MELINDA NADJ ABONJI 1968 de Sırbistan ın Voyvodina bölgesindeki Beçe kentinde doğdu. Sırbistan ın Macar azınlığından olan ailesiyle Eski Yugoslavya



Benzer belgeler
Türkçe Ulusal Derlemi Sözcük Sıklıkları (ilk 1000)

TEMA: OKULUMUZU TANIYALIM KONU: OKULUMUZ TARİH: 01 EYLÜL / 30 EYLÜL YAŞAYAN DEĞERLER: SEVGİ

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

MARCEL BEYER Marcel Beyer 23 Ekim 1965 yılında Almanya nın Tailgingen kentinde doğmuştur. Siegen Üniversitesi nde Alman ve İngiliz Dili ve Edebiyatı

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Betül Tarıman. Öykü GÖKYÜZÜ PRENSİ PO İLE KÜÇÜK KIZ. 2. basım. Resimleyen: Uğur Altun

T.C. M.E.B ÖZEL MANİSA İNCİ TANEM ANAOKULU DENİZ İNCİLERİ SINIFI

NURULLAH- Evet bu günlük bu kadar çocuklar, az sonra zil çalacak, yavaş yavaş toparlana bilirsiniz.

de hazır değilken yatağıma gelirdi. O sabah çarşafların öyle uyandırmıştı; onları suratıma atarak. Kız kardeşim makas kullanmayı yeni öğrendi ve bunu

Babamın Sihirli Küresi AYTÜL AKAL

O sabah minik kuşların sesleriyle uyandı Melek. Yatağından kalktı ve pencereden dışarıya baktı. Hava çok güzeldi. Güneşin ışıkları Melek e sevinç

6. Sınıf sıfatlar testi testi 1

UFACIK TEFECİK KURBAĞACIK

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

MUTLU HAFTALAR. Emrah&Elvan PEKŞEN

A1 DÜZEYİ B KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Refik Durbaş. Şiir BEZ BEBEKLE KUKLASI. 2. basım. Resimleyen: Burcu Yılmaz

Kelaynakların Hazin Öyküsü

TEMA: OKULUMUZU TANIYALIM KONU: OKULUMUZ TARİH: 01 EYLÜL / 30 EYLÜL YAŞAYAN DEĞERLER: SEVGİ

Adı-Soyadı: Deniz kampa kimlerle birlikte gitmiş? 2- Kamp malzemelerini nerede taşımışlar? 3- Çadırı kim kurmuş?

İsim İsim İsimlerin Tamamlanmış Hali

SIFATLAR. 1.NİTELEME SIFATLARI:Varlıkların durumunu, biçimini, özelliklerini, renklerini belirten sözcüklerdir.

Okula sadece dört dakikalık yürüme mesafesinde oturmama

Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Bilim Etkinlikleri

5 YAŞ VE HAZIRLIK SINIFI EKİM BÜLTENİ

KÜÇÜK UYKULAR BAHÇESİ

Cornelia, şarkı söylemek isteyen kaz

3. Sınıf Varlıkların Özelliklerini Belirten Sözcükler ( Ön Ad Sıfat )

Bay Çiklet in Bahçesi

Veli Mektupları MyLittle Island 1

Gülmüştü çocuk: Beni de yaz öyleyse. Yaz ki, kaybolmayayım! Ben babamı yazmamıştım, kayboldu!

KIRMIZI KANATLI KARTAL

İLK ADIMLAR SINIFI HAFTALIK BÜLTENİ

2. Sınıf Kazanım Değerlendirme Testi -1

* Balede, ayak parmakları ucunda dans etmek. [Ç.N.] ** Balede, ayaklarını birbirine vurarak zıplamak; antrşa şeklinde okunur. [Ç.N.

ÖZEL GÜNLER. Doğum günü/kadınlar günü/anneler günü/babalar günü/sevgililer günü/ Öğretmenler günü

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi

Mutfak Etkinliği. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Şarkı. Büskivili pasta yapıyoruz.

