haklarının gasp edilmesini öngören saldırı program üzerinde anlaşmaya vardı. Beş yıllık neoliberal saldırı planındaki önlemler ve hedefler şöyle sıralandı: Vergi artışları, kamuda ücret faturasına kısıntı, sosyal harcamalarda kesinti, sosyal güvenlik primi artırılacak, kamu kuruluşlarına kapatma ya da birleştirme ve özelleştirme, vergi kaçakçılığıyla mücadele, savunma, kamu ve sağlık harcamalarında kesinti. Yunan hükümeti, Temmuz ayı ortasına kadar gerekli krediyi almak için 28,4 milyar euroluk tasarruf paketiyle ilgili yasa tasarılarının parlamentoda kabul edilmesi için çaba gösterecek. Söz konusu paketle ilgili yasa tasarısı 29 Haziran da parlamentonun onayına sunulacak. Emperyalist AB, Yunan parlamentosuna, tasarruf paketi yasa tasarısını geçirmesi için 3 Temmuz a kadar süre verdi. Euro Bölgesi Maliye Bakanları, Yunanistan ın 110 milyar euro tutarındaki yardım paketinin beşinci dilimi olan 12 milyar euroyu alabilmesi için tasarruf paketi yasa tasarısını 3 Temmuz a kadar geçmesini şart koşmuş bulunuyor. Yunanistan, Temmuz ayı ortasına kadar 12 milyar euroluk dilimi alamazsa vadesi gelmiş borçlarını ödeyemeyeceğini açıklamıştı. Yunan hükümeti, 15 Temmuz da 2,4 milyar euro, 22 Temmuz da 2 milyar euro ve 20 Ağustos ta 5,9 milyar euro borç ödemesi yapacak. Yunanistan daki ekonomik ve siyasal kriz işçilerin, gençlerin, devrimci kitlelerin sokaklardaki muhalefetiyle, sokakların tutuşması ve özgürleşmesiyle, parlamentonun kuşatılmasıyla büyüyor. Kitleler sokağa dökülmüş durumda ve eskisi gibi yönetilmek istemiyorlar. İflas halindeki kapitalist ekonomi, kriz halka fatura edilerek kurtarılmaya çalışılıyor. Grev ve gösteriler birbirini izliyor. Genel grevler hayatı durduruyor, kapitalist ekonomiyi felç ediyor. Sokaklar tutuşuyor, meydanlar özgürleşiyor. Parlamento devrimci kitleler, işçiler ve gençler tarafından kuşatılıyor. Parlamentoya, burjuva siyasal partilere olan güven hızla azalıyor, parlamento dışı muhalefet büyüyor. Bununla birlikte ekonomik ve siyasal kriz, devrimci bir işçi iktidarı alternatifiyle birlikte, bunun organlarını ortaya çıkartmaya başlayarak ilerlemiyor. Hareket, halktan çalınanların geri verilmesini isteme, krizin IMF, AB ve Avrupa Birliği Merkez Bankası Yunanistan ın kurtulması için tasarruf önlemlerine gitmesi gerektiğini vaaz ediyorlar. Tasarruf, önlem, kesinti! bu üç kavram mali sermayenin ağzından düşürmediği olmazsa olmazları arasında yer almaktadır. Çünkü bu üç kavram işçi sınıfının kazanılmış bütün haklarının geri alınması anlamına gelmektedir. Bunun açık anlamı şudur; 10 binlerce işçinin işine son verilmesi, daha az sayıda işçiyle daha çok üretim yapılması, Limanlar, havaalanları ve demir yollarının emperyalist tekellere satılmasıdır. 28 milyarlık bir miktarın işçi sınıfı ve emekçilerin, emeklilerin, ücretinden, sağlık sigortasından kesilmesi ve ulaşıma, enerjiye, iletişime zam anlamına gelmektedir. Belirttiğimiz gibi asıl olarak işgücünün değersizleştirilmesidir. Sosyal sefillik önlemleri işçi sınıfı tarafından protesto edilecek. Sendikalar, alınan önlemlerin "sosyal sefillik önlemleri" olduğunu belirterek, çalışanların ve emeklilerin maaşlarının korunmasını talep ediyor. faturasını ödememek düzeyinde seyrediyor. Burjuva hükümet ve parlamento zayıflamış, güç kaybına uğramış, öfke ve alay konusu olmuş olmakla birlikte krizi halka fatura eden yasaları geçirebildi. Hükümet, AB+IMF reçetesini zor