CHRISTIAN JUNGERSEN Danimarkalı yazar Christian Jungersen 10 Temmuz 1962 yılında Kopenhag da doğdu. İletişim eğitimini ve sosyoloji yüksek lisansını Roskilde Universitesi nde bitirdikten sonra hiç biri sahnelenmeyen senaryolar yazdı, metin yazarı, TV senaryo danışmanı ve film öğretmenliği gibi işlerde çalıştı. İlk romanı Undergrowth (1999) eleştirmenler tarafından beğenilmekle kalmadı, Danimarka En İyi İlk Roman ödülüne de değer görüldü ve ulusal çok satanlar listesine girdi. Başarısı Jungersen e Danimarka Sanat Vakfı nın verdiği üç yıllık yazarlık bursunu da kazandırmıştı. Böylece ona büyük bir başarı getiren ikinci romanı İstisna ya başladı. İstisna 2004 Ekim ayında yayınlanmasından sonra, Danimarka çok satanlar listesinde tam 18 ay ilk sırada kalarak başka hiçbir romanın erişemediği bir başarıyı yakaladı. Yirmiden fazla dile çevrildi, çok sayıda ödülün sahibi oldu. Son romanı You Disappear (2012) ile başarısını sürdüren Jungersen halen Akdeniz de, Malta adasında yaşıyor.
Ayrıntı: 803 Edebiyat Dizisi: 210 İstisna Christian Jungersen Kitabın Özgün Adı Undtagelsen Danca dan Çeviren Nur Beier Dizi Editörü A. Ömer Türkeş Son Okuma Tayfun Koç by Christian Jungersen 2004 Türkçe yayım hakları Kalem Ajans aracılığıyla alınmıştır. Bu kitabın Türkçe yayım hakları Ayrıntı Yayınları na aittir. Kapak Fotoğrafı Sevinç Altan Kapak Tasarımı Arslan Kahraman Kapak Düzeni Gökçe Alper Dizgi Hediye Gümen Baskı Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti Merkez Efendi Mah. Fazılpaşa Cad. No: 8/2 Topkapı/İst. Tel.: (0212) 612 31 85-576 00 66 Sertifika No.: 12156 Birinci Basım 2014 Baskı Adedi 2000 ISBN 978-975-539-934-8 Sertifika No.: 10704 AYRINTI YAYINLARI Basım Dağıtım San. ve Tic. A.Ş. Hobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No: 3 Cağaloğlu - İstanbul Tel.: (0212) 512 15 00 Fax: (0212) 512 15 11 www.ayrintiyayinlari.com.tr & info@ayrintiyayinlari.com.tr
Christian Jungersen İstisna
EDEBİYAT DİZİSİ SUNİ TENEFFÜS/Ricardo Piglia Ë MANŞ ÖTESİ/Julian Barnes Ë ADA/Aldous Huxley Ë GÜLÜN MUCİZESİ/Jean Genet Ë MÖSYÖ/Jean-Philippe Toussaint Ë ÇİÇEKLERİN MERYEM ANASI/Jean Genet Ë BAŞUCU OĞLANI/Alison Fell Ë YARATIK/John Fowles Ë SENİ SEVMİYORUM/Julian Barnes Ë ZENCİLER/Jean Genet Ë TÜNEL/Ernesto Sábato Ë KARA PRENS/Iris Murdoch Ë KARNINDAN KONUŞANIN ÖYKÜSÜ/Pauline Melville Ë TANRI NIN AĞZINDAN EVRENİN HİKÂYESİ/Franco Ferrucci Ë HAYATIN VE AŞKIN YASALARI/Connie Palmen Ë KAHRAMANLAR VE MEZARLAR/Ernesto Sabato Ë KAYNAK VE ÇALI/Michel Tournier Ë CENNETE BİR KOŞU/J.G. Ballard Ë DİŞİ ADAM/ Joanna Russ Ë FLAUBERT İN PAPAĞANI/Julian Barnes Ë ALDATMA/Philip Roth Ë KOKAİN GECELERİ/J.G. Ballard Ë ACABA NASIL?/Samuel Beckett Ë MANTISSA/ John Fowles Ë KOLEKSİYONCU/John Fowles Ë BENJAMIN: DAR GEÇİTTEKİ AYDIN/ Jay Parini Ë METEORLAR/Michel Tournier Ë ARKADAŞLIK/Connie Palmen Ë AŞK VESAİRE/Julian Barnes Ë SİRİUS TAN GELEN KURBAĞA/Tom Robbins Ë BAYAN GULLIVER CÜCELER ÜLKESİNDE/Alison Fell Ë GELECEKTEN ANILAR/William Morris Ë BENİMLE TANIŞMADAN ÖNCE/Julian Barnes Ë İNGİLTERE İNGİLTERE YE KARŞI/Julian Barnes Ë İYİ İŞ/David Lodge Ë YİTİK RUHLAR IRMAĞI/Connie Palmen Ë TERAPİ/David Lodge Ë ÖLÜRKEN/Jim Crace Ë GÜZELLİK HIRSIZLARI/Pascal Bruckner Ë SÜPER KENT/J.G. Ballard Ë SISKA BACAKLAR/Tom Robbins Ë BETON ADA/J.G. Ballard Ë İLK AŞK, SON TÖRENLER/Ian McEwan Ë GILLES İLE JEANNE/Michel Tournier Ë BİR KOMÜNİSTLE EVLENDİM/Philip Roth Ë KIZILDERİLİNİN ŞARKISI/James Welc Ë SİNEMA MÜDAVİMİ/Walker Percy Ë KARANLIKLARIN EFENDİSİ/Ernesto Sabato Ë METROLAND/Julian Barnes Ë BİZİ NEDEN TERK ETTİN SAYIN BAŞKAN?