MUSTAFA YUNUS A. BİCAN ERCİLASUN H. NUSRET ZORLUTU- NA VEHBİ ECER - AYŞE İNCE - NECATİ SAVAŞ RIFKI YAZICI - A. NAİLİ ERDEM - NEJAT SEFERCİOĞLU -

Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

ilkokulu E-DERGi si 23 Nisan ın Önemi Sorumluluk Okulumuzda 23 Nisan Hedef Siir: Egemenlik Ulusundur 2017 Nisan Sayısı Bu Sayımızda:

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Defne Öztürk: Atatürk ün herkes mutlu ve özgür olsun diye hediye ettiği bayramdır.

yeni kelimeler otuzsekizinci ders oluyor gezi genellikle hoş geldin mevsim hoş bulduk ilkbahar gecikti ilkbahar mevsiminde geciktiniz kış mevsiminde

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Başbakan Yıldırım, Piri Reis Ortaokulu nda karne dağıtım törenine katıldı

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

iki sayfa bakayım neler var diye. Üstelik pembe kapaklı olanıydı. Basından izlemiştim, pembe kapaklı bayanlar için, gri kapaklı olan erkekler içindi.

Ekmek sözcüğü, sözlüklerde yukarıdaki gibi tanımlanıyor. Aşağıdaki görselin yanında yer alan tanımlar ise birbirinden farklı. Tanımları incele. 1.

M. Sinan Adalı. Eski zamanlarda yaşamış peygamberlerin ve ümmetlerinin başlarından geçen ibretli öyküler, hikmetli meseller

edersin sen! diye ciyaklamış cadı. Bunun hesabını vereceksin! Kadının kocası kendisini affetmesi için yarvarmış cadıya. Karısının bahçedeki marulları

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

Suriye'den Mekke'ye: Suriyeli üç hacı adayının hikâyesi

2. Sınıf Kazanım Değerlendirme Testi -1

Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekmiş. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başlamış. Gelip geçenler, adama:

İntikam. Ölüm Allah ın Emri


.com. Faydalı Olması Dileğiyle... Emrah& Elvan PEKŞEN

Başbakan Yıldırım, 39. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği ne gelen çocukları kabul etti

BÖLÜM 1. İLETİŞİM, ANLAMA VE DEĞERLENDİRME (30 puan) Metni okuyunuz ve soruları cevaplayınız. MUTLULUK HİKAYESİ

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

İSTİKLÂL MARŞI'MIZ. Her milletin bir milli marşı var fakat bizimkisi ayrı. Bizimkisi İstiklal Marşıdır, başka yazılamaz gayrı.

Bahadın, 2 Ağustos 2014 Sevgili Yoldaşlar, Canlar, Yol Arkadaşlarım, Devrimciler Diyarı Bahadın da buluşan güzel insanlar,

TATÍLDE. Biz, Ísveç`in Stockholm kentinde oturuyoruz. Yılın bir ayını Türkiye`de izin yaparak geçiririz.

DENEYLERLE BÜYÜYORUZ

Benzetme ilgisiyle ismi nitelerse sıfat öbeği, fiili nitelerse zarf öbeği kurar.

Ramazan Manileri // Ramazan Manileri. Editors tarafından yazıldı. Cuma, 25 Eylül :55

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3


Ü N İ T E L E N D İ R İ L M İ Ş Y I L L I K D E R S P L A N I

Ünite 01: Arapçada Kelime ve Cümle Çeşitleri

Senin bir yaşlı piri fani mi yoksa pırıl pırıl istikbal vadeden bir delikanlı yada erkek mi kadın mı olduğunu bilmiyorum.

Azrail in Bir Adama Bakması

ΣΔΛΙΚΔ ΔΝΙΑΙΔ ΓΡΑΠΣΔ ΔΞΔΣΑΔΙ. ΔΙΑΡΚΕΙΑ: 2 ώρες ΗΜΕΡΟΜΗΝΙΑ: 24 Μαΐοσ 2011 ΣΟ ΔΞΔΣΑΣΙΚΟ ΓΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΣΔΛΔΙΣΑΙ ΑΠΟ 8 (ΟΚΣΩ) ΔΛΙΓΔ. Τπογραφή καθηγητή:

Rafet El Roman. Amerika. Rafet El Roman. A memo. Burasý New York Amerika. Evler karýþtý bulutlara. Nasýl bir zaman. Nasýl bir yaþam.

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

23 NİSAN. Ferit Ragıp TUNCOR

1 Ahlâk nedir? Ahlâk; insanın ruhuna ve kişiliğine yerleşen alışkanlıklardır. İki kısma ayrılır:

AVCILIK. İnsanlığın tarihi kadar eski bir fenomen ve bir faaliyettir.

ANKET SONUÇLARI. Anket -1 Lise Öğrencileri anketi.

Dört öğrenci sabahleyin uyanamamışlar ve matematik finalini kaçırmışlar, ertesi gün hocalarına gitmişler, zar zor ikna etmişler. Arabaya bindik yolda

Geç Kalmış Bir Yazı. Yazar Şehriban Çetin

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

ΕΘΝΙΚΟ & ΚΑΠΟΔΙΣΤΡΙΑΚΟ ΠΑΝΕΠΙΣΤΗΜΙΟ ΑΘΗΝΩΝ ΤΜΗΜΑ ΤΟΥΡΚΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ ΚΑΙ ΣΥΓΧΡΟΝΩΝ ΑΣΙΑΤΙΚΩΝ ΣΠΟΥΔΩΝ Μάθηµα : ΤΟΥΡΚΙΚΗ ΓΛΩΣΣΑ II ΔΕΞΙΟΤΗΤΕΣ ΣΤΟΝ

ISBN :

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

Doğuştan Gelen Haklarımız Sadece insan olduğumuz için doğuştan kazandığımız ve tüm dünyada kabul gören yani evrensel olan haklarımız vardır.

Allah a Allah (ilah,en mükemmel, en üstün,en yüce varlık) olduğu için ibadet etmek

İÇİNDEKİLER. 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım...

