Niyeti temiz olan ve haddini bilen bir Müslüman, başarıya, nîmete karşı şükrünü edâ edemez ise, Allah (CC) o kişiyi bir mahrûmiyete, bir sıkıntıya mâruz bırakır. Meselâ, dikkat ediniz, bir başarıya imzâ atan iyi bir kimsenin sevinci genel olarak devam etmeyebilir / etmez. Çok geçmeden, genel olarak onu gölgeleyen bir olayın üzüntüsü hemen beliriverir. Çünkü biz insanlar, genel olarak nîmetlerin şükrünü gereği gibi edâ etmekte kusursuz olamıyoruz. Eğer nîmetlerin şükrünü tam tamına yerine getirebilsek, sevincimiz devamlı olur, Allah ın (CC) nîmetleri de artar gider. Bu işi beceremesek, sevincimiz sona erse, yine başka bir sıkıntıyla karşılaşsak bile, bir mü min olarak sıkıntı ve belâlara, îmanla gösterdiğimiz, sabrımız oranında af ve lütuflara uğrarız / uğruyoruz. Allâhü Teâlâ ya karşı şükrünü yerine getiremeyen ve de bütün başarılanını kendinden bilen bir Müslümana karşı Allâhü Teâlâ nın muamelesi, yine kulun kalbî niyetlerine göre tecellî etmektedir. Böyle haddini bilmeyen bir kimse, her nîmeti kendinden bildiği için Allâhü Teâlâ yı gücendiren bir kimsedir. Allâhü Teâlâ, böyle bir kulunu devamlı nîmet vererek cezalândırmaktadır. İstidrac, sonu hayırlı olmayan nîmetlere kavuşmaktır. Allah ın (CC) taksimine râzı olmayan ya da kazandığı bütün başarıları yalnızca kendi bilgi, aklı ve kaabiliyetine bağlayan insanlar, bizim Kültürümüz de hadlerini aşan ve hadlerini bilyenler olarak bilinir. Haddini bilememek ya da bilmemek, bir ölçüsüzlüktür. Bizim Kültürümüz de (Dinimiz de) ölçüsüzlüğe zerre kadar yer yoktur; makbul olan ölçü ise Ω, Orta Ölçü (Sünnet denilen Orta Yol 1 ) olarak bilinir. 05.10.2014 Dış yüzüyle lütuf gibi görülen o nîmetler, işin iç yüzü açısından, gerçekten bir kahırdır Bu, Allah ın (CC) o kulun azâbını şiddetlendirmek için lütuf şeklinde ortaya koyduğu, bir kahır ve hesâba çekme yöntemidir. Elmalılı Hamdi Yazır Allâhü Teâlâ nın Nîmetleri Allâhü Teâlâ nın bizler için sayısız lütuf ve nîmetleri vardır. İnsanoğlu bu nîmetlere karşı yeterli teşekkürü yapmıyor yâni hamt ve şükrünü yerine getirmiyorsa, bunun anlamı ilâhî açıdan kulun kendi kendine zulmetmesi olarak yorumlanmaktadır. Hamt ve şükrün kısa târifi, îlâhî olarak Allâhü Teâlâ nın emir ve yasaklarına riâyet etmek diye belirlenmiştir. Hamt ve şükrünü yerine getirmeyenler, suçlu ve borçlu pozisyonundadırlar. Ω.Sayfa sonlarındaki pdf uzantılı koyu mavi kaynaklar tıklandığında, pdf uzantılı ilgili yazıya ânında ulaşılabilir. 1 Temiz, M., Ehlisünnet Yolu (Orta Yol) Ve Aşırı Uçlar, Alındığı İnternet Elektronik Adresi, http://mtemiz.pau.edu.tr/bilim/ehli-sünnet%20(orta%20yol DAN%20GİDENLER)%20VE%20AŞIRI%20UÇLAR.pdf YA DA http://mtemiz.pau.edu.tr/bilim/ehli-sünnet%20(orta%20yol DAN%20GİDENLER)%20VE%20AŞIRI%20UÇLAR.doc, En Son Erişim Târihi: 19.09.2014 / http://mtemiz.pau.edu.tr/bilim/bilimkosesi.htm 1
