TAKİYYUDDİN EN-NEBHANİ

Benzer belgeler
İsimleri okumaya başlarken- و ب س ي د ن ا - eklenmesi ve sonunda ع ن ه ر ض ي okunması en doğrusu.

İmam Tirmizi nin. Sıfatlar Hususundaki Mezhebi

الصيام برؤية واحدة اسم املؤلف حممد بن صالح العثيمني

5. Ünite 1, sayfa 17, son satır

SALÂT I NÛR VE TERCÜMESİ

40 HADİS YARIŞMASI DİKKAT 47'DEN 55'E KADAR Kİ HADİSLERİN ARAPÇA METİNLERİ DÜZELTİLMİŞTİR. SINIFI 5-6,7-8 1-) 9-10,11-12 SINIFI 5-6,7-8 2-) 9-10

Borçlunun sadaka vermesinin hükmü

Kolay Yolla Kur an ı Anlama

Değerli Kardeşim, Kur an ve Sünnet İslam dininin iki temel kaynağıdır. Rabbimiz in buyruklarını ve Efendimiz (s.a.v.) in mübarek sünnetini bilmek tüm

Öğretim İlke ve Yöntemleri 1

Question. Neden Hz İsa Ruhullah (Allah ın ruhu) olarak adlandırılmıştır? Yüce Allah ın kendi ruhundan. Peygamberi Âdem e üflemesinin manası nedir?

REHBERLİK VE İLETİŞİM 1

İHLAS VE NİYET. Râşid b. Hüseyin el-abdulkerim. Terceme : Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

فضل صالة الرتاويح اسم املؤلف حممد صالح املنجد

(Dersini sabah namazından sonra yapmanı tavsiye etmekle birlikte, sana uygun olan en münasip bir vakitte de yapmanda bir sakınca yoktur.

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

Başörtüsünün üzerini mesh etmede aranan şartlar. Muhammed Salih el-muneccid

Ders 1-5 Tekrar. Rab, efendi. Alem, dünya ه ذا

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

KUR AN HARFLERİNİN MAHREÇLERİ (ÇIKIŞ YERLERİ)

DİLİN TEHLİKESİ. Râşid b. Hüseyin el-abdulkerim. Terceme : Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

şeyh Muhammed Salih el-muneccid

HADİS II DERSİ EZBER HADİSLER

DUALAR DUANIN ÖNEMİ Dua

İÇKİ HADDİ (İÇKİ İÇEN KİMSEYE UYGUILANACAK CEZA)

Melek BOZDOĞAN Murat BOZDOĞAN

Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Hukuk Usulü II

İSLAM HUKUKUNDA CEZA CEZALAR

Altı aylık iken anne karnından düşen ceninin cenaze namazını kılmanın hükmü

Bayram hutbesi nasıl okunur? - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh - Kişisel Bilgi Sitesi

Kabir azabı kıyâmet kopuncaya kadar devam eder mi?

(Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz. (Fâtiha, 1/5)

KUR AN-I KERİM II Yrd. Doç. Dr. Remzi ATEŞYÜREK

İman; Allah a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe iman etmendir. Keza hayrı ve şerriyle kadere inanmandır.

Kur an ın, şerî meseleleri ders verirken aynı anda tevhid dersi vermesi hakkında izahta bulunabilir misiniz?

ORUCA BAŞLAMADA ASTRONOMİK HESABA MI GÜVENİLMELİ YOKSA HİLALİ GÖRMEK Mİ GEREKİR? İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Dâimî Komitesi

SURE VE AYET SIRASIYLA KUR AN SÖZLÜĞÜ KİTABINDAN ÖRNEK SAYFALAR OTUZUNCU CÜZ سورة النبا (78)

150. Sohbet TEVHÎDİN TARÎFİ VE MAHİYETİ (2/2)

MUSKA VE NAZARLIK TAKMANIN HÜKMÜ

ON EMİR الوصايا لعرش

(Tanımı ve Dayanağı)

Îman, Küfür ve Tekfir 2

SELÂMIN ŞEKLİ. Râşid b. Hüseyin el-abdulkerim. Terceme : Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

Muhammed Salih el-muneccid

EĞER NEBİ MUHAMMED, BENDEN YAHUDİLİĞİ VE HIRİSTİYANLIĞI İNKÂR ETMEMİ İSTESE; YAHUDİLİĞİ VE HIRİSTİYANLIĞI İNKÂR ETMEM, MUHAMMED'İ İNKAR EDERİM

Yedinci ي و م الس ب ت م ب ر وك. ج ي د م ع د خ ل / ي د خ ل ص ف ج ص فو ف الر ي ض ي ات Ayağa kalktı / ا ح ت ر م /

İNSANLARA İLİM ÖĞRETMENİN VE ONLARI İYİLİĞE DÂVET ETMENİN FAZÎLETİ. Râşid b. Hüseyin el-abdulkerim. Terceme : Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

Allah, ancak samimiyetle ve kendi rızası gözetilerek yapılan ameli kabul eder. (Nesâî, Cihâd, 24)

Adak Hakkında Bilinmesi Gerekenler

KURAN DA TEKRARLANAN AYETLER

Terceme : Muhammed Şahin

Kabirleri ziyaret etmenin, Fatiha sûresi okumanın ve kadınların kabirleri ziyaret etmelerinin hükmü

Allah Teâlâ ya hamd eder, Hz. Muhammed (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) e, âl ve ashabına selam ederiz.

CENAB-I HAKK IN O NA İTAATİ KENDİNE İTAAT KABUL ETTİĞİ ZAT A SALÂT VE SELAM

تلقني أصول العقيدة العامة

Tuvâlet ihtiyacını giderirken önünü veya arkasını kıbleye dönmenin hükmü nedir?

Ehl-i Sünnete Göre Müteşâbih Âyet ve Hadîs-i Şerîfler

İsmi Tafdil. Alimde olan hilimden (yumuşaklıktan) daha güzel bir hilm hiçbir kimsede olmamıştır. Bu misalde ل الك ح lafzı, ismi tafdil olan

İSLÂM DA CEZA SİSTEMİ ÖLDÜRME TÜRLERİ

Kolay Yolla Kur an ı Anlama

ICERIK. Din kelimesinin sözlük anlami Din kelimesinin Kur an daki anlamlari Din anlayislari Dinin cesitleri Ayetlerle din

األصل الجامع لعبادة هللا وحده

Kur'an'da Kadının Örtüsü Meselesi - İlyas Uçar - Ebû Rudeyha - Evvâh - Kişisel Bilgi Sitesi

Ayetlerin Mealleri: الله لا ا ل ه ا لا ه و ال ح ي ال ق ي وم لا ت ا خ ذ ه س ن ة و لا

bartin.diyanet.gov.tr/kurucasile

94. SOHBET İslam da İbadet Kavramı Çerçevesinde "Çalışmak İbadet "midir?

Orucun hükmü ve hikmeti nedir? ما حكم الصيام وحكمته. Abdurrahman b. Nâsır es-sa'dî

Ö zürsüz oruç tutmayan kimseye kaza gerekir mi? Muhammed b. Salih el-useymîn

Kadir gecesi, her yıl belirli bir gece ile sâbit midir?

Kar veya yağmur sebebiyle Cuma namazını terk etmenin hükmü. Muhammed b. Salih el-useymîn. Terceme: Muhammed Şahin Tetkik : Ali Rıza Şahin

ŞABAN'IN 30. GECESİ HİLAL GÖRÜLMEDİĞİ ZAMAN (NE YAPILIR?)

KUR AN-I KERİM II Yrd. Doç. Dr. Remzi ATEŞYÜREK

(40 Hadis-7) SEÇME KIRK HADİS

هل الا نبياء متساوون. şeyh Muhammed Salih el-muneccid

Her elini uzatana (isteyene) zekât verilir mi?

1- EBEVEYNLERİN ÇOCUKLAR ÜZERINDEKİ HAKLARI

Tedbir, Tevekkül Ve Kader Anlayışımız Gönderen Kadir Hatipoglu - Ağustos :14:51

İslâm da Meşrû Mülk Edinme Yolları

Muhalefet Suçları ve Cezaları Muhalefet Suçları ve Cezaları DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Zekatın Fazileti Gönderen Kadir Hatipoglu - Haziran :57:10

İSLÂM DA CEZA SİSTEMİ

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şu an hayatta ve yeryüzünde hazır mıdır? Abdulkerim el-hudayr

Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-'in doğum gününün müslümanlar için önemi

İSLÂM DA CEZA SİSTEMİ DİYET

Rahmân ve Rahîm olan Allâh ın ismiyle Hamd, - Allâh a mahsustur. O na hamd eder, O ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve

Bir kişinin kalbinde iman ile küfür, doğruluk ile yalancılık, hıyanet ile emanet bir arada bulunmaz. (İbn Hanbel, II, 349)

MEZHEPLERDEN BİRİNE UYMANIN ÖLÇÜSÜ NEDİR?

Yasin sûresini okuduktan sonra duâ etmek için toplanmanın hükmü. Abdulaziz b. Baz

Cihad Gönderen Kadir Hatipoglu - Şubat :23:10. Cihad İNDİR

Ramazan'ın gündüzünde oruç tutmayanlara ve kâfirlere yemek satmanın hükmü

Muhammed Salih el-muneccid

şeyh Abdulaziz b. Abdullah b. Baz

148. Sohbet ÖNDEN GİDENLER

Cidde'de yaşayan ve hac için Mekke'den ihrama giren kimsenin hükmü. Muhammed Salih el-useymîn

Anayasa Mukaddimesi veya Esbab-ı Mucibesi

BAZI AYETLER ÜZERİNE KÜÇÜK Bİ R TEFEKKÜR ( IV)

Namazlardan sonra yapılan duâ ve zikirleri, sünneti edâ ettikten sonraya ertelemenin hükmü

EV SOHBETLERİ 133. SOHBET SOHBET HUZUR İSTİYOR MUYUZ?

Gizlemek. أ Helak etmek, yok etmek أ. Affetmek. Açıklamak. ا ر اد Sahip olmak, malik olmak. Đstemek,irade etmek. Seçme Metnler 25

Hor görme, aşağılama, hakir kabul etme günahını ilk işleyen şeytandır.

