ÇİFT BAŞLI KARTALIN KANATLARI ALTINDA SELÇUK ÜNİVERSİTESİNİN 40 YILI EDİTÖR Prof. Dr. Hakkı GÖKBEL EDİTÖR YARDIMCISI Doç. Dr. Yaşar SEMİZ YAZAR Arş. Gör. Aysun ÇELİK YAYIN KURULU Prof. Dr. Hakkı GÖKBEL Prof. Dr. Hasan Kürşat GÜLEŞ Prof. Dr. Âlim GÜR Doç. Dr. Caner ARABACI Doç. Dr. Ali Atıf POLAT Doç. Dr. Yaşar SEMİZ Yrd. Doç. Dr. Nurullah TABAKÇI Kerem PULGAT Uzm. Dr. Recep DURGUN Uzm. Selman KARADAĞ Arş. Gör. Hacer AKER Arş. Gör. Tuğba AKTAŞ Arş. Gör. Fatma Betül AYDIN Arş. Gör. Aysun ÇELİK SELÇUK ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI Alaeddin Keykubat Yerleşkesi Selçuklu KONYA Serifika No: 31757 ISBN 978-975-448-207-2 Bu kitabın tüm hakları saklıdır. Alıntılarda, kitabın adı kesinlikle belirtilmelidir. Yayıncıdan önceden yazılı izin alınmadıkça, kitabın tamamı veya bir bölümü hiç bir biçimde çoğaltılamaz, dağıtılamaz ve yayınlanamaz. GRAFİK TASARIM - UYGULAMA Doç. Dr. Ali Atıf POLAT BASKI SELÇUK ÜNİVERSİTESİ BASIMEVİ Selçuk Üniversitesi Döner Sermaye İşletmesi Teknik Bilimler MYO Basım Yayın Teknolojileri Atölyesi Alaeddin Keykubat Yerleşkesi 42070 Selçuklu KONYA T: 0332 223 37 42 Sertifika No:15524 NİSAN 2015, KONYA
EDİTÖR / Prof. Dr. Hakkı GÖKBEL EDİTÖR YARDIMCISI / Doç. Dr. Yaşar SEMİZ YAZAR / Arş. Gör. Aysun ÇELİK
İÇİNDEKİLER SUNUŞ ÇİFT BAŞLI KARTALIN KANATLARI ALTINDA DOĞU DAN BATI YA AKAN MAARİF GÜNEŞİ: TÜRKLERDE EĞİTİM GÜNEŞİN PEŞİNDE GÜNE EŞ BİR YOL: MEDRESE DEN DÂRÜ L-FÜNÛN A, DÂRÜ L-FÜNÛN DAN ÜNİVERSİTE YE MEKTEB-İ HUKUK TAN ENSTİTÜLERE: KONYA DA ÜNİVERSİTE SELÇUK ÜNİVERSİTESİNİN 40 YILI 1975 BİR MEMLEKET: DÖRT BAŞI MAMUR ve BİR KARTAL: İKİ BAŞI MAĞRUR 1976 BİR REKTÖR, BİRKAÇ HOCA, BİRAZ ÖĞRENCİ ve BİR NİCE UMUT 1977 İKİ DERTLİ BAŞ VE İLK DERS BAŞI: Hayırlar feth, Şerler def ola 1978 İÇ ÇEKİŞMELER ARASINDA, İÇ GEÇİREN BİR ÜNİVERSİTE 1979 KURMAK VE KURUCU OLMAK: ÇETİNLİKLER VE REKTÖR ALİ RIZA ÇETİK 1980 KARTAL IN İLK YAVRULARI YUVADAN UÇUYOR 1981 GEL-GİT LER ARSASINA KURULU, GELENLER-GİDENLER YOLU 1982 SELÇUK, GÜN GÖRECEK; GÜNEŞLİ GÜZEL GÜNLER 1983 BİR KÖY VARDI UZAKTA; ARDIÇLI VE BİR ÜNİVERSİTE GÖRÜNÜYORDU, UZAKTA; YAKIN KADAR UZAKTA 1984 BİR MEŞ ALEYDİ REKTÖRLÜK; DEVR EDİLİRDİ, ELDEN ELE 1985 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ 10 YAŞINDA 1986 GECEKONDUSU OLMAYAN ŞEHİRDE, BARAKADAN ÜNİVERSİTE 1987 KİRALIK BİNADA EĞİTİM, KİRALIK OLUR MÜLK SAHİBİ, SAHİP OLDUKLARINA HİZMETKÂR OLUR. 1988 GÖZDEN IRAK BİR YERLEŞKE GÖNÜLDEN DE IRAK OLUR MUYDU? 1989 DERME ÇATMA DERSLİKLERDEN MODERN BİR KAMPÜSE 1990 UÇUP GİDEN GÜNLERE NİSPET, KANATLANAN YILLAR 1991 ÜNİVERSİTE, YÜKSEK LİSE DEĞİLDİR; YÜKSEKLİK, YÜCELİK MÜESSESESİDİR. 1992 ÜNİVERSİTE KİŞİ ÜRETMEZ, KARAKTER YETİŞTİRİR. 1993 İLÇELERE YÜKSEKOKUL, ÜLKELERLE İŞBİRLİĞİ 1994 FİLİZDEN FİDANA, FİDANDAN ÇINARA 1995 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ 20 YAŞINDA 1996 MAZİSİYLE ADAŞ, ATİSİYLE ÇAĞDAŞ BİR ÜNİVERSİTE 1997 DÖRT DÖRTLÜK BİR ÜNİVERSİTE İÇİN DÖRT KAMPÜS DÖRT İNŞAAT 9 11 15 18 24 58 59 67 83 93 99 107 113 123 139 149 165 173 179 189 195 201 207 213 221 225 229 239 245
1998 İKİ FAKÜLTEDEN TAŞAN İKİ KANAT, İKİ BAŞ 1999 OLMAK VE OLGUNLAŞMAK YOLU, OKUMAK VE OKUTMAK GÜZERGÂHLARINDAN GEÇER 2000 BİLGİ VE İLGİYLE ÖRÜLEN ŞEN BİR YUVA: SELÇUK ÜNİVERSİTESİ 2001 YENİDOĞAN DAN ÜNİVERSİTEYE 2002 YÜKSELİŞİN ÖYKÜSÜ 2003 BİLGİ ÇAĞINA AKAN ÜNİVERSİTE 2004 DEĞİŞİMİN ÖYKÜSÜ 2005 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ 30 YAŞINDA 2006 ÖĞRENCİ VELİNİMET DEĞİL, BU ÜLKENİN İZZETİDİR. 2007 DEVLET VE HALK ELELE: BİR BÜYÜK ÜNİVERSİTE 2008 YOLLAR GEÇER SELÇUK TAN; BİLİMİN IŞIĞINA, GELECEĞİN AYDINLIĞINA 2009 İNSANA YAPILACAK EN BÜYÜK YATIRIM, EĞİTİME YAPILAN YATIRIMDIR. 2010 KONUŞAN, TARTIŞAN VE ÜRETEN ÜNİVERSİTE 2011 HAYAL, HEDEF OLDUĞU MÜDDETÇE, GERÇEK OLUR DÜNYADA 2012 KONYA SEMALARINDAN DÜNYANIN GÖKKUBBESİNE KANATLANAN KÖKLÜ VE GÖRKLÜ BİR ÜNİVERSİTE 2013 GELİŞEN VE GELİŞTİREN ÜNİVERSİTE 2014 KARTALLAR YÜKSEKTEN UÇAR 2015 SELÇUK ÜNİVERSİTESİ 40 YAŞINDA GELENEKTEN GELECEĞE: SELÇUK ÜNİVERSİTESİ KAYNAKÇA 255 261 267 273 279 287 295 301 307 313 317 323 331 337 349 365 379 399 407 413