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

Başbakan Yıldırım, Mersin Şehir Hastanesi Açılış Töreni nde konuştu

KILIÇDAROĞLU K.MARAŞ'TA

Gülmekten Öldüren Fıkralar - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

Anne Ben Yapabilirim Resimleyen: Reha Barış

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

Murat Çelebi 2. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Anlamı. Temel Bilgiler 1

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

Giovanni dışında bütün örenciler çok çalışıyor. O hiç çalışmıyor ama sınıfın en başarılı öğrencisi. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

BİR ÇOCUĞUN KALBİNE DOKUNMAK

Engin arkadaşına uğrar, eve gelir duşunu alır ve salona gelir. İkizler onu salonda beklemektedirler.

Recep in İlk Üç Orucunun Fazileti

KURTULUŞUN 95. YILI COŞKUYLA KUTLANDI

Sevgili dostum, Can dostum,

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

Sevgi Başman. Resimleyen: Sevgi İçigen

Maksut Genç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Emine Aydın. Resimleyen: Sevgi İçigen. yayın no: 104 ÇOCUKLAR için islâm TARiHi

Pirinç. Erkan. Pirinç (Garson taklidi yaparak) Sütlükahve söyleyen siz değil miydiniz? Erkan

ΥΠΟΥΡΓΕΙΟ ΠΑΙΔΕΙΑΣ ΚΑΙ ΠΟΛΙΤΙΣΜΟΥ ΔΙΕΥΘΥΝΣΗ ΜΕΣΗΣ ΕΚΠΑΙΔΕΥΣΗΣ ΚΡΑΤΙΚΑ ΙΝΣΤΙΤΟΥΤΑ ΕΠΙΜΟΡΦΩΣΗΣ ΤΟ ΕΞΕΤΑΣΤΙΚΟ ΔΟΚΙΜΙΟ ΑΠΟΤΕΛΕΙΤΑΙ ΑΠΟ ΕΞΙ ( 6 ) ΣΕΛΙΔΕΣ

Panayır, önce büyük bir insan kalabalığı demektir Kasabanın sakin hayatı bir anda birkaç günlüğüne hareketlenir, nüfusu 5 e 10 a katlanır

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

Bu kısa Z Nesli tanımından sonra gelelim Torunum Ezgi nin okul macerasına.

1 İslam ne demektir? Hazreti Peygamberimiz in (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği din olup bunu kabul etmek, Allah a ve resulüne itaat etmektir.

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Yönetici tarafından yazıldı Pazartesi, 24 Ağustos :42 - Son Güncelleme Çarşamba, 26 Ağustos :20

ÇALIŞKAN ARILAR EKİM AYI EĞİTİM PROGRAMI 1.HAFTA NELER ÖĞRENECEĞİZ HAFTANIN KONUSU:OKULUMUZ

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

Niğde Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Topluluğu Başkanı Okan Aktaş Toplulukta Görev almak bir İletişimci olarak bana çok faydalı oluyor

Turkiye' ye dönmeden önce üniversiteyi kazandığımı öğrenmistim. Hayatımın en mutlu haberini de orada almıştım.

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU

Transkript:

MUSTAFA YUNUS A. BİCAN ERCİLASUN H. NUSRET ZORLUTU- NA VEHBİ ECER - AYŞE İNCE - NECATİ SAVAŞ RIFKI YAZICI - A. NAİLİ ERDEM - NEJAT SEFERCİOĞLU - İKLİL KURBAN FETHİ GÖZLER - COŞKUN ERTEPINAR - YUNUS KÜRŞAD ŞÜKRÜ KA RACA - YAĞMUR TUNALI - MUSTAFA UĞURLU - AHMET ÖNAL - KUTLU ÖZEN - ABBAS BİLGİLİ - MUAMMER YILMAZ - HASAN KALLİMCİ - CELİL YÜCEDAĞ - HAYATİ BİCE

DOGUS EDEBİYAT DÖRDÜNCÜ SAYI Galip ERDEM Ayvaz GÖKDEMİR Osman Yüksel SERDENGEÇTİ Bahaddin KARAKOÇ Bsşir AYVAZOĞLU A. Turan ALKAN Ali AKBAŞ B. Bilge TOKER A. Adıvar ÜNAL H. vni YÜKSEL Mehmet DELİBAŞ M. Ruhi ŞİRİN imzalarıyla cnar Yılhk Abone:600 TL. 6 Aylık: 350 TL Haberleşme: P.K. 329 Kızılay- ANKARA P.Çeici no:«dogüş Dergisi 128589» (YALNIZ ABONELERİNE GÖNDERİLİR) ABONE KAYITLARINIZLA OMUZ VERİNİZ!.. OCAK YAYINLARI SUNAR : $ TÜRK İSLÂM ÜLKÜSÜ S. Ahmet ARVASİ # KUTLU TÖRE Alpek AKSOY $ TUTUKLU YÜREK Osman ÇEVİKSOY Genel Dağıtım : ANDA.&WÖFTJ

Ey Türk! Üstte Gök Cökmedikçe Altta Yer Delinmedikçe Senin Dini ve Töreni Kim Bozabilir? I I I d! «. IHIMI I HliamıJMMMMMItflMII Töre, T.C. Milli Eğitim Bakanlığı'nca Tebliğler Dergisi'nin 8 Kasım 1976 tarih ve 1906 numaralı sayısının 408. sayfasın- da tavsiye edilmiştir. * Her türlü haberleşme adresi : P.K. TÖRE DERGİSİ * ABONE ŞARTLARI : Yurt içi altı aylık Yurt içi yıllık Yurt dışı yıllık 211, Kızılay - ANKARA Tel : 16 02 99 Askerî personele, öğretmen ve öğrencilere yıllık Taahhütlö yıllık * : 550 TL. : 1000 TL. : 70 DM. 950 TL. : 1250 TL. Yurt İçi havaleler 71978 numaralı posta çekine; yurt dışı havaleler Akbank, Ankara Hasköy Şubesi 4421 numaralı hesaba yapılmalıdır. Basıldığı Yer : FON Matbaası Tel : 1126 95 ANKARA M L ÜK^^ P^^ AYLIK FİKİR ve SANAT DERGİSİ Kurucuları : Halide Nusret ZORLUTUNA Emine Işınsu ÖKSÜZ * Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü : YAŞAR EŞMEKAYA * Genel Yayın Müdürü : MEHMET ŞEREF ÖNAL İdâri İşler Müdürü : AYNUR CAN * Reklâm Tarifesi : Tam Sayfa 1/4 Sayfa : 15.000 / Yarım Sayfa : : 4.000 7.500 / SAYI ; 134 YIL : 12 TEMMUZ 1982

