Fisun Özgenç - Türkçede Deyimler. www.cepsitesi.net



Benzer belgeler
El ve ayak ile ilgili deyimler. Elini sıcak sudan soğuk suya değdirmemek. Elden salmak. El ayak olmak. Eli ayağı kesilmek.

Etekleri tutuşmak. Kafası kızmak. Telaşlanmak. Öfkelenmek. Dikkatle dinlemek. Kulak kesilmek. Gözden düşmek. Değerini kaybetmek.

Faydalı Olması Dileklerimizle...


Aşağıda verilen atasözleri ve deyimleri inceleyelim. Baklayı ağzından çıkarmak. Bakarsan bağ, bakmazsan dağ olur


VERBS FUNCTION WORDS ADJECTIVES ADVERBS. ahmet okal Page 1 10/7/08

D DAĞ DAKİKA DAKTİLO DALAK DALGA

1) Aşağıdaki atasözlerinden hangisi gerçek anlamlıdır?

Selam vermekle karşımızdaki kimseye neyi ifade etmiş oluruz?

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Paragraftaki açıklamaya uygun düşen atasözü aşağıdakilerden hangisidir?

TEK TEK TEKERLEME. Havada bulut Sen bunu unut

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Bir akşam vakti, kasabanın birine bir atlı geldi. Kimdir bu yabancı diye merak eden kasabalılar, çoluk çocuk, alana koştular. Adam, yanında atı,

Sevda Üzerine Mektup

DEYİM YERİNDEYSE. Ed tör: Doç. Dr. Yusuf DOĞAN. Yazarlar: Dr. H. Emel ŞİRİN Sevtap IŞIK Ceren ÇEVİK Tuğba DOĞRU Tuncay DALKIÇ Baran SOLAR


Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

SORUMLULUK Değerli Velilerimiz, Sorumluluk Nedir? Sorumluluk Sahibi Bireyler;

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

1 Sabah yataktan kalkmak Küvete girip çıkmak Saç yıkamak, taramak

**Aba altından değnek göstermek: Sert görünmemekle birlikte karşısındakini üstü kapalı bir şekilde korkutmak.

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI OCAK AYI BÜLTENİ BELİRLİ GÜNLER VE HAFTALAR. Yeni yıl (31 Aralık-1 Ocak)

5. Et et içinde, et fit içinde Dünya dümeni, onun içinde.

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

1) Dost ayıbını. söyler. Tümcesini en anlamlı şekilde tamamlayan sözcük çifti hangisidir?

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri

Okul Çağı Çocuğunda Sevgi Yetersizliği Çalma Davranışına mı Neden Oluyor? Pazartesi, 02 Eylül :14

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi ARILAR GRUBU

3. Zihinden atamadığınız tekrarlayan, hoşa gitmeyen düşünceler. 7. Herhangi bir kimsenin düşüncelerinizi kontrol edebileceği fikri

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

5 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, fiziksel özelliklerim nelerdir? Vücudumuzun bölümleri ve iç organlarımız nelerdir? Ne işe yarar?

PSK 271 Öfke Yönetimi ( Güz Dönemi) Yrd. Doç. Dr. Nilay PEKEL ULUDAĞLI. Öfke Yönetimi: Duyguları İfade Edebilmek ve Duygularla Başa Çıkmak

FK IX OFFER BENLİK İMAJ ENVANTERİ

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

Defne Öztürk: Atatürk ün herkes mutlu ve özgür olsun diye hediye ettiği bayramdır.

Atasözleri Sözlüğü T. Taşa çıkan keçinin, ağaca çıkan oğlağı olur. Bk. Ağaca çıkan keçinin, dala bakan... Atasözleri Sözlüğü T

Samed Behrengi. Püsküllü Deve. Çeviren: Songül Bakar

ÖFKE KONTROLÜ. Anadolu Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezi

ATATÜRK'Ü ANIŞ. Adım-Soyadım:...

Birinci kadın; Oğlunun çok hareketli olduğunu, ellerinin üzerinde dakikalarca yürüyebileceğini söyledi.

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Sevgili dostum, Can dostum,

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

1 Ahlâk nedir? Ahlâk; insanın ruhuna ve kişiliğine yerleşen alışkanlıklardır. İki kısma ayrılır:

Ç ÇABUK ÇAKI ÇALIŞMAK ÇAMAŞIR ÇAMUR

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

KALIPLAŞMIŞ KELİME ÖBEKLERİNDE ANLAM

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

Bu dörtlükte geçen aşağıdaki sözcüklerden hangisinin eş seslisi yoktur?

O günlerde, bir kıyı kenti olan Hull'a gitmiştim. Orada bir. arkadaşıma rastladım. Babasının gemisi vardı. Gemi o gün

PİNOKYO EĞİTİM KURUMLARI MART AYI AYLIK EĞİTİM PROGRAMI 1. HAFTA

Burhan Çocuk Nisan 2015 Salı, 07 Nisan :10. Başarının Anahtarı

1) Eğer tartı eksik gelmişse, bu benim hatam değil, onun hatasıdır.

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU UĞUR BÖCEKLERİ SINIFI KASIM AYI BÜLTENİ

MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI ORTAÖĞRETİM KURUMLARI YÖNETMELİĞİ. Disiplin cezasını gerektiren davranış ve fiiller

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması BEZELYE TANESİ

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI. Nİsan AYI BÜLTENİ. Sevgİ Kİlİmlerİmİz

gösteren gösterilen biçim anlam

3) Bir gün bu delikten bir tarla faresi çıktı. cümlesinde aşağıdaki sorulardan hangisi nin cevabı

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

ISBN :

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

1. Hangisinin zıt anlamlısı yoktur? A) iyi B) savaş C) ağaç D) yoksul

OKULUMUZDA NASIL DAVRANMALIYIZ?

Woyzeck: Öğleyin güneş tepeye çıkıp da dünya ateşe düşmüş gibi yanmaya başlayınca, işte o zaman korkunç bir ses bir şeyler diyor bana.

SINAV KAYGISI. Sınav Kaygısının Belirtileri Nelerdir? * Fiziksel Belirtiler

dinkulturuahlakbilgisi.com Memduh ÇELMELİ dinkulturuahlakbilgisi.com

Hayata dair küçük notlar

Jiggy kahramanımızın asıl adı değil, lakabıdır. Ve kıpır kıpır, yerinde duramayan anlamına gelmektedir.