SUNUŞ Anadolu nun merkezinde gücünü Anadolu Selçuklu Devletinin eşsiz mirasından alan ve emin adımlarla geleceğe yürüyen Selçuk Üniversitesi, 1975 yılında büyük umut, coşku ve heyecanla başladığı eğitim serüvenine kırk yıldır aynı heyecan ve coşkuyla devam etmektedir. Çorak topraklar üzerinde, barakalarda eğitime başlayıp kırk yıllık süreçte meşakkatli yollardan geçerek hiç yılmadan büyüyen bu dev çınar, bugün bünyesinde 22 fakülte, 6 enstitü, 5 yüksekokul, 22 meslek yüksekokulu, 1 devlet konservatuarı ve 80 bin öğrencisi ile Türkiye nin ve dünyanın en iyi üniversiteleri arasında kendine yer edinmeyi başarmıştır. İşte bu başarı öyküsünü, o günlerden bu günlere kimi zaman hüzünlü, kimi zaman gururlu, kimi zaman tebessümle, kimi zaman ise buğulu gözlerle yâd edebileceğiniz Çift Başlı Kartalın Kanatları Altında Selçuk Üniversitesinin 40 Yılı adlı kitapla sizlerle buluşturuyoruz. Kırk yıllık bu çınarın hangi şartlarda, hangi imkânsızlıklarla kurularak bugünlere geldiğini öğreneceğiniz veya bir kez daha hatırlayacağınız benzersiz bir esere sahip olacaksınız. Sadece kütüphane raflarını süslemek ya da arşivlerde yer edinmek amacıyla hazırlanmayan, tamamen güncel bir dil kullanılarak her kesimden insana hitap edilebilecek şekilde hazırlanan bu kitabı zevkle okuyacaksınız. Selçuk Üniversitesinin tarihinin geniş kapsamlı anlatıldığı ilk ve tek kitap olma özelliği dolayısıyla da değerli olan bu eserde inanıyorum ki her bir tuğlasını emek, özveri, umut, heyecanla koyan ve çorak topraklarda adeta bir şehir oluşturan eğitim neferlerinin yaşadıklarına tanıklık edeceksiniz. Kırk yıl önce bir filiz yeşerdi bu topraklardan, yıllarca emek emek bakıldı, büyütüldü ve sarsılmaz bir çınara dönüştürüldü. Bu süreçte görev yapan her rektörümüzün büyük gayretleri ve üstün hizmetleri olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Üniversitemizde şimdiye kadar görev yapan tüm rektörlerimize, idarecilerimize, akademik ve idari personelimize şükranlarımı sunuyorum. Ayrıca bu kitabın hazırlanmasında büyük emek veren 40. Yıl Kitabı Yayın Kurulu üyelerine ve özellikle 1997 yılına kadarki tarihçenin yazımına katkıları nedeniyle üniversitemiz öğretim üyesi Doç. Dr. Yaşar Semiz e teşekkür ediyorum. Titiz bir çalışmanın sonucunda hazırlanan bu eserin her bir sayfasını keyifle okumanız temennisiyle Prof. Dr. Hakkı GÖKBEL Selçuk Üniversitesi Rektörü
ÇİFT BAŞLI KARTALIN KANATLARI ALTINDA Zamanların evvelinde değil vakitlerin en tazesinde, kalburu saman değil arpa-buğday dolu bir şehirde, varlıklar içinde değil yokluklar içinde var olan bir üniversitenin; Selçuk Üniversitesinin kırk yıllık hikâyesidir bu. Kırk yıl kadar eskiye az giden uz bilir ki; o devirler, varlığın berber, yokluğun tellal olduğu devirlerdi. Onca darlık içinde türlü sancılar çekerek doğmanın mümtaz bir örneğini seyrediyordu çünkü Konya. Ve Çift Başlı Kartal ın kanatları altında, ilmin doğduğu güneşli tepelere uyanmak istiyordu şehir Çift Başlı Kartal: Yücelik, yükseklik duygusunun bir tecellisidir o. Yer ile gök arasındaki çelik kapıyı bekleyendir. Bir başı doğuya bir başı batıya hâkim, egemenlik timsalidir o. Bir başı kadın, bir başı erkek Bir başı din, bir başı devlet Ve saltanat, aynı vücutta yek Sümerlerden Hititlere, Akadlardan Asurlulara, Sasanilerden Bizanslılara ve Türklere nice nice uygarlığa kanat açan bir semboldür, Kartal. Kılıç kabzalarından koruma tılsımlarına, kale kabartmalarından devlet armalarına, en az beş bin yıllık mazinin kudret ve bereketiyle bugün Selçuk Üniversitesini ölümsüzlüğe kanatlandıran Çift Başlı Kartal ın öyküsüdür bu. ÇİFT BAŞLI KARTALIN KANATLARI ALTINDA SELÇUK ÜNİVERSİTESİNİN 40 YILI 11
