THOMAS EUGENE ROBBINS 1936 doğumlu Amerikalı roman ve hikâye yazarı Robbins, Oyunculluk, uçarılık değil bilgeliktir görüşünü ön plana çıkarıp çılgınlık derecesinde oyuncul romanlar yazmaktadır. Romanları, hayatın daha ciddi yanlarını inkâr etmez; her şeye rağmen mutluluk ilkesinin savunuculuğunu yapar. Bu ilkenin içerdiği mesajı, romanlarındaki karakterlerin felsefeleri ve aynı zamanda da incelikli yazı biçemiyle iletir. Edepsiz kelime oyunları, alakasız sonuçlar, zıtlık içeren ifadeler, ara sözler Robbins in anlatımının belli başlı özellikleridir. Romanları yalnızca edebi uzlaşımları değil, insanoğlunu tatmin etmenin en iyi yolu hakkında toplumda yer alan varsayımları da sorgular. Robbins, panteizm, mistik Doğu dinleri ve Yeni Fizik gibi çeşitli kaynaklardan alternatif düşünceleri bir araya getirir. Robbins genellikle Thomas Pynchon, John Barth ve Kurt Vonnegut gibi postmodern yazarların edebi takipçisi olarak değerlendirilmektedir. O da bu yazarlar gibi modern hayatın saçmalığını teslim ederken, uyum göstermek adına bireysel anlatımından fedakârlık etmez ve eserlerinde üstkurmaca öğeler kullanır. Çoğunlukla okura doğrudan hitap eder, eserin akışıyla ilgili yorumlarda bulunur ve romanlarında bir karakter olarak varlık gösterir. Ancak çoğunlukla kara komedi türünde yazan ve modern dünya hakkında kasvetli öngörülerde bulunan yakın tarihteki öncellerinin aksine, eserlerinde iyimser bir tona ve genellikle uçarı bir mizaha yer verir. Robbins, Another Roadside Attraction (1971) [Dur Bir Mola Ver, Çev. Fatma Taşkent, Ayrıntı Yay., 1997] ile çoğu eleştirmenin övgüsünü kazanmıştır. Ancak bu roman, 1973 e kadar popüler bir başarı elde edememiş, bu tarihten sonraysa kült haline gelmiştir. Robbins in eserlerinin daha sonra büyük başarı kazanması, genelde insanların hayatlarındaki sevinç düzeyini yükseltmeyi başaramayan toplumsal uzlaşımları pervasızca sorgulayıp alaya alan romanlarının, özellikle gençler ve sıra dışı insanlar tarafından beğenilmesine bağlanmaktadır. Even Cowgirls Get the Blues (1976) adlı romanında ise Robbins, Sissy Hankshaw adında, ellerinin başparmakları yirmi üç santim uzunluğunda olan, otostop tutkunu, çekici bir kadın kahramanı anlatır. Sissy, mankenlik yaptığı New York ile bir grup feminist kadın kovboy tarafından