AMA GÜNAH KIRMIZIDIR. Elizabeth George. Çeviri Milko Özbahar Yeşim Öksüzoğlu



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

GÜZELLİK KRALİÇESİ ERCİYES

Günler süren yağmurdan sonra bulutlar kayboldu. Güneş, ışıl ışıl yüzünü gösterdi. Yıkanan doğanın renklerine canlılık gelmişti. Ağaçlardan birinin

Tırmanılan Rotada -Genel zorluk: TD -Yükseklik : m -Hedeflenen ve Harcanan Zaman : 6 saat, 6 saat 50 dk -Kazanılan ve kaybedilen yükseklik : 400 m

Helena S. Paige Çeviri Kübra Tekneci

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Kızım, evde köpek. bu köpeği eve? dedi. annesi. Zaten hep beni suçlarsın! dedi Cimcime. Mıyk! diye sızlandı köpek. Hemen gidecek bu köpek!

ŞEKİL KAVRAMI TEMA ÇALIŞMALARIMIZ KAVRAMLAR RENK KAVRAMI SAYI KAVRAMI SES KAVRAMI ÖZEL BİLGİ İLKÖĞRETİM OKULU ANASINIFI

SÜRÜŞ GÜVENLİĞİ İÇİN 29 ÖNEMLİ KURAL

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi UĞUR BÖCEKLERİ OCAK

ADIN YERİNE KULLANILAN SÖZCÜKLER. Bakkaldan. aldın?

Eskiden Amcam Başkötü ye ait olan Bizim Eski Yer,

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

İLK OK UMA KİT APLARI

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Fethiye, Likya sahilinde bulunan en büyük tatil yöresidir. Ölüdeniz, Hisarönü, unutulmaz anlar yaşayabilirsiniz.

Parlar saçların güneşin rengini bana taşıyarak diye yazıvermişim birden.

yuvarlak masa yeşil erik üç kalem ihtiyar adam

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

9-11 Aralık 2016 Erciyes Dağı Kış Tırmanışı Faaliyeti Raporu Hazırlayan: Katılımcılar: Amaç: Hava Durumu: Ay durumu: Kamp Malzemeleri:

ALADAĞLAR - Kaldı Doğu Sırtı (3723m.)

Evimi misafirlerim gidince temizlemek için saatlerce uğraşıyorsam birçok arkadaşım

Derleyen: Nezir Temur Resimleyen: Mert Tugen

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

ÇiKOLATAYI KiM YiYECEK

5. SINIF SOSYAL BİLGİLER BÖLGEMİZİ TANIYALIM TESTİ. 1- VADİ: Akarsuların yataklarını derinleştirerek oluşturdukları uzun yarıklardır.

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Kastamonu (24-25 Ekim 2009) Yazı ve fotoğraflar: Hüseyin Sarı (huseyinsari.net.tr)

TEŞEKKÜR. Kısa Film Senaryosu. Yazan. Bülent GÖZYUMAN

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

Herkese Bangkok tan merhabalar,

Stepping On. Seans Dört. Mola. Dördüncü Seans Broşürü. Güven oluşturmak ve düşmeleri azaltmak. 1. Bugünün seans tanıtımı.

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

ÇIĞ ÖNCESİNDE ÖNCELİKLE ÇIĞ BÖLGELERİNE YENİ YERLEŞİM BİRİMLERİ KURULMAMALI. ÇIĞ VE SEL YATAKLARINDA VAR OLAN YAPILAR DERHAL KALDIRILMALI.

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

Rukia Nantale Benjamin Mitchley Nahide Büşra Ertekin Turkish Level 5

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

"Yaşayan Bahar", ilkbahar mevsiminin gelişini kutlamak üzere tüm Avrupa ülkelerinde gerçekleştirilen bir etkinlik.

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

AFYONKARAHİSAR REHBERLİK VE ARAŞTIRMA MERKEZİ MÜDÜRLÜĞÜ

Güzel Bir Bahar ve İstanbul

Adım Tomas Porec. İlk kez tek boynuzlu bir at gördüğümde sadece sekiz yaşındaydım, bu da tam yirmi yıl önceydi. Küçük bir kasaba olarak düşünmeyi

C A NAVA R I N Ç AGR ISI

Çadırlar Çadırın Parçaları

Eşeğe Dönüşen Kabadayı Makedonya Masalı (Herşeyin bir bedeli var)

I. Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. ÖNEMLİ BİR DERS

Demodur Kırmızı yazılar sizin sipariş verirken yollamış olduğunuz yazılardır.

FAALİYET RAPORU. Kamp Yeri: Enlem:41, Boylam: 33, Zirve : Enlem:41, Boylam: 33, Hedeflenen Zaman Harcanan Zaman 7.

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

OHIO DOĞAÇLAMASI (OHIO IMPROMPTU)

Adımlar: A Windows to the Universe Citizen Science Event. windows2universe.org/starcount. 29 Ekim 12 Kasım, 2010

Uzun Bir Köpek Hakkında Kısa Bir Öykü. Henry Winker. İllüstrasyonlar: Scott Garrett. Çeviri: Bengü Ayfer

Mutlu Haftalar! Mutlu Ramazanlar! ilkokul1.com

KDK Güney Doğu Yüzü Klasik Baca Rotası Faaliyet Raporu

Pırıl pırıl güneşli bir günde, içini sımsıcak saran bir mutlulukla. Cadde de yürüyordu. Yüzü gülümseyen. insanların kullandığı yoldan;

Müşteri: Üç gece için rezervasyon yaptırmak istiyorum. Tek kişilik bir oda.

9. Sigarayı bırakma zamanı

Mevsimler & Giyisilerimiz. Elif Naz Fidancı

KURALLI VE DEVRİK CÜMLELER. --KURALLI CÜMLE: İş, hareket, oluş bildiren sözcükler cümlenin sonunda yer alıyorsa denir.

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

Dersler, ödevler, sýnavlar, kurslar... Dinlence günlerinde bile boþ durmak yoktu. Hafta sonu gelmiþti; ama ona sormalýydý.

GÖKYÜZÜNDE KISA FİLM SENARYOSU

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

YİNE YENİ KOMŞULAR. evine gidip Billy ile oynuyordu.