Bu Sayıda : MUSTAFA YUNUS Tezadlar Doç. Dr. AHMET BÎCAN ERCİLASUN Dil Akademisi, Türk Dil Kurumu ve Bir Vesika 9 HALİDE NUSRET ZORLUTUNA Mübarek Ramazan... 12 HAYATİ BİCE Duâ......... 14 Dr. A. VEHBİ ECER İslâm Dîninde Aklın Önemi... 15 AYŞE İNCE Yıldızlar Yılmaz. 17 NECATİ SAVAŞ Ramazana Girerken............ 18 RIFKI YAZICI Yasak 20 A. NAİLİ ERDEM Düşündükçe... 21 NEJAT SEFERCİOĞLU Gazel...... 24 İKLİL KURBAN Son Günler... 25 H. FETHİ GÖZLER Kelimeler Üzerine 32 COŞKUN ERTEPINAR Bir İncecik Mehmetti......... 35 YUNUS KÜRŞAD Şeml Divanından Seçmeler,.... 36 ŞÜKRÜ KARACA Göç Zamanı 43 YAĞMUR TUNALI Yazmak Güzel Şeydir... 44 2

MUSTAFA UĞURLU Gün Uzar Yüzyıl Olur 45 AHMET ÖNAL Çocukların Oyunu....... 48 KUTLU ÖZEN Ahî Yusuf Baba Türbesi 50 ABBAS BİLGİLİ Müslüman Ülkelerle İkisâdî Münasebetlerimiz 52 MUAMMER YILMAZ Tarih ve İbret ] 59 HASAN KALLİMCİ Çocuk Yayınları ve Çağdaşlık 62 CELİL YÜCEDAĞ Başkalaşmak 64 NOT DEFTERİ 66 TÜRK DÜNYASI DOSYASI 71 TÖREYE ABONE OLMAK İSTEYENLER : jç En yakın postahaneye giderek boş bir posta çeki alınız. Posta çekinin hesap numarası yerine 71978 numarasını yazınız. Alıcı yerine Töre Dergisi adını yazınız. Gönderici kısmına kendi adınızı ve adresinizi kaydediniz. ^r Töre Dergisine bir yıllık abone olmak istiyorsanız 1000 T.L. yatırınız, altı aylık 550' T.L.'dır. Kaçmcı sayıdan itibaren abone olmak istiyorsanız, posta çekinin arkasına, özel notlar bölümüne istediğiniz sayıları ve özel isteklerinizi yazınız. ^r Edebiyat, (şiir, makale, v.s.) ile uğraşan abonelerimizin çalışmalarını dergimizde yayınlayacağımızı bildiririz. Bu arkadaşlarımız, bize gönderdikleri yazıları iki aralıklı daktilo ile yazmalıdırlar, bu hususu bilhassa rica ediyoruz. Ayrıca resim ile uğraşan abonelerimizin resim, desen, figür ve diğer çalışmalarını yayınlamak üzere aşağıdaki adrese bekliyoruz.

Başyazı TEZ ADLAR Mustafa YUNUS İnsan davranışlarından tabiat hadiselerine kadar kâinattaki herşeyde ahenk esastır. Şiirde ve mûsikide olduğu gibi cemiyet hayatında da bir ahenk arayışı vardır. Beşerî münasebetlerde ahenk, huzura tekabül eder. Ahenksizliği doğuran, tezadlardır. Edebî faaliyetlerde bir ahenk unsuru olan tezadlar, siyasî ve sosyal sahada her zaman huzursuzluğun kaynağı olmuşlardır. Türkiye'nin yakın geçmişinde devlet ve cemiyet hayatı çarpıcı tezadlarla doludur. Sağlıklı bir cemiyette büyük infiallere sebeb olabilecek zıtlıklar, hızlı kültür değişmelerinin rahatsızlıklarıyla malûl olan cemiyetimizde vak'a-i âdiye'den sayılmağa başlanmıştır. Taha Akyol bu durumu şöyle izah ediyor : «Büyük zıtlıklar ancak geçiş toplumunda olabilir. O yüzdendir ki tarihte bütün büyük bunalımlar, çatışma^ lar, 'kanlı yıllar' hep geçiş dönemlerinde olmuştur. 'Geçiş'in neden neye olması değil, olması önemli bir çatışma ve bunalım kaynağıdır.» (Politikada Şiddet, Ank. 1980, s: 34) Sosyal değişmenin yarattığı tezadlarm yanısıra, düşmanlarımızın Türkiye üzerindeki hesapları ile korkak veya câhil bürokratlarımızın da Türkiye'nin bir tezadlar ülkesi hâline gelmesinde büyük rolü vardır. 12 Eylül 1980'den önceki döneme âit bir iki misâlle konuyu daha iyi açıklamak mümkün olacaktır. Terzi Fikri'nin belediye başkanı olduğu Fatsa'da yakınlarından birisi silahla yaralanan bir kadın yetkili kişiye giderek davacı olduğunu söyler. Aldığı cevap şöyledir : «Git işine bre kadın. Bizim de canımız var. Bu şikayetini Fikri duymasın ikimizi de temizletir...» (Ahmet Kabaklı, Tercüman, 23 Temmuz 1980) Bürokratın aczi mi desem yoksa ihaneti mi?... Rusya 30 Aralık 1979 Afganistan'ı işgal etmeye başlamıştı. Afgan milliyetçileri, iki buçuk yıldır, İstiklâl Harbi'nin Mehmetçikleri gibi, kanımız aksa da zafer İslâmm inancıyla Ruslar'a direnerek vatanlarını 4

