HASAN SEVER 6 Mayıs 1972 tarihinde Elbistan da doğdu. Ankara Atatürk Lisesi ve Cumhuriyet Lisesi nde okudu. ODTÜ İktisat fakültesine devam ederken 1995 yılında yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Zürich Üniversitesi nde ekonomi okudu. İsviçre de yayınlanan Öteki İsviçre dergisinde yazarlık ve editörlük yaptı. 2010 yılından beri e-hayalet.net politika-kültür-sanat sitesinin yöneticiliğini yapıp, aynı sitede günlük yazılar kaleme alıyor. Evli. Hare Dize adında bir kızı var.
Ayrıntı: 829 Türkçe Edebiyat Dizisi: 33 Birazcık Halil Hasan Sever Yayıma Hazırlayan Ahmet Büke Hasan Sever, 2014 Bu kitabın Türkçe yayım hakları Ayrıntı Yayınları'na aittir. Kapak Tasarımı Gökçe Alper Kapak Fotoğrafı Mgs/Moment Open Getty Images Turkey Dizgi Esin Tapan Yetiş Baskı ve Cilt Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti. Merkez Efendi Mah. Fazılpaşa Cad. No: 8/2 Topkapı/İstanbul Tel.: (0212) 612 31 85-576 00 66 Sertifika No.: 12156 Birinci Basım: İstanbul, 2015 Baskı Adedi 1000 ISBN 978-975-539-960-7 Sertifika No.: 10704 AYRINTI YAYINLARI Basım Dağıtım San. ve Tic. A.Ş. Hobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No: 3 Cağaloğlu İstanbul Tel.: (0212) 512 15 00 Faks: (0212) 512 15 11 www.ayrintiyayinlari.com.tr & info@ayrintiyayinlari.com.tr
Hasan Sever Birazcık Halil
TÜRKÇE EDEBİYAT DİZİSİ Melekler Evi Göksel Yılmaz Akhisar Düşerken Mahmut Şenol Kurumuş Nehrin Yatağında Uğur Erkman Gecedegiden Hüseyin Kıran Arıza Babaların Çatlak Kızları Ayten Kaya Görgün Zeval Nihan Taştekin Bir Zamanlar Bakırköy Tahir Musa Ceylan Önceki Çağın Akşamüstü Ömer F. Oyal Akvaryumda Ölü Bir Balık Mürselin Kurt Fevkalbeşer Sair Bey ve Suskunluğu Ömer İzgeç Laf Evi Serdar Aysev Kayıp Taşlar Asuman Bayrak Fransız Balkon Ahmet Coşkun Boşluğun Sesi Umut Dağıstan Bir Tuhaf İntikam Uğur Erkman Karsuyu Hüseyin Bul Babamın En Güzel Fotoğrafı Gönül Kıvılcım Kedi ve Ölüm Erhan Bener Acemiler Erhan Bener Capon Çayevi Mahmut Şenol Ferahlık Anına Övgü Ömer F. Oyal Benim Adım Meleklerin Hizasına Yazılıdır Hüseyin Kıran Jilet Sinan Gönül Kıvılcım Pas Celal Güngördü Kasabanın Laneti Mustafa Şahin Dalgalar Serdar Rifat Kırkoğlu Karanlıkta Körebe Mürselin Kurt Yalancı Tanıklar Kahvesi Vedat Türkali Acuka Ahmet Coşkun Haziran'da Bir Fidan Der: Levent Turhan Gümüş Bitti Bitti Bitmedi Vedat Türkali
Sevgili ağabeyim Dr. Ali Sever e
Sürgün* [Şimdi bu uzak ülkede Avuçlarımda umudun mujdesi ne tuhaf Bahar kapıda hava yumuşadı Şehir ışıkları Ve bir çocuğun bakışına takılan sokak piyadeleri. Dostlar Anlıyorlar mı derdimi? Yağmur Ve ikindi vakti toplandıgımız o uzak çayır Fakat mecburdum gitmeye Ağır ağır sildi izimi, attığım her adım Şöhretin çağrısına mı uysam Yoksa ayyaşa cıkacak adım Gel gör ki bu öteki hayat Aklımı çeldi Ve bu sonu gelmez bekleyişten Bir umut doğacak belki Bakma, saatleri sayıyorum ya Yalnızlık o kadar da kötü değil Evim Sahile yakın bir yerdi Uçurumlar ve askeri bando Hayata normalliğin esintisini üflerdi * King Crimson, Exiles, Larks Tongues in Aspic, London, Island Records, 1973. İngilizce den Çeviren: İAS, İndianapolis, ABD, Mart 2013. 7
