BigBang ALI BUDAK. Ali Budak Edebiyat ve Hayat



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

11.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 11. SINIF TÜRK EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ PLANI

TERCİH ETTİĞİN OKOL GELECEĞİNDİR MEVLÜT ÇELİK 8.SINIF KAVRAM HARİTASI. Mevlüt Çelik. T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük

KİTAP GÜNCESİ VIII. GELENEKSEL KİTAP GÜNLERİ SAYI:3

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Kütahya Gazeteciler Cemiyeti Ziyareti:

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - I

Tanzimat Edebiyatı. (Şiir-Roman) YAZARLAR Dr. Özcan BAYRAK Dr. Muhammed Hüküm Dr. Taner NAMLI Dr. Celal ASLAN

İÇİNDEKİLER. 1. BÖLÜM İSLÂMCILIK VE YENİ İSLÂMCI AKIM Yeni İslamcı Akımın Entelektüel Zemini Olarak İslâmcılık...17 Yeni İslâmcı Akım...

Zirve 9. Sınıf Dil ve Anlatım

GADİR ESİNTİLERİ -9- Şiir: İsmail Bendiderya

NECİP FAZIL KISAKÜREK

Necip Fazıl ın Yaşamındaki Düşünce Labirentleri - Genç Gelişim Kişisel Gelişim

YAHYA KEMAL BEYATLI ( )

EĞİTİM - ÖĞRETİM YILI... ANADOLU LİSESİ 11. SINIF TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

Şiir. Kategori: Şiir Cuma, 23 Nisan :15 tarihinde yayınlandı. Gösterim: / 7 Phoca PDF 1. SEN (1973) Senden, senden, hep senden,

BAŞBAKAN YARDIMCISI HAKAN ÇAVUŞOĞLU, BATI TRAKYALI GENÇLERLE YTB DE BULUŞTU Cuma, 13 Nisan :47

Aruzla şiire başlayan sanatçılar, Ziya Gökalp in etkisiyle sonradan hece ölçüsüyle yazmaya başlamışlardır.

olduğunu fark etti. Takdir ettiği öğretmenleri gibi hatta onlardan bile iyi bir öğretmen olacaktı.

ABDULLAH UÇMAN PROF. DR. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü nden mezun oldu.

ÖZGEÇMİŞ VE ESERLER LİSTESİ. Doç. Dr. Rıza BAĞCI

Sayın Başkanım, Sayın Müdürüm, Protokolümüzün Değerli Mensupları, Çok kıymetli Hocalarım, Değerli Öğrenci Arkadaşlarım, Velilerimiz

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...7 KISALTMALAR GİRİŞ İran ve Türk Edebiyatlarında Husrev ü Şirin Hikâyesi BİRİNCİ BÖLÜM Âzerî nin Biyografisi...

T.C. NEVŞEHİR HACI BEKTAŞ VELİ ÜNİVERSİTESİ. Fen Edebiyat Fakültesi Dekanlığı İLGİLİ MAKAMA

EMRE KÖROĞLU BAŞKANLIK İÇİN ADAYLIĞINI AÇIKLADI

temlerini işlediği şiirlerinden bazıları: Yol Düşüncesi, Sessiz Gemi, Rintlerin Akşamı, Ufuklar, Mehlika Sultan.

Yüreğimize Dokunan Şarkılar

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

NOKTALAMA İŞARETLERİ MUSTAFA NAZIM ÖZGEN

Dünyayı Değiştiren İnsanlar

Sultan Abdulhamit in hayali gerçek oldu BÜLTEN İSTANBUL AZİZ BABUŞCU B İ L G İ. NOTU BALKANLAR 2 de İL SİYASİ VE HUKUKİ İŞLER BAŞKANLIĞI

İSLAMİYETİN KABÜLÜNDEN SONRAKİ EĞİTİMİN TEMEL ÖZELLİKLERİ İNÖNÜ ÜNİVERSİTESİ / FIRAT ÜNİVERSİTESİ / ARDAHAN ÜNİVERSİTESİ SEFA SEZER / İNGİLİZCE

Bilim,Sevgi,Hoşgörü.

Söylemek istemediğimiz birçok şey, söylemek istediğimiz zaman dinleyici bulamaz.

ENVER NACİ GÖKÇEN BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR TÜRK DİL KURUMU YAYINLARI

Hocam Prof. Dr. Nejat Göyünç ü Anmak Üzerine Birkaç Basit Söz

İnci Hoca YEDİ MEŞALECİLER

Bir başka ifadeyle sadece Allah ın(cc) rızasına uygun düşmek için savaşmış ve fedayı can yiğitlerin harman olduğu yerin ismidir Çanakkale!..

Genç Yazar Muhammed Akbulut Edebiyat alanında popüler olmaktan ziyade gençlere örnek olmak isterim.

TV LERDEKİ PROGRAMLARA ÇIKANLAR KURAN OKUMASINI BİLMİYOR

İSMEK İN USTALARI SANATA ADANMIŞ BİR ÖMÜR ETEM ÇALIŞKAN ETEM ÇALIŞKAN KALİGRAFİ SERGİSİ

AŞKIN ACABA HÂLİ. belki de tek şeydir insan ilişkileri. İki ayrı beynin, ruhun, fikrin arasındaki bu bağ, keskin

T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük ATATÜRK Ü ETKİLEYEN OLAYLAR VE FİKİRLER

İÇİNDEKİLER. Birinci Bölüm ÖABT Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Konu Anlatımlı Soru Bankası ESKİ TÜRK DİLİ VE LEHÇELERİ...

ilkokulu E-DERGi si 23 Nisan ın Önemi Sorumluluk Okulumuzda 23 Nisan Hedef Siir: Egemenlik Ulusundur 2017 Nisan Sayısı Bu Sayımızda:

MATBAACILIK OYUNCAĞI

Belmin Dumlu SAVAŞKAN,

EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 10. SINIF TARİH DERSİ DESTEKLEME VE YETİŞTİRME KURSU KAZANIMLARI VE TESTLERİ

MİLLİ EDEBİYAT DÖNEMİ TEMSİLCİLERİ - III

EDEBİYAT. Celâleddîn Ergûn Çelebi GENC-NÂME HAZİNE KİTABI

Darüşşafaka Cemiyeti Yönetim Kurulu adına hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

TÜRK EDEBİYATINDA 26 DURAK 254 ŞAİR VE YAZAR

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

PROF. DR. ABDULLAH UÇMAN

SEVGİNİN GÜCÜ yılında Manisa da doğan İlhan Berk, Türk şiirinin en üretken, usta şairlerinden

DÜNYA İNSANLIK AİLESİNİN YÜZAKI YAZARLARINDAN!... Ekmel Ali OKUR; Hemşerimiz, Adanalı, Adam gibi adam! İnşaat Mühendisi,

Atatürk ün Kişisel Özellikleri. Elif Naz Fidancı

Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekmiş. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başlamış. Gelip geçenler, adama:

1. Çağımızda, toplumların mutluluk ve. refahlarının hatta bağımsızlıklarının; bilimin. ışığında sürdürülen araştırma ve geliştirme

BURCU ŞENTÜRK Bu Çamuru Beraber Çiğnedik

İÇİNDEKİLER SÖZ BAŞI...5 MEHMET ÂKİF ERSOY UN HAYATI VE SAFAHAT...9 ÂSIM IN NESLİ MEHMET ÂKİF TE GENÇLİK... 17

TANZİMAT I. DÖNEM: ŞAİR VE YAZARLAR. * Şinasi *Ziya Paşa *Namık Kemal. * Ahmet Mithat Efendi *Şemsettin Sami

ÖZGEÇMİŞ Yaşar Kemal in Romanlarında Toplumcu Gerçekçilik (devam ediyor)

ETKİNLİKLER/KONFERSANS

HÜRRİYET İLKOKULU EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI 23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK ve ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA PROGRAMI

Sunum ve Sistematik 1. BÖLÜM: MUSTAFA KEMAL İN HAYATI

TLL Uygulama. Aşağıdaki seçeneklerin hangisinde Hüseyin Rahmi Gürpınar a ilişkin bilgi doğru değildir?

Metin Edebi Metin nedir?

Yukarıda numaralanmış cümlelerden hangisi kanıtlanabilirlik açısından farklıdır?

BAHARA MERHABA. H. İlker DURU NİSAN 2017 İLKOKUL BÜLTENİ

Mustafa ARGUNŞAH-Hülya Hülya ARGUNŞAH (2007), Gagauz Yazıları, Türk Ocakları Kayseri Şubesi Yayınları, 296 s., Kayseri

İnönü Üniversitesi Fırat Üniversitesi Siirt Üniversitesi Ardahan Üniversitesi - Milli Eğitim Bakanlığı ‘Değerler Eğitimi’ Milli ve Manevi Değerlerimiz by İngilizce Öğretmeni Sefa Sezer

AİLEYE MUTLULUK YAKIŞIR! HAYAT SEVİNCE VE SEVİLİNCE GÜZEL

Onceki izlenimdeki sevgi titresimleri sevgili Ugurcan'in izleniminde devam ediyor...

Murat Çokgezen. Prof. Dr. Marmara Üniversitesi

HAYALİ, EFSANEVÎ VARLIKLAR VE İLİMLER

İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ...9 GİRİŞ...11

Bilgi güçtür. Sevdiğiniz kişiyi dinleyin ve kendinizi eğitin.