savunuyor, destanlar yazıyorlar. Bu işgalden sonra bütün hür dünya ülkeleri gibi Türkiye'de hadiseyi kınamıştı. Ancak bazı gruplar ki bunların mensupları 12 EylüTden sonra yakalanınca devlete karşı savaş açtıklarını itiraf etmişlerdir Rusya'yı kınayan değil öven bildiriler dağıtmışlar, «darısı başımıza» mânasında bir yığın laf etmişlerdi. İşte tam o günlerde (20 Ocak 1980, saat : 14.00) televizyon Sibirya'yı tanıtıcı bir özel program yayınladı. Programı seyrettikten sonra not defterime şunları yazmışım : «Sibirya'yı tanıtıcı film öyle güzel hazırlanmış ki insanın Afganistan işgalini unutup, Moskof'a hayran olası geliyor. Meğer Ruslar ne temiz, ne asil insanlarmış. Bir yanda Afganistan'ı işgal eden, Afganistanlı müslümanları, Afganistanlı Türkleri katleden Moskoflar, bir yanda bizim televizyonun gayretkeşliği. Bu ne tezad ya Rabbi!» Henüz «murad almamış» nişanlı bir delikanlı olan Erzurum'lu Gülbey Karatas ile Bursa'dan üç çocuk babası İlbey Güneş adlı iki Türk askeri, 27 Şubat 1980 günü Adana'da komünistler tarafından şehit edildi. Bu adı güzel şehitlerin cenaze töreninde konuşan bölge sıkıyönetim komutanı özetle şöyle diyordu : «ilân edilmemiş bir iç harbi yaşıyoruz. Vatan hâini eşkiyalar iki erimizi şehit etti... Bu bedbahtları kimler yetiştirip karşımıza çıkarmıştır? Şehitlerimizin kanı yerde kalmayacaktır. Silahlı kuvvetlerimiz şehitleri bahasına bu savaşı kazanacaktır. Milletimiz bunlara dikkat etmeli fırsat vermemelidir.» Komutanın teşhisleri doğru, tavsiyeleri yerindeydi. Gerçekten de bir avuç vatan haini komünist, Türk milliyetçilerine, Türk ordusuna, Türk polisine kısacası Türk olan herkese ve herşeye harb ilân etmişti. Bir tarafta komünistler diğer tarafta Türkler vardı. Ne gariptir ki bu harbin taraflarından ikisini de besleyip büyüten, açtığı okullarda eğiten yine aynı devletti. Komutanın, «bu bedbahtları kimler yetiştirip karşımıza çıkarmıştır?» sorusuna, «efendim, öğretmenler, basm-yayın v.b.» gibi ifadelerle başlayan ve «sağa da sola da karşıyım» saçmasıyla biten uzun bir cevap vermek mümkün olmakla beraber, sualin doğru cevabı tek kelimeyle devlet'ti. Bir öğretmen derneği Maraş olaylarını milliyetçilerin yaptığını ve bunu protesto edeceğini ilân ederek ki bu olayları da komünistlerin plânladığı 12 EylüTden sonra ortaya çıktı 24 Aralık 1979 günü derslere girmeme kararı almıştı. O gün bütün Türkiye bir harb sahasına dönmüş, Ankara'da da birçok okulda derslere girilmemiş, sınıflar tahrip edilmiş, İncirli lisesinde meydana gelen çatışmada ise bir öğrenci ölmüştü. Olaylar hakkında yapılan tahkikatın sonuçlarını 8 Ocak 1980'- de Meclis'de açıklayan devrin Millî Eğitim Bakanı, «eylem»e katılan 5

Öğretmen sayısının 14516 olduğunu, bunların 4243'üne işten el çektirildiğini söylemişti. Fakat bir süre sonra, işten el çektirilen öğretmenlerden «pişmanlık dilekçesi» verenler, tekrar vazifelerine dönmeye başladılar. Âciz bürokrasi, aczini gölgeleyecek buluşlar yaparak oyalanırken, yarattığı çirkin tezadlarla da yüreğimizi dağlıyordu. 12 Eylül öncesinin tezadlarıyla Türk devleti yaşayamazdı. Devlet ya bu tezadları dağıtacak, ya da kendi dağılacaktı. Geç de olsa ordunun müdahalesiyle o devir kapandı. Akif'in «Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın» dediği gibi, biz de milletçe «Allah bize bir daha o günleri yaşatmasın» diyoruz. 12 Eylül 1980'den sonra devletin kaderini ellerinde tutanlar, memleketin vaziyetini gösteren konuşmalar yaptılar, tezadları sergileyip kınadılar. Onların görüşleri doğrultusunda, devlete bir çeki düzen verilecek, ahenk yeniden tesis edilecekti. Şimdi biraz da 12 Eylül'den sonraki olaylara göz atalım. Acaba gerçekten tezadlar ortadan kaldırıldı mı, yoksa hasbîlikten ziyâde hesabi ve zorâkiye benzeyen bir suskunluk, zıtlıkları ve çirkinlikleri gizlemekte midir? Devlet Başkanı Kenan Evren 12 Eylül 1980'de yaptığı ilk radyo-televizyon konuşmasında, memlektin hâlini çarpıcı tezadlardan örnekler vererek dile getirmişti. 16 Eylül 1980'de yaptığı basın toplantısında ise özetle, «Türk demokrasisi, Anayasa'nın dibacesinde belirtildiği gibi Atatürk İnkılâbları bazına oturtulmuştur... Her rejim kendini fikren savunacak muhafızlar ister... Türk demokrasi rejimi maalesef kendi kendini savunacak Atatürkçü görüşle teçhiz edilmiş yeni nesiller yetiştirilmesinde zaaf bilerek veya bilmeyerek düşürülmüş... Büyük Atatürk'ün Cumhuriyeti emanet edeceği gençlik yetiştirilememiştir... Amaçlarımıza ulaşmak için bize yol gösterecek olan ışık, her zaman olduğu gibi Atatürkçülük ve ilkeleridir» demişti. Devlet Başkanı 5 Ocak 1981'de Meclisde yaptığı Atatürk Yılı'nı açış konuşmasında ise Atatürk İlkeleri'ni şöyle açıklıyordu : «Atatürk'ün koyduğu ilkeler, belli bir kalıba sokulmaya veya dondurulmaya tâbi tutumadan, hayat gerçeğinden alınmış ve zamanın gereklerine göre yine inkılâpçı bir anlayışla, kendi yönlerinde geliştirilmesi igereken prensiplerdir. Ulusal bağımsızlık, ulusal egemenlik, cumhuriyetçilik milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, lâiklik, çağdaşlaşma, inkılâpçılık gibi ana ilkeler Türk inkılâbının temelleridir.» (Bkz: 12 Eylül Öncesi Ve Sonrası, Ank. 1981, s: 272) Millî Eğitim Bakanlığının, devlet başkanının bu açıklamalarından # sonra Cumhuriyet'i emanet edebileceğimiz bir nesli Atatürk ilkelerine 6

