Necati Zekeriya (Üsküp, 11 Kasım 1928 - Novi Sad, 10 Haziran 1988)



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Günaydın, Bana şiir yazdırtan o parmaklar. ( ) M. Mehtap Türk

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Nusret Dişo Ülkü (Prizren, 1938)

PİNOKYO EĞİTİM KURUMLARI MART AYI AYLIK EĞİTİM PROGRAMI 1. HAFTA

Ramazan Alkış. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ÇALIŞKAN ARILAR EKİM AYI EĞİTİM PROGRAMI 1.HAFTA NELER ÖĞRENECEĞİZ HAFTANIN KONUSU:OKULUMUZ

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

En güzel 'Anneler Günü' şiirleri

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

25. Aşağıdaki deyimlerle anlamca üçlü bir grup oluşturulduğunda hangisi dışta kalır? A) eli bol B) eli açık C) eli geniş D) eli kulağında

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

&[1Ô A w - ' ",,,, . CiN. ALl'NIN. HiKAYE. KiTAPLAR! SERiSiNDEN BAZILARI Rasim KAYGUSUZ

ALİ AKBAŞ, ŞİİRİ VE BEN

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?

1 Anne çocuğuna ne öğütlüyor?

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

5.SINIF TÜRKÇE (GENEL DEĞERLENDİRME TESTİ) almıştır?

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

KÜLTÜR SANAT-MAVÝ KARANFÝL-127

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

MERHABA ARKADAŞLAR BEN YEŞİLCAN!

2. Sınıf Kazanım Değerlendirme Testi -1

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Insanı başa taç yaptım. Ne eğildim, ne de saptım. Acılardan ilaç yaptım. Aşık Şahturna Hayatı ve Şiirleri

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Müslim Uyğun. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

1. Aşağıdakilerin hangisi eşsesli bir sözcüktür? A) felaket B) deprem C) biz D) bit

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

Eğitim Öğretim Yılı OKUL ÖNCESİ DÜŞÜNEN ÇOCUKLAR EĞİTİM SETİ YARIM GÜNLÜK PLAN ÇİZELGESİ

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

SATILMAZ EĞİTİM AMAÇLI KULLANILMAK İÇİN ÇOĞALTILMIŞTIR

TEK TEK TEKERLEME. Havada bulut Sen bunu unut

Sevgili dostum, Can dostum,

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI. Nİsan AYI BÜLTENİ. Sevgİ Kİlİmlerİmİz

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

SAN Kİ ÖNCELEYİN GÜL AŞIK OLMUŞTU. kadının yeniden yaratılmasına sebebiyet vermiştir, onlara olan eşsiz aşkıyla. Bir yandan bu

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

ÜNİTE 14 ŞEKİL BİLGİSİ-II YAPIM EKLERİ. TÜRK DİLİ Okt. Aslıhan AYTAÇ İÇİNDEKİLER HEDEFLER. Çekim Ekleri İsim Çekim Ekleri Fiil Çekim Ekleri

Cümle içinde isimlerin yerini tutan, onları hatırlatan sözcüklere zamir (adıl) denir.

1) O, bu işin. Yukarıdaki cümle aşağıdakilerden hangisi ile tamamlanırsa zor bir işi başarmak anlamına gelir?

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

Türkçe. Cümlede Anlam Cümlenin Yorumu. Metinde Kazandıkları Anlamlara Göre Cümleler

1) Aşağıdaki cümlelerin hangisinde yazım yanlışı yapılmamıştır?

Samed Behrengi. Sevgi Masalı. Çeviren: Songül Bakar

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Yýldýz Tilbe 1 ADAM OLSAYDIN. Söz-Müzik: Yýldýz Tilbe. Sevdim olmadý yar, küstüm olmadý yar. Kendini arattý, beni bulmadý yar

Murat Çelebi 2. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

AĞIR ÇANTA. Aşağıdaki soruları metne göre cevaplayınız. 1- Fatma evden nasıl çıktı? 2- Fatma neyi taşımakta zorlanıyordu?

kural tanımayan cafer Adı-Soyadı:...

Ö. Ç. BİLFEN ANAOKULU 6 YAŞ GRUBU GÜNLÜK EĞİTİM PROGRAMI

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

Cümlede Anlam TEST 38

Muzaffer Asiltürk. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

EKİM AYINDA NELER ÖĞRENECEĞİZ?

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

2. Sınıf Cümle Oluşturma Cümle Bilgisi

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Cümlede Anlam TEST 39. 1) Bu güzellikleri görmek için Uzungöl e gün doğarken gelmelisin. Bu cümlede aşağıdaki sorulardan hangisi nin cevabı yoktur?

YAPACAĞIMIZ SANAT ETKİNLİKLERİ

Hazırlayan: Tuğba Can Resimleyen: Pınar Büyükgüral Grafik Tasarım: Ayşegül Doğan Bircan

HAYAT BİLGİSİ HAFTA SONU ÖDEVİ ADI SOYADI:

BİR BAYRAK RÜZGÂR BEKLİYOR

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Ay Yine Gecikti. Ferhat Şahnacı

ANOREKTAL MALFORMASYON DERNEĞİ

Rukia Nantale Benjamin Mitchley Nahide Büşra Ertekin Turkish Level 5


OYUNCAK AYI. Aysel çok mutluydu. Çünkü bugün doğum. Annesi Elvan a oyuncak bir ayı aldı. Elvan. günüydü. Babası Aysel e hediye aldı.

AYLIK BÜLTEN NİSAN 2012 OKUL ÖNCESİ EĞİTİM SINIFI

NİŞANTAŞI AKADEMİ MART AYI AYLIK BÜLTENİ YILDIZLAR SINIFI

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

YALÇIN ÖZDOĞAN. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

CÜMLE TÜRLERİ YÜKLEMİNİN TÜRÜNE GÖRE. Fiil Cümlesi. *Yüklemi çekimli fiil olan cümlelere denir.

Arapgirli Haşim Koç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Arılar. (Tekerlemeler)

OYUNCAK AYI. ayının adını Yumoş koydu. Halasına oturmaya. giderken Yumoş uda götürdü. Halasının kızı. Sorular: 1- Annesi Elvan a hangi hediyeyi aldı?

Mehmet Ali Aktar. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Transkript:

Necati Zekeriya (Üsküp, 11 Kasım 1928 - Novi Sad, 10 Haziran 1988) Üsküp'te dünyaya geldi. Önce Arap Hoca'dan ders aldı. Öğrenimine, öğretimin Sırpça yapıldığı Krallık Yugoslavya devlet ilkokulunda devanı etti. Araya İkinci Dünya Savaşı'nın girmesi üzerine öğrenimine ara vermek zorunda kaldı. Savaş yıllarını ailesi ile birlikte Üsküp ve çevresinde geçirdi. Öğrenimini savaştan sonra sürdürdü. Türk Öğretmen Kurslan'nı büyük bir başarıyla bitirdi. 1947 yılında Üsküp'te "İrfan" İlkokulunda öğretmenliğe başladı. Bîr yıl sonra askere alında. Vatan borcu biter bitmez, 1950 yılının sonuna doğru Petrinye'den Üsküp'e döndü. Yeni çıkmaya başlayan 'Tiyoner Gazetesi" adlı çocuk dergisinin yayın yönetmeni oldu. Bir yıl sonra "Sevinç" adıyla yayınına devam eden ve 1957 yılında çıkmaya başlayan "Tomurcuk" çocuk dergilerini uzun yıllar yönetti. O yıllarda Türkçe çocuk kitaplarının yayımlanmasında da büyük emeği geçti. "Sesler" Aylık Toplum Sanat Dergisi'nin yayın hayatına girmesi için uğraşanlar arasında yer aldı. Dergi etrafındaki çalışmalara etkin bir biçimde katıldı, hatta kimi sayılarının yayın yönetmenliğini de yaptı. 1969 yılında "Birlik" Gazetesi baş ve sorumlu yazarı görevine atandı. Haftalık gazete olan "Birlik" onun döneminde haftada üç kez çıkmaya başladı. Gazete dahilinde "Birlik" Yaymları'nı kurdu. 1973 yılında, kimilerine göre politik nedenlerle, kimilerine göre de iyi bir yönetici olmadığı için görevinden alındı. 1975'te Priştine'de yayımlanmakta olan haftalık "Tan" gazetesine geçti. 1979 yılında, yine Priştine'de çıkan "Kuş" Çocuk Dergisi'nin yayın yönetmeni görevine getirildi. Hem gazetenin hem derginin özlü bir değişime uğramasında büyük rol oynadı. 10 Haziran 1988 tarihinde tedavi gördüğü Novi Sad yakınlarındaki Sremska Kamenitsa hastanesinde öldü. Necati Zekeriya savaştan hemen sonraki yıllarda "Birlik" Gazetesi'nin "Pioner Birliği" köşesinde yayımlanan şiir ve öyküleriyle edebiyata başladı. 1949 yılında yayımlanan "Makedonya Genç Türk Yazarlarının Eserleri" kitabında 14 şiirine yer verildi. 195ö'de "Makedonya Hak Cumhuriyeti Hükümetinin Edebiyat Ödülü"nü kazandı ve ödül alan ilk Makedonya Türk yazan oldu. Aynı yıl içinde "Şiirler" ("Novo Pokolenie" Yayınevi Üsküp) adı allında ilk şiir kitabı basından çıktı. Bunu "Okul Çanı" ("Detska Radost" Çocuk Yayınevi, Üsküp 1952), "Silahşor Tavşan" ("Detska Radost" Çocuk Yayınevi, Üsküp 1953), "Nerde Olsam" ("Koço Raçİn" Kitap Yayınevi, Üsküp 1953), "Gelincik" ("Koço Raçin" Kitap Yayınevi, Üsküp 1954), "Kırmızı Küpeler" ("Detska Radost" Yayınevi, Üsküp 1958), "Ninniler" ("Kultura" Yayınları, Üsküp 1964), "Sevgi" ("Koço Raçin" Yayınevi, Üsküp 1965), "Damlalar" ("Delska Radost" Çocuk Yayınları, Üsküp 1967), "Yeşil Ncrde" ("Kultura" Yayınevi, Üsküp 1975, Türkçe- Makedonca olarak), "Lorka Soyutlaması" ("Tan" Yayınları, Prişline 1977; aynı kitap "Varijacii za