/François Vigouroux Ë DÜŞÜNCE BALONLARI/David Lodge Ë MİLENYUM İNSANLARI/J.G. Ballard Ë MÜNECCİM KRALLAR/M. Tournier Ë BEYAZDAKİ KARA/Maggie Gee Ë KAYBOLUŞ/G. Perec Ë HINÇ AYLARI/P. Bruckner Ë LİMON MASASI/J. Barnes Ë BÜYÜCÜ/J. Fowles Ë GÜNDOĞUMUNA YOLCULUK/J. Barnes Ë OKLUKİRPİ/J. Barnes Ë FISKADORO/D. Johnson Ë HAYALETLERİN GÖÇÜ/P. Melville Ë ÖLEN HAYVAN/P. Roth Ë SICAK ÜLKELERDEN DÖNEN VAHŞİ SAKATLAR/Tom Robbins Ë PASTORAL AMERİKA/P. Roth Ë ABANOZ KULE/J. Fowles Ë ARTHUR VE GEORGE/J. Barnes Ë VAHŞET SERGİSİ/J. G. Ballard Ë VİLLA MEÇHUL/Tom Robbins Ë ASKER GRAMAFONU NASIL TAMİR EDER?/Sasă Stanisĭć Ë FARMAKON/Dirk Wittenborn Ë NE KADAR İLERİ GİDEBİLİRSİN/D. Lodge Ë GERİYE UÇAN YABAN ÖRDEKLERİ/T. Robbins Ë BİR SAHTEKÂR OLARAK HAYATIM/P. Carey Ë İNTERNETTE BALIK AVLAMAK/Nasreen AKHTAR Ë LANCELOT/Walker Percy Ë ÖLÜ BİR DİLDE AŞK/Lee Siegel Ë VAHŞİ İNSANLAR/Dirk Wittenborn Ë GÜNEŞİ DURDURACAĞIZ/F. Bouillot Ë SHYLOCK OPERASYONU/Philip Roth Ë KAYBEDENLERİN BELLEĞİ/Michel Ragon Ë SAVAŞ ARTIĞI/Ha Jin Ë YAZAR, YAZAR/D. Lodge Ë B, BİRA/Tom Robbins Ë EVE YÜZMEK/Rolf Lappert Ë HAFIZ DİVANI/Hafız-ı ŞiraziË KUZEYE GÖÇ MEVSİMİ/ Tayeb Salih Ë OEGSTGEEST E DÖNÜŞ/Jan Wolkers Ë TURİNGİN HEZEYANI/Edmunda Paz Soldán Ë KOVBOY KIZLAR DA HÜZÜNLENİR/Tom Robbins Ë NABIZ/Julian Barnes Ë DANIEL MARTIN/John Fowles Ë HARABELERDE AŞK/Walker Percy Ë BAY BLANC/Roman Graf Ë HAVAALANI BALIKLARI/Angelika Overath Ë DAYICAN NAPOLYON/İyrec-i Pézéşkzâd Ë HARMATTAN/Gavin Weston Ë BİR SON DUYGUSU/ Julian Barnes Ë HEZEYAN/Laura Restrepo Ë O ASLA GERİ GELMEYECEK/Hans Koppel Ë YARASALAR/Marcel Beyer Ë KAYBOLAN/Hans-Ulrich TreichelË BİR KÜÇÜK İMPARATORLUK/Christian KrachtË HAYAT DÜZEYLERİ/Julian Barnes Ë GÖZYAŞININ KİMYASI/Peter CareyË VÎS İLE RÂMÎN/Fahreddin Es ad-i GorgânîË ANATHEM/Neal Stephenson Ë BEYAZ DÜNYA/Andrew McGahan Ë MUTSUZLUK ZAMANLARINDA MUTLULUK/Wilhelm Genazino Ë KIRIK KÖŞELİ İLKBAHAR/Mario Benedetti Ë GECELERİ DAİRELER ÇİZEREK YÜRÜRÜZ/Daniel Alarcon Ë BİR BUĞDAY TANESİ/ Ngũgĩ wa Thiong o Ë PARROT İLE OLIVER AMERİKA DA/Peter Carey 4
Iben 1 unların kafasında birbirlerini öldürmekten başka şey Byok mu? diye soruyor Roberto. Genelde hiç böyle konuşmaz. Dört insani yardım görevlisiyle, iki rehineciyi taşıyan kamyonet en az bir saattir olduğu yerde duruyor. Yolun ilerisi, yanarak enkaz haline gelmiş arabalar yüzünden trafiğe kapatılmış fakat geri manevra yapmak veya doğruca yol kenarındaki derme çatma kulübelerin arasından geçip gitmek mümkün....yani demek istiyorum ki, böyle daha ne bekliyoruz? Şu mereti o insan sürüsünün arasından sürüp geçseler ya! 5