Açıklama H ocam, işte bahsini ettiğim defterler. Böylece sana emanet ediyorum. Niye ben? diye sorma, bilmiyorum. Düz konuştuğum için de kusura bakma. Defterlerde göreceksin, Halil, defterlerin sahibi abartıya yer vermeden beni de yazmış. Doğam bu. Beynimin çapraz yan bağları epeydir kopuk, ben de sakatlığıma sığınıp dere tepe düz konuşuyorum, aslında fena da olmuyor. Neyse, umarım alınmamışsındır. Ayrıca, yazdığın internet sitesinde, ara sıra, yazdıklarını şöyle üstün körü okuyorum; fena değil. Fakat yine de defterleri sadece klavyene teslim etmiyorum. Yazmak teknik bir iş. Kafaya koyan herkes becerebilir. Bak kimler becermedi. Bunlar epeydir bende duruyor. Bir gün damarıma denk gelip yok edece- 9
ğim diye korkuyorum. Görüyorsun ya Hocam, henüz akıllılık belirtileri göstermiyor değilim. Defterleri buraya bırakıyorum. Bu saatten sonra zaten, geri götürmem mümkün değil. İstersen ben gittikten sonra al bunları çöpe at. Vallahi hiç tasam değil. Ben yapacağımı yaptım. Hocam, çok kalamayacağım. Buluşmaya geldiğin, teklifimi ret etmediğin için çok teşekkür ediyorum. Önemli bir işim var, hemen gitmem lazım. Bir şeye ihtiyacın olursa beni arama. Dermanım olsa devrimime sürerdim. Haydi, kendine iyi bak. Yunus la aramızda geçen bütün diyalog buydu; buna diyalog demek mümkünse tabii. Zürih Kanzlei da yaptığımız randevumuza benden beş dakika sonra icabet etmiş, oturmadan, ayak üstü defterleri teslim edip, daha doğrusu masaya bırakıp, yukarıdaki konuşmayı yaparak çekip gitmişti. Yunus u tanırdım. Benim bir iki kuşak öncem. Solcu Abi döneminden. Merhabamız vardı; fakat herhangi bir yerde baş başa oturup konuşmuşluğumuz, beraber yemek yiyip, kahve içmişliğimiz yoktu. Dev-Yol cu ve Karadenizli olduğunu; tartışmalarda sözünü sakınmadığını; çevresince iltimas geçildiğini biliyordum o kadar. Defterlere baktım. Ne de sessiz duruyorlardı öyle. El sürmedim. El sürersem çünkü, oyun bitecekti; biliyorum. Kalkıp bira almaya gittim. Mesai henüz bitmiş, Kanzlei sakindi. Helvetiaplatz ın köşesinde yani karşı köşede çalışıyordum. Birayla masaya döndüm. Saat 17:30. İlk yudumu aldım. Aslında açım. Aç karınla bira erken kafa yapar. Belki de tam ihtiyacım olan şey. Defter... Kaç yıl oldu? En son, lisede defter kullandım. Yine de defter dendi mi hatırlanması gereken çağ ilkokul çağıdır diye düşünüyorum. Masadaki defterler ilkokul defterlerine benzemiyorlardı. Bunları Migros ta görmüşlüğüm var; zaten İsviçre demek biraz da Migros demekti. Kadehi bitirdim. Kendimi tanıyorum. Defterleri açacağım fakat eyleme ortak arıyorum. İşte bira o vazifeyi görecek. İçki, çoğunlukla yalnızlığımızın çoğul eki değil midir zaten? 10