devralınmış bir kozmetik sağlık çiftliğinin bulunduğu South Dakota arasında mekik dokur. Sissy nin seyahatleri anlatılırken, bir yandan da insanın evrenle ilişkisi ve bireysel özgürlüğün önemi gibi temalar irdelenir. Still Life with Woodpecker da (1980) [Ağaçkakan, Çev. Fatma Taşkent, Ayrıntı Yay., 1999] Robbins in daha önceki eserlerinin karmaşık konularının aksine basit bir hikâye vardır; bazı eleştirmenlere göre de kitap yavaş ilerler ve fabl benzeridir. Kitapta, çevreci modern bir prenses ile onun metafizik bir kanun kaçağı olan âşığının öyküsü anlatılır. Robbins kitabında, bireysel romantizmin ve kişisel tekamülün, toplumsal eylemcilikten daha önemli olduğunu savunur; iyi de kötü kadar adi olabilir düşüncesine inanarak dogmayı reddeder. Jitterbug Perfume (1984) [Parfümün Dansı, Çev. Belkıs Çorakçı Dişbudak, Ayrıntı Yay., 1995] adlı romanında çeşitli karakterler mükemmel parfümün ve ölümsüzlüğün sırrının arayışı içinde, zamanın ve mekânın ötesine geçer. Bu roman da hem okurlar hem de Publishers Weekly, Kirkus Review, San Francisco Chronicle, Washington Post gibi ciddi yayın organları tarafından çok beğenilmiştir. The San Diego Union da Robbins için şöyle denmiştir: Bazı yazarlar bir sürü para kazanır, bazılarıysa edebiyat kurumu tarafından klasikleştirilir; ama okurları tarafından, Tom Robbins kadar sevilen yazar pek azdır. Hayranları onun kitaplarını bugünlerde pek az kitabın yaratabildiği bir coşku ve adanmışlıkla kucaklar... Robbins in sözcüklerle oynama, metaforik uçuşlar yapma hevesi yapıtlarına taşkın bir hava getirse de, o oyunlarını çok ciddiye alan bir yazardır. Half Asleep in Frog Pajamas (1994) [Sirius tan Gelen Kurbağa, Çev. Süha Sertabiboğlu, Ayrıntı Yay., 2001]; Skinny Legs and All (1990) [Sıska Bacaklar, Çev. Süha Sertabiboğlu, Ayrıntı Yay., 2004]; Fierce Invalids Home From Hot Climates (2000) [Sıcak Ülkelerden Dönen Vahşi Sakatlar, Çev. Nuray Yılmaz, Ayrıntı Yay., 2007]; Villa Incognita (2003) [Villa Meçhul, Çev. Şebnem Kaptan Göktaş, Ayrıntı Yay., 2009]; Wild Ducks Flying Backwar (2005) [Geriye Uçan Yaban Ördekleri, Çev. Aysun Babacan, Ayrıntı Yay., 2009] ve B is for Beer [B, Bira, Çev. Aysun Babacan, Ayrıntı Yay., 2011] yazarın diğer kitaplarıdır.
