Bayram Gurbanov (1910-1984) Bayram Gurbanov 4O'lı yıllarda edebiyat sahasına çıktı. O ilkokuldan sonra, meslek lisesinin marangozluk bölümünde okur, orada öğretmenlik yapar. Aşgabat'ta açılan ilk özel komsomol yetiştiren okulu bitirir. Bayram Gurbanov izci yöneticilerinin cumhuriyete ait okulunda müdür, komünist partisinin gençlik örgütünün Aşgabat bölge komitesinde sekreter, "Sovyet Türkmenistanı" gazetesinde, "Sovyet Edebiyatı" dergisinde bölüm müdürü, "Pioner (İzci)" dergisinde yönetici olarak çalışır. O, "Tesadüf", "Bir Dönüş", "Göçebe Avcılığın Sohbeti", "Tatil Günlerinde", "Sırlı Patikacık" adlı kitapları miras bıraktı. ÇÖLDE / ÇÖLDE /Hekayal / (Hikâye) Yazıň sonkı ayıdı. Bütin dünye yaşıl don geynen yalı, gök-parç otdı. Al-elvan övsüp oturan gülli-gülelekli meydandan burkurıp yaklımlı ıs gelyerdi. Biz şovlı avdan son sehrada düşlep, sara edinmeğe oturıpdık. Yoldaşım hem av avlamağı diysen govı göryerdi. Ava gızığalı beri- dünyede avçılıkdan govı zat yok bolsa gerek diyip düşünyerdi. Hava, onun bu aydyanı doğrudır, dünyede av avlamakdan gızıklı neme bar ahırın! İne, yaz ayının acayip güni, gök-parç bolup yatan gifi sehranın ortasında, av sarasının başında biz özara gürrün edişyerdik. Gürrünimiz velin dine av hakında baryardı. Yoldaşım yaş, teze avcı bolanson, onun hemme zadı bilesi gelyerdi: guşlar, her hili hayvanlar hakında, oları nehili edip avlamak barada sorağ barını yağdıryardı. Men-de coğap beryerdim. Ol birden gobsınıp, oturan yerinden dızına galdı-da: Yazın son ayıydı. Bütün dünya yeşil elbiselere bürünmüş gibi, yemyeşil ottu. Kıpkırmızı renge bürünen kızıl güllerle dolu meydandan güzel bir koku geliyordu. Biz iyi geçen bir avdan sonra sahrada etleri pişirip karnımızı doyurmak için konaklamıştık. Yoldaşım da avcılığı çok seviyordu. Ava gönül verdiğinden beri, "dünyada avcılıktan daha güzel bir şey olmasa gerek" diye düşünüyordu. Evet, onun söylediği doğrudur, dünyada avlanmaktan daha ilgi çekici ne var ki! Güzel bir yaz ayının tuhaf bir günü, yemyeşil geniş bir sahranın ortasında, av yemeğinin başında kendi aramızda sohbet ediyorduk. Sohbetimiz sadece av konusundaydı. Yoldaşım, genç ve tecrübesiz bir avcı olduğundan her şeyi öğrenmek istiyordu: Kuşlar ve diğer hayvanlar hakkında, onların nasıl avlanacağı konusunda ard arda sorular soruyordu. Ben de cevap veriyordum. O birden oturduğu yerden fırladı:
- Hava, buların barısı şeyle, yene başga bir zat: guşlar öz çağalarına hövürtge edyerler, tilkidir garsak, möcekdir şağal öz çağalarını sürende saklayar, tovşanam çebşeklerini gür çöpde penalayar, yeri, onda keyik öz ovlağını nirede saklayar? diyip, yüzüme çinyerildi. - Şu açık meydanda, diyip, men coğap berdim. - O nehili beyle? İn bir gorkak, in bir sarç hay van açık meydanda haysı bir zatdan ovlağını gorap biler? - Ehli zatdan, hat-da