WALKER PERCY Walker Alexander Percy, 1916'da Alabama, Birmingham'da dünyaya geldi. On üç yaşındayken, başarılı bir avukat olan babasının intihar etmesi, iki yıl sonra da annesinin gizemli bir trafik kazasında ölmesiyle zor bir ergenlik dönemi geçirdi. Genç Walker her zaman, arabası bir köprüden aşağı yuvarlanan annesinin de kendi iradesiyle hayatına son verdiğinden kuşkulandı. Belki bu yüzden, yetişkin yaşamında verdiği yapıtlarda intihar sürekli yinelenen bir tema olacaktı. Annesiyle babasının ölümü üzerine Walker Percy ve iki erkek kardeşi babalarının yazar olan kuzeni William Alexander Percy'yle birlikte yaşamak üzere Mississippi, Greenville'e gönderildiler. Bu taşınma, Walker Percy'nin kitapların arasında ve sanatla iç içe büyümesini sağladı. "Will Amca"sının yazdığı Lanterns on the Levee: Recollections of a Planter's Son adlı kitabın Percy'nin yapıtlarını etkilediği söylenir. Kendisi gibi Mississippi, Greenville'de yetişen Shelby Foote da Percy'yi yazmaya teşvik etti. Aralarında yaşamları boyunca süren bir dostluk kurulan Percy ile Foote düzenli olarak mektuplaştılar. Mektupları daha sonra Conversations between Percy and Foote başlıklı bir kitapta toplandı. Percy North Carolina Üniversitesi'nde kimya okuduktan sonra, Columbia Üniversitesi'nde tıp öğrenimi gördü. 1941'de tıp fakültesinden mezun oldu ve New York'taki Bellevue Hastanesi'nde staja başladı. Ancak tüberküloza yakalanmasıyla stajı yarım kaldı. 1942'de hastalığı nedeniyle hastanedeki görevini bırakmak zorunda kaldı. Daha sonra ders vermek üzere Columbia Üniversitesi'ne geri döndü. Tüberkülozun nüksetmesi üzerine; ancak üç yıl yapabildiği doktorluk mesleğini bütünüyle bıraktığında yazarlık kariyeri başladı. 1946'da Mary Bernice Townsend'le evlendi. Bir süre New Orleans'ta yaşayan Percy ve eşi Louisiana, Covington'a taşınarak, iki çocuklarını burada yetiştirdiler. Percy'nin yazdığı altı romandan üçü çeşitli ödüllere değer görüldü. 1961 yılında yayımlanan The Moviegoer [Sinema Müdavimi, Çev. Gamze Varım, Ayrıntı Yay. 2005] kurmaca dalında Ulusal Kitap Ödülü'nü, 1971'de yayımlanan Love in the Ruins [Harabelerde Aşk] de Ulusal Katolik Kitap Ödülü'nü aldı. Second Coming (1980) Los Angeles Times Kitap Ödülü'ne ve PEN/Faulkner Ödülü'ne değer görülürken, Amerikan Kitap Ödülü'ne de aday gösterildi. Percy, 1983'te yayımlanan ve denemelerinden oluşan Lost in the Cosmos: The Last Self-Help Book ile de St. Louis Edebiyat Ödülü'nün sahibi oldu. Percy ayrıca The Last Gentleman (1966) ve Lancelot (1977) [Lancelot, Çev. Suzan Aral Akçora, Ayrıntı Yay. 2010] adlı iki romanla, bir diğer deneme kitabı The Message in the Bottle'ı (1975) yazdı. Walker Percy, otuz yılı aşkın bir zaman dilimine yayılan yazarlık serüveni boyunca yazdığı romanlarda ilginç kurgularla önemli meseleleri bir araya getirdi. Hatta evrenin doğasıyla, insanın evrendeki yeriyle ilgilendiğinden, kendisine ABD'nin Güney eyaletlerinin Kierkegaard'ı anlamında "Dixie Kierkegaard" diyenler bile çıktı. Doktorluktan erken emekli olmak zorunda kalan Percy, romancının bir doktor gibi davranıp insan ruhunun açmazları konusunda bir teşhis uzmanı olması gerektiğini savundu. Percy ve yapıtları hakkında pek çok kitap ve makale yayımlandı. Kansere yakalanan yazar, 10 Mayıs 1990'da yaşama veda etti.