ŞİİR, HİKÂYE, MAKALE. Ekim 2013 Sayı 1. Yazar; HARUN ŞEN

Eze meze Yýllar geçti geze geze. Neler gördüm neler! Daðlar gördüm yerden biter, gökte yiter. Daðlar gördüm kayalý, kayalarý oyalý.

FAALİYET RAPORU. İt oturumu tırmanış Faaliyetin Tarihi 21/07/2014 Yeri Aladağlar Süresi Güzergâh Kat Edilen Alınan İrtifa Katılımcılar 1

ÖN TEKER HAREKET ÖZELLİĞİNİ KULLANMA 3- Puse açın. 7- Hareket sistemini kilitleme: her iki hareket kolunu yukarı kaldırın.

saltbodrum Camel Beach Residences

THE ENGLISH SCHOOL GİRİŞ SINAVI Süre: 1 saat ve 30 dakika

.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

Duygu, düşüncelere bedenin içsel olarak karşılık vermesidir. Başka bir deyişle, beyne kalbin eşlik etmesidir.

Öykü ile ilgili bitişik eğik yazı ile 5N1K soruları üretip çözünüz. nasıl : ne zaman:

FAALİYET RAPORU ORTABURUN KUZEYDOĞU DİHEDRAL Faaliyetin Tarihi Yeri Aladağlar / Niğde Süresi 5 SAAT Türü

YIL DEDE'NİN DÖRT KIZI

EFDAL ERENKÖY ANAOKULU PENGUENLER GRUBU KASIM AYI BÜLTENİ

UYGULAMA 1 1. Aşama Şimdi bir öykü okuyacağım, bakalım bu öykü neler anlatıyor?

Haydi Deniz Kıyısına! Şimdi okuyacağınız hikâye Limonlu Bayır

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Yazan : Osman Batuhan Pekcan. Ülke : FRANSA. Şehir: Paris. Kuruluş : Vir volt. Başlama Tarihi : Bitiş Tarihi :

Zulu folktale Wiehan de Jager Leyla Tekül Turkish Level 4

FAALİYET RAPORU. kış yürüyüş ve kampçılık malzemeleri. 1 tam dry ip, çeşitli boylarda buz vidaları ve sikkeler. 3K, kişisel emniyet alma malzemeleri

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Etkinliğin; Etkinlikte kullanılan. Tırmanılan Rotada TIRMANIŞ:

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

DENİZ YILDIZLARI ANAOKULU MAYIS AYI 1. HAFTASINDA NELER YAPTIK?

8. Sınıf SBS Deneme-1

Okula sadece dört dakikalık yürüme mesafesinde oturmama

Çok Mikroskobik Bir Hikâye

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

ALT EKSTREMİTE SET 1 ( germe egzersizleri)

Transkript:

AMA GÜNAH KIRMIZIDIR Elizabeth George Çeviri Milko Özbahar Yeşim Öksüzoğlu

4

Stephen Lawrence ın anısına 22 Nisan 1993 te Eltham, Güneydoğu Londra da, beş kişi tarafından öldürüldü. Bu adamlar bugüne kadar Britanya adalet sistemi tarafından cezalandırılmadı. Eğer sen gerçekten benim babamsan, kılıcını oğlunun kanıyla kirletmiş oldun. Ve bunu sırf inatçılığından yaptın. Yüreğini sevgiye döndürmeye çalıştım -Şahname den 5

6

BİRİNCİ BÖLÜM Cesedi, çıktığı yürüyüşlerin kırk üçüncü gününde buldu. Tam olarak farkında olmasa bile nisan ayının sonu gelmişti. Aslında etrafı iyi gözlemleyebilseydi, sahil boyunca uzanan bitki örtüsünün kendisine mevsim hakkında ipuçları verdiğini görebilecekti. İnzivasının ilk günlerinde gördüğü tek yaşam belirtisi uçurum tepelerinde yetişen katırtırnakları üzerinde büyüyen sarı tomurcuklardı, nisan geldiğinde ise renkleri iyice canlanmıştı. Arada bir gittiği köylerde ise sarmaşıklar evlerin çitlerine sıkı kıvrımlar halinde dolanıyordu ve çok yakında yüksük otları yol kenarlarında salınmaya, arazilerin sınırlarını belirleyen duvarlar üzerindeki kuzu ayakları kırmızı tomurcuklar vermeye başlayacaktı. Ancak filizlenmekte olan bütün bu yaşam belirtileri gelecek günlerin alametiydi. O ise gelecek kaygısından kurtulmak ve geçmişin hatıralarını unutmak amacıyla inzivaya çekilmişti. Bu uzun yürüyüşler de bunun içindi. Üzerinde neredeyse hiçbir şey taşımıyordu. Sadece eski bir uyku tulumu ve içine biraz yiyecek doldurduğu bir sırt çantası Çantasının içindeki su şişesini ise geceyi geçirdiği yerin yakınında bir su kaynağı bulduğunda doldurmaktaydı. Basit kıyafetleri vardı; bir ceket, şapka, eski bir gömlek, bir pantolon, botlar, çoraplar ve iç çamaşırları. Bu inzivaya hazırlıksız başlamıştı ama bu çok da umurunda değildi. Bildiği tek bir şey vardı: Ya inzivaya çekilip uzun yürüyüşler yapacak ya da eve kapanıp uyuyacaktı ama eğer evde kalıp uyursa, bu uykudan bir daha kalkmama ihtimalinin olduğuydu. 7