Tekrar bira almaya gittim. Mevsim yaz, aylardan Haziran. Çok güzel bir serinlik var. Altında oturduğum ıhlamur ağacı kokuyor, yahut bana öyle geliyor. Tek başına bu hava bile insanı sarhoş etmeye yeter. Kanzlei yavaş yavaş dolmaya başlıyor. Galiba artık eylem zamanı. Üstteki defteri elime alıyorum. Önüne arkasına bakıyorum. Temiz. Kapağı açıyorum. Heyecanlıyım. İç kapağa, 1. Defter yazılmış; demek Yunus sırayı gözetmiş. Neden dışa değil de içe yazılmış bilmiyorum. Okumaya başlıyorum... Hayır! Bu kadar aceleci olmamam gerekiyor. Birkaç cümleden sonra defteri masaya bırakıyorum. Diğerlerini de kontrol ediyorum. Dört dolu dolu defter. Rastgele sayfalar açıp okuyorum. Bu da benim küçük bir okuma oyunum. Okuyacağım kitaptan rastgele sayfalar açar, önceden bir iki cümle okurum. Kitabı okurken o cümlelere geldiğimde ilk haliyle karşılaştırırım. Başlangıçta, yol kenarında, kaldırım dibinde herhangi bir taş, kurumuş ot ya da birikmiş toz gibi görünen cümleler, hikâyelerinin bütünlüğünde bambaşka şekiller alırlar. Bu farkı görmek beni hep mutlu eder. Defterleri okumaya başladım. Biraz hızlı, biraz üstten üstten... Kanzlei dan, Almanya ya oradan Ankara ya ve nihayetinde Zürih e, tam oturduğum yere geldim. Arada kaç zaman geçti; kaç kuş yuvasını vakitsiz terk etti; kaç şehir hikâyesinden sıkılıp kendini yıktı bilmiyorum. Üçüncü defteri kapatırken, gece Kanzlei ın ışıklarıyla birlikte yere kadife bir örtü gibi iniyordu. Etraf cıvıl cıvıl. Vakit bıraktığım yerden birkaç saat ilerideydi. Yunus bilerek mi Cuma akşamını seçti? Cuma akşamlarını severim. Kalksam, yürüsem, yürüsem yine yürüsem... Yapamıyorum. İtiraf etmeliyim ki Yunus tan dişe dokunur bir şeyler alabileceğimi ummamıştım. O gece, o Haziran gecesi defterlerle ilgilenmeye karar verdim. Elimin altındaki bütün işleri bir tarafa bırakacak bu işi kotaracaktım. Mesaiden geriye kalan enerjimin çoğunu Halil e ayırdım; fakat iş yine de umduğumdan uzun sürdü. Şansıma, üç defterin ikisi tanıdığım şehirlerde geçiyordu. Zaten 1. Defter de, nedendir bilinmez, mekân 11
belirtilmemiş. Belki de Yunus kentlerden ötürü defterleri bana getirdi. Öyle ya, eğer yazdıklarımı üstünkörü de olsa okumuşsa, bu iki kente, yazılarımda cümle ayırdığımı da görmüştür. Neyse. Halil in el yazısını öğrenmek zor olmadı, küçük ve daha ziyade daktilo harfleri kullanmış. Çok az karalama yapmış. Defter yaprakları düzgün ve hırpalanmamış. Anlaşılan, hızlı ve tek seferde yazmış. Dipnotların kimisi Halil e ait. Ait olanları Halil imzasıyla belirttim. Diğer dipnotları ben ekledim. Defterleri bir araya getirmek, bilgisayara aktarıp dizmek çoğunlukla zevkli oldu. Hikâyeye, onu iki dize arasına almak ve defterlerin başına kendimce anlamlı bulduğum birer cümle koymak dışında müdahalem olmadı. İsme gelince, göreceksiniz zaten, isim de bana ait değil. Son bir not: Yunus, 2011 sonbaharından beri Küba da yaşıyor. En son not: 4. Defter Halil e ait değildi! Hasan Sever, Zürih-İsviçre, 16 Haziran 2011-5 Mayıs 2013, 02:18 12
Şimdi... Bu Uzak Ülkede Frau Basler: Dünyayı, mein lieber, erkeklerin pazıları değil, biz kadınların avuç içleri kurdu. 1. DEFTER Alman sarısı vardır ya, yeşili ortaya çıkaran hardal sarısı; sabah güneşi tonunda olur, ısıtır fakat yakmaz; işte o sarılık ve sıcaklıkta muhteşem bir Alman kızıydı Brigitt. Bana, du bist ein Wunder * derdi. Bir mucize miyim? Kim bilir; ama Brigitt çok güzeldi. Kendisine diyemedim; bilmiyordum; yıllar sonra kitap okumaya başlayınca fark ettim: Kitap kapağı özeninde yaratılmıştı. Şimdi ne zaman bir kitap kapağına el sür- * Sen bir mucizesin. 13
