YAR YAYINLARI Temmuz 2007-İstanbul Alime Berdan Matbbası YAR YAYINLARI Yönetim: Yar Yayınları: 120 Hikaye Dizisi: 07



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

ÇAYLAK. Çevresinde güzel bahçeleri olan bir villaydı.

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Kazova: Patronsuz üretim devam ediyor; herkes mutlu, herkes çalışmak istiyor.

Bir Ayakkabı Hikayesi - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

&[1 CİN ALİ'NİN HİKAYE KİTAPLAR! SERIS.INDEN BAZILARI. l O - Cin Ali Kır Gezisinde. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

ORTA HAZIRLIK TÜRKÇE ORTAK SINAVI Açıklamalar GRADE. (20 Aralık 2015, Pazar)

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

AĞIR ÇANTA. Aşağıdaki soruları metne göre cevaplayınız. 1- Fatma evden nasıl çıktı? 2- Fatma neyi taşımakta zorlanıyordu?

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ TÖMER TÜRKÇE ÖĞRETİM ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ TÜRKÇE SINAVI

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

CİN ALİ İLE BERBER FİL

HEM DÜŞÜNECEĞİZ, HEM ÖĞRENECEĞİZ HEM DE SÜRPRİZ HEDİYELER KAZANMA ŞANSINA SAHİP OLACAĞIZ.

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

Okula sadece dört dakikalık yürüme mesafesinde oturmama

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

yuvarlak masa yeşil erik üç kalem ihtiyar adam

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

BİREYSEL EĞİTİM PROGRAMI GÖRÜŞME FORMU

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

İşitme Engelli Öğrenciler için Tek Kart Resimler ile Kelime Çalışması. Hazırlayan Engin GÜNEY Özel Eğitim Öğretmeni

DDD. m . HiKAYE. KiTAPLAR! . CİN. ALİ'NİN. SERiSiNDEN BAZILARI. Öğ. Rasim KAYGUSUZ

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

YİNE YENİ KOMŞULAR. evine gidip Billy ile oynuyordu.

Umutla, harabelerde günlük turuna çıkmış olan bekçi Hilmi Efendi yi aramaya koyuldu. Turist kalabalığı Efes sokaklarına çoktan akmaya başlamıştı.

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Ö.Ç BİLFEN ANAOKULU 5 YAŞ GRUBU GÜNLÜK EĞİTİM PROGRAMI

ANOREKTAL MALFORMASYON DERNEĞİ

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Ben gid-iyor-muş-um git-mi-yor-muş-um. Sen gid-iyor-muş-sun git-mi-yor-muş-sun. O gid-iyor-muş git-mi-yor-muş. Biz gid-iyor-muş-uz git-mi-yor-muş-uz

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

1) Eğer tartı eksik gelmişse, bu benim hatam değil, onun hatasıdır.

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

MERAKLI KİTAPLAR. Alfabe

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

tellidetay.wordpres.com

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

ESAM [Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi] I. Dünya Savaşı nın 100. Yıldönümü Uluslararası Sempozyumu

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

ΤΠΟΤΡΓΔΙΟ ΠΑΙΓΔΙΑ ΚΑΙ ΠΟΛΙΣΙΜΟΤ ΙΓΡΤΜΑ ΓΙΑΥΔΙΡΙΗ ΑΠΟΓΔΤΜΑΣΙΝΩΝ ΚΑΙ ΒΡΑΓΙΝΩΝ ΔΠΙΜΟΡΦΩΣΙΚΩΝ ΠΡΟΓΡΑΜΜΑΣΩΝ ΚΡΑΣΙΚΑ ΙΝΣΙΣΟΤΣΑ ΔΠΙΜΟΡΦΩΗ

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

Bu testi yapın, kendinizi tanıyın!

TÜRKÇE. NOT: soruları yukarıdaki metne göre cevaplayınız. cümlesinin sonuna hangi noktalama işareti konmalıdır?

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 6 (ΔΞΙ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

SATILMAZ EĞİTİM AMAÇLI KULLANILMAK İÇİN ÇOĞALTILMIŞTIR

o ( ) (1 CİN ALİ'NİN HiKAYE KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Öğ. Rasim KAYGUSUZ

5.SINIF TÜRKÇE (GENEL DEĞERLENDİRME TESTİ) almıştır?

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Öykü KURABİYE EV. Resimleyen: Burcu Yılmaz

tellidetay.wordpress.com

İÇİNDEKİLER FARE İLE KIZI 5 YUMURTALAR 9 DÜNYANIN EN AĞIR ŞEYİ 13 DEĞİRMEN 23 GÜNEŞ İLE AY 29 YILAN 35 ÇINGIRAK 43 YENGEÇ İLE YILAN 47

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

ΕΘΝΙΚΟ & ΚΑΠΟΔΙΣΤΡΙΑΚΟ ΠΑΝΕΠΙΣΤΗΜΙΟ ΑΘΗΝΩΝ ΤΜΗΜΑ ΤΟΥΡΚΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ ΚΑΙ ΣΥΓΧΡΟΝΩΝ ΑΣΙΑΤΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ Μάθηµα : ΤΟΥΡΚΙΚΗ ΓΛΩΣΣΑ II ΔΕΞΙΟΤΗΤΕΣ ΣΤΟΝ

Öykü ile ilgili bitişik eğik yazı ile 5N1K soruları üretip çözünüz. nasıl : ne zaman:

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

Ö.Ç BİLFEN OKULLARI GÜNLÜK EĞİTİM PROĞRAMI 6YAŞ 20.EKİM.PAZARTESİ-25.EKİM.CUMA

Son Matine Senaryo : Ali CEYLAN

Bu kitabın sahibi:...

* Balede, ayak parmakları ucunda dans etmek. [Ç.N.] ** Balede, ayaklarını birbirine vurarak zıplamak; antrşa şeklinde okunur. [Ç.N.

Her hakkı saklıdır. Ticarî amaç ile basılamaz ve çoğaltılamaz. Copyright

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

2. Sınıf Cümle Oluşturma Cümle Bilgisi

2- Takside. Türk kadınla Alman kadın aynı yerden taksiye bindiler aynı mesafeyi gidip aynı yerde indiler.

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Samed Behrengi. Püsküllü Deve. Çeviren: Songül Bakar

Transkript:

1 2 Türkiye Yayını: YAR YAYINLARI Temmuz 2007-İstanbul Kapak Resmi: Alime Baskı: Berdan Matbbası (0 212) 613 12 11 YAR YAYINLARI Kuruluş: 1972 Yönetim: Başmusahip Sokağı 10/1 Cağaloğ1u-İstanbul 07. 34. Y. 0159.11 ISBN 978-975-7530-80-0 Yar Yayınları: 120 Hikaye Dizisi: 07

Mahir Ulaş Yeşil 3 4 Boş EVSAHİBİ (Öyküler)

VASİYET Hava o kadar da kötü değil aslında. diye söylendi Selim. Sonra kafasını çevirip kuyruğun arka tarafına baktı, daha uzun olduğunu görüp keyiflendi. Ahmakıslatan bu, biraz ıslanmaktan birşey çıkmaz. diye devam etti hemen arkasındakine. Adam hiç oralı olmadı, ağzından burnundan akan suları atkısıyla sildi. Sonra tekrar ıslak sarı-lacivert atkıyı başörtüsü gibi doladı kafasına. Mecburen önüne döndü Selim. Önünde montlarını kafalarına geçirmiş iki büklüm duran iki delikanlının konuşmalarından bugünkü maçın kiminle olduğunu çıkarmaya çalıştı. Ama çocuklar karşı takımın ismi yerine yakası açılmadık sıfatlar kullandıklarından anlayamadı. Çok da lazım değildi zaten. Nasılsa biletin üzerinde yazacak. O zaman öğrenir. Bu cumartesi rüzgar-yağmur elele vermiş bütün hıncını alıyordu İstanbul dan. Biri süpürüyor, diğeri yıkıyordu. Stadın etrafında (muhtemelen içinde de), Salı pazarı nda, Kızıltoprak ta kuru tek bir nokta yoktu. Dibi delinen gri gökyüzünün altında ıslak atkılardan, kapişonlardan, başörtüsü yapılmış bayrak- 5 6 lardan, şemsiyelerden ince uzun sıralar, stadın gri duvarlarından çeşitli yönlere doğru uzamış, öğleden sonra başlayacak maç için kapıların açılmasını bekliyorlardı. Kuyrukların aralarında köfteciler, kokoreççiler, bayrakçılar ve askerler bekleyenleri bekliyordu. Askerleri getiren cemseler, arka tarafta, Salı Pazarı na doğru sıralanmış. Kadıköylüler yeni stat açıldığından beri bu manzaraya aşinaydı. Her onbeş günde bir İstanbul un hemen her yerinden insanlar vapurlara, trenlere biner gelirlerdi Fenerbahçe nin maçını izlemek için. Dükkanlarını sarı-laciverte çeviren esnafın da bayramıydı bu günler. Misafirlerin kimi hemen bilet kuyruklarına girerken, biraz daha ehli keyif olanlar gelmişken sahilde bir tur atarlardı. Hele hava da güzelse yol daha da uzatılıp Bahariye ye çıkılır, oradan Yoğurtçu Parkı na geçilir, ve nihayet cebindeki paraya göre uzun ve sevimsiz kuyruklardan birinin sonuna ilişilinirdi. İşte bundan sonrası hayli sabır gerektirmekteydi, çünkü uzunluğu bir yana, bu kuyruklara sıklıkla kaynak yapanlar veya yapmaya çalışanlar olur, itiş-kakışlar yaşanır, kavgalar bile çıkardı. Saat üçteki bir maçın santrasını görmek için onbir oniki gibi kuyrukta olmak gerekirdi. Hele o kadar hali vakti yerinde değilse maçı izlemeye niyetlinin, saat dokuz-on gibi stat civarında olmalıydı ki kale arkası tribünlerin güzel bir yerinden yer kapsın. Elbette önemli maçlarda tüm bu program daha da erkene alınmalıydı. Selim de herkes gibi donmuştu. Üzerinde kuru hiçbir şey kalmamıştı. Pardesüvari lacivert hırkası, kazağı, gömleği, iç çamaşırları... En kötüsü ise pan-