Transkript:

TAKİYYUDDİN EN-NEBHANİ İSLÂMÎ ŞAHSİYET CİLT 3 (USÛL-UL FIKIH) 1

İSLÂMÎ ŞAHSİYET ÜÇÜNCÜ CİLT (USÛL-UL FIKIH) 2

ÜÇÜNCÜ BASKI H. 1426 M. 2005 (MUTEMED) DAR-UL UMMAH BASIM, YAYIN VE DAĞITIM P.K. 0901531 BEYRUT- LÜBNAN TAKİYYUDDİN EN-NEBHANİ 3

İSLÂMÎ ŞAHSİYET CİLT 3 (USÛL-UL FIKIH) HİZB-UT TAHRİR NEŞRİYATINDAN 4

بسم االله الرحمن الرحيم İÇİNDEKİLER USÛL-UL FIKIH... 9 HÂKİM... 11 Şerîat Gelmeden Önce Hüküm Yoktur... 13 HÜKÜMLERLE MÜKELLEF OLANLAR... 20 TEKLİF ŞARTLARI... 25 ŞER Î HÜKÜM... 27 TEKLİF HİTÂBI... 28 Vâcib... 28 Vâcibin Ancak Kendisiyle Tamamlandığı Şey de Vâcibtir... 30 Haram... 31 Mubâh... 31 VAZ İ HİTÂB... 33 Sebep... 34 Şart... 35 Mâni... 38 Sıhhat Butlan Fesat... 38 Azimet ve Ruhsat... 40 ŞER Î DELİLLER... 44 Şer'î Deliller Katî Olmaları Gerekir... 45 BİRİNCİ DELİL: KİTÂP... 47 Kurân dan Hüccet İtibar Edilen... 47 Muhkem ve Müteşâbih... 49 İKİNCİ DELİL: SÜNNET... 50 Kurân Karşısında Sünnetin Konumu... 50 Sünnetin Kısımları... 57 Mütevâtir... 57 Kendisiyle İlim Hâsıl Olunan Sayı... 58 Meşhûr... 58 Haberi Âhâd... 59 Hadis Râvileri... 60 Haberi Âhâd Çeşitleri... 61 Haberi Âhâd ı Kabul Şartları... 63 Efâl-ul Rasûl... 63 Kendisiyle Rasûl ün Fiilinin Cihetinin Bilindiği Yollar... 70 Aleyhissalatu Vesselam ın Sükûtu... 72 Rasûl ün Fiilleri Arasında Teâruz... 73 Nebî nin Fiili İle Kavli Arasında Teâruz... 73 Rasûl ün Kavilleri Arasında Teâruz... 76 5

KİTAP VE SÜNNETLE İSTİDLÂL... 85 Lügat Bahisleri... 86 Arap Lügatini Bilmenin Yolu... 88 Lügatin Lafızları Ve Kısımları... 88 Yalnızca Delâlet Eden İtibarıyla Lafzın Taksimi... 90 Müfred... 90 İsim... 91 Yalnızca Medlûl İtibarıyla Lafzın Taksimi... 91 Mürekkep... 92 Delâlet Eden Ve Medlûl İtibaryla Lafzın Taksimi... 93 Terâdüf... 93 İştirâk... 94 Hakikat Ve Mecâz...95 Şer î Hakikat 98 Şer î Hakikatların Varlığı.99 Kurân ın Hepsi Arapçadır, Onda Arapça Olmayan Tek Bir Kelime Dahi Yoktur... 103 Örfî Hakikat... 107 Menkûl Lafızlar.108 Anlayışa Halel Getirenlerin Teâruzu... 110 Fiil... 113 Harf... 114 MANTÛK VE MEFHÛM... 119 Mantûk... 121 Mefhûm... 122 İktizâ Delâleti...123 Tenbîh ve Îmâ Delâleti... 124 İşâret Delâleti... 124 Mefhûm-ul Muvâfakat... 125 Mefhûm-ul Muhâlefet... 128 Sıfat Mefhûmu... 128 Şart Mefhûmu... 129 Gâye Mefhûmu... 131 Adet Mefhûmu... 132 Mefhûm-ul Muhâlefet ten Ma mûlün Bih Olmayanlar... 133 KİTÂP VE SÜNNETİN KISIMLARI... 136 EMİR VE NEHY... 140 Emirlerin Ve Nehylerin Çeşitleri... 140 Emir Sîgası... 142 Nehy Sîgası... 152 Bir Şeyi Emretmek Zıddından Nehyetmek Değildir Bir Şeyden Nehyetmek de Zıddını Emretmek Değildir... 154 Tasarruflardan ve Akitlerden Nehy... 157 6

UMÛM VE HUSÛS... 160 Umûm... 160 Lafzın Umûmunun Sübût Yolları... 162 İbre Sebebin Husûsiliğinde Değil Lafzın Umûmiliğindedir... 164 Sebebin Husûsuliğindeki Lafzın Umûmu, Her Şeyde Umûm Değil Hâdise Ve Suâl Mevzûsunda Umûmdur... 166 Rasûl e Hitâp Ümmeti İçin Bir Hitâptır... 168 Nebi nin Ümmetinden Biri için Hitâbı Ümmeti İçin Bir Hitâptır... 168 Rasûl ün Lisânıyla Vârit Olan Hitâbın Umûmuna Rasûl da Dâhildir... 169 Husûs... 170 Umûmu Tahsis Delilleri... 170 İstisnâyla Tahsis... 170 Şartla Tahsis... 171 Sıfatla Tahsis... 172 Gâyeyle Tahsis... 172 Munfasıl Delillerle Tahsis... 172 Kitâb ı Kitâp la Tahsis Etmek... 174 Kitâb ı Sünnetle Tahsis Etmek... 174 Kitâb ı İcma-us Sahâbeyle Tahsis Etmek... 175 Kitâb ı Kıyâsla Tahsis Etmek 176 Sünneti Kitâp la Tahsis Etmek... 177 Sünneti Sünnetle Tahsis Etmek... 177 Sünneti İcma-us Sahâbe Ve Kıyâsla Tahsis Etmek... 177 Mantûku Mefhûmla Tahsis Etmek... 178 MUTLAK VE MUKAYYED... 179 MÜCMEL... 181 BEYÂN VE MÜBEYYEN... 183 NÂSIH VE MENSÛH... 185 Kurân ın Neshi... 189 Sünnetin Neshi... 191 İcmâyla Sâbit olan Hükmü Nesh Etmek Câiz Değildir... 193 Kıyâsın Hükmünü Nesh Etmek Câiz Değildir... 193 Mensûhdan Nâsıhı Bilmenin Yolu... 194 ÜÇÜNCÜ DELİL: İCMÂ... 200 İcmâ-us Sahâbe Dışındaki Her İcmâ Şer î Bir Delil Değildir... 205 Sükûtî İcmâ... 214 Sahâbe... 215 DÖRDÜNCÜ DELİL: KIYÂS... 218 Kıyâsın Rükünleri... 227 Fer in Şartları... 227 Aslın Şartları... 228 Aslın Hükmünün Şartları... 228 İllet... 229 7

İllet İle Sebep Arasındaki Fark... 232 İllet İle Menât Arasındaki Fark... 223 İlletin Şartları... 236 İlletin Delilleri... 237 MAKÂSİD-UŞ ŞERİAT... 248 Bizatihi Her Hükmün Maksadı... 249 Maslahatların Celbi Ve Mefsedetlerin Def i, Hem Bir Bütün Olması Vasfıyla Şerîat İçin Hem de Bizatihi Herhangi Bir Hüküm İçin Bir İllet Değildir 253 BİR DELİL OLMADIĞI HALDE BİR DELİL ZANNEDİLENLER... 273 ŞER U MEN KABLENÂ... 274 SAHÂBÎ MEZHEBİ... 281 İSTİHSÂN... 284 MESALİHİ MÜRSELE... 289 KÜLLÎ KÂİDELER... 299 İSTİSHÂB KÂİDESİ... 304 ZARAR KÂİDESİ... 306 ISTILÂH, TAKDÎR VE ÖRF... 310 Şeran Örf Muteber Değildir... 311 MAÂLÂT-UL EFÂL (FİİLLERİN NETİCELERİ)... 317 SAHÂBE GÖRÜŞLERİ, HÜKÜMLERİ VE İÇTİHÂDLARI... 325 TEÂDÜL VE TERÂCÎH... 328 8

بسم االله الرحمن الرحيم USÛL-UL FIKIH Asıl, lügatte üzerine bina edilen şeydir. İster bu bina, duvarın temel üzerine binası gibi, hissî olsun isterse malulün illet ve medlulün delil üzerine binası gibi, aklî olsun. Usul-ul Fıkıh ise; üzerine fıkhın bina edildiği kaidelerdir. Fıkıh ise; lügatte anlamaktır. Allah u Teâlâ nın şu sözü böyledir: م ا ن ف ق ه ك ث ير ا م م ا ت ق ول Senin söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Müteşerriilerin ıstılâhında ise; tafsili delillerden istinbat edilmiş amelî şer i hükümleri bilmektir. Hükümleri bilene nispetle hükümleri bilmekten maksat, mücerret bilgi değildir. Bilakis şer i hükümlere ilişkin melekenin hâsıl olmasıdır. Yani bu bilgi ve ondaki derinlik, bu hükümleri bilen şahıs nezdinde onlar hakkında bir meleke hâsıl olma sınırına ulaşmalıdır. Mücerret melekenin hâsıl olması, melekenin hâsıl olduğu kimselerin fakih olarak itibar edilmeleri için kâfidir. Onların tamamını ihata etmeye gerek yoktur. Ancak inceleme ve istidlâl yoluyla feri şer i hükümlerin cümlesini bilmek gerekir. Bir ya da iki hükmü bilmek fıkıh olarak isimlendirilemez. Delillerin türlerinin hüccet olduğunu bilmekte yine fıkıh olarak adlandırılmaz. Fıkıh olarak adlandırıldı ve bununla tafsili delillerden istinbat edilmiş feri amelî hükümler toplamı kastedildi. Bu bağlamda bu bir fıkıh kitabı denilir, yani feri amelî hükümler ihtiva eden bir kitaptır. Fıkıh ilmi denilir ve bununla furûu amelî hükümler toplamı kastedilir. Ancak bu, amelî hükümlere hâssdır. Istılâh olarak itikadî hükümler fıkıhtan değildir. Çünkü fıkıh, furûu ameli hükümlere yani itikatlara değil de, kendisiyle amellerin yapıldığı hükümlere hâssdır. Buna göre Usul-ul Fıkıh ın manası şöyle olur: üzerine tafsili delillerden amelî hükümlere ilişkin meleke hâsıl olmasının bina edildiği kaidelerdir. Bunun için Usulul Fıkıh; kendisiyle tafsili delillerden şer i hükümlerin istinbatına ulaşılan kaideleri bilmek olarak tarif edildi. Bizzat bu kaidelere de yine Usul-ul Fıkıh denir. Bu minvalde Usul-ul Fıkıh kitabı dersin yani bu kaideleri ihtiva eden bir kitaptır. Yine Usul-ul Fıkıh ilmi dersin yani kendisiyle tafsili delillerden şer i hükümlerin istinbatına ulaşılan kaidelerdir. Usul-ul Fıkhın bahsi, kaideler ve deliller hakkında bir bahistir. Yani hüküm, hükmün kaynakları ve bu kaynaklardan hükmü istinbat keyfiyeti hakkında bir bahistir. Usul-ul Fıkıh, icmali delilleri ve bunların şer i hükümlere delâlet yönlerini kapsar. Nitekim tafsil yönünden değil de bütüncül yönden icmali delillerle istidlâl edenin hal keyfiyetini de yani içtihat bilgisini de kapsar. Aynı şekilde istidlâl keyfiyetini de kapsar. Bu da delillerdeki teadül ve tercihlerdir. Fakat içtihat ve deliller arasında tercih, deliller ve bunların delâlet yönlerinin bilgisine bağlıdır. Onun için bu iki bahis: deliller ve delâlet yönleri, hüküm ve bunun müteallikleri bahsiyle birlikte Usul-ul Fıkhın esasıdır. Usul-ul Fıkıh, mutlak emir, mutlak nehy, Nebi Sallallahu Aleyhi Ve Sellem in fiili, icma-us sahâbe ve kıyas gibi, belirlenmemiş icmali deliller fıkhıdır. Bunlardan tafsili deliller çıkar. Mesela ا قيموا الصلاة namaz kılınız, ولا تقربوا الزنا zinaya yaklaşmayınız, Rasûl Sallallahu Aleyhi Ve Sellem in Kâbe nin içinde namazı, hacir konulana velâyetin sübutu ve ücretliye kıyasen bir ücret tayin edildiği zaman 9