Lorka" adıyla Makedonca da yayımlandı), "Ağaçlar Dile Gelse" ("Tan" Yayınları, Priştine 1985), "Harfler Ne Yer ("Birlik" Yayınları, Üsküp 1988), "Çayhane Şiirleri" ("Tan" Yayınları, Priştine 1989) şiir kitapları izledi. Dergilerde yayımlanan soneleri "Otuz Dört Sone" adı altında Makedonca olarak bir kitapta toplandı. "Ablama Sevda Şiirleri" başlıklı bir şür kitabı daha vardır. Necati Zekeriya aslında yazdığı çocuk öyküleriyle üne ulaştı. Çocuk öyküleri birçok dile çevrildi, birçok ülkede kitap olarak yayımlandı, Yazarın öykü kitapları şunlardır: "Bizim Sokağın Çocukları" ("Kultura" Yayınlan, üsküp 1961), "Eski Sokağın Çocukları" ("Detska Radost" Yayınlan, Üsküp 1967), "Yeni Sokağın Çocukları" ("Makedonska Kniga" Yayınevi, Üsküp 1967), "Güzel Nedir Çirkin Nedir" ("Kultura" Yayınlan, Üsküp 1968, Türkçe-Makedonca olarak), "Bizim Sokağın Romeo ve Jülieti" ("Tan" Yayınlan, Priştine 1978), "Eskiler Alırım Yeniler Satarım" ("Tan" Yayınları, Priştine 1981), Bazıları Türkiye'de de yayımlanmış olan bu kitapların çoğunun birkaç baskısı yapılmış, birkaçı bir araya getirilerek de okurlara sunulmuştur. Çocuk öyküleri yanı sıra yetişkinlere de öyküler yazmıştır. Ancak bu öyküleri henüz kitap haline getirilememiştir. Necati Zekeriya şiir ve Öykü dışında, deneme, eleştiri, inceleme yazmakla da uğraştı. Bir ara dil üzerine yazdıığ yazılarla da dikkat çekti. Edebi çalışmalarına paralel olarak Makedonca'dan ve Sırphirvatça'dan Türkçe'ye birçok çeviri de yapb. Eski Yugoslavya sınırları içinde yaşayan ulusların edebiyatlarının Türkiye'ye açılmasında büyük hizmeti geçti. Bu kentte ilk kez. vuruldum memurun kızma, babasından habersiz bu kentte ilk kez öptüm hocanın kızını kalın dudaklarından besmelesiz bu kentte ilk kez anladım ki dünyada körler sakatlar da yaşarmış bu kentte anladım ki babamın anamdan başka kadını da varmış.bu kentte ilk kez yardım başımı yersiz yükselmek istediğim için bu kentte ilk kez kovuldum okuldan yüreğim kaldı yollarda bu kentte akrabamı sürüklediler ağaç gibi yerlerde savaştığı için bu kentte sevdiğim kızın kellesini bombalar attı Hatçe teyzenin bahçesine yüreği kaldı erik dalında ama bu kentte gördüm ilk kez düşmanın da tabanları varmış delik deşik bu kentte ilk kez özgürlük türküsünü söyledim bu kentte ilk şiirimi kömürle yazdım duvarlara sevgi dediler buna bu kentte ilk kez genç kızın gizli anılar defterini su aldı götürdü kızlığını çalan bir ilkyaz gibi içi yeşermeden içi ısınmadan bu kentte küçük bir kızın gülüşü kırıldı kuklasının bir kolu kaldı evin duvarında bu kentte bir günde yüzlerce ölü gördüm tek bir ağıt yazılmadı ŞİİRLER BU KENTE BİR GÖKYÜZÜ DOKUDUM SEVGİDEN ' aynı mezara gömüldü hepsi ben de aralarında olabilirdim şiirlerime nokta vurulabilirdi oysa noktaya karşıyım öteden beri ben çünkü ilk kez hu kentte sevdim bu kentte sevindim güne, günışığına bu kentte kavgayla boy çeken devrimcileri gördüm söğüt dalı gibi boyun bükenleri de bu kentte çok kez kendi kendime bezdim bezdim güne günışığına ama insana hiçbir zaman bezmedim çünkü bu kentte çocukların oyunlarını yel alır götürür çünkü bu kentte yürekleri sevgi oyar götürür çünkü bu kentte her sabah bir sevgi doğar akşam büyür düşlerde bu kentte sevgi sığınır kimi kez hastanenin çöp tenekelerine bu kentte yaşar sevdiğim demirci Mefail mezarcı Üzeir, çiçek satan bir kız, manav Selim hepsi cana yakın hepsi sevdiğim insanlar mevkiden uzak hepsi bu kentte bir sabah taş yürekli kızı attım yüreğimden bu kentte yaşar sevdiğim berber Şemso'mın kızı sevgilim meyve yüklü ağaç gibi taşır göğüslerini mağrur mağrur bu kentte ben varım, benim dostlarım, düşmanlarım benim bu kentin istasyonunda dökülen yaşlardan ağaçlar yükselecek göğe

bu kentte yaşar sediğim kadının kıskanç kocası bu kentte güneş içer kaldırımları yanar yürekleri akasyaların bu kentte Türkçemi sevdim sevdim dilimi bu kentte kaybettim bu kentte buldum sevgimi parça parça topladım taşıdım kırk yıl içimde maviyi ve bir gökyüzü dokudum bu kente baştan başa sevgiden ki yağan yağmurlar sevgiyle yağsın ki doğan çocuklar sevgiyle doğsun. ÇOCUKLUĞUM BU SABAH SENİ DÜŞÜNDÜM Çocukluğum bu sabah seni düşündüm uçurtmalı bir çocuk geldi aklıma dolu dizgin çimenler üstünde Çocukluğum bu sabah seni düşündüm Viyetnam çocuğu geldi aklıma gülüşü donmuş, örtmüş yüzünü uçurtması kendisi çimenler allında Çocukluğum bu sabah seni düşündüm savaştan yanan uçurtmam geldi aklıma ağladım sana, ağladım Viyetnam çocuğuna ama bir gün çocukluğumuz bîr yerde buluşacak gülecek çocuklar, uçurtmamızın elleri değecek göklere. SEVGİDEN KALAN 1. Ölümü çok kezler düşündüm, yaşamın devamı olarak düşündüm ölümü. Seni düşünmedim, sense her zaman ılık bir ilkyaz yağmuru gibi başım ucunda yağdın, gözüm önünde ışıdm. Nice yıllar, birlikte baktık gökyüzüne. Sen ilk kez gökyüzünün güzel olduğunu öğrettin bana. Nice yıllar, birlikte baktık başımız üstünden uçan kuşlara. Sen ilk kez kuşların özgürlük olduğunu öğrettin bana. Nice yıllar, birlikte baktık açan çiçeklere. Sen ilk kez çiçeklerin yaşam olduğunu öğrettin bana. Sen hep beni düşündün, sevindin boy çektiğime, sevindin şiirlerime. Ben sende her şeyi görd ünı, değişen mevsimleri, büyüyen çocukları, yürütülen savaşları, Bugün sana baktım, yetmiş yıllık bir ömür var sırtında, buruşuk tatlı yüzünde gene ben varım. Gökle yer gibi bir şeyiz şimdi ikimiz. Farkına varmadım bu değişmeye geçen karışık yaşam yüzünden. Bİr an sana baktın: Çıldırası bir şey: Çorak bir tarlada tohum gibi gömdüm kendimi. Çiçek olsan, ölünceye dek koparmazdım seni. Sen bahçemin en güzel çiçeğiydin çünkü. Sen bahçemin en güzel çiçeği kalacaksın. HASAN DESTANINA GİRİŞ O öldü biz savaşalım diye biz savaşıyoruz o ölmesin diye Bir mezar taşından Doğdu ve doğdu Hasan ve onu götürdüler güneşe doğru ve onu bıraktılar göklerin gözlerinde ve sonra onu yaşattılar gönülde Büyüdü ve büyüdü Hasan ve çalmak İstediler güneşi ufuktan ama Hasan göksüyle kapadı yollan ve düşman eridi Hasan'ın içindeki sıcaklıktan Yürüdü ve yürüdü Hasan Aktaş özgürlük çilesini oydu göklere ve duygularını yüreğinden gerdi Blateç köyüne duysun tüm dünya Yeşerdi ve yeşerdi Koçana ovaları ve pirinç sevgiyi dokudu ve toprak burada okudu Büyük Destanı ve destan bugün gözlerde sarı mor pembe Savaştı ve savaştı Hasan ve yeşil burada yandı, yandı buğdaylar ve kara burada kaybetti oyunu büyüdü al, büyüdü ak, büyüdü yeşil Öldü ve öldü Hasan ve onu götürdüler ormana doğru ve onu götürdüler ağaçların gözlerine ve onu sonra yaşattılar düşlerde.

