İYYAKE NA'BUDU VE İYYAKE NESTA'IYN-8 26 Şaban 1436 / 13 Haziran 2015

Benzer belgeler
5 Kimin ümmetisin? Hazreti Muhammed Mustafa nın (sallallahu aleyhi ve sellem) ümmetiyim. 6 Müslüman mısın? Elhamdülillah, Müslümanım.

HÜCCETİN İKAMESİ VE ANLAŞILMASI

ŞİRK VE ÇEŞİTLERİ EBU SEYF

Gerçek şudur ki bu konu doğru dürüst anlaşılmamıştır; hakkında hiç derin derin düşünülmemiştir. Ali-İmran suresinde Allah (c.c.) şöyle buyurur; [3]

Sabah akşam tevâzu içinde yalvararak, ürpererek ve sesini yükseltmeden Rabbini an. Sakın gâfillerden olma! (A râf sûresi,7/205)

İmanda Mürakebe Bilinci - Akaid - Dr. Mehmet Sürmeli'nin kişisel web sitesine hoşgeldiniz.

Gizlemek. أ Helak etmek, yok etmek أ. Affetmek. Açıklamak. ا ر اد Sahip olmak, malik olmak. Đstemek,irade etmek. Seçme Metnler 25

Sevgili dostum, Can dostum,

Okuyarak kelime öğrenmenin Yol Haritası

TAKVA AYI RAMAZAN TAKVA AYI RAMAZAN. Rahman ve Rahim Allah ın Adıyla

Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

Tragedyacılara ve diğer taklitçi şairlere anlatmayacağını bildiğim için bunu sana anlatabilirim. Bence bu tür şiirlerin hepsi, dinleyenlerin akıl

Buyruldu ki; Aklın kemali Allah u Teâlâ nın rızasına tabi olmak ve gazabından sakınmakladır.

Efendim, öğrendiklerimin ikincisi; çok kimseyi, nefsin şehvetleri peşinde koşuyor gördüm. Şu âyet-i kerimenin mealini düşündüm:


8. KÂFİRÛN SÛRESİ ÖĞRENELİM

NİÇİN EVLENMEDEN ÖNCE İNSANIN KENDİNİ TANIMASI ÇOK ÖNEMLİDİR? YA DA KENDİNİ TANIMAK NEDİR?

7- Peygamberimizin aile hayatı ve çocuklarla olan ilişkilerini araştırınız

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

Orucun tutulacağı günler olduğu gibi tutulmayacağı günlerde vardır. Resûlüllah sav bizzat bunu yasak etmiştir.

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

MOTİVASYON. Nilüfer ALÇALAR. 24. Ulusal Böbrek Hastalıkları Diyaliz ve Transplantasyon Hemşireliği Kongresi Ekim 2014, Antalya

Bu yazı sitesinin sahibi hacı Mehmet Bahattin Geçkil tarafından hazırlanmıstır Herhangi bir medyada yayınlanması

Başlangıç Çizgisi (iyyake na'budu VE iyyake nesta'iyn) Şevval 1436 / 25 Temmuz 2015

:48 FİLİZ ESEN-BİROL BAŞARAN

ISLAM Kim, Îslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.

Hocam: İmam Hatip Lisesi ni okuyup da ne olacak? Burada bir İmam Hatipli olarak soruya mı üzüleyim yoksa soru sorana mı?

Rab le Yürüyorum. Bu bölümde Eski Antlaşma kullanılmaktadır!

İYYAKE NA'BUDU VE İYYAKE NESTA'IYN-2 13 Receb 1436 / 02 Mayıs 2015

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Peki, bu bayramın bizlere nasıl hediye edildiğini biliyor musunuz? Dilerseniz bu kıssayı hep birlikte hatırlayalım.

Aynı kökün "kesmek", "kısaltmak" anlamı da vardır.

Hz. Adem den Hz. Muhammed (s.a.v.)e güzel ahlakı insanda tesis etmek için gönderilen dinin adı İslam dır.

KOKULU, KIRIK BİR GERÇEĞİN KIYISINDA. ölüler genelde alışık değiliz korkulmamaya, unutulmamaya... (Özgün s.67)

1) İngilizce Öğrenmeyi Ders Çalışmak Olarak Görmek

BESMELE VE ALLAH LAFZ-I CELÂLİ'NİN SAYIMLARI

Rahmân ve Rahîm Ne Demektir?

İÇİNDEKİLER. Maide Suresi 116 Ve 117. Ayetlerinin Manası Nedir? Teveffi Kelimesi Ve Arap Dili. Teveffinin Manasıyla İlgili Hodri Meydan

Kızla İlk Buluşmada Nasıl Sohbet Edilir? Hızlı Bağ Kurma Teknikleri

Wessalatu wesselamu ala Rasuluna Muhammedin we ala alihi we sahbihi ecmain. Allahumme Rabbena ya Rabbena takabbel minna inneke entessemiul alim.

7.SINIF SEÇMELİ KUR AN-I KERİM DERSİ ETKİNLİK (ÇALIŞMA) KÂĞITLARI (1.ÜNİTE)

Ezan Vakti/Kuran-ı Kerim Pro [Faydalı Android Uygulamalar]

Okul Başarısı Anne Babalardan Dualar İster (2) Perşembe, 06 Aralık :11. Dualar Beddualar

ALEMLERİN EFENDİSİ NİN (SAV) DİLİYLE KUR AN

Arap diliyle tesis edilen İslam a dair hakikatler diğer dillere tercüme edilirken zaman ve zeminin de etkisiyle gerçek anlamından koparılabiliyor.

MEF İLKOKULU MART-NİSAN AYI DEĞERLER EĞİTİMİ ÇALIŞMALARI

Okul Çağı Çocuğunda Sevgi Yetersizliği Çalma Davranışına mı Neden Oluyor? Pazartesi, 02 Eylül :14

İnsanı Okumayı Bilir. R. ŞAFAK KEKLİK

Değişen Değerlerimiz. Çizim: Nat Wibberley

UYGULAMA 1 1. Aşama Şimdi bir öykü okuyacağım, bakalım bu öykü neler anlatıyor?

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

Mirza Tahir Ahmed Hazretleri Cuma Hutbesinde, duanın aşağıdaki bahsedilen durumda şartsız olarak kabul edileceğini söyledi;

1. İnanç, 2. İbadet, 3. Ahlak, 4. Kıssalar

Bir gün Hz. Ömer (r.a) camiye giderken bir çocuğun da acele acele camiye gittiğini görür. Hz. Ömer (r.a):

SORU-- Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Kültürümüzden Dua Örnekleri. Güzel İş ve Davranış: Salih Amel. İbadetler Davranışlarımızı Güzelleştirir. Rabbena Duaları ve Anlamları BÖLÜM: 3 URL:

Dil Gelişimi. temel dil gelişimi imi bilgileri

Prof.Dr. Jeffrey H. Lang ın İlk Namazı

O, hiçbir sözü kendi arzularına göre söylememektedir. Aksine onun bütün dedikleri Allah ın vahyine dayanmaktadır.

Bir selam ile selamlandığınızda ondan daha iyisiyle veya aynısıyla selamı alın (Nisa 86)

Kur an Kerim ayetlerinde ve masumlardan nakledilen hadislerde arş ve kürsî kavramlarıyla çok

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Hayalindeki Kadını Kendine Aşık Etmenin 6 Adımı - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

Dinlerin Buluşma Noktası. Antakya

KUR'ANDAN DUALAR. "Ey Rabbimiz, Bize dünyada bir iyilik, ahrette bir iyilik ver. Bizi ateş azabından koru." ( Bakara- 201 )

Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Kulübü Başkanı Metin Baykal: Halkla ilişkilerci girişken olmazsa çok şeyi kaybeder..

Asker hemen komutanı süzerek cevap vermiş; 1,78! Komutan şaşırmış;

SAHİP OLDUKLARIMIZI KORUMANIN 4 RUHSAL ADIMI

Cümle, bir düşünceyi, bir dileği, bir haberi ya da duyguyu tam olarak anlatan, bir veya birden çok sözcükten oluşmuş anlatım birimidir.

İLİM ÖĞRETMENİN FAZİLETİ. Bu Beldede İlim Ölmüştür

Edeb Ya Hu! Cumartesi, 03 Ocak :31

"Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde" diyen Ziya Paşa nın sözleri ne kadar da manidardır.

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

Yayınevi Sertifika No: Yayın No: 238. HALİM SELİM İLE 40 ESMA Mehmet Yaşar

M VE NAZARDAN KORUNMA VE KURTULMA YOLLARI. lar aha beteri. dir veya 7 2. Y. 4. a bakarak " " dersek h 6. olarak sadaka verme.

ISBN :

Dua ve Sûre Kitapçığı

Yani küfredenler ister Ehli Kitaptan olmuş olsunlar ister müşriklerden; kendilerine beyyine gelene kadar küfürlerinden ayrılamazlardı.

Evlenirken Nelere Dikkat Edilmeli?

1 Ahlâk nedir? Ahlâk; insanın ruhuna ve kişiliğine yerleşen alışkanlıklardır. İki kısma ayrılır:

Başarı Hikayelerinde Söke Ekspress Gazetesi ve Cumhuriyet Ofset Matbaasının sahibi, 1980 yılından bu yana üyemiz olan Yılmaz KALAYCI ya yer verdik.

ŞIRK. Inanc hastaligi

Eğitim Programları ANA HATLARIYLA İSLAM DİNİ

VERİMLİ DERS ÇALIŞMA İÇİN ÖNERİLEN ÇEŞİTLİ ÇALIŞMA METODLARI

Hıristiyanlık inancında Hz. İsa (a.s.) ın konumu nedir?

Her hakkı saklıdır. Ticarî amaç ile basılamaz ve çoğaltılamaz. Copyright

EHL-İ SÜNNET'İN ÜSTÜNLÜĞÜ.

NOT : İMAM-I RABBANİ Hz. bundan önceki mektuplar gibi. bunu da büyük şeyhi Bakibillah'a yazmıştır.

