Fisun Özgenç - Türkçede Deyimler www.cepsitesi.net DEYİM Deyimler, çoğunlukla gerçek anlamlarından farklı, kalıplaşmış sözcük grubudur. DEYİMLERİN ÖZELLİKLERİ * Deyimler kısa ve özlü sözlerdir. * Deyimler kural bildirmezler. * Deyimler kalıplaşmış sözlerdir. * Deyimler en az iki sözcükten oluşur. * Bazı deyimler eylem çekimi değiştirilerek atasözüne dönüşebilir. Bunun tam tersi de mümkündür. ATASÖZLERİ VE DEYİMLERİN BENZER YÖNLERİ * Kalıplaşmış olmak, * Topluma mal olmuş olmak,
* Özlü söz olmak, * Söz ve anlatım sanatlarından yararlanmış olmak, * Sözcükleri genellikle mecaz anlamda kullanmak, * Ustaca ve bilgece söylenmiş olmak, deyimlerle atasözlerinin benzer yönleridir. ATASÖZLERİ İLE DEYİMLERİN FARKLI YÖNLERİ * Deyimlerin amacı, bir kavramı ya da durumu özel bir kalıp içinde ilgi çekici bir biçimde belirtmektir. Deyimler kural ya da yargı bildirmezler. * Atasözlerinin bazıları genel kural bildirir, bazıları da yargı niteliğindedir. KISALTMALAR alay: alay yollu argo: argo söz kaba: kaba konuşma mec: mecaz hkr: hakaret hlk: halk ağzında esk: eskiden tkz: teklifsiz konuşmada A Aba altından sopa göstermek: Yumuşak görünmekle birlikte yine de gözünü korkutmak. Abayı sermek: Bir yere teklifsizce yerleşmek. Abayı yakmak: tkz. Gönül vermek, tutulmak. Abdestinde namazında: Dindar. Abdestinden şüphesi olmamak: Yaptığı işte kusuru olmadığını kesin olarak bilmek. Aç açık kalmak: Evsiz barksız kalmak. Aç kurt gibi: Yemeğe, üşüşmek veya saldırmak Acından ölmek: Açlıktan ölmek. Açık alınla: Başarı ve övünç ile. Açık kapı bırakmak: Gereğinde, bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak. Açık vermek: Geliri, giderini karşılamamak. Açığa alınmak: Görevine son verilmek.
Açığı çıkmak: Saklamakla görevli bulunduğu paranın veya malın eksik olduğu anlaşılmak. Açıkta kalmak: İş ve görev bulamamak, yersiz yurtsuz kalmak veya birkaç kişinin birlikte eriştiği bir iyilikten yararlanamamak. Açıktan kazanmak: Emek ve sermaye koymadan kazanç sağlamak. Açıktan para almak: Bir iş veya mal için, kararlaştırılan ücret dışında para almak. Açlıktan gözü kararmak: Çok acımak. Açlıktan imanı gevremek: Çok acıkmak. Açlıktan ölmeyecek kadar: Pek az yemek. Aç gözünü, açarlar gözünü: Her zaman uyanık olmak gerekir, yoksa umulmadık bir anda büyük zararlarla, yüz yüze gelinebilir. Açtı ağzını, yumdu gözünü: Öfkelenerek veya kızarak ağır sözler söyleyenler için söylenir.. Adı gibi bilmek: Çok iyi bilmek. Adı bile okunmamak: Hiç önem vermemek. Adı çıkmak: Kötü bir ün kazanmak. Adı geçmek: Anılmak, söz konusu olmak. Adı kötüye çıkmak: Ünü kötü olarak yayılmak. Adı üstünde: Adından belli olduğu gibi. Adı var: Yaşamayan, yalnızca hayalde var olan. Adını ağzına almamak: Kırgınlık ve kızgınlık gibi sebeplerle bir kimseden hiç söz etmemek. Adam almamak: Son derece kalabalık olmak. Adam beğenmemek: Herkesi değersiz görmek. Adam etmek: 1) Eğitmek, yetiştirmek, topluma yararlı duruma getirmek. 2) Bir yeri düzene sokmak veya bir şeyi işe yarar duruma getirmek. Adam gibi: Terbiyeli, akıllı uslu. Adam hesabına koymak: Değer vermek. Adam sırasına geçmek: Bir yeri veya özel bir değeri yokken artık kendisine önem ve değer verilmek. Adam yerine koymak: Değer vermek. Adama dönmek: Düzelmek. Adamdan saymak: Değer vermek. Adamına düşmek: Güzel bir rastlantı sonunda, o işten anlayanına, uzmanına denk gelme. Adamını bulmak: Bir işi yapabilecek ya da hâlledebilecek kişiyi bulmak. Adım atmak: Bir işe ilk kez girişmek. Adım atmamak: Gitmemek, uğramamak. Adımını attırmamak: Girmesine engel olmak. Adımını geri almak: Başlanan işten dönmek. Adımlarını sıklaştırmak: Daha küçük ve çabuk adımlar atarak hızlı yürümek. Afyonunu patlatmak (birinin): argo. Kendi keyfine dalmış olan birini öfkelendirmek. Ağına düşürmek: Tuzağına düşürmek. Ağaca çıksa pabucu yerde kalmaz: Davranışlarına engel olacak hiçbir takıntısı yok. Ağır aksak yürümek: Pek yavaş ilerlemek. Ağır almak: Bir işte yavaş davranmak. Ağır basmak: mec. Gücü etkisi veya özelliği daha üstün ve belirgin olmak. Ağır kaçmak: şaka. Gücendirici olmak. Ağır satmak: Nazlanmak. Ağırdan almak: İşi süresinde bitirmemek. Ağırlığınca altın değmek: Çok değerli olmak. Ağız açmak: Söz söylemek, konuşmak. Ağız açtırmamak: Çok konuşarak başkalarının söz söylemesine, konuşmasına engel olmak. Ağız ağıza vermek: İki kişinin başkaları işitmeyecek biçimde konuşması.