sem, Brigitt i okşamış gibi oluyorum. Bazen sırf kapağı için kitap aldım. Hep düşündüm, günahı boynuna, eğer tanrı benim zevkimdeyse kesinlikle Brigitt de gözü olmalıydı. Parası çıkışmadı. Olsun, dedim, bu da benden olsun. Bazen bir kelime yeter; cümlesi israfa girer. Hem, sokakta yaşayanların cümleleri kısa olur. İşte o, benden olsun a tav oldu. Belki iki kelimede beni gördü. Çok düşündüm, bu bir yergi mi övgü mü? Öyle ya, yazılsa roman olacak hayatların yanında, iki kelimede anlaşılmak biraz dokunuyor insana. Belki de şiirselliği mi gördü; kim bilir? Şiirin kirlisi olmaz diye duymuştum; ne de olsa peygamber mesleği; fakat kirin şiiri olurmuş. Acaba kirin şiiri miyim? Keşke Brigitt e bunu sorabilseydim. O zaman bunu düşünecek dinginlikte değildim. Dedim ya, sokağın cümlesi kısa olur. Öyle olunca düşünmeye de zaman olmuyor. O olsun dan sonra Brigitt i sık sık görmeye başladım. Susuz kalmış çiçek yaprağı gibi buruşuk ve küçülmüş halde yanıma gelir; yaşarmış, çakmak çakmak gözleriyle gözlerime bakardı. Onun için hep en güzelini saklardım. Genellikle parası avucunda olurdu. O avuçta elim, o elde yüreğim olsun diye çok hayal kurdum. Sokak lambalarının ve gece kulüplerinin bütün ışıklarını tavanına toplayan odamda, o ışıkların ve damarlarımdaki dalgaların kayığında Brigitt i düşünürdüm. En çok sarı renklerde görürdüm onu. Kırmızı da olurdu. Mavi de... Bütün renklerde Brigitt... Neredesin? Nerede olacak, evindeydi. Avrupalılarda aile yok diye biliriz ya, yalan! Ben, çocuklarının etrafında bu kadar pervane başka bir aile görmedim. Baba avukat, anne pedagogdu. Birlikte olmamızı istemeyeceklerini tahmin etmek zor değil. Gerçi bana bir günden bir güne kötü bir bakış dahi atmadılar ama biliyordum. Hem, ben de onların yerinde olsam bu ilişkiye karşı çıkardım. Bizimki, anne babaya rağmen bir ilişki değildi. Brigitt i hayal ettiğim kadar zor elde etmedim. Zaten ben onu değil, o beni tercih etti; zira belirleyen oydu. Yakışıklı, güçlü, yabancı, gizemli ve esmerdim. Bütün bunların toplamı nedir? Bana sorarsanız hiç; ama Bri- 14
gitt hiçten bir sonuç çıkarmıştı. Ailesiyle tanıştırmadı. Ben hazırdım. Kendimi, Stendhal ın Julien Sorel i misali, güçlü, fatih, sağlam hissediyordum. Brigitt beni onlardan hep uzak tuttuysa da onlar bize hiç uzak durmadılar. Fakat onlar bize hiç uzak durmadılar. Beraberliğimizden sonra, özellikle gecenin uzatıldığı cumartesi geceleri, sabaha kadar, koyu yeşile çalan arabalarının içinde kızlarını beklerlerdi. Evlenmemeye onları görünce karar verdim. Hele çocuk yapmak; tanrı yazdıysa bozsun. Biz içeriden çıkardık, üstümüz başımız gece; yapış yapış içki ve sigara kokuyoruz. Bir uşak gibi, hizmetli, efendisini geceden alan köle gibi alırlardı onu. Ne bir söz, ne bir hakaret. Brigitt evine, bense bekar odama yollanırdım. Brigitt in anne babası, benim de Hacı babam vardı. Hacı babam, işçiler için dikilmiş kibrit