Genezinli Eliçin Ailesi

10. SINIF TARİH DERSİ KURS KAZANIMLARI VE TESTLERİ

MEHMET RAUF - Genç Gelişim Kişisel Gelişim ( )

MÜSİAD İFTARI ŞANLIURFA

BEP Plan Hazırla T.C Ceyhan Kaymakamlığı ALTI OCAK MESLEKİ VE TEKNİK ANADOLU LİSESİ Müdürlüğü Edebiyat Dersi Bireyselleştirilmiş Eğitim Planı

Sayın Okul Müdürüm, Saygıdeğer Basın Mensupları, Değerli Misafirler, Sevgili Öğrenciler,

AHMET ÖNERBAY GÖRELE'DE

KÜÇÜK KALBİMİN İLK REHBERİNİN BU GÜNÜME UZATTIĞI HAYAT YOLU

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

Şef Makbul Ev Yemekleri'nin sahibi Pelin Tüzün Quality of magazine'e konuk oldu

Erbaa lı Genç Şair Muhammed Dikal Lisede edebiyatı gerçekten seven öğretmenlerim bana da Edebiyatı sevdirdiler

Alter Yay. Rek. Org.Tic. Ltd.Şti. Yayıncı Sertifika No:11483

Selman DEVECİOĞLU. Gönül Gözü

İLİ : GENEL TARİH : Hazırlayan: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Maksut Genç. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat


Kahraman Kit Misafirlikte

Orhan benim için şarkı yazardı

3. Global SATELLITE SHOW HALİÇ KONGRE MERKEZİ STK, Kurum ve Kuruluşlarımızın Değerli Başkan ve Temsilcileri,

Ateş Ülkesi'nde Ateşgâh Ateşgâh ı anlatmak istiyorum bu hafta sizlere. Ateş Ülkesi ne yolculuk ediyorum bu yüzden. Birdenbire pilot, Sevgili yolcular

Transkript:

Ali Budak Edebiyat ve Hayat ALI BUDAK BigBang Yayınları: 14 2. Baskı: Eylül 2014 1. Baskı: Şubat 2005 (Kitabevi Yayınları) ISBN 13: 978-605-4665-14-3 Genel Yayın Yönetmeni: Ali Kürşad Çifçi Yayına Hazırlayan: Selçuk Durgut Kapak Tasarımı: Muhsin Doğan Sayfa Tasarımı: BigBang Yayınları Baskı: Tarcan Matbaası Adres: Zübeyde Hanım Mah. Samyeli Sok. No: 15, İskitler, Ankara Telefon: (312) 384 34 35-36 Faks: (312) 384 34 37 Sertifika No: 25744 BigBang yayınları Adres: Ziya Gökalp Cad. Metro İş Hanı No:24/82, Kızılay, Ankara Telefon/Faks: (312) 434 44 64 E-Mail: info@bigbangyayinlari.com Web: www.bigbangyayinlari.com Sertifika No: 25787 1 Temmuz 1959 da Kütahya nın Gediz ilçesinde doğdu. İlköğrenimini Gediz de, orta ve lise öğrenimini Uşak ta tamamladı, 1981 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olduktan sonra uzun bir süre gazetecilik yaptı. Tercüman gazetesinde köşe yazarlığı ve Yazı İşleri Müdürlüğü, Show TV de Haber Müdürlüğü, Star TV de Yurt Haberleri Müdürlüğü ve NTV de Yurt Haberleri Editörlüğü görevlerinde bulundu. Batılılaşma Sürecinde Çok Yönlü Bir Osmanlı Aydını: Münif Paşa adlı çalışmasıyla 2002 yılında doktor, Batılılaşma ve Türk Edebiyatı Lale Devri nden Tanzimat a Yenileşme adlı incelemesiyle 2010 yılında doçent oldu. Bu kitabıyla ayrıca, Türkiye Bilimler Akademisi nin (TÜBA) 2009 Yılı Üniversite Ders Kitapları Kayda Değer Telif Eser ödülünü ve Edebiyat Sanat Kültür Araştırmaları Derneği nin (ESKADER) 2008 Yılı İnceleme ödülünü kazandı. Batıdan İlk Çeviri: Muhaverât-ı Hikemiyye, Osmanlı nın İlk Bilim Dergisi: Mecmûa-i Fünûn, İlk Sefiller Tercümesi: Mağdûrîn Hikâyesi, Ziya Paşa nın İroni ve Parodi Şaheseri Zafernâme adlı kitaplarıyla XIX. yüzyıl Osmanlı kültür ve edebiyatına yönelik araştırma ve incelemelerini sürdürdü. Akademik makalelerini Osmanlı Modernleşmesi Gazetecilik ve Edebiyat adıyla kitaplaştıran Budak ın üç de şiir kitabı yayımlandı: Ömrümüz İki Geceli Yürüyüş (1991), Büyürken Boşlukta Zaman (1999), Rüyâ-Kâr (2011) Edebiyat ve Hayat, Budak ın Tercüman gazetesinde ve çeşitli dergilerde yayımlanmış kültür ve sanat üzerine yazılarıyla denemeleri ve akademik makalelerinden oluşuyor. Ali Budak, akademik hayatını hâlen Yeditepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı unvanıyla devam ettirmektedir.

İÇINDEKILER ÖNSÖZ 13 İKINCI BASKI İÇIN ÖNSÖZ 15 BIRINCI BÖLÜM ŞIIR Kırk Odalı Konağın Eşiğinde...17 XVI. Yüzyıldan Sıradışı Bir Şair Portresi: Gedizli Hasbî...21 Şeyh Galib ve Türkçenin Işıklı Yolu...37 Edebiyatımızın En Büyük Âşığı...41 Karanlıkta Yıldız Gibi...44 Mehmed Akif e Dair...47 Yahya Kemal ve Yeni Doğu Ülküsü...54 Yahya Kemal in Şiirimize Getirdiği Yenilik...57 Tanpınar Üzerine...61 Boşluğu Ense Kökünde Gezdiren Adam...64 Yeniliğin Gücü...68 Gölgede Kalanlar...72 Şairlerin En Garibini Anarken...75 Şiirimizin Mağrur Köylüsü...79 Solgun Bir Gül Oluyor Dokununca...83 Aç mısın Kardeşim, Gel Olanı Bölüşelim...86 Yaşamak Bir Vazife Olmasaydı...90

Hisar ın Uzun Vuran Gölgesi...95 Gençosmanoğlu nun Ardından...99 Güzelliğin Büyüsü, Dilaver Cebeci ve Şiir -I-...103 Güzelliğin Büyüsü, Dilaver Cebeci ve Şiir -II-...107 Sefa Kaplan la Karanfil Yolculuğu...115 Şairler Kışı Sevmezler mi?.....124 Şiir ve Bilgi...128 Şiiri de Öldürürsek Geriye Neyimiz Kalır?...132 İKINCI BÖLÜM ROMAN Türk Toplumuna Roman Okumayı Öğreten Adam!...137 Ömer Seyfettin ve Halka Ulaşmak...141 Modern Roman ve Peyami Safa...145 Yaşar Kemal ve Türkçenin Evrenselliği Üzerine...149 Tarık Buğra...153 Üç Aliler Divanı...157 Her Roman Bir Dünyadır...161 Türk Romanı ve Aydınımız Üzerine...164 Gülcemal den Tuhaf Bir Yol Hikâyesi Yahut Bir Huzursuzun Seyr Ü Sülûku: Al-Qalandar...168 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SANAT VE İNSAN İnsan Sanatsız Olabilir mi?...223 Sanat ve Orijinalite...226 Sanat Güzeli Arar Peki, Güzel Kim İçin?...229 Objektiflik: Bakar Körlük...232 Estetik, Mantığın Küçük Kız Kardeşi...235 Duyular mı Önemli Duygular mı?.............................................. 238 Eleştirisiz Edebiyat, Sağır Toplum...241 Dil İnsanın Evidir...245 Ufukları Aşmak...248 İçimizdeki Sonsuzluk Özlemi...251 Ezelden Ebede Bir An: Zaman...254 Çok Zaman Hüzün Pınarıdır Akşamlar...257 Mutluluk Yanı Başımızda...260 Yaprakla Gelen...263 Rüyalar İkinci Bir Hayat mı?...266 Zaman, Marcel Proust ve Hatıralar...269 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM İSTANBUL Şairlerin İstanbul u -I-...275 Şairlerin İstanbul u -II-...279 Şairlerin İstanbul u -III-...283 Şairlerin İstanbul u -IV-...287 Bir Galata Köprüsü Vardı...292 Bu Şehr-i Sıtanbul ki, Sahipsizdir.............................................. 297 Dolmabahçe nin Sırtındaki Kambur...300 İstanbul u Sevmek Azaptır Şimdi......304 BEŞINCI BÖLÜM YANKILAR, ÇAĞRIŞIMLAR Millî Devlete Giden Yolda Türk Ocakları...309 Gökalp ve Türkçülüğün Üçüncü Safhası...313

Durum - Yorum - Hareket........................................................ 317 II. Meşrutiyet ten II. Cumhuriyet e...321 Gazeteciler Bayramı ve Bir Sansür Hikâyesi...325 Münif Paşa ve Kütüphaneciliğimiz...329 Bin Yıl Önce Bin Yıl Sonra...334 Ahmet Yesevî nin Yaktığı Ateş...338 Türk Dil Birliği ve Ali Şîr Nevâî Örneği...342 Genceli Nizamî Yılı...346 Mayıs 44 ten Mayıs 92 ye...349 Atsız ı Anarken...353 Kaybolan Şehir de...357 Mehmet Kaplan ın Ardından...360 Mehmet Çavuşoğlu nun Ardından......364 Günler Gelip Geçmekteler Kuşlar Gibi Uçmaktalar...367 Batı ya Aydın Göçü Yahut Kültür Erozyonu...410 Değişen Dünya ve Türkiye -I-...414 Değişen Dünya ve Türkiye -II-...417 Türk Dünyası Yazarlar Birliği...420 XXI. Yüzyıla İnsan Yetiştirmek...424 Türkçeyi Kim Kurtaracak?...428 Ramazan Kültürü...432 Dilde, Fikirde, İşte Birlik.......................................................... 435 DIZIN 439 ALTINCI BÖLÜM ZAMANA TANIKLIKLAR Sömürge miyiz Allah Aşkına!.....371 Günübirlik Hayat ve Geri Kalmışlık...374 Avrupalı Bizi Anlamıyor, Öyleyse.............................................. 377 Gelin, Atalım Şu Kompleksi Üstümüzden...380 Şiir ve Ekran...383 Barış Manço ve Yeni Aydın Tipi................................................ 386 Yeni Bir Çağın Eşiğinde Gazeteler...390 Bilgi Toplumu ve Türkiye Gerçeği...394 Değişim ve Kültür...398 Komünizmin Çöküşü ve Sanatın Evrenselliği...402 Büyük Rüyaların Eşiğinde...406