göre yetiştirmek için hemen faaliyete başlayacağını beklemek en tabiî hakkımızdır. Gerçekten de bakanlık birşeyler yapmaktadır ama yaptıkları devlet başkanının dediklerine ne kadar uygundur, yapılanlara bir göz atarak görelim : Millî Eğitim Bakanlığının yayını olan Tebliğler Dergisinin 6 Temmuz 1981 tarihli nüshasında, Atatürk İlkeleri, İnkılâp Tarihi derslerinde okutulmak üzere «Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, lâiklik, devletçilik, inkılâpçılık» olarak verilmektedir. Bu ilkeler, Devlet Başkanının saydığı «ana ilkelere» uymamakta fakat kapatılan bir partinin altı okuna aynen benzemektedir. Altı Ok'un 12 Eylül öncesi ne hâle getirildiğini de bu millet çok iyi bilmektedir. 12 Eylül'ün, yine Devlet Başkanı tarafından 16 Eylül 1980'de altı madde hâlinde ortaya konulan amaçlarından birincisi «millî birliği korumak»tır. Millî birliği korumanın yollarından birisi şüphesiz ki dilde birliği sağlamaktır. Bu da öncelikle Millî Eğitim ve Kültür Bakanlıklarının işidir. Bu hususla ilgili olarak Millî Eğitim Bakanlığı «Türk Dili Yüksek Danışma Kurulu» toplanmış ve bizzat Bakan 13 Nisan 1982 günü yaptığı konuşmada «yaşayan güzel Türkçeyi kullanalım» çağrısında bulunmuştur. Bakan bu çağrıda bulunmuştur bulunmasına ama, bu konuşmadan bir gün önce yapılan üniversiteye giriş birinci basamak imtihanlarında öyle bir uydurukça dil kullanılmıştır ki imtihan yapılalı aylar olduğu hâlde tartışması hâlâ devam etmektedir. Bakanlığa bağlı her derecedeki okullarda ise uydurma ve yanlış kelimeler, «Millî Eğitim Temel Kânunu»nun dilde aşırılığı yasaklayan âmir hükümlerine rağmen kullanılmaya hattâ teşvik görmeğe devam etmektedir. Meselâ Ankara'daki yüksek öğretmen okullarından birinde yayınlanan duvar gazetesinin adı EKİN'dir. Duyduğumuza göre kültür demek istiyorlarmış. Kültür Bakanlığı ise, kütüphanelerimizdeki bir milyon altı yüzbin el yazması kitabın, arşivlerimizdeki yüz milyon belgenin ve benzeri birçok gün ışığına çıkarılması beklenen kültür değerlerimizin varlığına rağmen müstakil olmaktan çıkarılmıştır. Oysa hızlı sosyal değişme Türk cemiyetindeki müşterek değerleri tahrip etmekte, belki de bu cemiyet tarihi boyunca kültür bakanlığına en fazla ihtiyaç duyduğu bir dönemi yaşamaktadır. «Anadolu insanının kıyafetine akseden renk unsurlarında zaman zaman zıtlıklar bulunur. Fakat bu insanın, kıyafetindeki renk zıtlıklarının yanısıra, ruhunda güçlü bir ahenk vardır. Şehirdeki okumuşlarımızın, elbiselerinin renklerini birbirine uydurmak için harcadıkları zamanın bir kısmını da, ruhlarındaki çelişkileri yoketmek için harcama- 7

lan daha doğru olmaz mı?» diye yazmışım, sevdiğim insan Sadık Kemal'le bir sohbetin ardından. Bu tesbitten hareketle tezadlarm asıl kaynağının okumuşlarımız olduğunu söylemek, herhalde isabetli bir teşhis olacaktır. Tezadları yansıtan o kadar çok misâl var ki. Sözü daha fazla uzatmadan bir de şu anarşistlere mâni olma meselesine temas etmek istiyoruz. Devlet Başkanı Kenan Evren, 13 Mayıs 1982'de Konya'da halka hitaben yaptığı konuşmada, öğrencilerin kendilerine gösterdiği coşkun tezahüratı da zikrettikten sonra şunları söylemişti : «Artık öu gençlerimiz, yarının büyükleri ve kendilerine bu vatanı emanet edeceğimiz bu gençlerimiz, aralarında evvelce olduğu gibi bugün anarşistleri ve teröristleri barındırmayacaklar ve onları silip süpüreceklerdir. Şimdi eğer sizler, gençlerimiz, okumak isteyen ve Türkiye Cumhuriyeti'ni yüceltmek isteyen gençlerimiz, aralarına böyle muzur kimselerin sızmalarını önlerlerse o zaman emniyet kuvvetlerine görev düşmeden kendi kendilerine bu işi halletmiş olurlar. Genç arkadaşlarımdan bunları bekliyorum.» (Tercüman, 14 Mayıs 1982). Devlet Başkanının Türk gençlerinden beklediği vazife çok tabiîdir. Elbette vatansever Türk gençleri böyle yapmalı, aralarında anarşistleri barındırmamalıdır. Ancak bu konuşma insana başka şeyleri de hatırlatmaktadır. Meselâ, anarşinin kol gezdiği 12 Eylül öncesi günlerde, anarşistlerle mücadele eden, Devlet Başkanının da belirttiği gibi bu «muzurları» aralarında barındırmak istemeyen fakat okumak isteyen gençler vardı. Bu gençlerin 12 Eylül'den sonra pek sesleri duyulmaz, isimleri geçmez oldu. İnsan «acaba bu gençlere ne oldu, şimdi neredeler» diye sormaktan kendini alamıyor. Herhalde topyekûn bir orduyu bile uğraştıran anarşistlerle hayatı bahasına mücadele eden, güvenlik kuvvetlerine yardımcı olan bu gençlere 12 EyıüFüen sonra teşekkür edilmiş, hattâ belki de devlet onları mükafatlandırmıştır. Çünkü devlet hayatında ahenk bunu gerektirir. Bu konuşmanın insana hatırlattığı bir başka şey de Atatürk'ün Büyük Nutuktaki şu sözleridir : «Komutanlar, emir vermiş olmak için emir vermezler. Gerekli ve uygulanabilir olan hususları emrederler ve emir verirken, kendini, o emri uygulayacak olamn yerine koymak ve emrin nasıl yerine getirilip uygulanacağını düşünmek ve bilmek lâzımdır». (Nutuk, 1000 Temel Eser Dizisi, 2. cilt. İst. 1975, s: 358) Türk devleti milletiyle birlikte cemiyetteki tezadları yoketmeye muktedirdir. Kısacası, tezadlar, sanatta ve tabiatta güzel görünebilir; lâkin bir devletin çökmesine sebep oluşunun örnekleri çoktur. 8