Bu yüzden yürüyüş yapmayı tercih etmişti. Başka bir alternatifi yoktu. Sarp uçurumlara tırmanmak, suratına vuran rüzgâr, derisini kurutan keskin ve tuzlu hava, denizin alçalmasıyla ortaya çıkan kayalıklı kıyılarda yürümek, nefes nefese kalmak, paçalarını ıslatan yağmur suları ve tabanlarını acıtan sivri taşlar ona hâlâ hayatta ve hayatta kalmaya niyetli olduğunu hatırlatıyordu. Adeta kaderle kumar oynuyordu. Eğer hayatta kalırsa ne âlâ. Yok, eğer kalamazsa sonu Tanrılar ın elinde olacaktı. Çok sayıda Tanrı nın Zira ilahi bir bilgisayar klavyesi üzerinde parmaklarını gezdirerek insanların kaderine bir şeyler ekleyip bir şeyleri silebilecek tek bir Yüce Varlığın olabileceğini düşünmüyordu. Halini görmüş olan ailesi onun bu yolculuğa çıkmasını istemediyse de hiçbir aile ferdi ona bu konuda doğrudan bir şey söylememişti. Sadece annesi, Lütfen bunu yapma canım, demiş; erkek kardeşi de, Ben de seninle geleyim, teklifiyle yetinmişti. Kız kardeşi ise kolunu beline dolayarak, Atlatacaksın. Herkes atlatır, demişti. Ancak hiçbiri ne karısının ismini ne de o korkunç kelimeyi dile getirmişti. O da hiç söylememişti zaten. Sadece yürümeye ihtiyacı olduğunu açıklamıştı. Yürüyüşünün kırk üçüncü günü de aynı geride bıraktığı kırk iki gün gibi başlamıştı. O sabah da diğer sabahlarda olduğu gibi gece uyuya kaldığı yerde uyanmıştı. Nerede olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği, güneybatı sahil çizgisi üzerinde bir yerlerde olduğuydu. Uyku tulumundan çıkmış, ceketini ve botlarını giymiş, şişesinde kalan suyunu içmiş ve yürümeye başlamıştı. Bütün gün bir açık bir kapalı olan gökyüzü, öğleden sonra nihayet kararını vermiş ve kara bulutlar toplanmaya başlamıştı. Rüzgârın da etkisiyle sıklaşan bulutlar, bir fırtınayı haber verircesine ufukta üst üste biniyor, iç içe geçiyordu. Bir saatlik mola verip dalgaların sahile tokat gibi çarparak sığ kayalıkları dövmesini seyretti. Sonrasında ise dinlendiği V şeklindeki kovuktan çıktı ve rüzgârla mücadele ederek bir uçurumun tepesine doğru tırmanmaya devam etti. Sular yavaş yavaş yüksel- 8

meye başlamıştı, yukarılara çıksa iyi olacaktı. Tabii bu arada kendine bir sığınak da bulmalıydı. Uçurumun tepesine yakın bir noktada yere oturdu, nefesi kesilmişti. Bu kadar gündür yürüyor olmasına rağmen hâlâ bu engebeli tırmanışlar için dayanıklılık kazanamamış olmasını yadırgıyordu. Açlık hissedince, yürüyüşleri sırasında yolunun üzerinde gördüğü bir köyden aldığı kurumuş sosislerin sonuncusunu çantasından çıkarıp yemeye başladı. Susadığını da hissedince ayağa kalkıp etrafta su bulabileceği bir yerleşim yeri olup olmadığına baktı. Bir köy, bir balıkçı kulübesi, bir orman evi veya belki de bir çiftlik Etrafta hiçbir şey yoktu. Ama susuzluk iyi bir şey, diye düşündü minnetle. Susuzluk, ayakkabısının tabanına batan sivri taşlar gibiydi, rüzgâr gibiydi, yağmur gibiydi. Hatırlamaya ihtiyacı olduğunda ona kendisini hatırlatıyordu. Denize doğru baktığında keskin dalgaların ötesinde yalnız bir sörfçü gördü. Yılın bu zamanına uygun olarak tepeden tırnağa siyah neopren giymişti. Buz gibi suyun tadı ancak böyle çıkarılabilirdi. Sörf hakkında hiçbir şey bilmiyordu ama o sörfçüyle benzer bir kaderi paylaştığını görür gibi oldu. Her ikisi de olmamaları gereken yerlerde ve yalnızlardı. Dahası, her ikisi de ortam şartlarının onların amaçlarına uygun olmadığı yerlerde yalnızlardı. Birazdan başlayacak olan yağmur kendisinin yürüyüşünü kaygan ve tehlikeli bir hale getirirken, sahildeki sığ kayalıklar da sörfçüye bu havada orada ne işi olduğunun hesabını soracaktı. Bu soruya bir cevabı olmadığı gibi, herhangi bir cevap arayışı içinde de değildi. Azıcık yemeğini bitirdi ve yürümeye devam etti. Bulunduğu bölgedeki uçurumların zemini, yürüyüşüne ilk başladığı yerlerdekilerden daha yumuşaktı. İlk başlardaki uçurumlar çoğunlukla lavların etkisiyle oluşmuş, kalkerden ve kayağan taşındandı. Zaman, hava şartları ve denizin etkisiyle aşınmış olmalarına rağmen zeminleri sert ve sağlamdı. Oradan geçen birisi uçurumun kenarına gelmeyi göze alıp dalgalı denizi ve levrekleri kovalayan martıları seyredebilirdi. Ancak bu bölgedeki uçurumun kenarı ba- 9