Ayrıntı: 650 Edebiyat Dizisi: 186 Harabelerde Aşk Walker Percy Kitabın Özgün Adı Love in the Ruins İngilizce'den Çeviren Suzan Aral Akçora Yayıma Hazırlayan Tayfun Koç 1971 by Walker Percy Bu kitabın Türkçe yayım hakları Ayrıntı Yayınları'na aittir. Kapak Tasarımı Arslan Kahraman Kapak Fotoğrafı Three Images/ Stone/Getty Images Turkey Kapak Düzeni Gökçe Alper Dizgi Hediye Gümen Baskı Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No: 244 Topkapı/İst. Tel.: (0212) 612 31 85 Sertifika No: 12156 Birinci Basım 2012 Baskı Adedi 2000 ISBN 978-975-539-676-7 Sertifika No: 10704 AYRINTI YAYINLARI Hobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No: 3 Cağaloğlu İstanbul Tel.: (0212) 512 15 00 Fax: (0212) 512 15 11 www.ayrintiyayinlari.com.tr & info@ayrintiyayinlari.com.tr
Walker Percy Harabelerde Aşk Dünyanın sonuna yakın bir zamanda kötü bir Katolik'in serüvenleri
EDEBİYAT DİZİSİ GÜNDELİK MUTLULUĞA ALIŞMA/Anja Meulenbelt Ë MURPHY/Samuel Beckett Ë MASAL MASAL İÇİNDE/ Khimaira/John Barth Ë ZEN VE MOTOSİKLET BAKIM SANATI/Robert M. Pirsig Ë PARFÜMÜN DANSI/ Tom Robbins Ë SINIRSIZ RÜYALAR DİYARI/J. G. Ballard Ë FRANSIZ TEĞMENİN KADINI/John Fowles Ë BEYAZ OTEL/D.M. Thomas Ë MYRA/Gore Vidal Ë DALGALAR/Virginia Woolf Ë ATLANTİK ÖTESİ/Witold Gombrowicz Ë HAYRANLIK/Anja Meulenbelt Ë FERDYDURKE/Witold Gombrowicz Ë MELEKLER ZAMANI/ Iris Murdoch Ë PAULINA 1880/Pierre Jean Jouve Ë EŞEKARISI FABRİKASI/Iain Banks Ë ROCK LANETİ/Iain Banks Ë KAYIP ZAMAN/Anja Meulenbelt Ë SENİ İÇİME GÖMDÜM/Andrew Jolly Ë BAŞTAN ÇIKARICININ GÜNLÜĞÜ/Søren Kierkegaard Ë KONFIDENZ/Ariel Dorfman Ë ALTIN DAMLA/Michel Tournier Ë BİR GARİP VAKA: MATMAZEL P./Brian O Doherty Ë NIETZSCHE AĞLADIĞINDA/Irvin D. Yalom Ë KIZILAĞAÇLAR KRALI/Michel Tournier Ë AİLEDE BİR ÖLÜM/James Agee Ë KUTSAL BÖLGE/Carlos Fuentes Ë KALPSİZ AMANDA/Jurek Becker Ë 62-MAKET SETİ/Julio Cortázar Ë ÇARPIŞMA/J.G. Ballard Ë ÜÇLEME-Molloy- Malone Ölüyor-Adlandırılamayan/Samuel Beckett Ë DUR BİR MOLA VER/Tom Robbins Ë HIRSIZIN GÜNLÜĞÜ/Jean Genet Ë KÜÇÜK DEĞİŞİMLER/Marge Piercy Ë LILA/Robert M. Pirsig Ë ERGİNLİK YAŞI/ Michel Leiris Ë AŞKSIZ İLİŞKİLER/Samuel Beckett Ë ESİRGEYEN GÖKYÜZÜ/Paul Bowles Ë YALANCI JAKOB/ Jurek Becker Ë DİVAN/Irvin D. Yalom Ë PORNOGRAFİ/Witold Gombrowicz Ë MERCIER İLE CAMIER/Samuel Beckett Ë BİR ERKEĞE NASIL TECAVÜZ EDİLİR?/Märta Tikkanen Ë BENDENİZ VE MARCO POLO/Paul Griffiths Ë DOĞMAMIŞ KRİSTOF/Carlos Fuentes Ë RÜYA SAKİNLERİ/Iris Murdoch Ë HİÇ İÇİN METİNLER ve Uzun Öyküler/Samuel Beckett Ë DUYGU YOLCULUĞU/Laurence Sterne Ë BETTY BLUE/Philippe Djian Ë AĞAÇKAKAN/Tom Robbins Ë ANARŞİST/Tristan Hawkins Ë BAKAKAİ/Witold Gombrowicz Ë PORTNOY UN FERYADI/Philip Roth Ë 10 1/2 BÖLÜMDE DÜNYA TARİHİ/Julian Barnes Ë SUNİ TENEFFÜS/Ricardo Piglia Ë MANŞ ÖTESİ/Julian Barnes Ë ADA/Aldous Huxley Ë GÜLÜN MUCİZESİ/Jean Genet Ë MÖSYÖ/Jean-Philippe Toussaint Ë ÇİÇEKLERİN MERYEM ANASI/Jean Genet Ë BAŞUCU