tolonuydu. Bir iki yıl öncesinin modası; hani ispanyol paça dediklerinden, üst tarafı dar, paçaları aksine geniş... Rüzgar estiğinde işte bu ıslak yelkenler bacağına yapışıp donduruyor ve ancak eliyle tutup çekerek ayırabiliyordu. Rüzgar da rüzgardı hani... Bu halde, elinden geldiğince az hareket ederek ve az yer kaplayarak 2 saat kadar bekledi. Sonra kapılar açıldı, kuyruk ilerlemeye başladı. Yarım saat kadar sonra gişenin önüne geldi, parayı verdi bileti aldı. Parmaklıklardan devam edip kale arkası tribünün kapısına geldi. Bileti görevliye verdi, yırtık yarısını geri alıp geçti. Üst araması yapan jandarma: Kesici-delici birşey var mı? diye sordu. Deşici olur mu? diye cevapladı Selim sırıtarak. Jandarma da sırıttı. Eliyle belini, kalçasını, bacaklarını yokladı. Diğer asker nüfus cüzdanının sayfalarını alelacele çevirdi, geçmesine izin verdi. Selim yırtık bilete baktı: T.C. İstanbul İl Gençlik ve Spor Müdürlüğü, Fenerbahçe - Samsunspor Futbol Karşılaşması, 13 Mart 1983, Pazar, 15:00, İstanbul Fenerbahçe Stadı, Yeni Açık Tribünü D Blok 57, Müsabaka Sonuna Kadar Saklayınız İçerde, tribüne çıkan merdivenlerin duvarlarında harfler vardı. Selim hafif bir kavis yaparak uzanan geniş ve yüksek koridor boyunca yürüyerek tek tek her merdivenin harfine baktı. H... G... bu da değil daha ilerde, uç tarafta olmalı E... D... C... az daha ilerde... İşte bu! A bloğu... Merdivenlerden yukarı yollandı, tribüne çıkmak için. Kafasını çıkarır çıkarmaz tokat gibi bir rüzgar... Hay... 7 8 A Blok, skorbordun bulunduğu kale arkası tribünün en sağındaydı. Rüzgarın en çok tesir ettiği üst kısımlar ve kaleciden başka kimsenin adamakıllı görülemeyeceği en alt koltuklar bomboş, orta taraflar ise yarı yarıya dolmuştu. Koltuk derken, beton üstüne çakılmış, merdivenlere kadar uzanan boydan boya iki sıra düz tahta, sinema koltuğu değil. Selim yukarılara doğru tırmanmaya başladı. Birkaç sırayı merdivenlerden çıktıktan sonra koltuklar a basa basa çıkarak sağa doğru seğirtti. Birkaç itiraz, daha dikkatli olması yönünde tribün nezaketinde ikazdan sonra aşağı yukarı geçen maçtaki yerine geldi. Üç maçtır onu bekliyordu ama Rıfat görünürde yoktu. Acaba, diye geçirdi içinden, yakalandı mı? Üzerine oturmak için strafor ve ıslanmamak için torba satan satıcıdan minderini ve yağmurluğunu aldı. Elinde kova gibi birşeyle dolaşan köfteekmekçiyle de el kol işaretleriyle anlaştı: bir yarım, bir ayran. Çok geçmeden de beklediğine kavuştu. Rıfat, saçları ortadan hafif dökülmüş Rıfat, gözlüğünün çerçevesi kalın, camı kalın Rıfat, uzun montunun yakaları kalkık, kafasında torba, açık sarı bir atkıyı banka soyguncusu kovboylar gibi yüzüne dolamış Rıfat az önceki merdivenlerden kafasını çıkardı ve rüzgardan aynı tokadı yedi. Atkısı açıldı, yüzü göründü: Bıyık bırakmış. Yakışmamış ama. Rıfat saniyenin yarısı kadar bir zamanda tribünün üst tarafını taradı, gözleriyle Selim i buldu. Ondan daha ustaca hopladı zıpladı, hiç küfür, azar yemeden yukarı tırmandı.

Arkadaşının yanına geldiğinde yüksek perdeden sordu: Burası boş mu kardeş? Selim aynı makamdan cevapladı: Valla bilmem ben geldim, oturdum. Galiba boş. Rıfat minderini dışarıdan almıştı, serdi oturdu. Lafa ilk Selim başladı gülümseyerek: N aber? Rıfat birkaç saniye etrafına bakındı, cebinden bir Maltepe paketi çıkardı. Bir sigara yaktı, bir tane de Selim e uzattı, yaktı: Bir an önce başlayalım. Maç saat üçte galiba. 15-20 dakikaya burası hınca hınç dolacak. Dışarısı mahşer yeri gibi. Eyvallah, dedi Selim. Nasıl istersen. Rıfat cebinden bir mendil çıkardı, yüzünü gözünü, sonra da gözlüğünü sildi. Beni görmek istediğini söylemişsin kimi arkadaşlara. dedi. Mesele nedir? Aslında... dedi Selim ve birkaç saniyede neredeyse sönecek kadar ıslanan sigaraya asıldı. Aslında, diye tekrar aldı sözü Rıfat. benim buraya gelmem, seninle temasa geçmem büyük bir hata. Sen de biliyorsun.... Birincisi, aranıyorum, gazetelerde bile çarşaf çarşaf resimlerim çıktı. İkincisi?.. 9 10 Bu kez Rıfat sönmüş sigarasından bir fırt koparmaya uğraştı bir süre. Beyhude... İkincisi son tutuklamalardan sonra artık burada buluşmuyoruz. Tabii, sen işin düşünce bizimle olmak istediğinden bilmezsin. Artık ben de aranıyorum. Burası da benim fikrim değil. Elindeki ıslak tütün-kağıt karışımını yere fırlattı Selim. O, kimi arkadaşların... Devam etmedi. Bir süre ikisi de konuşmadı. Tribün giderek doluyordu. Biri Rıfat tan biraz kenara kaymasını istedi. Rıfat, Selim e doğru yanaşırken: Özlem nasıl? diye sordu. Aynı! Halisülasyonlar devam ediyor mu? Evet. Ama şu sıra daha çok bir unutkanlık nöbeti geliyor. O nedir? Gün içinde birdenbire nerde olduğunu, ne yaptığını unutuyor. Bazen olduğu yere yığılıp kalıyor, bazen de aklına başka şeyler esiyor ve çıkıp onların peşine gidiyor. dedi Selim. Yanında biri varken neyse de... Bir gün herkesin dikkatinden kaçacak ve öyle çıkıp gidecek, kaybolacak diye korkuyorum. E peki kendine geldiğinde dönmez mi öyle olsa bile? Evi ben zor buluyorum, Özlem nasıl bulsun o haliyle? 2 ay önce Eminönü nde yemek yedik, ben parayı öderken o çıkıp gitti. Bütün Eminönü nü alt-