DİL AKADEMİSİ, TÜRK DİL KURUMU VE BÎR VEStKA Doç. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN Atatürk, Türk Dil ve Tarih Kurumlarını, ileride dil ve tarih akademilerinin çekirdeğini teşkil etsin diye kurmuştur. Bu konuda, bugüne kadar, kesin ve çürütülemez iki delil gösterilmiştir : 1. Atatürk, 1 Kasım 1936'da meclisin birinci dönem, ikinci toplanma yılını açarken aynen şunları söylemiştir : ((Başlarında kıymetli Maarif Vekilim bulunan, Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumunun, her gün yeni hakikat ufukları açan, ciddî ve devamlı mesaisini takdirle yâdetmek isterim Bu ulusal kurumların az zaman içinde, ulusal akademiler halini almasını temenni ederim. Bunun için, çalışkan tarih ve dil âlimlerimizin, dünya ilim alemince tanınacak, orijinal eserlerini görmekle bahtiyar olmamızı dilerim.» Bu sözler «Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri» adlı kitabın 1. cildinin 373. sayfasında yer almaktadır. Bu kitab, doğrudan doğruya meclis ve CHP kurultayları «Zabıt Ceridelerinden» Atatürk'ün konuşmaları alınarak hazırlanmıştır ve Hasan - Ali Yücel'in sunuş yazısıyla, Millî Eğitim Bakanlığı tarafından Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü yayımları arasında, 1945 yılında neşredilmiştir. görürdü.» 2. Âfet İnan, hâtıralarında aynen şunları yazmıştır : «Atatürk, Türk Tarih ve Dil Kurumlarının istikbalini akademi olmakta 9

Âfet tnan, Atatürk hakkında en mühim şahitlerden biridir; bilhassa Tarih Kurumu çalışmalarında her zaman O'nun yanında bulunmuştur. Bu sözler de Âfet tnan'ın «Atatürk'ten Hatıralar» kitabının 182. sayfasında yer almaktadır. Yukarıdaki kesin ve çürütülemez delillere karşı bugüne kadar hiç bir ciddî delil ortaya konamamıştır. İleri sürülen başlıca delil (?), «Atatürk isteseydi Dil ve Tarih Kurumlarını kurmaz, onların yerine akademiler kurardı» şeklinde özetlenebilir. Bunun bir «delil» değil, bir «muhakeme» olduğu ve yukarıdaki deliller karşısında ne kadar zayıf kaldığı ortadadır. «Muhakeme», ancak «delil»in olmadığı yerde söz konusudur. Atatürk, «bu kurumların akademiler halini almasını temenni ederim» diyor. Bu müspet ve müşahhas bir delildir. Bu söz ortada dururken «isteseydi şöyle yapardı» demenin bir mânâsı var mı? Atatürk, «Akademi olmasını temenni ederim» diyor; siz «hayır, isteseydi akademi kurardı» diyorsunuz. Bu delili çürütmek; «hayır, Atatürk böyle bir şey söylememiştir» demek ve bunu ispat etmekle ancak mümkün olabilir. Yukarıdaki delillere karşı ileri sürülen ikinci bir iddia daha vardır. O da, Atatürk'ün tam bir yıl sonra, 1 Kasım 1937'de, yine meclisi açarken söylediği şu cümledir : «Türk Tarih ve Dil Kurumlarının, Türk millî varlığını aydınlatan çok kıymetli ve önemli birer ilim kurumu mahiyeti alduğunu görmek, hepimizi sevindirici bir hâdisedir.» Bu sözler de yine «Söylev ve Demeçler»in 386. sayfasında yer alıyor. İddia sahipleri diyorlar ki «Atatürk, bir yıl sonraki bu sözlerinde akademiden bahsetmemiştir; o halde akademi fikrinden vazgeçmiştir.» Bu cümlenin, Atatürk'ün «bu ulusal kurumların akademiler halini almasını temenni ederim» sözüne zıt olmadığı, onu çürütmediği açıktır. «Akademi» kelimesinin tekrar kullanılmamış olması, bu düşünce ve arzudan vazgeçildiği mânâsına nasıl gelebilir? Bu yazıda, yukarıda zikrettiğim ve bugüne kadar sık sık tekrarlanan iki kesin delile bir üçüncüsünü ekleyeceğim. Biraz aşağıda vereceğim vesika, doğrudan doğruya Türk Dil Kurumu yetkililerinin kaleminden çıkmıştır. Atatürk'ün ölümünden bir ay önce kurumun başında bulunanların kaleminden. Türk Dil Kurumu'nun çıkardığı «Türk Dili - Belleten»in İlkteşrin (Ekim) 1938 tarihli (Atatürk vefat etmeden bir ay önce), 10 >

31-32, sayısında, 41. sayfada bir rapor vardır. Başlığı aynen şöyledir : «Türk Dil Kurumu'nun Kuruluşundanberi çalışmaları hakkında RAPOR». Aynı sayfadaki dip notunda da şu ibare yer almaktadır : «Bu rapor C.H.P.'ne sunulmuş ve Partinin çıkardığı XV. yıl kitabına da girmiştir.» Şimdi, Türk Dil Kurumunun doğrudan doğruya kendisinin hazırladığı ve C.H.P.'ne sunduğu raporu «Dil çalışmalarının safhaları» alt başlıklı kısmını aynen aktarıyorum : «Türk Dil Kurumu, bir yandan harf inkılâbıyle başlanan inkılâpçılık yolundaki çalışmaları hızlı hamleler halinde ileri götürmek, bir yandan da genel dil bilimi ve Türk dilciliği üzerinde sürekli çalışmalar yaparak yarınki Türk akademisinin temel taşmı kurmak gibi iki katlı bir ödevi omuzlarına almış ve kuruluşundanberi bu iki saha üzerinde durmadan çalışmıştır.» Görüldüğü gibi, Atatürk'ün 1936'daki temennisi, 1938 yılında, kurumun kendi hazırladığı rapora girecek derecede tahakkuk safhasına yaklaşmış bulunuyordu. Kurum, kendi kendisini iki «ödev» ile mükellef sayıyordu : 1) «İnkılâpçılık yolundaki çalışmaları hızlı hamleler halinde ileri götürmek», 2) «Yarınki Türk akademisinin temel taşını kurmak». Rapordan aktardığımız kısımda yer alan «kuruluşundanberi bu iki saha üzerinde durmadan çalışmıştır.» ifadesi de; Türk Dil Kurumunun daha kurulduğu günden beri geleceğin dil akademisi olarak düşünüldüğünü ve çalışmaların buna göre yürütüldüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Bir noktaya daha temas etmek gerekir. Atatürk, bu kurumların bir «Bilimsel Akademisi» halini almasını düşünmemiştir. O, Türk Dil Kurumunun «Türk Dili Akademisi», Türk Tarih Kurumunun da «Türk Tarihi Akademisi» olmasını düşünmüştür. Atatürk'ün arzusuna zıt olarak, yapılması muhtemel bir hatayı önlemek için O'nun 1936'daki sözünü tekrarlıyorum : «Bu ulusal kurumların az zaman içinde, ulusal akademiler halini almasını temenni ederim.» Atatürk, «bu ulusal kurumların» yani Dil ve Tarih Kurumlarının; «ulusal akademiler halini almasını» diyor. Burada dikkat edilecek nokta «ulusal akademiler» ifadesidir. «Ulusal bir akademi» veya «ulusal akademi» demiyor, «ulusal akademiler» diyor. İki kurum var : Dil Kurumu ve Tarih Kurumu. Bunlar «ulusal akademiler» halini alacak. Demek ki Türk Dil Kurumu «Dil Akademisi», Türk Tarih Kurumu «Tarih Akademisi» olacak. Atatürk'ün arzusuna uyulmak isteniyorsa, bu noktaya bilhassa dikkat etmek gerekir. 11