OĞLANI/Alison Fell Ë YARATIK/John Fowles Ë SENİ SEVMİYORUM/Julian Barnes Ë ZENCİLER/Jean Genet Ë TÜNEL/Ernesto Sábato Ë KARA PRENS/Iris Murdoch Ë KARNINDAN KONUŞANIN ÖYKÜSÜ/Pauline Melville Ë TANRI NIN AĞZINDAN EVRENİN HİKÂYESİ/Franco Ferrucci Ë HAYATIN VE AŞKIN YASALARI/Connie Palmen Ë KAHRAMANLAR VE MEZARLAR/Ernesto Sabato Ë KAYNAK VE ÇALI/Michel Tournier Ë CENNETE BİR KOŞU/J.G. Ballard Ë DİŞİ ADAM/Joanna Russ Ë FLAUBERT İN PAPAĞANI/Julian Barnes Ë ALDATMA/Philip Roth Ë KOKAİN GECELERİ/J.G. Ballard Ë ACABA NASIL?/Samuel Beckett Ë MANTISSA/John Fowles Ë KOLEKSİYONCU/ John Fowles Ë BENJAMIN: DAR GEÇİTTEKİ AYDIN/Jay Parini Ë METEORLAR/Michel Tournier Ë ARKADAŞLIK/Connie Palmen Ë AŞK VESAİRE/Julian Barnes Ë SİRİUS TAN GELEN KURBAĞA/Tom Robbins Ë BAYAN GULLIVER CÜCELER ÜLKESİNDE/Alison Fell Ë GELECEKTEN ANILAR/William Morris Ë BENİMLE TANIŞMADAN ÖNCE/Julian Barnes Ë İNGİLTERE İNGİLTERE YE KARŞI/Julian Barnes Ë İYİ İŞ/David Lodge Ë YİTİK RUHLAR IRMAĞI/Connie Palmen Ë TERAPİ/David Lodge Ë ÖLÜRKEN/Jim Crace Ë GÜZELLİK HIRSIZLARI/Pascal Bruckner Ë SÜPER KENT/J.G. Ballard Ë SISKA BACAKLAR/Tom Robbins Ë BETON ADA/J.G. Ballard Ë İLK AŞK, SON TÖRENLER/Ian McEwan Ë GILLES İLE JEANNE/Michel Tournier Ë BİR KOMÜNİSTLE EVLENDİM/Philip Roth Ë KIZILDERİLİNİN ŞARKISI/James Welc Ë SİNEMA MÜDAVİMİ/Walker Percy Ë KARANLIKLARIN EFENDİSİ/Ernesto Sabato Ë METROLAND/Julian Barnes Ë BİZİ NEDEN TERK ETTİN SAYIN BAŞKAN?/François Vigouroux Ë DÜŞÜNCE BALONLARI/David Lodge Ë MİLENYUM İNSANLARI/J.G. Ballard Ë MÜNECCİM KRALLAR/M. Tournier Ë BEYAZDAKİ KARA/ Maggie Gee Ë KAYBOLUŞ/G. Perec Ë HINÇ AYLARI/P. Bruckner Ë LİMON MASASI/J. Barnes Ë BÜYÜCÜ/J. Fowles Ë GÜNDOĞUMUNA YOLCULUK/J. Barnes Ë OKLUKİRPİ/J. Barnes Ë FISKADORO/D. Johnson Ë HAYALETLERİN GÖÇÜ/P. Melville Ë ÖLEN HAYVAN/P. Roth Ë SICAK ÜLKELERDEN DÖNEN VAHŞİ SAKATLAR/Tom Robbins Ë PASTORAL AMERİKA/P. Roth Ë ABANOZ KULE/J. Fowles Ë ARTHUR VE GEORGE/J. Barnes Ë VAHŞET SERGİSİ/J. G. Ballard Ë VİLLA MEÇHUL/Tom Robbins Ë ASKER GRAMAFONU NASIL TAMİR EDER?/Sas a Stanis ić Ë FARMAKON/Dirk Wittenborn Ë NE KADAR İLERİ GİDEBİLİRSİN/D. Lodge Ë GERİYE UÇAN YABAN ÖRDEKLERİ/T. Robbins Ë BİR SAHTEKÂR OLARAK HAYATIM/P. Carey Ë İNTERNETTE BALIK AVLAMAK/Nasreen AKHTAR Ë LANCELOT/Walker Percy Ë ÖLÜ BİR DİLDE AŞK/Lee Siegel Ë VAHŞİ İNSANLAR/Dirk Wittenborn Ë GÜNEŞİ DURDURACAĞIZ/F. Bouillot Ë SHYLOCK OPERASYONU/Philip Roth Ë KAYBEDENLERİN BELLEĞİ/Michel Ragon Ë SAVAŞ ARTIĞI/ Ha Jin Ë YAZAR, YAZAR/D. Lodge Ë B, BİRA/Tom Robbins Ë EVE YÜZMEK/Rolf Lappert Ë HAFIZ DİVANI/ Hafız-ı ŞiraziË KUZEYE GÖÇ MEVSİMİ/Tayeb Salih Ë OEGSTGEEST E DÖNÜŞ/Jan Wolkers Ë TURİNGİN HEZEYANI/Edmunda Paz Soldán Ë KOVBOY KIZLAR DA HÜZÜNLENİR/Tom Robbins Ë NABIZ/Julian Barnes Ë DANIEL MARTIN/John Fowles
Shelby Foote'a
Dört Temmuz