11 üst ettim. Neredeyse herşeyi göze alıp karakola bile gidecektim. Sonra akşam ne yapayım diye annemlere telefon ettim ki oradaymış. Durdu, derin bir nefes verdi, yüzünden akan suları sildi. Okula gideceğim diye Üsküdar a geçmeye kalkmış. Neyse vapurda annemlerin bir komşusu görmüş onu. Anlamamış tabi önce. Ama Özlem lise, yazılı falan deyince... Almış annemlere götürmüş. Allah razı olsun. Kötü bir durum. Üzüldüm. dedi Rıfat, kafasındaki naylon torbayı düzelterek. Peki, benden tam olarak ne istiyorsun? Rıfat benim yurtdışına çıkmam lazım. Bir yılı geçti çalışmıyorum. Annemden aldığım harçlıkla olmuyor. Babam ise bana serseri muamelesi yapıyor. İş aradım ama olmadı. Yine suratından akan suları silmeye çalıştı. İş miş yok ya, hadi buldum diyelim, karakoldan kağıt, savcılıktan kağıt... Elli ayrı yerden belge istiyorlar. Ben daha ilkinde yakayı ele veririm. O zaman Özlem e kim bakacak? Ayrıca belki bu illetin bir çaresi biliniyordur yurtdışında. Rıfat, aşağı sırada kazağını çıkarmış, neşeyle sıkıp su çıkaran bir gence baktı. Sen burada götürdün mü ki Özlem i hastaneye falan? Annem götürdü bir iki defa. Ama çok da fazla ilgilenmemişler. Ben de bizzat götüremiyorum. Orada da birşeyler soracaklar, isteyecekler diye... Tam olarak ne istiyorsun benden? Para mı? Hayır, param var... Aslında yok da... Yurtdışına çıkacağımı bilsem, akrabalarımdan ayarlarım. Kullanılmamış biraz kredim var hala. 12 Eee nedir o zaman? Selim neredeyse fısıldayarak: Belgelerimi senin hazırlamanı istiyorum, daha doğrusu belgelerimizi. Nasıl yani? Bu kez fısıldayarak: Rıfat uzatma! Ne demek istediğimi biliyorsun. Pasaport ve vize gerekiyor dışarı çıkmamız için. dedi Selim. Bu sırada takımlar ısınmak için sahaya çıktı. Tüm stat gibi Yeni Açık A Blok da ayağa kalktı tüm mevcuduyla. Selim ne olduğunu anlamaya çalışıyor, Rıfat bıyık altından sırıtarak tezahürata eşlik ediyordu. Onbeş dakikalık suratsız Rıfat gitmiş yerine yirmi küsür yıllık arkadaşı, şen, koca gözlüklü ve irice bir lise öğrencisi gelmişti sanki. Kısa süren bu tantanadan sonra sahadakiler içeri girdi, tribündekiler oturdu. Yağmur durmuştu ama rüzgar ahaliyi dövmeye devam ediyordu. Benim böyle bir şeye yetkim yok. dedi suratsız haline geri dönen Rıfat. Hoş, olsaydı da kullanır mıydım bilmem. Darbeden sonra herkes yurtdışına çıkmak istiyor. Buna bir dur demeli, ancak dışarıda iken buraya faydalı olacak insanlar dışarıya çıkmalı. Sen ne diyorsun Rıfat? dedi Selim zoraki gülümseyerek. Sen... Ulan biz seninle çocukluk arkadaşıyız. Aynı mahallede büyüdük, top oynadık. Aynı okulda okuduk. Çetemize n oldu? Hem ben sana, arkadaşlarına hep açtım kapımı.

13 Hadi be! Sen toptan ne anlarsın? Seni ancak kaleye koyardık, orada bile bir işe yaramazdın. diye cevap verdi liseli Rıfat sırıtarak. Herkes Feneri, Cimbomu tutarken sen Sarıyer i tutardın. Annen seni bir kere börek yemeye götürmüş diye. Peki ulan! İlk rakıyı da beraber içmedik mi 72 nin yılbaşında Murat ların evinde? Ne içmesi? Bir parmak rakı yoktu senin bardağında. Murat, Cafer ve ben bitirdik büyüğü o gece. dedi Rıfat. Ve tekrar ciddileşerek ekledi: Murat Ankara da vuruldu geçen sene. Gece dışarıdaymış, dur ihtarına uymamış... 1 hafta komada kaldı, sonra öldü. Cafer ise hemen 12 Eylül günü tutuklandı. Metris te şimdi. Murat ı duydum. Ama Cafer i bilmiyordum. O anda önde hakemler, üç siyah forma giymiş adam, arkada takımlar -biri sarı-lacivert dikine çizgili, öteki beyaz formalı- sahaya çıktılar. Bu kez curcuna daha büyük oldu. Tüm stat yine ayakta, halay çeker gibi omuz omuza vermiş olduğu yerde zıplıyordu. Konfeti denen ince, rulo yapılmış şerit gibi kağıtlar, küçük küçük doğranmış kağıtlar uçuşuyor, irili ufaklı bayraklar, atkılar havada geziniyor, dalgalanıyordu. Çeşitli pankartlar kimi biraz edepsizaçılmış, Karşı kale arkasından gelen tezahüratlara eşlik edilmeye başlanmıştı. Rıfat yine ciddilikten uzaklaşmış, çevresine uymakta fazla istekliydi. Okuldan kaçıp maç izlemeye gelmiş gibi... Selim, Rıfat ın kulağına bağırdı: 14 Siz zaten bunlardan sürüyle hazırlıyorsunuzdur kendi arkadaşlarınız için. Tek istediğim bana ve Özlem e de birer tane hazırlamanız. Beriki duydu mu, duymadı mı bilinmez... Cevap vermedi. Zaten verse de bu kez Selim duyamayacaktı. Yaklaşık on onbeş dakika tezahürat etmekle geçti. Selim bile Rıfat ın bu keyfine şaşmış, katıldı bu bağırışmaya. Elinden geldiğince. Maç da başlamıştı. Rıfat ın dediğine göre beyazlar rakip takımdı. Çok zevkli bir maç sayılmazdı. İki takım da öyle net gol pozisyonları bulamadan ilk yarı bitti. Birkaç dakika yine ikisi de konuşmadı. Bu kez lafa Rıfat başladı: Peki neyle, nasıl çıkacaksınız yurtdışına? Nereye gideceksiniz? Akraba, eş-dost var mı dışarıda? Selim sözü tekrar problemine getirmekten mutlu: Yunanistan üzeri gitmeyi deneriz herhalde. Ne yapacağımı ben de tam bilmiyorum. Özlem in bir dayısı vardı Hollanda da... tek hısım... yardım edecek misin? Rıfat bir süre birşey demedi, etrafına bakındı. Aşağıda amigonun biraz solunda, yukarılara bakan sakallı bir adamda bir süre takıldı gözleri. Sonra tekrar Selim e döndü: Resimleriniz yanındaysa ver. Ama dediğim gibi, ben yetkili değilim. Evrakları hazırlayan da değilim. Bir bakmam, arkadaşlarla konuşmam lazım. Selim Rıfat ın kolunu sıkarak: Çok... çok sağol kardeşim...

15 Öyle peşin peşin sevinme. Ülkeden çıkmak isteyen çok! diyerek iç çekti Rıfat, Üstelik herkesin de güzel bir bahanesi var emin ol! Ben elimden geleni yaparım ama şimdiden sevinme. Peki anladım... yine de... eyvallah! dedi Selim, iki siyah beyaz fotoğrafı verirken. İkinci yarı başladı. Fenerbahçe belirgin bir üstünlük kurdu oyunda, iki de oyuncu değişikliği yapmıştı. Bu devre tam da Selim ve Rıfat ın bulunduğu taraf Samsunspor kalesiydi. Ataklar, heyecanlı pozisyonlar bu kalede oluyordu. Gelmesi muhtemel Fener golünü artık Selim de gönül rahatlığıyla izleyebilirdi. Rıfat ın pasaport işlerini halledeceğinden emindi. Ne kadar öyle görünmeye çabalasa da Rıfat kalpsiz biri değildi çünkü. Maçın sonu iyice yaklaştığında sıkıntı, memnuniyetsizlik artmıştı. Hatta bazıları ümidini kesmiş, merdivenlere doğru yavaştan yanaşıyordu. Çıkışta beklememek için. Hakem maçı ha bitirdi ha bitirecek derken Fenerin sol açığı 2-3 kişiyi taç çizgisinin dibinde çalımladı, son çizgiye kadar inip ortaladı. Kaleci topu tokatladı, ama top yine Fenerli bir oyuncunun önüne düştü. Bu az önce net bir pozisyonu kaçırandı. Bu kez topu sakince düzeltti ve ceza sahasının dışından kalecinin soluna plaseledi. Gooool! Rıfat da kudurmuş gibi bağırdı herkes gibi. Önce Selim ile, sonra diğer yanındakiyle kucaklaştı. İkinci yarının başından beri samimiyet kurduğu arka sırayla ve öndeki, maç başlamadan kazağını sıkan çocukla da kucaklaştı. Sonra tekrar Selim e dönüp: 16 Gördün mü, ne plaseydi be! Neydi? Boşver, güzel goldü diyorum. Zamanı da güzel, tam bitirecekti herif. Maç 1-0 bitti. İki eski arkadaş onbeş dakika kadar sonra merdivenlerden koridora inebildiler. Stattan çıkmadan, itiş kakış arasında Rıfat, Selim in kulağına Cuma günü buluşmalarını, neticeyi bildireceğini söyledi ve kalabalığa karıştı. Selim ise çıkışa yönelmeden önce on-onbeş dakika bekledi. Sonra, kalabalık bir nebze azalınca çıkıp aheste aheste rıhtıma indi. Kadıköy den vapurla Eminönü ne, oradan da trenle Bakırköy e geçti. İstasyonda kontrol vardı. Kimliksiz iki kişiyi cipe bindirdiler. Askerlerin elinde liste falan olmadığından Selim de bir sorun çıkmadı. Sadece nüfus müdürlüğüne gidip yeni tip kimlik kartlarından almasını söylediler. Sokağa girdiğinde hava kararmıştı ama evin ışıkları yanmıyordu. Dış kapıyı aceleyle açtı, merdivenleri ikişer ikişer çıktı, dairenin kapısını kilitlemişti giderken, onu da aynı aceleyle açtı: İçerisi zifir karanlık. Özlem! Efendim! Neden ışıkları yakmıyorsun güzelim? Korkuttun beni. Bilmem... oturuyordum, farketmemişim!