Ninelerimizin, dedelerimizin «On bir ayın bir Sultanı» diye kul köle olduklarım, «Mak-ı gufran» diye sevgi, saygı ve huşu ile karşıladıkları mübarek ramazan bu yıl da geldi, geçecek... Arkasmdan mübarek bayram... Biz yaştakiler için bu günlerin bambaşka bir anlamı, bambaşka bir tadı vardır ve bu tat içinde, eski ramazanları, eski bayramları hatırlar, Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer! diye göğüs geçiririz. O «Geçmiş Zaman»ı bu günün gençlerine masal anlatır gibi anlatıyoruz; onlar da bazan merakla, hattâ hayranlıkla, bizi dinliyorlar ama bizim içinde yaşadığımız o günlerin manevî zevki, heyecam; o güzel çarpıntı, o gönül hoşluğu... nasıl anlatılır?... Çocuklarımıza bu ışıklı duygular nasıl aktardır!... Hayır bütün bunlar anlatılmakla anlaşılmaz. Yaşamak, yaşıyarak duymak gerek! Halbuki biz, maalesef, geçmişin güzel geleneklerinden adım adım - daha doğrusu koşaradım - uzaklaşmaktayız. O ramazan hazırlıkları, bayram hazırlıkları; o telâş, heyecan... Pek sevilen, pek sayılan; eli kolu en güzel hediyelerle bir misafiri beklercesine o tatlı bekleyiş!... 12

Zengin konaklara arabalar dolusu gelen erzak - pirincinden, unundan, yağından, şekerinden çeşitli peynirlerine, Zeytinlerine kadar - hemen yarı yarıya, mahallenin küçük, yoksul evlerine aktarılırdı, hem de sessiz sedasız, kimseler duymadan! «Sağ elin verdiğini sol el duymamak!» derlerdi ninelerimiz. Şimdiki gibi verenin, alamn adını, resmini gazetelerle yedi iklime ilân etmek nerde, çok defa evin içindekiler bile, neyin nereye gittiğini bilmezlerdi. Sonra o iftar sofralarının güzelliği, zenginliği... Çiçek bahçesi mi dersiniz, kuyumcu dükkânına mı benzetirsiniz? İri Zümrütler gibi incir, nadide yakutlar gibi Vişne, kehribardan daha alımlı kayısı, elmaslardan daha parlak kabak reçelleri... Bunlar annelerimizin, bir lâboratuvar gibi tertemiz özel mutfaklarında onların mübarek hünerli elleri ile hazırlanır, «ince Kiler» in tiril tiril keten örtülü raflarına kavanozlar dolusu dizilirdi. İftar sofralarını insan, bütün acıkmışlığına rağmen, yemeğe başlamadan biraz temaşa etmek isterdi. Bayram hazırlıkları ve bayram günlerinin sevinçli ziyaretleri de bir başka âlemdi! Evin çocuklarından, büyüklerinden; kadın, erkek hizmetkârlara kadar hepsi tepeden tırnağa donandıktan başka, komşu «Küçük evlere» de gene gizlice, bohçalar dolusu giyim eşyası gönderilirdi. Bayam sabahından itibaren de ziyaretler başlardı : Yakınlık derecesine göre, gençlere, kale münasip, zarif, hoş hediyeler; çocuklara mendiller, oyuncaklar, çil çil paralar... Hey gidi günler hey!... Şimdi büyükler yılda iki defacık gelen «Dinî Bayram» larımızın merasiminden yorulup sıkıldıkları için bu kutsal günlerde memleket memleket kaçıp otellere sığmıyorlar. Yurdumuzda misafir yabancıların kendi dinî bayramlarına verdikleri büyük önemi ve özeni gördükçe insan, daha da bir fena oluyor!... Ramazanınız kutlu olsun aziz okurlarım! 13

\tm'm bilisi D U Â Gelen hicrî bîndörtyüz : Gecelerime gündüz, Şehidlerce ölümsüz Zaferler ver Allah'ım! Çalışıp canla, dişle, İslâm'da dirilişle, Alın teri döküşle, Bereket ver Allah'ım! 14 Nefsimizi aşmanın, İslâm'ı yaşamanın, Mânâya ulaşmanın, Aşkını ver Allah'ım. Resulüne muhabbet, Küfre karşı metanet, Esir Türk'e hürriyet; Devlet-i ebed müddet Tadını ver Allah'ım! Hayati BİCE