Eyaletler arası yonca yaprağının güneybatı ucundaki bir çam korusunda Akşam 5.00 / 4 Temmuz Şimdi, eski, şiddet dolu, sevgili ABD'nin ve İsa'yı unutan, İsa'nın peşini bırakmadığı, ölüm saçan Batı dünyasının bu son endişe verici günlerinde, taze bir çam korusunda kendime geldim ve aklımdan şu soru geçti: nihayet her şey oldu ve bitti mi? İki saat daha geçince her şey anlaşılır. Öyle ya da böyle. Ya ben haklıyım ve bir felaket olacak ya da olmayacak ve ben deliyim. Her iki halde de durum pek iç açıcı değil. Her halükârda, taze bir çam ağacına dayanmış, kurdeşen dökmüş bir halde ve dünyanın sonunu bekleyerek burada oturuyorum işte. 9
Yine de şu an için burada emniyetteyim; iki yanım, solda bir toprak yükseltisiyle, sağda da bir giriş rampasıyla korunmuş. Karabina kucağımda yatıyor. Yonca yaprağının hemen altında, harabe halindeki motelde, üç kız beni bekliyor. Kuşkusuz bir şeyler olmak üzere. Yoksa bir şeyler oldu ve bitti mi? Tanrı nihayet ABD'yi kutsamaktan vazgeçti de şimdi hissettiğimiz şey sadece eski, tarihi mekanizmanın tangırtısı mı, zincir bizi kavrayıp sıradan felaketleriyle tarihe geri taşırken, bizi o mutlu ve ayrıcalıklı yüzey kaplamasından dışarı ve yukarı, uçurumun kenarına taşırken, eğlence treni arabalarının ani ileri fırlayışı mı? Ki o kaplamanın içinde inançsızlar bile, Tanrı ABD'yi kutsamıyor idiyse de en azından başımıza büyük bir talih kuşunun konmuş olduğunu ve şimdi o kutsama ya da talih sona erdiğinden, mekanizmanın tangırdadığını, zincirin kavradığını ve arabaların ileri fırladığını kabul etmişlerdir. Hava hâlâ öğlen sonrası kadar sıcak. Gök, yağmurdan sonra berrak, yıkanmış bir kobalt renginde. Gelişmekte olan ıslak çamlar güneşin ışıklarını çelik örgü şişleri gibi yansıtıyor. Koru tütüyor ve terebentin kokuyor. Uzaklarda, ufukta, hızla hareket eden fırtına bulutu bir trol gibi kamburunu çıkarıyor. Tam yukarıda bir atmaca, yonca yaprağının beton geometrisinden yükselen bir hava sütunu üzerinde dengede duruyor. Hiçbir kıpırtı yok. Yaslandığım taze çamın bir tümörü var ve ağaç, sırtıma uyacak şekilde bükülüyor. Terliyorum ve cin fizz içmekten kurdeşen dökmüşüm ama bunun dışında oldukça rahatım. Yonca yaprağının güneybatı ucunun alt bölgelerindeki bu nokta dikkatle seçildi. Buradan eyaletler arası karayollarının üç yönüne hâkimim ve menfezin kenarından eğilerek aradan dördüncüye, doğu girişine bakabiliyorum. Trafik yoğun değil, arada sırada bir süt tankeri ya da ürün römorku geçiyor. Atmaca yana yatıp uzun, düz bir süzülüşle bataklığa iniyor. Kanatlarının açısından bir bataklık atmacası olduğu anlaşılıyor. 10