HASTALIKTAN SONRA Uyandım bu sabah birdenbire gözümde kuş gözümde yaprak gözümde al Ölüm korkusunu attım yüreğimden balkondaki çiçekler gene güzel bulutlar gene geçiyor başım üstünden gene karşı balkondaki çocuk el sallıyor bana gene bir uçurtma dalgalanıyor gök boşlıığıında gene her şey eskisi gibi gök mavi yer san yaprak yeşil ben gene seviyorum ne güzel ŞAİR Yalnızlık öldürmek istedi şairi şair yalnızlığa öğretti yaşamayı çekiler öldürmek istedi şairi şair çekilere öğretti yaşamayı Dostlar Öldürmek istedi şairi şair dostlara öğretti yaşamayı Düşmanlar öldürmek istedi şairi şair düşmanlara öğretti yaşamayı şairi hiçbir şey Öldüremedi onu ancak şiirleri öldürecek. HAVVA İLE ADEM'DEN onlara ağıttır Havva'yı acı getirdi dünyaya sevgisini yaşar elinde yeşil yaprak doğum tarihi bilinmez Adem acıyla buldu mutluluğu yengisini yaşar elinde kızıl elma yaşı gözünden silinmez biz onların uğruna doğar ölürüz onlar yaşar Ölümsüzlüklerini hep ÇARŞIMIN İNSANLARI Kapamaz Sokak Kapısın Hatçesi Bir Yerden Gelir Diye İlk kez Sulu Han'da sevdalanmış Salim deyimle orda evlenmiş bir kırk birlerde Meddah avlusunda seyretmiş yıldızları gökyüzüyle örtmüş yüzünü polisler görmesin seyretmiş kenti tepesinden Vodna'nın anası mum yakmış Gazi Baba'ya sevdiği kızı geçirmişler prangalarla yanından ölümü kendisine dilemiş Özgürlüğü ona hâlâ yalnız başına yaşar Hacışeyh Meydanı'nda kapamaz sokak kapısını Hatçesi bir yerden gelir dîye ÇİZGİLER Bu sabah seninle uyandım İzmir'de İzmir güzel, İzmir san ama sen daha güzelsin bir ara bulut olsam dedim geçsem perde perde başın üstünden Bu sabah seninle uyandın Bursa'da Bursa güzel, Bursa yeşil ama sen daha güzelsin bir ara rüzgâr olsam dedim essem ılgıt ılgıt başın üstünden Bu sabah seninle uyandım İstanbul'da İstanbul güzel, İstanbul mavi ama sen daha güzelsin bir ara yağmur olsam dedim yağsam sıcak sıcak başın üstünden O ÖLÜNCE YAŞLANACAĞIM BİRDENBİRE Masamızda sandalyesi boş kalacak Kenar köşelerde yaşmağı mendili; Anımsadıkça onu içimiz dolacak Arayacağız ondaki tatlı dili. Sandığından telli duvağı çıkacak, Altmış yıl gözleri gibi koruduğu, Küçükler onları süs yerine takacak Tellerin şavk, umut, sevi vurduğu. Hepimiz için mutluluk var sözünde Sönmüşse de sevi ışır gözünde, Bizler için duaya oturur habire; Gün olur o dünyada mıdır sorarım, Sararmış fotoğraflarda yüzünü ararım, O ölünce yaşlanacağım birdenbire.

VE UMUTTUR EN SON İNSANI TERKEDEN Ağacımın kaçmış yeşili, hasta mı dersin? Bülbül yoksa bana naz mı edersin? Dün akşam tekrar isyanla düşüme girdi, Dudağından gelen devrimateşi bir başka şimdi. Dereler susamış yağmur su bekler ondan, Uyurken upuzun dolunay öper ak boynundan, Eski ozanların hikmeti sezilir sözünde Yaşama hırsı eskisinden çok gözünde. Sebilden su içtim ona sağlık dileyerek, Güneş girer fincanıma Dibek kahvesinde, Yanında yokken de yaşarım onu eskilerde; Dolaşırım çarşıda sevi türkümüzü söyleyerek, Ancak sevda kurtaracak bizi Ölümden, Ve umuttur en son insanı terk eden. ESKİ ANILAR Sırtımı dayarım çifte Hamam duvarına Duyarım taşan sulan kurnalardan Belki orada hâlâ yıkanır bir gelin Kurtulmak mümkün değil anılardan. Devrimciler burdan çıkmış yola. Avuçlarında umut, hayal, sevgi, Duvara bir kalp çizerim ıhlamurla Akşamları en güzel güneşin rengi. Azalır dostlar birer birer burda da Sevgiler şimdi ancak eski anılarda. "Sloğa" Kahvehanesi 3 Mayıs 1986, Üsküp NELER GEÇER AKLIMDAN Bu sabah kentimi seyrettim kaleden Açmış göksünü bir güzel. Ölen dostlarımı düşünürüm Geçen sevgililere sallarım el. Vardar boyunca kavaklar yeşil. Yaşanmıştır aşklar gölgelerinde. Dere bunu gizlese de benden. Okurum Tuzcu'nun dizlerinden. Aşklar yaşanır her yaşta yeniden En sonu belki de en güzel hepsinden. "Kale" Kahvehanesi Üsküp, 23. IV. 1986 USKUP'E YEŞİLİ OZANLAR VERMİŞ İslahane parkına uzayan yol boyu ağaç Küçük bir evde yaşar bir ozan. Yazar acıyı, yazar sevdayı Ama Üsküp'ü yazar her zaman. Üsküp'e yeşili ozanlar vermiş, Dikmişler her yere kavak, akasya. Şimdi onlar gece ışırlar gökte. Sevişirken gözüm seyreyle doyasıya. Nice ozanlar yetiştirmiş İdadi Mektebi En büyüğü derler İshak Çelebi. "Ezerce" Kahvehanesi 3 Mayıs 1986, Üsküp "LONCA ÇEŞMESİNİN ŞİİRİ Üsküp'te ne güzel çeşmeler vardı. Yaz kış durmaz Oluklardan buzlu sular akardı. Anımsarım Lonca Çeşmesi'ni "Boyalı Han"da çay içen babam bile Uzaktan duyardı ondan gelen su sesini. Ben de o çeşmeden çok su içtim bir vakitler, Seyrederken atları, paytonları yakından. Ama şimdi orada yeller eser. Yeni çeşmeler yapıldı Üsküp'te şimdi. Bu yaşta bile bazen su içerim onlardan. Nedense hiçbiri güzel değil Lonca Çeşmesi gibi. Benim çocukluğum geçti işte o çeşme yanında, Hayrat bırakanın adı okunurdu cümle taşında. "EVLİYA ÇELEBİ SOKAĞI" ŞİİRİ Eski çarşıda bir sokak var Adı: Evliya Çelebi, Her şey burada şimdi de Benim çocukluğumdaki gibi. Anneleriyle, babalarıyla çocuklar Defter, kalem, giysi almak üzere Eylül gelince bu sokağa uğrarlar,