vekilin ücrete müstahak olması gibi. Zira bunların hepsi Usul-ul Fıkıh tan değildir. Çünkü bunlar, muayyen tafsili delillerdir. Usul-ul Fıkıh bahsinde birer örnek olarak vârit olmaları, bunların Usul-ul Fıkıh tan oldukları manasına gelmez. Bilakis Usul, icmali deliller, bunların delâlet yönleri, istidlâl edenin durumu ve istidlâl keyfiyetidir. Usul-ul Fıkıh, fıkıh ilminden ayrılır. Öyle ki fıkhın mevzusu, helallik, haramlık, sahihlik, batıllık, fasitlik açısından kulların fiilleridir. Usul-ul Fıkıh a gelince; konusu, kendilerinden şer i hükümlerin istinbat edilmeleri yani şer i hükümler için ispat olmaları bakımından semi delillerdir. Hüküm vermek kime aittir yani hüküm vermek salahiyeti kimindir yani hâkim kimdir, üzerine hüküm verilen kimdir, yani bu hükmü infaz etmekle mükellef olan, yani mahkûmun aleyh kimdir, bizzat hükmün nedir ve hakikati nedir beyânı açısından hükmün ve ona ilişkin olanlarının bahsi, sonra bunların ardından da deliller ve bunların delâlet yönlerinin beyânı kaçınılmazdır. 10

HÂKİM Hükümle ilgili bahislerin en mühimi, evla olanı, beyânca elzem olanı, hüküm vermenin döndüğü kimseyi yani hâkimin kim olduğunu bilmektir. Çünkü hükmü ve nevini bilmek onun bilinmesine bağlıdır. Burada hâkimden maksat, otoriteden olan her şeyi infaz eden sultan sahibi kimse değildir. Bilakis hâkimden maksat, fiiller ve eşya üzerine hüküm verme yetkisine sahip olan kimsedir. Çünkü bu varlıktaki mahsusat, insan fiilleri ve insan fiillerinden başka eşya olmaktan dışarı çıkmaz. İnsan, bu kâinatta yaşar olması vasfıyla bahis konusu ve hüküm vermek de ancak bunun için ve buna ilişkin olduğuna göre, insanın fiilleri ve bunlara ilişkin eşya üzerine hüküm vermek kaçınılmazdır. Öyle ise bunun üzerine hüküm vermek yalnızca kendisine ait olan kimse kimdir? O, Allah mı yoksa bizzat insan mı? Başka bir ifâdeyle o, Şerîat mı yoksa akıl mı? Çünkü Allah ın hükmü budur diye bize bildiren Şerîattır. İnsanın hüküm vermesini sağlayan da akıldır. O halde hüküm veren kimdir? O, Şerîat mı yoksa akıl mı? Bu hükmün mevzusuna, yani fiiller ve eşya üzerine hüküm olarak verilen şeye gelince; bu, hasen ve kabihtir. Çünkü hüküm vermekten maksat, insanın fiile karşı, onu yapsın mı yoksa onu terk etsin mi yoksa onu yapmak ile terk etmek arasında muhayyer mi diye konumunu tayin etmektir. Ve insanın fiillerine ilişkin eşya karşısında, onu alsın mı yoksa onu terk etsin mi yoksa almak ile terk etmek arasında muhayyer mi diye konumunu tayin etmektir. Onun bu konumunu tayin etmek, şeye bakışına bağlıdır; o, hasen mi yoksa kabih mi veya hasen ve kabih değil mi? Bunun için istenilen hükmün mevzusu, hasen ve kabihliktir. Hasen ve kabih hükmü akla mı yoksa Şerîata mı aittir? Zira bu hükmü vermekte ikisinin üçüncüsü yoktur. Buna cevap şöyledir: Fiiller ve eşya üzerine hüküm ya ne olduklarına dair vakıaları açısından ve onların insan tabiatına, fıtri meyillerine uygunlukları ve onlardan nefret etmeleri açısından olur. Yada yapılmalarına karşılık metih, terk edilmelerine karşılık zem veya metih edilmeme ve zem edilmeme açısından yani bunlar üzerine sevap ve ikab veya sevap ve ikabın olmaması açısından olur. Bunlar, eşya üzerine hükme ilişkin üç yöndür. Birincisi: ne olduklarına dair vakıaları açısından. İkincisi: insan tabiatına muvafakatları ve ona teâruzları açısından. Üçüncüsü: sevap ve ikab veya metih veya zem açısından. Eşya üzerine birinci yönden, o da vakıaları yönünden ve ikinci yönden o da tabiata muvafakatları ve ona teâruzları yönünden hüküm, şüphesiz bütün bunlar ancak insanın kendisine aittir. Yani akıla aittir, Şerîata değil. Bu iki yönde fiiller ve eşya üzerine hüküm veren akıldır. Bunlardan herhangi birinde Şerîat hüküm vermez. Zira bunlarda Şerîatın dâhili yoktur. Bu mesela şunun gibidir: ilim hasendir, cehalet kabihtir. Çünkü vakıalarından kemallik ve noksanlık zahirdir. Aynı şekilde zenginlik hasendir, fakirlik kabihtir, işte böyle. Mesela boğulanı kurtarmak hasen, zalimce malları almak kabihtir. Zira tabiat, zulümden nefret eder, helak olmakta olan birine yardıma meyleder. Aynı şekilde tatlı şey hasen, acı şey kabihtir, işte böyle. Bütün bunlar, insanın hissettiği, aklının idrak ettiği şeyin vakıasına veya insanın tabiatına ve fıtratına döner. O bunu hisseder ve aklı onu idrak eder. Onun için o şeyin üzerine hasen ve kabih olarak hüküm veren Şerîat değil akıldır. Yani bu iki yönden fiiller ve eşya üzerine hüküm vermek insana aittir. Bunlarda hâkim insandır. Dünyada üzerlerine metih ve zem, ahirette üzerlerine sevap ve ikab yönünden fiiller ve eşya üzerine hüküm vermeye gelince; şüphe yoktur ki bu yalnızca Allah a aittir, 11