Roberto nun İngilizcesi aslında mükemmeldir ama bu sefer İtalyan aksanı sırıtıyor aradan. Zorlukla soluk alıyor, yanağından aşağıya akan ter, ağzının köşesinden içeri süzülüyor. Etraflarında uzanan gecekondu bölgesi, çiğnenmekten vıcık vıcık olmuş, dışkı kaplı inek ağıllarının renginde. Kamyonetin altındaki çamur, güneşten fırınlanmış seramiğe dönmüş sanki, son yağmur mevsiminde tekerleklerin bıraktığı derin izler, üzerinde desen gibi kuruyup kalmış. Toz deryası içindeki ova, Nübyelilerin cılız dallardan yaptığı iskeletlerin üzerini tezekle örterek, oraya buraya karmakarışık inşa ettikleri gri kahverengi kulübelerle tam bir keşmekeş yeri. Buradayken Iben in şefi pozisyonunda olan Roberto yanındaki diğer üç tutsağa bakıyor:...veya en azından bizi bir gölgeye çekseler ya! Bu feveranın arkasından elini güneş gözlüklerinin alt kenarına doğru kaldırıyor, gayet yavaşça. Rehinecilerden biri, yarım metre boyundaki keskin palasını iki yana sallıyor. Gözlerini gecekondu halkının üzerinden ayırıp Roberto ya çeviriyor, öyle bir bakıyor ki, Roberto nun kolu, kalktığı gibi yavaşça aşağı iniyor. Iben yutkunuyor, kulakları terden tıkanmış olacak, kendi sesi ona vantilatör uğultusu gibi geliyor. En yakın tezek kulübenin duvarının önünde, insan dışkısıyla çürümüş yeşil gübre artığı karışımı, bir metre yüksekliğinde bir pislik yığını duruyor. Gecekondu bölgelerinin o çok iyi tanıdığı, tipik kokusu yayılıyor havaya. Ama buradaki, bayağı daha keskin. Rehinecilerin en genci dua ediyor: O glorious Name of Jesus, gracious Name. Name of love and power. Through you sins are forgiven, enemies are vanquished, the sick... * Iben başını kaldırıp ona bakıyor. Kopenhag dayken yazılarına konu ettiği çocuk askerlere benzemiyor. Tecrübesizliğini ve üzerindeki baskıdan nasıl bunalmış olduğunu kim olsa görebilir. Devamlı kullandığı şu veya bu * Ey İsa nın şanlı adı, güçlü adı. Sevginin ve gücün adı. Senin sayende günahlar bağışlandı, düşmanlar yenildi, hastalar... (ç.n.) 6
uyuşturucunun etkisi azalmış, yerini alan korku onu perişan etmiş. Kamyonetin etrafını belirli bir mesafeden çevirmiş olan ve sayıları da silahları da durmadan artan insan kalabalığına gözlerini dikmiş öylece duruyor. Gözyaşları yanaklarından aşağı süzülüyor. Bir eliyle çizik içindeki siyah makineli tüfeği kavramış, diğer elini kırmızılı mavili, I love Hong Kong yazan tişörtünün üzerine götürmüş, boynundan sallanan haçı ovuşturuyor. Oğlan, dua dili İngilizce olan bir kiliseye bağlı olmalı ki, anadilini bırakıp İngilizce ye dönmüş şimdi; duaları ve İncil den uzun alıntıları makara gibi birbiri arkasından sıralıyor, Latince ilahi okur gibi nağmeli bir ses tonuyla....surely goodness and love will follow me all the days of my life. And I will dwell in the house of the Lord for length of days... * *** Burada, Iben in kendi ülkesinde, yaşam hep aynı devam ediyor. Bıraktığı zaman nasılsa şimdi de öyle. Arkadaşları aynı giysilerle dolaşıyor, aynı şeylerden konuşuyor. Kendisi de her zamanki işine çoktan geri dönmüş. Kopenhag a öyle şaşırtıcı bir değişmezlik hâkim ki; tabii sonbaharın gelmiş olduğu haricinde. Iben rehin alınıp Nairobi nin dışında, küçücük bir Afrika kulübesine kapatılalı üç ay oldu. O günlerde hiçbiri bir daha eve dönebileceğine ihtimal veremiyordu. Bu ruh halini hâlâ çok iyi hatırlıyor. İshali, silahlı muhafızları, sıcağı, korkuyu da. Ve sonra, o günlerde tüm dünyasının sırf bunlar olduğunu da iyi hatırlıyor. Şimdiyse içinden bir ses hiçbirinin doğru olamayacağını söylüyor. Zira artık her şey onlarla dolu değil. Kenya da yaşadıkları, buradaki sakin ve huzurlu hayata sığdırılmaya karşı *...Kuşkusuz iyilik ve sevgi hayatım boyunca her gün yanımda olacak. Ve ben gün boyunca Rabbin evinde oturacağım... (ç.n.) 7