Ben de burdan çıktım yola, En azından bir elli yıl önce. Ve o kaygısız çocuk gibi Bu sokağı hâlâ dolaşırım Bazen gündüz, bazen gece, Babamın eli sımsıcak bugün de avucumda, Dükkânlar değişir, değişir resimler burçla. Ancak Evliya Çelebi sokağı değişmez Ve hep aynı biçimde. Ve sanki benim çocukluğum kalmış Baştan başa bu sokağın içinde. YAĞAN YAĞMURLARLA GEL Acıyı unutmak bir sanattır, Ama severek insanı daha da. Seni unutmadığım sürece Çiçekler nur saçacak vahada. Sen varsın duvardaki resimde, İşte yüzün, işte saçın tel tel. Neden bu hasta çağrışım, neden? Yalnızım, yağan yağmurlarla gel. Burda her gece şarapta dirilir Tin "Yanımda olsan bile artar hasretin." ESKİ BİR ŞİİR "Kazalisna Kafana" Zagreb 5 Mayıs 1986 Tutsağıyım bir eski şiirin, Bir meşe büyür içimde. Bilmem yarın beni ne bekler, Sevgi gelir boyutsuz biçimde. Değişmek mümkün değil artık, Bellidir gittiğim, oturduğum yer. Yanık bir türkü gelir içimden, Eski anılar bana ziyafet çeker, Çıkarım şiirimin kabuğundan, Ruhumda çok şey canlanır Karacaoğlan'dan. "Metropol" Kahvesi 4 Mart 1986, Üsküp SEVDİĞİ ÇİÇEKLER AÇAR SAKSILARDA Hâlâ el izleri okunur duvarlarda Bir yığın yaprak gibi yerinde durur, Sevdiği çiçekler açar saksılarda, Yüzünün şavkı tavanlara vurur. Susarak geçirir son yıllarını, Kendi kendine konuşur köşesinde, Açmaz kimseye gizli anılarını, Bilinmez neler gizler sinesinde. Şimdi o bir ışık gibi her yerdedir, Yaşam için bize ilk ve son perdedir, Kır saçları örülmüş sevgilerden; Sessiz sadasız yaşar şu son ömrünü, O yine de evimizde en güzel görünü, Ayak sesleri duyulur tâ ötelerden. LORKA SOYUTLAMASI 1. Sordum Barselona'da küçük bir çocuğa Lorka'nm gömütü nerede yavrum dedi çocukların oyunlarında hep Sordum Sevillada bir genç kıza Lorka'nm gömütü nerede kızım dedi kızların yüreklerinde hep Sordum Medrit'te kor bir yolcuya Lorka'nm gömütü nerede amca dedi körlerin gözlerinde hep. YANDI HALKIMIN ACILARI İÇİMDE TEL TEL Bu güzellikler benden sonra da yaşayacak Ben dostlarıma kavuşacağım bir yerlerde Bir çocuk uçurtması elinde üstümden koşacak Sevinirim bir tek dizem dolanırsa dillerde. En güzel aşkları yaşadım kıyısında mavinin Devrim içimde yandı, kül oldu bir güzel, Çalmadım aşkını, umudunu hiç kimsenin Yandı halkımın acıları içimde tel tel., Çağrışımlar bugün gelir çok uzaktan Bilmem ben hâlâ sevdalı mıyım gülüm Bilirim ancak bir tek aşktan korkar ölüm; Anılar yaşamaya başlar bir eski aşktan, Ama söyleyecek ne var ki artık yeni, Bir acı söz çarçabuk öldürebilir beni.

GEL - Bir köy çocuğunun mektubundan Gel kardeşim, köyümüzde Bahar açtı göresin, Şehrinize bu diyardan Dostluk tacı öresin. Bizde şimdi her şey yeni Okul cadde traktörler, Kooperatif - yeni güneş Şaşakalır görenler. Gel kardeşim, köyümüzde Elektrik de, su da var, Yurdun bugün her yanından Bize gelir insanlar. İLKBAHARI SELAMLAYANLAR Pembe, sarı ve beyaz Açan güzel baharlar, Altınrenkli güneş de İlkbaharı selâmlar. Bize neşe saçarken Bahar açan ağaçlar, Yeşeren her yaprak da İlkbaharı selâmlar. Mavi, sarı sümbüller Papatyalar, şebboylar, Laleler ve güller de İlkbaharı selâmlar. Kelebekler uçarken Kanat açıp arılar, Herbir küçük böcek de İlkbaharı selâmlar. Durmaz öten bülbüller Kırlangıçlar ve kuşlar, Şakrak kanaryalar da İlkbaharı selâmlar. Tane tane su serpen Koyu renkli bulutlar, Toprağı sularken de İlkbaharı selâmlar. ÇOCUK ŞİİRLERİ Kabarmış yatağından Nehir, dere ve çaylar, Her taraftan sular da İlkbaharı selâmlar. Kuzuların yanında Kaval çalan çobanlar, Hep yeşermiş dağlar da İlkbaharı selâmlar, Fabrikada her işçi Okullarda çocuklar, Tarlasında çiftçi de İlkbaharı selâmlar. KIR HASTANESİ - Tavşan kardeş, aç kapıyı Ayağımda çıban var, Hatırım için biraz ilaç- Sür, hem pamuk, bezle sar. - Maalesef, tilki teyze Elimden bu pek gelmez, Hem ben yalnız nöbetçiyim, Zira size iyilik yapmak Kimmiş o ne istemez?! Diş doktoru Ayı dayı İçerdedir çağırayım? - Yooo! Yooo! Ne zorum var? Canım yansın bağırayım. - Kaçma, dur dur, kaçma Tilki Sağaltır dur, dur belki! Ah sen kurnaz, seni aktör Kaçma, kaçma, işte doktor! - Neymiş tavşan, ne bu telâş Hastalanmış kimse mi var? - Yok! Yok! Lâkin bayan Tilki Kurnazlıkla av arar. - Hiçbir zaman Tilki'yi sen Almayasm içeri Hastaneye girerse o Bırakmaz ne et, ne deri, Hastalara ilaç ver sen Gidiyorum yatmağa, Aradan beş ay geçince Çalışırım kalkmağa. - Baş üstüne! Keyfine bak Armut da var orada, Kaldırırım seni doktor Kış geçince, baharda.

ABLAMA SEVDA ŞİİRİ,ERİ Yirmi dokuz kardeşiz birlikteyiz özdeşiz ancak bizim G harfi bizden biraz farklıdır yeri onun nedense orta ya sondadır. Onsuz yağmur yazılmaz, onsuz dağa çıkılmaz, onsuz bağa varılmaz. Yumuşak G bazen de Y harfine pek kaçar başımıza dert açar. Oysa sözün başına gün bugün o hiç gelmez övünmeyi hiç sevmez. 38. Ablam bugün kalkmaz masa başından Pek memnun değil kendi yaşından. Diyor birkaç yaş büyük olsaydım Sevgiyi dünyaya bir anlatsaydım. Sevgi her yaşta mümkündür çünkü Ve sevgi dünyada en güzel türkü. Sormayın sevgi acep nerdedir Büyüklerim der o her yerdedir. Annemle babam çok sevişmişler Sevgiyle beni dünyaya getirmişler. Ben de ancak sevgiyle varım Orhan olmasa nasıl yaşarım? Sorarlar bu kızın neler var başında Oysa ablam henüz on bir yaşında. HİKAYE KÖFTE ÇİÇEĞİ Beni hastaneye götür, son bir daha onu görmek istiyorum, dedi annesi. Çoktan seksenini geçmişti. Saçları apaktı, yüzündeki çizgiler belirsizdi. Çökmüş, hayli kamburlaşmışn. Pek konuşmuyor, evde olup bilenlere karışmıyordu. Ancak ayda yılda böyle bir arzusunu söylerdi. Kesin bir sesle yineledi arzusunu: - Taburcu olacağı zaman evinde ziyaret ederiz, diye yumuşaklıkla karşılık verdi oğlu, - Yok, diye diretti annesi, daha bugün has taneye götür beni. Oğlu götürmek istemiyordu. Çünkü hastaları çok zayıflamış, adeta küçülmüştü, Oysa gözlen önünde hep öyle canlı, sağlam, güler yüzlü, şen kalmasını istiyordu. Evlerim ziyaret etmesi bir âlemdi. Onunla sofralarına sağlık gelirdi, muhabbet gelirdi, hayat gelirdi. Savaşlardan söz ederdi, anlatırdı başından geçenleri. Ama şimdi çok hastaydı. Gerçi annesinin her isteğini yerine getirirdi, bir dediğini iki etmezdi. Ölümünü doğal karşılamaya hazır olduğu halde, biliyordu ki onun ölümüyle, annesinin vücudunun da büyük bir parçası da ölecekti. Böyle düşünürken: - Yoksa Öldü de, benden gizliyorsunuz, öyle mi? - Hayır, ölmedi, hasta. Ama sağalacak, dedi oğlu. - Laf! Daha iki ay önce son gördüğüm zaman ölmüştü o. Allah kalanlara ömür versin, Namaza durdu. Dua etti hastasına. Yaşlı kadın sonra da tespih çekerek, elli beş yıl öncesine uzandı anılarıyla. Paytonla Üsküp'e getiriyorlardı onu. Kumanova'dan. Yaşı otuza yakındı. Gelindi. Üstünde gelinlik elbiseleri vardı. Giysileri de duvağı da aktı, apaktı. Başı üstündeki duvağını ziynetlerle süslemişlerdi. Yanında yaşlı bir teyze vardı. İki büklüm. Adım bilmediği, yüzünü daha Önce hiçbir zaman görmediği, Sürekli olarak ona göz kulak oluyordu. Kucağında da henüz bir yaşında bir bebek vardı. Bebeğin saçları simsiyah, lüle lüleydi. Önce onun kız çocuğu olduğunu sanmıştı. Oysa o erkekti. Bir iki kez çocuğun saçlarını okşamışh usulcacık. Yumuşaklığını anlamak için. Yumuşaklığını hissetmek için, bir zaman sonra gelinlik ak eldivenlerini çıkarmış, yanındaki yaşlı kadın görmeden, parmaklarının ucuyla şöyle bir