TEST. 7. Dişer ne zaman fırçalanmalıdır? A. Yemeklerden sonra B. Okuldan gelince C. Evden çıkmadan önce

kaç saç çatı çanta çakal çay salça çatal çalı Çetin çiçek çilek

ŞİİR, HİKÂYE, MAKALE. Ekim 2013 Sayı 1. Yazar; HARUN ŞEN

1. Aşağıdakilerin hangisi eşsesli bir sözcüktür? A) felaket B) deprem C) biz D) bit

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

TİLKİ İLE AYI Bir varmış bir yokmuş, Allah ın günü çokmuş. Zamanın birinde bir tilki ile bir ayı yaşarmış. Bir gün bunlar ormanda karşılaşmışlar ve ar

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

YOL AYRIMI SENARYO ALĐ CEYLAN

BÖLÜM: 2. Oruç Tutarken Nelere Dikkat Etmeliyiz? Orucu Bozan Durumlar. Orucun Kişiye ve Topluma Kazandırdıkları. Ramazan Bayramı Sevinci

Veli Mektupları MyLittle Island 1

bez gez sez tez biz çiz diz giz boz roz koz poz toz yoz çöz göz köz söz buz muz tuz büz düz güz

Bağımlılık-Bağımsızlık. Prof. Dr. Sibel ERKAL İLHAN

Mutlu Dünya Kreş, Anaokulu, Anasınıfı 1

Umutla, harabelerde günlük turuna çıkmış olan bekçi Hilmi Efendi yi aramaya koyuldu. Turist kalabalığı Efes sokaklarına çoktan akmaya başlamıştı.

Yönetici tarafından yazıldı Perşembe, 08 Ekim :05 - Son Güncelleme Perşembe, 08 Ekim :08

HIZLI OKUMA TEKNİKLERİ

ÇOCUK VE YETİŞKİN HAKLARI

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Yapraklar da konuşur.

İngilizce de duygu anlamına gelen "emotion" kelimesinin üstünde biraz durursak, motivasyon kavramını daha iyi anlayabiliriz.

Transkript:

Fisun Özgenç - Türkçede Deyimler www.cepsitesi.net DEYİM Deyimler, çoğunlukla gerçek anlamlarından farklı, kalıplaşmış sözcük grubudur. DEYİMLERİN ÖZELLİKLERİ * Deyimler kısa ve özlü sözlerdir. * Deyimler kural bildirmezler. * Deyimler kalıplaşmış sözlerdir. * Deyimler en az iki sözcükten oluşur. * Bazı deyimler eylem çekimi değiştirilerek atasözüne dönüşebilir. Bunun tam tersi de mümkündür. ATASÖZLERİ VE DEYİMLERİN BENZER YÖNLERİ * Kalıplaşmış olmak, * Topluma mal olmuş olmak,

* Özlü söz olmak, * Söz ve anlatım sanatlarından yararlanmış olmak, * Sözcükleri genellikle mecaz anlamda kullanmak, * Ustaca ve bilgece söylenmiş olmak, deyimlerle atasözlerinin benzer yönleridir. ATASÖZLERİ İLE DEYİMLERİN FARKLI YÖNLERİ * Deyimlerin amacı, bir kavramı ya da durumu özel bir kalıp içinde ilgi çekici bir biçimde belirtmektir. Deyimler kural ya da yargı bildirmezler. * Atasözlerinin bazıları genel kural bildirir, bazıları da yargı niteliğindedir. KISALTMALAR alay: alay yollu argo: argo söz kaba: kaba konuşma mec: mecaz hkr: hakaret hlk: halk ağzında esk: eskiden tkz: teklifsiz konuşmada A Aba altından sopa göstermek: Yumuşak görünmekle birlikte yine de gözünü korkutmak. Abayı sermek: Bir yere teklifsizce yerleşmek. Abayı yakmak: tkz. Gönül vermek, tutulmak. Abdestinde namazında: Dindar. Abdestinden şüphesi olmamak: Yaptığı işte kusuru olmadığını kesin olarak bilmek. Aç açık kalmak: Evsiz barksız kalmak. Aç kurt gibi: Yemeğe, üşüşmek veya saldırmak Acından ölmek: Açlıktan ölmek. Açık alınla: Başarı ve övünç ile. Açık kapı bırakmak: Gereğinde, bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak. Açık vermek: Geliri, giderini karşılamamak. Açığa alınmak: Görevine son verilmek.

Açığı çıkmak: Saklamakla görevli bulunduğu paranın veya malın eksik olduğu anlaşılmak. Açıkta kalmak: İş ve görev bulamamak, yersiz yurtsuz kalmak veya birkaç kişinin birlikte eriştiği bir iyilikten yararlanamamak. Açıktan kazanmak: Emek ve sermaye koymadan kazanç sağlamak. Açıktan para almak: Bir iş veya mal için, kararlaştırılan ücret dışında para almak. Açlıktan gözü kararmak: Çok acımak. Açlıktan imanı gevremek: Çok acıkmak. Açlıktan ölmeyecek kadar: Pek az yemek. Aç gözünü, açarlar gözünü: Her zaman uyanık olmak gerekir, yoksa umulmadık bir anda büyük zararlarla, yüz yüze gelinebilir. Açtı ağzını, yumdu gözünü: Öfkelenerek veya kızarak ağır sözler söyleyenler için söylenir.. Adı gibi bilmek: Çok iyi bilmek. Adı bile okunmamak: Hiç önem vermemek. Adı çıkmak: Kötü bir ün kazanmak. Adı geçmek: Anılmak, söz konusu olmak. Adı kötüye çıkmak: Ünü kötü olarak yayılmak. Adı üstünde: Adından belli olduğu gibi. Adı var: Yaşamayan, yalnızca hayalde var olan. Adını ağzına almamak: Kırgınlık ve kızgınlık gibi sebeplerle bir kimseden hiç söz etmemek. Adam almamak: Son derece kalabalık olmak. Adam beğenmemek: Herkesi değersiz görmek. Adam etmek: 1) Eğitmek, yetiştirmek, topluma yararlı duruma getirmek. 2) Bir yeri düzene sokmak veya bir şeyi işe yarar duruma getirmek. Adam gibi: Terbiyeli, akıllı uslu. Adam hesabına koymak: Değer vermek. Adam sırasına geçmek: Bir yeri veya özel bir değeri yokken artık kendisine önem ve değer verilmek. Adam yerine koymak: Değer vermek. Adama dönmek: Düzelmek. Adamdan saymak: Değer vermek. Adamına düşmek: Güzel bir rastlantı sonunda, o işten anlayanına, uzmanına denk gelme. Adamını bulmak: Bir işi yapabilecek ya da hâlledebilecek kişiyi bulmak. Adım atmak: Bir işe ilk kez girişmek. Adım atmamak: Gitmemek, uğramamak. Adımını attırmamak: Girmesine engel olmak. Adımını geri almak: Başlanan işten dönmek. Adımlarını sıklaştırmak: Daha küçük ve çabuk adımlar atarak hızlı yürümek. Afyonunu patlatmak (birinin): argo. Kendi keyfine dalmış olan birini öfkelendirmek. Ağına düşürmek: Tuzağına düşürmek. Ağaca çıksa pabucu yerde kalmaz: Davranışlarına engel olacak hiçbir takıntısı yok. Ağır aksak yürümek: Pek yavaş ilerlemek. Ağır almak: Bir işte yavaş davranmak. Ağır basmak: mec. Gücü etkisi veya özelliği daha üstün ve belirgin olmak. Ağır kaçmak: şaka. Gücendirici olmak. Ağır satmak: Nazlanmak. Ağırdan almak: İşi süresinde bitirmemek. Ağırlığınca altın değmek: Çok değerli olmak. Ağız açmak: Söz söylemek, konuşmak. Ağız açtırmamak: Çok konuşarak başkalarının söz söylemesine, konuşmasına engel olmak. Ağız ağıza vermek: İki kişinin başkaları işitmeyecek biçimde konuşması.