Motelin kiremitlerinden biri düşüp betonun üzerinde kırılıyor. Howard Johnson motelinin portakal renkli damı, 203, 204 ve 205 numaralı odalardaki üç kızı hatırlatıyor bana. Kızları ve yaklaşan felaketi düşünmek, kafa derimin garip bir duyguyla sızlamasına neden oluyor. Eğer felaket gerçekleşirse, hakkında bildiklerim sayesinde sağ kurtulmak için oldukça büyük bir şansım var. Kızların da öyle. Sizden hoşlanan bir kızla birlikte sağ kalmak pek kötü bir beklenti değil. Ama hepsi de sizden hoşlanan ve her biri diğer ikisinden nefret eden üç kızla birlikte sağ kalmak hem korkunç hem de hoş, kuşkusuz insanın kafa derisini garip bir duyguyla sızlatacak bir şey. Karıncalanma hissinin bir başka nedeni, kurdeşenin daha da azmış olması. Boynumda ateşli kabarcıklar tomurcuklanıyor. Kafa derim havadar ve pamukla doldurulmuş hissi veriyor ve halatlarını birer birer patlatan bir zeplin gibi, arada sırada bir saç kökü patlatıyor. Bunlar kötü zamanlar. Hükümdarlıklar ve güçler her yerde galip geliyor. Ahlaksızlık yüksek makamlarda serpilip gelişiyor. Ancak daha net ve acil bir tehlike var. Çünkü önümüzdeki iki saat içinde, bu civarda ve belki başka yerlerde de zararlı parçacıklardan oluşan benzeri görülmemiş bir serpintinin çökeceğine inanmak için nedenlerim var. Sebebini ve sonuçlarını... ve önlemini... yalnız benim bildiğim bir felaket bu. Bu şeytani parçacıkların etkileri fiziksel olmaktan ziyade ruhsal. Cildi yakmıyor ve iliği çürütmüyorlar; daha ziyade ruhun gizli hastalıklarını alevlendiriyor ve kötüleştiriyor, benliği bile kendisinden koparıyorlar. Eğer bir adam hiddete yatkınsa öfkeden kuduracak. Eğer korkuyla yaşıyorsa dehşetten titreyecek. Zaten kendinden soyutlanmışsa kendisinden büsbütün kopacak ve İsmail gibi gayesizce dünyayı dolaşacak. Cebimde, insanları böyle bir olasılığa karşı aşılamanın ya da buna yakalanırlarsa onları tedavi etmenin yöntemi var. Ancak şimdiye kadar yalnız dört kişi aşılandı: ben kendim ve orada, moteldeki üç kız. 11
Hemen aşağımda, terkedilmiş alışveriş meydanının bitişiğinde, Saint Michael Kilisesi'nin sarı tuğladan ambar-artı-silosu yükseliyor. Şaşılacak kadar geniş bir cemaatti bu; Monsenyör mertebesinde bir rahibi hak edecek kadar büyüktü. Ama kilise artık boş, beş yıl önce terk edildi. Vitrayları kırılmış. Beton kafesinin deliklerinde kaya kırlangıçları yuva yapıyor. Buradaki Katolik kilisemiz üç parçaya bölündü: (1) yeni Roma'sı, Illinois'deki Cicero olan Amerikan Katolik Kilisesi; (2) aidiyete inanan ama Tanrı'ya inanmayan Felemenk hizipçiler; (3) arta kalan Roma Katolikleri, gidecek hiçbir yerleri olmayan ufak, dağınık bir topluluk. Mülkiyet haklarını ve mahallelerin bütünlüğünü vurgulayan Amerikan Katolik Kilisesi, Latince ayini devam ettirdi ve yükseltide Amerikan milli marşını çalıyor. Bu bölgedeki Felemenk hizipçiler, evlenmek için Roma'dan ayrılan birkaç rahip ve rahibeden oluşuyor. Onlar Felemenk hizipçi Katoliklere katıldılar. Şimdiyse birkaç boşanmış rahip ve rahibe yeniden evlenmelerine izin vermesi için Hollanda kardinalinin başının etini yiyor. Bu civardaki Roma Katolikleriyse dağınık ve yılgın. Roma'ya sadık kalan ve önemsiz bir vaiz olan tek rahipleri, geçimini sağlayamadı ve yangın bekçisi olarak işe girmek zorunda kaldı. Geceleri yangın kulesine tırmanmak, aşağıda çıkabilecek çalılık yangınlarını ve gökteki