adamdan-da... Ol menin bu coğabıma kenbir pitiva etmedimi, nememi, yüzüni aşak salıp yüğırdı. Doğrusı, onun keyik hakında mana beryen bu sorağı- birvagt menin özümi-de horlan sorağdı. İne, şu hakda bir vaka menin yadıma düşdi. Men onı yoldaşıma gürrün edip berdim. Ol vaka şeyle bolupdı. Men ol vagt yaşdım. Av avlamağa yaňı başlan vagtlarımdı. Yazıň soňkı ayıydı. Bahar onat gelensofi, gifî sehra solardı. Gün günortana yakınlap, onun meymiredici hovrı barha çoğlanyardı. Men yadavdım, avdan soň günün çoğuna has-da ağralıpdım. Düşlere amatlı yer antap, sehranm içi bilen baryardım. Birdenke, ön yanımda, yalazı yerdeki garmca tümmeciğinin alkımında yatan keyik ovlacığına gözüm düşdi. Avcı canı bar bolsun! Ora gören badıma, mendeki yadavlıkdan, agraslıkdan hiç zat galmadı. Men derrev yere yazıldım, om canlıca tutmağı peylep, bardım bilen ona baka süyşüp uğradım. Men yer bağırtlap barşıma bar erkimi, tağallamı cemlep, sessiz- üynsüz süyşcek bolup çalışyardım. Demimi almacak bolup dert-azara galyardım. Onda-da gövnüme bolmasa, durşuma hasırdıdır haşıldı bolup baryan yalıdım... Elbetde, bu pursat yaş avcı üçin yenil pursat deldi... Men ovlacığa yakınlaşdım, indi tüpeňi taşlağadan, onun üstüne zınmakçıdım. inha, ovlacık gulaklannı yapırıp, iki ön ayağının arasında eneğini yere basıp, gözlerini yumup yatırdı. Onun dodacıkları münküldep gımıldaşyardı. Kete bolsa gulacıklarınıň uçcagazları çalaca tisğinip gidyerdi. Belkem, ol şu vagt düyşürgeyendir uzmlı gün aç yatan ovlacık hezir düyşünde enesini emyendir... Men ovlacığıň şu bolşuna sın edip, sehelçe seğinenimem şoldı velin, "veh!" diylen yalı bir vaka boldı. Niredendir birden bir ayılganç güpürdi eşidildi-de, menin üstümden mehnet bir gövre zabırdap geçdi... Men zövve galanımı, elimdeki tüpenin honda zıňlıp gidenim hem duyman galdım. Nemenin-nemediğini anşırman, donan yalı durdum. Bir görsem, hanha, edil alkımımda bir - Evet, bunların hepsi böyle, fakat başka bir şey var: Kuşlar, yavrularına yuva yaparlar, tilki, sansar, kurt ve çakal eniklerini yürüdükleri anda saklar, tavşan da yavrularını sık otluk yerlerde korur, peki, bu arada sorayım, geyik yavrusunu nerede saklar? deyip yüzüme dikkatlice baktı. - Şu açık meydanda, diye cevap verdim. - O nasıl öyle? En korkak, en ürkek hayvan, açık meydanda hangi tehlikeden yavrusunu ko ruyabilir? - Hiç bir şeyden hatta insandan da... O benim bu cevabımı pek uygun bulmadı mı, kim bilir? Yüzünü asıp gülümsedi. Gerçeği söylemek gerekirse, onun geyik hakkında bana sorduğu bu soru -çoktandır kendi kendime de- sorduğum bir soruydu. Şu anda bununla ilgili bir olay hatırıma geldi. Bunu yoldaşıma anlattım. Bu olay şöyle olmuştu: O zamanlar gençtim. Avlanmaya yeni başlamıştım. Yazın son ayıydı. Bahar güzelliğiyle geldiğinde geniş saha yemyeşil olurdu. Güneş, güneye yakınlaştıkça onun uyku verici