insana değil. Yani bu Şerîata aittir, akıla değil. Bu da iman hasen, küfür kabih, itaat hasen, masiyet kabih, savaşta yalan söylemek hasen, savaş dışında kâfir yöneticiyle birlikte o kabihtir gibi, işte böyle. Bunun sebebi çünkü akılın vakıası, ihsas, vakıa, sabık malumat ve dimağdır. İhsas, aklın dinamiklerinden cevheri bir cüzdür. İnsan bir şeyi hissetmediği zaman aklının o şey üzerine hüküm vermesi mümkün değildir. Çünkü eşya üzerine aklın hükmü eşyanın mahsus olmasıyla mukayyettir. Mahsus olmayanlar üzerine hüküm vermek ona muhaldir. Zulmün metih edilenlerden veya zemmedilenlerden olması insanın hissettiği şeylerden değildir. Çünkü o hissedilen bir şey değildir. Akletmek imkânsızdır. Yani akıl için onun üzerine hüküm vermek mümkün değildir. O yani zulmü methetmek veya onu zemmetmek, insan, fıtratıyla ondan nefreti veya ona meyli şuur etse de, ama yalnızca bu şuurun, aklın o şey üzerine hükmünü vermesinde faydası olmaz. Bilakis his mutlaka gereklidir. Bundan dolayı aklın, fiil ve şey üzerine hasen veya kabih olarak hükmünü vermesi mümkün değildir. Buradan hareketle akla, fiiller veya eşya üzerine metih veya zem olarak hükmünü vermesi câiz değildir. Çünkü bu hükmü vermek ona imkânsızdır. Ona bu muhaldir. Metih veya zem olarak hüküm vermeyi insanın fıtri meyillerine ait kılmak câiz değildir. Çünkü bu meyiller, kendisine muvafakat edenler üzerine metih olarak, kendisine muhalefet edenlere de zem olarak hüküm verir. Halbuki kendisine muvafakat edenler bazen zemmedilenlerden olabilir. Zina, livata ve insanları köleleştirmek gibi. Bazen de kendisine muhalefet edenler methedilenlerden olabilir. Düşmanlarla savaşmak, hoşlanılmayanlara karşı sabretmek, açıkça ezanın tahakkuk edeceği durumlarda hakkı söylemek gibi. Hükmü, meyillere ve hevalara ait kılmak, bunların metih ve zem için mikyas kılınması demektir. Oysa bunlar, katiyen hatalı bir mikyastır. Bunun için hükmü bunlara ait kılmak kesinlikle bir hatadır. Çünkü bu, hükmü vakıaya muhalif ve hatalı kılar. Üstelik bu durumda metih ve zem olarak hüküm vermek, üzerinde olması gerekene göre değil de heva ve şehvetlere göre olur. Bundan dolayı fıtri meyillerin, metih ve zem olarak hükmünü vermesi câiz değildir. Mademki metih ve zem olarak hükmünü vermesi akla câiz değildir. Yine metih ve zem olarak hükmünü vermesi fıtrî meyillere câiz değildir. Öyleyse metih ve zem olarak hükmü vermeyi insana ait kılmak câiz değildir. Dolayısıyla metih ve zem olarak hükmünü veren Allah tır, insan değil. Şerîattır, akıl değil. Ayrıca şayet fiiller ve eşya üzerine metih ve zem olarak hüküm vermek insana terk edilirse, elbette şahısların ve zamanların değişmesiyle hüküm de değişir. Zira bunlar üzerine sabit bir hüküm vermek insanın kudretinde değildir. Bundan dolayıdır ki onlarda Allah hüküm verir, insan değil. Onlarda Şerîat hüküm verir, akıl değil. Zira bu cihetten aklın bu hükümde bir dâhili yoktur. Bununla birlikte mahsus müşahede edilen husus şudur ki insan eşya üzerine bugün hasen olarak hüküm verir. Sonra onlar üzerine yarın kabih olarak hüküm verir. Dün eşya üzerine kabih olarak hüküm verir bugün ise onlar üzerine hasen olarak hüküm verir. Böylece tek bir şey üzerine hüküm değişir. Sabit bir hüküm olmaz. Neticede hükümde hata meydana gelir. Onun için metih ve zem olarak hükmü akla ve insana ait kılmak câiz değildir. Binaenaleyh kulların fiilleri ve onlara ilişkin eşya üzerine metih ve zem açısından hâkim olan Allah u Teâlâ olmalıdır, insan değil. Yani Şerîattır, akıl değil. Bu, hasen ve kabih üzerine aklî delil bakımındandır. Şer i delil bakımından ise, 12

Şerîat, hasenlemeyi ve kabihlemeyi Rasûl Sallallahu Aleyhi Ve Sellem e ittiba emrine bağlı kılmış, hevayı zemmetmiştir. Bu nedenledir ki şeran katı olan husus, zem ve metih açısından hasen Şerîatın hasen gördüğüdür. Kabihte Şerîatın kabih gördüğüdür. Fiiller ve eşya üzerine metih ve zem olarak hüküm vermek, insanın bunlar karşısındaki konumunu tayin etmek içindir. Eşyaya nispetle bu, onları almak insan için câiz mi yoksa ona haram mı olduğunu beyân eder. Vakıa açısından bunun dışında tasavvur edilmez. İnsanın fiillerine nispetle ise, onları yapmak insandan talep edildi mi yoksa ondan onları terk etmek mi talep edildi yoksa yapmak ile terk etmek arasında muhayyer mi? Bu cihetten bu hüküm sadece Şerîata ait olduğuna göre, onun için insanın fiillerinin hükümleri ve bunlara ilişkin eşyanın hükümleri, akla değil Şerîata raci olması gerekir. Dolayısıyla kulların fiillerine ve fiillerinin taalluk ettiği eşyaya tahakküm eden yalnızca şeri hüküm olması gerekir. Üstelik helal ve haramlık bakımından eşya üzerine, vâcib veya haram veya mendûb veya mekruh veya mubâh olmaları bakımından kulların fiilleri üzerine, sebepler veya şartlar veya mâniler veya sahih, butlan ve fasit veya azimet ve ruhsat olmaları bakımından işler ve akitler üzerine hüküm vermek bütün bunlar tabiata muvafakat etmeleri veya muvafakat etmemeleri kabilinden değildir. Vakıalarının ne oldukları kabilinden de değildir. Ancak dünyada üzerlerine metih ve zem, ahirette ise sevap ve ikab terettüp etmek kabilindendir. Bunun için bunlar hakkında hüküm vermek sadece Şerîata aittir, akla değil. Dolayısıyla fiiller ve onlarla alakalı eşya, işler ve akitler üzerinde hakikaten hâkim olan ancak yalnızca Şerîattır. Bunlarda mutlak olarak aklın hükmü yoktur. Şerîat Gelmeden Önce Hüküm Yoktur Fiiller ve eşyaya bir hüküm vermek ancak burada bu hüküm üzerine şer i bir delil olduğu zaman câizdir. Zira Şerîat gelmeden önce eşyanın ve akıl sahiplerinin fiillerinin hükmü yoktur. Allah u Teâlâ şöyle buyurmuştur: و م ا ك نا م ع ذب ين ح تى ن ب ع ث ر س و لا Biz bir Rasûl göndermedikçe azap edici değiliz. Ki insanların rasûllerden sonra Allah a karşı bir لا لا ي كو ن ل ل ناس ع لى ال له ح جة ب ع د ال رس ل hüccetleri olmasın Çünkü hüküm şu ikisinden birisiyle sabit olur, ya Şerîatla yada akılla. Akla gelince; burada onun yeri yoktur. Çünkü mesele, vâcib ve haram kılma meselesidir. Akıl ise, vâcib veya haram kılamaz. Bu ona dayandırılmış değildir. Ancak Şerîata dayandırılmıştır. Onun için hüküm Şerîata bağlıdır. Şerîat gelmeden önce Şerîat yoktur. Bu nedenle hüküm, Allah tarafından Şerîatın gelmesine, yani bütün Şerîatlara nispetle Rasûl ün gelmesine ve üzerine istidlâl istenilen meseleye nispetle de şer i delile bağlıdır. Rasûl e nispetliye gelince; ayetin sarihinden ortadadır. Çünkü Rasûl gönderilmeden önce insanlardan azabı nefyetmek, onların hükümlerle ve itikatlarla mükellef olmadıklarına yani bir şeyle mükellef olmadıklarına delâlet eder. Bunun, Allah kendilerine bir Rasûl göndermeden önce insanlardan hüküm kesinlikle nefyedilmedikçe bir manası olmaz. Bundan dolayı fetret ehli kurtulmuştur. Bunlar, bir risâletin yok olması ile bir risâletin gönderilmesi arasında yaşayan kimselerdir. Hükümleri, kendilerine bir risâletin ulaşmadığı kimselerin hükmüdür. Bu, Rasûl, Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve 13

Sellem in bisetinden önce yaşamış kimseler gibidir. Aynı şekilde efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem in risâletinin dikkat çekici bir şekilde kendilerine ulaşmamış kimseler de böyledir. Bunlar da ehli fetret gibi kurtulmuştur. Çünkü ayet, bunlar üzerine de intibak eder. Kendilerine bir Rasûl gönderilmemiş itibar edilirler. Zira O nun risâleti kendilerine ulaşmamıştır. Tebliğ etmeme günahı, tebliğe muktedir oldukları halde yapmayanlar üzerine olur. Binaenaleyh Rasûl bisetinden önce eşyanın hükmü helaldir veya haramdır denilmez. Çünkü onların hükmü yoktur. Aynı şekilde fiiller de böyledir. Bilakis insan bir hükümle kayıtlı kalmaksızın istediğini yapabilir. Kendisine bir Rasûl gönderilmedikçe Allah katında üzerine bir şey yoktur. O zaman Rasûl ün kendisine tebliğ ettiği Allah ın hükümleriyle, kendisine tebliği ettiği o hükümlere göre kayıtlı kalır. Rasûl ün bisetinden ve risâletini tebliğinden sonraya gelince; şüphesiz buna bakılır. Eğer risâleti, belirli şeyleri getirmiş ve diğer şeylerde de başkasının risâletine ittiba etmeyi kendilerine emretmişse, efendimiz İsa Aleyhissalatu Vesselam daki durum gibi, onlar kendilerine tebliğ ettiği hükümlerle mukayyettirler ve onlara ittiba etmekle zorunludurlar. Bu risâlet nesih edilinceye dek onlarla kayıtlı kalmamaya karşılık azap edilirler. Şayet Rasûl ün risâleti muayyen şeyler getirmiş ve başka şeylere de dokunmamışsa, sadece risâletin getirdiği şeylerle mukayyettirler. Getirmediği şeylere karşılık azap edilmezler. Eğer risâleti her şeyi kapsar ve her şeyi açıklayıcı olarak gelmişse, kuşkusuz onlar her şeyde bu risâletle mukayyettirler. Bu da tıpkı efendimiz Muhammed, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem durumunda olduğu gibi. Çünkü onun risâleti her şeyi kapsar ve her şeyi açıklayıcı olarak gelmiştir. Bunun için bu و م ا ك نا م ع ذب ين ح تى risâlette vârit olanlar haricinde hüküm yoktur. Çünkü Allah u Teâlâ nın Biz Rasul göndermedikçe azap edici değiliz. kavlinin mefhûmu, biz ن ب ع ث ر س و لا kendilerine bir Rasûl gönderip de onun risâletine muhalefet eden kimselere azap ederiz. Rasûl ün tebliğ ettiği risâletten ne olursa olsun tek bir hükme muhalefet eden her kimseye azap edilecektir. Bunun için üzerine delil kaim olmadıkça fiilin ve şeyin hüküm yoktur. Buna göre İzni olmaksızın Allah u Teâlâ nın mülkünde tasarruf etmek, mahlûkata kıyasen haramdır bahanesiyle eşyada ve fiillerde aslolan haramlıktır. denilmez. Çünkü ayetin sarihliği Allah, Rasûl göndermedikçe azap etmeyecek, hükmü açıklamadıkça sorumlu tutmayacaktır. Üstelik mahlûkat, zarar görür, Allah Subhanehu ve Teâlâ ise menfaat ve zarardan münezzehtir. Aynı şekilde şöyle de denilmez: Mefsedet ve mülk sahibine zarara verici emareden hâli bir faydalanma mubâhtır bahanesiyle fiillerde ve eşyada aslolan ibahattır. Böyle denilmez. Çünkü ayetin mefhûmu, insan, Rasûl ün getirdikleri ile mukayyettir. Zira o, muhalefetine binaen azap görecektir. Öyleyse aslolan, Rasûl e ittiba etmek ve onun risâletinin hükümleriyle kayıtlı kalmaktır. Oysa aslolan, mubâhlık yani kayıtlı kalmamak değildir. Çünkü hüküm ayetlerinin umûmu, Şerîata müracaat etmenin ve onunla kayıtlı kalmanın vucubiyetine delâlet eder. Allah u Teâlâ şöyle buyurdu: و م ا اخ ت ل فت م ف يه م ن ش ي ء فح كم ه ا لى ال ل ه Bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz, onun hükmü Allah a aittir. Yine şöyle فا ن ت ن از ع ت م ف ي ش ي ء فر دوه ا لى ال له و ال رس ول : buyurdu Bir و ن ز لن ا ع لي ك ا لك ت اب buyurdu: şeyde çekişirseniz, onu Allah ve Rasûl e götürünüz. Ve şöyle Biz sana Kitabı, her şeyi açıklayıcı olarak indirdik. Ve çünkü Rasûl ت ب ي ان ا ل ك ل ش ي ء Sallallahu Aleyhi Ve Sellem de Ed-Dârukutnî nin rivayet ettiğine göre şöyle buyuruyor: reddedilir. Kim emrimiz üzere olmayan bir amel işlerse o م ن ع م ل ع م لا لي س ع لي ه ا م ر ن ا فه و ر د Bu, aslolanın Şerîata ittiba etmek ve onunla kayıtlı kalmak olduğuna delâlet eder. Ve çünkü mefsedet ve mülk sahibine zarar verici emâreden hâli olan faydalanma, mubâhlığa 14