ÖNSÖZ Edebiyat ve Hayat, büyük ölçüde, 1991-93 yıllarında Tercüman gazetesinde Gündem Dışı başlığıyla haftada bir yayımlanmış köşe yazılarından oluşuyor. Kitap, yazıların nitelikleri dikkate alınarak altı bölüm hâlinde düzenlendi. Birinci bölümde şiir ve şair, ikinci bölümde roman ve romancı, üçüncü bölümde genel olarak sanat eksenli yazılar bir araya getirildi. Dördüncü bölüm İstanbul la ilgili yazılardan meydana geliyor. Dünü bugüne bağlayan kültür köprülerimize dair yazılar, Yankılar-Çağrışımlar adı altında beşinci bölümde toplandı. Hâlihazırı yorumlarken, geleceğe yönelik projeksiyonları da içeren değerlendirmeler ise, altıncı bölümü oluşturdu. Toplumsal hayatın zaman içinde evrilmesinde on beş-yirmi, hatta elli-yüz senenin fazla bir önemi bulunmamaktadır. Özellikle köklü değişim ve dönüşümler söz konusu olduğunda. Türkiye, kökleri XVIII. yüzyıl başlarına kadar uzanan böyle çetin bir süreci yaşamaktadır: Batılılaşmayı... Hemen her alanda bir harmanlanmayı da zorunlu ALİ BUDAK EDEBİYAT VE HAYAT 13

14 BUDAK EDEBIYAT VE HAYAT kılan bu süreç, tabiidir ki son derece sancılı ve meşakkatli seyretmekte ve herkesi, her kesimi etkilemektedir. İKINCI BASKI İÇIN ÖNSÖZ Bu açıdan bakıldığında, Edebiyat ve Hayat taki yazıların, toplumumuzun XX. yüzyıl sonlarındaki ruh hâlini yansıttıkları söylenebilir. Esasen tek tek toplanarak yayımlanışlarının gerekçesi bu düşüncedir. Gündem Dışı köşe yazıları, yıllar önce yayımlandıkları şekilde kitaba taşınmıştır. Haliyle birer gazete yazısı metodu ve üslubundadırlar. Onlara bu gözle, bazı samimi duygu ve düşüncelerin kültür-sanat okuyucularıyla paylaşılmaları olarak bakmanın, bir hoşgörüyü de beraberinde getireceğini umuyorum. Sanat insanlar için, yaşantıları güzelleştirmek ve zenginleştirmek içindir. Ömürler sanatla yeni anlamlar kazanır, taçlanırlar. Bu durumda sanatla gündelik hayat arasında sıkı ve karşılıklı bir ilişki kurulması kaçınılmazdır. Edebiyat da sanatın en derin, en özel ve en yaygın dallarından biri olarak hayatın aynasıdır. Başka bir söyleyişle edebiyat, hayattır. Yazıların toplanması, düzenlenmesi ve derlenmesinde eşim Emel Budak la oğullarım Emre ve Alperen in; kitaplaşmasında ise, kardeşim Mesut Budak ın, Kitabevi nin sahibi Mehmet Varış ın büyük destek ve yardımları oldu. Hepsine ayrı ayrı teşekkürlerimi sunuyorum. 1 Temmuz 2004 Yeditepe Üniversitesi / İstanbul Edebiyat ve Hayat, ikinci baskısında, birincisinden biraz daha zengin bir içerikle elinize ulaşıyor. İlave edilen yazılar, yine, hem dünden bugüne hem de bugünden yarına köprüler kurmaya çalışıyorlar. Bir yandan da dönemlerine tanıklık ediyorlar. Bunlardan üçü hayli kapsamlı akademik nitelikli makaleler... Dolayısıyla diğerlerinden biraz farklılaşıyorlar. Bu makalelerin birinde XVI. yüzyılda sıra dışı bir şair portresi çizen Gedizli Hasbî ve şiiri üzerinde duruluyor, ikincisinde Gülcemal in son romanı al-qalandar değişik boyutlarıyla ayrıntılı biçimde inceleniyor, üçüncüsünde Münif Paşa nın kütüphaneciliğimize katkıları anlatılıyor. Edebiyat ve Hayat ın yeni baskıya hazırlanmasında Naci Akıncı nın, kitaplaşmasında Prof. Dr. Hüsamettin İnaç ile Prof. Dr. Oğuz Cebeci nin büyük katkıları oldu. Üçüne de ayrı ayrı teşekkürler ediyorum. Her zaman olduğu gibi, eşim Emel Budak ile çocuklarımız Emre, Alperen ve Ayşegül, gönülden destekleriyle yine yanı başımdaydılar. Ben de onlara en kalbi sevgilerimi sunuyorum. Mart 2014 Yeditepe Üniversitesi / İstanbul ALİ BUDAK EDEBİYAT VE HAYAT 15

KIRK ODALI KONAĞIN EŞIĞINDE Birinci Bölüm Şiir Eski şiirin tadı gittikçe beni daha fazla sarıyor. O kadar ki divanlardan ayrı geçirdiğim zamana acıyacağım geliyor. Tanpınar ın bu cümleleri bize ilk anda mübalağalı gelebilir. Çünkü bugün çok farklı bir yerdeyiz. Çoğumuz eski şiir bir yana, yeni şiirin bile farkında değiliz. Türkiye de şiir adına ortaya konulanların şarkı sözlerinden ibaret olduğu nu zannedenlerin sayısı, sanırım ekseriyeti teşkil eder. Bu kadar sahnenin dışındayız. İçeride ne olup bittiğini bilmemize imkân var mı? Yüzeysel olarak dahi şiiri tanımazken belli bir birikim isteyen, dikkat, sabır, hatta olgunluk gerektiren Divan şiirini nasıl anlayıp tat alacağız? Eski şiirimiz, kırk odalı masal konağı gibidir. Her odaya girmek için ayrı bir anahtara ihtiyacınız vardır. Dışarıdan baktığınızda yıpranmış bir yapıdan başka bir şey olmayan konak, içeri girip oda kapılarını açmaya başladığınızda büyülü ve eşsiz güzellikler sunar size. Yeter ki içeri girebilin. Elinizde sihirli kapıları açacak anahtarları bulundurabilin. Bunu yapmadan eski şiirden tat almanın ve onu anlayıp değerlendirmenin imkânı yoktur. Kaldı ki günümüz şiiri ALİ BUDAK EDEBİYAT VE HAYAT 17

18 Birinci Bölüm: Şiir Kırk Odalı Konağın Eşiğinde 19 için de bu böyledir. Şiir, kelimelerin özel bir biçimde kullanılmasıdır çünkü. Günlük hayatta kullandığımız alelade kelimelerle yepyeni ve bambaşka dünyalar kurmaktır. Kelimelerin kanat takıp uçmalarıdır. Özel anlamlar kazanmaları, şair ile okuyucu arasında kurulan duygu bağının özel şifreleri hâline gelmeleridir. Dilerseniz -her ne kadar bütün anahtarlarına sahip değilsek de- bu büyülü konağa girmeye ve bazı odalarını açmaya çalışalım. Önceliği de, söyleyişleri bugüne oldukça yakın olan şairlerin bulunduğu odalara verelim. XIV. yüzyılda yaşamış ve şiirlerindeki bazı fikirleri yüzünden idam edilmiş şairimiz Nesîmî, sevgilisine (elde edilmesi gereken anahtarlardan biri budur. Sevgili, bugünkü anlamıyla sınırlı değildir. Özlenen ve istenendir. Bu bazen Allah tır, bazen peygamber, bazen yâr ) şöyle seslenir: Gel gel berû ki savm u salâtın kazâsı var Sensiz geçen zamân-ı hayâtın kazâsı yok Nesîmî den bir yüzyıl sonra yaşamış Ahmed Paşa; Eyâ peri nicesin hoş musun safâca mısın Gele beri nicesin hoş musun safâca mısın diye hatırını sorduğu yârine, bir başka beytinde şöyle sitem ediyor: Ey fitnesi çok kavli yalan yandım elinden Bir nâz ile bin gönlüm alan yandım elinden Yine XV. yüzyılda yaşamış şairlerimizden Necâtî de bu konuda epeyce dertlidir. O da güzellerden az çekmemiştir. Bir beytinde kendisini şöyle teselli etmektedir: Ey Necâtî yürü sabreyle elinden ne gelir Hûblar cevr ü cefâyı kime öğretmediler Bütün zamanların en büyüğü, şiirimizin altın tacı Fuzûlî de elbette gönlü yanıklardandır ve belki ilk sıradadır. Acı, başka hiçbir şairimizde ondaki kadar derin değildir. Istırabı, onun kadar kuvvetli bir şekilde duymamış ve duyuramamışlardır. Fuzûlî taşıdığı dert yükünün ağırlığı altında Allah a kimsenin kendisi gibi olmaması için yalvarıyor: Benim tek hîç kim zâr ü perişan olmasın ya Râb Esîr-i derd-i aşk u dâğ-ı hicran olmasın ya Râb Büyük çile adamı, göğsünde delice çarpan yüreğinin sesini duymayan, üstüne üstlük acı çektirmeye devam eden sevgilisinden de şöyle yakınıyor: Beni cândan usandırdı cefâdan yâr usanmaz mı Felekler yandı âhımdan muradım şem i yanmaz mı Peki bu âleme, insanlara ne olmaktadır? Hadi sevgili vefasız, onların kayıtsızlığının sebebi nedir? Terk edilmişliğin böylesi görülmüş müdür? Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı O Fuzûlî ki, sevdiği için kendisini heba etmiştir: Can ver gönül ol gamzeye kim bunca zamandır Cân içre seni sakladığım ânın içindir Ve o büyük yalnızlığının ve derin hüznünün her an farkında olmuştur. Ama bundan kurtuluşun yolunu bulamamıştır. Çevresini olumsuz etkilediğini de hep bilip durmuştur:

20 Birinci Bölüm: Şiir Eksik olmaz gamımız bunca ki bizden gam alıp Her gelen gamlı gider şâd gelip yanımıza Nihayet, Fuzûlî de güzellerin vefasızlığı konusunda kendinden önceki ve sonraki âşıklarla aynı fikirdedir. Aksini söyleyen kendisi de olsa inanılmamasını istemiştir: XVI. YÜZYILDAN SIRADIŞI BIR ŞAIR PORTRESI: GEDIZLI HASBÎ * Ger derse Fuzûlî ki güzellerde vefâ var Aldanma ki şâir sözü elbette yalandır Çağdaşı Yahya Bey ise Fuzûlî ye hiç benzememektedir. İlahî aşk ateşiyle tutuşan, ıstıraplar içinde kavrulan Fuzûlî, Allah a kimseyi kendisi gibi yakmaması için yalvarırken, Yahya Bey Ben yandım, herkes yansın düşüncesindedir: Dâr-ı cihân deli gönlüm gibi vîrân olsa Ne cihân olsa ne cân olsa ne hicrân olsa Bâki orta bir yol tutturmuştur. Mütemadiyen dönen çarkın düzenini anlayamamıştır. Ne doğru, ne yanlış kolay değildir öyle bir nefeste söyleyebilmek. Herkes bir yana doğru çekmektedir ki, sırrını anlayabilene aşk olsun: Cân lâl in eyler arzu yâr içmek ister kânımı Ya Râb ne vâdîdir bu kim cân teşne cânân teşnedir Şairimiz zamanla bir tek şeyin bilincine varır; hayat güzeldir, hoştur ama o kadar rağbete de değmez. Dünyadan da vazgeçilebilir: Bâkî gider endîşe-i dünyayı gönülden Değmez bu kadar rağbete bu menzil-i fânî ÖZET Kütahya, Anadolu Türklüğünün önemli kültür merkezlerinden biri olagelmiştir. XIV. yüzyılda Ahmedî, XV. yüzyılda Şeyhî buradan yetişmiştir. Adları Divan Edebiyatı nın kurucuları arasında yer alan bu büyük şairlerin açtığı yolu, zaman içerisinde daha da genişletmiş isimlerden birisi de Gedizli Hasbî dir. Ne var ki, XVI. yüzyılın hayli renkli bir şairi olan Hasbî, ışıltısını uzun süre devam ettirememiştir. Zira Gediz den İstanbul a uzanan ve çalkantılı bir seyir izleyen özel hayatı, şiirinin üzerine bir gölge gibi düşmüş ve karşımıza sıra dışı bir şair portresi çıkarmıştır. GIRIŞ XVI. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu nun gücünün zirvesine ulaştığı çağdır. Hemen her yönde gerçekleşen yeni fetihlerle sınırlar alabildiğine genişlemiş, siyasal nüfuz ve tesir de aynı oranda derinleşmiştir. Osmanlı Devleti artık Avrupa genel siyasetinin en önemli belirleyicilerinden biridir. Tercüman, 18 Kasım 1992 * Ali Budak, xvı. Yüzyıldan Sıradışı Bir Şair Portresi: Gedizli Hasbî, Turkish Studies, Volume 4/2 Winter 2009. ALİ BUDAK EDEBİYAT VE HAYAT 21

22 Birinci Bölüm: Şiir Gedizli Hasbî 23 Ülkenin refah seviyesi yükselir, toplum hızla değişir ve dönüşürken, kültürel alanda da parıltılı bir dönem başlamıştır. Özellikle edebiyat hiç olmadığı kadar geniş bir yaygınlık kazanmıştır. Anadolu ve Rumeli nde birçok kültür merkezleri oluşmuş; başarılı şairler, müellifler, mütercimler elinde Türkçe, İmparatorluğun büyüklüğüne yakışır bir bilim ve sanat dili hüviyetini kazanmıştır. Edebiyatta İran ve Arap etkisi önemli ölçüde kırılmış; Zâtî ler, Hayâlî ler, Fuzûlî ler, Yahya Bey ler, Bâkî ler, Nev î lerle Türk şiiri kendi gerçek sesini ve rengini bulmuştur. BIR KÜLTÜR OCAĞI OLARAK KÜTAHYA SANCAĞI Edebî hayat özellikle devletin, Bağdat, Diyarbakır, Konya, Kastamonu, Bursa, Edirne, Vardar Yenicesi, Üsküp gibi eski kültür merkezlerinde, Manisa, Kütahya, Karaman, Amasya, Trabzon gibi sancaklarında büyük bir açılım ve gelişim göstermiştir. Şehzadeler olsun, valiler olsun çevrelerinde şairlerden ve sanatkârlardan canlı haleler oluşturmuşlardır. Kütahya, gerek beylikler ve gerekse Osmanlılar zamanında hep idari merkez konumundadır. Özellikle, 1451 yılından itibaren Anadolu Beylerbeyliği nin (Eyaletinin) merkezi olarak, İmparatorluğun önde gelen bilim, sanat ve kültür ocaklarından birisi durumuna gelmiştir. XIV. yüzyılda Ahmedî, XV. yüzyılda Şeyhî ve Ahmed-i Dâî gibi büyük şairler ve daha niceleri, Germiyan beyleriyle sancakta valilik yapan, aralarında geleceğin sadrazamlarının da bulunduğu tanınmış devlet adamlarının himayelerinde, buradan yetişmişlerdir. * Kütahya da ilk tahsil ve terbiyele- * Kütahya tarihi ve kültürü hakkında ayrıntılı bilgi için bkz; M. Çetin Varlık, Germiyanoğulları Tarihi, Ankara 1974. Ayrıca, münhasıran Kütahyalı şairler için rini aldıktan sonra payitahta uzanmış iki kıymetli hekim olan Ahmedî ve Şeyhî ki, Anadolu da Divan Edebiyatı nın kurucuları arasında sayılmaktadırlar. Elbette İstanbul, nihayetinde bütün gözlerin üzerine çevrildiği şehirdir. İmparatorluğun merkezi, ilginin, bilginin, görgünün değer gördüğü, marifetin hak ettiği iltifatı bulduğu yerdir. Sarayın yanı sıra vezirlerin ve büyük devlet adamlarının konakları, şairlerin buluşma alanlarıdır. Ayrıca, Zatî, Karamanlı Subûtî, Rahikî gibi küçük ticaretle veya remilcilikle meşgul şairlerin dükkânları, Bahşî nin Beşiktaş taki bahçesi, Galata nın meşhur meyhaneleri, Sütlüce de Caferâbâd tekkesi gibi mekânlar, Karabalizâde gibi bazı zengin ve nüfuzlu kişilerin, Katibî, Nigârî, Zeyrekî gibi zengin şairlerin konakları ve evleri de ilk akla gelen toplanma yerleridir. Kahvenin yayılması ve kahvehanelerin çoğalmasıyla Tahtakale de devrin başlıca edebiyat çevreleri arasına girmiştir. Memleketin her tarafından gelen şairlerle her türden sanat erbabı buralarda buluşmaktadırlar. Aralarında kimler yoktur ki; ilmiye mesleğine mensup olanlar, devlet memurları, tımar sahipleri, gemi kaptanları, zenginler, küçük ticaretle uğraşanlar, işsizler, serseriler, serseri dervişler... Kimisi vezirlere, emirlere, zenginlere kasideler veya tarih manzumeleri sunarak caize almaya, kimisi mevki makam sahibi olmaya, kimisi de gerçekten kendini, ilmini, sanatını göstermeye çalışmaktadırlar. * bkz; İrfan Aybay, Kütahyalı Divan Şairleri, Yedi İklim, Aylık Sanat-Kültür -Edebiyat dergisi, Cilt: 10, Sayı: 68, Kasım 1995, s. 89-92. * xvı. yüzyıl edebiyatına genel bir bakış için bkz; M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1981, s. 377-400.

TÜRK TOPLUMUNA ROMAN OKUMAYI ÖĞRETEN ADAM! İkinci Bölüm Roman Okuyucunun bulunmadığı bir toplumda, yüksek seviyeli sanat eserleri meydana getirmek mi, yoksa önce bir taban oluşturulmalı düşüncesiyle, gayet sade ve basit bir şeyler karalamak mı? Ahmet Mithat Efendi 1870 li yıllarda ikinci şıkkı tercih etmişti. Tanzimat Fermanı nın Gülhane Parkı nda okunduğu tarihin üzerinden yaklaşık 30 yıl geçmiş, İmparatorluk hızlı bir kabuk yenileme dönemine girmişti. Rüzgârlar artık Batı dan esiyor ve bir büyücü soluğu gibi dokunduğu her şeyi değiştiriyordu. Geleneksel değerler yerlerini bir bir Avrupai özentilere bırakıyorlardı. Halk bilinçli-bilinçsiz eskiyi rafa kaldırırken, farklı bir yaşama biçiminin de sahibi oluyordu. Bu değişim elbette büyük bocalamalara sebep oluyordu. Alışkanlıklardan vazgeçmek; giyim kuşamdan, yenilip içilene kadar pek çok alanda Batılı tavırlar takınmak hiç de kolay değildi. Uçmayı isterken yürümeyi unutma tehlikesi vardı ki, bu tehlike, özellikle yüksek tabakadakiler olmak üzere ahalinin önemli bir bölümünün başına gelmişti. Beri tarafta bir büyük kesim de değişim rüzgârlarına karşı yelken açmış, ısrarla direnmeye çalışıyordu. Ahmet Mithat Efendi, iki cami arasında kalmış bî-na- ALİ BUDAK EDEBİYAT VE HAYAT 137