sıcaklığı daha çok artıyordu. Yorgundum, avdan sonra güneşin yakıcı sıcağıyla daha da ağırlaştım. Rüya görmek için elverişli bir yer aramak için sahranın içinde dolaşıyordum. Birden bire, ilerdeki çıplak düzlükte, karınca tümseğinin yakınında yatan geyik yavrusu gözüme ilişti. Avcı canı var olsun! Onu görünce, bende ne yorgunluk ne halsizlik kaldı. Hemen yere uzandım, onu canlı olarak tutmak amacıyla, yavaşça sürünmeye başladım. Yerde sürünerek, var gücümü, gayretimi toplayıp sessiz sedasız yaklaşmaya çalışıyordum. Soluk almak istediğimde ıztırap çekiyordum. O sırada sanki gövdemden değil de hareket etmemden bir hışırtı çıkmış gibi geldi... Elbette, bu fırsat genç avcı için kolay bir fırsat değildi... Ceylana yaklaştım, sadece tüfekle nişan alıp, ona ateş edecektim. Bu arada ceylancık kulaklarını dikip, iki ön ayağının arasında çenesini yere dayamış, gözlerini yummuş yatıyordu. Dudakları tir tir titriyordu. Ara sırada kulacıklarının uçları yavaşça sallanıyordu. O, şu anda belki de hayâl görmekteydi, uzun bir gün boyunca aç yatan yavrucak şu anda hayâlinde belki de annesini emiyordu... Yavrucağın bu durumuna bakıp, kısa bir süre duraksadığımda aniden "veh!" şeklinde bir ses yükseldi. Nereden geldiği bilinmeyen ani, korkunç bir patırtı duyuldu ve üstümden büyük bir gövde zapırdayıp geçti... Alel acele yerimden kalktığımı, elimdeki tüfeğin bu arada patladığını da hissetmedim. Neyin ne olduğunu anlamadan, dondum kaldım. Bir de ne göreyim, işte, hemen ya-
geçi keyik gulaklarını keykerdip, maňa dikan sercdip durdı. Gövnüme bolmasa, ol yene maňa topulmakçı yalıdı... Men hut goranmak üçin derrev tüpenimi yatladım. Görsem, golayimda tüpenem yokdı... Ol honda yatırdı. Men tüpene topuldım. Onı alıp, ızıma övrülsem, seredip duran keyik-de, yankı uklap yatan ovlak-da yokdı. Olar eyyem menden ören uzakda- hol alısdan tirkeşip baryardılar. Bu keyik şol ovlağın enesi ekeni... Gör, ol öz balasını nehili batırlık bilen halas etdi! Meniň bu vakanı gürrün berip gutaranım hem şoldı. Birden asmanda bir vazzıldı peyda boldı. Biz genirgenip, asmana seredişip başladık. Birbada biz onı görüp bilmedik. Vazzıldı barlıa gatı eşidilip yakmlaşyardı. Birden oňa gözümiz ildi. Ol hut bir ullakan gara yumak yalı, yokardan aşak düvlüp gelyerdi. Yoldaşım ondan hovatırlanıp: "Ol geni bize garşı gelyer!" diyip gığırdi. Emıtıa ol şol gelşine bizin üstümiz aşırı geçip, dik aşak yere inip başladı. Biz onun inyen yerine seretdik. Yerde hiç zat görünmeyerdi. Emma birden bizin gözümiz başga bir zada kaklişdı. Nemedir bir zat, ızında incecik tozan galdırıp, yankı garanın inen yerine bakan yer girdirip illa ok yalı süynüp gelyerdi. Asmandan düvlüp gelyen gara yere golaylaşdı-da, birden iki tarapa yayılıp aşak indi. Şol halatda, ol yerik helki süynüp gelyen incecik tozan-da gelip yetişdi. Bu yerden tozan