bir hüccet değildir. Görmez misin ki evli olmayan menopoza girmiş bir kadınla zina üzerine mefsedet ve mülk sahibine zarar verici emâreden hâli olan faydalanma uygun düşer. Bununla birlikte o haramdır. Ayrıca Şerîat geldikten sonra eşya ve fiillere ait hükümler olmuştur. Dolayısıyla aslolan, eşya ve fiiller hakkında onlara ait hükümler var mıdır yoksa yok mudur diye Şerîatta araştırılır. Aslolan mubâh itibar edilmeleri ve Şerîatın varlığıyla birlikte, onlar için mubâhlık hükmünün doğrudan akıl tarafından konulması değildir. Aynı şekilde şöyle de denmez: Şüphesiz eşyada aslolan tevakkuf etmek ve hüküm vermemektir. Çünkü tevakkuf, amelin ve şer'î hükmün ihmal edilmesi demektir. Hâlbuki bu câiz değildir. Çünkü Kur'an ve Sünnet te sabit olan, bilinmediği anda hüküm hakkında sormaktır. Tevakkuf etmek ve hüküm vermemek değildir. Allah u Teâlâ şöyle buyurdu: فاس ا لوا ا ه ل ال ذ كر ا ن كن ت م لا ت ع لم ون Eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun. Aleyhissalatu Vesselam da teyemmüm hadisinde Ebû Dâvud un Câbir den rivayet ettiğine göre söyle buyurur: ا لا س ا ل وا ا ذ لم ي ع لم وا فا نم ا ش فاء ا لع ي ال سو ال Bilmiyorlarsa sorsalardı ya? Ancak cehaletin şifası, sormaktır. Bu, aslolanın tevakkuf ve hüküm vermemek olmadığına delâlet eder. Buna göre Rasûl Sallallahu Aleyhi Ve Sellem in bisetinden sonra hüküm Şerîata aittir ve Şerîat gelmeden önce hüküm yoktur. Bu nedenle hüküm Şerîatın gelmesine yani tek bir meseleye ilişkin şer'î bir delilin varlığına bağlıdır. Bundan dolayı, hüküm ancak delilden verilir. Nitekim ancak Şerîat geldikten sonra hüküm verilir. Aslolan Şerîatta hüküm hakkında araştırılır. Yani aslolan hükme ilişkin şer i delil hakkında Şerîattan araştırılır. Geriye bir mesele kaldı. O da İslâmi Şerîat geçmiş bütün vakıaların hükümlerine, halihazırdaki bütün sorunlara ve meydana gelme imkânı olan tüm hadiselere hâvi midir.? Buna cevap şöyledir: bir vakıa vukuu bulmaz ki, bir sorun doğmaz ki, bir hadise meydana gelmez ki bir hükme mahal olmasın. İslâmi Şerîat, insanın fiillerinin hepsini tam ve kapsamlı bir kuşatma ile kuşatmıştır. Geçmişte bir şey vukuu bulmaz ki, hâlihazırda insan bir şeye maruz kalmaz ki, müstakbelde bir şey meydana gelmez ki bunlardan her şeyin Şerîatta bir hükmü olmasın. Allah u Teâlâ şöyle buyurdu: و ن ز لن ا ع لي ك ا لك ت اب ت ب ي ان ا ل ك ل ش ي ء Biz sana Kitabı, her şeyi açıklayıcı olarak indirdik. erdirdim, Bugün sizin için dininizi kemale ا لي و م ا كم لت ل كم د ين كم و ا ت م م ت ع لي كم ن ع م ت ي üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Şerîat, her ne olursa olsun kulların fiillerinden bir şeyi ihmal etmedi. Şerîat, o şey için ya Kur'an dan ve hadisten bir nassı bir delil olarak nasbetmiştir. Yada Kur'an ve hadiste mükellefi o şeyin teşriine sebep olan hususa dikkat çeken bir emâre koymuştur ki, kendisinde o emâre veya bu sebebin bulunduğu her hususa o şey intibak etsin. Allah u Teâlâ nın ت ب ي ان ا ل ك ل ش ي ء her şeyi açıklayıcı olarak kavlinin umûmundan ve Allah ın bu dini kemale erdirdiğine dair sarih nasstan dolayı şeran bir delili veya hükmüne delâlet eden bir emârenin olmadığı kula ait bir fiilin bulunması mümkün değildir. Burada Şerîat, kulların fiillerinden bazı fiilleri mutlak olarak ihmal etti, şöyle ki bir delil nasbetmedi veya delildeki maksadına kendisiyle mükellefin dikkati çekilen bir emâre koymadı manasından hareketle bazı vakıaların şer i hükümden hâli olduğu sanıldı. Böyle sanıldığı zaman bu: burada kitabın beyân etmediği bir şey var. Allah u Teâlâ bu dini kemale erdirmedi. Delili, hükmü zikredilmeyen bir fiilin varlığıdır. Bunun için o, eksik bir dindir, demektir. Hâlbuki bu, Kurânın nassına muarızdır. Bu nedenle de o, batıl bir iddiadır. Hatta bu manayı, yani Şerîat haklarında bir hüküm getirmediği kulların bazı fiillerinin varlığını tazammum eden Rasûl Sallallahu Aleyhi Ve Sellem den rivayeti sahih olan Âhâd hadisler bulunsa da, bu gibi hadisler, sübutu ve 15

تبيانا لكل شيء delâleti katî Kur'an nassı ile çeliştiğinden dolayı dirâyeten reddedilirler. Çünkü Her şey için bir açıklayıcı olarak ayeti ve اليوم اكملت لكم دينكم Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim ayeti, sübutu ve delâleti katîdirler. Bu ikisiyle çelişen herhangi bir haberi âhad, dirâyeten reddedilir. Bunun için bu iki katî ayette derinleştikten sonra Şerîatın hiçbir şekilde hakkında hükmün mahallini beyân etmediği insan fiillerinden tek bir vakıanın varlığını bile söylemesi Müslüman a helâl değildir. İbn-u Mâce ve Et-Tirmizî nin Selmân El-Fârisî den şöyle dediğine ilişkin rivayet س ي ل ر س و ل الل ه ص لى ال له ع لي ه و س ل م ع ن ال سم ن و ا لج ب ن و ا لف ر اء ف قا ل ا لح لا ل م ا ا ح ل ال له ف ي ك ت اب ه gelince: ettikleri hadise yağ, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem e و ا لح ر ام م ا ح رم ال له ف ي ك ت اب ه و م ا س كت ع ن ه فه و م ما ع فا ع ن ه peynir ve post hakkında soruldu. Helâl, Allah ın Kitabında helâl kıldığı, haram da Allah ın Kitabında haram kıldığıdır. Hakkında sükût ettiği şey ise, affettiği şeylerdendir. Ve Ebû Derdâ nın, Nebi Sallallahu Aleyhi Ve Sellem den şöyle buyurdu ما ا حل االله في كتابه فهو حلال وما حرم فهو حرام وما سكت عنه فهو عفو فاقبلوا من gelince: diye rivayet ettiği hadise helâl, Allah ın Kitabında helâl kıldığı االله عافيته فان االله لم يكن لينسى شيي ا ثم تلا{وما كان ربك نسيا { haram kıldığı ise haramdır. Hakkında sükût ettiği ise affedilmiştir. Allah tan afiyetini kabul ediniz. Çünkü Allah bir şeyi unutur değildir. buyurdu. Sonra şunu okudu: Rabbin unutkan değildir. 1 Ve El-Beyhakî nin Ebî Sa lebe yoluyla Nebi Sallallahu ا ن الل ه فر ض فر اي ض gelince: Aleyhi Ve Sellem den şöyle buyurduğuna dair rivayet ettiği hadise ف لا ت ض ي ع وه ا و ح د ح د ود ا ف لا ت ع ت د وه ا و ن ه ى ع ن ا ش ي اء ف لا ت ن ت ه ك وه ا و س كت ع ن ا ش ي اء ر خ ص ة ل كم لي س ب ن س ي ان ف لا ت ب ح ث وا ع ن ه ا Muhakkak ki Allah, farizalar farz kıldı, onları zayi etmeyiniz. Hadler belirledi, onları aşmayınız. Bazı şeyler hakkında nehy etti, onları çiğnemeyiniz. Bazı şeyler hakkında da unutkanlıktan değil sizin için bir ruhsat olarak sükût etti, onlar hakkında araştırmayınız. Şüphesiz bu hadisler, bir yandan âhad haberlerdir. Onun için katî nass ile çelişemezler. Diğer yandan bu hadisler, burada Şerîatın beyân etmediği şeylerin var olduğuna delâlet etmezler. Ancak burada sizlere bir rahmet olarak Allah ın haram kılmadığı şeylerin var olduğuna delâlet ederler. Onlar hakkında affederek, onları haram kılmaktan sükût etmiştir. Bu hadislerin mevzusu, o şeyler hakkında hükümler teşri etmekten sükût etmek değildir. Bilakis onları haram kılmaktan sükût etmektir. Onları haram kılmaktan sükût etmenin manası, beyân etmediği her şey için mubâhlık hükmünün teşrisi demek değildir. Aksine bu sükût, Şâri tarafından haram kılmaktan bir sükûttur. O nun haram kılmaktan sükûtu, helal demektir. Bunun içerisine ise vâcib, mendûb, mubâh ve mekruh girer. Bu ise, beyân etmediği her şey üzerine değil, yalnızca hakkında sükût ettiği şeyler üzerine intibak eder. Bununla birlikte, bu şeyler affedilmiştir diye hadislerin manası, Allah u Teâlâ nın عفا االله عنك Allah seni affetti sözünün benzeridir. Böyle olduğunun delili, hadislerin nassları ve hadislerin siyak edildikleri husustur. O da haram kılınmayan şeyler hakkında haram kılınacağına binaen soru sormaktan nehydir. مالم يذكر فى القرا ن فهو مما عفا االله edildi: İbn-u Abbâs Radiyallahu Anh dan şöyle dediği rivayet hususlardandır. 2 Kur'an da عنه zikredilmeyen hususlar, hakkında Allah ın affettiği Musannifi nde İbn-u Şeybe, İbrahim İbn-u Sa d ın İbn-u Abbâs a, şöyle sorduğunu rivayet etti: ما يو خذ من ا موال ا هل الذمة قال : العفو Zımmi ehlinin mallarından ne alınır? O da affedilmiştir dedi. Et-Taberî de Tefsir inde Ubeyd İbn-u Umeyr den şöyle rivayet ا ن االله تعالى ا ح ل وح رم فما ا ح ل فاستحل وه وما ح رم فاجتنبوه وترك من ذلك ا شياء لم يحلها ولم يحرمها فذلك عفو من االله عفاه etti: Muhakkak ki Allah u Teâlâ, helal ve haram kıldı. Helâl kıldığını, helal kabul ediniz, 1 El-Bezzâr 2 Eş-Şâtibî El-Muvâkât 16

