ATATÜRK, PATRİKHANE VE RUHBAN OKULU E. Org. Yaşar BÜYÜKANIT Beykent Üniversitesi Bu makalenin amacı, patrikhane ve ruhban okulunun detaylı bir tarihinin analizi yapmak değildir. Hudutlarımız içinde yaşayan Rum vatandaşlarımızı incitmek hiç değildir. Ancak son günlerde basında sıkça yer alan Türkiye den göç eden etnik azınlık konusu söz konusu yeni tartışmaları da gündeme getirdi. Gözlemim bu tartışmaların tek yönlü olduğudur. Geçmişe bir anahtar deliğinden bakma sığlığı, doğru analizlerin yapılmasında mümkün kılmamaktadır. Bugün Türkiye nin demografik yapısına bakıldığında Balkanlardan, Kafkasya dan ve başka yerlerden göç etmiş, göçe zorlanmış veya kovulmuş milyonlarca insanın olduğunu düşünüyorum. Şüphesiz elimizde en azından benim elimde net sayılar olmamakla birlikte bu insanların, Yunanistan ın bugünkü nüfusundan az olmadığı yönündedir. Vurgulamak istediğim diğer bir husus da şudur; Türkiye de ne zaman bu tür bir tartışma ortaya çıksa konu mutlaka Rum Patrikhanesi nin statüsüne, Heybeliada Rum Ruhban Okulunu tartışmaya döndürmektedir. Yazımın başında belirttiğim gibi amacım Patrikhanenin ve ruhban okulunun tarihini araştırmak değildir. Ancak geçmişe de çok özet olarak bakmak zorundayız. Önce Patrikhaneye bir göz atalım. Patrikhanenin geçmişi ile ilgili çeşitli tarihlerden bahsetmek mümkün. Patrikhane sözü geçmeden tarihi kayıtlarda Aya Triada Manastırı (Heybeliada) olarak yer almaktadır. Bugün kullanılan kilise sağ yan duvarında bulunan mermer kitabeden anlaşıldığı gibi padişah Abdülmecit in Saltanatı sırasında 1 Mayıs 1844 pazartesi günü açılmıştır. Bu kısa açıklamadan Ruhban okuluna gelindiğinde aynı yıl Ortodoks din adamı yetiştirilmesi amacıyla bu manastır bünyesinde ilk defa Teoloji eğitimi veren bir okul açılmıştır. 1844 de Patrik IV Germenos tur. Burada bir soru akla gelmektedir; Acaba Patrik Germenos, nerede yetiştirilmiştir? İstanbul un fethinden 391 yıl sonra neden buna ihtiyaç duyulmuştur? İnsanlar, kurumlar yalan söyleyebiliyor ancak tarihler yalan söylemiyor. Bu tarihi (1844) Osmanlı tarihi ile çakıştırdığımızda bu dönemin Balta Limanı anlaşmasını takiben İmparatorluğun içine girdiği Tanzimat Fermanı Gülhane Hatt-ı Hümayun süreçle çakıştığı gözlemlenmektedir. Bu sürecin en önemli özelliğinin de Osmanlı İmparatorluğunda yaşayan Müslüman olmayan toplulukların istismar edilerek Osmanlı içişlerine karışmaya başladıkları olduğu da tarihin tozlu yapraklarından görülmektedir. Ben tarihi çok seven ancak tarihçi bir kişi değilim. Acaba bu ilintinin ve ilişkinin tarihçiler tarafından incelenmesi gerekmez mi? 1
Gelelim PATRİK in ekümenik sıfatına. Belki en çok tartışılan konulardan biri bazı bilim adamları Lozan da ekümenik sıfatına ilişkin bir madde yok diyorlar. Sorulması gereken iki soru var. 1. Lozan da Patriğin Ekümenik olduğuna dair bir hüküm var mı? Yok. 2. Kurallara göre Fener Patriğinin Türk vatandaşı olma zorunluluğu var mı? Var. Tekrar Ruhban okuluna dönelim. Kayıtlar doğruysa okulun faaliyet gösterdiği süre içinde (1844-1971) 1000 e yakın mezun verdiği söyleniyor. 127 senede 1000 mezun başka bir ifadeyle her yıl 10 dan az mezuna ayrıca bilgiler doğruysa Ruhban okuluna gelenlerin %70 inin de Yunanistan dan geldiği biliniyor. Bu gerçeklerin incelenmeleri gerekir. Eğer bu veriler doğruysa olayı başka açıdan bakmak gerekiyor. 