Biz, Bir Varoluş Hikâyesi dedik; yokluklu bir maziden varlıklı bir istikbale yürüyen ve her adımda biraz daha büyüyen Selçuk Üniversitesinin kırk yılını kırk kaleli, kırk kapılı, kırk kilitli, kırk sandıklı mahzenlerden çıkarıp kırkıncı yılında anmak, anlatmak diledik. Öyle ki güzele şayandır nazarlık. Ve cihan, güzelin yüzünü seyretsin diyedir kırklık. Kırk bir değil, kırk bin billur kâseden şehre tutulmuş apaydın bir çehre, bilimin serüvene dönüştüğü bir cephedir Selçuk Üniversitesi. Ve Çift Başlı Kartal ın kanatlandığı mavi gök kubbedir nazarlığımız. Ellerinizden gözlerinize; gözlerinizden gönlünüze uğurladığımız bir kitap ile baş başa bırakacağız birazdan sizleri. Harflerin raksını, resimlerin resmî geçidini seyreyleyeceksiniz. Bin bir hayal ile nakşolunan yılları, hatıraları dinleyeceksiniz. Araladığınız, gün yüzü gösterdiğiniz her sayfa; Selçuk Üniversitesinin bir ömür sahifesi olarak açacak gözlerini, gözlerinize Ellere değil, elinize emanet ettiğimiz bu kitap; Anadolu nun tam ortasında, gücünü geçmişinden alan ve güçlü bir geleceği adımlayan büyük bir üniversitenin doğuşunun ve yükselişinin gerçek hikâyelerini ihtiva eder. Kitabımıza; eğitimi, öğretimi, ilmi ve irfanı ziyadesiyle önemseyen, her zeminde ve zamanda bu mefhumları önceleyen Türklerde -hususiyetle de Konya da- yükseköğretimin kısa bir tarihçesi ile başlamayı uygun gördük. Ve ardından Kuruluşundan Önce, Kuruluşu, Kuruluşundan Sonra olmak üzere üç ana merhale geçiren üniversitemizin kırk yılını, belli safhaları ve hususları göz önünde bulundurmak suretiyle hususi başlıklar hâlinde takdim ettik. Selçuk Üniversitesinin dününü, 12 ÇİFT BAŞLI KARTALIN KANATLARI ALTINDA SELÇUK ÜNİVERSİTESİNİN 40 YILI
bugününü ve yarınlarını anlattığımız bu eserde tarihî seyri izlemeye gayret ettik. Ve siz değerli okuyucularımıza üniversitemizi tüm varlığıyla anlatmak, bütün doğallığıyla yaşatmak adına özgün bir üslup kullanmaya özen gösterdik. Hikâyeler hayal olabilir, romanlarsa kurgu. Ve hatta şiir, yalan bazen. Lakin gerçek kadar gerçektir, tarih. Bundandır ki, adı ve tadı ne olursa olsun, gözlerinizin takip ettiği şu satırlar, hakiki ve hakikatli bir hikayenin kaydını yapacak gönlünüze Aysun ÇELİK ÇİFT BAŞLI KARTALIN KANATLARI ALTINDA 13
DOĞU DAN BATI YA AKAN MAARİF GÜNEŞİ: TÜRKLERDE EĞİTİM Orta Asya nın uçsuz bozkırlarıydı. Ve mekân kadar bucaksızdı zaman. Üstte mavi gök çökmesin, altta yağız yer delinmesin diye varlık sancağını yer ile gök arasına dikiyordu Türkler Ve dünya tarihinin her karesinde, cihan coğrafyasının her karışında o sancağın gölgesinde dinleniyordu varlık At sırtında göçebe sürdürülen hayat, yerleşik düzenin lütuflarıyla asırdan asra, mekândan makama büyüyor, büyülüyordu. Hunlardan Göktürklere, Göktürklerden Uygurlara ve oradan Selçuklulara, Devlet-i Aliyye-yi Osmâniyye den Türkiye Cumhuriyetine Türkler; her şeyden evvel temel gereksinimlerinin gereğini yapıyordu: Savaşıyor, barışıyor, korunuyor, koruyordu. Bu en temel gayenin gereği olarak da nesillerine neseplerini öğretiyordu. Yaşamak ve yaşatmak için eğilmiyor; eğitiyor, eğitiliyordu: Çocuk yetiştiriciliğinden tarım öğreticiliğine, hayvan terbiyeciliğinden savaş stratejilerine, din tedrisinden dil ve kültür terbiyesine kadar eğitim; yaşamın tarifine ve tavsifine değer katıyordu. Anadolu da varlık gösteren Anadolu Selçuklu Devleti ise başşehri Konya da medreseler inşa ediyor, insanlığı ihya etmek azmine şahit kılıyordu serhatlarını. XIII. asırda eğitim ve öğretime verilen ehemmiyetin delili olan bu müesseseler, Osmanlı medreselerine basamak ve günümüz üniversitelerine zemin teşkil ediyordu. İlk Osmanlı medresesi, Orhan Gazi tarafından İznik te kuruluyor ve böylelikle Çınar ın elleri marifet güneşine uzanıyordu. Fethedilen her şehri, medreseler ile medeniyetler seviyesine çıkarıyordu Osmanlı. Fatih zamanında ÇİFT BAŞLI KARTALIN KANATLARI ALTINDA SELÇUK ÜNİVERSİTESİNİN 40 YILI 15