dik asmana galdı... Biz heniz hiç bir zat aňışırıp bilmen, seredip durduk. Birden gcrimli ganatlarını hayallık bilen kakıp, eğirt bir dağ bürgüdi zordan tozaňın yokarısında galdı-da, yu vaşlık bilen övrüm edip, bir yana çekillip başladı. Onyança yankı turan tozan-da sovuldı. Görsek, bir keyik körpece ovlağı bilen goltaşıp gidip bar-yardı, yöne ovlacık çalaca ağsayardı... Yoldaşım oların ızmdan seredip durşuna: - Keyik, gör nehili eserdeň, duyğur hayvan eken, diyip, onun öz ovlağını düşmandan goraşma hayran galip, menin yüzüme çinyerildi-de- Yöne neme üçin, ol ovlacığını taşlap, öke gezyerke? diydi. - Hava, keyik dine bir eserden, duyğur hay van del. Onda özüne göre mekirlik-de bar. Ol entek ovlakları özi bilen den-depeleşip gaçmağı başaryança, gündiz ızına tirkemeyer. Oları dine gice tirkep gezdiryer. Uzınlı gice oları otaryar, emdiriyer. Gündizine bolsa oları gizleyer, diyip, men ona gürrün berdim. - Bu düz çölde nirede gizlesin? diyip, yol daşım yene yılgırdı. - Hava, hut şu tekiz çölüň içinde. Onda-da, gör, nehili gizleyer! Ol çölün ortasına çıkyar. Dan kınımda bir geyik kulaklarını dikmiş, ters ters bana bakıyordu. Bana saldıracak gibiydi... Korunmam gerek diye düşününce tüfeğimi hatırladım. Etrafıma bakınca tüfeğimin olmadığını gördüm... O, biraz ilerde duruyordu. Tüfeğe doğru atıldım. Onu alıp arkama döndüğümde, geyik de yanında uyuklayıp duran yavrusu da yoktu. Onlar, benden oldukça uzakta, tâ ilerde peş peşe gidiyorlardı. Bu geyik o ceylanın anasıymış... Gördün mü, o yavrusunu nasıl kahramanlıkla kurtardı! Bunu, sorduğun için anlattım. Tam bu sırada, birden gökyüzünde bir vızıltı peyda oldu. Şaşkınlıkla gökyüzüne bakmaya başladık. Onu, hemen o anda göremedik. Vızıltı daha fazla yükseliyor ve yaklaşıyordu. Birden ona gözümüz ilişti. O gerçekten büyük kara bir yumak gibi, yukarıdan aşağıya doğru hızla geliyordu. Yoldaşım endişelenip: "Tam üstümüze geliyor" diye bağırdı. Bu gelişine rağmen o, üstümüzden aşıp geçti, dik bir şekilde aşağı doğru inmeye başladı. İndiği yere baktık. Yerde hiç bir şey görünmüyordu. Fakat birden gözümüz başka bir şeye takıldı. Neyse bir şey, peşinde incecik bir toz bulutu kaldırarak yan taraftaki kara yumak gibi şeyin indiği yere doğru hızla, atılmış ok gibi ilerliyordu. Gökyüzünden inen bu kara yumak, kara toprağa yaklaşınca birden iki tarafa yayılıp aşağı indi. Bir müddet sonra uzayıp gelen o incecik toz bulutu da oraya ulaştı. Toz bulutu buradan gökyüzüne doğru yükseldi. Henüz hiç bir şey anlamadan bakıyorduk. Birden geniş kanatlarını yavaşça çırpan çok büyük bir dağ kartalı güçlükle toz bulutunun üstüne çıktı ve yavaşça daire çizip, bir tarafa çekildi. O sırada yandaki toz bulutu da dağıldı. Bir de ne görelim, bir geyik körpecik yavrusu ile yan yana gidiyordu. Fakat yavrucuk hafifçe aksıyordu... Yoldaşım onların peşinden