da olsa geçirerek son raundu kazanmış olsa da Yunanistan daki ekonomik krizin derinliği ve kısa sürede çözümünün olmayışıyla, emekçi kitleleri bekleyen yeni faturaların oluşuyla sokaklardaki hareketin sıçrama ve Yunanistan işçi sınıfı bu büyük sosyal yıkım saldırısına karşı genel grevlerle, sokak gösterileriyle ve değişik direniş biçimleriyle karşı koymaya çalışıyor. İşçi sınıfı içersinde kapitalizme karşıtlık temelinde bir farklılaşma yaşanıyor. Sendikal bürokrasi, reform ve iyileştirme programlarına karşı düzen içi çare arayışlarıyla işçi sınıfının devrimci enerjisini tüketme görevini üstlenmiş bulunuyorlar Yunanistan da kamu ve özel sektörde çalışan işçiler, yeni saldırı programının Yunan Parlamentosu nda oylamaya sunulmasını protesto etmek amacıyla 48 saatlik grev kararı aldı. Yunanistan Kamu Çalışanları Konfederasyonu (ADEDY) ile İşçi Sendikaları Federasyonu (GSEE), Orta Vadeli Program ın görüşüleceği ve oylamaya sunulacağı 28-29 Haziran günleri için 48 saatlik grev ilan etti. Yunanistan işçi sınıfı bu büyük sosyal yıkım saldırısına karşı genel grevlerle, sokak gösterileriyle ve değişik direniş biçimleriyle karşı koymaya çalışıyor. İşçi sınıfı içersinde kapitalizme karşıtlık temelinde bir farklılaşma yaşanıyor. Sendikal bürokrasi, reform ve iyileştirme programlarına karşı düzen içi çare arayışlarıyla işçi sınıfının devrimci enerjisini tüketme görevini üstlenmiş bulunuyorlar. Sınıfa karşı sınıf! Kapitalizme karşı sosyalizm! Karşıtlığı ve programı temelinde gelişmeyen her mücadele son tahlilde yenilgiyle sonuçlanmaya mahkumdur. Yunanistan işçi sınıfı bu kopuşu gerçekleştirecek devrimci mayaya sahiptir. devrimci krize dönüşme imkanı bulunuyor. Hükümet ve parlamento krizlerine yol açsa da böylesi krizlerin burjuva demokrasisi içerisinde sivil toplum ağlarıyla, hükümet, parlamento değişikleriyle, yeni partilerin öne çıkartılmasıyla kapitalist sistem korunarak aşılmasında, sokak hareketinin kontrol altına alınması ve bastırılmasında -vahşetin uygulanmasında da havuç politikalarında da- hem Yunan burjuvazisi, hem Avrupa burjuvazisi büyük bir yönetim tecrübesine sahip.

Emekçilerin ve işsiz kitlelerin sokaklarda yaşattığı özgürlük tanımı, iki gencin duvara yazdığı slogan ile başladı Gerici Baas diktatörlüğü, ülkeyi ordu güçleriyle bir uçtan bir uca kuşatmasına, elindeki bütün şiddet olanaklarını kullanmasına rağmen ayaklananları dize getirmeyi başaramıyor. Her geçen hafta yeni kentlerden sokak gösterileri haberleri geliyor. Suriye de gerici rejime karşı 3 ay önce iki gencin Deraa kentinde duvara `halk rejimi yıkmak istiyor` diye yazmalarının ardından tutuklanmaları ve ağır işkence görmeleriyle başlayan ayaklanma sürüyor. Şimdiye kadar 1400 kişinin diktatörlük güçlerince katledildiği bildiriliyor. Gerici Baas diktatörlüğü, ülkeyi ordu güçleriyle bir uçtan bir uca kuşatmasına, elindeki bütün şiddet olanaklarını kullanmasına rağmen ayaklananları dize getirmeyi başaramıyor. Her geçen hafta yeni kentlerden sokak gösterileri haberleri geliyor. Asıl önemlisi gösterilere katılımın giderek arttığı gözleniyor. Bütün toplumu kucaklayan bir karşılık bulamasa da, Humus ve Hama dahil olmak üzere bazı Suriye kentlerinde genel grev ilan ediliyor. Kitle hareketinin bütün ülkeyi sarması ve katliamlara rağmen gücünü arttırarak koruması, gerici rejimi reform vaatleriyle toplumsal uzlaşma arayışlarına yönlendiriyor. Ayaklananların bilinci gerici