138 İkinci Bölüm: Roman Türk Toplumuna Roman Okumayı Öğreten Adam! 139 maz örneği bu toplumun öğretmenliğine soyunmuştu. Kendisi de halktan biriydi. Küçük yaşta babasını kaybetmiş, Mısır Çarşısı nda bir aktarın yanında çırak olarak hayata atılmıştı. Sonra ağabeyinin yardımıyla iyi-kötü tahsilini tamamlamış ve memuriyete geçebilmişti. Gazeteciliğe başlayışı ve yazarlığı da, bir ara himayesine girdiği Midhat Paşa sayesinde olmuştu. Ama, o bütün imkânsızlıklara rağmen, hayat yolunu aydınlık tutmayı bilmişti. Müthiş bir öğrenme açlığı içerisindeydi, her şeyi merak ediyor, her şeye ilgi duyuyordu. Fransızcayı da ilk memuriyeti sırasında kendi çabasıyla öğrenmişti. Bilahare Tahtakale de tuttuğu bir evde küçük bir matbaa kurması ve kendi kitaplarını basması, gazeteler çıkarması, bu arada çeşitli periyodiklerde yazılar yazması, onun çalışkan ve üretkenlikten başka bir özelliğinin daha olduğunu ortaya koyuyordu: Öğretmek... Evet o, Tanpınar ın dediği gibi, öğrenmek ve öğrendiklerini başkalarına öğretmek için doğanlardandı. Ahmet Mithat, bütün tür ve konularda telif, tercüme 200 civarında eser yazmış, basın hayatımızın köşe taşlarından Tercüman-ı Hakikat gazetesini uzun yıllar çıkarmıştır. Mithat Efendiye göre aydının ilk yapması gereken şey halkı bilgilendirmekti. O, birtakım siyasi düşüncelere sahip olmasına rağmen, mesela Genç Osmanlılar gibi sıkıntıların tek çaresinin rejimi değiştirmek olduğuna inanmıyordu. Eğitim ve kültür açısından belli bir seviyeye gelmemiş toplumlarda rejim meselesinin ön plana çıkarılmasının zararlı olacağını düşünüyordu. Önce eğitilmeliydi halk, Batılı değerlerle uzlaştırılmalıydı. Amaç bu olunca, Ahmet Mithat Efendi nin eserlerine söz söylemek mümkün değildir. Sanat değeri taşımıyor olmalarının da -gerçi bu da ciddi bir şekilde tartışılabilir- hiçbir önemi yoktur. Çünkü seviyesi düşük olan halkı bilgilendirmek için, hemen hemen aynı seviyedeki bir yazar tarafından kaleme alınmışlardır. Yazar, bir zamanlar aktar çıraklığı yaptığı Mısır Çarşısı esnafıyla bir kahvede sohbet eder gibi yazmıştır ve asla ne sanat ne de üslup endişesi taşımamıştır. Gerçekten, bir Hâce-i Evvel, yani ilkokul öğretmeni havasında olan Ahmet Mithat Efendi nin romanları, zaman zaman bir ansiklopediden farksızdır. Diyelim ki, roman kahramanı yeri gelmiş bir dolabın kapısını açmış, bu sırada gözüne bir peynir parçası ilişmiştir. Bundan sonra peynir çeşitleri üzerine bir sohbet başlayabilir, bunu peynirleriyle meşhur Edirne de geçen bir olayın hikâyesi ve bu münasebetle Rumeli nin iklimi hakkında geniş bir etüt izleyebilir. Sonra Şarköy üzümleri ve şaraplarının nefaseti, Marmara da yetişen balıklar, denizcilik ve problemleri, değişen hayat şekilleri üzerine görüşler, yığınla fıkrayla zenginleştirilerek anlatılabilir. Ve romanın hikâyesiyle hiç ilgisi olmayan bütün bu malumatlar 30-40 sayfa sürebilir. Bugün bize ne kadar tuhaf görünürse görünsün, o gün büyük bir boşluğu doldurmuştur bu eserler. Bütün eksik ve kusurlarına karşılık edebiyatımızda roman türünün sağlam bir yer edinmesini sağlamışlardır. Ve Ahmet Mithat Efendi, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi ne, Türk cemiyetine roman okumayı öğreten, ilk matbaasını açmakla Babıali yi kuran ve halkın malı yapan adam olarak geçmiştir: Onun kitaplarıyla çalışan insanın hayatına dinlenme saati girdi. Okumaya ayrılan saat. İşte cemiyetimize getirdiği şey. Ve onunla küçük insanların hayatı değişti. Küçük ahşap evlerde lamba başındaki saatler başka bir mana ve hüviyet

140 İkinci Bölüm: Roman kazandılar. Bütün bir aile okuma bilenin etrafında toplandı ve okunanı münakaşaya başladı. Ahmet Mithat Efendi roman, gazete makalesi, hikâye, halka indirilmiş eserleriyle daima bir nevi ailesi saydığı okuyucu kitlesini bir dev gibi besledi. * Ölümünün 80. yıl dönümünde bu üretken, çalışkan ve öğretici kalemimizi saygı ve rahmetle anıyoruz. Ona gerçekten çok şey borçluyuz. Tercüman, 30 Aralık 1992 * Ahmet Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, 4. baskı, İst 1976, s. 459-460. ÖMER SEYFETTIN VE HALKA ULAŞMAK Türk hikâyeciliğinin önder ismi Ömer Seyfettin in bugün hâlâ zevkle okuduğumuz onca eseri, topu topu üç-dört senede yazmış olduğunu düşününce erken ölümüne yanmamak, edebiyatımız adına üzüntü duymamak elde mi? Henüz 36 yaşında, en verimli döneminde değil de daha sonra, diyelim ki 66 yaşında ecele yenilmiş olsaydı, kim bilir başka neler bırakacaktı geriye? Ve hiç şüphesiz, biz onları da çok büyük hazlarla okuyacaktık. Çünkü ölümsüzlüğün sırrını bulmuştu Ömer Seyfettin: Halkın diliyle, halka seslenen eserler vermek... Arı, süssüz, dolambaçsız. Askerlikten birden bire edebiyata geçişi, bu önemli keşfin coşkusu ve zorlamasıyla gerçekleşmiş olmalıydı. Ne söyleyeceğini ve nasıl karşılık alacağını apaçık sezmişti mutlaka. Rumeli nde Yakorit Hudut Bölüğünde genç bir piyade teğmenidir. Azgın Bulgar çetelerini yola getirmekle görevlendirilmiştir. Dağlarda eşkıya kovalarken her an kuvvetle hissettiği, Balkan topraklarında İmparatorluğun artık can çekişmekte olduğudur. Başta Bulgarlar olmak üzere diğer etnik gruplar kendi millî kimliklerini kazanmak kavgasındadırlar. Ve asırlarca gölgelerinde yaşadıkları Türklere ALİ BUDAK EDEBİYAT VE HAYAT 141

142 İkinci Bölüm: Roman Ömer Seyfettin ve Halka Ulaşmak 143 amansızca düşmandırlar. Sanki bir öfke nöbeti geçirmektedirler, hırstan ve kinden öyle gözleri dönmüştür. Osmanlılık şemsiyesinin böylece yırtılmak istenmesi, eski sadık unsurların nankörlüğü ve için için kaynayan hâlleri genç teğmende yankısını çabuk bulur. Mademki büyü bozulmuştur, Türkler şimdiye kadar sürdürdükleri alttan alma, sarıp sarmalama alışkanlıklarından vazgeçip kendi başlarının çaresine bakmalıdırlar. Bu aşamada Türkçülük kaçınılmaz bir görevdir. Dağlarda haydut peşinde koşarken bunları kurar, millete de anlatmanın yollarını düşünür. Selanik teki dostu Ali Cânib e sık sık mektuplar yazmaktadır. Bunlardan birinde edebî bir dergi çıkarmayı ve halka çarşıda pazarda konuşulan sade dille hitap etmeyi teklif eder. Genç Kalemler bu mektuplaşmalardan doğar. 1910 yılı sonlarında Genç Teğmen üniformasından sıyrılmış, dilde devrimi savunan bir ülkücü olarak yazı hayatına atılmıştır: Şimdi yeni bir hayata, bir intibak devresine giren Türklere yeni ve tabii bir lisan, kendi lisanları lazımdır. İşkodra dan Bağdat a kadar bu kıt ayı, bu Osmanlı memleketini işgal eden Turânî ailesi Türkler ancak kuvvetli ve ciddi bir terakki ile hâkimiyetlerini, varlıklarını koruyabilirler. Terakki ise ilmin, fennin, edebiyatın, bütün halka yayılmasına bağlıdır. Ve bunları yaymak için önce lazım olan millî ve umumî bir lisandır. Millî ve tabii bir lisan olmazsa ilim, fen ve edebiyat yine bugünkü gibi bilmece hâlinde kalacaktır. Ali Cânib le çıktıkları bu Yeni Lisan, Millî Devlet yoluna kısa süre sonra Ziya Gökalp de katılır. Bu sırada Ömer Seyfettin in korktuğu başına gelmiş, Balkanlar ayaklanmıştır. Tekrar orduya çağrılır ve Yanya Kuşatması sırasında Yunanlılara esir düşer. Bir yıl sonra serbest kalınca da İstanbul a yerleşir ve Kabataş Lisesi nde edebiyat öğretmenliğine başlar. Hayatında yeni bir sayfa açılmış, tadı damağında kalan yazarlığa tekrar dönmüştür. İmparatorluk da artık yolun sonuna gelmiştir. Balkan Savaşı nın hemen ardından Birinci Dünya Savaşı na girilmiş; Ömer Seyfettin, Ali Cânib ve Ziya Gökalp in Genç Kalemler dergisi ile Selanik ten estirdikleri milliyetçilik rüzgârı İstanbul da fırtınaya dönüşmüştür. Son gelişmeler Osmanlıcılık ı savunanların da İslamcılık ve Batıcılık ı teklif edenlerin de seslerini kısmıştır. Artık milliyetçilik ve millî edebiyat modadır. İstediği ortama kavuşan Ömer Seyfettin güzelim hikâyelerini 1917 yılından itibaren yayımlamağa başlar. Hikâyelerinde dilin sade ve yalın olması kadar konuların seçilişi ve işlenişi de dikkati çeker. Zira o edebiyatımızın, Servet-i Fünûncuların getirdiği; kuş, kelebek ve ağlayış dolu marazi havadan kurtarılması gerektiği düşüncesindedir. Öyle bir edebiyat yapılmalıdır ki, Türk milleti asırlık uykusundan uyansın, yeni işler başaracak güce ve canlılığa kavuşsun. Bunun için yalnız dilin sadeleştirilmesi elbette yeterli değildir. Konulara ve üsluba da önem verilmelidir. Bu yaklaşımı doğrultusunda hikâyelerinde tasvir ve tahlilden çok olaya yer vermiştir. Bu şekilde kolayca okunmak, toplumun belli bir kesimine değil, bütününe seslenmek istemiştir. Ve daima bir amaç gözetmiştir. İster konularını tarihten aldıklarında, isterse halk fıkra, menkıbe ve efsanelerinden ya da çocukluk ve askerlik anılarından aldıklarında olsun hep bir tez işlemiştir. Ölümünün üzerinden geçen 73 yıla rağmen kitapları-

İNSAN SANATSIZ OLABILIR MI? Üçüncü Bölüm Sanat ve İnsan Günümüz insanı garip bir kaderi yaşıyor, kazanırken kaybetmenin paradoksunda ölesiye bunalıyor. Bilim ve teknoloji insan hayatını renklendirir, akıl almaz derecede kolaylaştırırken kişiliğini eziyor, belirsizleştiriyor. Bir yanda eşya büyüyor, zenginleşiyor öte yanda onu yapan insan küçülüyor, yoksullaşıyor. Gerçek bir trajedi bu. Çünkü dengeyi sağlayarak insanı mekanikleşmekten kurtaracak olan sanat boyutu sürekli ihmal ediliyor, körleştiriliyor. Dışarısı alabildiğine güçlendirilirken, içeride muhkem bir mana cephesinin oluşmasına bilinçsizce engel olunuyor. Sanatın toplumdaki yeri ne olmalıdır? Sanata lüzumsuz bir meşgale, bir aydın fantezisi olarak bakabilir miyiz? Başlangıçtan beri var olduğunu ve kendisinden hiçbir dönemde vazgeçilmediğini bildiğimiz bu köklü duyguyu yok sayabilir miyiz? Eflatun un düşlediği gibi sanatçısız bir devlet kurabilir miyiz? Modern insanın hâlihazırdaki durumuna bakıp bu sorulara tereddütsüz hayır cevabı vermek gerekmektedir. Çünkü üretirken tükenen, kendi icatlarının mahkûmu olan insanı mutlu kılmanın ve tatmin etmenin başlıca yolunun ALİ BUDAK EDEBİYAT VE HAYAT 223