Ağız aramak: Öğrenmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak. Ağız birliği etmek: Söz birliği etmek. Ağız kalabalığına getirmek: Birini gereksiz sözler söylemek yolu ile şaşırtmak. Ağız yapmak: Birini kandırma, amacıyla, düşüncelerini başka türlü gösterecek biçimde konuşmak. Ağız yaymak: Dürüst konuşmaktan kaçınmak. Ağza düşmek: Dedikodu konusu olmak. Ağza koyacak bir şey: Yiyecek bir şey. Ağza tat, boğaza feryat: Az miktarda yiyecek Ağızda sakız gibi çiğnemek: Bir söz veya düşünceyi sık sık tekrarlayıp durmak. Ağzı açık ayran delisi: Yeni gördüğü her şeye şaşkınlıkla bakan, şaşıran. Ağzı acık kalmak: Çok şaşırmak, şaşakalmak. Ağzı burnu yerinde: Oldukça güzel, yakışıklı. Ağzı dili tutulmak: Beklenmedik bir durum karşısında heyecanlanmak, hayranlık duymak. Ağzı dolu dolu konuşmak: Heyecanlı konuşmak. Ağzı havada: Çevresinden habersiz, şaşkın. Ağzı kulaklarına varmak: Çok sevinmek. Ağzı kulaklarında: Çok sevinçli, mutlu. Ağzı oynamak: Bir şeyler yemek, ya da konuşmak. Ağzı sulanmak: İmrenmek. Ağzı torba değil ki büzesin: Herkesin dedikodu yapmasının önüne geçilemeyeceğini anlatır. Ağzına almamak: Söz konusu etmemek. Ağzına atmak: Yemek için ağza koymak. Ağzına bakakalmak: Sözlerine hayran kalmak. Ağzının içine bakmak: 1) Ne söyleyeceğini beklemek. 2) Onun sözüne göre davranmak. Ağzına baktırmak: Kendini zevk ile dinletmek. Ağzına bir kemik atmak: Birini, ona küçük bir çıkar sağlayarak susturmak.
Ağzına bir parmak bal çalmak: Birini tatlı sözler söyleyerek veya çeşitli hediyeler vererek bir süre için kandırmak, veya oyalamak. Ağzına burnuna bulaştırmak: Bir işi beceremeyip berbat etmek, bozmak. Ağzına geleni söylemek: Nezaket dışına çıkarak ağır ve kırıcı sözler söylemek. Ağzına gem vurmak: Susturmak, söyletmemek. Ağzına kira istemek: Söylemesi beklenen şeyi söylemekte nazlı davranmak. Ağzına sürmemek: Bir şeyden hiç yememek. Ağzına tıkamak: Konuşmasına engel olmak. Ağzına tükürmek: Birini küçültmek üzere küfür olarak kullanılan uygunsuz sözler sarf etmek. Ağzına vur, lokmasını al: Yumuşak huylu kimseye her istenileni kolaylıkla yaptırabilme anlamında. Ağzına verilmesini beklemek: Çalışmayıp işlerinin başkaları tarafından yapılmasına beklemek. Ağzında bakla ıslanmamak: Sır saklamamak. Ağzında büyümek: Sevmediğinden veya içi almadığından yutmamak. Ağzında gevelemek: Açıkça söylememek. Ağzından bal akmak: Çok tatlı konuşmak. Ağzından çıkanı kulağı duymamak: Sözlerini tartmadan söylemek. Ağzından çıt çıkmamak: Hiç konuşmamak. Ağzından düşmemek: Her zaman sözünü etmek. Ağzından girip burnundan çıkmak: Türlü yollara başvurarak birini bir şeye razı etmek, kandırmak. Ağzından lâkırdı almak: Karşısındakini konuşturarak birtakım gizli şeyleri öğrenmek. Ağzından lokmasını almak: Birinin hakkı olan şeyi ondan almak. Ağzını açacağına gözünü aç: Bazılarını uyarmak için "dikkatli ol uyanık ol!" anlamında kullanılır. Ağzını açıp gözünü yummak: Öfke ile ağzına gelen bütün ağır sözleri söylemek. Ağzını bozmak: Kaba konuşmak, küfretmek. Ağzım burnunu çarşamba çanağına çevirmek (veya pazarına): Kırıp parçalamak, dökmek. Ağzını havaya açmak (veya poyraza): alay. Umduğunu elde edememek.