haram kıldığından ise kaçınınız. Bundan bazı şeyleri terk etti, onları helal ve haram kılmadı. Bu, Allah tarafından affettiği bir aftır. Nebi Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, Beratü l Asliye hükmüne binaen hakkında bir hükmün inmediği hususlarda çok soru sorulmasını kerih görüyordu. Zira Beratü l Asliye bu manaya racidir. Manası ise şudur: Fiillerle birlikte haklarında affedilmiş hususlar vardır. Aleyhissalatu Vesselam şöyle ا ن ا ع ظم ا لم س ل م ين ف ي ا لم س ل م ين ج ر م ا م ن س ا ل ع ن ش ي ء لم ي ح رم ع لى ا لم س ل م ين فح رم ع لي ه م م ن ا ج ل م س ا لت ه buyurdu: Müslümanlar içerisinde cürüm bakımından Müslümanların en büyüğü, Müslümanlara haram kılınmamış bir şey hakkında sorup da, onun sorusundan dolayı ذ ر ون ي م ا buyurdu: o şeyin onlara haram kılınmasına sebep olan kimsedir. 3 Yine şöyle ت ر كت ك م فا نم ا ا ه لك ا لذ ين م ن قب ل كم ك ثر ة س و ال ه م و اخ ت لاف ه م ع لى ا ن ب ي اي ه م و لك ن م ا ن ه ي ت ك م ع ن ه فان ت ه وا و م ا ا م ر ت ك م ب ه ف ا ت وا م ن ه م ا Beni, size terk ettiklerimle bırakınız. Ancak sizden öncekiler sorularının اس ت طع ت م çokluğundan ve Nebileri üzerine ihtilaf etmelerinden dolayı helâk oldular. Fakat size neden nehy etmişsem ondan sakınınız, size de neyi emretmişsem gücünüz nispetinde onu yerine getiriniz. 4 Muslim ve Ahmed Ebû Hurayra dan şöyle dediğini tahriç ettiler: خ طب ن ا ر س و ل الل ه ص لى ال له ع لي ه و س ل م ف قا ل ا يه ا ال نا س ا ن الل ه ع ز و ج ل قد فر ض ع لي كم ا لح ج فح جوا ف قا ل ر ج ل ا ك ل ع ام ي ا ر س و ل الل ه فس كت ح تى قا له ا ث لا ثا ف قا ل ر س و ل الل ه ص لى ال له ع لي ه و س ل م لو ق لت ن ع م لو ج ب ت و لم ا اس ت طع ت م ثم قا ل ذر ون ي م ا ت ر كت ك م Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem bize hitâp ederek şöyle buyurdu: Ey İnsanlar! Allah Azze Ve Celle size haccı farz kıldı, haccediniz. Bir adam: Her sene mi Ya Rasûlullah? dedi. Adam bunu üç kere söyleyinceye kadar O sustu. Bunun üzerine Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Şayet evet deseydim farz olurdu, o zaman da güç yetiremezdiniz. Sonra Ben, size terk ettiklerimle bırakınız buyurdu Bütün bunlar, O nun وسكت عن ا شاء Bazı şeyler hakkında sükût etti. sözünden kastın, yani onları haram kılmadı demek olduğuna delâlet ederler. Bunlar, O nun başka bir hadisteki Ben, size terk ettiklerimle bırakınız sözünün benzeridirler. Aynı hadisin ذر ون ي م ا ت ر كت ك م başka rivayeti de bunu destekler. O rivayette şudur: و ع فا ع ن ا ش ي ا ء Bazı şeylerden affetti. Yani onları atladı, onları haram kılmadı. Buna göre Rasûl ün وسكت عن ا شاء Bazı şeyler hakkında sükût etti. sözünün veya وما سكت عنه فهو عفو Sükût ettiği şey ise, affedilmiştir. Kavlinin manası, kulların bazı fiillerinin hükmünü beyân etmedi demek değildir. Bilakis manası, sizlere bir rahmet olarak bazı şeyleri haram kılmadı. Sükût hükmü altına dâhil olan belirli şeyleri haram kılmamışsa, onlar haram değildir, hükümleri helaldir, demektir. Öyle ise mesele, Şâri nin bazı şeyleri haram kılmaktan sükût etmesiyle ilgilidir. Yoksa o şeylerin hükümlerinin beyân edilmemesiyle ilgili değildir. Bu, hadisin manası bakımındandır. Hadisin Şerîatın hükmü içerisine konulması bakımından ise, Mükellef olmaları açısından mükelleflerin fiilleri, ya bütünüyle teklif hitâbı altına dâhil olur. Teklif hitâbı da iktizâ veya tahyirdir. Yada bütünüyle dâhil olmazlar. Eğer bütünüyle dâhil olurlarsa, Şerîatta bunlara ait bir hükmün olması gerekir. Zira onlar, teklif hitâbı altında mündemiçtirler. Yok, eğer bütünüyle dâhil değilseler, bir vakitte veya bir durumda olsa bile, bazı mükelleflerin teklif hitâbının hükmünden hariç olmaları lazım gelir. Hâlbuki bu, esasından batıldır. Çünkü biz, onları bir mükellef olarak farz edersek, o zaman hariç tutulmaları sahih değildir. Eğer mükellef olmadıklarını farz edersek, batıl bir farz etme olur. Çünkü teklif, teklif hitâbının umûmundan dolayı âmmdır. Teklif, her durum ve her zamanı kapsar. Buna binaen Aleyhissalatu Vesselam ın Bazı şeyler hakkında sükût etti. kavlinin, bunların hükümleri beyân وسكت عن ا شاء 3 Muslim 4 Ahmed 17

edilmedi manasına gelmesi, buna bir durumda veya bir zamanda mükellef olmayan şahısların varlığı terettüp edeceğinden dolayı, mümkün değildir. Şu halde geriye, bazı şeyleri haram kılmaktan sükût etti manası dışında bir şey kalmaz. Buna göre hadis, Şerîatın beyân etmediği insana ait herhangi bir fiilin varlığına delâlet etmez. Böylece onunla istidlâl sakıt olur. Böylelikle الا ص ل في ا ف ع ال الا ن س ان الت ق يد بح كم ال له İnsanın fiillerinde aslolan, Allah ın hükmüyle kayıtlı kalmaktır şer'î kaidesi perçinleşir. Müslüman ın, bir fiile ancak bu fiil hakkında Şâri in hitâbından Allah ın hükmünü öğrendikten sonra yönelmesi câizdir. Mubâhlık, şer'î hükümlerden bir hükümdür. Ona Şerîattan bir delil gerekir. Şerîatın beyân etmemesi, şeyin mubâhlığına dair bir delil olmaz. Aksine Şerîatın eksikliğine dair bir delil olur. Şeyin mubâhlığına delil, Şâri nin o şeyde tahyire dair nass getirmesidir. Bu, fiillere nispetle böyledir. Eşyaya nispetle ise ki bunlar fiillerin müteallikleridir, tahrim delili vârit olmadıkça bunlarda aslolan mubâhlıktır. Eşyada aslolan, mubâh olmasıdır. Tahrimine ilişkin şer i bir delil vârit olmadıkça haram olmaz. Sebebi ise çünkü şer'î nasslar, eşyanın tamamını mubâh kılmıştır. Bu nasslar, âmmdır, her şeyi kapsar. Allah u Teâlâ şöyle buyurdu: ا لم ت ر ى ا ن الل ه س خر ل كم م ا ف ي الا ر ض Görmedin mi, Allah yeryüzündeki şeyleri size amade kıldı. Allah ın yeryüzündeki şeylerin hepsini insana amade kılmasının manası, yeryüzündeki her şeyi mubâh kılmasıdır. Allah u Teâlâ şöyle buyurdu: ي ا ا يه ا ال ناس ك لوا م ما ف ي الا ر ض ح لا لا ط يب ا Ey insanlar, yeryüzündeki şeylerden helâl ve temiz olarak yiyin. Yine buyurdu ki: ي اب ن ي ا د م خ ذوا ز ين ت ك م ع ن د كل م س ج د و ك ل وا و اش ر ب وا Ey ademoğulları, her mescit anında ziynetlerinizi alın ve yiyin, için. 5 Ve şöyle buyurdu: ه و ا لذ ي ج ع ل ل كم الا ر ض ذ لو لا فام ش وا ف ي م ن اك ب ه ا و ك لوا م ن ر ز ق ه Yeryüzünü size boyun eğdiren O'dur. Şu halde yerin omuzlarında dolaşın ve O nun rızkından yiyin. 6 İşte böylece eşyanın mubâhlığı hakkında gelen ayetlerin tamamı, âmm olarak geldi. Bunların umûmlukları, eşyanın tamamının mubâhlığına delâlet eder. O halde bütün eşyanın mubâhlığı, Şâri in genel hitâbı ile geldi. Onların mubâhlıklarının delili, her şeyin mubâhlığını getiren şer'î nasslardır. Bir şey haram olduğu zaman, bu umûmu tahsis edip, mubâhlığın umûmundan bu şeyin istisnasına delâlet eden bir nass gerekir. Bundan dolayı eşyada aslolan mubâhlıktır. Bunun için Şerîatı, eşyayı haram kıldığı zaman nassın umûmundan istisna ederek bizatihi bu eşyaya nass getirdiğini görürüz. Allah u Teâlâ şöyle buyurdu: ح رم ت ع لي كم ا لم ي ت ة و الد م و لح م ا لخ تر ير Size ölü eti, kan ve domuz eti haram kılındı. 7 Aleyhissalatu Vesselam da şöyle buyurdu: ح رم ت ا لخ م ر ة ل ع ي ن ه ا Hamr, zatından dolayı haram kılındı. 8 Şerîat, eşyanın haramlılığına ilişkin nass olarak getirdiği husus, nassın umûmundan istisna edilmiş oluyor. Bu ise aslolanın hilafınadır. Aslolan, bütün eşyanın mubâhlığıdır. Şöyle denmez: Eşyayı, kulun fiilinden ve hükmünden ayırmak mümkün değildir. Eşya, ancak kulun fiilinin hükmünden gelir. Onun için fiilin hükmünü alır. Böyle denilmez. Çünkü eşya, kulların fiillerine ilişkin olmak zorunda ise de ve delilleri de kulların fiillerinin hükmünün beyânında gelse de, ancak eşyaya bitiştiği zaman, kulun fiilinin delili, fiile ilişkin olma halinde eşyaya nispetle iki hüküm olduğunu, üçüncüsünün olmadığını beyân etti. Mubâhlık ve haramlığı beyân etti. Eşyaya nispetle mutlak olarak bunlardan başkasını beyân etmedi. Onun için eşyanın hükmü hakkında o vâcibtir veya mendûbtur denilmez. Eşyanın hükmü mubâhlık veya haramlık ile 5 Araf 31 6 Mülk 15 7 Maide 3 8 El-Mebsût 18