rut renginde, killi ve kumtaşından oluşmuş gibiydi. Uçurumun eteği ise aşağıdaki deniz kıyısına dökülen taşlı tümseklerle kaplıydı. Uçurumun kenarına yaklaşmayı göze almak, kaçınılmaz olarak düşmek anlamına geliyordu. Düşmek ise kırılmış kemikler, hatta ölüm demekti. Yürüyüşünün bu kısmında uçurum tepesi dışa doğru yüz metre kadar uzanmaktaydı. Oldukça belirgin olan yol, uçurumun kenarından giderek uzaklaşıyordu. Bir tarafı katırtırnakları ve deniz lavantalarıyla kaplıyken, diğer tarafında çitle çevrilmiş bir otlak vardı. Rüzgârdan korunmak için hafifçe öne doğru eğilip yürümeye devam etti. Susuzluktan boğazının acıyacak kadar kuruduğunu ve gözlerinin arkasında delici bir baş ağrısının yükseldiğini hissetti. Uçurumun uzak ucuna yaklaştığında başı dönmeye başlamıştı. Susuzluktandır, diye geçirdi aklından. Biraz su bulmadan yoluna devam edemeyecekti. Yanından yürüdüğü otlağın ucunda bir çit basamağı olduğunu gördü. Basamağa tırmandı ve baş dönmesinin geçmesini bekleyerek duraksadı. Bütün dünya gözlerinin önünde adeta dans ediyordu. Baş dönmesi dursa belki de kendisini başka bir sığınağa, başka bir kovuğa götürecek bir iniş bulabilirdi. Bu yürüyüşe başladığından beri şu engebeli sahil boyunca kaç koydan geçmişti kim bilir? Sayısını kendi bile unutmuştu. Tıpkı diğerlerinin adını hatırlayamadığı gibi, bu yerin adı hakkında da hiçbir fikri yoktu. Baş dönmesi geçtiğinde geniş otlağın diğer kenarında bir kulübe gördü. Kulübe deniz kıyısından karaya doğru yüz elli-iki yüz metrelik bir mesafedeydi. Kulübede su bulabilirdi, oraya kadar dayanmalıydı. Zaten olduğu yerden çok da uzakta sayılmazdı. Çit basamağından inerken yağmurun ilk damlalarını hissetti. Başında şapkası yoktu, bu yüzden çantasını omzundan indirip içini karıştırdı. Kardeşinin vermiş olduğu, üzerinde Mariners yazan beysbol şapkasını çıkarıp kafasına geçirdi ve alnının ortasına kadar indirdi. Tam o sırada gözü kırmızı bir parıltıya takıldı. Parıltının geldiği yöne doğru bakınca daha iyi gördü. Kırmızılık, hemen alt tarafındaki koyun uzak tarafını oluşturan uçurumun eteğindeydi 10

ve geniş bir kayanın üzerine yayılmış durumdaydı. Bu kaya parçası, uçurumun eteğinden denize doğru uzanan sığ kayalığın karaya bakan tarafını oluşturuyordu. Kırmızılığı incelemeye çalıştı. Aradaki mesafeden gördüğü kadarıyla bu kırmızılık çöpten tişörte kadar her şey olabilirdi. Ama içinden bir ses ona bunun farklı bir şey olduğunu söylüyordu. Ne olduğu uzaktan çok net görülemese de kırmızılığın bir kısmı bir kolu andırıyordu. Dışa, kayağan taşına doğru uzanmış olan bu kol, sanki birisinden yardım istiyordu. Ama yardım edecek kimse yoktu. Olmayacaktı da. Her saniyeyi sayarak bir dakika boyunca kırmızılığın hareket etmesini bekledi. Bu gerçekleşmeyince de inişe geçti. Daidre Trahair, arabasıyla Polcare Koyu na giden yolda son virajı alırken hafif hafif yağmur yağıyordu. Sileceklerini çalıştırdı ve hallerini görünce bir an önce değiştirilmeleri gerektiğini kafasına not etti. Mevsimin ilkbahar olması, ardından yazın geleceği ve yaz mevsiminde de sileceklere çok fazla ihtiyaç olmayacağı gibi bahaneler onun için geçerli değildi. Nisan ayı sonlarında hava her zamanki gibi öngörülmezliğini koruyordu. Mayıs ayı Cornwall da genellikle çok güzel geçse bile haziran havası bir kâbusa dönüşebiliyordu. O yüzden hiç zaman geçirmeden sileceklerini değiştirmeliydi. Ama nereden bir çift silecek alabilirdi? Bunları düşünerek beynini boşaltabildiği için minnettardı, çünkü güneye doğru uzanan bu seyahatinin sonunda, ruhuna hâkim olan tek şey hissizlikti. Ne korku, ne kafa karışıklığı, ne kızgınlık, ne gücenme, ne acıma vardı içinde. Ne de bir gram olsun üzüntü. Sadece hissizlik Üzüntü kısmını dert etmiyordu Daidre. Kim ondan üzülmesini bekleyebilirdi ki zaten? Peki ya diğer duygular Çok güçsüz de olsa içinde bir duygu kıvılcımının çakmasını gerektiren böylesi bir durumda tüm duygularından arınmış olmak İşte bu onu endişelendiriyordu. Artık arkasında bıraktığını düşündüğü bir ruh halinin yavaş yavaş geri dönmekte olduğuna işaret ediyordu. Sileceklerin cam üzerine bıraktığı izler dikkatini dağıtıyordu. 11

Bir oto tamircisi bulmalıydı. Nerede bulabilirdi? Casvelyn? Belki. Alsperyl? Çok zor. Belki de ta Launceton a kadar gitmesi gerekecekti. Dikkatli bir şekilde arabasını kulübenin olduğu yöne doğru sürdü. Yol dar olduğu için dikkatli olması gerekiyordu. Gerçi başka bir arabayla karşılaşmayı beklemiyordu ama hiç belli olmazdı. Koya ve deniz kenarındaki küçük kumsala gelen birileri, bu havada etrafta kimsenin olmayacağını düşünerek son sürat geri dönüyor olabilirdi. Bu nedenle dikkatli olmalıydı. Sağ tarafında katırtırnakları ve sarı yaban otlarının bürüdüğü bir tepe yükseliyordu. Sol tarafında uzanan yemyeşil Polcare Vadisi ise yukarı taraflardaki Stowe Korusu taraflarından akan bir dereyle ikiye ayrılmıştı. Bu bölge Cornwall daki diğer vadilerden farklıydı ve bu nedenle bu yeri seçmişti. Bütün vadi çok geniş görünüyordu ve suyun aşındırdığı sarp kayalıklar vardı. Kulübesi küçücüktü ama etrafı geniş ve açıktı. Açık alan da huzur bulması için son derece önemliydi. Yoldan sapıp kulübesinin araba yolunu oluşturan, çakıl taşları ve çimenlerle kaplı küçük şeride girdiğinde bazı tuhaflıklar gözüne çarptı. Arazisinin demir kapısı açıktı, oysa kapının bir kilidi olmadığından kulübeden ayrılırken kapıyı en azından sıkıca kapatmaya dikkat etmişti. Şimdi ise bir insan bedeninin girebileceği kadar aralıktı. Daidre bir süre bu aralığa baktıktan sonra, korkaklığına lanet okuyarak arabasından indi, kapıyı genişçe açtı ve tekrar arabasına binip araziye girerek arabasını kulübeye doğru sürdü. Arabasını park ettikten sonra inerek arazi kapısını kapatmak için geri yürüdü. Bu sırada ayak izlerini fark etti. Araba yolu boyunca çuhaçiçekleri ekmiş olduğu yerdeki yumuşak toprak ezilmişti. İzler bir çift erkek botunun bırakacağı kadar genişti. Yürüyüş botları Bu her şeyi yepyeni bir boyuta taşıyordu. Bot izlerini bulduğu yerden kulübesine doğru baktı. Kulübesinin mavi ön kapısına dokunulmamış gibiydi. Ancak kulübenin etrafını çabucak kontrol ederken kırık pencere camını fark etti. Bu 12