Sahn-ı Semân medreselerinin kurulmasıyla batıya da model olan medrese sisteminde devrin devrimi yapılıyordu. Bin yıldan uzun bir bestenin hikâyesi olarak ortaya çıkan medrese geleneği, bugünkü üniversite ve modern kampüs fikrinin temellerini o çağlarda atıyordu: Tek katlı derslikler Teneffüs saatlerini bekleyen avlular Yazın serin eyvanlar Kışın sıcak sınıflar Talebe odaları Çalışma salonları Yemekhaneler... Yatakhaneler İlmin feyzine mukabil havuzlar, çeşmeler Mescitler, camiler, türbeler Kur an okuma, tefsir, hadis, fıkıh ve kelam dersleri ile din ve hukukun temelleri öğretiliyordu. Nahiv, sarf, hitabet, cerh, tadil, tarih ve edebiyat dersleri ile sosyal alanlara temayül sağlanıyordu. Felsefe ve mantık gibi bilimlerin yanında tıp, cerrahi, riyaziye, hesap, hendese, nücûm, heyet ve tabiiyyat dersleri ile de müspet ilimlerin sahasına girilmiş olunuyordu. Bu müspet ve manevi ilimlerin yanında yüzme, okçuluk, cirit, güreş, koşu, binicilik, hüsn-i hat, tezhip, tezyinat, hitabet, kitabet gibi türlü sportif ve estetik etkinliklere de yer veriliyordu. Öyle ki fizikî yapılanmadan ilmî ihtisaslaşmaya, pozitif bilimlerden sosyal bilimlere medreseler; eğitmek ve öğretmek için Türk maarif sistemini yönlendiriyor, yönetiyordu. Yani gök renginde kuşaklar yetiştirmek için ilim, bir milletin göğüne bereketli yağmurlar, gün ışıkları bırakıyordu. Yeniliklere yenilmemek üzere yenilenen Türk devletleri, tarihin her devrinde bilim yapmak ve bilim yapacak insan yetiştirmek için eğitim müesseseleri kurmaya özen gösteriyordu. Devlet adamlarının bilim severliği ve bilim beklerliğinin bir sonucu olarak devletin eğitime yaptığı yatırım da kendisine güçlü ekonomi, köklü bir sosyal hayat ve yüksek bir medeniyet olarak geri dönüyordu. İnsanlık tarihi kadar eski olan eğitim ve öğretimin -bugünkü anlamda- bir sistem haline getirilmesi faaliyetleri yaklaşık 2000 sene önce başlamıştı. Eski Yunan ve Roma dönemlerinde bazı yüksek eğitim ve öğretim teşkilatları olmasına rağmen latince universitas kelimesinden gelen 16 ÇİFT BAŞLI KARTALIN KANATLARI ALTINDA SELÇUK ÜNİVERSİTESİNİN 40 YILI
üniversite kavramı, Hz. Peygamber (sav) tarafından Suffa adıyla kurulan ilk medresenin ardından kurumsallaşma yoluna Bağdat ta Abbasiler döneminde girmiş ve Endülüs Emevî Devleti vasıtası ile de Avrupa ya yayılmıştı. Bağdat taki Nizamiye Medreselerini müteakiben Selçuklular ve Osmanlılar döneminde hızla gelişen medrese müessesesi Tanzimat a kadar pozitif bilimlerde de söz sahibiydi. Fakat fen dersleri gözden düşünce bilimi ve bilimin çeşitliliğini İslam medeniyetinden alan batı, doğuyu geride bırakıyordu. Osmanlı hem Müslümanlığın hem de insanlığın müstahkem bir kalesi olarak izzet ve ikram bağışlamıştı dünyaya. Fakat yücelik, her daim yüksekte kalabilmekle mümkündü ancak. Bunun için Osmanlının muhtelif sebeplerle gerileme dönemine girdiği bir devrede çözüm, fenler bakımından Batı yı model almaktan geçmekteydi. Zarar büyüktü. Bir devletin tarih olması an meselesiydi. Görülüyordu ki dünya bilgi çağına giriyor. Anlaşılıyordu ki bilim kimdeyse Süleyman oydu ve mühür ondaydı. Ve makul olan şey makbul olunca da Doğu dan Batı ya akan maarif güneşinin izini sürüyordu, Osmanlı. DOĞU DAN BATI YA AKAN MAARİF GÜNEŞİ: TÜRKLERDE EĞİTİM 17
GÜNEŞİN PEŞİNDE GÜNE EŞ BİR YOL: MEDRESE DEN DÂRÜ L-FÜNÛN A DÂRÜ L-FÜNÛN DAN ÜNİVERSİTE YE Güneş, doğudan doğar. İlk o menbadan taşar ilmin olukları. Gayretin ilk sürümü o topraklarda meyveye durur. Tevazu huzmeleri, ilkin o dağların başaklarına değer. Zira o bağların uçsuz bucaksızlığında açar irfan baharları Doğu, iki hecelik sonsuz bir hikâyeydi. Fakat devir, bir başka devirdi: Bir yakası mazi ile işlenen bu hikâyenin diğer yakası istikbal fikrindeydi. Öyle bir devirdi ki; iki hecelik iki yaka arasından yükselen güneşin Batı ya akışını izliyordu, dünya. Bilim ve sanat yürüyüp giderken; yürümenin değil, koşmanın vacip olduğu bir devri idrak ediyordu Osmanlı. XIX. asrın ikinci yarısıydı. İsyanlar, savaşlar, anlaşmalar, antlaşmalar, türlü hengâme ve telâşeler arasında devlet, elleri arasından kayıp giden güneşin izini sürüyordu: İptidailer, rüştiyeler, idadiler, sultaniler açılıyor, özel okullar kuruluyor, Avrupa ya öğrenciler gönderiliyor, ülkeye öğretmenler getirtiliyordu. Tüm bunlara