17 Selim ışığı yakmadan sesin geldiği tarafa, salona gitti. Özlem in silüetini masa başında oturur vaziyette buldu, karşısına oturdu. Elini tuttu, öptü. Rıfat nasılmış, ne yapıyormuş? dedi Özlem. Islanmışsın. Gezdik biraz, selamı var. İşe girmiş. Çok yoruluyormuş. Söylenip durdu. *** Rıfat stattan itiş kakış, güç bela çıkabildi. Sol tarafa Bağdat Caddesi ne gitmek istemesine rağmen Kadıköy e doğru sürüklendi. Yankesicilere karşı cüzdanını ceketinin iç cebine koydu. Üstü başı hala tam kurumamıştı. Ancak rüzgar-yağmur dinmiş, güneş açmıştı. Parkın oradaki köprüde insan denizi ancak seyrelmişti. Madem öyle o da bu tarafa giderdi. Nasılsa eve gitmek için akşamı beklemek gerek. Yoğurtçu Parkı na girdi. Cıvıl cıvıl, cennet mübarek. Kış günü bile kuşlar ötüyor. İyi olmuştu Selim i gördüğü. İki yıl sonra... Arka taraftaki alanda ikisi daha büyükçe beş-altı çocuk bağıra çağıra top oynuyor. Kendi çocukluk yılları geldi aklına. Arkadaşları... Çocukları görebileceği kuru bir bank seçti, oturdu. Selim pek kıvıramazdı bu top işini. Büyük çocuklardan biri ötekine çelme takıp bir su birikintisine düşürüyor, yerdekinden okkalı bir küfür yiyor. Aynı şekilde de cevap veriyor. Ama Murat ve Cafer fena oyuncu değillerdi Yaşıttılar hepsi, yalnız Murat 2 yaş küçüktü. Fakat en çapkınları da oydu. İlk kız eli ni Murat 18 tutmuştu. Daha liseye bile gitmiyordu hem de o zaman. Her şeyi çok önce öğrendi, yaptı. Her şeyi Kalktı, parktan çıktı. Sırık Cafer daha sessiz, sakindi. Çok tertipliydi. Cebinde yedek çorap taşır, maç yaptıktan sonra çoraplarını değiştirirdi. Arkadan hala çocukların küfür sesleri geliyor. Bahariye Caddesi ne çıkan yokuşlardan birine vurdu. Rıfat hep otoriter, Selim ise hep neşeliydi. Olur olmaz her şeye karışır, başından belayı eksik etmezdi. Ama şikayet de etmezdi hiç. Her musibette bir iyi taraf bulurdu, hatta insanı sinirlendirecek kadar. Yukarda, Fransız lisesi nin önünde bir polis otosu ve de haki bir cip bekliyor. Arka mahallenin piçleriyle çıkan kavgada sol kolunu kırdığında annesine: Sağ kırılsaydı daha kötü olurdu. demişti. Selim in annesi asabi, hükümet gibi kadındı; az daha kırıyordu onu da. Haki yeşil cipin önünde aynı renk, biri tüfeksiz, iki asker, gülüşüyorlar. Tüfeksiz olanın miğferi elinde, hızlı hızlı birşeyler anlatıyor. Elindekini öbürünün kafasına vuruyor. Tok diye bir ses çıkıyor miğferlerden, tekrar gülüyorlar. Polisler ise ortalıkta yok. İlk siyasi vukuatları saydıkları o kavganın Özlem yüzünden çıktığını çok sonra itiraf etmişti Selim. Meğer kızı görmek için fazlaca ihlal etmiş mahalle sınırlarını. Bu da diğer mahallenin namusunu zedelemiş. Bahariye de trafik sıkışmış. Sola, Moda ya döndü. Sopalı, taşlı güruh tekbir getirerek, ahlaksız komünistler!, burası Moskova mı? diyerek geldiğinden, çeteleri için bu siyasi bir kavgaydı. Dayaktı daha doğrusu. Tabii, kesinlikle bizimkiler dövmüştü. Bahariyenin en cafcaflı kısmı burası. Her yerde bir kalabalık, bir kalabalık. Cadde,

19 sinemalar, büfeler, pasajlar... Bir gözlük (Rıfat ın) ve bir kol karşılığı bir diş kırmışlardı. Ona karşı (yoksa onbeş miydi?) dört, üstelik de sopasız mopasız olduklarından dövmüşlerdi işte. Hatta o dişi de saklayacaklardı ya, Cafer cebinden düşürmüştü. İğrenip atmıştır, hanımevladı. diyerek güldü Rıfat kendi kendine. Üniversite yıllarında mahalleye az uğrar olmuştu. Buralarda kalabalık seyreliyor yavaş yavaş. Tek tük gelip geçenler... Aynı dönemde Cafer ODTÜ- Kimya nın, Murat Mülkiye nin sınavlarını kazanıp Ankara ya gitmiş, Selim bir marangoz atölyesinde işe girip Özlem le nişanlanmıştı. Kilisenin yanında, Şekerbank ın önünde iki nöbetçi asker daha. Ama deminkiler kadar neşeli değiller. Sonra Özlem tuhaf ve ağır bir hastalığa yakalanıp 1 yıl kadar hastanede yattı. Hastalıktan mı, hastaneden mi bilinmez ama bir daha eski Özlem olamadı. Tüm bunlar olurken Selim, kızı bir an olsun yalnız bırakmamıştı. Taburcu olduktan 2 ay sonra da evlendiler. Rıfat ın çetesi en son bu düğünde tam tekmil biraradaydı, rakıları yapıştırırken. Hepsinin aileleri aynı apartmanda oturuyordu ama Selim in dışındakileri bir daha görmemişti. Selim ile ilişkileri de farklı bir biçim almıştı. Kalacak yeri olmadığı zaman Selim in yeni açtığı atölyesinde uyuyordu. Ufak bir meydandan sağa döndü, rıhtıma, iskelelere doğru... Sonra Selim, Rıfat ın arkadaşlarıyla atölyede toplanmalarına izin verir oldu. En sonunda artık toplantılar için Rıfat a da gerek yoktu. İşler iyi gitmediğin- 20 den, Selim 12 Eylül den aylar önce kapatmıştı atölyesini ama bu onu ifadelerde, tutanaklarda bahsedilmekten kurtaramadı. Polis için artık Selim in Atölyesi çok tanıdık bir mekan ismiydi. Hatta açıkta kalan birkaç olayın faili neden bu meçhul Selim olmasındı. Ara sokaklardan indikten sonra nihayet denizi gördü. Bir ay kadar önce Selim, her nasılsa, Rıfat ın arkadaşlarından dışarıda kalabilmiş birini bulmuş, görüşmek istediğini söylemişti. O kişi de, Rıfat ı ne zaman göreceği belli olmadığından, Selim e bir süre maçlara gidip A Blokta beklemesini söylemişti. Hemen önünde otobüs duraklarının orada kollarında ve miğferlerinde AS.İZ. yazılı askerler kimlik kontrolü yapıyor. Hiç istifini bozmadan sağa döndü. Birkaç ay öncesine kadar bağlantılar koptuğunda Rıfat ın uyguladığı bir yöntemdi bu stat işi. Fena da olmuyordu hani. Bir zamanlar çokça alışık olduğu kalabalıkları görüyor, arada Fenerin maçını da izlemiş oluyordu. Migros un önündeki ışıklardan geçti, burada da nöbetçi bir jandarma ekibi vardı. Kadıköy de artık maçın izleri tamamen kaybolmuştu. Herkes geldiği gibi, İstanbul un dört yanına dağılmıştı. Hava kararmaya başlarken Rıfat da gezisini bitirmiş, Rıhtım Caddesi nden Yeldeğirmeni ne doğru yönelmişti. Birahanelerin önünden geçtikten sonra ilk sağa sapıp tırmanmaya başladı. Hacı sakallı, takkeli bir bakkaldan yumurta, ekmek ve sigara aldı. Sokağına varınca birkaç saniye etrafı dinledi, kokladı. Ardından usulca apartmana girip bodrum katına süzüldü. Kapıyı açınca herzamanki rutubet kokusu vurdu burnuna. Alacakaranlıkta caddeye ba-