Ağız aramak: Öğrenmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak. Ağız birliği etmek: Söz birliği etmek. Ağız kalabalığına getirmek: Birini gereksiz sözler söylemek yolu ile şaşırtmak. Ağız yapmak: Birini kandırma, amacıyla, düşüncelerini başka türlü gösterecek biçimde konuşmak. Ağız yaymak: Dürüst konuşmaktan kaçınmak. Ağza düşmek: Dedikodu konusu olmak. Ağza koyacak bir şey: Yiyecek bir şey. Ağza tat, boğaza feryat: Az miktarda yiyecek Ağızda sakız gibi çiğnemek: Bir söz veya düşünceyi sık sık tekrarlayıp durmak. Ağzı açık ayran delisi: Yeni gördüğü her şeye şaşkınlıkla bakan, şaşıran. Ağzı acık kalmak: Çok şaşırmak, şaşakalmak. Ağzı burnu yerinde: Oldukça güzel, yakışıklı. Ağzı dili tutulmak: Beklenmedik bir durum karşısında heyecanlanmak, hayranlık duymak. Ağzı dolu dolu konuşmak: Heyecanlı konuşmak. Ağzı havada: Çevresinden habersiz, şaşkın. Ağzı kulaklarına varmak: Çok sevinmek. Ağzı kulaklarında: Çok sevinçli, mutlu. Ağzı oynamak: Bir şeyler yemek, ya da konuşmak. Ağzı sulanmak: İmrenmek. Ağzı torba değil ki büzesin: Herkesin dedikodu yapmasının önüne geçilemeyeceğini anlatır. Ağzına almamak: Söz konusu etmemek. Ağzına atmak: Yemek için ağza koymak. Ağzına bakakalmak: Sözlerine hayran kalmak. Ağzının içine bakmak: 1) Ne söyleyeceğini beklemek. 2) Onun sözüne göre davranmak. Ağzına baktırmak: Kendini zevk ile dinletmek. Ağzına bir kemik atmak: Birini, ona küçük bir çıkar sağlayarak susturmak.

Ağzına bir parmak bal çalmak: Birini tatlı sözler söyleyerek veya çeşitli hediyeler vererek bir süre için kandırmak, veya oyalamak. Ağzına burnuna bulaştırmak: Bir işi beceremeyip berbat etmek, bozmak. Ağzına geleni söylemek: Nezaket dışına çıkarak ağır ve kırıcı sözler söylemek. Ağzına gem vurmak: Susturmak, söyletmemek. Ağzına kira istemek: Söylemesi beklenen şeyi söylemekte nazlı davranmak. Ağzına sürmemek: Bir şeyden hiç yememek. Ağzına tıkamak: Konuşmasına engel olmak. Ağzına tükürmek: Birini küçültmek üzere küfür olarak kullanılan uygunsuz sözler sarf etmek. Ağzına vur, lokmasını al: Yumuşak huylu kimseye her istenileni kolaylıkla yaptırabilme anlamında. Ağzına verilmesini beklemek: Çalışmayıp işlerinin başkaları tarafından yapılmasına beklemek. Ağzında bakla ıslanmamak: Sır saklamamak. Ağzında büyümek: Sevmediğinden veya içi almadığından yutmamak. Ağzında gevelemek: Açıkça söylememek. Ağzından bal akmak: Çok tatlı konuşmak. Ağzından çıkanı kulağı duymamak: Sözlerini tartmadan söylemek. Ağzından çıt çıkmamak: Hiç konuşmamak. Ağzından düşmemek: Her zaman sözünü etmek. Ağzından girip burnundan çıkmak: Türlü yollara başvurarak birini bir şeye razı etmek, kandırmak. Ağzından lâkırdı almak: Karşısındakini konuşturarak birtakım gizli şeyleri öğrenmek. Ağzından lokmasını almak: Birinin hakkı olan şeyi ondan almak. Ağzını açacağına gözünü aç: Bazılarını uyarmak için "dikkatli ol uyanık ol!" anlamında kullanılır. Ağzını açıp gözünü yummak: Öfke ile ağzına gelen bütün ağır sözleri söylemek. Ağzını bozmak: Kaba konuşmak, küfretmek. Ağzım burnunu çarşamba çanağına çevirmek (veya pazarına): Kırıp parçalamak, dökmek. Ağzını havaya açmak (veya poyraza): alay. Umduğunu elde edememek.

Ağzını hayra aç! Kötü ihtimaller söz konusu edildiğinde gerçekleşmemesi dileği ile söylenir. Ağzını kiraya vermek: Kendini de ilgilendiren bir konuda düşüncesini söylememek. Ağzını sıkı tutmak (veya pek): Sır vermemek. Ağzının tadını bilmek: 1) Güzel yemeklerden anlamak. 2) Her şeyin güzelini, iyisini bilmek. Ağzını yoklamak: Birinin bir şey hakkında bildiğini kendisine sezdirmeden söyletmeye çalışmak. Ağzının içine baktırmak: Sözlerini seve seve ve dikkatli dinletmek. Ağzının içine girmek: 1) Birine çok yanaşmak, iyice sokulmak. 2) Hayranlıkla, büyük bir zevkle seyredip dinlemek. Ağzının içi yangın yerine dönmek: Ağzının tadı bozulmak veya tat alma duyusunu yitirmek. Ağzının payını vermek: Verilen karşılıkla bir kimseyi söylediğine veya yaptığına pişman etmek. Ağzının perhizi yok: Ağzına geleni söyler. Ağzının tadı bozulmak: Kurulu düzeni bozulmak. Ağzının tadını kaçırmak: Bir kimsenin kurulu düzenini bozmak neşesini, keyfini bozmak. Ahbap çavuşlar: tkz. Her vakit birlikte görülen ve birbirine çok bağlı olan arkadaşlar için söylenir. Ahıra çevirmek: Bir yeri pis, bakımsız, dağınık, harap duruma getirmek. Ahrette on parmağı yakasında olmak: Kendisine karşı sorumlu olandan ahrette davacı olmak. Ak sakaldan yok sakala gelmek: Çok yaşlanıp iyice kuvvetten düşmek. Akla karayı seçmek: Bir işi yaparken çok sıkıntı çekmek, güçlüklerle karşılamak. Akıl var, yakın var: Kafa yormaya gerek yok. Aklı başka yerde olmak: Başka şeyler düşünmek. Aklı bir yerde olmak: Düşünülmesi gerekenden başka bir şey düşünmek. Aklı fikri bir şeyde olmak: Hep aynı şeyi düşünmek ve bu konuda yoğunlaşmak. Aklına turp sıkayım: tkz. Birinin düşüncesini ve yaptığını beğenmemek. Aklını basma almak: Akılsızca davranışlarda bulunmaktan kendini kurtarmak. Aklını bozmak: Bir şey üzerine düşerek hep onunla uğraşıp durmak. Aklının terazisi bozulmak: Akıllıca olmayan davranışlarda bulunacak bir duruma düşmek. Aklınla bin yaşa: şaka. Akla yakın görülmeyen bir düşünce ileri sürene söylenir.