224 Üçüncü Bölüm: Sanat ve İnsan İnsan Sanatsız Olabilir mi? 225 sanat duygusunu geliştirmek olduğu yaşanarak öğrenilmiştir. Evet, insanın karanlığına ışık tutacak en aydınlık pencere sanattır ve sanatçılık duygusu, insanın yaratanından aldığı bir kutlu özelliğidir. İnsan, yapısı ve yaratılışı gereği, hem gerçeği ve doğruyu, hem yararlı ve kullanışlı yı, hem de özgünü ve güzeli aramaktadır. Bunlardan gerçek ve doğru yu araştırdığı dalın adı bilim ; yararlı ve kullanışlı yı araştırdığı dalın adı teknik ; özgün ve güzel i araştırdığı dalın adı da sanat tır. Sanat, duygu ve düşünce, tasarım ve izlenimleri, belli durum, olgu ve olayları, belirli bir amaç ve yöntemle bir güzellik anlayışına göre, işleyip anlatan özgün ve estetik bir bütündür. * Yani insanın kendisini anlatma ve tanımlama çabasıdır. Varlığına anlam kazandırma arzusudur. Ve sanatla arasında öyle içten ve köklü bir bağ vardır ki, nerede bir sanat eseriyle karşılaşılsa orada insanla, nerede bir insanla karşılaşılsa orada bir sanat eseriyle yüz yüze gelinir. Sanatsız insan, sanatsız toplum olamaz, düşünülemez. Şu hâlde günümüz eğitim sisteminde bilim ve tekniğin yanısıra sanat eğitimine de ağırlık verilmelidir. Peki, sanat eğitimi nedir ve nasıl olmalıdır? Uzmanlar sanat eğitimini kısaca, kişiye estetik davranış kazandırma ya da kişide estetik değişikliği oluşturma işi diye tarif ediyorlar. Amacını da, sağlıklı, dengeli ve mutlu bir hayat için ortak genel sanat kültürü kazandırmak olarak özetliyorlar. Anlaşılıyor ki sanat eğitimi sayesinde kişi, içinde yaşadığı topluma karşı daha duyarlı olacak, çevresiyle çok yönlü, yararlı ve kapsamlı ilişkiler kurabilecektir. Sanat eğitimi estetik haz duyma ihtiyacını karşılarken, kişinin içinde var olan yaratma içgüdüsünü de harekete geçirecektir. Durup dururken düşünemez, üretemez insan. Uyandırıcı, ufuk açıcı etkenler lazımdır. Bir sanat eserini görmek ve tanımak, onun özelliğinin ve güzelliğinin farkına varmak insanın yaratıcı gücünü açığa vurabilecektir. Onu yönlendirecek, motive edebilecektir. Böylece sanat eğitimi, artistik yaratma, yorumlama isteklerini de tatmin etmiş olacaktır. Kısacası, sanat eğitimiyle insan kendini ifade etmeyi, etrafındaki güzellikleri görmeyi ve değerlendirmeyi, dünyaya ve kainata bakmayı öğrenecektir. Hayatını önemli ve anlamlı hâle getirecektir. Özetlersek, modern insan yaşantısını, bilim-teknik-sanat üçgenine oturtmak zorundadır. Bunlardan birinin eksikliği dengesizlik, mutsuzluk, umutsuzluktur. Sanat boyutu olmayan bir dünya çirkin ve tatsız; sanat derinliği olmayan bir insan kaba ve vahşidir. Sanat insanın ta kendisidir. Tercüman, 19 Mayıs 1993 * Prof. Dr. Ali Uçan, Sanat Eğitiminin Niteliği, Üç Ana Türü ve Bazı Temel Sorunları.

Sanat ve Orijinalite 227 SANAT VE ORIJINALITE Sanat eserini meydana getiren unsurlar sıralanırken, estetik bir değer taşıma, birlik ve bütünlük sergileme, karmaşık ve yoğun, fakat tutarlı olma gibi özellikler ilk başlarda sayılır. Tabii bunlara bir de sanat eserinin mutlaka orijinal olması gerektiği şartı eklenir. Öyle ya, sanat eseri yukarıdaki bütün nitelikleri taşıyıp taklit de olabilir. Taklit de ne kadar başarılı olursa olsun, aslın yerini tutamaz. Toplumlar sanat zevklerini binlerce yıl içerisinde oluşturup zenginleştirmişlerdir. Ayrı iklimlerde, farklı şartlarda meydana gelen eserlerden de zamanla bütün insanları kuşatan süzme, evrensel bir sanat anlayışı doğmuştur. Özellikle ulaşım ve iletişim imkânlarının baş döndürücü bir gelişme gösterdiği son çağda, insanların ve kültürlerinin birbirlerinden saklıları gizlileri kalmamıştır. Bugün Süleymaniye Camii veya Ayasofya, bizim için olduğu kadar dünya için de değerlidir ve yüksek bir sanatın ifadesidir. Aynı şekilde biz de piramitleri görünce heyecanlanmakta, Leonardo da Vinci nin Mona Lisa sını seyrederken hayranlık duymakta, Hugo yu, Dostoyevski yi, Goethe yi ya da Dickens i okurken büyülenmekteyiz. Sanatın insanı en çok etkileyen saran estetik bir haz uyandırması yani güzel olmasıdır ki, sanatçıyı durmadan yeni yeni özellikler peşinde koşturmaktadır. Çünkü güzellik ne olduğu tanımlanan ya da tanımlanamayan muğlak bir kavramdır. Sanatçı güzeli ararken yenilikçi olmaya, yaratıcı olmaya zorlanmaktadır. Sanatı böyle dinamik, renkli ve zengin kılan da, güzellik gibi diğer unsurlarının da belirsiz ve yorumlanabilir oluşu olmalıdır. Fakat sanat, binlerce yıl içerisinde oluşmuş evrensel bir zenginlik olarak, yeniliğe ve değişime pek fazla da açık değildir. Sanatın ne kadar muhafazakâr olduğunu, tarihî eserlere bakarken kolayca anlayabiliriz. Aradan geçen yüzyıllar Efes teki yapıların güzelliğini silememiştir. Karşılarında bugün de zevkten donup kalıyoruz. Aynı şekilde klasik edebiyat eserleri de üzerimizde bir güneş gibi parlamaktadırlar. Kendimizi ele alalım. Osmanlı mimarisini aşabildiğimiz, Divan şiirini geçebildiğimiz rahatça söylenebilir mi? Bugünkü şiirimiz de güzeldir; fakat geniş planda bakıldığında dünkü şiirimizden çok mu farklıdır? Daha doğrusu tamamen kopuk, apayrı bir şey midir? Dünyaya dönersek, Shakespeare in tiyatrolarıyla günümüz oyunları arasında uçurumlar mı vardır? Romancılar; Tolstoy, Balzac, Hugo ya da Dostoyevski yi ne kadar geride bırakabilmişlerdir? Demek istediğimiz, sanatta değişim çok sınırlıdır, yenilikler eskiyi tamamlar, zenginleştirir mahiyettedir. XX. yüzyıl büyük iddialarla yola çıkmış, devrimci akımlara öncülük etmiş pek çok suni sanatçının, kısa sürede nefeslerinin kesilip düşmesinin tanıklıklarıyla doludur. Sanatın, kuralsızlık ve anarşistlik olduğunu ispatlamaya çalışan inkârcı Dadaistler nerededir şimdi? Ya sanatı aklın, mantığın, gelenek ve göreneklerin dışına çıkmak diye anlayan Sürrealistler?.. Kelimelerle ve şekillerle oynamayı marifet sayan Popülistler i kim anıyor? 226 EDEBİYAT VE HAYAT ALİ BUDAK

228 Üçüncü Bölüm: Sanat ve İnsan Orijinal olunacak, esere damga vurulacak ama önce sanatçı olunacak. Asırlar içinde oluşan ve sanata can veren büyünün kimyası çözüldükten sonra yeni olmak kolay... SANAT GÜZELI ARAR PEKI, GÜZEL KIM İÇIN? Tercüman, 9 Ekim 1991 Sanat adına ortaya konulan bazı tuhaflıkları görünce ister istemez düşünüyorsunuz: Sanat nedir, sanatçı kimdir, sanat eserinin fonksiyonu ne olmalıdır? Ancak, bu sorulara cevap bulmaya giriştiğiniz anda nasıl bir çıkmaz sokağa girdiğinizi anlıyor, çırpınmaya başlıyorsunuz. Çünkü sanatın ne olduğu ve fonksiyonunun ne olması gerektiği asırlardır tartışılmış, yine de bir sonuca bağlanamamış bir konu. Daha uzun bir süre de tartışılacağa benziyor. Bu durum, sanatın her zaman gelişmeye ve değişmeye müsait, açık dokulu bir kavram oluşundan kaynaklanıyor. İnsanın güzellik arayışının en özenli göstergesi olarak sanat, insan ve zamanla birlikte değişiyor, zenginleşiyor ve yeni boyutlar kazanıyor. Bu yaklaşımla insanın arzuları sınırlanamayacağına göre, sanatın sınırları da belirlenemeyecektir denilebilir. Bütün türleriyle sanatın sürekli genişleyen bu kavramını, bir otomobili örnek alarak açıklamaya çalışalım. Bugün otomobili karada yürüyen bir taşıt olarak tarif ediyoruz. Ancak zaman zaman suda yüzen otomobiller de yapılıyor, belki yarın uçanları da üretilecek. Peki, bu ALİ BUDAK EDEBİYAT VE HAYAT 229