blokta, küfürler ede ede, elindeki tespihle şeytanın kuyruğunu okşayarak kulaklarımı çınlatırdı. Belki bu kadarını biliyordu. Belki de beni sevmesini bilmiyordu, bilmiyorum. Bizde erkeğin erkeği sevmesi hoş karşılanmaz; erkeğin kadını sevmesi ise günaha girer. Velhasıl biz bir birimizi sevmeyiz. Babam beni hiç sevmedi. Kaldı ki babam beni sevse ne olurdu? Brigitt e ne oldu ki bana da olsun? Bir gece, kapı önünde araba yoktu. Seninkiler gelmemiş dedim. Hiç üstünde durmadan, artık gelmeyecekler dedi. Ya sen? Sevgilimde kalacağım. Hıh, anca uyandım. Kız bana kaçmış ama ben, bulutların zeminsizliğinde yürüyen bir gececiydim. İçimden, Kız ocağın sönmeye, başka sevgili mi bulamadın? dedim. Yıllar sonra Züğürt Ağa filminde Züğürt Ağa da Kiraz a aynı soruyu sordu. Birbirimizden habersiz, birbirimizin sorularını soruyoruz. *** Brigitt bende kalmaya başladı. Elde avuçta para hiç eksik olmazdı ama bir kez olsun o küçük buzdolabımızı dolu görmedim. Günübirlik yaşıyorduk. Kazandığımı dağıtıyor, dağıttığımı toplamıyordum. Kim yanıma geldiyse harçlıksız 15
göndermedim. Harçlık dediysem, öyle cep harçlığı değil, verdiğim parayla iş kurup, dirliğini kuranlar bile oldu. Ziyaretime gelmediler ama dua ettiklerini duydum. Bereket! Bilemiyorum; çoğumuzun yaptığı gibi, belki hatamı başka yerde arıyorum. İşten iyi para geliyordu. Gecede zamanı geliyor bir kilo mal döküyordum; zordur, herkes yapamıyordu; fakat gel gör ki bereketi olmadı. Bu arada Brigitt le rutine geçtik. Sevgili, karı-koca, arkadaş karışımı bir ilişkimiz oldu. Çok tartıştık ama hiç kavga ettiğimizi hatırlamıyorum. İlişkimiz, kişisel sınırlarımıza kadar gelmedi. Bir ara, Brigitt benden bir koca çıkarmak istedi fakat baktı kendisi koca isteyen kadın olmak istemiyor, vazgeçti. Bende de zaman zaman kocalık belirtileri görüldü, fakat koca olmaya hep erindim. Brigitt in sevgisi insanı kocalıktan soğutan türdendi. Sahiplenilmeyi değil, yaşanılmayı hissettiriyordu. Çok yumuşak, ferah bir duygu. Şimdi, zaman zaman pişmanlık duymuyor değilim. Bazen, keşke karı kocalıktan vazgeçmeseydik diyorum. Evinin erkeği olan ben, sabah mesai akşam ev diyecektim. Sahi olur muydum? Hayat mucizelerle dolu. Kaldı ki, Brigitt e göre, ben de onlardan biriydim. Ama eminim Brigitt bu manada dememiştir. Zaten öyle diyecek olsaydı tası tarağı alıp yanıma gelmezdi. Tamam kabul ediyorum, belki, bana gelsin diye fazla bonkör davrandım. Ne dediyse evet, ne istediyse olur dedim. Dediğimde samimiydim; fakat geceleri verdiğim sözleri gündüz gözüyle çok yorucu buluyordum. Galiba onu aldattım. Gidelim derdi. Bak yeterince paramız var. Woodstock a gidelim. 69 un ayak izlerini ararız. Belki oraya yerleşiriz. Gidebileceğimizi hiç düşünmedim. Oralar bana çok uzak geliyordu. Şu dediğime bakın! Konya dan kalkıp Almanya ya gelmiş biri; Almanya dan Amerika yı uzak buluyor. Niye? Sudan olmasın? Biz bozkır çocukları, sonsuz stepleri aşar ama derenin öte tarafını merak etmeyiz. Kursağımıza kıt giren su, sanırım, içimizde mesafe olarak yer etmiş. Keşke gitseydik. Hım, insanın kafasında baş- 16