1924 te 1 milyon olduğu söylenen İstanbul da 280.000 Rum un yaşadığı Rum kaynaklarına göre iddia ediliyor. Bu husus doğru ise; 1924 de mezunlardan (10 mezundan) 7 si Yunanistan a dönüyor 3 ü İstanbul da kalıyor. (Bugünkü Rum vatandaşlarımızın 300 civarında olduğu biliniyor) Söylemek istediğim husus şu; Birileri acaba bizi yanıltıyor mu? 1 Bu noktada ortaya çıkan ve dikkat çeken bir husus daha var. Avrupa Birliği, ABD ve birçok ülke neden Ruhban Okulu ile neden bu kadar ilgileniyor? Bazı Trakya Türklerinin din adamları nerelerde eğitiliyorlar? Bu olayı öğretim özgürlüğü İnsan hakları gibi moda kalıplar içine olağan sloganlar içine sıkıştırmaktaki amaç ne? Dar kalıp ifadesi bazılarını rahatsız eder bunu biliyorum. Ancak bildiğim bir konu da bağnazlığın hep dar kalıplar içinde yeşerdiğini yaşayarak öğrendik. Bu konularda Atatürk acaba ne düşünüyordu? Bir şeyi çok iyi biliyoruz. Atatürk mücadele içinde geçen yaşantısında nasıl yaptı veya becerdi bilinmez. Bu konuda çok okuduğunu ve kendisini çok iyi yetiştirdiğini biliyoruz. Okuduğu kitapların pek çoğunun özetleri Anıtkabir Derneği tarafından 24 cilt de toplandı. Eski bir Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanı olarak (1986-1988) bu kitapları görmek içlerini karıştırmaya bakmak şansına sahip oldum. Bu nedenle bu kısa makaleyi Atatürk ün özellikle azınlık ve cemaatlerle ilgili görüşlerine yer vererek sonuçlandırmak istiyorum. (Makaleye Ek- A olarak ilave edilen metin Atatürk ün 5 Mayıs 1924 tarihinde New York Herald muhabirine verdiği beyanattır. Ek-B olarak eklenen metin ise, Atatürk ün 25 Aralık 1922 de Le Journal muhabiri Paul Heriot a verdiği beyanattır.) 1 İraklis Milas Geçmişten bu güne Yunanlılar. 2
EK-A 4.5.1924 New York Herald Muhabirine Verilen Demeç Hilafetle beraber Türkiye de mevcut olan Ortodoks ve Ermeni kiliseleri Patrikhaneleri ve Musevi hahamhanelerinin ortadan kalkması gerekir. Hilafet ve bu muhtelif Patrikler asırlardan beri ruhani yetkileri dışında inanılmaz ayrıcalıklar kazandılar. Halkın görüşüne dayalı olarak verilen ( Bahşedilen) hukuk dışında ayrıcalıklar ile Cumhuriyet idaresinin uygulaması mümkün değildir. Geçmişte özellikle Abdülhamit in görevden ayrılmasından sonra Anayasamızı Batı Medeniyet makinesine göre değiştirmek için çok çalıştık. Fakat bu girişimlerimiz sonuçsuz kaldı. Çünkü her girişimde Patrikhaneler ve Hilafet gibi siyasi ve dini kuruluşların hukuku ile karşı karşıya geldik. Asırlarca önce Atalarımız bu ülkede hükümran olduğu zamanlarda siyasi ve dini yetkilere sahip kişiler tarafından, idare edilmekte olan cemaatler buldular. O devirde, dini inançlar hükümdarların inançlarından farklı olan gruplara bazı yetkiler verilmesini ( telif-i beyn) gereğini hissetmiş oldum. Bu nedenle, bu ilk hükümdarlar hükümdarlıkları altına aldıkları değişik milletleri kendi doğal liderleri vasıtası ile idare etmeyi uygun gördüler ve bu liderlere büyük yetkiler verdiler. Halifenin ve Patriklerin bu yetkileri klanlaşmanın esasını teşkil etmiştir. Bu uygulama ve düzenlemeler zamanında kontrol edilebilir bile olsa, yine de bir tehdit teşkil ediyordu. Zira bu tür uygulamalar gelişmemizi geciktirdi ve bu sebeple yalnız