diktatörlük tarafından kaba şiddetle kısmi reform sarmalı arasına sıkıştırılmak isteniyor. Rejim her iki araçtan birincisini öncelikli olarak, ikincisini diğeriyle bağlantılı bir şekilde devreye sokuyor. Rejim, Suriyeli emekçileri din ile kolayca yönlendirebileceğini düşünerek yeni bir dini televizyon kanalı açıyor. Suriyeli Bakan El Seyyid, din alimleri, cami imamları ve vaizlerle yaptığı görüşmede din adamlarının halkı bilinçlendirmedeki rollerine dikkat çekerek, halkı bilinçlendirmek amacıyla, din adamlarının vaazları ve Cuma hutbelerinin yanı sıra dini sohbetlerin yer alacağı Nur El Şam isimli bir uydu kanalının kısa sürede kurulacağını söylüyor. Ancak ayaklananların sokaklardaki özgürlük projesi dinsel motiflerle örtülmüş muhalif gibi görünen islami akımların da, oluşturulmaya çalışılan devletin İslamının da çizdiği sınırları öteliyor. Suriyeli Müslüman kardeşler örgütünün gelişen hareket içerisinde sınırlı bir etkiye sahip bir konumda olduğu biliniyor. Geçmişte Baas rejimiyle çatışan örgüt,şimdi bir dizi reform talebiyle ayaklananların içerisinde tutunmaya çalışıyor.tutunmaya çalışıyor diyoruz, çünkü örgüte bir destek de tarihsel bakımdan örnek aldığı Mısır daki Müslüman kardeşlerden geliyor. Mısır Müslüman Kardeşler örgütü tarafından Suriye de yaşanan son gelişmeler ile ilgili yapılan açıklamada Beşar Esad yönetiminin göstericilere karşı uyguladığı sert müdahale tarzı eleştiriliyor. Müslüman Kardeşler örgütü tarafından sıralan talepler şunlar: Suriye nin kent ve kırsal kesimlerinde konuşlanmış ordu birliklerinin derhal bu bölgeleri boşaltılacak. Acil ve koşulsuz olarak hapishanelerdeki siyasi mahkumlar serbest bırakılacak ve can güvenliği sağlanacak. Suriye halkının özgürlük ve adalet taleplerine biran önce olumlu cevap veren adımlar atılacak. Ülkede siyasi partilerin özgürce kurulabilmesi için gereken yasalar çıkarılacak ve politik adımlar atılacak. Yeni hazırlanacak anayasaya Suriye halkının talepleri yansıtılacak ve milli menfaat gözetilecek. Politik çizgi bakımından siyasal İslamın bulunduğu bütün ülkelerde düzenle barışık yaşama doğrultusunda konumlandığı bu taleplerden bir kez daha doğrulanıyor. Suriyeli emekçilerin gerici Suriye burjuva düzeni ile doğrudan sınıfsal çelişkilerinden kaynaklanan çatışmalarının düzlemi, İslami akımların burjuvaziden istedikleri reform taleplerini aşıyor. Bu akımların talepleri burjuvazi tarafından giderek emekçilerin kapitalizmi reforme edilmiş haliyle kabullenişlerinin bir olanağına çevirdikleri ölçüde kabul görüyorlar. Diğer yandan, ABD nin Müslüman Kardeşleri Ortadoğu daki ayaklanmalar sonrası Mısır da yapmaya çalıştığı gibi neoliberal yeniden yapılanma süreçlerine koşacağı biliniyor. 3 aydır Suriye nin sokaklarını işgal etmiş bulunan işçiler ve işsizler özgürlük istiyorlar. Bu özgürlüğün mevcut rejimin gitmesiyle geleceğini söylüyorlar. Onyılların birikiminden patlamış, temelinde sınıfsal çelişkilerin yattığı bu öfke özgürlüğü talep ederken, siyasal burjuva demokrasisi ile beklentilerinin karşılanabileceği yanılgısını taşıyor. Kapitalist rejimlerin, burjuvazinin bu yanılgıyı nasıl iç restorasyon sürecine çevirdiği acı deneyimlerle bilinen bir gerçek. Suriye de sol olarak adlandırılan akımların bir kısmı rejim ile ayaklananlar arasında reform köprüsü kurmak istiyorlar. Bu akımların Suriye deki burjuva iktidarına sınıfsal karşıtlık temelinde konum almayışları böylesi bir