hasredildi. O, bu yönden kulun fiilinin hilafınadır. Onun hükmünü almaz, her ne kadar delili, kulun fiilinin beyânında gelmiş ise de. Diğer yönden mubâhlığın delilindeki umûmluk ve haramlığın delilindeki belirli bir şeyi tayin etmek, mubâhlığı bütün eşyaya âmm, haramlığı da haramlılığının vârit olduğu şeye hâss kılar. Böylece eşyanın hükmü, asıl bakımından ve vasıflandığı hükümler bakımından fiillerin hükmüne muhaliftir. Tahrim delili vârit olmadıkça eşyada aslolan ibahattır. Fiillerde aslolan ise, şer'î hükümle kayıtlı kalmaktır. Eşya, fiillerin hilafına ancak helâllik ve haramlık ile vasıflanır. Zira Şâri in n fiillere ilişkin hitâbı, onları iki kısım kıldı. Birincisi: Teklif hitâbı. Diğeri: Vaz i hitâbı. Teklif hitâbını da beş kısım kıldı. Bunlar: farz, mendûb, haram, mekruh ve mubâh. Vaz i hitâbı da beş kısım kıldı. Bunlar: sebep, şart, mâni, sıhhat-butlan-fesat ve azimetlerruhsatlar. Velhâsıl, Efendimiz Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve Sellem in bütün insanlara bisetinden sonra artık burada hükmü olmayan bir fiil veya şeyin var olduğunu söylemek câiz değildir. Yine Şerîattan bir delili olmaksızın herhangi bir fiil veya bir şeye ait bir hükmün olması da câiz değildir. Çünkü hüküm, Şâri in hitâbıdır. Şerîatın hükmünü beyân etmediği her şey mubâhtır demekte câiz değildir. Çünkü mubâh, şer'î bir hükümdür. Zira o, Şâri in kulların fiillerine ilişkin tahyir yoluyla hitâbıdır. Ve çünkü burada Şâri in hükmünü beyân etmediği şeylerin olduğunu iddia etmek, burada Kur'anın beyân etmediği şeyler var ve Şerîat eksik demektir. Oysa bu, sübutu katî, delâleti katî Kur'anla çeliştiğinden dolayı câiz değildir. Binaenaleyh, insandan sadır olması mümkün olan hiçbir fiil ve insanın fiiline ilişkin hiçbir şey yoktur ki, Şerîatta bir hükme mahal olmasın. Hüküm, Şâri in hitâbından bizatihi kendisine delâlet eden bir delilin varlığından sonra ancak vardır. Zira Şerîat gelmeden önce hüküm yoktur. Dolayısıyla Rasûl ün bisetinden önce hüküm yoktur. Bisetinden sonra ise getirdiği risâletten bizatihi bu hükme delâlet eden bir delilin varlığıyla ancak hüküm vardır. 19

HÜKÜMLERLE MÜKELLEF OLANLAR Hükümlerle mükellef olanlar, bütün insanlardır. Bunun için hüküm hakkında şöyle dendi: Şâri in kulların fiilleriyle alakalı hitâbıdır. Şer'î hükümlerle teklif hususunda Müslüman ile kâfir arasında hiçbir fark yoktur. Herkes, Şâri in hitâbına muhataptır ve herkes şer i hükümle mükelleftir. Buna delil, bu konuda birbirini destekleyen nasslardır. Bunların hepsi, tevil kabul etmeyen sarih delâletle, ister Müslüman olsunlar ister kâfir olsunlar, bütün İslâmî Şerîatla muhatap olanların, insanların tamamı olduğuna delâlet eder. Allah u Teâlâ şöyle buyurdu: و م ا ا ر س لن اك ا لا كا ف ة ل ل ناس ب ش ير ا و ن ذ ير ا Biz seni ancak bütün insanlar için ق ل ي ا ا يه ا ال ناس ا ني ر س و ل ki: bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. 9 Yine buyurdu elçisiyim. 10 De ki: Ey insanlar! Şüphesiz ben Allah ın sizin hepinize bir ال له ا لي كم ج م يع ا Aleyhissalatu Vesselam da şöyle buyurdu: ب ع ثت ا لى كل ا ح م ر و ا س و د Ben, her kırmızı ve siyaha gönderildim. 11 Yani bütün insanlara. Bu, tüm insanlar için âmm bir hitâptır. Müslüman ve kâfiri kapsar. Şöyle denmez: Bu, feri hükümlerle değil, İslâm a iman etmek konusunda bir hitâptır. Çünkü o, risâletle ilgili bir hitâptır. Bu da risâlete iman demektir. Feri hükümlerle amel etmek demek değildir. Böyle denmez. Çünkü risâlet, âmmdır. Ona imanı da kapsar. Risâletin getirdiği feri hükümlerle ameli de kapsar. Onu imana tahsis etmek, tahsis edici olmaksızın bir tahsistir. Yine şayet bütün insanların İslam a imanla muhatap ve sadece Müslümanların da feri hükümlerle muhatap olmaları kastedilmiş olsaydı, bu, bazı insanların bazı hükümlerle muhatap olmaları ve bazılarıyla da muhatap olmamaları demek olurdu. Bazıların bazı hükümlerle, bunlardan hariçte tutulmak bazı insanlara mahsus olması için, hitâp edilmeleri câiz olsaydı, elbette bu, Şerîatın getirdiği her şeyde câiz olurdu. Yani bu gibi durum, imanla ilgili İslâm kaidelerinde de câiz olurdu. Çünkü hükümler üzerinde câiz olan diğerleri üzerinde de câiz olur. Hâlbuki bu, batıldır. Çünkü hitâp, sarihtir: رسول االله ا ليكم Size Allah ın bir elçisiyim. Buna iman, açıkça hitâbın içerdiği husustur. Bununla beraber, bütün insanların feri hükümlerle muhatap olmaları, risâletle muhataplıklarındaki gibi, Kur anın sarihiyle sabittir. Allah u Teâlâ şöyle buyurdu: و و ي ل ل لم ش ر ك ين ا لذ ين لا ي و ت و ن ال ز كا ة Müşriklerin vay haline. Onlar zekâtı vermezler. 12 Yine şöyle buyurdu: ي قو ل الا نس ا ن ي و م ي ذ ا ي ن ا لم ف ر O gün insan, kaçış nereye der. 11 Şu sözüne kadar: فلا ص دق و لا ص لى O ne tasdik etti ne de namaz kıldı. 13 Ve şöyle buyurdu: ك ل ن فس ب م ا كس ب ت ر ه ين ة Her nefis kazandıkları karşılığında rehindir. 12 Şu sözüne kadar: م ا س ل كك م ف ي س قر قا لوا لم ن ك م ن ا لم ص لين و لم ن ك ن طع م ا لم س ك ين Sizi sakara sürükleyen nedir? Derler ki; biz namaz kılanlardan değildik, yoksullara da yedirmezdik. 14 Aynı şekilde Allah u Teâlâ bütün insanlara ibadetleri de emretti. Öyleyse kâfirler de ي اا ي ه ا الن اس اع ب د وا ربكم الذي خلقكم buyurdu: ibadetlerle emredilmiş olurlar. Allah u Teâlâ şöyle Ey insanlar! Sizi yaratan Rabbinize ibadet ediniz. 15 9 Sebe : 28 10 A raf: 158 11 Muslim 12 Fussilet: 6-7 13 Kıyamet: 10, 11 Kıyamet: 30 14 Müddesir: 38, 42-44 15 Bakara: 21 20