ŞAIRLERIN İSTANBUL U -I- Dördüncü Bölüm İstanbul Her semtiyle bir sihir; sanki sırdır İstanbul Bir tılsımlı Türk şehri, beş asırdır İstanbul Hadis-i Şerif üzre fethi tebşir olunan Bir mukaddes emânet, bir hatırdır İstanbul. Yılmaz Karakoyunlu İstanbul, Hazreti Muhammed in o kutlu fetih müjdesiyle Müslüman gönüllerine sımsıcak düşerken, yeryüzünde belki başka hiçbir şehre nasip olmayacak bir ilginin ve itibarın da sahibi olmuştur. Doğu Roma İmparatorluğu nun dillere destan payitahtı, güzelliğin, ihtişamın ve çılgın yaşantıların bu büyülü şehri, bir anda manaca derinleşmiş ve mukaddes ülküsü hâlini almıştır genç ve dinç yüreklerin... Artık, için için büyüyen bir hasret yumağı, her şeyi kendisine doğru çeken dayanılmaz bir cazibe odağıdır İstanbul. Ve yıllar, yüzyıllar geçmiş, Peygamber buyruğu yerine getirilmiştir. Övgüye mazhar şanlı komutan; Sultan II. Mehmed, şanlı asker de Türk ordusudur. Asırların rüyasını gerçekleştiren komutan henüz 21 yaşında bir genç adamdır ve hiç şüphe yok ki, beyaz atı üstünde surlardan içeri girerken, bir çağı kapatıp yeni bir çağı açmaktan çok, milleti ve dini için yaptıklarıyla gururlanmaktadır. Fatih, Doğu ya ALİ BUDAK EDEBİYAT VE HAYAT 275

276 Dördüncü Bölüm: İstanbul Şairlerin İstanbul u -I- 277 Batı nın kapılarını açmış, Türk ü dünyanın orta yerine oturtmuştur. Elbette bu mucizevi zaferle övünecektir. Ve gayet tabii ki, bu kutlu günü, bir tarih beytiyle, geçmişin ve geleceğin nabzına kazımak en çok ona yakışacaktır. Avnî, büyük zaferi, şöyle mütevazı kaydedecektir divanına: Feth-i İstanbul a fırsat bulmadılar evvelûn Fethedip Sultan Mehemmed, dedi tarih; âhirûn Daha sonraları çok şarkılar, türküler söylenecek, divanlar dolusu şiirler yazılacaktır İstanbul için. Bunlardan bazılarını da edebiyatımızın zirvedeki şairlerinden Bâki kaleme alacaktır. Sahip olduğu güzelliklerin farkında, ince, hassas, yaşamayı seven, zevk ve eğlenceye düşkün bir insandır Bâki. Kışın boza sohbetlerini ve içki meclislerini, yazın da bahçelerde düzenlenen eğlence âlemlerini hiç kaçırmadığı söylenir. Bu yüzden olmalı, Kanunî Sultan Süleyman ın bir ara İstanbul da içki içilmesini yasaklayarak, şarap gemilerini Galata ve İstanbul arasında yaktırmasını fevkalade büyük bir üzüntüyle karşılar. Şöyle yakınır Bâki: Reh-i meyhâneyi kat etti tîg-i kahrı sultânın Su gibi arasın kesti Sıtanbul u Galata nın İstanbul un mevsimlerini; Döşedi mihr-i felek yolları dibâlar ile Etti teşrif çemen mülkünü sultân-ı bahar mısralarıyla anlatan Bâki, meşhur mehtaplarını da şöyle şiirleştirir: Gör visâlin gîcesi şevk-ı derûnun âşıkın Seyr-i deryâ hûb olur cânâ şeb-i mehtâbda Mevsimler, mehtap âlemleri tamam da bunlar güzelsiz neye yarar ki? Bâki, bu duygusunu da şöyle dile getirir: Dil-rübâlarla aceb kesreti var her yolun Geçemez hûblarından gönül İstanbul un Bâki gibi Taşlıcalı Yahya da Galata gecelerinin müdavimlerinden olmalıdır ki, daha mazbut bir yaşantı içinde bulunanlara şu çağrıyı yapar: Şarâbı terk edip sûfî başını verme kavgaya Güzellerle ayak seyrânın eyle gel Galata ya Şeyhülislâm Yahya nın aşağıdaki harika söyleyişinde sözü edilen sahiller ve bahçeler de hiç şüphesiz Boğaziçi ndedir: Nesîm-i lütfunadır intizârı fülk-i dilin Çok oldu sahil-i mihnette rûzigâre bakar Seni gelir işitip bağa yâsemen cânâ Çıkıp o şevk ile divâre reh-güzâre bakar. Şeyhülislâm Yahya nın şiirinde yoğun bir hasret, dolayısıyla hüzün vardır, ama Boğaz daha çok zevk ve safa yeridir. Nailî bunun için gerekli olanları bir beyitte şöyle sıralar: Geldik Hisâr a elde mey-i gam-güsil gerek Dil germ ü yâr nerm ü hevâ mutedil gerek Şimdilerde güzelliğinden çok, nüfusu ve arapsaçı trafiğiyle gündemde olan İstanbul a, biz şairlerin renkli penceresinden bakmaya çalıştık. Bunu yarın da sürdüreceğiz. *** Şiirlerde geçen kelime ve tamlamaların anlamları: Reh-i meyhane:

278 Dördüncü Bölüm: İstanbul Meyhane yolu. Tig-i kahr: Kahır kılıcı. Mihr: Güneş. Diba: Lüks ipek kumaş. Visal: Kavuşma. Şevk-ı derun: Gönül sevinci. Hub: Güzel. Şeb: Gece. Dil-rübâ: Gönül alan. Kesret: Çokluk Nesim-i lutf: Lütuf rüzgârı. İntizâr: Bekleme. Fülk-i dil: Gönül gemisi. Reh-güzâr: Geçecek yol. Mey-i gam-güsil: Gam ve kederi defeden içki. Germ: Sıcak. Nerm: Yumuşak. ŞAIRLERIN İSTANBUL U -II- Tercüman, 19 Şubat 1992 İstanbul, Türklerin elinde en renkli ve mutantan günlerini herhâlde Lale Devri nde yaşamıştır. Hiç değilse edebiyatımıza öyle yansımıştır. Çünkü Nedim gibi gerçekten usta, kıvrak ve coşkulu bir şairi vardır bu dönemin. Sefaletin, hiddetin, çirkinliğin değil; saadetin, sevincin, güzelliğin şiirini yazan Nedim, İstanbul dan öyle güzel semt tabloları çizmiştir ki, aradan yüzyıllar geçmesine rağmen, bugün hâlâ oralara onun gözleriyle bakmaktan kendimizi alamıyoruz. Diyebiliriz ki, kalemiyle bir kere de Nedim fethetmiştir İstanbul u: Bu şehr-i Sıtanbul ki bî-misl ü behâdır Bir sengine yekpâre Acem mülkü fedâdır diye övdüğü İstanbul u yere göğe sığdıramayan Nedim özellikle Sadâbâd a deli divanedir: Bak Sıtanbul un şu Sa dâbâd-ı nev-bünyânına Ademin canlar katar âb u hevâsı cânına Nedim e göre burası gibi güzel başka bir yer âlemde yoktur. Öyleyse niçin meydan okunmamalıdır: Ey felek insâf ey mihr-i cihan-ârâ aman Bir nazirî var ise söylen konulsun yânına ALİ BUDAK EDEBİYAT VE HAYAT 279

MILLÎ DEVLETE GIDEN YOLDA TÜRK OCAKLARI Beşinci Bölüm Yankılar, Çağrışımlar XIX. hazır bir bomba gibiydi. yüzyılın sonunda Osmanlı İmparatorluğu fitili ateşlenmiş patlamaya Devletin Hristiyan unsurları bağımsızlık hummasına kapılmış, ayrılma hesapları yapıyorlardı. Müslüman unsurlardan Araplar ve Arnavutlar da onlardan geri kalmıyorlardı. Milliyetçi duygularla kurulan dernekler çalışmalarını alabildiğine yoğunlaştırmışlardı. Ne olursa olsun artık kendi devletlerini kurmak istiyorlardı. İmparatorluğun asıl unsuru Türkler ise bu dalgalanmaları sessiz ve tepkisiz seyrediyorlardı. Devleti koruma içgüdüsüyle hoşgörülü davranmaya çalışıyor, kendi kimliklerini ortaya koymaktan titizlikle kaçınıyorlardı. Böylelikle birlik ve bütünlüğü koruyabileceklerini, ayrılık rüzgârlarını dindirebileceklerini sanıyorlardı. Aslî unsur olmanın sorumluluğunu öylesine benimsemişlerdi ki, Türk olduklarını bile söyleyemiyorlardı. Gerçekten, Türk kelimesini kimse üzerine almıyordu. İstanbullular kendilerine şehrî, yani şehirli sıfatını yakıştırıyor, taşralılar da Türk ü kaba ve köylü anlamında kullanıyorlardı. Doğu Anadolu da sadece bazı Alevî gruplara Türk deniliyordu. Hiç şüphesiz acıklı bir durumdu. Arnavut, Arap, Rum, Sırp, Bulgar, herkes kendi milliyetiyle övünüyor, devleti ALİ BUDAK EDEBİYAT VE HAYAT 309