nezaret etmesi için de Meclîs-i Ma ârif-i Umûmiyye kurularak kuruma Eğitim Bakanlığı vazifesi yükleniyordu. Bu gelişmeyi takiben en büyük atılım Dârü l-fünûn un, yani fenler evi olacak bir üniversitenin inşasıyla gerçekleştirilmeye çalışılıyordu. Medrese dışında Batı karakterli bir yüksekokul açma fikri ilk defa Abdülmecit zamanında karşılık buluyor; Sultanahmet ile Ayasofya arasına, yani Doğu ile Batının tam ortasına, Dârü l-fünûn için ilk kazmayı vuruyordu, Maarif Meclisi. Derken kazma sesleri top-tüfek seslerine, top-tüfek sesleri de erlerin marşlarına karışıyordu: Kırım Savaşı kopuyordu. 18 ÇİFT BAŞLI KARTALIN KANATLARI ALTINDA SELÇUK ÜNİVERSİTESİNİN 40 YILI
Hayat, Osmanlı nın ömründe kim bilir kaçıncı kez durmuş ve aynı hayat kim bilir kaçıncı kez bir savaşın kaderine bağlanmıştı. Üç katlı fenler evinin inşası sürerken savaş nedeniyle bina bir müddet askerî hastane olarak vazife görüyordu. On sekiz senelik uzun bekleyişin ardından nihayet 1863 te halk Dârü lfünûn ile Dârü l-fünûn da milletiyle kucaklaşıyordu. Kavuşuyordu, millet ve hikmet. Dârü l-fünûn: Güneş Yollarında İlk Meşale, İlk Ateş 12 Ocak 1865. Bu fenler evinin duvarlarında vakit, bilmek vaktini gösteriyordu. Bilmek için ilmek ilmek dokunuyordu artık zaman. Aynı duvarlarda, bir fizik dersi siftahı ile birlikte Kimyager Derviş Paşa nın bereketli sesi yankılanıyordu. Muhtemeldir ki Oku! diyordu. Milletin ve medeniyetin hamuruna işlenen Oku nidası, bu kez onun sesinde ruhuna beden buluyordu. Hekimbaşı Salih Efendi den biyoloji, Ahmet Vefik Paşa dan tarih felsefesi dersleri Ancak halisane gayretlerin mahsulü olarak doğan ve Batılı tarzda kurulan İstanbul Dârü l-fünûn u, açılışından bir yıl sonra muhtelif gerekçe ve şikâyetlerle gözden düşürülüyordu. Divanyolu ndaki ahşap konağa naklediliyordu, Okul. Bu nakil de eğitim şulesinin bir rüzgârlık kaderini değiştirmiyordu fakat. İlim ateşiyle kurulmuş ilim ocağını bir kıvılcım küle çeviriyordu. Konak yanıyor; duman duman bulutlanan güneş, külüyle sıvanıyordu. 1865 teki bu yangından sonra derslere ve halka açık toplantılara artık devam edilemeyecekti. Fakat tam dört yıl sonra, 1869 un Eylül ünde yayımlanan Ma ârif-i Umûmiye Nizâmnâmesi ile umutlar yeniden yeşeriyordu. Ve kâğıt üzerine çizilen okul, 1870 in Şubat ında devlet erkânının katılımıyla toprağın üzerine konduruluyordu: Dârü l-fünûn-ı Osmânî. GÜNEŞİN PEŞİNDE GÜNE EŞ BİR YOL: MEDRESE DEN DÂRÜ L-FÜNÛN A, DÂRÜ L-FÜNÛN DAN ÜNİVERSİTE YE 19
Dârü l-fünûn-ı Osmânî Osmanlıyı yeniden ihya etmek sancağı, şimdi bu ocağın neferlerine teslim ediliyordu. Binden fazla talep eden arasından yalnız 450 si okula kabul edilecek ve talebe sıfatına mazhar olacaktı. Ve bir bitirme tezi hazırlamak kaydıyla üç yıllık eğitimi tamamlayan talebeler, mezuniyet şartlarını sağlamış sayılacaktı. Ancak umutlandıran ve türlü heyecanlar uyandıran okula bir Ramazan gecesi yeniden kilit vuruluyordu. Halka açık konferanslardan birine konuşmacı olarak davet edilen Cemaleddin Afgani nin peygamberliğin bir sanat olduğunu söylemesi üzerine çıkan olayların faturası Dârü l-fünûn a kesiliyordu. Henüz mezun bile vermemiş olan okul kapatılıyordu. Bir Yeni Ad: Dârü l-fünûn-ı Sultânî Tam üç yıl sonra, üçüncü defa olarak Dârü l-fünûn, Dârü l-fünûn-ı Sultânî adıyla Galatasaray Sultânîsi içinde açılıyordu bu kez. Öğrenim dili Fransızca olarak kabul ediliyordu. Üç defa mezun verebilmeyi başarmış mektep, amacının bir miktar dışında kalınca tasarruf gerekçeleri ve öğrenci bulamama endişesiyle -bıkmadan fakat bıktırmış olarak- bir kez daha kapatılıyordu. Dârü l-fünûn-ı Şâhâne: Kapanışlarla Yarışan Açılışlar Sultan II. Abdülhamit in tahta çıkışının 25. yıl dönümünde yayınlanan nizamname ile Dârü l-fünûn un kapıları 20. asrın meydanına açılmaktaydı: Dârü l-fünûn-ı Şâhâne. Gençlerin ve genç beyinlerin Avrupa üniversitelerine kaçıp gitmelerini önlemek tedbiriyle açılan okul, Mekteb-i Mülkiye-i Şâhâne binasında eğitime başlıyordu. O devirler, bir devrin batmaya yüz tuttuğu evrelerdi. Osmanlı için dönemeçlerin, dönencelerin çağı idi. II. Meşrutiyet dönemi idrak ediliyordu. 20 ÇİFT BAŞLI KARTALIN KANATLARI ALTINDA SELÇUK ÜNİVERSİTESİNİN 40 YILI