Türkiye, Avrupa da komşusu olan bütün milletler arasında geri kaldı. Hükümet işlemiyordu. Patrikhanenin veya hilafetin muhalefiyetine maruz olmaksızın hiçbir iyileştirme (Islahat) veya gelişme fikri yönetime dâhil edilemiyordu. Bu durumda şiddetli bir husumet keşfettik. Bunlar, direnme amacı ile daima yabancı hükümetlere başvuruyorlardı. Asırlardan beri Rusya İstanbul Rum Patrikliği üzerindeki muzır bir nüfuz sahibi oldu. 1. Azınlık cemaatlerini kiliseler vasıtasıyla yönetim, hükümetleri, sürekli taviz verme zorunda bıraktı. Protestanlık ortaya çıktığında İstanbul da bir Protestan olan bir kilisesi yetkilerinin bulunması gerekliliği zorunluluğu karşısında kaldık ve bu münasebetle, Rum Patrikhanesinin imtiyazlarına eşit imtiyazlar verdik. Son zamana kadar vergiler kiliseler vasıtasıyla toplanırdı. Yani hükümet, servetleri üzerinde vergi bildirimi bulunmakla birlikte, vergilerin toplanmasını bu bölgede özel dini liderlere terk ederdi. 3
Başka bir deyimle örnek olarak beş yüz Protestan dan oluşan bir cemaatten kütle alarak vergi alınır ve bu vergilerin tevzi ve toplanması hakkında hükümet bir söz söyleyemezdi. Sermaye vergileri de aynı surette toplanmak lazım gelirdi. Patrikhanelerin ve hilafetçilerin imtiyazları nedeniyle hükümet eğitim sistemini de ıslah edemiyordu. Türkiye de yerleşmiş olan her cemaat, ister resmen yetki almış bulunsun, ister bulunmasın kendi dini okullarına ve liselerine sahipti. İmparatorluk hududu içinde de her millet kendi lisanını ve dini eğitimini alırdı. Fakat bu okullar ihanet projesine hizmet ettiler. Ermeniler Türk hakimiyeti altında açıkça bağımsız bir Kraliyet lehinde çalışıyor, yabancı güçlerin fiili direnişi ile hayallerini gerçekleştirmek için entrikalarda bulunuyorlardı. Bizimle dört yüz sene yaşamış olan yerli Rumlar, günün birinde bağımsız olarak Türklerin boyunduruğundan kurtulacakları günü düşünmeye başladılar. Okullarında kendi dillerini din ve dinlerinin eğitimlerini aldılar, kendi hükümetlerini yabancı saydılar. Türkiye de okullar ve kiliseler tarikat ocağı haline geldiler. Hatta imparatorluk hududu içindeki Müslüman Araplar aynı maksatla okullarında Türk Dili eğitimini bıraktılar. Böyle bir duruma İngiltere, Fransa, Amerika da veya herhangi bir milletin ne kadar tahammül edebileceklerini sorarız. 2 2 Atatürk ün Söyle ve Demeçleri. Atatürk dil ve tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını (III. Bölük, sayfa 102-104) 4
EK-B 25.12.1922 Le Journal Muhabiri Paul Herriot ya Verilen Beyanat Ekkaliyetlere gelince bu kapsamda mübadele meselesini görüştük. Diğer ülkelerin temsilcileri de bu zeminde bizim fikrimizi takip etmiş ve onaylamışlardır. Ancak bir fesat ve hıyanet ocağı bulunan, memlekete nifak lokumu saçan Hıristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı içinde zararına olan Rum Patrikhanesinin artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilatı memleketimizde muhafaza bizi mecbur etmek için ne gibi vesile ve sebepler olabilir? Türkiye nin Rum Patrikhanesi için arazisi üzerinde bir yer göstermeye ne mecburiyeti var? Bu fesat ocağının hakiki yeri Yunanistan da değil midir? 3 3 Atatürk ün Söyle ve Demeçleri. Atatürk dil ve tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını (1997), Bölüm III S.79 5