Akmasa da damlar: Az çok bir gelir sağlar. Akşam ahıra sabah çayıra: Hayatta yiyip içip yatmaktan başka kaygısı olmayanlar için söylenir. Akşamdan kavur, sabaha savur: Kazandığını günü gününe harcayan, tutumsuz kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır. Alı al, moru mor: Telâş veya yorgunluktan yüzü kıpkırmızı kesilmiş olmak. Alavere dalavere yapmak: Yalanla dolanla veya hile ile iş görmek. Alay gibi gelmek: İnanılacak gibi olmamak. Alayında olmak: İşi önem vermeyerek yapmak veya işi şaka konusu yapmak. Alçacık dağları ben yarattım demek: Çok kurumlu olmak, kendini çok beğenmek. Alm teri ile kazanmak: Hak ederek, çalışarak, emek vererek kazanmak. Alnına kara sürmek: Bir kimsenin haksız yere kötü tanınmasına yol açmak. Alnında yazılmış olmak: Bir olayın, kişinin başına gelmesini Allah'ın buyurmuş olduğuna inanmak. Alnını karışlamak: Meydan okumak. Alnının akı ile: Ayıplanacak bir duruma düşmeden, tertemiz, şerefiyle, başarı göstermiş olarak. Alış verişi kesmek: Biriyle ilgisi kalmamak. Ali'nin külahını Veli'ye, Veli'nin külahını Ali'ye giydirmek: Birinden aldığını ötekine, ötekinden aldığını bir başkasına vererek işini yürütmek. Allah bereket versin: Bir kazanç karşısında durumundan hoşnut olmayı belirtir. Allah inandırsın: İnanılması pek kolay olmayan bir şey anlatırken yemin yerine söylenir. Allah acısını unutturmasın: Allah bu acıyı unutturacak daha büyük bir acı göstermesin. Allah akıl fikir versin: Akılsızca bir davranışta bulunanlar için kullanılır. Allah aratmasın: Yakınılacak bir durumda, "Allah daha kötüsünü göstermesin", anlamında kullanılır. Allah bana, ben de sana: Şimdi sana borcumu ödeyecek param yok, kazanırsam öderim. Allah bir yastıkta kocatsın: Yeni evlenenlere, "bir arada yaşlanın", anlamında söylenen bir dilek. Allah düşmanıma vermesin: Anlatılan bir kötülüğün büyüklüğünü belirtmek için söylenir. Allah Halil İbrahim bereketi versin: Allah daha çok versin, bereket versin.

Allah sağ gözü sol göze muhtaç etmesin: Allah kimseyi kimseye, en yakınlarına bile muhtaç etmesin. Allah var: Doğrusunu söylemek gerekirse. Allah yarattı dememek: Kıyasıya dövmek. Allah yazdı ise bozsun: Gerçekleşmesi istenmeyen bir olay veya durum için kullanılır. Allah yürü ya kulum demiş: Az zamanda çok kazananlar ve işinde çok ilerleyenler için söylenir. Al benden de o kadar: tkz. Ben de aynı durumdayım veya ben de aynı düşüncedeyim. Al birini, vur ötekine (veya birine): Hiçbiri işe yaramaz, hepsi bir ayarda. Al gülüm ver gülüm: 1) İki sevgilinin birbirine sevgi gösterisinde bulunmaları. 2) Bir kimseye yapılan hizmetin hemen karşılığını bekleme durumu. Al takke ver külah: Çekişe çekişe anlaşmak. Aldığı abdest ürküttüğü kurbağaya değmemek: Sağladığı yarar, verdiği zararı karşılamamak. Alıp sattığı olmamak: Hiç ilgisi bulunmamak. Alıp satmaz görünmek: İlgisiz görünmek. Alt yanı çıkmaz sokak: Sonu gelmeyen, sonuç alınamayan işler için söylenir. Altı alay üstü kalay: İçi, dışı gibi özenilmiş olmayan şeyler için söylenir. Altı kaval, üstü şişhane: Altı, üstüne uymaz. Altı yaş olmak: Böyle bir işe girişmekte sakıncalar bulunduğu anlaşılmak. Altında kalmamak: Karşılığını vermek, gördüğü iyilik veya kötülüğü karşılıksız bırakmamak. Altından Çapanoğlu çıkmak: Girişilen işte başa dert olacak bir durumla karşılaşmak. Altından kalkamamak: Bir işi başaramamak. Altını çizmek: Önemini belirtmek. Altını üstüne getirmek: Söz veya tutumuyla çevreyi birbirine düşürmek, karmakarışık etmek. Alttan almak: Sen konuşan birine karşı yumuşak ve olumlu davranmak. Altın adı pul oldu, kız adı dul oldu: Uygunsuz davranışları yüzünden temiz kişiliği lekelendi. Altın adını bakır etmek: Kötü işler yaparak temiz ve parlak ününü karartmak. Altın kesmek: Çok para kazanır olmak. Altın leğene kan kusmak: Varlık içinde hastalık veya sıkıntı çekerek yaşamak.