Demokrasi, darbe, seçim, seçilme gibi kavramlar arasında kimliğini ararken millet, diğer yanda Balkan Savaşları ve I. Dünya Harbi ile boğuşuyordu devlet. Hayli hengâme ve kargaşanın arasında Dârü l-fünûn-ı Şâhâne nin adı, millî ve kültürel değerlere verdiği bilimsel katkılar dolayısıyla Dârü l-fünûn-ı Osmânî olarak değiştiriliyordu. Ancak devletin geçirdiği buhranlı dönem, eğitim üzerindeki akislerini sürdürmeye devam etmekteydi; okul bu kez Vezneciler deki Zeynep Hanım Konağı na taşınıyordu. Bir sonraki aşamada Konak ın yetersiz gelmesi üzerine; Yerebatan da Kimya, Feyzullah Efendi Konağı nda Jeoloji, İbrahimpaşa Konağı nda Doğu Dilleri, Saffetpaşa Konağı nda Coğrafya alanlarında eğitim veriliyordu. Öyle ki devletin veya milletin malı, yine devlet ve millet hizmetine vakfediliyordu: Müfettişler eşliğinde dinlenen dersler Öğrenci derneklerinden faaliyetler Ücretsiz verilen eğitimler, hizmetler Yöntemsel ve yönetimsel sınırlılıklar dolayısıyla daha ziyade bir yüksekokul seviyesine çıkabilen Dârü l-fünûn-ı Osmânî, 1912 de yapılan düzenleme ile bir miktar mali ve idari özerkliğe kavuşmuştu. İstanbul Dârü l-fünûnu Müsbet, menfi her türlü gidişata paralel, varlığını korumaya çalışan Dârü l-fünûn; Bağdat ve Konya Hukuk Mekteplerini, İstanbul daki Dişçilik ve Eczacılık okullarını ve Tıbbiye ile Mülkiyye yi de bünyesine katarak büyüyor, İstanbul Dârü lfünûnu adını alıyordu. Diğer yandan okul, yirmi kadar Alman profesör ile birlikte İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Ziya Gökalp gibi devrin genç kabiliyetlerini kadrosuna katıyor, kalite bakımından da gelişiyordu. GÜNEŞİN PEŞİNDE GÜNE EŞ BİR YOL: MEDRESE DEN DÂRÜ L-FÜNÛN A, DÂRÜ L-FÜNÛN DAN ÜNİVERSİTE YE 21
Öğrencilerinin tamamı erkek olan Dârü l-fünûn da, kadınları eğitilmeyen bir toplumun yükselemeyeceği fikriyle kız öğrencilere konferanslar verilmekteydi. Bu yolda kız öğrencilerin yükseköğrenim görme talebine cevap vermek için İnâs Dârü l-fünûnu devreye giriyordu. I. Dünya Harbi esnasında Harbiye Nezareti binasında (bugünkü İstanbul Üniversitesi Rektörlük binası) eğitim veren okul, 1924 senesinde idari ve mali özerkliğin de verildiği çeşitli düzenlemelerden geçirilmekteydi. Buna göre dört fakülte temsilcisinin bir emin (rektör) başkanlığında toplanması ve üniversitenin bir divan (senato) tarafından yönetilmesi kararlaştırılıyordu. Ay ile Yıldıza El Verdi, Güneş. Devlet-i Ebed Müddet in emanetini Türkiye Cumhuriyeti ne teslim ettiği yıllardı. Adından yapısına, dilinden bayrağına, başkentinden marşına kadar yenilenen ülke tüm alt yapısını, kurum ve kuruluşlarını iyileştirmek adına her gün yeni adımlar atıyordu. Sıra Dârü l-fünûn a geldiğinde kurumun inkılâplara karşı takındığı olumsuz tavırlar gerekçesiyle ve gerek bilimsel gerekse sosyal alanda işlevini yerine getirmediği düşüncesiyle okulu kapatma kararı alıyordu, Hükûmet. Üniversite reformu için İsviçre den davet edilen Prof. Albert Malche, yazdığı rapor ile bu kararın gerekçesini ortaya koyuyordu. Ona göre; profesörler, okuttukları dersin ansiklopedik bir özetini meydana getiriyor ve her yıl bu özeti tekrar ediyorlardı. Böyle ders okutmanın gençliğin gelişmesine engel olduğu fikriyle Hükûmet, Mayıs 1933 te Dârü l-fünûn u ortadan kaldırıyordu. Yerine İstanbul da Millî Eğitim Bakanlığına bağlı yeni bir üniversite kurulması öngörülmekteydi. Bu düşüncenin ürünü olarak 1 Ağustos 1933 te yeni bir kadro ve yapı ile İstanbul Üniversitesi açılıyor ve Üniversite kelimesi, Türk dünyasında ilk defa bu kurumun ser-levhasına işleniyordu. Maalesef umulan sonuçları vermiyordu, 1933 ün bu iddialı reformu da. 22 ÇİFT BAŞLI KARTALIN KANATLARI ALTINDA SELÇUK ÜNİVERSİTESİNİN 40 YILI