Ayrıntı: 115 Edebiyat Dizisi: 38 Parfümün Dansı Tom Robbins Kitabın Özgün Adı Jitterbug Perfume İngilizce den Çeviren Belkıs Çorakçı Dişbudak Yayıma Hazırlayan Fatma Taşkent Düzelti Nur Arıkan 1985 by Tom Robbins Bu kitabın Türkçe yayım hakları Ayrıntı Yayınları na aittir. Kapaktaki Heykel Dilek Hekimoğlu Kapak Fotoğrafı Sedat Antay Kapak Tasarımı Arslan Kahraman Kapak Düzeni Gökçe Alper Dizgi Esin Tapan Yetiş Baskı Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti Merkez Efendi Mah. Fazılpaşa Cad. No: 8/2 Topkapı/İst. Tel.: (0212) 612 31 85-576 00 66 Sertifika No.: 12156 Birinci Basım Pancarın Dansı, Kelebek Yayınları, 1985 Ayrıntı Yayınları nda Birinci Basım 1995 Yirmi Sekizinci Basım 2014 Baskı Adedi 2000 ISBN 978-975-539-101-4 Sertifika No.: 10704 AYRINTI YAYINLARI Basım Dağıtım San. ve Tic. A.Ş. Hobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No: 3 Cağaloğlu İstanbul Tel.: (0212) 512 15 00 Fax: (0212) 512 15 11 www.ayrintiyayinlari.com.tr & info@ayrintiyayinlari.com.tr
Tom Robbins Parfümün Dansı
EDEBİYAT DİZİSİ GÜNDELİK MUTLULUĞA ALIŞMA/Anja Meulenbelt Ë MURPHY/Samuel Beckett Ë MASAL MASAL İÇİNDE/Khimaira/John Barth Ë ZEN VE MOTOSİKLET BAKIM SANATI/Robert M. Pirsig Ë PARFÜMÜN DANSI/Tom Robbins Ë SINIRSIZ RÜYALAR DİYARI/J. G. Ballard Ë FRANSIZ TEĞMENİN KADINI/John Fowles Ë BEYAZ OTEL/D.M. Thomas Ë MYRA/Gore Vidal Ë DALGALAR/Virginia Woolf Ë ATLANTİK ÖTESİ/Witold Gombrowicz Ë HAYRANLIK/Anja Meulenbelt Ë FERDYDURKE/Witold Gombrowicz Ë MELEKLER ZAMANI/Iris Murdoch Ë PAULINA 1880/Pierre Jean Jouve Ë EŞEKARISI FABRİKASI/Iain Banks Ë ROCK LANETİ/Iain Banks Ë KAYIP ZAMAN/Anja Meulenbelt Ë SENİ İÇİME GÖMDÜM/ Andrew Jolly Ë BAŞTAN ÇIKARICININ GÜNLÜĞÜ/Søren Kierkegaard Ë KONFIDENZ/Ariel Dorfman Ë ALTIN DAMLA/Michel Tournier Ë BİR GARİP VAKA: MATMAZEL P./Brian O Doherty Ë NIETZSCHE AĞLADIĞINDA/Irvin D. Yalom Ë KIZILAĞAÇLAR KRALI/Michel Tournier Ë AİLEDE BİR ÖLÜM/James Agee Ë KUTSAL BÖLGE/Carlos Fuentes Ë KALPSİZ AMANDA/Jurek Becker Ë 62-MAKET SETİ/Julio Cortázar Ë ÇARPIŞMA/J.G. Ballard Ë ÜÇLEME-Molloy-Malone Ölüyor-Adlandırılamayan/Samuel Beckett Ë DUR BİR MOLA VER/Tom Robbins Ë HIRSIZIN GÜNLÜĞÜ/Jean Genet Ë KÜÇÜK DEĞİŞİMLER/ Marge Piercy Ë LILA/Robert M. Pirsig Ë ERGİNLİK YAŞI/Michel Leiris Ë AŞKSIZ İLİŞKİLER/Samuel Beckett Ë ESİRGEYEN GÖKYÜZÜ/Paul Bowles Ë YALANCI JAKOB/Jurek Becker Ë DİVAN/Irvin D. Yalom Ë PORNOGRAFİ/Witold Gombrowicz Ë MERCIER İLE CAMIER/Samuel Beckett Ë BİR ERKEĞE NASIL TECAVÜZ EDİLİR?