pencere, derenin olduğu tarafa açılan kapının hemen yanındaydı. Kapının sürgüsü de açılmıştı ve basamakların üzeri ise taze çamur parçalarıyla kaplıydı. Aslında korkması veya en azından dikkatli olması gerektiğini bildiği halde Daidre kırılmış pencere nedeniyle büyük bir öfkeye kapılmıştı. Kulübenin kapısını hiddetle itti ve içeri daldı. Mutfağı geçip oturma odasına doğru ilerledi. Oraya geldiğinde durdu. Dışarıdaki bulutlu havanın içeriyi aydınlatabildiği loş ışıkta, yatak odasından gelen erkek figürünü gördü. Uzun boylu, sakallı bir adamdı bu. Ve o kadar pisti ki Daidre kokusunu odanın öteki ucundan alabiliyordu. Daidre, adama, Kim olduğunu veya burada ne aradığını bilmiyorum. Ancak hemen defolup gideceksin, yoksa sana karşı şiddet kullanmak zorunda kalacağım. İnan bana, bunu yapmamı istemezsin, dedi. Arkasındaki elektrik düğmelerine uzanarak mutfağın ışıklarını yaktı. Mutfak lambasından yayılan aydınlık, oturma odasında adamın ayaklarına kadar ulaşıyordu. Adam ileri doğru birkaç adım atınca vücudu tümüyle aydınlandı ve Daidre bu kez onun yüzünü gördü. Tanrım. Yaralısın. Ben doktorum. Yardım edebilir miyim? Adam denizi işaret etti. Daidre bu mesafeden her zamanki gibi dalgaların sesini duyabiliyordu, ancak rüzgârın da etkisiyle dalga sesleri daha da yakından geliyordu sanki. Kayalıklarda bir ceset var, dedi adam. Uçurumun dibindeki kayalığın üzerinde. O O adam ölmüş. O yüzden içeri girdim. Özür dilerim. Zararınızı öderim. Polise haber vermek için bir telefon bulmam gerekiyordu. Bu arada, burası nedir? Bir ceset mi? Hemen beni ona götür! Adam ölmüş. Yapılacak bir şey- Sen doktor musun? Hayır mı? Ama ben doktorum. Beni ona götür. Şu anda bir hayat kurtarabilecekken vakit kaybediyoruz. Adam karşı çıkacakmış gibi göründü. Daidre nin söylediklerine inanmamış gibi bir hali vardı. Sen mi? Doktor musun yani? Dok- 13

tor olmak için yaşın küçük değil mi? Ancak adam belli ki Daidre nin kararlılığını anlamıştı. Şapkasını çıkarıp ceketinin koluyla alnını silerken kolundaki çamurları istemeden yüzüne bulaştırdı. Daidre nin gördüğü kadarıyla açık tonlardaki saçları çok fazla uzamıştı ve saçlarının rengi kendi saç rengiyle tıpatıp aynıydı. İkisi de ince yapılı ve açık tenliydiler; pekâlâ kardeş sanılabilirlerdi! Gözleri bile aynı renkti. Kahverengi. Tamam. Gelin benimle, dedi adam. Kapıya doğru yürüyüp Daidre nin önünden geçerken teri, pis giysileri, fırçalanmamış dişleri ve vücut yağlarının birbirine karışmış iğrenç kokusunu da arkasında bıraktı. Bu kokuların arasında başka bir şey, çok daha derin, çok daha rahatsız edici bir şey daha vardı ama Daidre çıkaramamıştı. Geriye çekildi ve kulübeden çıkıp yoldan aşağı yürürlerken ondan mümkün olduğunca uzak durmaya çalıştı. Şiddetli rüzgâr ve yağmurla mücadele ederek kıyıya doğru yürüdüler. Vadi deresinin doğal bir dalgakıranı aşıp hızla denize doğru akmadan önce küçük bir gölcüğe dönüştüğü yerden geçtiler. Burası, suların alçaldığı zamanlarda dar bir kıyı şeridine, yükseldiği zamanlardaysa sularla çevrili bir kayalığa dönüşen Polcare Koyu nun başlangıcıydı. Rüzgârın içinden, İşte burada, diye seslenen adam koyun kuzey tarafına doğru yürümeye devam etti. Bu noktadan itibaren artık Daidre nin kılavuza ihtiyacı yoktu. Kayalığın üzerinde hareketsiz yatmakta olan kişiyi görebiliyordu. Adam parlak kırmızı bir anorak, rahat hareket etmesini sağlayan bol kesim bir pantolon, son derece esnek görünen ince ayakkabılar giymişti. Belinde ise üzerinde bir sürü metal kancanın ve hafif bir çantanın asılı olduğu bir emniyet kemeri vardı. Çantanın içinden etrafa beyaz bir toz yayılmıştı. Elleri için kullandığı tebeşir tozu olmalı, diye düşündü Daidre. Yüzünü görmek için yaklaştı. Aman Tanrım! Bu bu bir dağcı. İşte halatı burada, dedi. Halatın bir parçası büyük bir göbek bağı gibi hâlâ adamın vücuduna bağlıydı. Geri kalan kısmı ise ucunda çıkıntı yapan kancaya ustalıkla bağlanmış, cesetten uçurumun aşağısına sarkarak beyaz bir tepecik oluşturmuştu. 14