Ağzını hayra aç! Kötü ihtimaller söz konusu edildiğinde gerçekleşmemesi dileği ile söylenir. Ağzını kiraya vermek: Kendini de ilgilendiren bir konuda düşüncesini söylememek. Ağzını sıkı tutmak (veya pek): Sır vermemek. Ağzının tadını bilmek: 1) Güzel yemeklerden anlamak. 2) Her şeyin güzelini, iyisini bilmek. Ağzını yoklamak: Birinin bir şey hakkında bildiğini kendisine sezdirmeden söyletmeye çalışmak. Ağzının içine baktırmak: Sözlerini seve seve ve dikkatli dinletmek. Ağzının içine girmek: 1) Birine çok yanaşmak, iyice sokulmak. 2) Hayranlıkla, büyük bir zevkle seyredip dinlemek. Ağzının içi yangın yerine dönmek: Ağzının tadı bozulmak veya tat alma duyusunu yitirmek. Ağzının payını vermek: Verilen karşılıkla bir kimseyi söylediğine veya yaptığına pişman etmek. Ağzının perhizi yok: Ağzına geleni söyler. Ağzının tadı bozulmak: Kurulu düzeni bozulmak. Ağzının tadını kaçırmak: Bir kimsenin kurulu düzenini bozmak neşesini, keyfini bozmak. Ahbap çavuşlar: tkz. Her vakit birlikte görülen ve birbirine çok bağlı olan arkadaşlar için söylenir. Ahıra çevirmek: Bir yeri pis, bakımsız, dağınık, harap duruma getirmek. Ahrette on parmağı yakasında olmak: Kendisine karşı sorumlu olandan ahrette davacı olmak. Ak sakaldan yok sakala gelmek: Çok yaşlanıp iyice kuvvetten düşmek. Akla karayı seçmek: Bir işi yaparken çok sıkıntı çekmek, güçlüklerle karşılamak. Akıl var, yakın var: Kafa yormaya gerek yok. Aklı başka yerde olmak: Başka şeyler düşünmek. Aklı bir yerde olmak: Düşünülmesi gerekenden başka bir şey düşünmek. Aklı fikri bir şeyde olmak: Hep aynı şeyi düşünmek ve bu konuda yoğunlaşmak. Aklına turp sıkayım: tkz. Birinin düşüncesini ve yaptığını beğenmemek. Aklını basma almak: Akılsızca davranışlarda bulunmaktan kendini kurtarmak. Aklını bozmak: Bir şey üzerine düşerek hep onunla uğraşıp durmak. Aklının terazisi bozulmak: Akıllıca olmayan davranışlarda bulunacak bir duruma düşmek. Aklınla bin yaşa: şaka. Akla yakın görülmeyen bir düşünce ileri sürene söylenir.
Akmasa da damlar: Az çok bir gelir sağlar. Akşam ahıra sabah çayıra: Hayatta yiyip içip yatmaktan başka kaygısı olmayanlar için söylenir. Akşamdan kavur, sabaha savur: Kazandığını günü gününe harcayan, tutumsuz kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır. Alı al, moru mor: Telâş veya yorgunluktan yüzü kıpkırmızı kesilmiş olmak. Alavere dalavere yapmak: Yalanla dolanla veya hile ile iş görmek. Alay gibi gelmek: İnanılacak gibi olmamak. Alayında olmak: İşi önem vermeyerek yapmak veya işi şaka konusu yapmak. Alçacık dağları ben yarattım demek: Çok kurumlu olmak, kendini çok beğenmek. Alm teri ile kazanmak: Hak ederek, çalışarak, emek vererek kazanmak. Alnına kara sürmek: Bir kimsenin haksız yere kötü tanınmasına yol açmak. Alnında yazılmış olmak: Bir olayın, kişinin başına gelmesini Allah'ın buyurmuş olduğuna inanmak. Alnını karışlamak: Meydan okumak. Alnının akı ile: Ayıplanacak bir duruma düşmeden, tertemiz, şerefiyle, başarı göstermiş olarak. Alış verişi kesmek: Biriyle ilgisi kalmamak. Ali'nin külahını Veli'ye, Veli'nin külahını Ali'ye giydirmek: Birinden aldığını ötekine, ötekinden aldığını bir başkasına vererek işini yürütmek. Allah bereket versin: Bir kazanç karşısında durumundan hoşnut olmayı belirtir. Allah inandırsın: İnanılması pek kolay olmayan bir şey anlatırken yemin yerine söylenir. Allah acısını unutturmasın: Allah bu acıyı unutturacak daha büyük bir acı göstermesin. Allah akıl fikir versin: Akılsızca bir davranışta bulunanlar için kullanılır. Allah aratmasın: Yakınılacak bir durumda, "Allah daha kötüsünü göstermesin", anlamında kullanılır. Allah bana, ben de sana: Şimdi sana borcumu ödeyecek param yok, kazanırsam öderim. Allah bir yastıkta kocatsın: Yeni evlenenlere, "bir arada yaşlanın", anlamında söylenen bir dilek. Allah düşmanıma vermesin: Anlatılan bir kötülüğün büyüklüğünü belirtmek için söylenir. Allah Halil İbrahim bereketi versin: Allah daha çok versin, bereket versin.
Allah sağ gözü sol göze muhtaç etmesin: Allah kimseyi kimseye, en yakınlarına bile muhtaç etmesin. Allah var: Doğrusunu söylemek gerekirse. Allah yarattı dememek: Kıyasıya dövmek. Allah yazdı ise bozsun: Gerçekleşmesi istenmeyen bir olay veya durum için kullanılır. Allah yürü ya kulum demiş: Az zamanda çok kazananlar ve işinde çok ilerleyenler için söylenir. Al benden de o kadar: tkz. Ben de aynı durumdayım veya ben de aynı düşüncedeyim. Al birini, vur ötekine (veya birine): Hiçbiri işe yaramaz, hepsi bir ayarda. Al gülüm ver gülüm: 1) İki sevgilinin birbirine sevgi gösterisinde bulunmaları. 2) Bir kimseye yapılan hizmetin hemen karşılığını bekleme durumu. Al takke ver külah: Çekişe çekişe anlaşmak. Aldığı abdest ürküttüğü kurbağaya değmemek: Sağladığı yarar, verdiği zararı karşılamamak. Alıp sattığı olmamak: Hiç ilgisi bulunmamak. Alıp satmaz görünmek: İlgisiz görünmek. Alt yanı çıkmaz sokak: Sonu gelmeyen, sonuç alınamayan işler için söylenir. Altı alay üstü kalay: İçi, dışı gibi özenilmiş olmayan şeyler için söylenir. Altı kaval, üstü şişhane: Altı, üstüne uymaz. Altı yaş olmak: Böyle bir işe girişmekte sakıncalar bulunduğu anlaşılmak. Altında kalmamak: Karşılığını vermek, gördüğü iyilik veya kötülüğü karşılıksız bırakmamak. Altından Çapanoğlu çıkmak: Girişilen işte başa dert olacak bir durumla karşılaşmak. Altından kalkamamak: Bir işi başaramamak. Altını çizmek: Önemini belirtmek. Altını üstüne getirmek: Söz veya tutumuyla çevreyi birbirine düşürmek, karmakarışık etmek. Alttan almak: Sen konuşan birine karşı yumuşak ve olumlu davranmak. Altın adı pul oldu, kız adı dul oldu: Uygunsuz davranışları yüzünden temiz kişiliği lekelendi. Altın adını bakır etmek: Kötü işler yaparak temiz ve parlak ününü karartmak. Altın kesmek: Çok para kazanır olmak. Altın leğene kan kusmak: Varlık içinde hastalık veya sıkıntı çekerek yaşamak.