devrimci kitle hareketi karşısında onları hızla reformculuğun savunucusu haline getiriyor. Emekçilerin ve işsiz kitlelerin sokaklarda yaşattığı özgürlük tanımı, iki gencin duvara yazdığı halk rejimi yıkmak istiyor sloganı ile başladı. Ayaklananların üç aydır durmak bilmez enerjisinden bu anlaşılıyor.gelinen aşamada yıktıktan sonra ne koyacağız? Burjuva siyasal demokrasi mi, işçilerin sosyalist demokrasisi mi? İşçilerin yoksulların gerçek özgürlük tanımı bu soruda düğümleniyor. Suriye'de rejim karşıtı gösterilerle tanınan Humus'a bağlı Rastan ile Talbiş kentlerini tanklarla kuşatmaya alan ordu, kentlere top saldırıları düzenledi. Saldırı sonucu çok sayıda kişinin öldüğü veya yaralandığı kaydedildi. Bir görgü tanığı, telefon ve elektriklerin kesildiği kentlerin tamamen kuşatıldığını söyledi. Ülkenin doğusundaki Deyr El Zor kentinde ise rejim karşıtı gösteri düzenleyenlere ateş açıldı. İnsan hakları aktivisti Mustafa Osso, sabah saatlerinde 8 bin kişinin katıldığı gösteride, güvenlik güçlerinin ateş açması sonucu çok sayıda kişinin yaralandığını söyledi. Osso, başkent Şam'ın Zabadani ve Duma semtlerinde de gece saatlerinde gösterilerin yapıldığını belirterek, göstericilerin "halk, rejimin devrilmesini istiyor" sloganları attıklarını aktardı. Suriye'de Cuma günü ülke genelinde düzenlenen gösterilerde, askerlerin açtığı ateş sonucu en az 7 kişi öldü. İnsan hakları örgütlerine göre ülkede 15 Şubat'tan bu yana devam eden gösterilerde binden fazla gösterici hayatını kaybetti, 10 binin üzerinde kişi gözaltına alındı. Suriye yetkilileri göre olaylarda ayrıca 143 asker, polis ve güvenlik görevlisi öldü. Mısır da Mübarek in yargılanmasını isteyen göstericilere polisin müdahale etmesi sonucu 20 den fazla kişinin yaralandığı, 2 kişinin de öldürüldüğü bildiriliyor. Baltacı olarak isimlendirilen çeteler göstericilere saldırdı. Baltacı ların bölgeden ayrılması ile birlikte polisler, muhaliflerin de Tahrir Meydanı nı boşaltmasını istedi. Göstericiler, 18 gün süren ayaklanma sırasında yakınlarının ölümüne yol açan güvenlik güçlerinin hala yargı önüne çıkarılmamasından rahatsız. Göstericiler Mübarek in bir an önce yargılanmasını ve cezaevine gönderilmesini istiyor. Muhaliflerin direnmesi üzerine polis önce göz yaşartıcı gaz kullandı, ardından da havaya ateş açtı. Muhaliflerin de güvenlik kuvvetlerine taş ve sopalarla karşılık vermesiyle büyüyen olaylarda 20 den fazla kişinin yaralandığı belirtildi. Askeri birliklerin Tahrir Meydanı na girerek kontrolü ele geçirmeye çalıştıkları, fakat göstericilerin direndiği bildirildi. Mısır da ikinci Tahrir devrimi olarak adlandırılan gösteriler burjuva basında eskisi kadar yer almıyor, çünkü göstericiler daha ileri taleplerle yürüyorlar. 25 Ocak ta başlayan halk ayaklanmasında yakınlarını kaybedenler de Tahrir Meydanı nda toplanarak Mübarek in yargılanması istemiyle gösterilerde yerlerini aldı. Göstericilerin olay sırasında Kahrolsun askeri cunta şeklinde sloganlar attığı bildiriliyor. Binlerce Mısırlı emekçi ve işsiz, ülkenin başkenti Kahire nin Tahrir Meydanı nda toplanıyor. Protestoları ikinci devrim olarak adlandıran göstericiler, ülkenin başka kentlerinde de sokağa çıkılması çağrısı yapıyor. Hüsnü Mübarek iktidarının devrilmesinin ardından yönetimi devralan askeri cuntanın Burjuva neoliberal demokrasi planı öncesi uygulamalarını protesto edenler cuntayı hedef alan taleplerle meydanları dolduruyorlar.