/Märta Tikkanen Ë BENDENİZ VE MARCO POLO/Paul Griffiths Ë DOĞMAMIŞ KRİSTOF/Carlos Fuentes Ë RÜYA SAKİNLERİ/Iris Murdoch Ë HİÇ İÇİN METİNLER ve Uzun Öyküler/ Samuel Beckett Ë DUYGU YOLCULUĞU/Laurence Sterne Ë BETTY BLUE/Philippe Djian Ë AĞAÇKAKAN/ Tom Robbins Ë ANARŞİST/Tristan Hawkins Ë BAKAKAİ/Witold Gombrowicz Ë PORTNOY UN FERYADI/ Philip Roth Ë 10 1/2 BÖLÜMDE DÜNYA TARİHİ/Julian Barnes Ë SUNİ TENEFFÜS/Ricardo Piglia Ë MANŞ ÖTESİ/Julian Barnes Ë ADA/Aldous Huxley Ë GÜLÜN MUCİZESİ/Jean Genet Ë MÖSYÖ/Jean-Philippe Toussaint Ë ÇİÇEKLERİN MERYEM ANASI/Jean Genet Ë BAŞUCU OĞLANI/Alison Fell Ë YARATIK/ John Fowles Ë SENİ SEVMİYORUM/Julian Barnes Ë ZENCİLER/Jean Genet Ë TÜNEL/Ernesto Sábato Ë KARA PRENS/Iris Murdoch Ë KARNINDAN KONUŞANIN ÖYKÜSÜ/Pauline Melville Ë TANRI NIN AĞZINDAN EVRENİN HİKÂYESİ/Franco Ferrucci Ë HAYATIN VE AŞKIN YASALARI/Connie Palmen Ë KAHRAMANLAR VE MEZARLAR/Ernesto Sabato Ë KAYNAK VE ÇALI/Michel Tournier Ë CENNETE BİR KOŞU/J.G. Ballard Ë DİŞİ ADAM/Joanna Russ Ë FLAUBERT İN PAPAĞANI/Julian Barnes Ë ALDATMA/ Philip Roth Ë KOKAİN GECELERİ/J.G. Ballard Ë ACABA NASIL?/Samuel Beckett Ë MANTISSA/John Fowles Ë KOLEKSİYONCU/John Fowles Ë BENJAMIN: DAR GEÇİTTEKİ AYDIN/Jay Parini Ë METEORLAR/ Michel Tournier Ë ARKADAŞLIK/Connie Palmen Ë AŞK VESAİRE/Julian Barnes Ë SİRİUS TAN GELEN KURBAĞA/Tom Robbins Ë BAYAN GULLIVER CÜCELER ÜLKESİNDE/Alison Fell Ë GELECEKTEN ANILAR/William Morris Ë BENİMLE TANIŞMADAN ÖNCE/Julian Barnes Ë İNGİLTERE İNGİLTERE YE KARŞI/Julian Barnes Ë İYİ İŞ/David Lodge Ë YİTİK RUHLAR IRMAĞI/Connie Palmen Ë TERAPİ/David Lodge Ë ÖLÜRKEN/Jim Crace Ë GÜZELLİK HIRSIZLARI/Pascal Bruckner Ë SÜPER KENT/J.G. Ballard Ë SISKA BACAKLAR/Tom Robbins Ë BETON ADA/J.G. Ballard Ë İLK AŞK, SON TÖRENLER/Ian McEwan Ë GILLES İLE JEANNE/Michel Tournier Ë BİR KOMÜNİSTLE EVLENDİM/Philip Roth Ë KIZILDERİLİNİN ŞARKISI/James Welc Ë SİNEMA MÜDAVİMİ/Walker Percy Ë KARANLIKLARIN EFENDİSİ/Ernesto Sabato Ë METROLAND/Julian Barnes Ë BİZİ NEDEN TERK ETTİN SAYIN BAŞKAN?