Altın topu: Güzel ve tombul kucak çocukları için bir benzetme sözü olarak kullanılır. Aması var: Bilinmeyen, sakıncası veya kusurları olan şeyler için söylenir. Anam avradım olsun: argo. Birini kesin olarak inandırmak için söylenen çok kaba bir yemin. Anan yahşi baban yahşi: Birini, bir işe razı etmek için gereğinden çok överek yumuşatmak amacı güdüldüğünü başkasına anlatırken kullanılır. Ananın ak sütü gibi (heîâl olsun): Anamın sütü bana nasıl helâl ise, bu da sana öyle helâl olsun. Anası ağlamak: Çok sıkıntı çekmek. Anası danası: Soyu sopu, bütün aile. Anasından doğduğuna pişman: 1) Çok tembel, üşengeç. 2) Canından bezmiş. Anasından doğduğuna pişman etmek: Çok eziyet etmek, çok üzmek bezdirmek. Anasından emdiği süt burnundan gelmek: Bir işi yaparken çok sıkıntı çekmek. Anasını ağlatmak: kaba. Bir kimseye çok eziyet etmek, çok sıkmtı çektirmek. Anasının gözü: argo. Çok kurnaz, dalavereci. Anasının nikâhını istemek: Bir şeye değerinden çok para istemek. Anahtarı beline takmak: Yönetimi ele almak. Aptal yerine koymak: Anlamaz, bilmez sanmak. Ar belâsı: Namusuma dil uzatılır belası. Ar damarı çatlamış: Utanması kalmamış. Ar namus tertemiz: Utanması olmayan. Ar ve haya perdesi yırtılmak: Utanmamak. Ar yılı değil, kâr yılı: Birinin sıkılmayı bir yana bırakarak yalnız çıkarma baktığı anlatılırken söylenir. Arada kalmak: İki tarafı uzlaştırmak üzere araya girme dolayısıyla güç duruma düşmek. Aradan çekilmek: O olayla ilgilenmemek. Aralarında dağlar kadar fark olmak: Aralarında her yönden büyük ayrılıklar bulunmak. Aralarından su sızmamak: Birbirleriyle çok yakın, sıkı fıkı arkadaşlık kurmak. Aralarını bulmak: Birbirleriyle anlaşamayan iki kişiyi uzlaştırmak, barıştırmak. Arası hoş olmamak: 1)0 şeyden hoşlanmamak. 2) Aralarında, geçimsizlik olmak.
Araya soğukluk girmek: Dostluk bağı gevşemek. Arayı açmak: Aradaki uzaklık artmak. Arayı soğutmak: Zaman geçmek, eski yakınlık, dostluk kalmamak. Arayı yapmak: 1) Araları açılmış iki kişiyi barıştırmak. 2) Arası açılmış kimse ile barışmak. Aramak taramak: Dikkatle aramak, çok aramak. Arap gibi olmak: Simsiyah olmak, kararmak. Arap olayım (şaka yollu): Söylenen bir şeyin doğruluğuna inandırmak için söylenir. An gibi sokmak: İğnelemek, acı söz söylemek. Arkada bırakmak: Birinden daha ileri gitmek. Arkadan vurmak: mec. Bir kimsenin kendisine güvenen ve inanan birine gizlice kötülük etmesi. Arkasında dolaşmak: Bir işi yaptırmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradığı yerlere giderek görüşme fırsatı aramak. Armutun sapı var, üzümün çöpü var demek: Her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek. Ardından atlı kovalamak: Bir işi gereksiz bir telâşla yapanlar için söylenir. Ardından sapan taşı yetişmez: Bir kimsenin çok hızlı gittiğini anlatmak için kullanılır. Aslı astarı: İşin iç yüzü, gerçek şekli. Astığı astık, kestiği kestik: Acımasız, çok sert veya istediği gibi davranan kimseler için kullanılır. Astarı yüzünden pahalı olmak: Bir işin ayrıntılarına harcanılan para veya emek, elde edilen sonucun değerini aşmak, masraflı olmak. Aşağıdan almak: Sert konuşan bir kimseye yumuşak bir dil kullanmak, alttan almak. At başı gitmek: Eşit durumda olmak. At çalındıktan sonra ahırın kapısını kapamak: İş işten geçtikten sonra önlem almak. At hırsızı gibi: Kılık kıyafeti ve tutumu güven vermeyen kişiler için söylenir. At izi it izine karışmak: İyiyi kötüden ayıramaya-cak bir durum ortaya çıkmak. At koşturmak: Geniş, alabildiğine rahat hareket edebilecek bir ortam yaratmak veya bulmak. At var, meydan yok: Yapacak güç var, ama kullanma imkânı yok. Ata et, ite ot vermek: Bir işi ters yapmak.