Allâhü Teâlâ ya böyle şuçlu bir poziyonda olan bir Müslümana karşı Allâhü Teâlâ nın muamelesi, yine kulun kalbî niyetlerine göre tecellî etmektedir. Genel olarak hadlerini bilen Allah ın (CC) sevdiği kullar için, nîmetlere ilişkin hamt ve şükürler ile iptilâlar bir birleşik kap prensibi gibidir. Yâni, nîmetler için yapılan hamt ve şükürler arttıkça, sınav sebebi olan mahrûmiyet ve iptilâlar azalır ya da tersi de olabilir: Çünkü hamt ve şükürler, Allah a (CC) teşekkürün en son merhâlesi olduğu için bunun yerine getirilmesi, insanoğlunun yaratılış sebebine uymaktadır. Nîmetler için yapılan hamt ve şükürler azaldıkça, sınav sebebi olan mahrûmiyet ve iptilâlar artabilir / genel olarak da artar. Zirâ bu ihmal, insanoğlunun yaratılış sebebine ters düşmektedir. Allah (CC), haddini bilen bir Müslüman için, bir mahrûmiyete karşı dünyâda ya da Âhiret te ona karşı bir nîmet verir. Meselâ, yaptığı duâyı kabul etmez ise, ona karşı sevap yazar ya da bir sıkıntısını yok eder veyâ bunu bir belâya karşı sayar. Bunların hiç biri olmasa bile en azından bereket verir. Allah ın (CC), kulu için yaptığı bu tercihler, kulun hakkında hayırlı olanı seçmesi yüzündendir. Onun için Allah (CC): En sevmediğim kul, benden hayırlısını istediği hâlde, onun için yaptığım tercihi beğenmeyen kuldur. diyor. Allah ın (CC) sevdiği haddini bilen kullar için, nîmetlere ilişkin hamt ve şükürler ile iptilâlar da bir birleşik kap gibidir. Allah ın (CC) bir kulunu sevip sevmemesi de kulun kalbinde Allah a (CC) karşı taşıdığı niyetlere göre tecellî etmektedir. Niyeti temiz olan ve haddini bilen bir Müslüman, başarıya, nîmete karşı şükrünü edâ edemez ise, Allah (CC) o kişiyi bir mahrûmiyete, bir sıkıntıya mâruz bırakır. Meselâ, dikkat ediniz, bir başarıya imzâ atan iyi bir kimsenin sevinci genel olarak devam etmeyebilir / etmez. Çok geçmeden, genel olarak onu gölgeleyen bir olayın üzüntüsü hemen beliriverir. Çünkü biz insanlar, genel olarak nîmetlerin şükrünü gereği gibi edâ etmekte kusursuz olamıyoruz. Eğer nîmetlerin şükrünü tam tamına yerine getirebilsek, sevincimiz devamlı olur, Allah ın (CC) nîmetleri de artar gider. Bu işi beceremesek, sevincimiz sona erse, yine başka bir sıkıntıyla karşılaşsak bile, bir mü min olarak sıkıntı ve belâlara, îmanla gösterdiğimiz, sabrımız oranında af ve lütuflara uğrarız / uğruyoruz. İstidrac İstidrac, sonu hayırlı olmayan nîmetlere kavuşmaktır. Allâhü Teâlâ ya karşı şükrünü yerine getiremeyen ve de bütün başarılanını kendinden bilen bir Müslümana karşı Allâhü Teâlâ nın muamelesi, yine kulun kalbî niyetlerine göre tecellî etmektedir. Böyle haddini bilmeyen bir kimse, her nîmeti kendinden bildiği için Allâhü Teâlâ yı gücendiren bir kimsedir. Allâhü Teâlâ böyle bir kulunu devamlı nîmet vererek cezalândırmaktadır. 2