Bunun üzerine on üç yıl sonra, 1946 senesinde, 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu çıkartılarak yeni düzenlemelerin gereği ifa ediliyordu. Anadolu nun göbeğinden, Ankara dan, tüm vücuda yayılacak olan bir eğitim hareketi için düğmeye basılıyordu: Eğitim üsleri kurulacaktı. Gün dönüyordu. Her gün doğudan batıya devreden güneş, Anadolu nun ortalarında başını gök kubbeye yaslıyor ve Konya semalarında karar kılıyordu. KONYA Zemini gül; göğü, gülün yüzü suyu hürmetine kanatlanan bülbül... Ve Konya, kutlu bir sinede medfun ve Hak cihetinden mahfuz... Apaydın günlerin hasretini çekiyordu bu sırlı şehir. Ancak rüzgârın dalıp ayın uyuduğu şehirlere rağmen o, büyük hayaller kuruyor, büyük özlemler biriktiriyordu. Ve Üniversiteler Kanunu, bu hasretin ifade bulduğu ilk müjde olarak bir yaz mevsiminde ümit baharları yeşertiyordu. Mevlâna Caddesinden GÜNEŞİN PEŞİNDE GÜNE EŞ BİR YOL: MEDRESE DEN DÂRÜ L-FÜNÛN A, DÂRÜ L-FÜNÛN DAN ÜNİVERSİTE YE 23
MEKTEB-İ HUKUK TAN ENSTİTÜLERE: KONYA DA ÜNİVERSİTE Dârü l-fünûn, İstanbul dan doğan ve Anadolu yu kucaklayan bir fenler evi olarak kurulmuştu. Vakit, bu fenler evinin yıldızlarını Anadolu nun diğer şehirlerine, semalarına taşımak, taşırmak vaktiydi. Konya, Dârü l-fünûn Hukuk Mektebinin bir şubesine ev sahipliği yapacaktı. Mevlanâ Dergâhı civarında kiralanan binada 1907 senesinde Mekteb-i Hukuk açılıyordu. 25 Şubat 1908 de eğitim-öğretime başlayan okul için baharın ilk günü vilayet erkânının katıldığı bir törenle resmî açılış yapılıyordu: Alkışların sedası yükseliyordu Konya semalarına. Ve dolu dolu eda edilen dört sene birikiyordu Konyalının avuçlarında. İlk mezunlarını 1911 de veriyordu, dört yıl süreli mektep. Anadolu daki tek hukuk okulu olan Mekteb-i Hukuk, Konya da da lise seviyesinin üstünde eğitim veren tek kurum idi. Öğrenciler, Bedesten civarında kurdukları Mekteb-i Hukuk Kıraathanesinde faaliyetlerde bulunarak Konya nın kültürel gelişmesine katkı sağlıyorlardı. Bu özellikleri ile Mektep, Konya da üniversite tarihi adına ilk önemli adım olarak kayda geçiyordu. Mektep, I. Dünya Savaşı nedeniyle zaman zaman yaşanan kesintilere rağmen 15 Mart 1919 a kadar faaliyetlerini sürdürecekti. Konya eğitim konusunda Osmanlı coğrafyasında istisnai bir durumdaydı. Çünkü o, kendi eğitim kurumlarında ıslahat modelini kendisi geliştirmekteydi. 1909 da Islah-ı Medâris-i İslâmiye adında bir eğitim müessesi daha kurulmuştu şehirde. Konya nın bu eğitim denemesi Osmanlı Devleti ne model teşkil ediyordu. Bütün ülkede yaygınlaştırılan Dârü l-hilâfetü l-aliyye Medreseleri bu teşebbüs ile birlikte 1914 ten itibaren tarih sahnesine çıkmıştı. 24 ÇİFT BAŞLI KARTALIN KANATLARI ALTINDA SELÇUK ÜNİVERSİTESİNİN 40 YILI
Cumhuriyet in ilk yılları idrak edilmekteydi. Eğitimin, öğretimin, öğretmenlerin, öğrencilerin sorunları tartışılıyor, çözümler aranıyordu. Bu maksatla bir kongre yapılması gerektiği vurgulanmış ve kongre, Konya nın ev sahipliğine havale edilmişti. 1-20 Mayıs 1925 te Konya da yapılan Maarif Müfettişleri Kongresi ne John Dewey in raporu damgasını vuruyordu. Köy okullarına öğretmen yetiştirecek bir kurumun var olması gerektiğinden söz ediyordu rapor. Ve bu vesileyle üniversitenin nüvesi sayılabilecek bir karar alınıyordu Konya için: Orta Muallim Mektebi açılacaktı. 1926 da açılan Mektep, kalıcı olma fırsatı bulamadan 1927-1928 ders yılı başında Ankara ya taşınıyordu. 1929 yılında Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü adıyla Gazi Üniversitesine temel olacaktı bu girişim de. 1925 te kurulmuştu Ticaret Orta Mektebi. 1927 de mezun olan ilk mektepliler kapışılmıştı adeta. Konya Ticaret Odası ve esnaf, Yüksek İktisat Mektebinin açılmasını istiyordu. Fakat Ticaret Orta Mektebinin ani bir kararla Bakanlık tarafından Ankara ya nakli sonucu hüsrana uğruyordu üniversite hayali. Ne yazık ki 1930 dan 1945 e kadar geçen dönemde Konya da bir üniversite ya da yüksekokul açılması gündeme alınmayacaktı. 1945 ten itibaren ise Konya da Konya Üniversitesi ya da Selçuk Üniversitesi adı ile bir üniversite kurulması düşüncesi yeniden tartışılmaya başlanıyordu. Selçuklu değildi, Selçuk tu. Hem Büyük Selçuklu Devleti nin hem Anadolu Selçuklu Devleti nin adını aldığı beyin, ata Selçuk Bey in anısına; Selçuk tu. Selçuk Üniversitesi adı ilk kez bu yıl zikrediliyordu. Fakat üniversitenin doğması için daha çok beklemek gerektiğini henüz kimseler bilmiyordu. MEKTEB-İ HUKUK TAN ENSTİTÜLERE: KONYA DA ÜNİVERSİTE 25