direniyor. Şakaklarına makineli tüfekler dayalı olarak toprağın üzerinde yatan kendisi olamaz. Bütün bunları, bir insan seneler önce, muhtemelen bir film festivalinde seyrettiği yıllanmış bir deneysel filmi nasıl hatırlarsa öyle hatırlıyor artık. Iben şu anda en yakın arkadaşı Malene yle sevgilisi Rasmus un dairesinde. Buradan birlikte çıkıp birkaç yıl önce kaldıkları yurttan tanıdıkları birinin evine misafirliğe gidecekler. Salonda dolanıp duruyor, Malene nin ne giyeceğine karar verip yatak odasından çıkmasını bekliyor. Iben bu arada iki koca bardak mojito hazırlamış ve Fela Kuti nin afrofunk CD sinin son parçası çalarken kendi bardağının neredeyse dibine gelmiş. Malene oturma odasına bir girip bir çıkıyor, şimdi de aynanın önünde durmuş soruyor (konuşuyor): Neden bilemiyorum ama ne zaman onların davetine gidecek olsam, üzerime geçirdiğim her şey, bana burada sanki orada olacağından daha bir cafcaflı geliyor. Aynada kendini seyrediyor, üzerine siyah, yarı şeffaf bir elbise geçirmiş şimdi de; doğrusu, hep eski bir kazak ve pantolonla dolaşan yeni mezun bir biyolog arkadaşa cuma misafirliği için değil de bir yeni yıl daveti için çok daha uygun. Iben: Gittiğimiz davetlerin sıkıcılığından öyle oluyor. Malene, daha sade bir şey bulmak için yine yatak odasının yolunu tutmuş bile. Iben arkasından sesleniyor:...sessiz sakin bir akşam olacağını da rahatça hesaba katabilirsin... Sophie nin evi bu! Ve daha fazla bir şey söylemiyor. Sırf Sophie nin adını bile ağzına almakla her şeyi söylemişmiş gibi hissediyor. Malene nin yatak odasından alaylı sesi geliyor: Evet, Sophie nin evi. Kıkır kıkır gülüşüyorlar. Iben bardağından bir yudum alıyor, bir taraftan da Malene nin kitaplığındaki kitaplara yeni baştan göz gezdiriyor. Birinin evine geldiğinde ilk yaptığı şey gidip kitaplara bakmak 8
olur. Büyük davetlerdeyken de böyledir, hep misafir evindeki kitaplığın önünde oyalanır, ev sakinlerinin okuma zevkini dikkatle gözden geçirir. Gözleri kitap ve yazar adlarının üzerinden kayıp geçerken, bir taraftan da misafirlerin havadan sudan konuşmalarına kulak kabartmayı sever. Malene nin kitap sırtlarını iyi tanıyor, bu sefer antropolojik yazılar içeren kalın bir antolojiyi çekip alıyor raftan ve radyoda çalan yavaş bir melodinin ritmine uyarak olduğu yerde sağa sola sallanıyor. Tüm vücuduna tatlı bir karıncalanma yayılıyor, çakırkeyif olduğunu hissediyor. Kitapla adeta dans ederken, bir bileğiyle de soğuk rom bardağını göğsüne doğru bastırarak, Xingu Kızılderilileri hakkındaki bir yazıyı okuyor. Kabilenin dini âdetlerine göre, genç kızlar kadınlığa geçişi simgelemek için üç yıl kadar bir süreyle ufacık karanlık hücrelere kapatılıyor. Oradan gün ışığına çıktıkları gün, serpilmiş vücutları, solgun tenleri ve upuzun darmadağın saçlarıyla, kabilenin gözünde gerçek kadın sıfatı kazanıyorlar. Kitaplıkta bir video kaseti de duruyor, üzerinde Iben in Kenya dan döndükten sonra katıldığı televizyon programlarının isimleri var, Rasmus kaydetmiş. Iben o zamanlar, bilgilendirme görevlisi olarak çalıştığı Danimarka Soykırım Bilgi Merkezi (DCIF) tarafından, uzlaştırma programlarına destek veren ve soykırımı hazırlayıcı safhalarını araştıran uluslararası