21 kan odadan kaçarak arkadaki kör odaya girdi. Yaklaşmaktan çekindiği oda evin bir nebze güneş gören, duvarları yosunsuz tek yeriydi. İçinde evsahibine ait birkaç eşya ve perdesiz camında kocaman bir KİRALIK yazısı vardı. Kaldığı odadakiler ise bir valiz, bir piknik tüp, kararmış bir tava ve yataktan ibaretti. Yatak dediysek: en altta koli kartonları, onların üstünde biri döşek, diğeri örtü hizmeti gören iki battaniye Başka bir şeye ihtiyaç duymadığı gibi, her daim seferi olduğundan daha fazla eşyası da olamazdı. Askeri Yönetim tüm kiracıların muhtarlıklara kayıtlı olmasında pek ısrarcıydı. Rıfat bu ısrara ancak bir emlakçının yardımıyla dayanıyordu. Hem hayır, hem de para sever bu adam eline izbe, sahiplerinin kiralamakta aceleci olmadığı evler düşünce haberdar ediyordu. Bu da öyle bir yerdi işte. Girip çıkarken dikkatli olursa, birkaç ay kalabilirdi rahatça. Rıfat yumurtaları kırdı, çatal kullanmadan, tavadan ekmekle yedi. Bulaşıkla mulaşıkla uğraşılmazdı şimdi. Işığı kapattı, gözlüğünü çıkarıp yattı. Selim in işini nasıl halledeceğini düşündü. Kabul ettirmesine mümkünat yoktu ama yarınki buluşmada soracaktı yine de. Ertesi gün öğleden önce görüşmenin olacağı yere vardı: Bir börekçi. Arkadaş kendisinden önce gelmişti. El sıkıştılar, mutfağa yöneldiler. Mutfak loş. Hamur tepsisinin olduğu masaya geçip oturdular. Dükkan sahibi geldi, sessizce tepsiyi alıp çırağa iki çay getirmesini söyledi. Diğeri, adama başıyla teşekkür etti. Az sonra, cılız bir delikanlı ocaktan iki fincan çay doldurup getirdi. Bu kez Rıfat teşekkür 22 etti delikanlıya. Çırak korku dolu bir bakışla cevapladı. Son tutuklamalardan sonra kimler gitti, kimler kaldı anlamaya çalışıyorlardı. Rıfat a her hafta olduğu gibi kabarık bir haber alınamayanlar listesi verildi, tek tek gidip bir şekilde kontrol etmesi için. Bir de zarf... Metin e iletilecek... kimlik vb. hazırlamak için muhtemelen. Bir saat kadar başka meseleler konuşulup şimdilik bu kadar dendiğinde Rıfat ekledi: Bir mesele daha var aslında. Öteki kalkmak için hazırlandığı sandalyeye tekrar yerleşti: Nedir? Dinliyorum. Bir arkadaşım var, bir arkadaş var Selim Zamanında bize çok yardım etmişti. Evet? Şimdi onun da başı dertte biraz, dedi Rıfat, karşısında oturanın omzunun üstünden karşı duvara tırmanan böceği izleyerek. Sonra gözlerini kaynayan ocağa dikti. Üç demlik büyükçe bir kazanın üzerinde. Yardım etmemizi istiyor. Nasıl bir yardım peki? dedi beriki. Kalacak yer mi? Para mı? Hayır, Hala ocağı inceliyordu Rıfat. Öyle değil. Demliklerin bir tanesi yana yatık, düşecek gibi. Kazanın musluğu da damlatıyor, şıp şıp. Yurtdışına çıkmak istiyor eşiyle birlikte. Ama aranır durumda, belgeler için yardım istiyor. Öteki sırıttı:

23 Eşiyle yurtdışına çıkacak ha! Balayına mı? Rıfat ocağı bıraktı, karşısındakine baktı: Ama durum karışık biraz, öyle göründüğü gibi değil! Öteki kendi esprisini beğenmiş olacak, hala sırıtıyordu. Bizim yapabileceğimiz bir şey yok! Durum gerçekten ciddi ama, Selim aranıyor, eşi de Arkadaşım! diye kesti diğeri. Bu kez gülmüyordu. O kadar çok insan istiyor ki şimdi bunu. Kendi arkadaşlarımıza yardım edersek öbürlerinin günahı ne? Sen de biliyorsun: Herkese yetişemeyiz. Doğru, yetişemeyiz. Fincanları incelemeye başladı şimdi de. Bir tanesinin kulbu çatlamış, birinin elinde kalacak. Ayrıca hatır ilişkilerimizi, arkadaşlıklarımızı da ön plana çıkarmamalıyız bu kadar. Öteki devam ediyordu. O arkadaşına incitmeden yardımcı olamayacağımızı söyleyelim ve kendi işlerimize yoğunlaşalım. Evet, dedi Rıfat. haklısın. Öyleyse sorunumuz yok. Başka bir şey var mı? Hayır, yok! Peki, haftaya görüşürüz. El sıkıştılar. İlk önce öteki çıktı mutfaktan. Rıfat beş dakika kadar daha kaldı. Sonra o da çıktı. Gözleri kamaştı: amma da aydınlık. Çırağın yüzü gülüyor, yabancıların gitmesinden memnun, dükkan sahibi de öyle. Rıfat ikisini de başıyla selamladı çıkarken. Bö- 24 rekçiden çıkınca haber alınamayanlar listesinden en yakındakini seçti gitmek için. Adamı buldu, kesin bir dille yapması gerekenleri anlattı. Sonra diğer en yakına yollandı. Ertesi gün de böyle geçti. Birkaç tanesi hariç gittiklerinin çoğuna ulaşmıştı. Salı günü Metin e uğrayacaktı ama yetişemedi. Çarşambaya kaldı. Evden geç çıkarak akşama doğru iskeleye geldi. Eminönü ne geçecek. Vapurda burun tarafında, dışarda oturdu, sigara için. Çakmağı yanmadı. Siyah uzun paltolu, kaba sakallı, kaba birinden ateş istedi. Adam pek bir rahatsız oldu bu talepten, istemeye istemeye çıkardı verdi çakmağını. Tesadüf o ya, vapur tam Haydarpaşa açığındaki gemi enkazının yanından geçerken bir seyyar satıcı geldi; hiç bitmeyen, tutukluk yapmayan, sönmeyen, sonsuza kadar yanan çakmaklardan satmaya başladı. Rıfat el edip aldı bir tane hemen. Metin Sirkeci de, postanenin yakınlarında bir muhasebecide çalışıyordu. Parası iyi değildi işin, neredeyse boğazı tokluğuna. Ama dosyalar, kaşeler, mühürler arasında iyi kamufle oluyordu. Rıfat ona genelde akşam üç ila beş arası uğramaya çalışırdı. Patronun olmadığı saatlerde. Yine öyle yaptı, saat dört buçukta eski tarzda, rutubet ve kağıt kokan, muhasebeci, avukat ve benzer, evrakı bol büroların olduğu hanın dev kapısından girdi. Spiral gibi dönen basık merdivenlerden; uzun, havasız bir koridordan sonra daha da havasız bir bürodan içeri girdi. İki üç masa: tepeleme dosya dolu. Metin birinde oturmuş uyukluyor. Selam Metin, nasılsın?