Atı alan Üsküdar'ı geçti: Fırsatın kaçırıldığını, artık yapılacak bir şey kalmadığını anlatır. Atın ölümü arpadan olsun: Çok sevilen bir şey yapılırken veya sevilen bir yiyecek yenilirken sonuç kötü de olsa katlanılacağını anlatır. Attan inip eşeğe binmek: Bulunduğu önemli görevden daha aşağı bir göreve getirilmek. Atadan babadan görmek: Gelenek hâlinde eskiden beri bilmek, yapmak, uygulamak. Ateş bacayı sarmak: Bir olayın, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum alması. Ateş olsa cürmü kadar yer yakar: Hasmın pek önemsenmediğini anlatır. Ateş püskürmek: Şiddetli, öfkeli konuşmak. Ateş saçmak: Çok kızmak, çok öfkelenmek. Ayak çekmek: mec. Kandırmaya çalışmak. Ayak diremek: Bir düşünceyi, bir davranışı sonuna kadar sürdürmek, tutumundan şaşmamak. Ayak sürümek: 1) Verilen bir işi ağırdan almak. 2) Gönderilen yere isteği ile gitmemek. Ayak uydurmak: mec. Kendi gidiş ve davranışını başkasmmkine benzetmek. Ayak yapmak: Birini aldatmaya, çalışmak. Ayağa kaldırmak: Telâş ve heyecana düşürmek. Ayağa kalmak: mec. Telâşlanmak, heyecanlanmak. İyi olmak, iyileşmek. Ayağı alışmak (veya) alışmamak: Bir yere sürekli gitmek veya gitmemek. Ayağı dolaşmak: Yürürken telâştan ayakları birbirine takılmak. Ayağı düze basmak: Güçlükleri yenerek ilerisinden korkmayacak bir duruma gelmek. Ayağı yerden kesilmek: Bir taşıta binip yaya yürümekten kurtulmak. Ayağına bağ olmak: Bulunduğu yerden ayrılmasına veya yaptığı işi sürdürmesine engel olmak. Ayağına bağ vurmak: Önüne engel çıkarmak. Ayağına çelme takmak: Birinin işinde yükselmesine engel olmak. Ayağına getirmek: Sıra, saygı gözetmeksizin birinin yanma gelmesini sağlamak. Ayağına gitmek: Alçak gönüllülük ederek veya saygı göstererek birinin yanma varmak. Ayağına ip takmak: Bir kimseyi çekiştirmek. Ayağına kapanmak: Alçalırcasma yalvarmak.
Ayağına kira istemek: Gelmeye nazlanmak. Ayağına üşenmemek: Hamarat olmak, ayak işlerini bıkmadan, yorulmadan yapmak. Ayağını bağlamak: Engel olmak. Ayağını kesmek: Artık uğramaz olmak. Ayağını denk almak: Başkalarından gelebilecek kötülüklere karşı uyanık davranmak. Ayağını kaydırmak: Bir yolunu bulup birinin işinden veya görevinden uzaklaştırılmasını sağlamak. Ayağının altına karpuz kabuğu koymak: Bir kimseyi bir düzenle işinden uzaklaştırmak. Ayağının bağını çözmek: 1) Karısını boşamak; 2) Serbest davranmasını engelleyen ilişkilere son vermek. Ayağının bastığı yerde ot bitmez: Uğradığı yere bereketsizlik, uğursuzluk getirir. Ayağının tozu ile: Gelir gelmez, dinlenmeden. Ayağının türabı olmak: Birinin başka birine bağlanıp onun her emrini yerine getirmesi. Ayaklarına kara su inmek: Uzun süre ayakta kalmak veya yürümekten çok yorulmak. Ayaklarının ucuna basmak: Çok yavaş, sessiz, gürültü yapmamaya özen göstererek yürümek. Ayakaltmda bırakmak: Ezilmesine, yok olmasına göz yummak, korumamak. Ayakaltmda dolaşmak: Gereksiz yere herkesin işine engel olacak biçimde ortalıkta dolaşmak. Ayaz kesmek: Uzun süre soğukta kalıp üşümek. Ayı yavrusuyla oynuyor: İri ve yetişkin birinin, ufak tefek birine, el şakası yapması veya gücünü onda denemesi karşısında ayıplama yollu söylenir. Ayının kırk türküsü var, kırkı da ahlat üstüne: Hep aynı şeyi ve hikâyeyi anlatmak. Ayıya kaval çalmak: Anlayışsız bir kimseye bir şey anlatmaya çalışmak. Ayıyı vurmadan postunu satmak: Henüz ele geçmemiş bir şey üzerinde hesap yapmak. Ayıhp bayılmak: 1) Birini kendinden geçercesine sevmek. 2) Aşırı ölçüde sinir bunalımları geçirmek. Ayıptır söylemesi: 1) "Bunu söylemek size karşı saygısızlık olacak ama söylemek zorundayım" anlamında özür dilemek için kullanılır. Aynı yolun yolcusu: Sonları birbirine eş olan. Ayranım budur, yarısı sudur: Yapılan bir işin yarım yamalak olduğu bildirilmek için kullanılır.