bir bilim örgütünün kadrosuna geçici eleman olarak verilmişti. Iben masanın üzerindeki paketten bir bisküvi alıyor ve müziğin sesini kısmadan, video kaseti makineye yerleştiriyor. Bir süre odanın ortasında öylece durup televizyon ekranında beliren kendi yüzünü seyrediyor. Sonra gidip Malene yle Rasmus un geniş kanepesine gömülüyor. Videoyu seyrederken ara sıra gülmeden edemiyor. Sanki kendi kuklasını seyrediyor gibi: TV2-Nyhederne * ve TV-Avisen ** * Dan. TV2-haber. (ç.n.) ** Dan. TV-gazetesi. (ç.n.) 9
stüdyolarına kurulmuş, akıllı ciddi Iben havalarına bürünmüş, yapyabancı bir kadının bir zamanlar başından geçenleri anlatırmış gibi bir hali var. Ama varoşların, serbest bırakılan rehinelerin Amerikan Büyükelçiliği ne getirilişlerinin ve orada düzenlenen basın toplantısının görüntüleri de geçiyor arada. Görüntüleri dikkatlice seyrediyor, inceliyor; ona, her seferinde sanki ilk kez görüyormuş gibi geliyor. Malene şimdi üzerinde hafif bir parfüm kokusu ve sütlü çikolata renginde, ince bir elbiseyle geri dönüyor. Abiye elbiseleri kaldıran bir tipi var: gür, kızıl kahve saçlar ve her zaman hafif bronz bir cilt. Erkekleri anlamak zor değil. Malene de iştah uyandıran bir şey var. Kocaman, altın renkli, üzeri düz ve kaygan bir karamela gibi. Iben, Roberto nun TV-avisen in sunucusuna anlattıklarını duyabilmek için, müziğin sesini kısıyor: Iben, rehin olduğumuz sürece bize durmadan konuşmamızı söyledi durdu, yaşadıklarımızı, ne var ne yok anlatmamızı. Sözcükleri, adeta içeriklerinden arındırana dek tekrarlamaya devam etmemizi... Röportaj Nairobi deki İtalyan Büyükelçiliği nden. Serbest bırakıldıktan sonra Roberto nun eve dönebilecek duruma gelebilmesi için, diğerlerinden daha uzun bir süre psikologların ve doktorların denetiminde kalması gerekmişti. Röportajın yüzü suyu hürmetine güneş gözlüklerini bir kereliğine çıkarmış, gözlüksüz olunca yüzü zayıf ve bitkin görünüyor, gülümseyerek devam ediyor:...iben bazı bilimsel araştırmaların post travmatik stres bozukluğunun en iyi bu yolla önlenebileceğini gösterdiğini söylüyordu. TV-avisen, Kopenhag stüdyosuna, Iben in açıklamalarına dönüyor: Post travmatik stres bozukluğunu önleyici tedavide en önemli husus, bilgi sürecini en kısa zamanda başlatmak. Ora- 10
da ne kadar uzun zaman mahsur kalacağımız hakkında hiçbir bilgimiz yoktu, aylar alabilirdi, dolayısıyla daha hapisteyken bu süreci başlatmamız gerekiyordu, ancak böyle... Iben, Malene nin odasında güven içinde derin bir nefes alıyor. İçkisine uzanıyor: Tam anlamıyla çekilmez bir halim var. Hiç de çekilmez değil. Birçoğunun bilmediğini biliyorsun, o kadar diyor Malene. Ama gazeteciler illa işin bu tarafını vurgulamak istiyor. Beni gıcık bir psikolog durumuna sokuyorlar. Fazla pragmatik düşünüyorum diye, duygusuzmuşum gibiye getiriyorlar. Malene içki bardağını masaya bırakırken, Iben in eline sevecen bir fiske konduruyor. Gülümsüyor: Veyahut da senin o ufacık tezekten kulübede, işleri o kadar iyi idare edebilmenden etkilenmiş olabilirler, o kadar. Sen bir kahramansın, yalnız kahraman olmaya alışık değilsin. Bir kahramanın içini anlayabilen biri var mıdır acaba? Iben ne karşılık vereceğini bilemiyor. Gülüyorlar ve Iben, Malene nin elbisesini işaret ediyor başıyla: O elbiseyle Sophie lere gidemeyeceğinin