Altın topu: Güzel ve tombul kucak çocukları için bir benzetme sözü olarak kullanılır. Aması var: Bilinmeyen, sakıncası veya kusurları olan şeyler için söylenir. Anam avradım olsun: argo. Birini kesin olarak inandırmak için söylenen çok kaba bir yemin. Anan yahşi baban yahşi: Birini, bir işe razı etmek için gereğinden çok överek yumuşatmak amacı güdüldüğünü başkasına anlatırken kullanılır. Ananın ak sütü gibi (heîâl olsun): Anamın sütü bana nasıl helâl ise, bu da sana öyle helâl olsun. Anası ağlamak: Çok sıkıntı çekmek. Anası danası: Soyu sopu, bütün aile. Anasından doğduğuna pişman: 1) Çok tembel, üşengeç. 2) Canından bezmiş. Anasından doğduğuna pişman etmek: Çok eziyet etmek, çok üzmek bezdirmek. Anasından emdiği süt burnundan gelmek: Bir işi yaparken çok sıkıntı çekmek. Anasını ağlatmak: kaba. Bir kimseye çok eziyet etmek, çok sıkmtı çektirmek. Anasının gözü: argo. Çok kurnaz, dalavereci. Anasının nikâhını istemek: Bir şeye değerinden çok para istemek. Anahtarı beline takmak: Yönetimi ele almak. Aptal yerine koymak: Anlamaz, bilmez sanmak. Ar belâsı: Namusuma dil uzatılır belası. Ar damarı çatlamış: Utanması kalmamış. Ar namus tertemiz: Utanması olmayan. Ar ve haya perdesi yırtılmak: Utanmamak. Ar yılı değil, kâr yılı: Birinin sıkılmayı bir yana bırakarak yalnız çıkarma baktığı anlatılırken söylenir. Arada kalmak: İki tarafı uzlaştırmak üzere araya girme dolayısıyla güç duruma düşmek. Aradan çekilmek: O olayla ilgilenmemek. Aralarında dağlar kadar fark olmak: Aralarında her yönden büyük ayrılıklar bulunmak. Aralarından su sızmamak: Birbirleriyle çok yakın, sıkı fıkı arkadaşlık kurmak. Aralarını bulmak: Birbirleriyle anlaşamayan iki kişiyi uzlaştırmak, barıştırmak. Arası hoş olmamak: 1)0 şeyden hoşlanmamak. 2) Aralarında, geçimsizlik olmak.

Araya soğukluk girmek: Dostluk bağı gevşemek. Arayı açmak: Aradaki uzaklık artmak. Arayı soğutmak: Zaman geçmek, eski yakınlık, dostluk kalmamak. Arayı yapmak: 1) Araları açılmış iki kişiyi barıştırmak. 2) Arası açılmış kimse ile barışmak. Aramak taramak: Dikkatle aramak, çok aramak. Arap gibi olmak: Simsiyah olmak, kararmak. Arap olayım (şaka yollu): Söylenen bir şeyin doğruluğuna inandırmak için söylenir. An gibi sokmak: İğnelemek, acı söz söylemek. Arkada bırakmak: Birinden daha ileri gitmek. Arkadan vurmak: mec. Bir kimsenin kendisine güvenen ve inanan birine gizlice kötülük etmesi. Arkasında dolaşmak: Bir işi yaptırmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradığı yerlere giderek görüşme fırsatı aramak. Armutun sapı var, üzümün çöpü var demek: Her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek. Ardından atlı kovalamak: Bir işi gereksiz bir telâşla yapanlar için söylenir. Ardından sapan taşı yetişmez: Bir kimsenin çok hızlı gittiğini anlatmak için kullanılır. Aslı astarı: İşin iç yüzü, gerçek şekli. Astığı astık, kestiği kestik: Acımasız, çok sert veya istediği gibi davranan kimseler için kullanılır. Astarı yüzünden pahalı olmak: Bir işin ayrıntılarına harcanılan para veya emek, elde edilen sonucun değerini aşmak, masraflı olmak. Aşağıdan almak: Sert konuşan bir kimseye yumuşak bir dil kullanmak, alttan almak. At başı gitmek: Eşit durumda olmak. At çalındıktan sonra ahırın kapısını kapamak: İş işten geçtikten sonra önlem almak. At hırsızı gibi: Kılık kıyafeti ve tutumu güven vermeyen kişiler için söylenir. At izi it izine karışmak: İyiyi kötüden ayıramaya-cak bir durum ortaya çıkmak. At koşturmak: Geniş, alabildiğine rahat hareket edebilecek bir ortam yaratmak veya bulmak. At var, meydan yok: Yapacak güç var, ama kullanma imkânı yok. Ata et, ite ot vermek: Bir işi ters yapmak.

Atı alan Üsküdar'ı geçti: Fırsatın kaçırıldığını, artık yapılacak bir şey kalmadığını anlatır. Atın ölümü arpadan olsun: Çok sevilen bir şey yapılırken veya sevilen bir yiyecek yenilirken sonuç kötü de olsa katlanılacağını anlatır. Attan inip eşeğe binmek: Bulunduğu önemli görevden daha aşağı bir göreve getirilmek. Atadan babadan görmek: Gelenek hâlinde eskiden beri bilmek, yapmak, uygulamak. Ateş bacayı sarmak: Bir olayın, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum alması. Ateş olsa cürmü kadar yer yakar: Hasmın pek önemsenmediğini anlatır. Ateş püskürmek: Şiddetli, öfkeli konuşmak. Ateş saçmak: Çok kızmak, çok öfkelenmek. Ayak çekmek: mec. Kandırmaya çalışmak. Ayak diremek: Bir düşünceyi, bir davranışı sonuna kadar sürdürmek, tutumundan şaşmamak. Ayak sürümek: 1) Verilen bir işi ağırdan almak. 2) Gönderilen yere isteği ile gitmemek. Ayak uydurmak: mec. Kendi gidiş ve davranışını başkasmmkine benzetmek. Ayak yapmak: Birini aldatmaya, çalışmak. Ayağa kaldırmak: Telâş ve heyecana düşürmek. Ayağa kalmak: mec. Telâşlanmak, heyecanlanmak. İyi olmak, iyileşmek. Ayağı alışmak (veya) alışmamak: Bir yere sürekli gitmek veya gitmemek. Ayağı dolaşmak: Yürürken telâştan ayakları birbirine takılmak. Ayağı düze basmak: Güçlükleri yenerek ilerisinden korkmayacak bir duruma gelmek. Ayağı yerden kesilmek: Bir taşıta binip yaya yürümekten kurtulmak. Ayağına bağ olmak: Bulunduğu yerden ayrılmasına veya yaptığı işi sürdürmesine engel olmak. Ayağına bağ vurmak: Önüne engel çıkarmak. Ayağına çelme takmak: Birinin işinde yükselmesine engel olmak. Ayağına getirmek: Sıra, saygı gözetmeksizin birinin yanma gelmesini sağlamak. Ayağına gitmek: Alçak gönüllülük ederek veya saygı göstererek birinin yanma varmak. Ayağına ip takmak: Bir kimseyi çekiştirmek. Ayağına kapanmak: Alçalırcasma yalvarmak.