/François Vigouroux Ë DÜŞÜNCE BALONLARI/David Lodge Ë MİLENYUM İNSANLARI/J.G. Ballard Ë MÜNECCİM KRALLAR/M. Tournier Ë BEYAZDAKİ KARA/Maggie Gee Ë KAYBOLUŞ/G. Perec Ë HINÇ AYLARI/P. Bruckner Ë LİMON MASASI/J. Barnes Ë BÜYÜCÜ/J. Fowles Ë GÜNDOĞUMUNA YOLCULUK/J. Barnes Ë OKLUKİRPİ/J. Barnes Ë FISKADORO/D. Johnson Ë HAYALETLERİN GÖÇÜ/P. Melville Ë ÖLEN HAYVAN/P. Roth Ë SICAK ÜLKELERDEN DÖNEN VAHŞİ SAKATLAR/Tom Robbins Ë PASTORAL AMERİKA/P. Roth Ë ABANOZ KULE/J. Fowles Ë ARTHUR VE GEORGE/J. Barnes Ë VAHŞET SERGİSİ/J. G. Ballard Ë VİLLA MEÇHUL/Tom Robbins Ë ASKER GRAMAFONU NASIL TAMİR EDER?/Sas a Stanis ić Ë FARMAKON/Dirk Wittenborn Ë NE KADAR İLERİ GİDEBİLİRSİN/D. Lodge Ë GERİYE UÇAN YABAN
ÖRDEKLERİ/T. Robbins Ë BİR SAHTEKÂR OLARAK HAYATIM/P. Carey Ë İNTERNETTE BALIK AVLAMAK/Nasreen AKHTAR Ë LANCELOT/Walker Percy Ë ÖLÜ BİR DİLDE AŞK/Lee Siegel Ë VAHŞİ İNSANLAR/Dirk Wittenborn Ë GÜNEŞİ DURDURACAĞIZ/F. Bouillot Ë SHYLOCK OPERASYONU/Philip Roth Ë KAYBEDENLERİN BELLEĞİ/Michel Ragon Ë SAVAŞ ARTIĞI/Ha Jin Ë YAZAR, YAZAR/D. Lodge Ë B, BİRA/Tom Robbins Ë EVE YÜZMEK/Rolf Lappert Ë HAFIZ DİVANI/Hafız-ı ŞiraziË KUZEYE GÖÇ MEVSİMİ/Tayeb Salih Ë OEGSTGEEST'E DÖNÜŞ/Jan Wolkers Ë TURİNGİN HEZEYANI/Edmunda Paz Soldán Ë KOVBOY KIZLAR DA HÜZÜNLENİR/Tom Robbins
DONNA ve THE WATER MUSIC e mektuplarına hâlâ cevap yazmadıklarıma
Dünya kuruldu kurulalı insanoğlunun en belirgin sorunu, insan yaşamını ruhsallaştırmak, onu özel bir ölümsüzlük düzeyine yükseltmek, tüm diğer organizmaların ortak yönünü oluşturan yaşam-ölüm döngülerinden ayırmak olagelmiştir. Ernst Becker Uygarlık tarihi, insanoğlunun kaba, hayvansı ve kısa ömürlü kaderinden kurtulma hikâyesidir. Saygın bir hayal düzeyine yükselmek için atılan her adıma paralel olarak parfüm sanatında da bir ilerleme kaydedilmiştir. Eric Maple Bağır, bağır öfkeyle ışığın tükenişine. * Dylan Thomas (Bir de) her zaman elinizden geldiği kadar güzel kokmaya çalışın. Lyndra Barry * Çev. Cevat Çapan, Çağdaş İngiliz Şiiri Antolojisi, Gel Gitme Usulca İyi Geceye, Adam Yayınları, 1985, s. 163.
Yazar, temsilcisi ve dostu, Phoebe Larmore a; yiğit editörü, Alan Rinzler a; kendisine ruj lekeli zarflar içinde koku endüstrisinin sırlarını aktaran Loren Elizabeth Stover a ve ataları bir zamanlar New Orleans ta bir parfüm dükkânı sahibi olan ve kendisine helezonik bir deniz kabuğu karşılığında o dükkânı devreden Jessica Maxwell e şükran borçludur.