herhalde farkındasındır. Tabii ki farkındayım. Video kasetteki ikinci kayıt, Iben le Günaydın, Danimarka ve Termin programlarında yapılan röportajlar. Ekrandaki görüntüsünde, sanki vaktinin çoğunu açık havada geçiren birine benziyor, halbuki Danimarka daki hayat tarzı bundan o kadar farklı ki. Halbuki Iben in omuzlarına kadar gelen sarı, gür saçları oraya gidene kadar, çoğu sarışınınki gibi güneşten açılmış filan değildi. İlk defa Afrika nın kızgın güneşinde açılmışlardı. Pek beğenmiş, eve dönünce de kuaförde hep böyle açtırmaya karar vermişti. Televizyonda cildinin rengi de çok hoş görünüyor, hemen hemen Malene ninki kadar hoş. Röportajdan sonraki sürede eski soluk rengi hemencecik geri gelmişti ve tabii gözlerinin 11
altındaki mor halkalar da; açık mavi renkte bir yarımay gibi. Henüz otuz yaşına bile gelmemiş biri için fazla belirginler. Onun için de Afrika dan döner dönmez, Malene nin yaptığını yapmış, Nørrebro daki solaryumlardan birine üyelik kartı çıkartmıştı. Bronz rengini korumak için. Fakat sonunu getirememişti, o gürültülü makinelerin içine uzanıp ter dökmenin ona göre olmadığını çabuk anlamıştı. Gazetecilerin hepsi, hikâyeyi kesip biçip alışılmış tekdüze bir standarda uydurmayı seviyor. Iben ne derse desin fark etmezdi ki, onlar yine de kaydın redaksiyonunu Iben i idealist bir Danimarkalı genç kız olarak gösterecek şekilde yapardı, tehlikelerle dolu koskoca bir dünyayla yüz yüze gelince, kahraman olduğunu da ispatlayan bir model genç kız. Özellikle de rehincilerin elinden kaçıp kurtulduktan sonra, nasıl yine koşa koşa kamyonetteki diğer rehinelere geri döndüğüne ve o arbedenin ortasında acımasız polislere, taraf değiştirmeleri için nasıl bağırıp çağırdığına vurgu yapmışlardı. Gazeteler de diğer rehinelerin Iben i nasıl grubun en güçlüsü diye vasıflandırdığını yazıp çizmişti. Hatta bir gazeteden, rehinelerden birinin ABD deki evine telefon edilmiş, şöyle bir demeç vermesi istenmişti: Eğer grupta Iben olmasaydı, durum kesin böyle iyi sonuçlanmazdı. Bir hafta sonra medya konuya ilgisini kaybetti. Nasıl başladıysa öylece, birden ve kesinkes. Grup sadece dört gün rehin tutulmuştu, dolayısıyla Iben dünyanın meşhur rehineleri arasında bir yıldız konumuna hiçbir zaman ulaşamadı, bu yüzden gazetecilerin ilgisi de uzun sürmedi. Iben, Malene nin sanki bir sorun varmış gibi yüzüne dikkatle baktığını fark ediyor. Her şey yolunda, Malene. Git de üstünü değiş. Emin misin? Evet, tabii. Malene yle Rasmus un dairesi hâlâ bir geçiş evresinde: IKEA malı ucuz yollu iki koltuğun arkalığında hâlâ fi tarihin- 12
de Mellemfolkelig Samvirke ye * ait Verdenshjørnet ** mağazadan alınmış iki Hint kilimi yayılı duruyor. Tıpkı çam ağacından kitaplıkta duran ucuz Polinezya yapımı biblolar gibi bu kilimler de Malene nin RUC da *** Kalkınma ve Uluslararası İktisat okuduğu günlerin yadigârı. Malene nin bitirme sınavının üzerinden üç yıl geçti. DCIF de önce stajyer olarak çalışmış, sonra kalıcı eleman olarak işe alınmıştı. Odadaki bu eski mobilyalara şimdi yeni bir pahalı İtalyan dizayn kanepeyle, 1960 Danimarka dizayn iki koltuk da ilave edilmiş. Malene de Rasmus da iyi para kazanıyor, mali vaziyetleri dairelerini yavaş yavaş daha lüks ve pahalı parçalarla süsleyebilecek durumda artık. Ama Rasmus un zevkinden