Hafta Sonu Ev Çalışması HAYAL VE GERÇEK

بسم هللا الرحمن الرحيم DAR'UL HARP NEDİR VE DAR'UL HARP HALKINA NASIL MUAMELE EDİLİR?/HAMD BİN ATİK (RH.A) ed-durar us seniyye, 9/

Hz. Peygamber'in ilk muhatapları olan Mekkelilerle mücadelesini anlatan Kur'ân'da tam

KURAN YOLU- DERS 3. (Prof.Dr. Mehmet OKUYAN ın Envarul Kuran isimli 3 no lu dersinin ilk 50 dakikasının özeti)

İYYAKE NA'BUDU VE İYYAKE NESTA'IYN-1 13 Receb 1436 / 02 Mayıs 2015

Bize kısaca kendinizi tanıtır mısınız? Bugüne kadar hangi okullarda okudunuz?

Birazdan, 2018 / 3. (13/10/2018) Döneminde yapılan SMMM Staja giriş sınavı sorularına ve çözümleri bakacağız.

İmam-ı Muhammed Terkine ruhsat olmayan sünnettir der. Sünnet-i müekkededir.[6]

İnsanı Diğer Canlılardan Ayıran Özellikler

Can kardeş Rehberlik ve Psikolojik Danışma Birimi Nisan Ayı Rehberlik Bülteni Can Velimiz ;

Transkript:

152 İYYAKE NA'BUDU VE İYYAKE NESTA'IYN-8 26 Şaban 1436 / 13 Haziran 2015 Selamün aleyküm. Bugün için planladığımız kısmı inşaallah bitirebilmeye gayret edeceğiz. Çünkü konu bir yerde kendi içinde tamamlanmış olacağından sonraya kalmadan bazı önemli cümleleri paylaşma fırsatı bulacağız. O yüzden başarabilirsem biraz hızlı gitmeye gayret edeceğim inşaallah. Geldiğimiz kelime Hanif; Mütekebbir'lere sırtını dönen. "Ben de Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddiasında bulunanlara, kendi adlarına "BEN" diyenlere ve onların hayat tarzlarına geri dönmemek ve bakmamak üzere, sıkı ve inatla sırtını dönen kişi; hanif. Şimdi Kur an dan Hanif le ilgili idrakımızı yükseltecek, amele çevirecek ders yapalım. Oradan bazı sonuçlara ulaşarak Yöneliş ile ilgili konumuzu süzüp bir yere getirmeye çalışacağız. "De ki: "Ey, insanlar! Eğer benim dinimden şüphe içindeyseniz, (bilin ki) ben sizin dȗnillahi (algı sonucu müstakilen var ve muhtar güçler sanarak) taptıklarınıza kulluk yapmam. Fakat sizi vefat ettirecek olan Allah a kulluk ederim. Ve ben mü minlerden olmakla emrolundum. Ve (şununla da emrolundum): Vechini hanif olarak Dîn e tut ve sakın müşriklerden olma. Ve sana ne fayda ne de zarar verecek olan dȗnillahi (algı sonucu müstakilen var ve muhtar güçler sanılan) şeylere dua etme. Eğer böyle yaparsan o zaman muhakkak ki, sen zalimlerden olursun." (Yunus; 104-106) Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem kendisine emir verilen hanif merkezli davranış biçimini bize duyurdu. Bir yere gelmeye çalışıyoruz, yeni bir kelime öğrenerek Hanif davranışa katkı yapacağız. Ayette buyruluyor ki; "Ve şununla da emrolundum; Vechini hanif olarak dine tut ve sakın müşriklerden olma. Hanif i tarif ettik, şimdi yanına bir tanım daha eklendi; vechini hanif olarak dîne tut. Devam edeceğiz ama iki ayet daha okuyalım. Vechini (o) Tek Dîn e Haniyf olarak doğrult. O Allah fıtratına ki, insanı onun üzerine yaratmıştır. Allah yaratışında değişiklik olmaz. İşte bu Diyn-i Kayyım'dır. Fakat insanların ekseriyeti bilmezler. (Rum-30) Allah a haniyfler olarak, O na şirk koşmaksızın (iman edin yönelin). (Hac-31) Bu ayetlerden yine ayetle tanımlamak üzere kendimize bir sonuç, bir kaç prensip çıkaracağız. O prensiplerimizi birleştirerek yönelişimizi tanımlayacağız. Bu ayetlerden ulaştığımız birinci prensip şu ki; vechini o tek dine hanif olarak doğrult. Öğrenmemiz, anlamamız gereken kelime vech. Bir de din kelimesi var. Hanif i paylaşmıştık. Bütün bu kelimelerle yani Hanif Vech ile yönelmemiz istenen şey o Tek Dîn. Oradaki "Dîn" kelimesini tanımımızda yerine koyabilmemiz için onu Kur an dan üç ayette ders yapalım. Muhakkak ki; Allah indinde Dîn İSLAM dır. (Al-u İmran; 19) Size dîn olarak İslam ı uygun gördüm. (Maide-3) Kim dîn olarak İslam dan başkasına yönelirse, bu ondan kabul edilmeyecektir. (Al-u İmran; 85). Kelimelerimizi tekrar edelim; hanif, vech, dîn. Şimdi dînin ne olduğunu öğrendik; dîn bir sistem demektir. Dünya hayatında insanlar için çok sistem var. Allah ın sistemleri çok ama bizim konumuz olan dîn, konumuzu işaret eden dîn "hayat tarzı" demektir. Dolayısıyla, ayette; "Şu hayat tarzına hanif olarak doğrulun" önerisi var. Ama o hangi hayat tarzı? İşte onu öğrendik ki, Allah indinde makbul olan bir hayat tarzı vardır; o İslam'dır. "Size hayat tarzı olarak İslam ı uygun gördüm" ayeti var. Bu üç ayetten de bir prensip çıkarıyoruz, o da Maide-4'dür: Size dîn olarak İslam ı uygun gördüm. İslam kelimesini zihnimizde hemen bir manaya

Yılmaz Dündar 153 açabilmek için onun doğrudan, yalın karşılığına bakarsak; İslam teslim demektir. İslam teslimdir. Eğer teslim olursa teslim olan da Müslüman'dır. Prensipler oluşturduğumuz için dersimize devam ediyoruz: O kime teslim? Elbette ki, öğreniyoruz ki Rabbül Alemiyn e teslim. Fakat bu teslim nasıl olacak? Ne olursa, ne yaparsak Allah a teslim olmuş oluruz? Eğer bunu yapabileceğimiz şekilde tanımlayamazsak amele çeviremeyiz, yöneliş olarak da yapamayız. Yönelişimizi yapabileceğimiz, anlayabileceğimiz bir tanıma çevirmek için, bu kelimelerle prensipler oluşturup sonra onları tanımlamaya çalışıyoruz. Tekrar ediyorum: Ayette hanif, vech ve dîn geçti. Hanifi tanımladık, Allah indinde dîni öğrendik; İslam. İslam kelimesinin bize teslim manasına geldiğini öğrendik. Şimdi bu teslim i ayetlerle açmalıyız; o ne demektir, nasıl teslim olacağız? De ki: Muhakkak ki; Rabbim beni sırât-ı müstakıym e, dosdoğru dîne, hanîf olan İbrahim in dîni ne hidayet etti. O müşriklerden değildi. (En am-161) Muhsin olarak vechini Allah a teslim edenden ve hanîf olarak İbrahim in dîni ne tabi olandan dîn olarak daha güzel kimdir? (Nisa-125) Kim Muhsin olarak vechini Allah a teslim ederse, gerçekten en sağlam Kulb'a tutunmuştur. İşlerin akıbeti Allah a (döner). (Lukman-22) Hani Rabbi O na (İbrahim e): Eslim; teslim ol; (müslim ol) demişti, o da Eslemtü li Rabbil Âlemiyn (Âlemlerin Rabbine teslim oldum)" demişti. (Bakara-131) Ey iman edenler, hepiniz toptan SİLM e (teslimiyetle gelen barışa) girin. Şeytanın adımlarına tabi olmayın. Muhakkak ki; o sizin için apaçık bir düşmandır. (Bakara-208) Rabbinize yönelin (O na kulluk edin) ve size azab gelmeden önce O na teslim olun. Sonra yardım olunmazsınız. (Zümer-54) (Rasȗlüm) seninle münazaraya girerlerse, de ki; Eslemtü vechiye lillahi; Ben vechimi Allah a teslim ettim ve bana tabi olanlar da. (Al-u İmran; 20) Bu okuduklarımızdan bir prensibe daha ulaştık. O bize Bakara-112. ayetle özetleniyor. Prensip edindiğimiz o ayeti okuyacağım ama, amacımızı tekrar hatırlatmaya çalışayım. Al-u İmran-20 de; Rasulüm seninle münazaraya girerlerse deniyor. Bunu geniş manada düşünürsek birincisi, "senin dininle ilgili sana karşı cevaplar verirlerse" demektir: "Senin dininle ilgili sana karşı cevaplar verirlerse onların anlayacağı şekilde cevap vermen mümkün değil. Çünkü bu, dünyadaki dünya prensipleri ve kurallarıyla oluşmuş bir bilim tartışması değildir. Bu tamamen imana dayanan ve kuralları da dünyadaki prensiplere uymayan bir şeydir. Dolayısıyla, onların itirazlarına sen yine onların inandıkları prensiplerle cevap veremezsin, öyle bir şey yapma" deniyor. Bakın, sünnette böyle bir tartışma yok. Dolayısıyla, İslam a karşı olanlarla İslam ı savunanların bazı platformlarda bir araya gelip tartışmaları sünnete uymaz. Yanlış bir iş yapıyorlar. Bu yüzden, o tartışmalara baktığımda henüz daha galip gelmiş bir din görevlisi ve ilahiyatçı görmedim. Çünkü prensipler farklı. Birisi tamamen imana dayalı. Diğeri bu dünyanın prensipleriyle ilgili kurallar koyuyorken senin anlattıkların o kurallarla ilgili değildir. Seninki tartışılacak bir şey değil! İman tartışılır mı? Düşünün ki, kişiler tercih ettikleri renkleri tartışmıyorlar, "Renkler ve zevkler tartışılır mı?" diyorlar. "Sen o rengi sev, ben bu rengi severim" deniyorken iman tartışılır mı? Hem de inanmayanla! İman inananlar arasında tezekkür edilir; onu daha iyi yaşayabilmek için beyin fırtınası yapılır. Ayet Efendimiz (SAV)'e diyor ki: Eğer, böyle bir münazara olursa veya senin hayatına uymayan şeyler görürsen, senin tercih ettiğine uymayan hamleler olursa onlara şöyle söyle: Eslemtü vechiye lillahi; Ben vechimi Allah a teslim ettim. Ve bana tabi olanlar da! Efendimiz (SAV) vechini Allah a teslim etti ama "Bana tabi olanlar da" diyor. Rasulullah'a tabi oldum, o zaman ben vechimi