Daidre eğilip adamın nabzını kontrol etmek istedi ama nabız alamayacağını biliyordu. Burada uçurumun yüksekliği altmış metre civarındaydı ve eğer bu adam uçurumdan düştüyse -ki kesinlikle buradan düşmüştü- hayatta kalması için bir mucize gerekiyordu. Ama bir mucize olmamıştı. Daidre diğer adama döndü. Haklısın, ölmüş fakat sular yükseliyor. Adamı buradan kaldırmamız lazım yoksa- Hayır! Kesin ve sert bir sesle itiraz etti adam. Daidre birden dikkat kesildi. Ne dedin? Cesedi polisin görmesi lazım. Derhal polise telefon etmemiz gerek. En yakın telefon nerede? Cep telefonun var mı? Orada hiçbir şey yoktu... Bakışlarıyla gelmiş oldukları yönü gösterdi. Kulübeye telefon bağlatmamıştı Daidre. Cep telefonum yok, dedi Daidre. Buraya geldiğimde cep telefonumu yanıma almam. Hem ne fark eder ki? Adam ölmüş ve nasıl öldüğü de belli. Ayrıca sular yükseliyor. Eğer biz onu buradan kaldırmazsak sulara gömülecek. Ne kadar vaktimiz var? Efendim? Suların yükselmesine ne kadar kaldı? Bilemiyorum. Daidre sulara baktı. Yirmi dakika? Bilemedin yarım saat. Daha fazla değil. Telefon nerede? Sizin arabanız var. Sonra Daidre nin sözlerinin bir benzerini kullandı. Zaman kaybediyoruz. İsterseniz ben burada onun yanında beklerim. Daidre bunu istemiyordu. Çünkü tek başına giderse adamın toz olacağını ve onu bu kaosun ortasında tek başına bırakacağını düşünüyordu. Nihayet pek beğenmese de bir çözüm buldu. Siz de benimle gelin, dedi adama. Daidre onu Salthouse Moteli ne götürdü. Birkaç kilometrelik alanda Daidre nin telefon bulabileceklerinden emin olduğu tek yer burasıydı. Bir on üçüncü yüzyıl hanından bozma bu beyaz renkli, kısa bina üç yolun birleştiği bir noktada bulunmaktaydı. Alsperyl e 15

göre kara tarafında, Shop un güneyinde, Woodford un ise kuzeyinde kalıyordu. Daidre arabayı çok hızlı sürüyordu ama adam bir tepeden aşağı yuvarlanmaları veya bir toprak yığınına toslamaları ihtimalinden endişeleniyor gibi görünmüyordu. Ne emniyet kemeri takılıydı ne de bir yere tutunuyordu. Tek kelime bile konuşmadan, birbirini tanımayan insanların gerginliğiyle yol aldılar. Motele ulaştıklarında Daidre büyük bir rahatlama hissetti. Adamın iğrenç kokusundan kurtulup tekrar temiz havaya çıkmak onun için bir nimet, önünde meşgul olması gereken bir şeylerin -acil bir işin- olması ise Tanrı nın bir hediyesiydi. Taşlık park alanını geçip motelin alçak kapısından eğilerek içeri girerken adam onu takip etti. Ceketler, yağmurluklar ve ıslak şemsiyelerin olduğu vestiyerden geçerken üzerindekileri çıkarmadan bara yöneldiler. Gündüz içicileri -barın müdavimleri- her zamanki yerlerini almış, yanan şöminenin etrafındaki masalara oturmuştu. Şöminedeki kömür ateşi etrafa hoş bir parlaklık saçıyor, üzerine doğru eğilmiş yüzleri aydınlatıyor ve isli duvarları yumuşak bir ışıkla yıkıyordu. Daidre içenleri başıyla selamladı. Buraya sık geldiği için onu tanıyorlardı. Doktor Trahair, diye mırıldandılar. İçlerinden biri, Turnuva için mi geldiniz? diyecek gibi olduysa da Daidre nin yanındaki yabancıyı fark edince sorusu havada kaldı. Müdavimlerin gözleri Daidre ile yanındaki adam arasında gidip geliyordu. Büyük bir meraka kapılmışlardı. Gerçi bu bölgede yabancılar eksik olmazdı. Güzel havalarda Cornwall a akın akın turist gelirdi. Ama gelir ve geldikleri şekilde -bir yabancı olarak- dönerlerdi ve tanınan birinin yanında böyle yerlerde görülmezlerdi. Daidre bara gitti. Brian telefonunu kullanmam gerek. Korkunç bir kaza oldu. Bu adam Duraksadı, arkasındaki yabancıya dönerek, Adını bilmiyorum, dedi. Thomas. Thomas. Thomas ne? Thomas, dedi adam. 16

Daidre kaşlarını çatarak tekrar barmene döndü: Bu Thomas denen adam Polcare Koyu nda bir ceset buldu. Polisi aramalıyız Brian Sonra sesini alçaltarak ekledi: Galiba ölen Santo Kerne. Telsizi sinyal verip onu uyandırdığında Polis Memuru Mick McNulty arabasıyla devriye görevindeydi. Çağrı geldiğinde polis arabasında olduğu için şanslı olduğunu düşündü. Ne de olsa öğle tatilinde karısıyla şipşak sevişmesinin üzerinden çok geçmemişti. Sevişmenin ardından ikisi de yataktan söktükleri yatak örtüsünün altında ( Örtüyü kirletemeyiz Mick. Bir tek bu var! ) çırılçıplak uyuklamıştı. Mick evden ayrılıp A39 karayolundaki devriyesine kaldığı yerden devam etmeye başlayalı daha on beş dakika oluyordu. Ancak arabanın içindeki sıcak hava, sileceklerin ritmiyle ve dün gece iki yaşındaki oğlunun onu uyutmamış olmasıyla birleşince Mick i mayıştırmış ve onu arabasını kenara çekip hafiften kestireceği bir köşe aramaya itmişti. İşte telsiz sinyali de tam kestirmeye başladığında gelmişti. Sahilde bir ceset. Polcare Koyu. Derhal gidilmesi gerekiyor. Etrafın güvenliğini sağla ve rapor ver. Peki olayı bildiren kim? diye sordu Mick. Uçurumun üzerinde yürüyüş yapan birisi ve bir bölge sakini. Mick i Polcare Kulübesi nde bekliyorlardı. Neredeydi bu Polcare Kulübesi? Lanet olsun. Kahrolası beynini kullan be adam. Mick, telsiz anonsuna iki orta parmağını yukarı kaldırarak karşılık verdikten sonra yola koyuldu. Polis arabasının tepe lambalarıyla sirenini kullanması gerekecekti. Bunları genellikle yazın, arabasının kontrolünü kaybedip acı sonuçlara yol açan turistler için kullanırdı. Bu mevsimde tepe lambalarıyla sirenini kullanmasını gerektiren durumlar ise -şimdiye kadar görebildiği kadarıyla- hep sörfçülerle ilgili oluyordu. Sörfçüler kendilerini Widemouth Körfezi nin sularına atmak için sabırsızlanıp saçma sapan araba kullanıyor, sonra arabalarının kontrolünü kaybedip park alanında zamanında fren yapamayıp kumlu sahile uçuveriyorlardı. Mick 17