Ayrı düşmek: mec. Uyuşmamak. Ayrısı gayrisi olmamak: Birbirinden hiçbir şey esirgemeyecek durumda olmak. Ayrıntılara inmek: Bir konuyu en küçük noktasına kadar inceleyip araştırmak. Ayva göbekli: Göbeği çukur olan kimse. Ayvayı yemek: argo. Kötü duruma düşmek. Az buz olmamak: Azımsanacak kadar olmamak. Aza çoğa bakmamak: Olanla yetinmek. Azı çoğa saymak: Verilen küçük bir armağanı çok değerli ve kabul etmek. Azrail'e bir can borcu olmak: 1) Nasıl olsa öleceğini kabul etmek. 2) Hiç kimseye borcu kalmamak, bütün borçlarından kurtulmak. Azrail'le burun buruna gelmek: Ölümle karşı karşıya gelmek. B Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur: Gücüm ancak bu kadarını yapmaya yeter. Bacası tütmek (aile için): Yaşaması sürüp gitmek. Bağrına basmak: Kucaklamak. Bağrını delmek: Çok dokunmak, içine işlemek. Bakla oda nohut sofa: Küçük ev. Baklayı ağzından çıkarmak: Sabrı tükenip o zamana kadar söylemediği şeyleri söylemeye başlamak. Bal alacak çiçeği bilmek: Çıkar sağlanabilecek yeri veya şeyi bilmek veya bulmak. Bal dök de yala: Bir yerin çok temiz olması. Balta olmak (birine): argo. Direnerek bir şey istemek, vakitli vakitsiz tedirgin etmek, asılmak. Baltayı taşa vurmak: mec. Farkında olmayarak birine dokunacak sözler söylemek, pot kırmak. Barajı aşmak: mec. Herhangi bir sebeple konuşulmuş olan şartı yerine getirip başarı sağlamak. Bardağı taşırmak: Sabrım tüketmek. Bardaktan boşaltırcasına yağmak (yağmur): Çok şiddetli yağmak. Barutla oynamak: Tehlikeli işlerle uğraşmak. Basamak yapmak: rnec. Bir durumu daha yükseğine erişmek için araç olarak kullanmak.
Basireti bağlanmak: İyi düşünememek. Baskın çıkmak: Üstünlüğünü göstermek. Basıp gitmek: Birden bire gitmek. Bastığı yeri bilmemek: 1) Çok sevinmek. 2) Şaşkınlıktan durumunu kontrol edememek. Baston gibi: Dimdik duran veya yürüyen kişi. Baş ağrısı olmak: Sıkıntı vermek, uğraştırmak. Baş ağrıtmak: Tedirgin etmek, bıkkınlık vermek. Baş alamamak: Çok uğraşılan bir konu yüzünden vakit ve fırsat bulamamak. Baş aşağı düşmek: Kişiliğinden kaybederek toplum içindeki durumu sarsılmak. Baş başa: Biriyle bir kenara çekilip konuşmak. Baş döndürmek: Başarıdan, gururdan, sevinçten çok mutlu duruma getirmek. Baş edebilmek: Bir kimseyi yola getirmeye veya bir şeyi yapmaya gücü yetmek. Baş eğmek: Direnmeyip buyruk altına girmek. Baş etmek: Gücü yetmek. Baş göstermek: Belirmek, ortaya çıkmak. Baş göz etmek: hlk. Evlendirmek. Baş komak: Birşey uğruna ölümü göze almak. Baş tutmak: Elebaşı olmak. Baş üstünde tutmak: Çok iyi ağırlamak. Baş vermek (Çıban): Olgunlaşmak. Başa güreşmek: mec. En üstün sonucu elde etmek için mücadele vermek. Başı bağlanmak: 1) Biri evlendirilmek. 2) Birini yandaş olarak kazanmak, kendi yanında tutmak. Başı bütün: Eşi hayatta olan karı veya koca. Başı çatlamak: Başı çok ağrımak. Başı için (birinin): "Çocuğunuzun başı için"; "annenizin başı için", gibi sözlerle değerli bir kişi ortaya konarak kullanılan ant veya yalvarma sözü. Başı kalabalık: Yanında bir işi konuşamayacak kadar çok kimse var.
Başı kazan gibi olmak: Başında çok ağrı ve uğultulu bir sersemlik olmak. Başı yastığa düşmek: Yorgunluktan veya güçsüzlükten uykuya dalmak. Başı yerde: Utançla, kırgınlıkla, üzüntüyle. Başı yukarda: Onurlu, kibirli, kendini beğenmiş. Başım gözüm üstüne: Belirtilen istekleri içtenlikle yapmayı kabul etmeyi anlatır. Başına balta kesilmek: Sürekli istemek, ısrar etmek, inat etmek. Başına bir hâl gelmek: 1) Kötü duruma uğramak. 2) Ölüm ihtimalini bildirmek için kullanılır. Başına buyruk: Kimseden izin almaksızın dilediği gibi davranan. Başına çıkarmak: Şımartmak, çok yüz vermek. Başına çorap örmek: Birine, haberi olmadan kötü duruma düşürücü davranışta bulunmak. Başına dert etmek: Bir şeyi üzüntü konusu yapmak. Başına devlet kuşu konmak: Beklemediği büyük bir nimeti ele geçirmek. Başına dikmek: Birini veya bir şeyi korumak için bir kimseyi görevlendirmek. Başına geçmek: 1) Görevi altında bulundurmak. 2) Bir yönetimini ele almak. 3) Bir işi yapmaya başlamak. Başına iş açmak: Uğraştırıcı ve üzücü bir işin çıkmasına yol açmak. Başına taç etmek: Çok değer vermek. Başına vur, ağzından lokmasını al: Uysal ve sessiz kimseler için kullanılır. Başında kavak yeli esmek: 1) Sorumluluk duygusundan uzak, zevk eğlence peşinde koşmak. 2) Gerçekleşmeyeceğini düşünerek vakit geçirmek. Başında paralansın: Yapılan bir iyilik çok söylendiğinde o iyiliğin artık istenmediğini belirtir. Başında torbası eksik: Eşek gibi bir adam. Başından almak: Kurtulmak. Başından büyük işlere girişmek: Gücünün üstünde olan işlere kalkışmak. Başından korkmak: Hayatından kaygı duymak. Başını alamamak: Bir şeyden kurtulamamak. Başını alıp gitmek: İzin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, sıvışmak. Başını bağlamak: Nişanlamak ya da evlendirmek.