İSLÂM DİNİNDE AKLIN ÖNEMİ Dr. A. Vehbi ECER İslâm Dini ve bu dinin ana kitabı Kur'an-ı Kerîm insanları düşünmeye, muhakeme etmeye, başka ifadeyle aiklını kullanmaya çağırır. Akıl, kelime olarak zararlı haeketlerden meneden şeydir. Sözlüklerin ve ansiklopedilerin verdikleri ortak bilgilere göre akıl, insanın bilme, tedbir alma, düşünme gücü ve iyiyi kötüden ayırma, gerçek ve doğru bilgiye ulaşma kabiliyetidir (1). Akıl, insanları ilme ve gerçek bilgiye ulaştırır. İslâm bilginlerinden Gazzalî akıl için «her türlü hastalıklardan uzak sağlam bir göz» ifadesini kullanır (2). İnsanoğlu akılla, gerçeğe, hakikata, doğruya, ilme koşar; dünya hayatını akılla düzenler. Kutsal kitabımız Kur'an-ı Kerîm, aklını kullanmayan kimseleri sağır, dilsiz ve kör olarak nitelendirmiştir. Çünkü aklını kullanmayan insan iyiyi-kötüyü, güzeli-çirkini,yanlışı-doğruyu birbirinden ayıramıyan, inancını ve tercihini izah edemiyen inatçı, körü-körüne inkarcı kişilerdir. Bunlar için Kur'an-ı Kerîm'de Bakara Suresinin 171. âyetinde Yüce Allah şöyle buyurur : «İnkâr edenlerin durumu, çağırma ve bağırmadan başkasını duymayarak haykıran gibidir. Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, bu yüzden akledemezler.» Kur'an-ı Kerîm'de Yüceler Yücesi, Yaratıcı, Güçlü bir Tanrıya inanmayı ve tapmayı bırakıp elleriyle yaptıkları putlara tapanların akılsızlıkları, ilkellikleri göz önüne serilmiş, Peygamberimiz onları defalarca doğru yola çağırmış, gerçek ve akılcı inanış Kur'an'la onlara bildirilmişken akıllarını kullanmayan ve yanlış bilgilere, hurafelere inanmakta inat eden ilkel insanlar için çok ağır ifadeler yer alır : «Yazıklar olsun size de, Allahı bırakıp taptıklarınıza da. Akletmiyor musunuz? Enbiya/67» «De ki : Görenle görmeyen bir olur mu? Düşünmüyor musunuz? En'am/50» «Allah katında, yeryüzündeki canlıların en kötüsü, gerçeği akletmeyen sağırlar ve dilsizlerdir. Enfâl/22, ayrıca Furkan/43-44» Kur'an'ın bizzat kendisi, düşünülmek, akledilmek, anlaşılmak üzere inmiştir. Sâd Suresinde (Ayet/29) Tanrımız : «Ey Muhammed! Sana indirdiğimiz bu Kitab mübarektir; âyetlerini düşünsünler, aklı olanlar da öğüt alsınlar» diye buyurur. Kur'an'ın düşünülmesi, Kur'an'dan öğüt alınması onu anlamakla mümkündür. Peygamberimizin bulunduğu, yaşadığı cemiyetin diliyle Kur'an'ın geliş sebebi de Kur'an.m anlaşılması ve düşünülmesi zaruretidir. Çünkü Yusuf suresinde (Ayet/2) 15

«Biz onu (yani Kur'an'ı) anlayasınız diye arabça okunmak üzere gönderdik» diye buyuran Allah başka bir âyette aynı hususa şöyle işaret eder : «Apaçık Kitaba andolsun ki, akledesiniz diye Kur'an'ı arapça okunan bir Kitab kılmışızdır. Zuhruf/2-3» Kur'an-ı Kerim, aklı kullanmak için insanların gözlerini tabiata, tabiattaki olaylara, daha önce yaşamış milletlerin davranışlarına çevirmelerini ister. İnsanların tabiat olaylarını düşünerek Allah'ın varlığı, birliği, yüceliğini bulmalarını sağlamak için Kur'an'da örnekler verilir: «Bu insanlar, devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yerin nasıl yayıldığına bakmazlar mı? Gâşiye/20, ayrıca bakınız : Bakara/164, A'raf/184-185, Ra'd/2-4» Aklını kullananlar doğru yolu bulur, kendisi, ailesi, milleti için faydalı olanı bilir, yararlı bir insan olur. Aklını kullanan insan inançta da doğruyu bulur, hurafelerden, bâtıl inanışlardan, ilkelliklerden uzak; gerçek ve Hak dine yönelir, sözlerin güzeline uyar, işlerin faydalısını seçer ve yapar. Böyle insanlar herkesçe sevildiği gibi, Yüce Tanrımız tarafından da sevilir. Bu hususu Allah Kur'an-ı Keriminde şöyle anlatır : «Şeytana kulluk etmekten kaçmıp, Allah'a yönelenlere, onlara, müjde vardır. Ey Muhammed! Dinleyip de, en güzel söze uyan kullarımı müjdele! İşte Allah'ın doğru yola eriştirdiği onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir. Zümer/17-18» Dinimiz akletmeyi, aklı kullanmayı emrettiği gibi, dinimizin emir ve yasaklarının hepsi de akla uygundur. Emrettiği ve yasakladığı herşeyin aklî olarak faydasını açıklamak mümkündür. Peygamberimiz «Din (yani İslâmiyet) akıldır, aklı olmayanın dini de yoktur» buyurmuşlardır. Sorumluluklar, dindeki yapılması emredilenleri yapması istenilenler akıllı olanlar ve ergin yaşa gelenlerdir. Çocuklar ve delilerden, yani aklını kullanamıyanlardan, dinî sorumluluk kaldırılmıştır. O halde, kesinlikle İslâm Dini düşünmeyi, akletmeyi, aklı kullanmayı emreden akıl dinidir. (3) 1. Pars Tuğlacı, Okyanus, I, 48; Mütercim Âsim, Terceme-i Kamus, III, 1447; Türk Ansiklopedisi, I, 133; Seyyid Şerif el-cürcânî, Ta'rifiât, 101. 2. Gazzâîî, el-iktisad M-İ'tikad, 2. 3. Bu konuda ıbilgi ve bibliyografya için bakınız : Dr. A. Vehbi Ecer, Türk Din {Bilgini Matüridi, Ank. 1978; İmanın Akıl ve İlimle Münasebeti, 1963; Hicri Üçüncü Asra Kadar İslâmda Akıl Mektebinin Kuruluşu, (Y. İslâm Enstitüsü Öğretim Üyeliği tezi) basılmamış; Akim dinde kullanılma yeri ve metodu için balanız : Dr. A. Vehbi ECER, İslâm Mezhepleri Tarihine Giriş, Kayseri, 1980. 16