Ayağına kira istemek: Gelmeye nazlanmak. Ayağına üşenmemek: Hamarat olmak, ayak işlerini bıkmadan, yorulmadan yapmak. Ayağını bağlamak: Engel olmak. Ayağını kesmek: Artık uğramaz olmak. Ayağını denk almak: Başkalarından gelebilecek kötülüklere karşı uyanık davranmak. Ayağını kaydırmak: Bir yolunu bulup birinin işinden veya görevinden uzaklaştırılmasını sağlamak. Ayağının altına karpuz kabuğu koymak: Bir kimseyi bir düzenle işinden uzaklaştırmak. Ayağının bağını çözmek: 1) Karısını boşamak; 2) Serbest davranmasını engelleyen ilişkilere son vermek. Ayağının bastığı yerde ot bitmez: Uğradığı yere bereketsizlik, uğursuzluk getirir. Ayağının tozu ile: Gelir gelmez, dinlenmeden. Ayağının türabı olmak: Birinin başka birine bağlanıp onun her emrini yerine getirmesi. Ayaklarına kara su inmek: Uzun süre ayakta kalmak veya yürümekten çok yorulmak. Ayaklarının ucuna basmak: Çok yavaş, sessiz, gürültü yapmamaya özen göstererek yürümek. Ayakaltmda bırakmak: Ezilmesine, yok olmasına göz yummak, korumamak. Ayakaltmda dolaşmak: Gereksiz yere herkesin işine engel olacak biçimde ortalıkta dolaşmak. Ayaz kesmek: Uzun süre soğukta kalıp üşümek. Ayı yavrusuyla oynuyor: İri ve yetişkin birinin, ufak tefek birine, el şakası yapması veya gücünü onda denemesi karşısında ayıplama yollu söylenir. Ayının kırk türküsü var, kırkı da ahlat üstüne: Hep aynı şeyi ve hikâyeyi anlatmak. Ayıya kaval çalmak: Anlayışsız bir kimseye bir şey anlatmaya çalışmak. Ayıyı vurmadan postunu satmak: Henüz ele geçmemiş bir şey üzerinde hesap yapmak. Ayıhp bayılmak: 1) Birini kendinden geçercesine sevmek. 2) Aşırı ölçüde sinir bunalımları geçirmek. Ayıptır söylemesi: 1) "Bunu söylemek size karşı saygısızlık olacak ama söylemek zorundayım" anlamında özür dilemek için kullanılır. Aynı yolun yolcusu: Sonları birbirine eş olan. Ayranım budur, yarısı sudur: Yapılan bir işin yarım yamalak olduğu bildirilmek için kullanılır.

Ayrı düşmek: mec. Uyuşmamak. Ayrısı gayrisi olmamak: Birbirinden hiçbir şey esirgemeyecek durumda olmak. Ayrıntılara inmek: Bir konuyu en küçük noktasına kadar inceleyip araştırmak. Ayva göbekli: Göbeği çukur olan kimse. Ayvayı yemek: argo. Kötü duruma düşmek. Az buz olmamak: Azımsanacak kadar olmamak. Aza çoğa bakmamak: Olanla yetinmek. Azı çoğa saymak: Verilen küçük bir armağanı çok değerli ve kabul etmek. Azrail'e bir can borcu olmak: 1) Nasıl olsa öleceğini kabul etmek. 2) Hiç kimseye borcu kalmamak, bütün borçlarından kurtulmak. Azrail'le burun buruna gelmek: Ölümle karşı karşıya gelmek. B Babamın adı Hıdır, elimden gelen budur: Gücüm ancak bu kadarını yapmaya yeter. Bacası tütmek (aile için): Yaşaması sürüp gitmek. Bağrına basmak: Kucaklamak. Bağrını delmek: Çok dokunmak, içine işlemek. Bakla oda nohut sofa: Küçük ev. Baklayı ağzından çıkarmak: Sabrı tükenip o zamana kadar söylemediği şeyleri söylemeye başlamak. Bal alacak çiçeği bilmek: Çıkar sağlanabilecek yeri veya şeyi bilmek veya bulmak. Bal dök de yala: Bir yerin çok temiz olması. Balta olmak (birine): argo. Direnerek bir şey istemek, vakitli vakitsiz tedirgin etmek, asılmak. Baltayı taşa vurmak: mec. Farkında olmayarak birine dokunacak sözler söylemek, pot kırmak. Barajı aşmak: mec. Herhangi bir sebeple konuşulmuş olan şartı yerine getirip başarı sağlamak. Bardağı taşırmak: Sabrım tüketmek. Bardaktan boşaltırcasına yağmak (yağmur): Çok şiddetli yağmak. Barutla oynamak: Tehlikeli işlerle uğraşmak. Basamak yapmak: rnec. Bir durumu daha yükseğine erişmek için araç olarak kullanmak.

Basireti bağlanmak: İyi düşünememek. Baskın çıkmak: Üstünlüğünü göstermek. Basıp gitmek: Birden bire gitmek. Bastığı yeri bilmemek: 1) Çok sevinmek. 2) Şaşkınlıktan durumunu kontrol edememek. Baston gibi: Dimdik duran veya yürüyen kişi. Baş ağrısı olmak: Sıkıntı vermek, uğraştırmak. Baş ağrıtmak: Tedirgin etmek, bıkkınlık vermek. Baş alamamak: Çok uğraşılan bir konu yüzünden vakit ve fırsat bulamamak. Baş aşağı düşmek: Kişiliğinden kaybederek toplum içindeki durumu sarsılmak. Baş başa: Biriyle bir kenara çekilip konuşmak. Baş döndürmek: Başarıdan, gururdan, sevinçten çok mutlu duruma getirmek. Baş edebilmek: Bir kimseyi yola getirmeye veya bir şeyi yapmaya gücü yetmek. Baş eğmek: Direnmeyip buyruk altına girmek. Baş etmek: Gücü yetmek. Baş göstermek: Belirmek, ortaya çıkmak. Baş göz etmek: hlk. Evlendirmek. Baş komak: Birşey uğruna ölümü göze almak. Baş tutmak: Elebaşı olmak. Baş üstünde tutmak: Çok iyi ağırlamak. Baş vermek (Çıban): Olgunlaşmak. Başa güreşmek: mec. En üstün sonucu elde etmek için mücadele vermek. Başı bağlanmak: 1) Biri evlendirilmek. 2) Birini yandaş olarak kazanmak, kendi yanında tutmak. Başı bütün: Eşi hayatta olan karı veya koca. Başı çatlamak: Başı çok ağrımak. Başı için (birinin): "Çocuğunuzun başı için"; "annenizin başı için", gibi sözlerle değerli bir kişi ortaya konarak kullanılan ant veya yalvarma sözü. Başı kalabalık: Yanında bir işi konuşamayacak kadar çok kimse var.