sörfçülerin sabırsızlığını anlayabiliyordu. Hatta kendisi de sık sık, özellikle dalgaların sörfe müsait olduğu zamanlarda aynı şeyi hissediyordu. Onu sörf kıyafetinden ve sörf tahtasından uzak tutan tek şey giydiği üniforma ve ihtiyarlık günlerinde tam burada, Casvelyn de doya doya sörf yapma hayaliydi. Emekliliğini tehlikeye atmak gibi bir planı hiçbir zaman olmamıştı. Ama her şey bir yana, şu Casvelyn hakikaten insanın kanına giren bir bölgeydi, buraya boşuna Kadife Tabut ismini vermemişlerdi. Tepe lambaları ve siren açık olmasına rağmen Polcare deki tek yerleşim birimi olan kulübeye varması yirmi dakikayı buldu. Aslında mesafe çok uzun değildi -kuş uçuşu yedi-sekiz kilometre kadardı- ama yollar ancak bir buçuk araba genişliğindeydi ve etrafları çiftlikler, koruluklar ve köylerle dolu olduğu için teki bile düz değildi. Kulübe hardal sarısı rengindeydi; kasvetli öğleden sonra havasında bir deniz fenerine benziyordu. Yapıların genellikle beyaza boyandığı bu bölgede hardal sarısı sırıtıyordu. Bununla da kalmayıp kulübenin iki müştemilat binası -yerel geleneğe meydan okurcasına- sırasıyla mor ve limon yeşiline boyanmıştı. Bu iki yapı karanlıktı, ancak kulübenin küçük pencerelerinden bahçeye güçlü bir aydınlık vuruyordu. Mick sireni susturup polis arabasını park etti fakat farları ve tepedeki ışıkları açık bıraktı. Bunun havalı bir şey olduğunu düşünüyordu. Arazinin giriş kapısını iterek açtı ve araba yoluna park edilmiş eski bir Vauxhall un yanından geçerek kulübeye doğru ilerledi. Ön kapının mavi panellerine sertçe vurdu. İçeriden bir kadın onu bekliyormuş gibi hemen kapıdaki vitrayların arkasında belirerek kapıyı açtı. Üzerinde kot pantolon ve balıkçı yaka bir kazak vardı; Mick e içeri gelmesini işaret ederken kulağındaki uzun küpeleri sallandı. Ben Daidre Trahair, dedi. Polise olayı haber veren bendim. Kadın, Mick i lastik çizmeler, yürüyüş botları ve paltolarla dolu sıkış tıkış, kare şeklinde küçük bir antreye aldı. Kenarda Mick in eski bir madenci kovasına benzettiği yumurta biçimli büyük, de- 18

mir bir ibrik vardı, içine şemsiyeler ve bastonlar yerleştirilmişti. Diğer tarafta ise eski ve muhtemelen ayakkabı giyip çıkarırken kullanılan, oymalı bir ahşap bank göze çarpıyordu. Hareket edecek fazla bir yer yoktu. Mick ceketindeki yağmur sularını silkeledikten sonra Daidre Trahair i takip ederek kulübenin merkezine, yani oturma odasına girdi. Burada, karman çorman sakallı bir adam şöminenin önünde çömelmiş, elindeki ördekbaşı topuzlu bir demirle şöminedeki beş parça kömürü boş yere dürtmekle meşguldü. En azından tutuşana kadar kömürlerin altına çıra koymaları gerekirdi, diye geçirdi aklından Mick. Annesi hep öyle yapardı ve çok işe yarardı. Ceset nerede? diye sordu. Sizden detayları da isteyeceğim, diye ekledi bir yandan not defterini çıkarırken. Sular yükseliyor memur bey, dedi sakallı adam. Ceset bir kayanın O kayanın kıyıdaki gelgit kayalıkların bir parçası olup olmadığını bilmiyorum ama su Elbette önce cesedi görmek istersiniz. Her şeyden önce. Yani diğer formalitelerden önce. Televizyonda izlediği saçma sapan polisiye dizilerden kapmış olduğu birtakım taktiklerle kendisine yol göstermeye çalışan bu adam Mick in sinirine dokunmuştu. Ses tonu da aynı şekilde O yumuşak tınısı ve aksanı, dış görünüşüne hiç uymuyordu. Adam kesinlikle serseriye benziyordu ama konuşması hiç de öyle değildi. Mick büyükannesi ile büyükbabasının eski günler dediği dönemlere gitmişti bir anda; yurtdışına seyahatin olmadığı o günlerde, kaliteli yerli turistler lüks arabalarıyla Cornwall a gelir ve geniş verandaları olan büyük otellerde kalırlardı. Nasıl bahşiş vereceklerini bilirlerdi, derdi büyükbabası Mick e. Tabii o zamanlar her şey daha ucuzdu; iki peniye iki kilometre yol gidebilirdin, bir şilin ise seni ta Londra ya kadar götürürdü. Böyle abartırdı işte büyükbabası. Mick in annesi hep, Bu da onun cazibesinin bir parçası, derdi. Ben cesedi oradan kaldırmak istedim, diye lafa giren Daidre Trahair, başıyla sakallı adamı işaret etti. Ama o yapmamamız gerektiğini söyledi. Olay bir kaza. Yani kaza olduğu ortada, o yüzden 19