kaç kez okşamış, hatta öpmüştü çocuğun saçlarım. İçinden, kendisinin de böyle bir oğlanı olmasını dilemişti. Namazdan sonra anımsadığı şeyler işte bunlardı. Yüzü, yağmurdan sonra açan hava gibi açmıştı, gülmüştü pek iyi görmeyen gözleri. - Çok mu seviyorsun onu? diye sordu kah vesini yudumlayan oğlu. - Nasıl sevmezmişim? Bir defa olsun beni kır madı, bana acı bir söz söylemedi, diye karşılık verdi annesi. - Gidelim, ama ahlamak vahlamak yok, tamam mı? Yaşlı kadın ellerini yüzüne sürdü, başörtüsünü çıkardı, kalkıp mindere oturdu, kahvesini alıp önce bir yudum içti, sonra da; - Ben yıllar önce onun için ağladım bir defa, bir daha ağlamanı, dedi. Daldı uzaklara. Anımsadı 1942 yılını. Kentte kalamazlardı artık. Tehlikeliydi. Yaşadıkları kenti terk edip bîr köye gideceklerdi. Tam kenti terk edecekleri gün, kocasının haberi olmadan gizli gizli eve almıştı onu. Hapisten, Bulgaristan sürgünlüğü dönüşünden birkaç gün sonra. Sandık odasında ona yemek buyurmuştu. Çok sevdiği dolma vardı. Yoğurt bulmuş, yine çok sevdiği cacık yapmıştı ona. Çay vermişti. Büyük oğlundan başka kimseye anlatmamıştı bu olayı. Bütün gün sandık odasında, elinde tabancasıyla kalmıştı. Ortalık kararmaya başlayınca, peynir, kaşar, patates, ekmek koymuştu heybesine. Komşu kapıcığından ayrılırken alnından öpmüş, tabancasına elini sürmüştü. - Bu seni ölümden kurtarsın, demişti dua eder gibi. O gece, kocası yanma sık sık çağırdığı halde, yatağa girmemiş, bütün gece onu düşünmüştü. Bir ay sonra, Plaçkovitsa dağlarında öldürüldüğü haberini duymuştu. Büyük oğlundan, daha yakın akrabalarından. İşte o zaman ağlamıştı, günlerce ağlamıştı. - Evladın değil ki bu kadar ağlayasm, de mişlerdi yakınları. Evladı değildi gerçi, ama tuhaf, tuhaf olduğu kadar güçlü bir duygu vardı içinde. Kolay anlaşılmaz. Anlatılması güç. Evlat gibi biliyordu onu. Evlattan da öte. Baba evinden yabancı, kocasının evine gelişini onunla anımsıyordu. Gelinlik elbiselerini de. Duvağını da. Kocasının halkından elini hitan ilk insan oydu. Hayatı boyunca sıcaktı, dost eliydi bu eller. Yiğitti, doğruydu, ezilmişlerin koruyan da oydu. Onun ailedeki bütün çocuklara bakıp her şeyi silip süpürmesine, her zaman ekmek yoğurmasına, kap kaçak yıkamasına, avluda çalışmasına karşı geliyordu. Onu kem gözden, kötü sözden koruyan oydu. Davranışlarında isyan vardı. Onun için çok ağlamıştı. Kocasının yatağına da girmez olmuştu. Ancak, ölmeyip salt yaralandığı anlaşıldığı zaman, gece olur olmaz kocasını tekrar ısıtmak üzere yatağına girmişti. Kurtuluştan sonra değişmemişti muhabbetleri. Büyük adam olduğu halde bile unutmamıştı onu. Davranışı, sevgisi hiç değişmemişti. Evlendiği zaman karısını ilk önce ona getirmişti. Karısına da çocuklarına da ona karşı duyduğu sevgiyi aşılamıştı. Bir roman gibi defalarca onun hayatını anlatmıştı onlara. Yeni yeni şeyler ekleyerek. Hastalanmcaya kadar hep böyle sürüp gitmişti bu sevgi. Bayramlarda seyranlarda. Hafta yedi o sekiz gelirdi ve her gelişinde de çiçekler getirirdi ona. Balkondaki çiçeklerin çoğu onun armağanlarıydı, Yaşlı kadın derin uykulardan uyanır gibi: - Hımmm, dedi oğluna. Balkondaki o küpe çiçeğini unutmayalım... O bu çiçeği çok sever. Son gelişinde kendi eliyle su dökmüştü bu çiçeğe. Tam o sırada telefon çaldı. Dünya çökmüştü sanki oğlunun üstüne. Yaşamı ayna gibi kırılmıştı küçük küçücük parçalara. * * * Ertesi gün, birçok çiçek çelengi, binlerce çiçek arasında o küpe çiçeği de vardı. Saksı kabrin baş tarafındaydı. Çiçeğe bağlı, sararmış, dantelli eski bir ak duvak parçası, kâh o yana kâh bu yana, bir bayrak gibi dalgalanıyordu.

SUÇLU NASIL BULUNDU? Çocukların anneleri eve döndüğü vakit, odanın duvarına çizilmiş güzel bir tavşan resini gördü. Kızdı, sert sert: - Bunu kim yaptı? diye sordu. - Ben yapmadım! dedi büyük çocuk. - Ben yapmadım! dedi ortanca çocuk. Eline kalem kâğıt geçmesin, her vakit bir şeyler karalayan Orhan da: - Ben de yapmadım! dedi. Anneleri duvardaki resme daha büyük bir dikkatle baktı: Tavşanı kim görse beğenirdi, ger- çekten de güzeldi, hele kulakları! Orhan'a karşı bir şüphe uyandı içinde, huycağızmı biliyordu, fakat onun böyle güzel resim çizeceğine inanamıyordu. Bunun için de büyüklere döndü: - Herhalde bunu ikinizden biriniz yapmıştır, dedi. Çünkü Orhan henüz çok küçük, o hâlâ böyle güzel resim çizemez. Orhan, annesinin resmi çok beğendiğini anlayınca yanına koştu: - Anne, anne, dedi böbürlenerek, inan ki ben çizdim, istersen bir tane daha çizeyim... KÜTÜPHANEDE DOĞAN HİKAYE Bizim sokakta yeni bir kütüphane açıldı. Bizim sokağın çocukları buna çok sevindiler, kütüphanede çalışan teyzeyi çok beğendiler, çok sevdiler. Bir gün konuşurlarken: - O teyze yok nedir bilmiyor be, dedi iç lerinden biri. - Evet, yok nedir bilmiyor, dedi başka biri. An laşılan bütün kitapları okumuş, hangisini istersen buluyor. İstersen içindekileri de anlatıyor, hem tıpkı bîr Öğretmen gibi... Bunları duyan sokağın en küçüğü Orhan, kendi kendine: "Gidip ben de bir göreyim bu teyzeyi!" dedi. En güzel elbiselerini giydi, kütüphaneye gitti. Kütüphanedeki teyze, Orhan'ı güler yüzle karşıladı. - Gel küçük, gel sana da bir kitap verelim, dedi. - Verin! dedi Orhan. - Hangisini? - Hangisini isterseniz, yalnız güzel olsun... - Peki, "Kül Kedisi"ni vereyim mi? - A... onu bilirim, dedi Orhan, başka bir tane verin. - Ya "Kırmızı Şapkalı Kız'"ı? - Onu da bilirim... Hani annesini dinlemeyen kız, değil mi? - Evet, evet. Peki ya, "Pamuk Prenses"i bilir misin? - Hayır 7 onu bilmem... Güzel mi? - Çok güzel, dedi kütüphaneci teyze. - Ne olur anlatsanıza. Kütüphaneci teyze, Orhan'ı çok beğenmiş, geldiğine çok sevinmiş olacak ki, ona kitabı her vakitkinden daha iyi anlattı. O ara pek fazla işi de yoktu. Masal bitince, Orhan teşekkür etti: - Aman ne güzel, koşup anneme de anlatayım, dedi, kapıya doğru koştu. - Ya kitabı, kitabı almayacak mısın? diye sordu kütüphaneci teyze. - Hayır, dedi Orhan, kitap bana ne lazım? Ben okumayı bilmem ki... Kapıda şöyle azıcık durdu, sevimli gözleriyle güldü, kütüphaneci teyzeyi oradan selamladı, masalı anlatmak için eve koştu.