pek bir iz yok etrafta. Üniversitede filmcilik okuduktan sonra hiçbir iş bulamadıydı; onun için şimdi Avrupa da ticaret fuarlarını ve firmaları dolaşarak, bilgisayar donanım sistemlerinin hızını arttırıcı optik, elektronik komponentler satıyor. Yılın yarısından fazlasını yurtdışında geçiriyor, dairede onun izini taşıyan tek şey kitaplıktaki iki raf dolusu filmcilikle ilgili kitapla, altı aydır yatak odasından kalkmayan o korkunç darmadağınıklık. Telefon çalıyor, Iben gidip açıyor. Öbür uçtaki erkek sesi kulağına tanıdık geliyor, Jysk **** aksanıyla konuşan bu boğuk sesi, P1 radyo kanalının dış haberler programı Orientering de ***** çok duymuştu. Gunnar Hartvig Nilsen bu. Iben, Malene yi çağırıyor. Malene bu sefer üzerine bir blucin ve canlı renkli şık bir ipek bluzla çıkageliyor. Bu akşam için son kararı bu kıyafet olmalı ki göz makyajını da yapmış ama henüz ruj sürmemiş. * Dünya üzerindeki açlık ve fakirlikle savaşmak üzere kurulmuş bir Danimarka insani yardım kuruluşu. 70 yıllık örgüt, 40 ülkede faaliyet gösteriyor. (ç.n.) ** Dan. Dünya Köşesi. (ç.n.) *** Roskilde Üniversitesi. (ç.n.) **** Adalar ülkesi Danimarka nın tek kara bölgesini oluşturan yarımadada konuşulan, kendine özgü farklı bir aksanı olan Danca ya verilen ad. (ç.n.) ***** Dan. Yönelim. (ç.n.) 13
Iben onun telefonda Gunnar ın o akşam birlikte yemek yeme teklifine hayır dediğini, bunun yerine Gunnar ın Sophie ye gelmesini önerdiğini duyuyor. Malene telefonu kapattığında, Iben merakla soruyor: O zahmete girmeyi kabul etti mi peki? Tabii ya. Peki ama orada ne yapacak o? Yeni insanlarla tanışacak, beni görecek, hoş vakit geçirecek, hepimizin yapacağını. Ah, evet, kuşkusuz. Iben televizyonu kapatıyor ve Malene makyajını tamamlamak için banyoya giderken, o da yanında gidiyor. Iben, Gunnar Hartvig Nilsen in adını üniversitede okurken kaldığı yurtta duymuştu, epey yıl önce. Yurtta hepsi, ortaklaşa aldıkları Information gazetesine Gunnar ın o zamanlar yazdığı sayısız makale ve köşe yazısını satırı satırına okurdu. Özellikle Afrika dan gönderdiği haber yazılar hakkında, yurt mutfağında beğeniyle, enine boyuna konuşulurdu. Ve sonra ara sıra hakkında çıkan portre yazılarında Gunnar ın hayat hikâyesini de çok okumuştu. O da Malene gibi başşehre Midtjylland dan * gelmişti, Malene ninkinden çok daha ücra bir taşra bölgesinden. Annesiyle babası çiftçiydi, liseyi bitirir bitirmez, daha on dokuz yaşında, bir geliştirme projesine katılmak üzere Tanzanya ya gitmiş, orada Svahili dilini öğrenmiş ve sonra üç buçuk yıl Afrika da dolaşmıştı. Danimarka ya dönünce, Afrika hakkında bir kitap yazdı, Overlevelsens Rytme; ** sırt çantalı genç turistlerin baş kitabı olmakla kalmamış, uluslararası politikaya ilgi duyanlardan da pek ilgi görmüştü, özellikle fazlaca sol eğilimlilerden. Daha yirmi beş yaşındayken Information gazetesinin tanınmış muhabiri ve yazarıydı. O zamandan beri değişik sürelerde Afrika ülkelerinde yaşadı. Information gazetesine, New York * Jylland ın orta bölgesi. (ç.n.) ** Dan. Sağkalım Döngüsü. (ç.n.) 14