154 nasıl teslim edeceğim? "Teslim ettim" demekle olmuyor ki. Birisi size "Şunu teslim etmiştim" dese, onu vermediyse "Teslim ettim" demesi sizi ne kadar inandırabilir? Demek ki, "vechi teslim etmek" bu kadar önemli bir şey! Öğrendiğimiz şu ki, hanif olarak vechini teslim et. Ayetlerden bir kelime daha öğrendik ki; kim Muhsin olarak vechini teslim ederse! Bakın konu olgunlaşıyor, kelimeler çoğalıyor. Hanif olacaksın. Sonra bu hanif halinle vechini teslim edeceksin, yani hanif halinle İslam a yöneleceksin, yani teslim olacaksın. Ama Muhsin olarak! Çünkü; "Kim Muhsin olarak vechini Allah a teslim ederse" buyruluyor. Şimdi ulaştığımız üçüncü prensipte de bu var: Hayır, iş inkarcıların sandığı gibi değil! Kim Muhsin olarak vechini Allah a teslim ederse, işte onun ecri Rabbi indindedir. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar. Bakara-112 böyle dedi. Muhsin olarak vechini Allah a teslim etmen böyle önemli. Ancak Muhsin olarak vechini Allah a teslim etmen için hanif davranışta bulunman gerekiyor. Şimdi hepsini birleştireceğiz ve bunu anlamaya, yapabileceğimiz bir amele çevirmeye çalışacağız. Böylece üç kural belirledik. Bu üç kuralda geçen ana kelimeler; Vech, Hanif, İslam, Muhsin. Bunların tanımlarına ulaşmanız zor değildir. Bu konularla ilgili lügatları açtığınız zaman hepsinin tanımına ulaşırsınız. Ama o tanımlar size İslami bir amel vermeyecektir. Örneğin, eğer Hanif i tek tanrılı din ile, tanrıları birlemekle açıklarsa böyle bir tanım İslami olabilir mi? Bir putperest de tanrılarını birleyebilir. Hepsini kırar, bir tane bırakır, bir tanrım var der, tek tanrılı olur. Öyleyse, bunları bize İslami bir amel verecek şekilde doğru tanımlamalıyız. Hanif i tanımlamıştık. Şimdi bizim için vechin tanımlanması lazım. Kur an ı Kerim de bize, doğruyu bulmamıza anahtar olacak kelimelerden birisi de vechtir. Çünkü Kim Muhsin olarak vechini Allah a teslim ederse ona korku ve mahzunluk yoktur müjdesi var. "Ben bunu yapacağım" dedim ama ne yaparsam bu olur? O nedenle, lügattaki tanımlara da bakarak vechi tanımlayalım, vechi anlayalım. Güzel bir örnek görmüş olacağız. Vech nedir biliyor musunuz? Lügattakini söyleyeyim. "Vech" kelimesine baktığınız zaman üç basamaklı mana görürsünüz. Bir; yüz, çehre, surat. İki; tarz, üslup. Üç; alın, ön, satıh, cephe. Manalar üç grup halinde böyledir; yüz, çehre, surat, tarz, üslup, alın, ön, satıh, cephe. Peki, ona "yüz" dersek, ben yüzümü nasıl Allah a çevireceğim? Vech kelimesi doğrudan Muhtariyeti Tercih Gücü dür. Öyle olduğunu birlikte kanıtlayacağız. Kur an da geçen vech Muhtariyeti Tercih Gücü dür. Ama tek başına değil, yalnızca Muhtariyeti Tercih Gücü değil, bir blok olarak. Şöyle: Kayıtlı Kendini Hissetme Duygusu na "Kendini bil" emri geldiğinde o kendine BEN dedi. Bu "BEN" deyiş dȗnihi değildir. Henüz dȗnihi algı oluşmadı, o esas Ahsen-i Takviym çerçevede kendini bildi. Sıraya koyuyorum: Kendini bildi ve "BEN" dedi. Sonra bir şey fark etti; Hüküm Gücü'nü, Tercih Gücü'nü fark etti. Halifetullah olarak "BEN" dediği için Muhtariyet Gücü nü fark etti, dünya için söylersek Muhtariyeti Tercih Gücü nü fark etti. Bu sefer, dikkat buyurunuz lütfen, bu hükümle kendine "BEN" dedi. İzah edebildim mi? "Kendini bil" emriyle nefs "BEN" dedi. "BEN" dedikten sonra baktı ki, kendisinde verilmiş güçler var. Bunlardan birisi Hüküm Gücü, Muhtariyet Gücü. Bu sefer bununla, yani kendisinde fark ettikleriyle kendisini takdim etti; Muhtariyeti Tercih Gücü yle "BEN" dedi. Kişinin işte bu Muhtariyeti Tercih Gücüyle, yani kendisinde fark ettiklerinden oluşan zann'la kendini takdim ederek "BEN" demesi o kişinin yüzüdür, VECH'idir. Yani vech, bildiğiniz maddi yüz değildir, izah edebildim mi? Bunu kullanırız biz. Bir arkadaşınızla uzun süre dostluk yaparsınız, sonra öyle bir şey yapar ki, "Gerçek yüzünü gösterdi" dersiniz. O gidip yüz ameliyatı mı yaptırdı? "Gerçek yüzünü gösterdi" derken siz "Gerçek BEN ini gösterdi" demek istersiniz. O kendisinde neye "BEN" diyormuş onu gösterdi.

Yılmaz Dündar 155 Başka bir örnek verelim. Bir işverenin yanında birisi çalışıyor, kendisini çok dürüst olarak tanıtmış ve o da çok dürüst görünce onu muhasebeci yapmış. Ama o kişi o kadar dürüst değil, çalan birisi. Bu kişi içinde hangi kişiliğe "BEN" diyor? Çalan kişiye "BEN" diyor. Ama işverene gösterdiği yüzü o değil. Sonra muhasebeci olup kağıt, kalem, para elinde olunca yanlış bir hesap yapıp kendi zimmetine para geçiriyor. İşveren bunu fark ettiği zaman dedi ki; gerçek yüzünü gösterdi, yani neye "BEN" dediğini gösterdi. Çünkü o içinden hep "çalacağım" haline "BEN" diyordu. İzah edebildim mi? Yani vech "BEN" demektir. Neyle "BEN" demektir? Muhtariyeti Tercih Gücü'yle. Muhtariyeti Tercih Gücü yle siz neye "BEN" diyorsanız o sizin vechinizdir. Ama siz Muhtariyeti Tercih Gücü'nüzün var olup olmadığını anlamak için önce "Kendini bil" emriyle "Kün" emriyle "feyekün BEN" dediniz. Henüz neyiniz var, size neler verilmiş bilmiyorsunuz. O halinize emir üzere "BEN" dediniz. O "BEN" dediğiniz halle yaşamaya başlayınca kendinizi tanımaya başladınız; "Ha, benim hüküm gücüm var, Muhtariyeti Tercih Gücüm var, yetkim var" dediniz ve onunla çeşitli zanlar üreterek kendinizi tanımladınız. Bu sefer ona "BEN" dediniz. İşte sizin ikinci söylediğiniz "BEN" şimdi sizin vechinizdir. Anlaşıldı mı? Lügattaki vech manalarını bu bakışla incelersek bütün o okuduklarımın sonuç olduğunu görürüz. İşin aslı fark edilmeyince sonuçlar mana olarak yazılmıştır. Çünkü kesret yaşantısı bir sonuçtur, siz manaya göre yaşayamazsınız ki. O yüzden lügatlarda tanımlanan genellikle bir sonuçtur, sonuç cümleleri tarif eder, dokunabileceğimiz şeyleri tarif eder. Ancak dikkat edin, daha iyi anlaşabilmesi için vechin lügattaki ikinci manasını söyleyeyim; tarz, üslup. Birisinin bir tarzı var, o tarzı size söyleyeceği zaman nasıl söyler? "Bu benim tarzım" der. Demek ki, tarz sonuçtur, "Benim tarzım" dediği bir sonuçtur. Eğer vechin bir manası tarzsa ve kişi o tarzı sunuyorsa o zaman diyor ki; benim tarzım, benim üslubum, benim çehrem, benim suratım, benim alnım, benim cephem... "BEN" demeden hiçbirisini yapamaz ki. "BEN" demeyince bu tarifler neye yarar? "BEN" demeyen birisi için tarzın, üslubun ne manası var. O kelimeler "BEN" diyen için geçerlidir. Yani onlar birer sonuçtur. Kimin sonucu? "BEN" diyenin! Kişi "BEN" dedikten sonraki sonuçlardır. Öyleyse Kur an da bize söylenen vech o sonuçlar değildir. Neden? Çünkü sonuçlar kesret alemine ait zannlardır. Orada söylediği vech ise, doğrudan o zannlara da sebep olan "BEN" dediğidir. Fakat o "BEN" dediğine nasıl ulaşmıştır? Muhtariyeti Tercih Gücü'yle ile oluşturduğu zannlar sonucu onu söylemiştir. Bunu şu örnekte de görebiliriz. Anestezi uygulanmış bir hastayı düşünün. Anesteziden çıktı, yanında da çok sevdiği bir dostu var. Uyandığı zaman yaşadığını anladı ve "BEN" dedi. Sonra yanında sevdiği o kişiyi gördü, gülümsedi "BEN" dedi. Bu iki "BEN" farklıdır. Birisi onun zannlarıyla söylediği "BEN"dir, gülümseyen yüzlü "BEN" odur. İzah edebildim mi? Veya yanında hiç sevmediği birisi olsun. Onu görünce birden yüzü değişti, şimdi de kavgacı bir "BEN" oldu. İşte buradaki vech, bu zannlarla oluşan Muhtariyeti Tercih Gücü kullanıldıktan sonraki "BEN"dir. O niye ilk "BEN" değildir? İlk "BEN" saf ve temizdir, bu yüzden mesele o "BEN" değildir. Mesele, senin onu dȗnihi algıya bulandıktan sonraki "BEN"in diyerek oraya yumuşak bir kelime kullanalım. Vechi izah edebildim mi? O zaman Kur an da ayetlerde "vech" geçtiği zaman aklımıza hemen gelmesi gereken söylediğimiz "BEN"dir. "BEN" derken kastettiğimizdir; "BEN" derken oluşturduğumuz tanım, kompozisyon neyse hepsi... Biraz daha netleşecek inşaallah, onu davranış olarak tarif edince daha netleşecektir. Kelimeleri tanımlamaya devam edelim, tanımlamıştık ama hatırlayalım. Hanif; yaratılmışların "Müstakilen VAR ve Muhtar" iddialarına ve bu iddialara uygun hayat tarzlarına sırtını dönendir, dȗnihi idrak ve zannlarını reddeden kişidir. İslam; teslim olandır. Konu Kur an olunca, elbette Rabbül Alemiyn e teslim olandır. Peki, bir kişi "ben