ELEŞ T İ R İ : "ŞÜPHELİ ŞAHIS" GENE SAHNEMİZDE Güldürülerin ölümsüzlüğü, ölümsüzlülklerindendir. Yugoslav edebiyatında Branislav Nusiç'in (1864-1938) güldürüleri, bir bakıma bu yargımıza en yakın olanıdır. Tiyatromuzun, yirmi yıl önceleri perdesi ilk kez "Şüpheli Şahıs" güldürüsüyle açılmıştı. Geçen bu süre içinde, yüzlerce yüzlerce yeni oyun oynandı, "Şüpheli Şahıs" gene de tutulanlardan biri olarak kaldı. Dördüncü kez onun sahneye koyulması bunu gösterir. Sahneye koyanlar da, oynayanlar da değişti, değişecek; değişmeyecek olan ancak bu ölümsüz güldürüdür. Çünkü yazarın kimliği, bulunduğu ortamın simgesi var bu güldürüde. Cogol görüşüyle küçük bir memurun (eyalet kaptanı Yerotiye Pantiç'in) kişiliğinde, siyasi olaylara ışık hitan eski Sırbistan'ın durumu, devlet adamlarının siyasi plandaki korkusu yansıtılmıştır. Kişiler zoraki değil, bulundukları ortamda kendi kişiliklerini yaşamakta, güldürüde beliriveren en yeni durum yüzünden çıplaklıklarını ortaya almaktadırlar. Çürümeye başlayan bir ortamın çürük görüşleri, paraya, mevkiye düşkün, halkına sırt çevirmiş kişileri, memurlarıdır bu güldürünün konusunu oluşturanlar, Böyle bir güldürüyü oynamak hem çok güç, hem de çok kolaydır. Birçok tiyatro, bu güldürüyle kendilerine sanat-estetik açısından değer sağladıkları gibi düşüşlere de uğramışlardır. Tiyatromuzda "Şüpheli Şahıs" 1950 yılında ilk kez oynandığı zaman, tiyatromuzun varlığıyla birlikte bu güldürünün de ölümsüzlüğe kavuşacağını muştulamıştı. Son oyunda buna bir daha tanık olduk. Güldürü, bütün güldürü çizgileriyle, toplumu yeren iğnelemeleriyle karşımıza çıktı. Güldürü, Yerotiye Pantiç'ten başlayarak, Yozo hizmetçiye kadar bir sanat çemberi içinde dönüp dolandı, güldürü öğeleri rejisörün sağlam taslağıyla gelişip olgunlaştı, Bu genel provalarda da böyleydi, oynanan son temsilde de. Tiyatronun da, tiyatro seyircilerinin de aradıkları özellik budur. Zaten iyice oturan bir oyun, zamanla asla repertuvardan düşmemeli, aksine değer doruklarına çıkmalı, daha birçok yeni değerlere kavuşmalıdır, "Şüpheli Şahıs" güldürüsünü sahneye koyma sorunu, öteden beri, rejisörleri düşündürmektedir. Klişeleşmiş, gerçekçi sanat tutumundan yola çıkmak mı, görgüden hareket ederek sahneye koymak mı? Örneğin, Petre Prliçko, - Yugoslavya'nın kuşkusuz en güçlü Yerotiye Pantiç'i-, tiyatromuzun misafiri olarak güldürüyü sahneye koyarken, kendi görgü ve tiyatro anlayışına ve gerçekçi sanat tutumuna sadık kalarak işini büyük bir titizlikle görmüş, kişilikleri birer birer bir heykeltıraş gibi oymuşsa da, güldürünün bütününü asla unutmamıştır. Ancak, güldürünün kendisinin de şartlandırdığı gibi, özellikle Yerotiye Pantiç'in kişiliğinde en çok durduğu açıkça ortaya çıkmıştır. Anlaşılan Lüfti Seyfullah (Yerotiye rolünde) ona bu işte, suyu tükenmeyen bir kaynak, istediği biçimde yoğrulabilecek bir hamur gibi görünmüştür; dolayısıyla öteki kişileri de, bunun yanında yoğurmuş, güldürüyü hep belirlediği Yerotiye çemberi içinde oynatmış, güldürünün yergi bölümlerini, zaman ve zemin içinde ustaca meydana çıkarmıştır. Kançılaryada geçen "Avrupa" Oteli'ne baskın sahnesini bodruma taşıması, Petre pırliçko'nun imge ve güldürü, üstelik reji gücünü tümüyle meydana çıkarmıştır. Öyle ki, bundan böyle tiyatromuzda Nusiç'in güldürüleri sahneye koyulacağı zaman, Petre Pırliçko'nun dışında bir rejisör düşünmek doğru değildir. Çünkü onun reji ustalığının büyüklüğü, yarattığı doğal mizansenlerde, güldürünün özünü açığa çıkarmakla canlı bir hava yaratmasında, güldürerek dü-. şündürmesindedir. Oyunu oynayan sanatçılara gelince, sanki geçen bu yirmi yıl içinde, bütün sanatçılar kendilerini, kişilikleriyle bu güldürü için yetiştirmişler. Hiçbir oyun, canlandırılan kişiliklerle sahnemizde bu denli derli toplu, bu denli bir bütün içinde görülmüş değildir. Kaptandan Taso'ya, hatta hizmetçi Yozo'ya kadar hepsi, bir bütün olarak kendi kişiliklerini koruyarak, şaline sanatı alanındaki güçlerini gösterdiler: Yetrotiye'nin, beliriveren kıvanç, korku, kuşku dolu

durumlardaki sonsuz güveni; karısı ve kızının, hükümet ile aile arasındaki endişe ve umutla karışık tedirginlikleri; Viço'nun altbilincinden doğan ciddiyeti; jiko'nun bütün bu olaylar dışında kalan vurdumduymaz tavrı; Millisav'm ordudan miras kalan asker kişiliği; Aleksa juniç'in hafiyecilikle ilgili yalana ünü ve acemiliği; çorbacı Miladin'in sinsice paraya düşkünlüğü, Yozo'nun en küçük memurlarda görülen baş döndürücü kabalığı; Taso'mm otuz yıllık çalışma hayatında oluşan Çehovvari küçük memur kişiliği; Coko'nun sevgi temizliği... BÖlye güçlü bir sanatçı topluluğuyla, rejisörün işi de kolaylaşmış, bütün bu öğeler onun yüksek başarı sağlamasına neden olmuştur. Güldürüde kuşkusuz ki en karmaşık kişilik, Yerotiye Pantiç'inkidir. Şimdiye dek bu rolde Lütfü Seyfullah'm başarısına henüz hiç bir sanatçı ulaşmış değildir. Belki Lütfü Seyfullah'm da en güçlü rolü budur. Yer yer, çoğunlukla toplu sahnelerde (memurlarıyla evinde, bodrumda, eczacı yardımcısı sorguya çekilirken, dairede) kendiliğinden beliriveren kaçınılmaz yükseliş ve düşüşler bir yana, bütün oyunda üstün değerde sanatçı gücünü göstermiş, bütün karışık psikolojik durumlarda hep doğal sanat çizgisi etrafında hareket etmiştir. Ama gene de yalnız başına kaldığı sahnelerde, Örneğin, evinde, telgrafla baş başa kaldığı sahnede, hele "mavi balık" bölümünde en yüksek oyunculuk zirvesine çıkmış, olağanüstü bir sahne oyunuyla (kreasyonla) sanat gücünü, sahnede kendine olan güvenini göstermiş, altbilinçie iç duyarlığım açığa vurmuş, yalnız tiyatromuzun değil, bütün sanatçıların özlem çektikleri bir aşamaya ulaşmıştır. Örneğin, elastikiyet ve doğal söyleyişle oyunculuğuna yer yer ortak noktada denge sağlaması, hareket gücü, özel durumlarda özel psikolojik anları yakalayıp yaşaması gibi. Ama Lütfü Seyfullah'ın bu kerteye ulaşmasına, kuşkusuz Rarnadan Mahmut'un (Jika rolünde) verdiği doğal bir hava, oyunculuk gücü, somut kişiliği; Cemail Maksut'un (Viço rolünde) katıksız davranışı, ciddiyeti, özel durumlardaki oyunculuk içgüdüsü; Enver Behçet'in (Taso rolünde) yapmadıktaki doğallığı, ortama körü körüne sadık kalışı, yumuşaklığı; Şerafettin Nebinin (Aleksa juniç rolünde) pantomimle karışık oyunculuk sanat değeri; Ziya Berişa'nın (Yozo rolünde) ölçüdışı hava yaratma gücü, doğalsizlik içindeki doğallığı; karısı (Müşerref Prekiç ve kızının (Süzan Maksut) ailedeki karışıklık havasını doğal sanat değerleriyle yoğurmaları büyük pay sunmuşlardır. Yerotiye için söylenecek bütün büyük sözler, hiç eksiksiz olarak Cemail Maksut'a, Ramadan Mahmut'a, Şerafeltin Nebi'ye, yer yer de Selaettin Emine (Milisav rolünde), Mehdi Bayraktar'a (Coko eczacı yardımcısı rolünde), ana-kız rollerinde oynayanlara da söylenebilir. Başarıma bütününe, oyunda rol alan kişilerin hepsi kendi sanat güçleriyle yardım etmişler, Çorbaci Miladin (Fehmi Grubi) de bunlardan geri kalmamıştır. Ama gene de Ramadan Mahmut'u, oyunun başından sonuna dek sürdürdüğü doğal oyun ve sanat çizgisiyle; Cemail Maksut'u sahnedeki tutumu ve ciddiyetiyle; Şerafeltin Nebi'yi sağlam mizansenleriyle, oyunculuk elastikiyetiyle ayırmak gerekir. Onlar kendi uzun yıllık sahne görgüleriyle en ağır, en çetrefilli sahnelerde bile, hareketleriyle, oyunlarıyla doğal çizgide kalmışlar, Yerotiye ile birlikte son perdede (Müşerref Prekiç de) oyunu başarıyla sırtlarında taşımışlardır. Hizmetçi kız, Çorbacı Spaso da varlıklarını duyurmuşlardır. İşte, "Şüpheli Şahıs" güldürüsünü heryanlı, bütünsel bir başarıya ulaştıran öğeler bunlardır. Rejisör'ün çizdiği dekor ve seçtiği elbiseler de, rejideki görgü ve gerçekçi taslağı tamamlamıştır. Ama "Şüpheli Şahıs" güldürüsünde, oyun, sanat gücünü yer yer azaltan, düşüren bir Öğe var. Güldürünün çevirisi, sanatçıların söyleyiş sorunu örneğin. Tuhaftır ama, bizde tiyatro çevirileri ve söyleyiş üslüne pek çok konuşulmakta, ama pek az yazılmaktadır. Tiyatromuz da bir bakıma bu çok Önemli sorunu bilinçsizlik yüzünden küçümsemektedir. Anlaşılan tiyatro yönetmenliği için bir oyunun sanat yanı ağır çekmelidir. Öyle değil ama. Bir oyun, bilmem ne denli güzel, soylu, değerli olursa olsun, en üstün sanat, oyunculuk gücüyle oynanırsa oynansın, en sağlam rejisörün eliyle, imgesiyle, duyarliğıyla sahneye koyuhırsa koyulsun, eğer o oyun çeviride düşük, söyleyişle Türkçeye yabancı ise, bu basan tam bîr basan sayılamaz. İşte "Şüpheli Şahıs" oyunu böyle iki dünya arasında, zıt çizgilerle oynanmıştır. Oy-