işaret ve belirtileri gözlemek onun görevi. Mesela ben bir Roma Katolik'iyim, her ne kadar kötü bir örnek olsam da. Havarilerce kurulan Kutsal Katolik Roma Kilisesi'ne, baba olan Tanrı'ya, Yahudilerin seçilmiş olduğuna, dünyanın sonuna kadar sürecek olan Kilise'yi ilk vekili Petrus'u esas alarak kuran Tanrı'nın oğlu İsa Mesih Efendimize inanıyorum. Ancak birkaç yıl önce, Aşayi Rabbani'de İsa'yı yemeyi, ayinlere gitmeyi bıraktım ve o zamandan beri düzensiz bir hayat yaşamaya başladım. Tanrı'ya ve tüm o işlere inanıyorum ama en çok kadınları seviyorum, sonra müziği ve bilimi, sonra viskiyi, dördüncü olarak Tanrı'yı; türdeşlerimi ise hemen hiç sevmiyorum. Genellikle canımın istediğini yapıyorum. Aziz Yahya, Tanrı'ya inandığını söyleyip onun buyruklarını yerine getir- 12
meyen birisinin yalancı olduğunu yazmış. Eğer Aziz Yahya haklıysa, o halde ben yalancıyım. Öyle de olsa, hâlâ inanıyorum. İki akbaba bir mil yukarıda, kavşağın üzerinde daireler çiziyor. Hayal mi görüyorum, yoksa bir tanesi başını kaldırmış, yiyecek olarak beni mi gözlüyor? Buna güvenme, ahbap! Yaklaşan felaketin ve üç kızın düşüncesi kafa derimi garip bir duyguyla sızlatıyor. Ya da belki cin fizz içmekten kaynaklanan kurdeşen yapıyor bunu. Ancak bir felaketin herkese aşina gelen hem hoş hem de nahoş tarafları vardır... gerçi hiç kimse hoşluklarını itiraf etmek istemez. Şu anda bu beklenti nahoş geliyor ama tahmin edebileceğiniz nedenlerle değil. Şunu itiraf edeyim ki beni en çok endişelendiren şey, felaketin bizi, bilimsel makalem yayımlanmadan ve dolayısıyla buluşum bilim dünyasında bir sansasyon yaratamadan yakalaması. Bilim adamlarının kibri! Makalem son derece önemli, hatta anlamıyla belki de çığır açacak bir makale, bu doğru. Elinde benim küçük icadımla, herhangi bir doktor, ruhun en derin sırlarını araştırabilir, insan umudunun kaynaklarını zehirleyen hastalıkları teşhis edebilir. Bu icat dünyayı kurtarabilir ya da yok edebilir... ve muhtemelen önümüzdeki iki saat içinde ya birini ya da diğerini yapacak... çünkü her doktorun bildiği gibi, bir tedavi ne kadar etkiliyse, yanlış ellerde o kadar da tehlikelidir. Ama soru hâlâ yanıtlanmadı: hangi beklenti daha nahoş, dünyanın yok olması mı, yoksa başarım duyurulmadan yok olması mı? İtiraf etmeliyim ki ikincisi; çünkü Nobel Ödülü'nün verildiği gün müdürün odasındaki sahneyi hayal edip duruyorum. Ben içeriye giriyorum. Sekreterlerin yüzü kızarıyor. İş arkadaşlarım şakalaşıyorlar. Müdür şampanyayı ve kâğıt bardakları çıkarıyor (aya ayak basıldıktan sonra Houston kumanda merkezinde olduğu gibi). "Şapkalarınız çıkarın, beyler!" diye bağırıyor müdür, en iyi alaycı tarzıyla (onun en büyük övgüsüdür bu). "Yerel Pasteur'ümüze kadeh kaldıralım! Hayır, daha doğrusu, yeni Kopernik'e! Kaldıracını yerleştirip dünyayı baş aşağı değil, baş yukarı döndüreceği yeri bulan çağdaş Arşimet'e!" 13