156 teslim olacağım" dediğinde teslim olması nasıl gerçekleşiyor? Teslim olmak nedir, kişi nasıl teslim olur? Dikkat ediniz, normal hayatta bir kişi teslim olursa ne yapar? Savaşta askerler geldi buradakileri teslim aldı, onlar da ellerini kaldırıp teslim olduklar, ne yaparlar? Kendilerini o tarafa verirler. Yani, teslim olmak demek teslim etmek demektir, teslim edince teslim olursun. Bu asker silahını, canını, davranışını karşıya teslim ediyor, "Oraya teslim oldum" diyor. Niye teslim oldu? Her şeyini oraya teslim etti. Teslim olmak teslim etmek demektir. Eğer teslim edersen teslim olmuş olursun. Teslim olmayı biraz anlayabildik mi? Teslim edeceğiz! Teslim edeceğiz ki, teslim olalım. İslam anlaşıldı mı? İslam da "Teslim ol" demek, "Teslim et" demektir. Müslüman teslim olan demektir ya, aslında o teslim eden demektir. Bütün bunlardan sonra, "Vechini hanif olarak Allah a teslim eden" biraz anlaşılıyor mu? Vechi tarif ettik, yani "BEN" demesini anlattık. Burada hızlı bir tarif yapayım ama, onun muntazam tarifi notlarımızdaki yerinde gelecek. Şimdi bu geldiğimiz noktayı tarif edelim. Hanif olup Muhsin olarak vechini Allah a teslim eden. Bu kula ne korku vardır, ne de mahzunluk, dünyada ahirette. Bu davranışı canlandıralım: Kişi Hanif olarak dȗnihi algı ve zann'larına sırtını döndü. Ve; "Kesinlikle şehadet ederim ki, Müstakilen VAR ve Muhtar Allah tır, başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR" dedi. Yani "Allah ın dışı" kavramını reddetti, o söz konusu değildir dedi. Böylece, dışı kavramını reddedince zaten hiç müstakil bir şey kalmadı ki. "Dışı" kavramı olunca müstakiller olur, "dışı" kavramı olmayınca bütün müstakillikler düşer. Dışı kavramını reddetti, bunu yaptı. Sonra o Hanif, Muhsin olarak vechini Allah a teslim edecek. Yani Rum-30 a göre bu Hanif haliyle İslam a dönecek, İslam a böyle bakacak. Çünkü ayet ona; "İslam a böyle yaklaş, yani böyle teslim olabilirsin" dedi. Rum Suresi 30 "İslam a hanif olarak yüzünü doğrult, hanif olarak bak" derken; "İslam a, teslimiyete, teslim olmaya, teslim etmeye, ancak "dışı" kavramına sırtını dönersen ulaşabilirsin, ancak o zaman bunu yapabilirsin" demek istiyor. Hanif kişi bunu yaptı, birinci basamak bu suretti, onu oluşturdu. Şimdi vechini teslim edecek. Vechi de konuştuk; kişinin vechi, onun Muhtariyeti Tercih Gücü'yle söylediği "BEN"di. Peki, bu "BEN" dȗnihi algıyla nasıl söyleniyordu? Kendi adına "Müstakilen VAR ve Muhtar" olarak "BEN" diyordu. İlk teslim budur; onun ilk teslim edeceği vech budur. Eğer hanif olan kişi derse ki; "Ben şehadet ederim ki, Müstakilen VAR ve Muhtar ancak Allah tır. Müstakilen VAR ve Muhtar olarak kendi adlarına "BEN diyenler iftira etmektedir. Öyle bir iddia yoktur, boştur, batıldır. Bu yüzden, ben hanif olarak Allah adına "BEN" diyorum." Bunu dediği an ilk teslimiyet, birinci teslimiyet olmuştur. Çünkü müstakilliği attı. Nereyi attı? İddiayı attı! Ve Allah ın hakkını teslim etti. "Müstakilen VAR ve Muhtar BEN" O nun hakkı olduğu için Allah ın hakkını verdi, hakkını teslim etti, böylece teslim olmuş oldu. Allah ın hakkı neydi? "Müstakilen VAR ve Muhtar" olması yalnızca Allah'ın hakkıdır. O; "Müstakilen VAR ve Muhtar" bir güç olarak ancak Allah "BEN" der. Öyleyse ben bu deyişten sıyrıldım, Allah ın hakkını teslim ettim" dedi ve birinci teslimiyeti yaptı. Böylece vechini, yani Muhtariyeti Tercih Gücü'yle oluşturduğu "BEN" deyişini yerine bağladı, Allah a çevirdi. Fakat ayette bir de "Muhsin olarak" ifadesi var: Kim Muhsin olarak vechini Allah a teslim ederse! Buraya kadar söylediğimiz, onun için birinci basamaktı, orada henüz Muhsin özelliği yoktur. Birinci basamak da çok önemli bir haldir. Hatta kişi bu ilk söylediğim teslimi bilerek, inanarak, hissederek, görerek yaparsa, bu onun ilk keşfidir, bu bir keşiftir. Biraz önce söylediğim teslimiyeti yapınca keşif ehli olmak için kapıdan girmiştir, keşfetmiş, keşif için ilk adımı atmıştır. Basamaklarını açmadan, derinleştirmeden araya şunu koyalım; aslında bu söylediklerimiz nefsin seyr-i süluğunun tanımlarıdır, yapılabileceği tanımlardır. Dedik ki, birinci basamak; "BEN" deyişine "Müstakilen VAR ve

Yılmaz Dündar 157 Muhtar" etiketi yapıştırmamaktır. O etiketi söktü, onu Sahibine teslim etti, Allah ın hakkını verdi; "Bu etiket benim değil" dedi. Onu söktü, bu birinci basamaktır. Sonra bu yetkiyi verenin adına "BEN" dedi. Ona Halifetullah yetkisi veren var. O yetkiyi verenin adına "BEN" dedi, bu da ikinci basamaktır. Peki sonra ne olur? O kişi Allah adına "BEN" deyince dȗnihi algıyı reddettiği için ve o algının zann'larını da reddettiği için yani "Allah ın dışı" kavramını sildiği için o artık Billahi anlamdadır. Ne oluyorsa, ne görüyorsa artık onun için Billahi anlamdadır. Gördüğünüzü, duyduğunuzu, düşündüğünüzü Billahi anlamın dışına çıkarırsanız o zaman o dȗnihi olur, idrakınız hemen Allah ın dışına düşer. Eğer siz dȗnihi idraktan sıyrılırsanız, en azından derseniz ki; ben bir saat böyle yapayım, o bir saat boyunca siz nereye bakarsanız bir şeyi görürsünüz; Allah'ın emrini. Önce Allah ın emrini görürsünüz. İlk görülecek şey budur; Allah ın emri. O ne yaptı? Allah ın emri. Güneş ne yaptı? Allah ın emri. Dünya ne yaptı? Allah ın emri... Kar Allah ın emri, yağmur Allah ın emri, annem Allah ın emri, çocuk Allah ın emri, babam Allah ın emri... Düştü Allah ın emri, kalktı Allah ın emri, doğdu Allah ın emri, öldü Allah ın emri... Zaten öyle demiyor muyuz; İnna lillahi ve İnna İlahi raciun diyoruz, o da Allah ın emri. Yani ilk göreceğiniz şey artık, daima Allah ın emridir. Ne zaman Allah ın emrini görmezseniz dışarı çıkarsanız, dȗnihi olursunuz. Allah ın emrini görmeye başladığınızda o hal sizde yerleşik olunca emirler şekle dönüşür, o emirlerin şekillerini görürsünüz. İşte ona Fiillerin Tecellisi demişler. O fiillerin tecellisini gören Kul Zat'tır. Fiiller kime ait? Zat a! Dikkat edin, Kul Zat ı dȗnihi düşünmeyin, Zat bir tanedir; ancak Zat Allah tır, isim vermekle ayrı bir Zat olmaz. İsmini vermekle vasfını belirtiyoruz ayrılığını değil. Ayrı dȗnihi olur. Kul Zat derken o Zat'ın yalnızca vasfını belirtiyoruz. Zat tektir; Allah ın Zat'ı vardır, başka Zat olmaz. Zat "Müstakilen VAR ve Muhtar" olandır ve bir tane Zat vardır; Allah ın zatı! Allah ın emirlerini gören kişi Billahi anlamda Kul Zat'tır. Niye? Zat'ın emirlerini gören yaratılmıştır; Kul Zat'tır. Kul zat'la ilgili olarak şöyle bir cümle de söylenebilir: Kul Zat, Zat ın aynasıdır. Ama konumuz başlangıç çizgisi olduğu için bu tür cümleler bizi başka alanlara çeker, bu yüzden onlar bize şimdi lazım değildir. Üçüncü basamak fiillerin tecellisiydi. Sonra, bu idrak devam edince, dördüncü basamak kendiliğinden gelir, artık çorap söküldüğü için... Başlangıç çizgisi zordur, onun için uğraşıyoruz. Sonrası çorap söküğü gibi gelir. Fiillerin Tecellisi'nden sonra siz, Rabbim lütfetmişse, kendiliğinden isimleri tanımlamaya başlarsınız, esmaları tanımlamaya başlarsınız. Yani emirlerde fiilleri gördünüz ya, şimdi artık fiillerle birlikte oluşan esmaları tanımlarsınız; bu emirle şu esma oluştu gibi. Bu da bu işin önce görmesidir. Sonra, onun "esma olarak görende açığa çıkması" ayrıdır, kendi içindeki bir ilerlemedir. Biz şimdi kendi içindeki ilerlemeleri konuşmuyoruz, ana başlıkları söylüyoruz. Kul Zat isimlerin tecellisinde "Kul-Zat" olur, araya tire girer. İsimlerin tecellisinde Kul-Zat şeklinde yazılır. Sonra Rabbim dilemişse kişi Sıfatların Tecellisi'yle karşılaşır. Yani Billahi anlamda onlarla tanışır. "Tecellisi" demek, yoktu da ortaya çıktı demek değildir. Zaten var. Onlarla tanışır. Ama "Tecellisi" şu bakımdan doğru olabilir; sonra o manalar kendinde de hal olunca. Görmek ve o halle hallenmek iki farklı şeydir, ama sonra onlar da bütünleşir. Dediğim gibi, onlar kendi içindeki basamaklardır. Evet, önce Kul Zat dedik. Sonra tire koyduk Kul-Zat oldu. Sıfatların tecellisi Bizzat! Artık "kul" kelimesi olmaz; Bizzat! Sıfatların tecellisi o kadar önemli bir şeydir. Bunu anti parantez sıkıştırdık, açıp genişletmeyeceğiz. Çünkü bunlar bizim başlangıç çizgimizle ilgili değildir. Şimdi burada, prensiplerimizdeki manayı alabilmemiz için tanımlamamız gereken bir kelime daha var; Muhsin. "Kim Muhsin olarak vechini Allah a teslim ederse" buyruldu. Muhsin ihsan sahibi demektir. İhsan sahibinin anlamına baktığınız zaman bu; çok cömert bir bağış