Başını bir yere bağlamak: Birini bir işe yerleştirmek, işsizlikten, başıboşluktan kurtarmak. Başını dik tutmak: Onurunu korumak. Başını dinlemek: Sessiz, sakin kalmak. Başını döndürmek: 1) Mutluluktan yarı sarhoş duruma getirmek. 2) Kendine hayran bırakmak. Başını gözünü yarmak: Bir işi kötü yapmak. Başını kaldırmamak: 1) Bir işi aralıksız sürdürmek. 2) Iyileşememek, yataktan çıkmamak. Başını yemek: Yok olmasına sebep olmak. Başının çaresine bakmak: Kimseden yardım görmeden kendi işini kendi yapmak. Başının derdine düşmek: Başka bir şeyle ilgilenmeyecek kadar sıkıntılı durumda bulunmak. Başının dikine gitmek: Kendi görüşünün en iyi olduğuna inanarak kimsenin, uyarısını dinlememek. Başının etini yemek: Karşısındakini bezdirinceye, bıktırmcaya kadar sürekli konuşmak. Başının gözünün sadakası: Başa gelecek bir belâyı savmak veya önlemek için yapılan bağış. Başta gelmek: Üstün durumda olmak. Başta taşımak: Çok saygı göstermek. Baştan aşmak: Pek çok olmak, pek çoğalmak. Baştan çıkarmak: Doğru yoldan saptırmak. Baştan kara gitmek: Sonunu düşünmeyerek hesapsız ve batarcasma yaşamak. Başı boş bırakmak: mec. Hiçbir şart koşmadan,onu kendi havasına bırakmak. Battı balık yan gider: İşler kötü gittiğine göre artık istenildiği gibi davranılabilir. Bayrak gibi: Kendini belli edecek bir biçimde. Bayram haftasını mangal tahtası anlamak: Sözü, konu ile ilgisiz biçimde ters anlamak. Bayram koçu gibi: Gösterişli ve zevksiz bir biçimde üslenmiş olan. Bayramda seyranda: Seyrek olarak, arada sırada. Bayramdan bayrama: Çok seyrek olarak. Beli bükülmek: Yaşlılık yüzünden güçsüz kalmak, bir iş yapamayacak duruma düşmek. Belini bükmek: Çaresizlik içinde bırakmak.
Belini doğrultmak: Yeniden durumunu düzeltmek. Belinden gelmek: Birinin dölü olmak. Belâsını bulmak: Hak ettiği cezayı görmek. Beleşe konmak: Emeksiz, parasız elde etmek. Ben hancı, sen yolcu oldukça: Özel ilişkilerimiz sürüp gittikçe seninde bana işin düşer. Benden söylemesi: Ben üzerime borç saydığım şeyi söyledim, kendimi suçlu saymam. Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur: "Çok çalışmasına karşılık verimli ve yararlı olmuyor" anlamında kınama veya eleştiri belirtmek için kullanılır. Benzi sararmak: Yüzünün rengi solmak. Benzine kan gelme: Sağlıklı duruma gelmek. Benliğinden çıkmak: Değişmek. Beş paralık olmak: Kusurları açığa çıkmak. Beşikten mezara kadar: Ölünceye kadar. Beşlik simit gibi kurulmak: Kendine değer vererek bir yere yayılıp oturmak. Beyni bulanmak: 1) Sersemlemek, düşünemez olmak. 2) Kötü bir şey sezinlemek. Beyni karıncalanmak: Zihin yorgunluğundan düşünemez olmak. Beyni kaynamak: Aşırı sıcaktan sersemlemek. Beyni sıçramak: Aklı faşından gitmek. Beyni sulanmak: Bunamak. Beyninde şimşekler çakmak: 1) Çok üzülmek, sarsılmak. 2) Zihninde birden bir düşünce doğmak. Beyninden vurulmuşa dönmek: Beklenmedik bir durum karşısında çok üzülmek, şaşırmak. Bıçak bıçağa gelmek: Bıçakla birbirine saldıracak kadar zorlu kavga etmek. Bıçak kemiğe dayanmak: Çekilen sıkıntı artık katlanılamayacak bir duruma gelmek. Bıraktığım çayırda ödüyorsun: hlk. Uzun süredir hiçbir ilerleme ve değişiklik gösteremiyorsun. Bıyık altında gülmek: Birinin durumuna belli etmemeye çalışarak gülümsemek. Bıyığını silmek: Bir işi olmuş bitirmiş sayarak onunla uğraşmaktan vazgeçmek. Bildiğinden şaşmamak: Hiçbir etkiye aldırış etmeyerek doğru bildiği davranışı sürdürmek.