Gerçek şu ki bilim adamları diğer insanlardan ne daha çok ne de daha az kibirlidir. Daha ziyade kibirleri, iyi bilinen objektiflikleriyle yan yana göründüğü için daha çarpıcıdır. Sıradan adam bunu bir skandal olarak görür ama skandal, bilim adamının kabahati olmaktan çok, sıradan adamın bilim adamını yüceleştirmesinden kaynaklanır ki bilim adamı asla böyle bir şey talep etmemiştir. Eğer dua edecek olsa, ki bu pek muhtemel değildir, bilim adamının duası şu olur: Tanrım, buluşumun bilgiyi artırmasını ve diğer insanlara faydalı olmasını lütfet. Eğer bu olmazsa Tanrım, insanoğlunun yok olmasına yol açmamasını lütfet. Bu da olmazsa Tanrım, Brain * dergisindeki makalemin yok oluştan önce yayımlanmasını lütfet. Moteldeki 202 numaralı oda benim odam. 206 numaralı oda tavana kadar konserve gıdalarla, çoğunlukla Viyana sosisi ve Campbell marka çorbalarla, on beş kasa Early Times viskisiyle ve Dünyanın En İyi Kitapları'yla dolu. Aradaki odalarda, 203, 204 ve 205'te, sırasıyla Ellen, Moira ve Lola bulunuyor. Moralim yükseliyor. Pamukla doldurulmuş gibi olan kafa derim bir saç kökü daha patlatıyor. Cin fizzlerin ipeksi albümini, beynimin zarlarını kaplıyor. En kötü ihtimal gerçekleşse bile, dördümüzün birlikte mutluluk içinde yaşayamamamız için bir neden var mı, karanfilli içkilerimizi yudumlayarak, Campbell'ın pirinçli tavuk çorbalarını içerek, uzun yaz akşamlarında Lola'nın çello çalışını dinleyerek ve Early Times kasalarının hemen yanında istiflenmiş Dünyanın En İyi Kitapları'nı yüksek sesle okuyarak? Homer'in ilk sözlerinden başlarız: "Ey Tanrıça, Akhilleus'un öfkesinin şarkısını söyle" ve Freud'un son sözleriyle bitiririz: "ama onlara yardım edemeyiz ve onlar için kendi düşünüş biçimimizi değiştiremeyiz." Sonra birinci cildi, Sevilecek Melek'ten başlayarak Büyük Fikirler'i okuruz. Sonra baştan başlarız... ta ki Campbell çorbaları ve Early Times tükeninceye kadar. Güneş, çam iğnelerinin perdesi arasından görünüveriyor ve haleler oluşturuyor. Bataklık atmacası, mor fırtına bulutunun önünde yeşil boya gibi duran servi sırasına doğru uzun süzülüşünü sona erdiriyor. * Brain: beyin. (ç.n.) 14
İlk bakışta, buralarda her şey normal gibi görünüyor. Ama keskin bir göz, bir iki aksaklığı fark edebilir. Bir kere, eyaletler arası karayolunun geçmek için çoğunlukla kullanılan iç şeritleri bakımsız durumda. Katran şeritler bozulmuş. Yağ lekesinde bir yosun büyüyor. Omuzlarda taze mimozalar filizleniyor. İkincisi, motelde bir aksaklık var. Kiremitler kırık. Yüzme havuzu mat bir yeşim renginde; havuzlar için kötü bir renk bu. Kırılmış ve ucu suyun içine girmiş olan atlama tahtasının üzerinde büyük bir kaplumbağa güneşleniyor. Yakındaki otoparkta iki araba park etmiş, paslı bir Cadillac ve çürüyen tepesinden asma dalları filizlenmiş, üstü açılabilen bir İmpala. Arabalar ve alışveriş merkezi, beş yıl önceki Noel ayaklanması sırasında yandı. Motel, yanmadığı halde terk edildi ve odalarında önce