Günün Konusu P ancar, sebzelerin en keskinidir. Turp, elbette ki daha ateşlidir ama turpun ateşi soğuk bir ateştir. Hoşnutsuzluğun ateşidir yoksa ihtirasın değil. Domates, doğrusu şehvetlidir. Fakat onda da bir sualtı akıntısı halinde uçarılığı, havailiği sezersiniz hep. Pancarlar ise korkunç ciddidir. Slav halkı, fiziksel özelliklerini patatesten, için için kaynamalarını turptan, ciddiliklerini ise pancardan almıştır. Pancar aslında melankolik bir sebzedir. Istırap çekmeye onun kadar isteklisi yoktur. Örneğin insan şalgamı ne kadar sıksa, kanatamaz... Pancar tıpkı suç yerine geri dönen katile benzer. Vişnenin havuçla işi bittiğinde ortaya çıkan şeydir pancar. Sonbahar mehtabının kuşaklar önceki, sakallı-bıyıklı, çoktan gömülmüş atasıdır. Fosilleşmesine ramak 11
kalmış! Karaya oturmuş ay-gemisinin plazma damarlarıyla dikilmiş koyu yeşil yelkeni; bir zamanlar ayı yeryüzüne bağlayan uçurtma sicimi, şimdi çamurlu bir bıyığa dönmüş, yerkürenin derinliklerinde yakut bulmak amacıyla kazıya girişmiş. Rasputin in sevdiği sebzeydi pancar. Adamın gözlerinden belli zaten. Avrupa da mangel-wurzel denilen iri bir pancar türü yaygın biçimde yetiştirilmektedir. Belki bizim Rasputin de izlerini gördüğümüz bu türdür. Wagner in müziğinde de mangel-wurzel in var olduğu kesindir. Adları pancardaki P-A-... harfleriyle başlayan besteciler asıl başkaları olsa bile. Tabii damarlarından kan yerine şekerli su akıtan beyaz pancarlar da vardır; ama bizim ilgilendiğimiz kırmızı pancardır. İkide bir utanıp kızaran, şişen, tedavisi imkânsız bir basura benzeyen. (Aslında tedavi yolu büsbütün yok sayılmaz. Gider bir çömlekçiye sipariş verir, kendinize seramikten bir kıç yaptırırsınız... üstüne oturmadığınız zamanlar borç çorbası içmek için kâse diye de kullanırsınız.) Eski bir Ukrayna atasözü vardır: Pancarla başlayan hikâye şeytanla biter. Eh, o riski göze almak zorundayız artık. 12
Seattle P riscilla, stüdyo denilen türde ufacık bir dairede oturuyordu. Bu tür yerlere stüdyo denmesinin nedeni, sanatın göz alıcı bir şey sayılması kadar, ressamların çalıştıkları yerde yatıp kalkmaktan hoşlanan insanlar olduğuna bizi inandırmakla ev sahiplerinin daha çok para kazanabileceği kanısından ötürüdür. Gerçek ressamlar hemen hiçbir zaman stüdyo dairelerde oturmazlar. Hem yer azdır, hem de ışık yanlıştır. O tür dairelerde daha çok memurlar oturur. Dosyalama memurları, mağaza tezgâhtarları, üniversite öğrencileri, yaşlı dullar, bir de Priscilla gibi evlenmemiş garson kızlar. Bu bina, 1929 daki ekonomik bunalım döneminde yapılmıştı. Seattle da bu tür bina pek çoktu. Washington Gölü yle Eliott Körfezi arasındaki tepe eteklerine serpilmiş, kırmızı tuğlalarını mevsim yağmur- 13
larıyla renklendiren binalar. Mimari açıdan binanın dümdüz çizgileri, sade cephesi, Eleanor Roosevelt in açılış balolarında giydiği tuvaletleri hatırlatıyordu. İç duvarları ise nice mutfakta pişen nohut ve fasulye yemeklerinin rengini almıştı. Yıllardır bu binada öyle çok insan yaşamıştı ki, sonunda bina da kendine göre bir yaşam edinmişti. Her tuvalet, İtalyan tenorları gibi gargara sesleri çıkarır, her buzdolabı çayırda otlayan bufalolar gibi homurdanırdı. Eski yapım apartmanların çoğunda, renkler ve sesler gibi, kokular da kuşaklar boyunca