nayanlarda oyunculuk sanan ne denli bir bütün gibi görünmüşse de, söyleyiş bu bütünü aynı oranda parçalamış, her sanatçı kendine göre bir söyleyiş, bir vurgu, bir tonlama benimsemiştir. Bu durum, Lütfü Seyfullah'tan başlayarak, kiminde daha az, kiminde daha çok olmak üzere, en küçük rolde oynayan hizmetçi kıza kadar böyle sürüp gitmiştir. "H" harfinin yutulması, "t" harfinin yersiz yumuşatılması, yer yer (Lütfü Seyfullah'da) fiillerin yanlış, Türkçeye yabancı bir söyleyişle vurgulanması, sözcüklerin doğal söylenmeyişi (Müşerref Prekiç ve Mehdi Bayraktar'd a), hecelerin yutulması (Fehmi Crubi ile hizmetçi kızda), cümlelerin mantıksız sıralanması (Enver Behçet'te), sözcüklerin ilk heceye yanlış olarak tonlanması (Süzan ve Cemail Maksut'ta) vb. Hele yerli yersiz kullanılan ay, vay, ya, a, eh, tüh, bre gibi ünlemler, mahalli dilde söylenen cümleler, hayde be, ya sen ne sandın, aman be gibi eklemeler, güldürünün bütününe büyük zararlar getirmiştir. Bu gibi yanlışlıklar, doğrudan doğruya oyunculara yüklenebilir. Zira eseri çeviren (Şevki Vardar) bugünkü dil anlayışımızın, özleşmeye, arılaşmaya başlayan Türkçenin dışındadır. Örneğin, uzun yersiz cümleler, bugün artık kullanılmayan eski sözcükler, yerli yersiz bağlaçlar çevirinin değerini azaltmaktadır. Eğer çevirinin bundan yirmi yıl ön- celeri yapıldığı düşünülürse, bunu anlamak güç değildir. Yirmi yıl içinde Türkçe çok büyük değişikliklere uğradığı gibi, bizdeki çeviri, oyun çevirisi anlayışı da çok değişti, bu anlayış, başka, doğal, devrik cümleye, güzele yöneldi, şaline dilini yaratma tulumu benimsendi. Çeviriye zaman zaman, ayrı ayrı aydınlar tarafından el sürülmesi ne denli yarar getirmişse, o denli zarar da getirmiştir, bir bakıma. Çünkü aynı monologda, hem "vaziyet çok önemli ve ciddidir" hem de "dunun çok ehemmiyetli (bu söz bazen emniyet olarak söylenmekteydi) ve ciddidir" cümleleri yer almaktadır. Durum böyle olunca, çevirinin şimdiki düzeyi, oyunun genel değerinin yer yer düşmesine neden olmuştur. Zira yeni bir çeviriyle bu oyunun değeri daha da artabilir ve bu güldürü tiyatromuzun repertuvarında taç olabilir, tiyatromuzu bizde olduğu gibi başka ülkelerde de en yüksek sanat gücüyle -kuşkusuz güldürü türünde- temsil edebilir. Tiyatromuzun Türkiye'yi ziyaret edeceği bir dönemde, tiyatro yönetmenliğinin bu sorun üzerinde de ısrarla durması, dil, söyleyiş sorununa daha büyük bir Önem vermesi çok doğaldır ve kaçınılmaz bir gerçektir. Bu asla unutmaya gelmez. Çünkü tiyatro parça parça düşünülmüş bir sanat kolu değildir, onun esas felsefesi bütünlüğündedir. DENEME: ŞİİR VE ŞAİR ÜSTÜNE ÇIKMALAR 1. Sanatta şiir dünya işidir. Şiir de resim gibi müzik gibi dünyaya seslenir. Şiirin bir üstünlüğü daha, onun yaşam oluşudur. D. Matiç Şiirin büyük destanım yazacak gibi değiliz. Şiire destan yazılmaz, kentlere, ülkelere yazılır. Ama kentler, ülkeler değil, destan olan şiirdir. Hiçbir kent, lıiçbir ülke, şiir kadar dünyaya seslenemez. Şiir öteden beri, kendi dil sınırlarından çıkmak, dünyanın malı olmak istemiştir. "Benim gözümde şiir yalnızlık içinde tadılacak bir eğlence değildir 1." Tarih boyunca bir gerçek var: Bir şiir, çoğu zaman en güçlü bir duyurudan, en güçlü bir demeçten daha büyük rol oynamış, ulusları, ülkeleri yakınlaşarmıştır. Şiirin güdümlü, toplumsal olması da bundan ileri gelmektedir. Şiir salt bir biçim, bir ahenk, hatta bir deyiş sorunu da değildir, olamaz; o her şeyden önce, içine kişiyi, yaşamı almakta, güzelleştirmeden, olduğu gibi, İyi ve kötü yanlarıyla, kişinin, yaşamın türküsünü söylemektedir. 1. Albert Kami, "Sanatçının Çağı", sayfa 14, Bilgi Yayınevi.