25 Ooo, iyilik paşam n olsun Senden n aber? İyidir iyi. Siparişler varmış yine? Öyle. diyerek şişkin zarfı uzattı Rıfat. Acelen ne be paşam, otur bi çay iç! İçelim bakalım. Metin zarfı çekmeceye koydu, kalktı bürodan çıktı, 3 kat aşağıya, hanın çaycısına, bağıra çağıra 2 çay söyledi. Yalnız işlerden biri acil. dedi Rıfat, geri dönen Metin e. Neymiş o? Ne kadar acil? Bunu sonradan eklediler. Dün aldım daha. dedi Rıfat ve iki siyah beyaz vesikalık koydu Metin in masasına. Yurtdışına çıkış için. Yarına lazım Yurtdışına çıkış için mi? Ne yani uçak bileti mi? dedi Metin sırıtarak. Dalga geçme! diye cevap verdi Rıfat. Pasaport, bir de vize sanırım. son kelimelerde sesi titredi. Metin işkillendi, Nasıl yani? Kesin bir şey söylemediler mi sana? diye sordu. Pasaport ve vize İkisi birden. Vize hangi ülke için? Yunanistan! Bir soru daha gelemeden çaycı geldi, çayları bırakıp markaları aldı. Metin e Galatasaray ın o haftaki maçıyla ilgili açık saçık bir espri yaparak gitti. 26 Metin tekrar Rıfat a döndü: Peki bu arkadaşlar nüfus cüzdansız mı dolaşacak? Öyle yapmayacaklarsa birer fotoğraf daha lazım. Rıfat birkaç saniye durakladı, çayından içti. Sonra soğuk bir sesle: Bilmiyorum. Bana söylenen bu, istersen kendin sorarsın nasıl çıkacaklarını. dedi. İyi peki paşam, yarına pasaportları yaparım. Kızma... O da çayından okkalı bir fırt çekti. Yalnız vize için davetiyeler falan lazım. Yunanistan ile ilgili hiçbir şey yok elimde. Hemen de bulamam. Sonra kimlik konusunda da ciddiyim. Onlar da gerekiyorsa birer fotoğraf daha lazım. O zaman kendin çoğalt! Başka fotoğraf bulamam sana. Bu işi gerçekten arkadaşlar mı verdi sana? Metin son yudumu da içtikten sonra çay kaşığını ince bellinin içine attı. Yoksa hatır işi mi? İstersen... kontrol edebilirsin. Hiç uğraşamam vallahi. Diğer getirdiklerin için haftaya uğrayacaklar, bunlar da ancak o zamana yetişir zaten. Hepsini sarar sarmalar veririm. O kadar vakit yok ki, bu acil! Acil olmayan bir işimiz var mı şu sıralar? Rıfat masadaki kalemlikten bir kalem kaptı, ufak bir kağıda karınca duası gibi birşeyler yazdı, verdi. İyi o zaman. Ama diğerlerinden önce biterse... adres bu. Gözlüğünü düzeltti. Arkadaşın gelip alma-

27 sını bekleme. Sorumluluk benim. Sen biriyle gönder. Kalktı, kapıya yollandı, Allahaısmarladık. Hanın kapısında çaycıyla karşılaştı, adam selamını almadığı gibi bir de arkasından küfretti sessizce. Rıfat dönüp baktı, ama diğeri çoktan basıp gitmişti çay ocağına. Dışarıda kuru bir ayaz... Atkısını boynuna doladı, uzun gri ceketinin önünü ilikledi. Yakasını kaldırırken karşı kaldırımda kalem, mektup zarfı, kağıt satan bir işportacıya ilişti gözleri. Adamda ne bir kasket, bir atkı ne de bir ceket vardı. Yazık der gibilerden kafasını salladı, yoluna koyuldu. Eminönü nden tekrar vapura bindi. Kadıköy e inerken polis kimlik kontrolü yapıyordu. Kimliklere bakan Polis Metin in elinden çıkma hüviyetin sayfalarını evirdi çevirdi, kafasını kaldırıp Rıfat ın yüzüne baktı: Çok genç, şaşılacak kadar genç. Şapkasının siperliğinden gözlerinin yarısı ancak görünüyor. Mavi, soğuk, kuşkulu gözler... Birşey demeden, kafasını arkasındaki kadına çevirdi. Bir eliyle Rıfat ınkini geri verdi, diğer eliyle kadının hüviyetini aldı, incelemeye başladı. Rıfat iskeleden çıktı, geçenleri süzen, başka iki çift siperlikli gözün ve ekip otosunun yanından yürüdü gitti. Yine tam hava kararırken, sokağa çıkma yasağının başlamasından çok önce evine ulaştı. Perşembe günü iki kişiyle daha irtibata geçmesi gerekiyordu ama ikisini de adreslerinde bulamadı. Birisi işe gelmez olmuşmuş, öbürünün evi diye gittiği yer ise radyo-televizyon tamircisiymiş. Tamirci hep oradaymış ve öyle birini hiç tanımıyormuş. 28 Ertesi günü tamamen Selim e ayırmıştı. Geçen sefer, maçtaki görüşme pek ayaküstü olmuştu. Üstelik biraz da ters davranmıştı Selim e. Şimdi bunu telafi edecek, ne yapıp edip işini halledeceğinin müjdesini verecekti. Sonra laf lafı açacak, belki akşama kadar oturup kalacaklardı bir yerde. Selim onun kusuruna bakmazdı. Allah bilir tavla bile oynarlardı. Yine mars olurdu Selim e. Öğleye doğru ancak uyandı. Hala yorgundu ya dünden, yine de kalkması lazımdı. Tuvaletteki aynanın küfleri arasından kendini gördü. Traşı gelmiş, yorgun bir surat... Giyindi. Beş dakika kadar apartmanın merdivenlerini dinledikten sonra kimsenin olmadığına karar verip çıktı. Kapalı, gri bir gündü. Sokak boş. Diğer sokak da. Hatta aşağı, Rıhtım Caddesine kadar bütün sokaklar boş. Bir tek yukarıda bir adam görünüp kayboldu sanki. Siyah uzun paltolu... ya da pardösülü... Birbirine paralel denize inen uzun yokuşları kese kese, ara sokaklardan devam etti. Hakikaten çok az insan vardı bugün sokaklarda. Altıyol a çıktı. Işıklardan karşıya geçti. Yolun ortasındaki iri askeri aracın yanından geçerek stadın olduğu tarafa yöneldi. Yoğurtçu Parkı nda buluşacaklardı Selim ile. Stadın yakınında yine... Bugün Cuma pazarı olduğundan etraf yine kalabalık olur diye ummuştu ama tersine. Tek tük kimi file, kimi pazar çantası, kimi ise naylon torbalarıyla Rıfat ın indiği yokuşu çıkanlar vardı. Çoğu ihtiyar. Bir büfeden içeri girdi. Sigara almak için. Büfeciye parayı verirken aynadan iki adamın karşı kaldırımda, biraz geride durduğunu gördü. Biri vapurdaki sakallı, siyah uzun palto giymiş cenabet herif... Di-

29 ğeri de pek yabancı gelmiyor. Adamlar kendi aralarında konuşuyorlar ama arada dönüp büfeye bakıyorlardı. Eli titredi, büfecinin verdiği bozuk paraları düşürdü. Belki de tesadüftür. Dört-beş tane madeni 5 liralık yere saçıldı. Eğildi, ikisini aldı... Diğerlerini bırakıp çıktı. Yürümeye başladı. Vitrinlerden anlayabildiği kadarıyla adamlar da hareketlendiler. Ne yapmalı? İlerde bir kavşak... sol: salı pazarı; sağ: bahariye; düz: stat ve park... Ne zamandır peşindeydiler? Selim de takipte miydi? Tam salı pazarına kıvrılan yolun köşesinde beyaz bir Toros, park halinde... içinde iki ya da üç kişi... Selim e bulaştırmamalı bunu, bulaştırmamalı. Rıfat düz devam etti, ışıklardan karşıya geçti. Kavşaktan beş-altı adım sonra, bir kontak sesi... Araba hareket etti. Selim e bulaştırmamalı, onu da yakmamalı. Yavaşladı. Yol az öncekine göre daralmıştı. Zavallı Özlem ne olacak? Biraz ilerde Rıfat ın kaldırımına park etmiş bir kamyonet, daha ilerde bir köprü... Kurbağalıdere nin üstünden geçen bu köprüden sonra yine bir yol ayrımı... sol: stat... sağ: Yoğurtçu Parkı... Selim... Selim onun kusuruna bakmazdı. Köprü geliyor. Allah bilir tavla bile oynarlardı. Köprüde yine tanıdık bir adam: Televizyon tamircisi! Rıfat adımlarını yavaşlattı, yavaşlattı. Birden başka birşey dank etti: Geçen gün kendisine verilen liste hâlâ üstündeydi. Ellerini yavaşça ceketinin ceplerine soktu. Sol cepte az önce aldığı sigara, sağda ise... Kamyonete birkaç adım kalmıştı. Televizyon tamircisi onu kıpırdamadan süzüyordu. Rıfat tam kamyo- 30 net ile duvar arasına girerken elini beline attı ve birden eğildi. Arkasından gelenler yaygarayı kopardı. Dur! Polis! Silah sesleri... Cayırtı... Yanında yeni beliren iki kişiyle beraber TV tamircisi ve Rıfat ın arkasından gelenler, yere yatmış iki taraftan ateş ediyorlardı. Arada da sakallı ve TV tamircisinin bet sesi duyluyordu. Teslim ol!... Ellerini kaldır! Otuz-kırk saniye sonra sakallı elini kaldırdı, bağırdı: Yeter! Silah sesleri.. Yeter ulan! Kesin! Köprüdekiler ve arkadakiler ayağa kalktı. TV tamircisiyle yanındakilerden biri kamyonetin altına girmiş cesedi iki ayağından tutup çektiler. Rıfat ı sırtüstü çevirdiler, gözlüğü düşmüş Rıfat ı, kazağı pantolonundan çıkmış, atkısı, ceketi ve pantolonu kanlı Rıfat ı sokağın ortasına sürüklediler. Bu sırada sakallıyla yanındaki, ceketsiz işportacı da gelmişlerdi. Sakallı trafiğin kesilmesini ve cesedin üstünün aranmasını buyurdu. Anarşistin silahını da bölge komutanlığındaki balistik büroya göndermek üzere bir kese kağıdına koyacaklardı. Beş dakikaya kadar tüm buyruklar yerine getirildi. Takviye jandarma