bakarak: - Geyik, nasıl hassas, duygulu hayvanmış, deyip onun yavrusunu düşmandan koruyuşuna hayran olup, benim yüzüme dikkatlice baktı da "niçin, o yavrucuğunu dışlayıp yalnız geziyor ki?" dedi. - Evet, geyik sadece bu açıdan duygulu bir hayvan değil. Onda kendince bir hile de var. O, yavrularını, birbiriyle çifteleşip kaçmayı başarıncaya kadar, gündüzleri peşine takmıyor. On ları sadece geceleri yanına alıp gezdiriyor. Uzun gece boyunca onları otlatıyor, emdiriyor. Gündüz ise onları gizliyor, diye anlattım. Yoldaşım: - Bu dümdüz çölde nereye gizlesin? deyip gü lümsedi. - Evet, gerçekten bu dümdüz çölün içinde. O zaman, bak, nasıl gizliyor, gör! O, çölün ortasına
atıp, dünye yagtılar velin, ovşağından azacık çete saylanyar-da öň ayaklarını yere urup tarpıldadyar. Enesinin ayaklarınıň sesini eşiden ovlacık şol bada tapır-tupur yatyar, alkımını yere berip, gulaklarını yapıryar. Ol şol yatışına, te garaňkı düşüp, enesi yarana gelyençe, sarsman yatyar. İndi sen pikir edip gör, açık düzde, yalaňızca garınca tümmeğinin yanında ofta menzeşce bolup yatan candan hara bir tana göreyin! İne, avcı yiğit, keyik şeydip, hut açık düzün içinde öz ovlağını gizleyer. Ol öz ovlağını yatırıp, onuň yanında durmayar, emma uzağa hem gitmeyer. Ol öz balasınıň golay-goltuğıfida gezip, uzınlı gün ona gözegçilik edyer. Ovlağma bir zat bolaysa yetişmeğe hezir. Hanka, sen görüp dursun, yiti gözü, ören tangır yırtıcı bürğüt ovlağııî yatanını aňıp, onun üstüne inende, gör, yene om in bir hovplı düşmandan hem gorap saklamağa yetişdi! - diyip, men oňa keyiğiň şu birce hesiyetini gürrün berdim. Sondan soň ol hemişekisi yalı, pitivasız yılgırmasını goydı-da: - Hay sı bir ene öz balasını goramayar!, diyip, yuvaşca seslendi. çıkar. Tan söküp, dünya ışıklanır ancak yavrusundan azıcık uzaklaşınca, ön ayaklarını yere vurup tapırdatır. Annesinin ayaklarının sesini işiten yavrucuk bunun üzerine tapir tupur yatar, çenesini yere koyup, kulaklarını indirir. O, tâ karanlık çöküp anası yanına gelinceye kadar bu şekilde hiç kıpırdamadan yatar. Şimdi sen düşün, açık ovada, çıplakça karınca tümseğinin yanında ona benzer bir şekilde yatıp duran başka hayvan var mı? Bir tane göstersene?!... İşte, avcı yiğit, geyik, yavrusunu açıklık, dümdüz ovada bu şekilde gizler ve korur. O, yavrusunu yatırır, onun yanında durmaz ama, uzaklaşmaz da. Yavrusunun yakınında gezip gün boyunca ona bekçilik eder. Yavrusuna bir şey olursa yetişmeye hazırdır. Gördün ya, keskin gözlü, her şeyi ayrıntısıyla gören yırtıcı kartal, ceylanın yattığı yeri hissedip, ona saldırdığında geyik, yavrusunu en korkunç düşmandan bile koruyup saklamaya yetişti! deyip, ona geyiğin bir tek bu hasiyetini anlattım. Bundan sonra o önceki gibi, uygunsuz, lüzumsuz gülümsemesini bıraktı ve usulca: - Hangi ana kendi yavrusunu korumaz!... diye fısıldadı.