Son zamanlarda, şiirin etkisinden, şiirin gücünden kuşkulananlar var. Diyorlar: Şiir artık eski gücünü, eski etkisini yitirdi. Yanlış, çok yanlış bir düşünce bu. Aksine, şiir bugün en parlak çağını yaşamakta, kendine tüm sanatta en güçlü bir yer sağlamaktadır. Çünkü şair bugün, aynı zamanda bir toplum işçisidir de. "Şair, etrafına, insanlara, insanların dünyasına bağlı kalmak zorundadır 2." Şair her yerde bugün. İnsan yüreğinin en derin yerinde o, savaşta o, kavgada o, Viyetnam savaşına karşı o, her türlü saldırıya karşı o, kişinin özgürlüğünü çalmak isteyen her türlü harekete karşı O/ kişinin gülüşlerini, kıvançlarını kül edebilecek atom bombasına da karşı o. Atom diyoruz, çağımıza teknik, uzay çağı diyoruz. Önemli olan aya çıkmaktır diyoruz. Böyle bir dönemde şiirin rolü ne olabilir? diye soruyoruz. Bundan ürken, bundan kuşkulanan şairler bile var. Bu da yanlış bir düşünce... Atom, teknik, aya çıkma çağında da şiir, şiir kalacak ve her yenilik karşısında şiirin rolü daha da büyük olacak. Çünkü "şiirde sanatçı (şair - N.Z.) bir düşünür haline gelir ve sanat eseri, sanat alanında kalmakla birlikte, bilimsel bir nitelik kazamı 3." Öyle ya: şiir ilk insanın ilk gülüşleriyle ilk gözyaşlarıyla gün yüzünü görmüştür, bunun için de tüm hayat boyunca -ayda dahi yaşam varsa yaşayacak, her çağda, her dönemde, kendine yeni bir öz, yeni bir içerik bulacak, kişiden, yaşamdan, özgürlükten yana türkü söyleyecek, yaşamı güzelleştirecek, toplum içinde ayak direyecek, toplumla birlikte, bazen de toplumdan daha ilerde yürüyecek, toplumu bir roket hızıyla ardından çekecektir. Şiir bir bakıma her neni beraberinde sürükleyen en güçlü bir etkendir, yaşam ancak onunla güzeldir, kişi onunla güzelleşir, toplum onunla ilerler, uluslar onunla yakınlaşır, uygarlıklar onunla budaklaşıp aşılanır. Şiir, şairin yüreği demektir. Yürekten daha güçlü, hatta o, birinden ötekine taşınanları da, içinde barındırandır; daha güzel şiirse düşünülemez. Şiir yüceyse, yürek makineleşmez. Makineleşmeyince de, yürek eskisi gibi çarpacak, şairlerin yürekleri hep aynı biçimde vuracak: Sevgiden yana, barıştan yana, özgürlükten yana, en çok da güzellikten yana; çünkü: "güzellik, hiç şüphe yok ki, serbest düşüncenin eseridir 4." 2. En büyük kaygılarımıza derman olan şair, hayat boyunca gerekli ve hayat boyunca en çok saygıya değer kalacaktır. Bodİer Şair bir bakıma en sorumlu kişidir. Cerrahtır o, ama tek kişiyi ameliyat etmez. Tüm İnsanları. Tüm acunu. Tüm acunu içe sığdırmak, sonra da birey olarak bunu tüm acuna duyurmak, kuşkusuz, sanatın en güç bir birleşimidir. Hele bu iş, şiir yoluyla yapıldığı zaman bîr kat daha güçleşir. "Şiir, son anlaşmada, öznel (sübjektif) kavramların önsezi yöntemi olup, dış gerçekleri, onların doğal ilişkileriyle anlayıp yansıtmak demektir 5 ". Homeros'lan miras kalan bir gerçek var: "Şair şiirleriyle yanacak, yanarken hem kendisine hem de toplum yaralarına derman bulacaktır." Şiir, şairin alınyazısı, şairin kişiliği, onun sorumluluğudur. Şiir, şairin kimlik karnesi olacak, öldükten sonra da onu yaşatacak, ölümsüz olan ancak şairin şiirleridir, buna en iyi örnek: Yeşertin, Mayakovski, Branko Milykoviç, Kaim Şaban. Şimdi kendilerini öldüren bu şairlerin ardlarmdan kalan ancak onların şiirleridir. Şair ölebilir, hatta şair kendisini öldürebilir -yalnız onun hakkıdır bu-, ölmeyen, öldürülemeyen ancak onun şiirleridir. Şairin nüfus kâğıdında zaten ölüm köşesi yoktur. O aslında Ölmez. Kentler, örneğin bir Agadir, bir Üsküp yüzyılda, bin yılda yapılır, bir dakikada yok olur; şiirde bu tam terstir: o bir dakikada doğar, yüz yıl, bin yıl yaşar. Şair için iri sözler söylenebilir, çünkü: "Şairin okurlar gözünde, halkın gözünde büyük, çok büyük bir yeri vardır 6 ". Şiir için, iri sözler söylemeye gereksinme duyulmaz. Neden? Şiirin kendisi büyüktür de ondan. Büyüklüğü, kişisel, yaşamsal oluşundandır. Güzeldir de üstelik. Ölümü de güzelleştirdiğinden değil, aksine o da, kişi gibi ölümü yaşamanın bir parçası olarak kabul ettirebilmesindendir. Şiir, şairin belgesidir. Kişisel yaşamı şiirinin dışında düşünülebilir, ama şair, onun şiiri demektir, katıksız, yalansız. Şair, bazen başka birini aldatabilir, başka birine güzellik adına yalan söyleyebilir, ama kendi kendisini asla al- 2. Orhan Veli Kanık, "Şiir ve Cemiyet", "Şiir Sanatı", Varlık Yayınevi. 3. Çernişevski, "Sanatla Gerçeklik Arasındaki Estetik İlişkiler", "De" dergisi, sayfa 319. 4. Siler, "İnsanın Estetik Terbiyesi Üzerine Mektuplar", sayfa 144, Eğitim Bakanlığı kitapları. 5. Marko Ristiç, "İstorija i poezija" (Tarih ve Şiir), sayfa 29, "Prosveta", Belgrad, 1963 6. Nunıllah Ataç, "Sözden Söze - Ararken", sayfa 152, "Varlık".

datamaz, kendi kendisine yalan söyleyemez. Şair çalmaz. Aramızda çalanları -konu, mısra hırsızlarını- görünce üzüldüğümüz hep bundandır. Çünkü böyle şairler artık şair değildir. Şairi bulunduğu ortam etkilemeli. Şiir, iyiliğe, güzelliğe götüren bir araç olmalı. Ancak böyle şairlere günümüzde ve gelecekte büyük bir gereksinme olabilir. Şairi saymak, şiirin İçinde yaşayan erdemi, yaşamı saymak demektir. Şairse, hiçbir zaman kişiye, kişinin özgürlüğüne, yaşama, yaşamın karşıtlığına karşı olmamıştır. Olamaz. Çünkü şair, eğer kişiye, yaşama karşı olsaydı, kendi kendisine karşı olacaktı. Böyle şey olmaz. Çünkü bu, kişinin kendi kendisine el kaldırması olurdu. Oysa, şairi anlamak güç değildir. Neden? Şairin iki yüzü yoktur da ondan. Şair açıktır, yüreği dilindedir şairin. Duyduğunu söyler. Çekinmeden, ardına bakmadan, yılmadan. Ona bu özgürlüğü kinişe vermez, o bunu kendisi alır. Her şey onun içinde kümeleşir: "Gerçekte şairin kafası sayısız duyguların, sözlerin, görüntülerin yakalanıp birik (irildiği bir kaptır; bu birikenler, yeni bir birleşimin kurulabilmesi için birleşebilecek bütün parçalar toplanıncaya dek orada beklerler 7 ", Şairin dili başka olabilir, ama şiir hep ayındır. "Hiçbir şairin, hiçbir sanatçının tek başına tam bir anlamı yoktur 8 ". Şair bazen tek bir ulusun malı olabilir, ama şiir tek bir ulusun değil, tüm ulusların ortak malıdır. Şiir kadar birleşmiş erdemler çok azdır, belki de hiç yoktur. Şair lirik olabilir, şair karmsar olabilir, şair toplumcu olabilir, ama şiir hep aynıdır. Bunun için de ulusları, uygarlıkları birleştiren en güçlü bir araçtır o. Mühendisin kurduğu köprü, bir nehri bir yandan öte yana geçmeyi sağlarsa, o en büyük, en uzun olanları, örneğin, denizi, okyanusu da bağlarsa, şiirle kurulan köprü dünyayı bir ucundan öteki ucuna bağlar. Şiirimizi, yerli şiirimizi bu öğe üstüne kurmalıyız. Çünkü: Her şey yok olabilir, her şey kötüye yüz sürebilir. Yok olmayacak, kötülüğe yüz sürmeyecek ancak şiirdir. Dahası: Şair olacaksın, sevgiden, özgürlükten yana türkü söyleyeceksin. Sevineceksin güneşe, gümşığına, samana. Kişioğlu eksenin olacak, onun işinden, varlığından kıvanç duyacaksın. Yaş-. landiğın zaman da çocukluğundan bir parça kalacak içinde: Gözlerin işıyacak, kişinin, toplumun kaygılarında kendini bulacaksın. Sevineceksin şair olduğuna. Yalnız şair olduğuna sevineceksin. Koşacaksın iyinin, güzelin ardından. Şunu asla unutmayacaksın: "Şiir gcrileyemez. Ned'- t? İlerleyemez de ondan 9 ". 7. Tomas S. Eliot, "Denemeler", sayfa 16, "De" Yayuıevi. S. A.g.e., sayfa 25. 9. Viktor Hügo, "Şiirde Gerileme Olmaz", sayfa 42, "Şir Sanatı", "Varlık".