O evi haccetmek, Allah ın insanlar üzerindeki bir و ل له ع لى ال ناس ح ج ا لب ي ت hakkıdır. 16 Bu ayetler, Allah ın kâfirleri feri hükümlerle mükellef tuttuğu hususunda sarihtir. Ayetler, onlara feri hükümlerle hitâp ediyor. Dolayısıyla onlar, feri hükümlerle mükellef olurlar. Eğer furuatla mükellef olmamış olsalar, bunların terkine karşılık Allah onları azapla şiddetli bir şekilde korkutup tehdit etmezdi. Nitekim Allah u Teâlâ şöyle buyurdu: و و ي ل ل لم ش ر ك ين ا لذ ين لا ي و ت و ن ال ز كا ة Müşriklerin vay haline. Onlar zekâtı vermezler. 17 Bununla sabit olmaktadır ki Allah u Teâlâ hususiyetle feri hükümlerden bazı emirler ve nehyler ile kâfirlere hitâp etti. Aynı şekilde geri kalan feri hükümlerle de muhatap olurlar. Buradan açığa çıkmaktadır ki kâfirler usûl ve fürû olarak bütün Şerîatla muhataptırlar. Allah onlara, iman etmemeye ve hükümleri yerine getirmemeye binaen azap edecektir. Hitâp bakımından, hiç şüphesiz onlar hükümlerle muhataptırlar. Ama bu hükümleri yerine getirmeleri, devletin bu hükümleri onların üzerlerine tatbik etmesi ve bunları yerine getirmek üzere onları icbar etmesi bakımından ise, bunda ayrıntı vardır: zorlamaksızın kendiliklerinden hükümleri yerine getirmelerine gelince; kuşkusuz bakılır. Eğer hükümlerin edalarında, Şâri in nassıyla İslâm şart koşulmuşsa, oruç, hac, zekât vesaire ibadetler ve benzerleri gibi, bu takdirde onların bunları yerine getirmeleri câiz değildir. Bunları yerine getirmekten men edilirler. Çünkü bunların şartı, İslâm dır. Bunlar küfürle birlikte câiz değildir. Bunların bir benzerleri de borç gibi malî haklar üzerine kâfirin şahitliğidir. Bu câiz değildir. Kâfirin Müslümanlar üzerinde yönetici veya Müslümanlar arasında kâdı olması ve şer'î nassın kâfirden câiz olmadıklarına ve şartları İslâm olduğuna dair getirdiği vesaire hükümlerde böyledir. Bunlar haricindeki hükümlere gelince; şayet bunları yerine getirirlerse bu hükümler onlardan câizdir. Bu da Müslümanlarla birlikte kâfirlerle savaş gibi. Zira savaş yapmakta, savaşanın bir Müslüman olma şartı yoktur. İslâm onda şart değildir. Bu nedenle kâfirin savaş yapması sahihtir. Aynı şekilde alış-veriş gibi akitlerdeki, tıptaki vesaire İslâm şartı vârit olmayan fenni işlerdeki şahitlikte böyledir. Bu, kâfirlerin kendiliklerinden fürû hükümleri yerine getirmeleri açısındandır. Cebren hükümlerle mükellef tutulmalarına gelince; bunda da ayrıntı vardır: Eğer hükümlerdeki hitâp âmm olarak gelen şeylerden ise ve bunlarda iman şartıyla mukayyet değilse, bakılır. Eğer hükümler, kendilerinde İslâm ın şart olması sebebiyle ancak Müslüman dan sadır olmaları câiz olanlardan ise veya kâfirlerin bunları yapmamak üzerinde ikrar edildiklerinden ise, şüphesiz bu iki durumda bunları yapmaya zorlanmazlar ve üzerlerine de tatbik edilmez. Bu nedenle halife, Ehli kitap dışındaki Arap müşriklerinden oldukları zaman müstesna, İslâm a iman etmemek لا dolayıdır: karşılığında kâfirleri cezalandıramaz. Bu, Allah u Teâlâ nın şu kavlinden ح تى ي ع طوا ا لج ز ي ة ع ن ي د و ه م dolayı: Dinde zorlama yoktur. 18 Ve şu kavlinden ا ك ر اه ف ي الد ين Rasûl ün, Küçülmüşler olarak elleriyle cizye verinceye kadar 19 Ve ص اغ ر و ن Yemen deki kafirleri dinleri üzerinde kalmak hususunda ikrar ettiğinden dolayıdır. Onlardan cizye almakla yetindi. Ancak Allah u Teâlâ nın: ت قات لون ه م ا و ي س ل م و ن Onlarla savaşırsınız ya da Müslüman olurlar. 20 Sözünden dolayı Ehli kitap dışındaki Arap müşrikleri bundan istisna edildi. Bu ayet, Ehli kitap dışındaki Arap müşriklerine hâsstır. 16 Ali İmran: 97 17 Fussilet: 6-7 18 Bakara: 256 19 Tevbe: 29 20 Fetih: 16 21

Aynı şekilde kâfirler, Müslümanların namazı ile de mükellef tutulmazlar, kendi namazlarından alıkonulmazlar. Bu, Rasûl Sallallahu Aleyhi Ve Sellem in onları ibadetleri ve Yemen de, Bahreyn de, Ehli Necrân da mevcut olan kiliseleri üzerinde ikrarından dolayıdır. O, Müslüman olmayanların kiliselerini yıkmadı. Bu da itikat ettikleri ve ibadet ettikleri şeylerle baş başa bırakılacaklarına delâlet eder. Aynı şekilde üzerlerine cihad hükmü de tatbik edilmez ve ona da zorlanmazlar. Çünkü cihad ayetlerindeki istenilen kıtal, kâfirler cinsine karşılık bir kıtaldir. Kâfirden kendi nefsi ile savaşması tasavvur edilemez. Keza hamrı terk etmeye de icbar edilmezler. Hükmü de üzerlerine tatbik edilmez. İçilmesine karşılık cezalandırılmazlar. Çünkü Yemen de Hıristiyanlar hamr içiyorlardı. İçilmesi üzerinde ikrar edildiler. Çünkü sahâbe, şehirleri fethettiklerinde, kâfirleri hamr içmekten men etmiyorlardı. İşte sıhhatinde İslâm ın şart olduğu veya Rasûl Sallallahu Aleyhi Ve Sellem in onları ikrar ettiği veya sahâbenin üzerlerinde onların ikrarı hususunda icma ettiği hükümlerin tamamı böyledir. Bu yüzden onlar, bu hükümleri yapmaya icbar edilmezler. Halife tarafından da üzerlerine bunlar tatbik edilmez. Ama eğer hükümler böyle değilse yani sıhhatlerinde İslâm şart değilse ve üzerlerine bunların tatbik edilmelerinin terkine delâlet eden şer'î bir nass da vârit olmamışsa, şüphesiz onlar, bu hükümlerle muhataptırlar. Bu hükümler, onların üzerine tatbik edilir, bunları yapmaya zorlanırlar ve bunların terk edilmelerine karşılık da cezalandırılırlar. Bunun nedeni ise, onlar Şerîatın hitâbındaki hükümlerle muhataptırlar. Hükme iman şartına dair bir nass vârit olmuş değildir ki imandan önce bu hükümle mükellef olunmasın. Yine bu hükümlerle muhatap olmaktan bunların istisnalarına dair bir nassta vârit olmadı. Onun için âmm hitâp, âmm olarak devam eder ve bu hükümleri de kapsar. Bu nedenle kâfir, o hükümlerle muhatap olur. Yani istisnasına dair delil vârit olmadıkça, kâfir şer i hükümlerin tamamıyla muhatap olur. Buna delil, Rasûl ün bu hükümleri kâfirler üzerine tatbik etmesidir. Muamelat konusunda, kâfirlere İslam hükümlerine göre muamele ettiği Rasûl Sallallahu Aleyhi Ve Sellem den sabittir. Ukubât konusunda da masiyetlere karşılık onları ا ن ي ه ود ي ا ر ض ر ا س ج ار ي ة ب ي ن edildi: cezalandırdığı O ndan sabittir. Enes den şöyle rivayet ح ج ر ي ن ف ق يل ل ه ا م ن ف ع ل ب ك ه ذ ا ا ف ل ان ا ف ل ا ن ح ت ى س م ي ال ي ه ود ي ف ا و م ا ت ب ر ا س ه ا ف ج يء ب ال ي ه ود ي ف اع ت ر ف ف ا م ر ب ه الن ب ي ص ل ى ezdi. Bir Yahudi, bir cariyenin başını iki taş arasında الل ه ع ل ي ه و س ل م ف ر ض ر ا س ه ب ال ح ج ار ة Cariyeye bunu sana kim yaptı, filan mı filan mı dendi. Nihayet Yahudi nin adı verildi. Cariye de başıyla ima etti. Sonra Yahudi getirildi, itiraf etti. Bunun üzerine Nebi Sallallahu Aleyhi Ve Sellem emretti de başı bir taşla ezildi. 21 Ebî Seleme İbn-u Abdurrahman dan ve Suleymân İbn-u Yesâr dan, Ensâr dan adamlardan şöyle rivayet ا ن الن ب ي ص ل ى الل ه ع ل ي ه و س ل م ق ال ل ل ي ه ود و ب د ا ب ه م ي ح ل ف م ن ك م خ م س ون ر ج ل ا ف ا ب و ا ف ق ال ل ل ا ن ص ار اس ت ح ق وا ق ال وا edildi: Nebi ن ح ل ف ع ل ى ال غ ي ب ي ا ر س ول الل ه ف ج ع ل ه ا ر س ول الل ه ص ل ى الل ه ع ل ي ه و س ل م د ي ة ع ل ى ي ه ود ل ا ن ه و ج د ب ي ن ا ظ ه ر ه م Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Yahudilere, onlardan başlayarak şöyle dedi:"sizden elli erkek yemin etsin." Onlar reddettiler. O zaman Ensâr a: "Hakkınızı kazanınız" dedi. Onlar da: "Görmediğimiz şeye yemin mi edelim? Ya Rasûlullah!" dediler. Bunun üzerine Rasûlullah Yahudiler aleyhine diyete hükmetti. Çünkü maktul onların ر ج م الن ب ي edildi: arasında bulunmuştu. 22 Câbir İbn-u Abdullah tan şöyle dediği rivayet Nebi Sallallahu Aleyhi Ve Sellem ص ل ى الل ه ع ل ي ه و س ل م ر ج ل ا م ن ا س ل م و ر ج ل ا م ن ال ي ه ود و ام ر ا ت ه Eslem den bir adamı ve Yahudilerden bir erkek ve hanımını recmetti. 23 Bu hadisler, 21 Buhari 22 Ebu Davud 23 Muslim 22