158 manasına gelir, bağış ama cömert bir bağış. Yani o çok cömert bağış yapandır; ihsan sahibidir. O bağışı yapan Muhsin'dir. Onun bir başka manası da İhlaslı kişidir. Bu manalar, daha önce söylediğimiz gibi hep birer sonuçtur. Muhsin i şimdilik bir cümleyle şöyle tanımlayarak ilerletelim: "Müstakilen VAR ve Muhtar" bütün iddialardan ve bu iddianın davranışlarından sıyrılmış İhlaslı kişinin bu hali İhsan olup kişi de Muhsin olur. İşte Muhsinliğe giriş: Bir kişi "Müstakilen VAR ve Muhtar" bütün iddialardan geri dönüşsüz sıyrılırsa ve bu iddianın davranışlarından, fiillerinden de sıyrılırsa İhlaslı kişi budur, Muhsin budur. İhlaslı kişi samimi kişi demek değildir. İhlas bu kadar basit bir mana değildir, yani basit bir mana gelip o surenin ismi olmamıştır. Bütün surelere bakın, hepsi içinde geçen bir kelime ile isimlendirilmiştir. İki sure vardır ki, isimlerindeki kelimeler içinde geçmez; Fatiha Suresi, İhlas Suresi. İhlas Suresi ni, içinde geçen bir kelimeyi almadan insanların kendi aralarında rastgele kullandıkları "samimi" kelimesiyle geçemeyiz. İhlaslı Kişi işte budur: Bütün Müstakilen VAR ve Muhtar iddialardan ve davranışlardan geri dönüşsüz sıyrılmış kişi! Tabi, bu yolda olan da ihlaslı kabul edildiği için -elhamdülillahkazanırız. Biz sonucunu tarif ediyoruz. İşte bu kişi İhsan sahibidir. Neden? Çünkü bu İhlaslı kişi çok cömert bir bağışta bulunmuştur. DȗniHİ algı ve zannları olarak onda "Müstakilen VAR ve Muhtar" olarak neler varsa hepsini Allah a teslim etmiştir, bağışlamıştır, çok cömert bağışlamıştır. Bağışlayan bu ihsan sahibi kişi Muhsin dir. Peki, Muhsin in özelliği nedir? Onu da bir hadisten öğreniyoruz: Rasulullah Efendimiz (SAV) buyurmuşlardır ki: İhsan Allah ı görür gibi kulluk etmendir. Bunu yapamıyorsan da Allah ın seni gördüğünü bilmelisin. (Hadis) Demek ki, Allah ı görüyor olmaktan onu engelleyen neler varsa hepsini bağışlamış kurtulmuştur. Bu yüzden, Allah ı görmesini engelleyecek hiçbir şey onun için kalmamıştır. Allah ı görmek dȗnihi bir tanım değildir. Yani siz varsınız, karşınızda da Allah var değildir, Allah ı görmek demek bu değildir. Hiçbir insan karşılıklı bir şekilde Allah ı göremez ve konuşamaz. Çünkü o dȗnihi bir tanımdır. Allah ın dışı kavramı yok ki, sen orada olasın da Allah ı görüp konuşasın. Bu yüzden, bazı anlatımlarda "Allah ı gördü, görüyor, görecek" gibi tanımların onarılması lazım. Onlar Rab dır. Kişi Rabbini görür, Rabbiyle konuşur. Eğer biraz önce saydığımız basamaklar olursa kişi o basamakların en başında bile bunu yaşar. Bakın hadis "Allah ı görür" demiyor, "Allah ı görüyor gibi" diyor. Tanım böyle. "Allah ı görüyor gibi" öyle bir histir ki... Biliyor musunuz, bazı hisler görmekten kuvvetlidir. Öyle hisler vardır ki, görmeyi, gözle görmeyi geçer. İşin aslı da zaten histir. Hisle görmek o kadar ulvi bir şeydir ki. Siz onu gözle görmek için ararsanız kendinize tenzil-i rütbe yaparsınız. Allah ı hisle görebilecekken siz gözle göreceğim diye çalışır da kendinize tenzili rütbe yaparsanız olmayan bir işle uğraşırsınız. "Hisle görme"nin dünya diliyle tarifi görüyor gibi olmaktır. Dolayısıyla, kişi hisle Allah ı görür. Ama onun tarifi kesret dilinde görüyor gibidir. İşte Muhsin in yaşantısı böyle bir şeydir; eğer bu kadar "BEN"ini teslim edersen demektir. Senin, söylediğin "BEN"i Allah adına söylerken onu sahibine bu kadar teslim edersen, verirsen demektir. Bunu da biraz detaylandıracağız kendimiz için. Ama şimdi, ulaştığımız üç prensibi ayetler olarak tekrar okuyayım ki, o prensiplerden sonuca varalım: Birinci prensibimiz Rum Suresi 30. ayettir: Vechini o tek diyne hanif olarak doğrult. İkinci prensip: Maide Suresi 4. ayettir: Size diyn olarak İslam ı uygun gördüm. Üçüncü prensip Bakara-114'tür: Hayır, kim Muhsin olarak vechini Allah a teslim ederse işte onun ecri Rabbi indindedir. Onlara korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar. Bunun üçünü birden içereni, buradan anlamamız gerekeni şöyle paylaşalım: Muhtariyeti Tercih Gücü yetkinle Rabbine erdiren yolu seçerek, dȗnihi algı ve