İptilâlara uğratılmayan bu insanların durumları Elmalılı Hamdi Yazır tarafından Hak Dini Kur an Dili adlı Kur an tefsirinin 4. cildinin 182. sayfasında istidrac olarak nitelendiriliyor: İstidrac, aslında derece derece çıkarmak veyâ indirmek demek olup bir kimseyi arzûsuna göre bir noktaya kadar tedricen götürüp haberi olmayacak bir şekilde atmak anlamında bir deyim olmuştur ki, o kimse onu kendi yararına bir terakkî, hayırlı bir gelişme zanneder, gerçekte ise onun için o durum, bir anlamda, uçuruma sürüklenmek demektir. Allah ın (CC) istidrac yapması da, uzun süre bir kimse hakkında hayırlı olmayan nîmetler verip onun da bunu bir lütuf olarak görmesi ve kendi tuttuğu yolun kendisi için hayır olduğunu sanması, bundan dolayı da gitgide gurur, kibir ve taşkınlığını artırması ve en sonunda da bütünüyle hayal kırıklığına uğrayıp en acı ve en feci bir şekilde hakkında azap hükmünün gerçekleşmesidir ki, bu çok çetin bir azap olur. Dış yüzüyle lütuf gibi görülen o nîmetler, işin iç yüzü açısından, gerçekten bir kahırdır Bu, Allah ın (CC) o kulun azâbını şiddetlendirmek için lütuf şeklinde ortaya koyduğu, bir kahır ve hesâba çekme yöntemidir. Allah tan (CC), hayırlısını dilemeyip de Allah tan (CC) gelene râzı olmayı seçmeyenler ya da her nîmeti kendi kabiliyetinden bilenler, eninde sonunda zarardadırlar. Aşağıda anlatılan olay, hâline şükretmeyip Allah tan (CC) gelene râzı olmayanın ne kadar müşkül durumlara düşeceğinin bir örneğini vermektedir. Bu hâdise, mahrûmiyetlerin karşılıkları ve şükürsüz başarıların bedelleri hakkında güzel bir fikir vermektedir. Hayvanların Dilini Öğrenmek İsteyen Adam Adamın biri Mûsâ (AS) a yalvarmış, hayvanların dilini öğrenmek için Mûsâ (AS), onu birkaç kere başından kovmuş Senin için hayırlı olmaz diyerek Ama sonunda kurtulamamış, duâ etmiş, adam hayvanların dilini öğrenmiş Hakkına râzı olmayan fakat hayvanların dilinden anlayan adam bir gün, kendi köpeği ile horozunun konuşmalarına rastlamış Adam konuşmalara kulak kabartmış Konuşmada köpek, Bana hiç et vermiyor diye ev sâhibinden şikâyet ediyormuş Horoz demiş ki: Hiç merak etme, yakında koçu ölecek! Oradan sana bir şeyler çıkar. Ev sâhibi, Vay canına a a! demiş Ertesi gün koçu hemen satmış, kendi aklınca zarara girmekten kurtulmuş Koçun satılmasıyla köpeğin umutları yine kararmış, horoza tekrar şikâyetlenmiş: Bak ev sâhibi koçu satarak benim nasibi engelledi! Horoz ilâve etmiş: 3