birikmiş olurdu. Fırında pişen kekler, tencerede haşlanan sebzeler! Ama Priscilla nın dairesi bu açıdan ötekilerden farklıydı. Burası kimyasal madde kokardı... Zehirli değildi; ama pek de tatlı olmayan bir kokuydu. Gece yarısı, yorgun argın eve gelip kapısını açtığı zaman onu evde hapis kalmış köpek gibi karşılamaya ilk koşan da bu koku olurdu. Işığı açar açmaz ilk önce, garsonluk yaparken giydiği alçak topuklu pabuçlarını ayağından birer tekmeyle fırlattı. İkinci olarak da ayağının başparmağını masanın ayağına çarptı. Nice dul kadının iskambil oynamak üzere başına oturmuşluğu olan masa sarsıldı, titredi; üzerindeki kimyasal madde şişeleri şangırdayıp, sallandı. Bereket versin içlerindeki ilaçlardan en fazla birkaç damlası ziyan oldu. Priscilla yatak işlevi de gören kanepeye kendini attı, ayağına masaj yapmaya başladı. Demin acıyan başparmağa özellikle dikkat ediyordu. Allah kahretsin diye söylendi bir yandan. Ne sakarım! Bu dünyada yaşamayı bile hak etmiyorum. Yer çekimi olmayan gezegenlerden birine sürgüne yollamalı beni. Az önce lokantada bir tepsi dolusu kokteyl bardağını düşürmüştü. Külotlu çorabın içinde ayağı yeni doğmuş bir fare yavrusu kadar kırmızı görünüyordu. Ayakları adeta tütüyordu. Priscilla ayaklarını rahatlatana kadar ovdu, sonra gözlerini ovuşturmaya koyuldu. Uykulu uykulu içini çekti, kendini kanepeye sırtüstü attı, birden madeni paraların dökülmesiyle irkildi. Akşam topladığı bahşişler cebinden saçılmış, başının, omuzlarının çevresine yayılmıştı. Yerde bile paralar vardı. Bir on sentliğin eski halı üzerinde yuvarlanıp kendine bir çıkış kapısı arayışını seyretti. Enflasyon kaçağı diye buna mı diyorlar acaba, diye düşündü, paraya seslendi: Gel buraya, korkak! Tekrar içini çekti, kalktı, parayı yerden aldı. Birkaç buruşuk kâğıt parayı da çantasına soktu, bozuk paraları tuvalet masasının üzerindeki tozlu kâseye attı. Kâse zaten dolmuş, taşıyordu. Yarın bankada hesap 14
açayım, diye ahdetti kendi kendine. Bu yemini daha önce de etmişliği vardı. Üniformasını sırtından çıkardı. Lacivert bir bahriyeli elbisesiydi bu. Kırmızı ve beyaz şeritleri vardı. Fırlatıp köşeye savurdu. Ayağında külotlu çorabı, üzerinde sutyeniyle banyoya yürüyüp başını eğdi, saçlarını yıkadı. Aslında saçını yıkayamayacak kadar yorgundu; ama mutfağın yağ kokusuyla salonun sigara kokusu üstüne öyle bir sinmişti ki, apartmanın kokusuyla yarış edebilirdi. Olacak şey değildi. Şampuan şişesinin kapağı kaybolmuştu. En son ne zaman kapaklıydı o şişe... hatırlayamıyordu. Diş macununun da en son ne zaman kapaklı olduğunu hatırlamıyordu zaten. Satın aldığımda birer kapakları bulunduğundan çok eminim dedi kendi kendine. Sabuna bir yığın, kısa, kıvırcık saç yapışmıştı. Bakınca yüzünü buruşturdu. Kendi saçlarına bakmak, ona işinde geçen bir olayı hatırlatmıştı. Ricki yle ikisi dinlenme molalarını birlikte alırlardı genellikle. Gidip müstahdem tuvaletine kilitlenir, ya esrar tüttürür ya da kokain çekerlerdi. Ricki sonunda garip teklifler yapmaya başlamıştı. Ara sıra elini rahat bir tavırla Priscilla nın vücudunun bir tarafına dayıyordu. Priscilla nın aslında bundan alındığı, gücendiği yoktu. O lokantada çalışan insanlar arasında, yemek listesinden daha entelektüel bir yazıyı okuyup da anlamını