Başı kazan gibi olmak: Başında çok ağrı ve uğultulu bir sersemlik olmak. Başı yastığa düşmek: Yorgunluktan veya güçsüzlükten uykuya dalmak. Başı yerde: Utançla, kırgınlıkla, üzüntüyle. Başı yukarda: Onurlu, kibirli, kendini beğenmiş. Başım gözüm üstüne: Belirtilen istekleri içtenlikle yapmayı kabul etmeyi anlatır. Başına balta kesilmek: Sürekli istemek, ısrar etmek, inat etmek. Başına bir hâl gelmek: 1) Kötü duruma uğramak. 2) Ölüm ihtimalini bildirmek için kullanılır. Başına buyruk: Kimseden izin almaksızın dilediği gibi davranan. Başına çıkarmak: Şımartmak, çok yüz vermek. Başına çorap örmek: Birine, haberi olmadan kötü duruma düşürücü davranışta bulunmak. Başına dert etmek: Bir şeyi üzüntü konusu yapmak. Başına devlet kuşu konmak: Beklemediği büyük bir nimeti ele geçirmek. Başına dikmek: Birini veya bir şeyi korumak için bir kimseyi görevlendirmek. Başına geçmek: 1) Görevi altında bulundurmak. 2) Bir yönetimini ele almak. 3) Bir işi yapmaya başlamak. Başına iş açmak: Uğraştırıcı ve üzücü bir işin çıkmasına yol açmak. Başına taç etmek: Çok değer vermek. Başına vur, ağzından lokmasını al: Uysal ve sessiz kimseler için kullanılır. Başında kavak yeli esmek: 1) Sorumluluk duygusundan uzak, zevk eğlence peşinde koşmak. 2) Gerçekleşmeyeceğini düşünerek vakit geçirmek. Başında paralansın: Yapılan bir iyilik çok söylendiğinde o iyiliğin artık istenmediğini belirtir. Başında torbası eksik: Eşek gibi bir adam. Başından almak: Kurtulmak. Başından büyük işlere girişmek: Gücünün üstünde olan işlere kalkışmak. Başından korkmak: Hayatından kaygı duymak. Başını alamamak: Bir şeyden kurtulamamak. Başını alıp gitmek: İzin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, sıvışmak. Başını bağlamak: Nişanlamak ya da evlendirmek.

Başını bir yere bağlamak: Birini bir işe yerleştirmek, işsizlikten, başıboşluktan kurtarmak. Başını dik tutmak: Onurunu korumak. Başını dinlemek: Sessiz, sakin kalmak. Başını döndürmek: 1) Mutluluktan yarı sarhoş duruma getirmek. 2) Kendine hayran bırakmak. Başını gözünü yarmak: Bir işi kötü yapmak. Başını kaldırmamak: 1) Bir işi aralıksız sürdürmek. 2) Iyileşememek, yataktan çıkmamak. Başını yemek: Yok olmasına sebep olmak. Başının çaresine bakmak: Kimseden yardım görmeden kendi işini kendi yapmak. Başının derdine düşmek: Başka bir şeyle ilgilenmeyecek kadar sıkıntılı durumda bulunmak. Başının dikine gitmek: Kendi görüşünün en iyi olduğuna inanarak kimsenin, uyarısını dinlememek. Başının etini yemek: Karşısındakini bezdirinceye, bıktırmcaya kadar sürekli konuşmak. Başının gözünün sadakası: Başa gelecek bir belâyı savmak veya önlemek için yapılan bağış. Başta gelmek: Üstün durumda olmak. Başta taşımak: Çok saygı göstermek. Baştan aşmak: Pek çok olmak, pek çoğalmak. Baştan çıkarmak: Doğru yoldan saptırmak. Baştan kara gitmek: Sonunu düşünmeyerek hesapsız ve batarcasma yaşamak. Başı boş bırakmak: mec. Hiçbir şart koşmadan,onu kendi havasına bırakmak. Battı balık yan gider: İşler kötü gittiğine göre artık istenildiği gibi davranılabilir. Bayrak gibi: Kendini belli edecek bir biçimde. Bayram haftasını mangal tahtası anlamak: Sözü, konu ile ilgisiz biçimde ters anlamak. Bayram koçu gibi: Gösterişli ve zevksiz bir biçimde üslenmiş olan. Bayramda seyranda: Seyrek olarak, arada sırada. Bayramdan bayrama: Çok seyrek olarak. Beli bükülmek: Yaşlılık yüzünden güçsüz kalmak, bir iş yapamayacak duruma düşmek. Belini bükmek: Çaresizlik içinde bırakmak.

Belini doğrultmak: Yeniden durumunu düzeltmek. Belinden gelmek: Birinin dölü olmak. Belâsını bulmak: Hak ettiği cezayı görmek. Beleşe konmak: Emeksiz, parasız elde etmek. Ben hancı, sen yolcu oldukça: Özel ilişkilerimiz sürüp gittikçe seninde bana işin düşer. Benden söylemesi: Ben üzerime borç saydığım şeyi söyledim, kendimi suçlu saymam. Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur: "Çok çalışmasına karşılık verimli ve yararlı olmuyor" anlamında kınama veya eleştiri belirtmek için kullanılır. Benzi sararmak: Yüzünün rengi solmak. Benzine kan gelme: Sağlıklı duruma gelmek. Benliğinden çıkmak: Değişmek. Beş paralık olmak: Kusurları açığa çıkmak. Beşikten mezara kadar: Ölünceye kadar. Beşlik simit gibi kurulmak: Kendine değer vererek bir yere yayılıp oturmak. Beyni bulanmak: 1) Sersemlemek, düşünemez olmak. 2) Kötü bir şey sezinlemek. Beyni karıncalanmak: Zihin yorgunluğundan düşünemez olmak. Beyni kaynamak: Aşırı sıcaktan sersemlemek. Beyni sıçramak: Aklı faşından gitmek. Beyni sulanmak: Bunamak. Beyninde şimşekler çakmak: 1) Çok üzülmek, sarsılmak. 2) Zihninde birden bir düşünce doğmak. Beyninden vurulmuşa dönmek: Beklenmedik bir durum karşısında çok üzülmek, şaşırmak. Bıçak bıçağa gelmek: Bıçakla birbirine saldıracak kadar zorlu kavga etmek. Bıçak kemiğe dayanmak: Çekilen sıkıntı artık katlanılamayacak bir duruma gelmek. Bıraktığım çayırda ödüyorsun: hlk. Uzun süredir hiçbir ilerleme ve değişiklik gösteremiyorsun. Bıyık altında gülmek: Birinin durumuna belli etmemeye çalışarak gülümsemek. Bıyığını silmek: Bir işi olmuş bitirmiş sayarak onunla uğraşmaktan vazgeçmek. Bildiğinden şaşmamak: Hiçbir etkiye aldırış etmeyerek doğru bildiği davranışı sürdürmek.