ve Dar es Salaam daki zirve toplantıları ve konferanslar hakkında yazılar yazarken, üniversitede okumayı denedi ama bir yıldan fazla sürdüremedi. Fakat Iben le Malene üniversite eğitiminin son yıllarına geldiğinde, Gunnar muntazaman gazetelere yazmayı bırakmış ve sol kanadın yıldız yazarlarından biri olma ayrıcalığını da bir ölçüde kaybetmişti. Iben, Gunnar ın nerelere kaybolduğunu, Malene dört yıl önce DCIF de stajyer olarak işe girdikten sonra öğrenebilmişti. Malene, Sudan daki o dehşet verici ama o zamanlar daha pek fark edilmemiş olan soykırım hakkında yazacağı yazı için Gunnar la bir röportaj yapma olanağı sağlamıştı. Gunnar artık kırkına varmıştı ve Danida nın * Udvikling ** adlı mecmuasında editörlük yapıyordu. Danida da editörlük işini, karısından boşandıktan sonra hem nafaka ödeyebilmek hem de iki çocuk odalı bir apartman dairesinin masraflarını karşılayabilmek için kabul ettiğini anlatmıştı Malene ye. Udvikling mecmuasında da eskilerini aratmayacak kadar mükemmel yazılar yazıyordu ama konuyla profesyonel olarak ilgilenenlerin dışında pek kimse bu yazıların farkında bile değildi. O sıralarda üniversitede karşılaştırmalı edebiyat okuyan Iben, arkadaşının iş icabı bir sürü renkli şahsiyetle tanışmasını ve güzelliğiyle çoğunun ilgisini kazanmasını kıskanırdı. Ve Malene bir gün ona, Gunnar ın onu yemeğe davet ettiğini söylediğinde bu duygu daha da arttı. Malene yle Gunnar ın şehrin dört bir yanındaki lokantalarda baş başa yedikleri akşam yemekleri birbirini takip etti. Fakat bundan daha öteye gitmedi. Malene bu yemeklerden keyif alıyordu ama Gunnar ın tıknaz yapısı, üzerindeki o düş kırıklığı içindeki sosyalist havası ve de özellikle yaşı nedeniyle Ma- * Danimarka Uluslararası Gelişme Ajansı. Danimarka Dışişleri Bakanlığına bağlı çok yönlü bir yardım ünitesi. (ç.n.) ** Dan. Gelişme. (ç.n.) 15
lene bir türlü ona abayı tam olarak yakamadı. Iben e bazen dert bile yanardı: Gunnar ın, köpek yavrusu gibi yalvaran ısrarcı bakışlarından içine bunaltı geliyordu. Iben ona o zaman şöyle demişti: Sana nasıl âşık olduğunu biliyorken ve onunla yatmayı hiç düşünmezken, yemek davetlerini birbiri ardına kabul edip bir de hesabı ona ödeterek pek doğru yapmıyorsun. İyi güzel de birlikteyken öyle eğleniyoruz ki. Bu ilişkide seks ummadığını bizzat kendi söyledi bana. Tamam ama hesapları o ödüyor, öyle değil mi? Evet ama burada farklı bir durum var. Yalnız o istediği zaman gidiyoruz, bu bir; ben beş parasızım, bu da iki. Züğürt olan ben değil de o olsaydı, ben de onun hesabını seve seve öderdim. Fakat Malene genç ve yakışıklı Rasmus la sevgili olduktan sonra da yaşlı başlı hayranıyla yediği akşam yemeği fasılları devam etti. Iben ilk başlarda, Malene nin Rasmus a şöyle dediğine kulak misafiri olurdu ara sıra: Rasmus, aramızda seks filan söz konusu bile olamaz ki. Gunnar benim için sadece iyi bir arkadaş o kadar. Rasmus da bunun üzerine Malene nin kendi yemek hesabını ödemesinde ısrar ederdi. Ve Malene bir süre sonra kendi hesabını ödemeye başlamıştı. Iben le Malene şimdi mutfakta ayakta bir şeyler atıştırırken, Sophie ye o akşam kimlerin geleceğini konuşuyorlar. Sonra ellerinde içki bardakları, antreye geçiyorlar. Malene, çöp konteynerine gidecek reçel kavanozları, boş gazoz ve şarap şişeleri mezbeleliğinin yanında, pahalı ortopedik ayakkabılarını geçiriyor ayaklarına: insanda enfeksiyöz artrit olunca böyle ayakkabılar da şart oluyor. Üzerlerine paltolarını geçiriyorlar, mojitolarını bir dikişte bitirip kapıdan çıkıyorlar. *** 16