Yılmaz Dündar 159 zannlarından sıyrıl. "Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddialarını ve bu iddialara uygun hayat tarzını reddedip, Allah ın kendi BEN deyişinden sana verdiği yetkiyle, Kayıtlı Kendini Hissetme Duygu na şimdi Allah adına BEN de. Ve Allah ın sana uygun gördüğü hayat tarzı olan Allah a teslimiyete bu halinle yönel. Ancak bu halinle, İkra Bismi Rabbikelleziy halak ile ne yana dönersen okursun ki; illa HU. Ve böylece ne yana dönersen Vechullah'ı görürsün. Ki böylece "Veccehtu vechiye" der, Allah adına söylediğin "BEN"i sahibine, Rabbül Alemiyne teslim edersin. Bu geldiğimiz üç prensipten çıkan birleştirdiğimiz mana böyledir. Hızlı geçelim dedim ama, izin verirseniz son kısmını tekrar edelim: Ancak bu söylediğimiz teslimiyeti yaparsan sen o zaman Allah ın kitabını okumaya başlarsın demektir. o zaman İkra Bismi Rabbikelleziy halak gereği bakar okursun. Okuyorsun ki; Hu Hu Hu Hu Hu... Hep Hu. İlla Hu. O yüzden bu önemli bir zikrullahtır. "Ya Hu, Ya men Hu, La ilahe illa Hu" Hazreti Ali radıyallahu anh efendimizin bize öğrettiği zikrullahtır. Düşününüz. Yürüyor, yürürken okuyor; Ya Hu, Ya men Hu, İlla Hu... Bakıyor öyle, "Ya Hu, Ya men Hu, illa Hu" diyor. Sonra o müşriklere bakıyor; La ilahe, okuduğuna dönüyor; illa Hu. Fark ettiniz mi? İşte ancak o zaman okuyabilirsin. Sen böyle HU diyerek okuyunca, Hu Hu Hu diye okuduğun zaman aslında sen şimdi Vechullah'ı görüyorsun demektir. Vechullah Allah ın yüzü demektir. Vech'i konuştuk. O zaman bunu "Allah ın yüzü" diye mi anlayacağız? Vech; BEN. Sen o zaman Allah ın "BEN" deyişini görürsün; her yerde, herkeste, her "BEN" diyende Allah ın "BEN" deyişini görürsün. Her kulda, onun "BEN" deyişinde Allah ın "BEN" deyişini görürsün. Ama Allah a yöneldiğin zaman da Allah ın "BEN" deyişini görürsün. Ve bakarsın ki; hepsi Allah ın "BEN" deyişidir. İşte Vechullah'ı görmüş olursun. Ancak, Vechullah'ı görmenin seyri içerisindeki birinci sıra, söylediğim gibi, Allah ın emirlerini görmektir. Ne yana dönersen, ne olursa onu mutlaka Allah ın emriyle ilişkilendirip "Bu Allah ın emridir" diyebileceğin sonuçlara varmanla o başlar ve hızla ilerler. Sen Vechullah'ı görünce "Veccehtü vechiye" dersin. Ve böylece teslim edilmesi gereken "BEN"i Muhsin olarak sahibine vermiş olursun, böylece sen de Muhsin olarak vechini Allah a teslim eden olmuş olursun. İzah edebildim mi inşaallah? Demek ki, Vechullah'ta bir yüz aramamak lazım. Bunu bize öğreten Bakara-115. ayettir: O halde ne yana dönerseniz Vechullah oradadır. Bir iki cümleyle anlamaya çalışalım: Hüküm Allah ındır, Güç Allah ındır, Mülk Allah ındır. Ne yana dönersen, yani her halükarda, böyle olduğunu bilmek ve o şeyler neyse önce Allah ın emrini görmek başlangıçtır. Bu hal fiillerin tecellisine giriş olup isimlerin tecellisi ve sıfatların tecellisi diye adlandırılan hallerle devam eder gider. Biraz önce paylaşmıştık. Ama zor olan başlangıçtır, bu yüzden üstünde çok duruyoruz. Başlangıçtan sonrasını tanımlamak gerekmez, kendi yürüyen bir iştir. İnniy veccehtü vechiye lilleziy fatara's semavatı vel arda haniyfen ve ma ene minel müşrikin: Muhakkak ki, vechimi hanif olarak Semavat ve Arzın Fatır'ına tevcih ettim, teslim ettim, ben müşriklerden değilim." (En am-79) Önce şunu söylemek isterim ki; bu ayet, talip için çok makbul bir zikrullahtır. Bu tefekkürlerde konuştuğumuz manalar duymakla hemen yerine oturmayabilir. Onları defalarca okumak, dinlemek, anlamaya çalışmak, kendi cümlelerinizle geliştirmek gerekir. Bunları yaptığınız zaman o manalarla birlikte İnniy veccehtü vechiye lilleziy fatara's semavatı vel arda haniyfen ve ma ene minel müşrikin" zikrullahı, bu ayet inşaallah çok güzel şeyleri açan, öğreten, bizde var olan ve üstü örtülmüşlerin örtüsünü açan bir sığınıştır. Aslında konunun devamını birkaç ayetle tamamlayacağız. Efendimiz (SAV) salat ikame ettirdiğinde Fatiha ya geçmek için biraz uzun

160 bekler ve sorarlar; Ya Rasulullah, ne okudun, neden bekledin? Bu ayeti okuduğunu söyler, Sübhaneke den önce. Kütüb-i Sitte den bakıp hadisi görebilirsiniz inşaallah. Şimdi bu ayetin önemini biraz anlamaya çalışalım, çünkü bulunduğu yerde çok fark edilmiyor. Birincisi, kelimeler düşündüğümüz gibi manalanmadığı için. İkincisi, şimdi söyleyeceğimiz sebeplerle, araya sıkışmış gibi zannedilerek geçilip gidildiği için. Bu okuduğumuz En am Suresi 79. ayetti. Eğer onu fırsatınız olur da En am Suresi; 75, 76, 77, 78, 79 ve 80. ayetlerle birlikte okursanız bu söylediklerimiz yerine oturacaktır. Ben birkaç cümleyle onları özetlemeye çalışayım. Bu ayetlerde Hazreti İbrahim aleyhisselamın kendi kendine bir tefekkür yapışı anlatılır. Bu tefekkürde önce bir gezegeni izler, sonra ayı izler, sonra güneşi ve onların doğup batışını izler. Ayet onun "Ben böyle doğup batan sonra kaybolan tanrı istemem" dediğini anlatır, sonra da bu cümleyi söyler: İnniy veccehtü vechiye lilleziy fatara's semavatı vel arda haniyfen ve ma ene minel müşrikin." Bu ayetlere dikkatli bakılmaz ve Hazreti İbrahim Aleyhisselam için empati yapılmazsa anlamak mümkün olmaz. Burada size bir ipucu vereyim, en kolay empatiyi Nebi ve Rasullere yapabilirsiniz. En yakın arkadaşınıza zor yaparsınız ama Nebi ve Rasullere, eğer yapmak isterseniz, empatiyi çok rahat, açık ve doğru yaparsınız. Hazreti İbrahim Aleyhisselama empati yaparsanız şimdi tüm bu konuştuklarımıza bakalım: Hanif kelimesini tanımladık. Vech kelimesini tanımladık. Ve sonra ayette Semavat ve Arz'ın Fatır'ına vechimizi döndük, teslim ettik. Lütfen dikkat edin, "Semavat ve Arz'ın Fatır'ı" ifadesi öyle bir bilgi içeriyor ki, henüz daha dünya bu bilgiye yeni ulaşıyor, bu bilginin kıyısından dolaşıyor, "Big Bang" diyerek, "Kara Delik" diyerek henüz bu bilginin etrafından dolaşıyor. Ve bu bilgiyi de son sınır zannediyor. Ama öyle zannetmek zorunda! Çünkü onun düşünürkenki çerçevesi evren, yani ef'al alemi. Ef'al aleminin bizim için hiç önemi yok! Bizim için hiç önemi olmayan ef'al alemi onun hem ilk durağı hem son durağı; ne biliyorsa hepsi orada. Bizim işimiz ondan sonra başlıyor. Çünkü onun "son" dediği yerin üstünü Arş kaplamıştır. Biz Arş'ın üstüne talibiz, oraya bakıyoruz. O ise bilimle nihayet oraya gelmeye çalışıyor. "Semavat ve Arz'ın Fatır'ına" demek öyle bir bilim cümlesidir ki... Böyle bir bilim cümlesini kuran birisi, tefekkür yaparken gezegeni tanrı zannedebilir mi? Ayı tanrı zannedebilir mi? Güneşi tanrı zannedebilir mi? Düşünün: Onlar doğuyor batıyor, onları beğenmiyor ve sonra bu kadar mükemmel bir cümleye ulaşıyor. Gezegene bakacaksın, aya bakacaksın, güneşe bakacaksın sonra diyeceksin ki; İnniy veccehtü vechiye lilleziy fatara's semavatı vel arda haniyfen ve ma ene minel müşrikin." Olacak şey değil! Ama "sanki böyle olmuş" gibi anlatılırsa bu mesele anlaşılmamış olur. Yani, Hazreti İbrahim Aleyhisselam gezegene baktı, aya baktı, güneşe baktı, sonra Allah ta karar kıldı şeklinde bir yaklaşım bir tefekkür değildir. İşin aslı, baktığınız zaman En am-75 te göreceksiniz ki, İbrahim de ikan oluşsun diyedir. İman değil ikan! yani, İbrahim aleyhisselam gözüyle görerek bilsin diye, bu tefekkürden önce, ona Semavat ve Arzın hakikatini gösterdik der. 75 te böyle der, sonra 76 ve 77. ayetlerde o tefekkür gelir. Buradan anlıyoruz ki, o üslup Hazreti İbrahim'in kavmine anlatış tarzıdır, kavminin yanlış inanışları içindir. Edindiği bilgiyle diyor ki; Ey kavmim bakın şu gezegene, böyle tanrı olur mu? Aya bakın, Güneşe bakın, hiç böyle tanrı olur mu? Gelin Allah a yönelin. O böyle dediği zaman, "Senin bununla ilgili bir delilin var mı?" diye sorduklarında diyor ki: "Sizin söylediklerinizin bir delili yok" diyor. Çünkü kendisine gösterilmiş! İşte o zaman diyor ki: "Ben vechimi hanif olarak Semavat ve Arzın Fatır'ına çevirdim, O'na yönelttim, O'na teslim ettim. Madem kabul etmiyorsunuz, bilin ki ben böyle yaptım." Ayetlere baktığınız zaman ayetlerin içerisinde kavmine bu seslenişi de küçücük görürsünüz. Dolayısıyla şunu söylemek istiyorum ki:

Yılmaz Dündar 161 Buradaki bu bilgi dünya prensipleriyle ulaşılabilecek bir bilgi değildir. Aya bakarak, güneşe bakarak, gezegene bakarak ulaşılabilecek bir bilgi değildir. Onlara bakarak siz Allah ın Fatır olduğunu öğrenemezsiniz! Semavat ve Arzı nasıl Fatır olarak yarattığını öğrenemezsiniz! Onlara bakarak hanif de olamazsınız. Ancak Allah bildirir! Hz. İbrahim e de bunu öğrettiği için, o böyle teslim oluyor. Kavmine de yanlışını göstermek için bir yol gösteriyor. Onların da buraya ulaşması için, bu bilgiye güvenmesi için bir yol gösteriyor. Hatırlıyorsanız, nasıl yöneleceğimizi, yani Yöneliş'i İlişkiler'den ayırmıştık. Manayı ayırdık; onu Yöneliş ve İlişkiler diye etiketledik ve Yöneliş'i konuştuk, onu tanımlamaya çalıştık. İnşaAllah anlaşılmayan bir yan yoktur. Fırsatınız olursa tekrar bakın lütfen. Şimdi Yöneliş'in defolarından bahsedeceğiz, defolu halleri konuşacağız. Sonra aynı şekilde İlişkiler'e geleceğiz, orada da yalnızca onu ele alıp İlişkiler'e bakacağız. Sonra ikisini tekrar birleştirmeye çalışacağız. Buraya kadar paylaştığımız ayet ve hadislerle tanımladığımız Yöneliş halinden sapan ve bu yüzden de sonu, ahiri hüsran olan inanış biçimleri vardır. Baktığınız zaman lügat, kitap ve anlatılan yerlerde bunlar "fırka" diye geçebilir, onları "Batıl fırkalar" olarak görebilirsiniz. O fırkaların esaslarını beş grup yapıp hepsini o beş grup altında şimdi göreceğiz. Yöneliş'i tanımladık. Şimdi de "Ne yaparsam defolu olur?"u ayet ve hadislerle öğrenelim ki, yerine defosuz otursun. Sapmalar en az konuştuğumuz kısmı kadar önemlidir. Çünkü öyle bir şey ki, bunlar sapma olmadan önce öğretilmesi gereken bilgilerdir. Zihin saptıktan sonra onun düzeltilmesi, onarılması hemen hemen imkansızdır. Düzeltilmesindeki zorluklardan birisi şu ki; bunu düzeltecek birini bulamazsınız. Kime gidip anlatıp da çareyi bulacaksınız? Bu, günümüzde çok mümkün olacak bir şey değil. O yüzden sapmadan önce tanımları iyi görmek gerekiyor. Bu kapsamda şimdi beş grup konuşacağız. Bunların hangisine halimiz yakınsa, biraz o gruptan biraz bu gruptan bir şeyler varsa onları temizlemek çok önemlidir. Bu beş grup altında göreceklerimiz, aslında diğer fırkaların da sebepleridir. Ama bunların hepsinin tek bir sebebi var. "Bu fırkalar neden var?" dediğimizde hepsinin tek sebebi kaderi anlayamamaktır. Diyelim ki anlayamadılar, Efendimiz (SAV)'in açıkladığı kadere teslim de olamamışlar. Sebep bu. Fırkalar buradan çıkıyor, başka bir sebep yok, hepsi kadere getirilen yorumlarla ilgilidir. İşte bu iş kadar önemli bir şeydir. Ve beş grubun sadece birisi inkarcılarla ilgilidir, diğer dört grup doğrudan "İnanıyorum, Müslüman'ım" diyenlerle ilgilidir. Peki, "İnanıyorum" diyenler Efendimiz (SAV)'in açıkladığı kaderi neden anlayamıyorlar veya o açıklamalara neden teslim olamıyorlar? Bildiğiniz şeyler ama burada tekrar sıralayalım. Efendimiz (SAV)'in açıkladığı kaderin anlaşılamamasında birincil sebep DȗniHİ algı ve zann'larıdır. Kişi Allah ın dışı var sanar, kendini de oraya korsa kaderi anlayabilmesi mümkün değildir, hele teslim olabilmesi hiç mümkün değildir. Esas birincil sebep bu algı ve zann'larıdır. Düşünün, eğer ne yana dönerse Vechullah yolundaysa, henüz o noktada olmasa bile yolundaysa, yani Allah ın dışı kavramını zihninden silmiş de Billahi anlamda iman ediyor ve düşünüyorsa, onun "Kader" diye bir konusu olabilir mi? Kader diye bir konusunun olabilmesi için alternatifinin olması lazım. Billahi anlamda düşündüğünüz zaman "illa Allah" dediğinizde "Mülk O nun, Hüküm O nun, Güç O nun" dediğinizde bir alternatif yok ki, siz kader konuşasınız. Anlayamamak hep dȗnihi algı ve zannlarından kaynaklanıyor. Kader konusunu anlayamayan bir kere, arzu etsin etmesin, kendi adına "BEN" diyor. O kişi, arzu etsin etmesin, teslim olamayandır, çünkü kendi adına "BEN" diyor. Bu bulunduğu sürece kimse ona kader konusunu anlatamaz. Kader konusu anlatılarak birisinin ikna edileceği bir konu değildir. "Kader konusunda beni ikna et" demek kadar saçma bir söz olmaz. Kişi önce "Buna nasıl iman edebilirim?" deyip onu iyice yakalaması lazım,

162 işte birincil şart budur: DȗniHİ algı ve zann'ları bulunduğu sürece senin gündeminde kadere teslimiyet olmaz. Söyleyebilirsin ama olmaz. İkincisi; eğer zihnin Mana Ayrıştırma ve Manaları Çakıştırma yöntemlerini yapamıyorsa, yani Uluhiyet-Tevhid Dili ve Kesret Dili ayrımını yapamıyorsa yine olmaz. Onun için bunlar temeldir diyoruz. Önce bunlar olacak, sonra oturup konuşacağız. Yani, daha kerrat cetvelini öğrenmemiş çocuk, gelmiş; "Hocam bana havuz problemleri yaptır" diyor. Olmaz, diyor; yavrum git önce şu kerratı ezberle gel, sana havuz problemlerini öğreteceğim. Ama sen git şu kerratı ezberle. "Zor geliyor hocam, ezberleyemiyorum" diyorsa olmaz. Bunun bir yolu var, yani basamakları var. İnsan dünyada hiçbir işi basamaksız yapmaz, kader ile ilgili bir konuyu gelir "Hocam, sen hele şu kaderi bana bir anlat" der. Olur mu öyle şey? Evrenin altından kalkamadığı bir konuyu "Hele bana şunu bir anlat" diye sorar. Olmaz, öyle bir şey olmaz. Öyle olunca şimdi bazı cümlelerle kader kültürüne biraz girmeye çalışacağız, işte bu sapmalar bize vesile olacak. Ama zaten hep onu konuşuyoruz, dikkat edin lütfen, hep o kültürü oluşturmaya çalışıyoruz. Birinci grupla başlayalım. Birinci grup doğrudan inkarcıları içeriyor. Bu grup, Allah ı, O nun Nebi ve Rasullerini ve Sistemini inkar edenleri içine alan gruptur. Sapmalar dediğimiz için onları da bu başlık altına koyacağız, çünkü inkar da bir sapmadır. Bu paragraf, bugüne kadar konuştuklarımızı içeren küçük bir paragraftır: Birinci Grup: DȗniHİ algı ve zann'ları sebebiyle Muhtariyeti Tercih Gücü yetkisini Vehmin Zulmetini tercih yönünde kullanan Nefsin Şerri, "Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddiasıyla kendi adına "BEN" diyerek Mütekebbir davranmış olur ve ilahlığını ilan eder. Bu iddiasına uygun olarak da Esfele Safiliyn hayat tarzını benimser. Bu haliyle o, Allah üzerine yalan söylemiş, iftira etmiş, bâtılı tercih etmiş olur, YOK hükmünde bir iddiaya sahip çıkmış olur. Elhamdülillahi Rabbil Alemiyn burada öyle değiliz inşaallah. Bu tanım, tamamen inkarcıları içine alan bir sapma grubunu anlatıyor. Elif, Laaam, Miiiym, Raa. Bunlar kitabın ayetleridir. Ve (o kitab) Rabbin den sana inzal olunan Hakk tır. Fakat insanların ekseriyeti iman etmezler. (Ra d-1) İnsanların ekseriyeti iman etmezler! Demek ki, insanların ekseriyeti işte bu birinci gruptalar. Muhakkak ki, insanların çoğu gerçekten fasıktır. (Maide-49) Yani Allah a kulluk etmezler. Bu grubun da nasıl bir yaygın alan oluşturduğunu öğreniyoruz. Ra'd-1 de öğreniyoruz ki; iman etmezler, yani imanları yanlıştır. Maide-49 da diyor ki; onların çoğu gerçekten fasıktır, yani amelleri yanlıştır. "Amenu Billahi ve Amilus salihati" çerçevesinde, onların imanları doğru değil, Hakk değil, hayat tarzları da Hakk değil" demektir. İkisini de bu ayetler gösteriyor. İkinci Grup: Bu grup şirk üzerine, şirk günahı üzerine kurulmuştur. Şirk günahı üzerine kurulu olduğu için bu grubu anlayabilmek şirki tanımlamakla mümkündür. Şirki çok tanımladık ama tekrar edelim: Allah a karşı "Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddiasında bulunmak. Şunu hatırlatarak devam edelim. Bu ve bundan sonraki gruplarımız inananlarla ilgilidir. İnkarcıların iddialarını ve yaşantılarını birinci grupta topladık. İkinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci gruptakiler tamamen inananlarla ilgilidir. Bu yüzden bu gruplara dikkatle bakıp, onlara uyan nelerimiz var diye araştırıp kendimizi temizlememiz lazım. Şirk günahını anlamak için şirki tekrar tarif edelim: Eğer insan, yani o inanan Allah a karşı "Ben Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddiasında bulunursa şirk kapsamına girmiş olur. Bundan başka tarifler yapılabilir, "Allah a ortak koşmak" gibi cümleler söylenerek bir sürü şirkler tarif edilebilir. Ama "Ortak koşmuyorum" der bitirirsiniz. Allah a ortak olmak ne demek, şirke ortak olmak ne demek, bu bilinmezse kişi ayeti geçer gider. Eğer bir inanan kişi Allah a karşı, "Ben de senin gibi