31 birliği geldi. Rıfat ın üstü gazete kağıtlarıyla örtüldü, o sokağa trafik akışı kesildi. Amirim, dedi TV tamircisi ellerini bir esnafın verdiği havluya silerek, üzerinde silah yokmuş! Nasıl yokmuş? Yokmuş. Havlu kıpkırmızı olmuştu. Bir takım kağıtlar varmış, onları da yakmış kamyonetin altında. Sadece işe yaramaz, yırtık bir parça bulabildik, kemerine takılmış. dedi ve Rıfat ın üzerinden çıkanların olduğu zarfa sönmez-bitmez çakmağını, sahte kimliğini, yanmadan kalmış bir kağıt köşesini ve o yırtık parçayı da ekleyip verdi sakallıya. * * * Sağanak yağmur altında stat boşalmış, maçtan çıkan insanlar gece karanlığında dört bir yana doğru akmaya başlamıştı. Kadıköylüler alışıktı bu manzaraya. Her onbeş günde bir İstanbul un hemen her yerinden insanlar vapurlara, trenlere biner Kadıköy e gelirlerdi Fenerbahçe nin maçını izlemek için. İnsan selinin içinde genç bir delikanlıyla babası, sağa doğru gitmek isterken sol tarafa doğru sürükleniyordu. Nihayet kalabalık seyrekleşmeye başladığında istedikleri tarafa yöneldiler. Baba cep telefonuyla mesaj çekmeye çalışıyor, adeta boğuşuyordu. Altıyol a doğru giderlerken tam köprünün üstünde liseli Rıfat babasına döndü: Baba, son golü gördün mü? Ne plaseydi di mi? Öyleydi valla! Selim nihayet mesajı göndermeyi kıvırmıştı. Telefonu cebine koyarken ekledi, Ha- 32 di hadi, geç oldu, daha Cafer Amcanlara gidip anneni alacağız. Anneni üzmememiz gerektiğini biliyorsun! Geldiklerinde Cafer Amcası, Rıfat ın annesine, oğlunun isim babasının hikayesini anlatıyordu. Selimler Türkiye ye döndüklerinden beri belki onbeş, belki yirmi defa yapmıştı bunu. Kendisi de bunları Metris teyken, o günlerde yeni tutuklanan önemli birinden öğrenmişmiş. Özlem, ilk defa duyuyor gibi heyecanlı. Sırık Cafer in, saçları, bıyığı hafif kırlaşmış. Selim le tokalaştıktan, delikanlıya sataştıktan sonra devam etti anlatmaya. Selim in parktan silah seslerini duymasından üç gün sonra, muhasebecinin basılmasından bir hafta önce Metin, işyerine gelen ziyaretçisine: Daha geçen gün buradaydı. demiş. Zarfı getirdi. Bir de, iki fotoğraf bıraktı. Pasaport falan lazımmış. Hatır gönül işlerinden... Öteki hiçbir tepki vermeden dinliyormuş. Hatta bir de adres verdi. Sen gelmeden göndereyim diye. Metin, Selim in annesinin adresinin yazılı olduğu kağıdı çıkarıp masaya koymuş, Özlem in ve Selim in fotoğrafıyla beraber. Ama ben valla hiçbir şey yapmadım. Yine bir süre sustuktan sonra Peki ne bekliyorsun? diye sormuş öteki. Vasiyet... Derhal hazırlayalım ve yerine ulaştıralım!

EVSAHİBİ 33 Aynı sokaktan üçüncü geçişi. İlkinde bir minibüsle bir cip arasındaki boşluğu görmüş, ama gözü kesmemişti girmeye. Başka yer bulamayıp döndüğünde ise artık o boşluk da doldurulmuştu. Umutsuzca tekrar bir tur atıyordu ki, metalik mavi bir Opel, donuk, yuvarlak sıraların arasından çıktı. Hah! Hemen gidip yeri kaptı, hafifçe kaldırıma sürterek gümüş Ford unu park etti. Havanın soğukluğunu arabadan çıkınca farketti. Ayaz ellerine, yüzüne iğneler batırıyor, ciğerini deliyordu. Üç mü? Hayır, bu sokaktan belki üç bininci geçişiydi. Heryer tanıdık. Gerisin geriye yürürken kendi kayıtsızlığına kızdı, İnsan içerden anlamıyor, diye söylendi. Titreye titreye Kamil Ağabeylerin köşeye gelince sağa döndü. Üşümek hoşuna gidiyordu nedense, yoksa atkısını, pardösüsünü alabilirdi arabadan. Köşeyi dönerken ister istemez yukarı, dördüncü kat penceresine baktı. Rüzgar suratına vurdu, kafasını eğdi. Sokak. Solundaki ana caddeye paralel, aşağı yukarı üç araba genişliğinde... İki yanı da yüksek 34 apartmanlarla çevrili olduğundan güngörmez, uzunca bir tünel gibi. Eskiden de vardı bu binalar ama şimdi ona boyları biraz uzamış gibi geliyordu. Bu kadar karanlık değildi. Elleri cebinde, sokağın diğer ucuna, iki katlı bodur bir binaya doğru yollandı. Hazırolda dikilen diğer yüksek yapıların aksine, bu, iki yanındaki -donuk renkli arabalarca işgal edilmişgeniş boşluklarıyla, sarı, pis, eski bir apartmancıktı. Sadece iki dairesi vardı altlı üstlü. Mavi olduğunu düşündüğü yeni boyalı siyah kapıya geldiğinde anahtarlığını çıkardı. Uzun zamandır gelmemiş olmasına rağmen hergün cebinde taşıyıp durduğu anahtarları hemen ayırdı. Ama kapıyı açamadı: Kilit değiştirilmiş. Yanlış anahtarı denemiş olabileceğini düşünerek diğer anahtarları da kilide sokmaya çalıştı, olmadı. Zaten emindi kendinden. Değiştirilmiş işte. Cep telefonunu çıkardı ablasını aramak için. Para getiren her işle olduğu gibi bu baba yadigarı evleriyle de ablası ilgileniyordu. Alt kattaki mendebur herifleri bulup getirmiş, daireyi onlara kiralamış; hatta bununla da kalmayıp binayı olduğu gibi onlara satmak için anlaşmıştı. Zaten bu köhne ve rutubetli yerin zerre kadar bir anlamı kalmamış, getirdiği üç beş kuruş kira geliri karı-kocakardeş in yekun geliri yanında su damlasına dönmüştü. Satıp parayı kırışmak çok daha akılcıydı, değil mi ya! Bir bilgisayar firması da talip olup pazarlığı kızıştırınca, aşağı yukarı iki misli bir paraya okutulmuştu köhne bina. Alt kattaki eski kiracı, yeni mal sahibi adamlar avukattı, üç ortak, bir hukuk bürosu açmışlar ve kalburüstü bir bankanın işlerini kapıp köşeyi dönmüşlerdi. Memleketin ekonomisi ne