Bildiğini okumak: Herkes ne derse desin bildiği, istediği gibi davranmak. Bildiğini yedi mahalle bilmez: Bir kimsenin çok kurnaz, çok bilmiş olduğunu anlatır. Bin derde deva: Pek çok işe yarayan. Bin dereden su getirmek: Birini kandırmak için birçok sebep ileri sürmek, dil dökmek. Bin kalıba girmek: Birbirine benzeyen birçok iş yapmak, sürekli olarak düşünce değiştirmek. Bin pişman olmak: Çok pişman olmak. Bin tarakta bezi olmak: Birçok işle uğraşmak. Bin zahmetle: Çok zor, büyük zorlukla. Bini aşmak: Çok fazla olmak. Bini bir paraya: Pek çok ve ucuz. Bir elinin verdiğini öbür elin duymasın: Yapılan bir iyilik gizli tutulmalı, onunla övünülm emelidir. Bir arpa boyu: Çok az, ilerlemek. Bir atımlık barutu olmak: Bir konuda yapabileceği çok az şeyi bulunmak. Bir ayağı çukurda olmak: Çok yaşlanmış olmak. Bir baltaya sap olmak: Belirli bir işi olmak. Bir bardak suda fırtına koparmak: Önemsiz, küçük bir sorunu büyütmek. Bir ben, bir de Allah bilir: Sıkıntılı durumlarda söylenilen bir deyimdir. Bir biçimine getirmek: Çözüm yolu bulmak. Bir bu eksikti: Sıkıntılı durum varken bir yenisinin çıkması üzerine söylenir. Bir çırpıda: Bir ele alışta, çabuk, çabucak. Bir çuval inciri berbat etmek: Düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlış davranışlarla bozmak. Bir dediği bir dediğini tutmamak: Söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız konuşmak. Bir dediği iki olmamak: Her istediği yapılmak. Bir deri bir kemik kalmak: Çok zayıflamak. Bir dikili ağacı olmamak: Malı mülkü olmamak. Bir dostluk kaldı: Az bir mal kalınca satıcıların kullandığı bir özendirme sözü.
Bir dudağı yerde bir dudağı gökte: Masallardaki dev gibi korkunç ve çirkin. Bir elle verdiğini öbür elle almak: Yapar göründüğü bir iyiliği, sağladığı bir çıkarla ödetmek. Bir elmanın yarısı o, yarısı bu: Birbirlerine çok benzeyen kimseler için kullanılır. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır: İyilik küçük de olsa unutulmaz. Bir gömlek aşağı: Bir derece daha düşük. Bir gömlek fazla eskitmiş olmak: Birinden daha yaşlı ve daha görmüş geçirmiş olmak. Bir göz gülmek: Hem gülüp hem ağlamak. Bir gün evvel: Olabildiği kadar çabuk. Bir günden bir güne: Hiç, hiçbir zaman. Bir günlük beylik beyliktir: Hoşa giden bir durum, kısa da sürse çekici ve güzeldir. Bir hâl olmak: 1) Bir şeyin çok tekrarlanması yüzünden bitkin duruma gelmek. 2) Huyu değişmek. Bir hoş eylemek: Hüzünlendirmek. Bir hoş olmak: 1) Şaşırmak. 2) Hüzünlenmek. Bir kapıya çıkmak: Aynı sonuca varmak. Bir kaşık suda boğmak: Bir kimseye çok kızmak veya çok öfkelenmek. Bir kazanda kaynamak: Anlaşmak, uyuşmak. Bir kol çengi (olmak): Şen sözler ve davranışlarla evresine neşe saçanlar için söylenir. Bir tahtası eksik: tkz. Akılca eksik, yanm akıllı. Bir taşla iki kuş vurmak: Bir davranışla birden çok yararlı sonuca ulaşmak. Bir tek atmak: Bir kadeh içki içmek. Bir torba kemik: Çok zayıf. Bir tutmak: Eşit saymak, eşit görmek. Bir yakadan baş çıkarmak: Bir çatı altında dirlik düzenlik içinde yaşamak. Bir yaşına daha girmek: Şimdiye değin görmediği şaşılacak yeni bir şeyle karşılaşmak. Bir yiyip bin şükretmek: Kötü durumda olanlara bakarak kendi durumunun değerini bilmek. Birbiri üstüne gelmek: Arkası arkasına gelmek.
Birbirine düşmek: Araları açılmak. Birbirine girmek: Kavga etmek, dövüşmek. Birbirine katmak: Aralarını açmak, aralarım bozmak, olay çıkarmak. Birbirini yemek: İki veya daha çok kimse birbirleriyle uğraşmak, birbirine kötülük etmek. Birbirinin ağzına tükürmek: tkz. Bir sorunda bir olayda sözleşmiş gibi, ağız birliği yapmak. Bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek: Verimi az, zahmeti çok bir işte uğraşmak. Biri eşikte biri beşikte: Ufak çocuğu çok olan kimseler için söylenir. Bir kalem geçmek: Bir an için göz ardı etmek. Biti kanlanmak: Sıkıntı içinde yaşarken birden para ve varlık yönünden güçlenmek. Biz attık kemik diye, el kaptı ilik diye: Bizim işe yaramaz diye vazgeçtiğimiz şeyi başkaları değerli buldu. Biz bize benzeriz: Aramızda fark yok. Biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz: Birbirimizi çok yakından tanırız; onun öyle bir üstün durumu olmadığını hepimiz biliriz. Bizim gelin bizden kaçar, tutar ellere başını açar: Bize yabancı duran yakınımız, dostumuz, akrabamız başkalarına içtenlikle, yardım eder. Boğaz boğaza gelmek: Zorlu kavga etmek. Boğaz derdi: 1) Geçim için uğraşma. 2) Yemek pişirme, hazırlama sıkıntıları. Boğaz içinde kavga var: Aşırı bir biçimde açlığını gidermeye çalışanlar için söylenir. Boğazı inmek: Bademcikleri şişmek, iltihaplanmak. Boğazına dizilmek: İsteksiz yemek, iştahı kesilmek. Boğazına indirmek: Çok ve gelişi güzel yemek. Boğazına sarılmak: Üstüne yürümek. Boğazında düğümlenmek: Söylemek istediğini heyecan veya üzüntü yüzünden diyememek. Boğazında kalmak: Ağzındaki lokmayı üzüntü dolayısıyla yutamaz duruma gelmek. Boğazından geçmemek: Sevdiği bir kimsenin yokluğu veya yoksulluğu dolayısıyla bir yiyeceği yalnız başına yemekten üzüntü duymak. Boğazını sıkmak: Bunaltmak, sıkıntı vermek. Bol keseden: Bol bol, ölçüsüz, çok.