Yılmaz Dündar 163 Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddiasını muhafaza ederse, amellere sıkı sıkıya bağlı olsa bile şirk kapsamındadır. Çünkü dȗnihi bir algıyla Allah ın dışını, dışı kavramını oluşturdu, kendini dışarı aldı ve orada "Müstakilen VAR ve Muhtar" bir yapı oluşturdu. Biz diyoruz ki, yapı Allah... Ama sen de yaptın, sen de Müstakilen VAR ve Muhtar" bir yapı oluşturdun. İşte ortak oldun. Kendini ortak ettin ya, artık bundan sonrakiler sekonder şirk davranışlarıdır, onlar ikincil şirklerdir. Bu kişi sonra güneşe, aya, paraya tapabilir, fark etmez. Hepsinin sebebi esas şirktir, birincil şirktir. İşte "şirk günahı" odur, "şirk" odur. Eğer şirki böyle tarif etmezsek kişi şirk günahı içerisinde mi, değil mi, bilemez. Eğer kişi Allah a karşı "Ben de Müstakilen VARIM ve Muhtarım" beyanında bulunuyorsa, bu beyanında ve iddiasında ısrarlıysa o kişi şirk günahını işliyor demektir. Çok önemli bir yeri konuşuyoruz, zihnimizden geçen soruların cevabı biraz sonra gelecek. Eğer inanan bir kişi bunu beyan etmiyorsa, duyduğu zaman da reddediyorsa ona "Sen şirktesin" diyemezsiniz. "Müstakilen VARIM ve Muhtarım" iddiasında bulunan kişi ilahiyat profesörü de olsa, kitaplar da yazsa fark etmez. Var olan bilgileri ezberlemekten sorumlu değiliz, öyle bir imtihana girmeyeceğiz, imtihanda sorulacak sorular bellidir. Kişi şirk günahında ise bilmelidir ki, Allah; şirk günahını bağışlamayacağını, amellerinin de boşa gideceğini buyurmuştur. Eğer birisi bu dediğimiz iddiada bulunursa Allah diyor ki; senin bu iddianı bağışlamam. Çünkü sen bana iftira ediyorsun. Benim hakkımı teslim etmediğin halde bazı amellerle de meşgulsün ya, onların hepsi boşa gider. Zümer Suresi 65. ayet Efendimiz Sallallahu Aleyhi Veselleme söyleniyor ve biz O'nun üzerinden öğreniyoruz: Andolsun ki; sana ve senden öncekilere vahyolundu ki, Yemin olsun ki; eğer, şirk koşarsan, kesinlikle amelin boşa gidecek ve kesinlikle hüsrana uğrayanlardan olacaksın. (Zümer-65) Efendimiz (SAV)'e söyleniyor, muhatap Efendimiz Sallallahu Aleyhi Vesellem. Senden öncekilere de bu söylendi. Sana da vahy olundu ki: Yemin olsun ki, eğer şirk koşarsan kesinlikle amellerin boşa gidecek, kesinlikle hüsrana uğrayanlardan olacaksın. Bu anlatım, anlayabilmemiz ve uygulayabilmemiz için, işte kesret dilidir. Eğer Kesret Dili olmasaydı uyarı olmazdı. Anlaşılması için onu size Uluhiyet diliyle söyleyeyim: Kim ne yapacaksa hükmünü Allah verir, insanlar o hükme uygun olarak yaşarlar, o hükümleri açığa çıkarırlar. Hâdî dilemişse hidayet ehli olur, Mudill dilemişse şaki olur. Haydi şimdi buradan bir amel çıkarın. Elin kolun bağlı. Tevhid Dili'nden amel çıkmaz. Bu yüzden manaları ayırıyoruz. Allah ın emri olmadan şirk koşabilir misin? Başka bir iş o. Ama oradan "sana Allah şirk koşturdu" manası çıkmıyor, bunu öğreneceğiz. Onlar çok dünyevi manalar. Ancak Zümer-65 ten anladık ki, biraz önce yaptığımız şirk tarifiyle, kişi o iddiaya sahip çıkarsa amelleri boşa gider. Bu Allah hidayetidir. Kullarından kimi dilerse, onunla hidayet eder. Eğer onlar dahi şirk koşsalardı, elbette yaptıkları tüm amelleri hiç olur, boşa giderdi. (En am-88) Efendimiz (SAV) den önceki Nebi ve Resul ler üzerinden öğreniyoruz, ayet onlar için, muhatap onlar. Size gelen Allah ın hidayetidir. Eğer şirk koşan olursanız bütün amelleriniz boşa gider. Bu da kesret dilidir. Bu iki ayete bakıp "Demek ki, Rasul ve Nebiler de şirk işlermiş, ayetlerde uyarıldılar" zannedersek yine hataya düşeriz. Değil! Sakın Nebi ve Resulleri yanlış yapar, yapıyorlar, yapmışlar sanmayalım. Rasul ve Nebiler için ne tür yanlışlık yaparsanız hepsini doğrudan Allah için söylemiş olursunuz: Anlatımlar kesret dilidir, hep bunu vurguluyorum. Kesret dili başka bir şeydir, oradan kendimize göre mana çıkarmamalıyız. Eğer böyle bir mana çıkarırsak bu edep dışı olur. Ayetlerden öğreniyoruz ki,şirk gibi bir davranış Rasul ve Nebiler için aslında "ne mümkün!"dür. Rabbi öyle buyurur; ne mümkündür! Ama Rasul ve Nebilere söylenerek öyle bir uyarı, öyle bir anlatım tarzı var ki, birincisi şiddetle dikkat etmemiz içindir. İkincisi;

164 ayet onlara "Siz şirk işlerseniz böyle olur" uyarısı değildir. Şirkin şiddetini anlatmak için "Siz bile yapmış olsanız bağışlamam" demektir. "Siz yapacaksınız, yapma ihtimaliniz var, yaparsanız amelleriniz boşa gider" denmiyor. Bize işin şiddetini göstermek için, ders etmemiz için Rasulünü muhatap alıp, "Siz ki benim özel kullarımsınız, heva ve hevesinizden konuşmazsınız, siz hakkı tebliğ edersiniz, bu halinizdeyken bile, sizin şirk işleme ihtimaliniz varmış gibi düşünsek bile, işte sizin gibi birisi bile olsa bağışlamam" demektedir. Normal hayatımızda söylemez miyiz, kendi çocuğumuz için "Çocuğum yapsa bağışlamam" gibi söylersiniz. Çocuğunuz o işi yapacağından değil ki. Yaptıkları işe çok güvenen bazıları; "Babam olsa da böyle yapardı" derler. O işi babası yapacağından söylemiyor, belki de babası rahmetli. Ama "Babam olsaydı böyle yapardı" derken bir şeyi vurguluyor. Babası rahmetli, babasının gelip yapacak hali yok. Onu söylerken "Öyle bir ihtimali var" demek istemiyor. Bir şeyi vurguluyor, bu kadar kararlıyım, bu iş bu kadar sıkı bir iştir demek istiyor. Anlaşıldı değil mi? İnşaAllah. Şirk günahından sıyrılmak, o kapsama girmemek özellikle beyanla ilgilidir, şimdi onu göreceğiz. Şirkten sıyrılmak beyanla ilgilidir. Kişi mutlaka beyan edecek, Allah ım şehadet ederim ki, "Müstakilen VAR ve Muhtar ancak SENsin. Başka Müstakilen VAR ve Muhtar YOKTUR" diyecek. Bu bir beyan ve bu beyanı yapmak şart. Bu o kadar önemli bir şey ki, ah anlatabilsem... Dünyada değil evrende o kadar önemli bir cümle ki bu; "La ilahe İllallah" budur. Bunu inanarak, bilerek, görerek bir kere söyleyen kurtulmuştur, o artık şirk kapsamına girmez. "Bu kapsama girmeyince ne olur?" göreceğiz. Bu anlattığımız kapsamların önemini şu ayetten öğrenmiştik. Onların ekseriyeti ancak müşrikler olarak Allah a iman ederler. (Yusuf-106) Önceki ayetlerde insanların ekseriyeti iman etmezler dedik. Bir kısım inanan var, bu ayet; "O inananların da çoğu şirk günahı ile iman ederler" diyor. Önemli bir tehlike bu! Allah muhafaza etsin, bir hastalıkla ilgili baktığımız zaman onun görülme sıklığı için "İki kişiden birinde" dense ne yaparız? Çok korkarız. Ama "Milyonda bir kişide gözükür" deniyorsa biraz ferahlarız. Fakat anlattığımız bu şirk tehlikesi için ayet "Çoğunda vardır" diyor. "İnsanların çoğu inanmaz. İnanan o azınlığın da çoğu Allah a şirk oluşturarak inanır" diyor. Tekrar edelim ki şirk günahı kapsamına girmemek için önce beyan lazım. Bunu yapmakla o kapsamdan çıktık ama yetinmemek lazım. Beyanımızı daha iyi idrak edebilmek için de ayrıca bir gayret gerekir. Çünkü beyan ne kadar fazla idrak edilirse bu beyana uygun amel de o kadar kolaylaşır ve yaygınlaşır. Beyan yeterince anlaşılırsa onun oluşturacağı algıyla amelleri de çok kolay olur, rutinleşir. Onları Aşağıların Aşağısı kitapçığının son kısmında, Kurtuluş Bölümü nde detaylıca maddelendirdik. Hal bu anlattığımız gibiyken, kişi bu beyanı yaptı; böylece şirk günahı kapsamından çıktı, yani Yönelişi, beyanı doğru. Ama İlişkiler kısmında, yani bu beyana uygun yaşarken, yani salih amel uygulamasında yapılan yanlışlar var, Bu beyana uygun fiiller ortaya koyacak, ama bu beyanı yaptı diye ertesi gün öyle davranamaz, elbette bazı yanlışlar, hatalar yapacak. Fakat bunlar, doğru yapma gayreti içerisindeyken yapılan yanlışlardır, doğruyu yapmak için çalışırken oluşan yanlışlardır, "Ben yanlış yapacağım" diyerek değildir. Çünkü, bu beyanı yapmış olmasına rağmen dȗnihi algı ve zann'ları henüz o kişide hakimiyetini sürdürdüğü için, ondan dȗnihi algı ve zann'larına uygun fikir, düşünce, konuşma, söz, fiil çıkabilir. Ama o kişi beyanını yaptı ve sırtını döndü. Sırtını döndüğün an şirk günahı kapsamından çıkarsın. O sırtını döndü. Hanif dedik ya! Bu kişi iki şartı yerine getiriyor demektir. Yanlışları var, yanlışları yapıyor ama iki şartı yerine getirmek koşuluyla şirk kapsamında değildir: Birisi, beyan etti. İkincisi, beyana uygun gayreti var. Bu iki şart önemli: Beyan etti ve o beyana uygun gayreti var. Bu iki şart var ise bu kişinin