çıkarabilecek tek tük insandan biriydi Ricki. Hem güzel kızdı. Biraz da erkeksi bir yanı vardı. Belki de Priscilla iltifat sayıyordu Ricki nin bu sululuklarını. Genellikle güler, savuştururdu o hareketi. İkisi de gülüp şakaya alırlardı işi. Ama bu akşam, sözde Priscilla nın uyluk arasında biriken tüy topağını almak bahanesiyle, bacağı iyice mıncıklanınca, Priscilla aksilenmiş, kızın koluna bir de tokat atmıştı. Mola sona erdiğinde Priscilla tabii özür dilemişti arkadaşından. Yorgunum da ondan demişti Ricki ye. Canım çıkmış durumda. Ricki de, Ziyanı yok demişti. Ama bunu söylerken kullandığı ses tonu, dostluklarının içten içe yaralandığını ima eder gibiydi. Priscilla sabunun üzerinden saçları ayıklarken bu olayı düşünüp surat astı. Banyodaki aynanın ikinci görevi, zihinsel çamurdaki mırıltıları ölçmekti. Priscilla sismografına göz attığı anda, sonuçtan hiç hoşlanmadığını gördü. Bir kere teni fena halde solgundu. Sabunu lavabonun içine attı, aynaya zorla gülümsedi. Köpüklü parmağıyla ufacık bir mısır koçanına benzeyen sivri burnunun ucuna bastırdı, her iki gözünü kırptı... İkisi de kocaman ve menekşe rengindeydi. Sol gözünü kolaylıkla kırpabiliyordu da sağ gözünü kırparken zorlanıp yüzünü buruşturuyor- 15
du. Sonbahar rengindeki ıslak saçlarını, imdat frenine asılıyormuş gibi asılıp çekti. Hâlâ çok şekersin dedi kendine. Dudaklarını toplayıp uzattı, göz altlarındaki mor torbaları unutana kadar da bu hareketi abarttı. Belki göz altlarımda heybecikler var; ama henüz kenti terk etmeye hazırlanıyor değilim diye mırıldandı. Ricki nin bana bayılması boşuna değil. Ne de olsa, o da bir insan. Başını lavabonun kenarına dayadı, birden ağlamaya başladı. Ağladı, ağladı, sonunda gözyaşlarının sıcaklığı ve hızı, başlangıcı zaten belirsiz olan ağlama nöbetinin nedenini unutturdu. Ondan sonra anılar birer birer su yüzüne çıkmaya başladı. Yorgunluğun ve yalnızlığın bile suda kolay eriyen maddeler olduğu anlaşıldı. O zaman Priscilla gözyaşı kapaklarını kapattı. Neredeyse kulakla duyulabilecek kadar büyük bir kararlılıkla kapattı. Burnunu sümkürdü (tuvalet kâğıdı kaç gündür bittiğinden, oradaki küçük bir havluya sümkürüp kirliye attı), yapış yapış saçlarını savurdu, çamaşırlarının üzerine bir laboratuvar önlüğü geçirdi, salon-yatak odası-laboratuvar karışımı yere adımını attı, ispirto ocaklarının, cam tüplerin, kavanozların başına dikildi, orada şafak sökünceye kadar kendinden beklenmeyecek bir dikkat ve özenle çalışmaya hazırlandı. Dâhi garson Priscilla nın hayatında bu gecenin, diğer gecelerden hiçbir ayrıcalığı yoktu. Onu yılın diğer gecelerinden farklı kılan bir tek şey oldu. Sabaha karşı saat beş dolaylarında (saatini kurmayı unuttuğundan durmuştu), kapısı yavaşça vuruldu. Oturduğu mahalle, suç oranı yüksek bir mahalleydi. Ricki nin ya da ihtiyaç nedeniyle bir tek kere birlikte yatıp sonra unuttuğu herhangi bir erkeğin gelip işini yarıda kesmesini de istemediğinden, Priscilla kapıyı açmadı. Güneş doğduğunda, geleneksel ve kendisine hep az gelen altı saatlik uykusunu uyumak amacıyla yatmak üzereyken kapıyı araladı, acaba demin çalan, bir not bırakmış mıdır, diye baktı. Kapının dibinde duran cisim onu şaşırttı. Eline alıp incelediğinde bunun bir pancar olduğunu anlayınca daha da şaşırdı. 16