310 Beşinci Bölüm: Yankılar, Çağrışımlar Millî Devlete Giden Yolda Türk Ocakları 311 kuran ve bütün bu topluluklara hükmeden Türkler ise kendi ırk adlarından utanıyorlardı. Bu tuhaf hâlin uzun süre devam etmeyeceği muhakkaktı. Önünde sonunda gerçekler görülecek, gereken tavır takınılacaktı. Öyle de oldu. Aralarında Şemseddin Sami gibi ünlülerin de bulunduğu şuurlu Türk aydınları seslerini yükseltmeye Biz de varız, demeye başladılar. Mehmet Emin Yurdakul Ben bir Türk üm, dinim, cinsim uludur mısraıyla başlayan meşhur şiiriyle kitleleri uyandırdı, ateşli duygularına tercüman oldu. Fakat Türkçülüğün iyice gelişip serpilmesi için daha biraz zaman geçmesi, XX. yüzyılın ilk 10-12 yılının görülmesi gerekiyordu. Çünkü, gerek II. Meşrutiyet e kadarki siyasi çalkantılarla dolu dönem, gerekse sonrasında peş peşe meydana gelen olaylar İmparatorluğu iyice uçurumun kenarına getirmişti. Bosna-Hersek ve Doğu Rumeli vatan topraklarına veda etmiş, 31 Mart faciası yaşanmış, Trablusgarp Savaşı kaybedilmiş... Balkan Savaşı patladı patlayacak. İşte bu buhranlı günlerde Türk Ocağı kuruluyordu. Askerî Tıbbiye den ve Darülfünun dan gençlerin teşebbüsünü, devrin önde gelen fikir adamlarının destekleyip sahip çıkmalarıyla 1912 yılında Türkçülerin teşkilatlanması doğrultusunda çok önemli bir adım atılıyordu. Ocağın uzun yıllar başkanlığını yapan Hamdullah Suphi Tanrıöver, böyle bir fikrin nerden çıktığını anlatırken, 1911 yılında bir grup Tıbbiye talebesinin Karacaahmet Mezarlığı nda bir araya gelip ay ışığında, vatanı kurtarmak için harekete geçme andı içtiklerinden söz ediyor. Tanrıöver, Türk Ocağı nın kuruluşu bu vatansever gençlerin bir gece saatinde almış oldukları kararla başlar. Ondan sonraki bütün çalışmalarımız ve inkişaflarımız bu karara dayanır diyor. Türkçülerin bu atağı tabii büyük reaksiyonlar doğuruyordu. Hâlâ Osmanlıcılık idealine bağlı olanlar da akıma karşı çıkanların başını çekiyorlardı. Başlarını kumdan çıkarmamakta kararlı gibiydiler. Başkalarının millî cereyanlara kapılmasından parçalanan bir vatanın sahibi ve banisi olan millet nasıl bizzat milliyet cereyanına kapılabilir diyorlardı. Bazı medreseliler de şiddetle hücum ediyorlardı Türkçülere. Böyle bir hareketin suç, hatta küfür olduğunu iddia ediyorlardı. Bir avuç Türk yerine 30 milyon Osmanlı üzerinde hükümran olmayı tercih eden, ancak bunun artık mümkün olmadığını göremeyen Saray da ocağa ve ocak mensuplarına sıcak bakmıyordu. Bu arada lakayt ve ukalalar diye isimlendirilebilecek bir kesim, Abdülhak Şinasi Hisar ın ifadeleriyle, Canım efendim! Buna sanki ne lüzum var? Türk olduğumuzu güya bilmiyor muyuz? Acem ocağı açacak değiliz ya, elbette Türk üz işte! Malumu ilana ne hacet gibi sözler ediyordu. Ne ki bütün bu karşı çıkışlar kısa sürede önemli ölçüde ortadan kalkıyordu. Çünkü olaylar Türkçülerin öngördüğü biçimde gelişiyordu. Balkan Savaşları kaybediliyor, onun derin acısı unutulmadan I. Dünya Savaşı belası kapıyı çalıyordu. Devletten kopan her unsur iki kuvvetli ideolojiyi, Osmanlıcılığı ve İslamcılığı söndürüyordu. Türkçülük hâkim ideoloji hâlini alıyordu, çünkü neredeyse Türk ten başka unsur kalmamıştı İmparatorlukta. Yine de, Türk Ocağı nın da baştan beri savunageldiği üzere Ziya Gökalp Türkçülüğü, bütün İmparatorluk unsurlarını aynı şemsiye altında toplayacak şekilde sistemleş-

312 Beşinci Bölüm: Yankılar, Çağrışımlar tiriyordu. Türkçülük hiçbir zaman, kati bir ırkçılık olarak düşünülmüyordu. Gökalp milleti, dilce, dince, zevkçe ve ahlakça bir olan, yani aynı şartlar altında yetişmiş fertlerden mürekkep bir topluluk olarak tanımlıyordu. Böylece Osmanlıcılar da İslamcılar da Türklük çatısı altında birleştiriliyorlardı. Gökalp, hedefi de Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak şeklinde sloganlaştırıyordu. Gökalp in millet tarifi, Türkiye Cumhuriyeti nin de temel harcı oluyordu. Atatürk, koca bir İmparatorluktan arta kalanların saf bir ırk oluşturamayacağının şuuru içinde Ne mutlu Türk üm diyene diyordu. Kendisini Türk hisseden herkesin Türk olduğu ve bu vatanda yeri bulunduğu anlamına geliyordu bu. Evet, İmparatorluktan millî devlete giden yolda önemli bir kilometre taşı olan Türk Ocakları, Türk Yurdu ve Yeni Mecmua gibi dergilerle Türk fikir hayatına ışık tutmuş, önemli bir misyonu yerine getirmişlerdir. Millî Mücadele yi yapan ve yeni devletin kuruluşunda rol oynayan kadrolar bu dergiler çevresinde yetişmiştir. 80 inci yaşını kutlayan ocağa ve ocaklara sahip çıkmak ve yeni ufuklar için yönlendirmek vazifemiz olmalıdır. Tercüman, 25 Kasım 1992 GÖKALP VE TÜRKÇÜLÜĞÜN ÜÇÜNCÜ SAFHASI Ziya Gökalp, Cumhuriyetin ilan edildiği günlerde yayımlanan ünlü eseri Türkçülüğün Esasları nda gelecek için üç ana hedef belirlemişti. Bunlar sırasıyla, Türkiyecilik, Oğuzculuk, Turancılık tı. Osmanlı çökmüş, İmparatorluğun asli unsurunu teşkil eden Türkler onun yıkıntıları üzerinde yeni bir devlet kurmayı başarmışlardı. Hem de millî bir devlet. Gökalp e göre, önce bu yeni devletin güçlendirilmesi ve kendi ayakları üzerinde durması sağlanacaktı. Çünkü Türkiye, dünya üzerindeki Türklerin sahip oldukları tek hür devletti. Umutların yeşerip gelişeceği topraklı sistemin olmazsa olmaz şartıydı. Türkçülüğün bundan sonraki safhası Oğuzculuk yahut Türkmencilik i Gökalp, yakın mefkûre olarak isimlendiriyordu. Kültürleri arasında fazla farklılık bulunmayan Oğuzların birleşmelerinin oldukça kolay olacağını düşünüyordu. Bir kere, Oğuz uyruğunun mensupları olarak Türkiye Türkleri, Azerbaycan, İran ve Irak Türkleri hemen hemen aynı dili konuşuyor, aynı kaynaktan besleniyorlardı. Şöyle diyordu Gökalp: Oğuz Türkleri, umumiyetle Oğuz Han ın torunlarıdır. Oğuz Türkleri birkaç asır önceye kadar mütesanit bir aile hâlinde yaşarlardı. Mesela Fuzûlî bütün Oğuz şubeleri içinde ALİ BUDAK EDEBİYAT VE HAYAT 313

314 Beşinci Bölüm: Yankılar, Çağrışımlar Gökalp ve Türkçülüğün Üçüncü Safhası 315 okunan bir Oğuz şairidir. Korkut Ata kitabı, Oğuzların ismi Oğuznâmesi olduğu gibi, Şah İsmail, Âşık Kerem, Köroğlu kitabı gibi halk eserleri de bütün Oğuzistan a yayılmıştır. Fakat Gökalp birleşmeyi hiçbir zaman siyasi anlamda almıyor, bunun özellikle altını çiziyordu: Bugünkü mefkûremiz, Oğuzların yalnız harsça birleşmesidir. Türkçülüğün üçüncü safhası Turancılık ise uzak mefkûreydi. Gökalp, Turan ın bazılarının sandığı gibi, Türklerden başka Moğolları, Tongüzları, Finlileri, Macarları da içine alan bir kavimler karmaşası olmadığını belirttikten sonra şu tanımı yapıyordu: Turan kelimesini bütün Türk şubelerini içine alan Büyük Türkistan a hasretmemiz lazım gelir. Bunun şairane ifadesi ise şöyleydi: Vatan, ne Türkiye dir Türkler e, ne Türkistan. Vatan büyük ve müebbed bir ülkedir Turan. Gökalp yine siyasi bir birliktelikten söz etmiyordu. Bu konu açılınca ileri sürülegeldiği gibi Sınırlar kaldırılsın Türkler büyük bir devlet olsun demiyordu. Duygusal ve kültürel bir bütünleşmeydi kastettiği: Türkçülerin uzak mefkûresi; Turan namı altında birleşen Oğuzları, Tatarları, Kırgızları, Özbekleri Yakutları lisanda, edebiyatta, harsta birleştirmektir. Bu mefkûrenin gerçek olması mümkün mü, değil mi? Yakın mefkûreler için bu cihet aranırsa da uzak mefkûreler için aranmaz. Çünkü uzak mefkûre, ruhlardaki vecdi, sonsuz bir dereceye yükseltmek için amaç edinilen çok cazibeli bir hayaldir. Büyük fikir adamımızın, bir ülkü olarak yüreğinde yaşatmasına rağmen hayal demekten kendini alamadığı Turan, bugün ellerimizle tutabileceğimiz kadar yakınlaşmıştır bize. Denilebilir ki ruhsal bir yakınlaşma anlamında gerçekleşmeye bile yüz tutmuştur. Sovyet İmparatorluğunun beklenmedik bir şekilde çökmesiyle; Gökalp in hem yakın, hem uzak mefkûresi aynı anda hakikat olma aşamasına gelivermiştir... Nedir şimdi olabilecekler? Akşamdan sabaha, bütün Türklerin aynı çizgide buluşması elbette düşünülmeyecektir. Öncelikle Gökalp in ifade ettiği gibi dilde, edebiyatta, harsta birlik için çalışmalar yapılacaktır. Ekonomik alanda işbirliği geliştirilecek, maddi dayanışma içine girilecektir. Birtakım teşekküller vasıtasıyla dünya siyasetine ağırlık konulacaktır. Beş-altı Türk cumhuriyetinin fikir ve gönül birliği zamanla çok etkili olacak, suları tersine akıtacak, olmazları olur yapacaktır. Bunda ürkütecek, çekinilecek bir durum da yoktur. Böylesi bir gönül beraberliğinin, ne onu meydana getiren topluluklara ne de diğer ülkelere bir zararı dokunacaktır. Yüzyıllarca birbiriyle savaşan Avrupa ülkeleri, şemsiyesi altına girdikleri siyasi birliği daha da geliştirip sınırları ortadan kaldırıyorken, bizler soydaşlarımızla maddi-manevi yakınlıklar kurmaktan çekinmemeliyiz. Türk cumhuriyetlerinin kurulmasından sonra Türkiye nin hızla yükselmeye başlayan grafiği ve dünyada kazandığı önem, Türklerin birlikte hareketle nasıl bir güç merkezi olacaklarının göstergesidir. XXI. yüzyılın Türklerin olacağı düşüncesi, meseleye bu açıdan yaklaşılınca hiç de boş ve mantıksız görünmemektedir. Bize bugünlerin müjdesini ilk veren değerli mefkûre adamı Ziya Gökalp i aramızdan ayrılışının (24 Ekim 1924) 68. yıldönümünde saygı ve rahmetle anıyoruz.