nedenini anlayamadım Doğrusu dalgaların cesedi alıp götüreceğinden korkuyordum. Kim olduğunu biliyor musunuz? Ben hayır, dedi Daidre. Yüzüne pek bakamadım. Mick için bunu kabul etmek çok zor olsa da haklı olduklarını biliyordu. Başını kapıya doğru eğdi. Gidip cesedi görelim o zaman. Dışarı, yağmura çıktılar. Sakallı adam cebinden çıkardığı rengi solmuş bir beysbol şapkasını takarken, kadın da yağmurluğunun kapüşonunu kum rengi saçlarının üstüne geçirdi. Mick arabasının yanında durdu ve taşımaya yetkili olduğu flaşlı fotoğraf makinesini aldı. Bu makine tam da böyle anlar için satın alınmıştı. Örneğin şimdi, sular altında kalmaması için cesedi yerinden oynatmak zorunda kalırsa en azından ellerinde, cesedin bulunduğu noktanın sular yükselmeden önceki halinin görsel bir kaydı olacaktı. Denizin kenarında rüzgâr çok sert esiyor ve yüksek kıyı dalgaları sağlı sollu geliyordu. Bunlar çabuk oluşup çabuk kırılan dalgalardı. Aynı zamanda yıkıcı bir süratle oluşan ve sörf için insanları cezbedip ne yaptığını bilmeyenleri yutan cinsten dalgalardı. Ne var ki ceset bir sörfçüye ait değildi ve bu Mick için büyük bir sürpriz olmuştu. O sanmıştı ki Neyse, sanmak sadece salaklara mahsus bir mazeretti. Neyse ki tahminini dile getirmemiş, telefonla yardım isteyen bu adam ve kadınla paylaşmamıştı. Daidre Trahair haklıydı, bu bir kaza gibi görünüyordu. Genç -ve muhtemelen ölmüş- bir dağcı, uçurumun dibindeki kayalığın üzerinde yatmaktaydı. Mick cesedin başına geldiğinde sessiz bir küfür savurdu. Burası tek başına ya da yanınızda biriyle uçurum tırmanışı yapmak için iyi bir nokta değildi. Tırmanışları sırasında dağcıların kendilerini güvenle bağlayabilecekleri, tutunabilecekleri, hatta aletlerini geçirip sabitleyebilecekleri sert kayalıklar olmasına rağmen, burada en ufak bir basınçla bayat ekmek gibi dağılabilen kumtaşından oluşmuş kayalıklar da vardı. 20

Görünüşe göre bu kurban tek başına tırmanmaktaydı. Önce uçurumun tepesinden aşağı inmiş, sonra da aşağıdan yukarı tırmanmaya geçmiş olmalıydı. Halatı tek parça halindeydi ve ucundaki kanca da sekiz şeklindeki kalın düğüme ilişik vaziyetteydi. Dağcının kendisi de hâlâ halata bağlıydı. Aşağı inişi saat gibi tıkır tıkır işlemiş olmalıydı. Mick, olayın uçurumun tepesinde ortaya çıkan bir ekipman kusurundan kaynaklandığı sonucuna vardı. Ama burada işi bitince bir de kıyı şeridinden uçurumun tepesine tırmanıp orayı incelemek zorundaydı. Fotoğraf çekmeye başladı. Sular gitgide yaklaşmaktaydı. Hem cesedin hem de etrafın detaylı fotoğraflarını farklı açılardan çektikten sonra, omzundaki telsizi çıkarıp durumu merkeze bildirmek istedi ancak telsizinden cızırtı dışında hiçbir şey duyamadı. Kahretsin! deyip, kadınla adamın beklediği sahilin yüksek tarafına doğru yürüdü. Beş adım attı ve telsizin diğer ucundaki Casvelyn polis merkezindeki memura, Savcıyı arayın, diye bağırdı. Cesedi kaldırmamız lazım. Yükselmekte olan lanet bir gelgitimiz var. Eğer kaldırmazsak sular cesedi alıp götürecek! Ve sonra, yapılacak başka bir şey olmadığı için beklemeye başladılar. Dakikalar geçiyor, sular ise hızla yükselmeye devam ediyordu. Nihayet telsizden cızırtı halinde bile olsa sesler gelmeye başladı: Savcı tamam sörf yol Sonra ses parazitlendi. Olay ye ne lazım getirelim mi... Buraya gelin ve yağmur ekipmanlarınızı da yanınıza almayı unutmayın! Biz yokken merkeze sahip çıkacak birilerini de bulun! Şahsı tanıyor musun? Bir çocuk. Kim olduğunu bilmiyorum. Kayalığın üstünden aldıktan sonra kimliğine bakacağım. Telsiz konuşmasından sonra Mick, birbirlerinden birkaç metre ötede kendilerini rüzgâr ve yağmura karşı korumaya çalışan kadınla adama yaklaştı. Adama dönerek, Sen kimsin nesin bilmiyorum, dedi, ama burada beraberce yapmamız gereken bir iş var. Benim sana vereceğim talimatlar dışında bir şey yapmanı istemiyorum. 21

Şimdi gel benimle! Sonra da kadına döndü: Sen de aynı şekilde! Üçü birden kayalıklarla dolu kumsalda yürümeye başladılar. Kıyıda kum diye bir şey kalmamıştı, sular hepsinin üstünü kaplamıştı. Buldukları ilk düz kayalığın üzerinde tek sıra halinde ilerlediler. Yarı yola geldiklerinde adam durdu ve kadına yürümesi için yardımcı olmak için elini uzattı ancak Daidre kafasını iki yana sallayarak onu reddetti. Kendi başıma yürüyebilirim. Cesedin başına geldiklerinde sular artık altındaki kayalığa ulaşmıştı bile. On dakika sonra ceset diye bir şey kalmayacaktı. Mick iki yol arkadaşına talimatlar verdi. Adam ona cesedi taşımasında yardımcı olacak, kadın ise arta kalan malzemeleri toplayacaktı. İdeal bir durum değildi tabii ama idare etmek zorundaydılar. Profesyonellerin olay yerine gelmesini bekleyecek zamanları yoktu. 22