1945 ten 1950 ye sözde kalan Selçuk Üniversitesi meselesinin yeniden gündeme geldiği senelerdi 1950 ler Türk Eğitim Derneği Konya Talebe Yurdunun yıllık toplantısında, Konya da Selçuk Üniversitesi adı ile bir üniversitenin kurulması için çalışmaların başlatılmasına ve konunun Cumhurbaşkanına ve Hükûmete iletilmesine karar veriliyordu. Öncelikle Konya da Selçuk Üniversitesi kurulacaktı. Sonra yüksek tahsil yapmak isteyen talebeye imkânlar sağlanacaktı. Daha sonra Konya, tarihi kadar mühim bir ilim merkezi olacaktı yeniden. Öyle ki hem hastanesi hem kütüphanesi bol bir yerdi Konya. İdari, iktisadi ve ticari bakımdan da ehemmiyetli bir emniyet şehri idi hatta Ve Konya da yükselecek bir üniversite yalnız Konya nın değil civar beldelerin ve vilayetlerin de buluşacağı bir başşehir olacaktı. Ancak 1950 de yapılan seçimler ve iktidar değişikliği Konya da üniversite hayallerinin bir süre daha ertelenmesine yol açıyordu. 1953 yılında İstanbul da toplanan Konya Yüksek Tahsil Okutma Derneği Kongresinde konu yeniden gündeme alınmıştı: Bir taraftan İstanbul da okuyan Konyalı öğrencilerin eğitim ve barınma sorunları için vilayetten, belediyeden ve Konyalılardan yardım isteniyordu. Diğer taraftan Konya da bir üniversite kurulmasının zaruri olduğu dile getiriliyordu. Cumhuriyet ten önce bile bir Hukuk mektebine sahip olan Konya, artık üniversite hülyasına kavuşmalıydı. Türkiye nin 4. üniversitesi Orta Anadolu nun tamamına hitap edebilen Konya da kurulmalıydı. Bu talep, biraz gecikmeli de olsa basında karşılık buluyordu. Konya da bir üniversite kurma arzusunun haklı gerekçeleri meydandaydı çünkü. Müstakbel bir Konya Selçuk Üniversitesi için başlangıçta Ziraat ve Veteriner Fakültesinin açılması yeterliydi. Fakat 1954 ten itibaren açılacak 26 ÇİFT BAŞLI KARTALIN KANATLARI ALTINDA SELÇUK ÜNİVERSİTESİNİN 40 YILI
Konya gençliğinin akademik olduğu kadar nazarî ve teknik sahada da türlü ilim şubelerinde ihtisas yapmaya temayülü yüksektir. Bunun yanında Konya nın ilmî mazisi ve irfan ananeleri vardır. Ayrıca bu özelliklerini tamamlayan abidelere ve zengin kütüphanelere sahiptir. İktisadi bakımdan da gelişmeye müsaittir. Konya için üniversite bir ihtiyaçtır. Çünkü Konya, Afyon, Isparta, Burdur, Antalya ve Niğde vilayetleri ile yaklaşık 2 milyon insana hitap eden bir potansiyele sahiptir. Yalnız Konya vilayetinin İstanbul ve Ankara üniversitelerinde tahsil yapan öğrenci mevcudu 1.500 ü geçmektedir. Bu miktara, yüksek tahsil yapmak istedikleri hâlde birtakım zaruretlerden dolayı Konya dan ayrılamayanlar dâhil edilmelidir. Gelişmekte olan ve yeniden açılacak liselerden yetişecek olanlar da ilave edildiği zaman Konya da bir üniversite açılmasının önemi daha iyi anlaşılacaktır ( Selçuk Üniversitesi Hakkında Kanun Teklifi, Yeni Meram, 16 Nisan 1955). üniversitenin fakülte sayısı bir elin parmağından çok olarak ifade edilmeye başlanmıştı. Konyalı artık bir göz aydınlığı, bir müjde bekliyordu. Devrin parlamenterleri ve şehri ziyaret eden bakanlar tarafından bir üniversite açılacağı vaadi ısrarla verilmeye devam etmekteydi. Gazeteler de Konya da üniversitenin açılacağı manşetleriyle süslenmeye başlanmıştı. Konya milletvekilleri boş durmuyordu. Kentte bir üniversitenin kurulabilmesi için iktidar ve muhalefet partilerinden imza topluyorlardı. Ve nihayet Mart 1955 te Selçuk Üniversitesi Kanun Teklifi, 250 yi aşan milletvekilinin imzası ile meclise sunuluyordu. Teklif, meclisteki milletvekillerinin yarıdan fazlası tarafından imzalanmış, ardından Millî Eğitim Komisyonuna havale edilmişti. Ancak talihsiz bir şekilde MEKTEB-İ HUKUK TAN ENSTİTÜLERE: KONYA DA ÜNİVERSİTE 27