âşıklar, sonra serseriler ve nihayet bataklığın yerli sakinleri, sıvacı kuşlar, engerekler, cüce baykuşlar ve rakunlar barındı. Son aylarda sarmaşıklar cidden filizlenmeye başladı. Ötede, meydanda, keseli sıçan üzümleri Rexall Eczanesi'ni süslüyor. Yeşil misket üzümleri A&P Süpermarketi'ni neredeyse gizliyor. Açıkhava sinemasındaki hoparlör direklerini zehirli sarmaşıklar ele geçirmiş, kısa, silindirik ağaçlardan oluşan mükemmel, gemetrik bir orman oluşturuyorlar. Moteldeki yemek odasının cam duvarının ötesinde hâlâ Rotary bayrağı asılı: Bu hakikat mi? İlgili herkese karşı adil mi? İyi niyet oluşturacak ve arkadaşlıkları ilerletecek mi? Ama bayrak, tapınağın örtüsü gibi boydan boya yırtılmış. Bir iki ay önce, sarmaşıklar cidden filizlenmeye başladı. İnsanlar bu konuda konuşmaktan hoşlanmıyor. Gittikçe sıklaşmış olan vahşetlerden: hiçbir sebebi olmadan yataklarında katledilen ailelerden söz etmeyi tercih ediyorlar, her nedense. "Bir manyağın işi bu!" diye haykırıyorlar. 15
Geçen pazar bir komşumun, Seattle'dan buraya naklolmuş bir Boeing mühendisi olan Barry Bocock'in evinin önünden geçerken onun, merkebe binmiş iri bir gringo gibi, ufak çim biçme traktörüne binmiş olduğunu fark ettim. Hemen arkasından, beton döşemedeki çatlaklardan filizlenen ve Barry'nin eski bir şeker fabrikasından kurtarmış olduğu antika tuğlaları örtmeye başlayan birçok küçük sarmaşık gözüme ilişti. Barry sadece ayağa kalkıp yürüyerek traktöründen inmiş oldu. "Döşemen çatlamış galiba, Barry" dedim ona. Barry kaşlarını çattı ve bunu duymamış gibi bana, traktörün çimleri ağaçlara zarar vermeden nasıl ta kabuklarına kadar biçebildiğini göstermeye başladı. Barry Bocock ayrıntılara, özellikle mikropların neden olduğu daha küçük sorunlara çok büyük bir dikkatle eğilen türden bir adam. Son derece temiz bir adam o; avlusunda şortla dolaşır ve eğer temiz, kıllı, adaleli bacaklarında bir çıban ya da sivilce bulacak olsa, onu sonsuz bir özenle inceler, sıkar, cerahatin niteliğini kaydeder. Barry için dünyada, mikropları ve insan çöplerini kontrol altına alarak düzeltilemeyecek hiçbir aksaklık yok sanki. Bir pazar beni arka avlusuna davet edip yeni fosseptiğinin akıntısını bir su bardağına doldurarak gösterdi; su kadar berrak görünmüyordu aslında bu. Ama döşemesini çatlatan sarmaşıklara dikkatini çektiğimde duymamış gibi göründü ve bunun yerine bana yeni çim biçme makinesini gösterdi. "Ama Barry, sarmaşıklar döşemeni çatlatıyor." "Biraz zor" dedi Barry, öfkeyle kızararak. Sonra beni tertemiz Batı Kıyısı bedenine doğru çekerek son vahşeti duyup duymadığımı sordu. "Evet. Ne düşünüyorsun?" "Bir manyağın işi bu!" diye haykırdı ve bir merkep boyutundaki traktörüne bindi. Barry dul; karısı, o Seattle'dan ayrılmadan önce alkolizmden ölmüş. "Günbatımı topunu ateşlemek" demişti onun içki içişi için. "Her gün daha saat birde başlardı." "Neye başlardı?" "Günbatımı topunu ateşlemeye." 16