Hiç merak etme! Yakında ev sâhibinin öküzü ölecek... Oradan sana bir şeyler çıkar. Ev sâhibi bu konuşmayı da duymuş, tabiatıyla, hemen öküzü satarak kendince akıllılık etmiş, zarardan kurtulmuş Ev sâhibinin neşesine pek diyecek yokmuş hâliyle Hayvanların dilini bilmekle aldığı tedbirlerle önemli zararların önüne bir bir geçiyormuş kendi aklınca böylece Bir gün yine köpekle horoz konuşurlarken ev sâhibi yine kulak kabartmış, konuşmaları harfi harfine dinlemiş... Köpek horoza yine mutsuzluğunu anlatıyormuş bu konuşmada da: Ev sâhibi yine tedbirli davrandı, öküzü ölmeden sattı, bizim et beklentimiz, yine umutsuzluğa düştü diye Horoz bu sefer daha ümitli bir bilgiyi vermiş: etmiş: Sen hiç merak etme! Bu sefer her hâlde sana bir yağlı kemik çıkar. demiş ve ilâve Yakında ev sâhibi ölecek Onun için hayır yemeği verilecek Kesilen hayvanlardan sana bol bol et-kemik çıkar. Bu konuşmaları büyük bir dikkatle dinleyen ev sâhibi o anda şaşkına dönmüş tabiatıyla Nasıl şaşmasın ki? Kolay mı? Şimdi ne yapacak? Aklına hemen Mûsâ (AS) gelir ve aceleyle ona gider, durumu anlatır, Şimdi ben ne yapacağım der. Mûsâ (AS): Sen söz dinlemedin, kendi kendine ettin! der ve konuşmasını şöyle sürdürür: Koçun ölümü öküzü kurtaracaktı (Yâni öküzün bedeli olacaktı), onu sattın! Öküzün ölümü seni kurtaracaktı (Yâni öküzün ölümü senin bedelin olacaktı), buna da fırsat vermedin, sonuca râzı olacaksın! Adam, Kahrın da hoş / Lütfun da hoş deyip Allah ın (CC) takdîrine râzı olsaydı, elbette daha güzel olacaktı. Nitekim Allah (CC) şöyle demiyor mu?: Allah (CC) yarattığı kuluna hiç zulmeder mi? Kul kendi kendine zulmeder. Hayırlısı aranan işler, kolay olmaz. Çekilen sıkıntılar, gelecekteki hayrın bedeli olur. Mûsâ (AS) ın davâsının tutunması, bir rivâyete göre, ona Firavun tarafından katledilen 750 000 erkek çocuğun gücünün verilmesiyle de bağlantılıdır. 4
Yâni, demek istediğim, hayırlı işler temelli olur, Allah tan (CC) hayırlısı istenmeden, Ne olursa olsun diyerek yapılan işlerden, görünürde bir başarı elde edilmiş gibi görünse bile, sonuçta bir hayır gelmez. Fâizle yapılan işler de böyledir. Fâizle yapılan işler, içi boş bir çınar ağacı gibi dışarıdan çok muhteşem görünür ama ufak bir rüzgârda içi çürümüş, boş olduğu için, alaşağı olur. Sonuç Allah ın (CC) taksimine râzı olmayan ya da kazandığı bütün başarıları yalnızca kendi bilgi, aklı ve kaabiliyetine bağlayan insanlar, bizim Kültürümüz de hadlerini aşan ve hadlerini bilyenler olarak bilinir. Haddini bilememek ya da bilmemek, bir ölçüsüzlüktür. Bizim Kültürümüz de (Dinimiz de) ölçüsüzlüğe zerre kadar yer yoktur; makbul olan ölçü ise, Orta Ölçü (Sünnet denilen Orta Yol 2 ) olarak bilinir. Sonuç olarak, bir Müslümanın Haddini bilmesi, Sünnet e ya da Peygamber (SAV) Efendimiz in her bir sünnetine uyması ile mümkündür. 2 Temiz, M., Ehlisünnet Yolu (Orta Yol) Ve Aşırı Uçlar, Alındığı İnternet Elektronik Adresi, http://mtemiz.pau.edu.tr/bilim/ehli-sünnet%20(orta%20yol DAN%20GİDENLER)%20VE%20AŞIRI%20UÇLAR.pdf YA DA http://mtemiz.pau.edu.tr/bilim/ehli-sünnet%20(orta%20yol DAN%20GİDENLER)%20VE%20AŞIRI%20UÇLAR.doc, En Son Erişim Târihi: 19.09.2014 / http://mtemiz.pau.edu.tr/bilim/bilimkosesi.htm 5