Bildiğini okumak: Herkes ne derse desin bildiği, istediği gibi davranmak. Bildiğini yedi mahalle bilmez: Bir kimsenin çok kurnaz, çok bilmiş olduğunu anlatır. Bin derde deva: Pek çok işe yarayan. Bin dereden su getirmek: Birini kandırmak için birçok sebep ileri sürmek, dil dökmek. Bin kalıba girmek: Birbirine benzeyen birçok iş yapmak, sürekli olarak düşünce değiştirmek. Bin pişman olmak: Çok pişman olmak. Bin tarakta bezi olmak: Birçok işle uğraşmak. Bin zahmetle: Çok zor, büyük zorlukla. Bini aşmak: Çok fazla olmak. Bini bir paraya: Pek çok ve ucuz. Bir elinin verdiğini öbür elin duymasın: Yapılan bir iyilik gizli tutulmalı, onunla övünülm emelidir. Bir arpa boyu: Çok az, ilerlemek. Bir atımlık barutu olmak: Bir konuda yapabileceği çok az şeyi bulunmak. Bir ayağı çukurda olmak: Çok yaşlanmış olmak. Bir baltaya sap olmak: Belirli bir işi olmak. Bir bardak suda fırtına koparmak: Önemsiz, küçük bir sorunu büyütmek. Bir ben, bir de Allah bilir: Sıkıntılı durumlarda söylenilen bir deyimdir. Bir biçimine getirmek: Çözüm yolu bulmak. Bir bu eksikti: Sıkıntılı durum varken bir yenisinin çıkması üzerine söylenir. Bir çırpıda: Bir ele alışta, çabuk, çabucak. Bir çuval inciri berbat etmek: Düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlış davranışlarla bozmak. Bir dediği bir dediğini tutmamak: Söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız konuşmak. Bir dediği iki olmamak: Her istediği yapılmak. Bir deri bir kemik kalmak: Çok zayıflamak. Bir dikili ağacı olmamak: Malı mülkü olmamak. Bir dostluk kaldı: Az bir mal kalınca satıcıların kullandığı bir özendirme sözü.

Bir dudağı yerde bir dudağı gökte: Masallardaki dev gibi korkunç ve çirkin. Bir elle verdiğini öbür elle almak: Yapar göründüğü bir iyiliği, sağladığı bir çıkarla ödetmek. Bir elmanın yarısı o, yarısı bu: Birbirlerine çok benzeyen kimseler için kullanılır. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır: İyilik küçük de olsa unutulmaz. Bir gömlek aşağı: Bir derece daha düşük. Bir gömlek fazla eskitmiş olmak: Birinden daha yaşlı ve daha görmüş geçirmiş olmak. Bir göz gülmek: Hem gülüp hem ağlamak. Bir gün evvel: Olabildiği kadar çabuk. Bir günden bir güne: Hiç, hiçbir zaman. Bir günlük beylik beyliktir: Hoşa giden bir durum, kısa da sürse çekici ve güzeldir. Bir hâl olmak: 1) Bir şeyin çok tekrarlanması yüzünden bitkin duruma gelmek. 2) Huyu değişmek. Bir hoş eylemek: Hüzünlendirmek. Bir hoş olmak: 1) Şaşırmak. 2) Hüzünlenmek. Bir kapıya çıkmak: Aynı sonuca varmak. Bir kaşık suda boğmak: Bir kimseye çok kızmak veya çok öfkelenmek. Bir kazanda kaynamak: Anlaşmak, uyuşmak. Bir kol çengi (olmak): Şen sözler ve davranışlarla evresine neşe saçanlar için söylenir. Bir tahtası eksik: tkz. Akılca eksik, yanm akıllı. Bir taşla iki kuş vurmak: Bir davranışla birden çok yararlı sonuca ulaşmak. Bir tek atmak: Bir kadeh içki içmek. Bir torba kemik: Çok zayıf. Bir tutmak: Eşit saymak, eşit görmek. Bir yakadan baş çıkarmak: Bir çatı altında dirlik düzenlik içinde yaşamak. Bir yaşına daha girmek: Şimdiye değin görmediği şaşılacak yeni bir şeyle karşılaşmak. Bir yiyip bin şükretmek: Kötü durumda olanlara bakarak kendi durumunun değerini bilmek. Birbiri üstüne gelmek: Arkası arkasına gelmek.

Birbirine düşmek: Araları açılmak. Birbirine girmek: Kavga etmek, dövüşmek. Birbirine katmak: Aralarını açmak, aralarım bozmak, olay çıkarmak. Birbirini yemek: İki veya daha çok kimse birbirleriyle uğraşmak, birbirine kötülük etmek. Birbirinin ağzına tükürmek: tkz. Bir sorunda bir olayda sözleşmiş gibi, ağız birliği yapmak. Bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek: Verimi az, zahmeti çok bir işte uğraşmak. Biri eşikte biri beşikte: Ufak çocuğu çok olan kimseler için söylenir. Bir kalem geçmek: Bir an için göz ardı etmek. Biti kanlanmak: Sıkıntı içinde yaşarken birden para ve varlık yönünden güçlenmek. Biz attık kemik diye, el kaptı ilik diye: Bizim işe yaramaz diye vazgeçtiğimiz şeyi başkaları değerli buldu. Biz bize benzeriz: Aramızda fark yok. Biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz: Birbirimizi çok yakından tanırız; onun öyle bir üstün durumu olmadığını hepimiz biliriz. Bizim gelin bizden kaçar, tutar ellere başını açar: Bize yabancı duran yakınımız, dostumuz, akrabamız başkalarına içtenlikle, yardım eder. Boğaz boğaza gelmek: Zorlu kavga etmek. Boğaz derdi: 1) Geçim için uğraşma. 2) Yemek pişirme, hazırlama sıkıntıları. Boğaz içinde kavga var: Aşırı bir biçimde açlığını gidermeye çalışanlar için söylenir. Boğazı inmek: Bademcikleri şişmek, iltihaplanmak. Boğazına dizilmek: İsteksiz yemek, iştahı kesilmek. Boğazına indirmek: Çok ve gelişi güzel yemek. Boğazına sarılmak: Üstüne yürümek. Boğazında düğümlenmek: Söylemek istediğini heyecan veya üzüntü yüzünden diyememek. Boğazında kalmak: Ağzındaki lokmayı üzüntü dolayısıyla yutamaz duruma gelmek. Boğazından geçmemek: Sevdiği bir kimsenin yokluğu veya yoksulluğu dolayısıyla bir yiyeceği yalnız başına yemekten üzüntü duymak. Boğazını sıkmak: Bunaltmak, sıkıntı vermek. Bol keseden: Bol bol, ölçüsüz, çok.