35 zaman dara girse, bu kalpazanlara gün doğuyordu. Hacizdi, temerrüttü, yeddi emindi, mahkemeydi derken 3 lira borcu 10 lira yapıyor, komisyonu götürüyorlardı. Kendisi için bir tehdit olmamalarına karşın günahı kadar sevmezdi onları. Şu kapı meselesi de kesin onların yiyeceği bir halt idi. Cep telefonunu kurcalarken durdu, aramaktan vazgeçti. Avukatların ziline asıldı. Acaba üst katın kilidini de değiştirmişler miydi? İçeride hala eşyalar vardı. Olmalıydı. Buraya geliş sebebi de buydu zaten. Özel bir iki parça eşyasını almak. Aslında bir şey daha vardı onu buraya çeken. Ne olduğunu daha tam kavrayamasa da varlığından haberdardı. Uzun zamandır bastırmayı pek güzel beceriyordu kendisini bu eve, hatıralarına çeken hisleri. Ancak bu satış işi dengeleri bozmuştu. Ablası kalpazanlara evdeki eski eşyaları da hurdacıya vermelerini söylemiş, yalnız kitapları ayırmalarını rica etmişti. Onları şirket olarak özel bir üniversitenin kütüphanesine bağışlayacaktı. Ya reklam amacıyla ya da muhakkak başka bir çıkar için. Zili tekrar uzun uzun çaldı. Peki ablası da iki gün önce gelip birtakım öteberisini almamış mıydı? Şu halde zaten haberdardı kilit meselesinden. Ayağının ucuyla çift kanatlı iri kapıyı tekmeledi iki kez. Bam güm. Gitti, avukatların olduğu alt katın sokağa bakan camlarından içerisini görmeye çalıştı. Işık yanıyordu. İçerideler. Camı tıklattı. Bir daha tıklattı: Ses, seda yok. Hava karanlıktı karanlık olmasına ama daha akşam olmamış, mesai falan bitmemişti. Hangi 36 cehennemde bunlar? Ellerini ovuşturdu, nefesiyle ısıtmaya çalıştı. Demek herkes herşeyi ayarlamış, ona sorulmadan evin satılması yetmezmiş gibi anahtar bile değiştirilmiş çoktan. Demek uzak, çok uzak zamanların anısı, babasının hatırası artık yok! Demek bunlar, bu herifler, yıllardır uğramaya korktuğu, çok nadir gelmelerinde ise, ışık yakmaya, gürültü yapmaya kıyamadığı bu eve ayakkabılarıyla girmişler, halıları rulo yapıp bağlamışlar, eşyaların örtülerini kaldırıp onları merdivenlerden aşağı kamyonlara taşımışlar, kendilerince bir nizamda duran kitapları indirip kolilere rastgele tıkmışlardı... Demek bu herifler odasına kayıtsızca girmişler, oraya buraya dokunmuşlar, hatta tavandaki fosforlu yıldızlarını söküp badana boya yapmışlardı... Kapıya yollandı tekrar. Sarstı, silkeledi. Yıpranmış demir yığını ileri geri oynuyor ama açılmaya yanaşmıyordu. Tabanıyla tekmeledi. Sonra bir daha. Kapı zangır zangır titriyor, iki kanadın birleştiği yerden esniyor ama gerisin geri geliyordu. Tüm gücünü tabanına vererek bir kez daha vurdu. Kapı yine açılmadı, ama çiçeğe benzer demir motiflerinin arkasındaki cam olduğu gibi arkaya, apartmanın içine düştü ve büyük bir şangırtıyla kırıldı. Koridorun karanlığından biri yaşlı, diğeri genç, üstleri başları kir, pas ve boya içinde iki kişi koşarak fırladı. Kapının dışındaki adam öfkeyle: Hey, diye bağırdı, ne yapıyorsunuz orada?

37 İşçiler afalladılar. Durdular. Yaşlı olanı yerdeki cam kırıklarına bakarak Burda ne olmuştur? diye söylendi. Sana sordum, ne yapıyorsunuz içeride? Boyacıyız biz. Siz kimsiniz ki? Binanın... Ben bu binanın sahibiyim. Kilidi siz mi değiştirdiniz? Yoh, beyim. Biz birşey değiştirmedik. Yanındaki delikanlıya döndü, kafasıyla bir işaret çaktı. Muhittin Bey e haber et. Delikanlı daha yerinden kıpırdamadan Muhittin geldi. Ne oldu? dedi. Bir bakışta cam kırıklarını, içeri rüzgarı ve soğuğu buyur eden çıplak kapıyı ve kapıda dikileni gördü. Kim kırdı bu camı? Ben kırdım, diye cevap verdi kapıdaki. Siz kimsiniz? Binanın sahibi, Arzu hanımın kardeşi. Ya siz? Ben avukat Muhittin Çolak. Adam eliyle kendi yanağını okşayarak bir yerdeki cam kırıklarına bir kapıdakine baktı. Siz Bülent Bey olmalısınız öyleyse. Tam üstüne bastınız. Kilidi siz mi değiştirdiniz? Arzu Hanım sizden bahsetmişti ama teşrifinizi beklemiyorduk. Kilidi siz mi değiştirdiniz? Ne kilidi? Ha, evet, evet. Eskisi açılmıyordu bazen. 38 Bütün bu konuşmalar kapının çiçek motifli parmaklıkları arasından yapılıyordu. Birkaç saniye daha durup düşünen Muhittin kapıyı açtı, evsahibini içeri aldı. Kilidi değiştirdiğinizi neden haber vermiyorsunuz efendim? Vermez olur muyuz? Yeni anahtarın iki nüshasını dahi gönderdik. Evsahibi sustu. Bu laf üzerine birşey denemezdi. Uzun boylu denebilecek avukat, Haydi usta, dedi yaşlı boyacıya, Siz de işinizin başına dönün. Ne işi bu? diye sordu evsahibi boyacıların arkasından. Üst katı mı boyuyorsunuz? Avukat, Hayır, henüz oraya gelemedik, dedi. Bayram tatilinde boşaltıp boyayacağız inşallah. Küçük, parlak gözlerini kıstı. Sizin... bir arzunuz mu vardı bizden? Evet, ben birtakım özel eşyalarımı falan almaya geldim. Bayram tatilince de burada, yukarıda kalacağım. Aman efendim, çalışma olacak tatilde orada. Hiçbir şey olmayacak. Bir sağda-solda duran boya tenekelerine, bir avukata baktı, Henüz satın almadınız o daireyi. Hatırlatırım. Haklısınız da... Malum, işler yoğun, biran önce bu taşınma faslını bitirmek istiyoruz. Ayrıca hemen eşyaları tasfiye edip, tadilatlara başlama hususunda anlaşmıştık Arzu hanımla.

39 Karşısındakinin iş lerden sözetmesi, evsahibinde tiksinti uyandırdı. Yüzü ekşidi. Bana ne kardeşim sizin işlerinizden, dedi. Dokuz gün yukarıdayım. Buraya gelip de beni rahatsız etmeye kalkmayın sakın. Tatile gidin, kazandığınız paraları yiyin, ne yaparsanız yapın ama buraya gelmeyin. Anlamıyorsunuz, bütün işlerimiz aksayacak bu yüzden. Biz anlaşmıştık. Bülent bezirganın kravatını tuttu. Önce hafifçe kendine çekti, ardından iki eliyle, sıkıca düzeltti. Karakola mı gidelim dersiniz? dedi ve adamı bırakarak merdivenlere doğru yollandı. Karanlıkta kaybolurken de ekledi: Arzu ya telefon edecekseniz edin. Sonra da defolun gidin. Koşar adım çıkmaya niyetlendiği benekli mermer merdivenlerin daha ilk basamaklarında gözü karardı, başı döndü, yavaşladı. Heyecan. Yıllardır böyle bir dialoga girmemiş, dizginlerini böylesine gevşetmemişti. Kravatını gevşetmek için çekiştirdi. Yetmedi, çıkardı spiral şeklinde yukarı çıkan parmaklıktan aşağı, merdiven boşluğuna bıraktı. Gerilen sinirleri kapıya gelince biraz olsun gevşedi. Ahşap kapı onu çok sıcak karşıladı. Kucaklaştılar. Hiçbir değişiklik yok onda. Kimse dokunmamış, son yılların bütün fırtınasına, ihtirasına rağmen kimsenin aklına ona ilişmek gelmemişti. Kendine has bütün belirtileri aynen duruyordu: Yukarıda 2 yazan minicik levhanın yanına tavşan figürü oluşturmak iddiasıyla babasının beceriksizce çizdiği 6... Koyu kahverengi boyanın altından görünen eski açık renk boya... Dökülen parçaların en irisi, hani şu Tür- 40 kan ın korktuğu, alev kusan ejderha başına benzettiği. O zamanlar kendisi pek benzetemese de, şimdi kalıbını basabilirdi bunun kanlı canlı bir ejderha yavrusu olduğuna. Nicedir bütün bu eski zaman kalıntılarının onu beklediğine inanamıyordu. Evvelki kaçamak ziyaretlerinde niye fark etmemişti peki? Niye yavru ejderhadan korkmamış, ya da... Kim bilir içeride daha neler, nasıl bir endişe ve hasretle yolunu bekliyordu. Anahtarı çıkardı, hiç acele etmeden kapıyı açtı. Kapının ona anlattığı gibi anahtar değiştirilmemişti. İçeri girer girmez rutubet, küf ve ayakkabı karışımı bir koku çarptı suratına. Lakin rahatsız olmak bir yana, ciğerlerine çekti, derin derin soludu bu ağır, tanıdık havayı. Antrenin kapısı açıktı, besbelli ablasının işi. Burada bile peşini bırakmıyordu. Şekerim dediğini duyar gibi oldu. Ayakkabılarını çıkardı, serili, sararmış, yine o zamanlara ait gazetenin üstüne annesinin eskiden giydiklerinin yanına koydu. Portmantonun altındaki ayakkabılığa da koyabilirdi ancak daha girer girmez etrafı eşelemeye korkuyordu. Babasının hala ortalıkta duran terliklerini giydi. Antrenin kapısını kapatıp içeri daldı. İlk etapta, etrafta herhangi bir taşınma izi veya koli göremedi. Her şey aynı loşluk, rutubet ve rehavet içindeydi. Oh... Belki tek tük değişiklikler: Kanepelerin, dolapların üzerindeki beyaz örtüler. Evin tasfiye edilmesine şiddetle karşı çıkan annesi örtmüştü onları, uzak, zengin bir muhite, damadının aldığı yeni eve geçer-