ÖZEL ASÇAY ANAOKULU SİHİRLİ ELLER SINIFI HAFTALIK BÜLTENİ

ALTIN BALIK. 1. Genç balıkçı neden altın balığı tekrar suya bırakmayı düşünmüş olabilir?

Cadı böyle diyerek süpürgesine bindi. Daha yüz metre uçmadan. paldır küldür yere düştü. Ağaçtaki kargalar Gak gak diye güldüler.

Umutla, harabelerde günlük turuna çıkmış olan bekçi Hilmi Efendi yi aramaya koyuldu. Turist kalabalığı Efes sokaklarına çoktan akmaya başlamıştı.

ABDULLAH ALİYE CAN ANAOKULU ÇİÇEKLER SINIFI. Nİsan AYI BÜLTENİ. Sevgİ Kİlİmlerİmİz

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERİSTESİ VAKFI ADIGÜZEL OKULLARI ÇEKMEKÖY ANAOKULU TAVŞANLAR SINIFI MAYIS AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

Herkese Bangkok tan merhabalar,

2. SINIF İŞİTME ENGELLİ ÖĞRENCİLERİ İÇİN TEST ÇALIŞMASI. Hazırlayan Engin GÜNEY İşitme Engelliler sınıf Öğretmeni

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi ARILAR GRUBU

ÖZEL İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ VAKFI ADIGÜZEL ANAOKULU GÖKYÜZÜ SINIFI KASIM AYI KAVRAM VE ŞARKILAR

YÜKSEL ÖZDEMİR. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

AŞKI, YALNIZLIĞI VE ÖLÜMÜYLE CEMAL SÜREYA. Kalsın. Mutsuz etmeye çalışmayacak sizi aslında, sadece gerçekleri göreceksiniz Cemal Süreya nın

Şimdi Okullu Olduk İlkokul 1. Sınıf

3 YAŞ EKİM AYI TEMASI

Tanşıl Kılıç ŞEKERLİ SİNEK. Resimleyen: Vaghar Aghaei

5 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, fiziksel özelliklerim nelerdir? Vücudumuzun bölümleri ve iç organlarımız nelerdir? Ne işe yarar?

SABINE ADATEPE Sabine Adatepe 1963 Hamburg doğumlu. Hamburg Üniversitesi nde Türkoloji, İranistik ve Alman Dili ve Edebiyatı bölümlerinden mezun

A1 DÜZEYİ A KİTAPÇIĞI NOT ADI SOYADI: OKUL NO:

yuvarlak masa yeşil erik üç kalem ihtiyar adam

Adım-Soyadım:... Oku ve renklendir.

İNSANIN YARATILIŞ'TAKİ DURUMU

(22 Aralık 2012, Cumartesi) GRUP A Türkçe Ortak Sınavı Lise Hazırlık Sınıfı

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Süleyman Bulut GÜNAYDIN! GÜNAYDIN! Resimleyen: Burcu Yılmaz

ABLA KARDEŞ Gerçek bir hikayeden alınmıştır.

Yayınevi Sertifika No: Yayın No: 238. HALİM SELİM İLE 40 ESMA Mehmet Yaşar

AYLIK BÜLTEN NİSAN 2012 OKUL ÖNCESİ EĞİTİM SINIFI

ISBN :

þimdi sana iþim düþtü. Uzat bana elini de birlikte çocuklara güzel öyküler yazalým.

Hazırlayan: Saide Nur Dikmen

ÇAĞDAŞ TÜRK EDEBİYATI. Tanşıl Kılıç. Roman ŞEKERLİ SİNEK. 12. basım. Resimleyen: Vaqar Aqaei

OKUMA ANLAMA ANLATMA. 1 Her yerden daha güzel olan yer neresiymiş? 2 Okulda neler varmış? 3 Siz okulda kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

timasokul.com / bilgi@timasokul.com

FORUM EGE GÜNEŞİ ANAOKULU 2 YAŞ MİNİK ARILAR SINIFI AYLIK EĞİTİM VE BRANŞ DERSLERİ PROGRAMI

Kahraman Kit ve Akıllı Can. Technical Assistance for Promoting Registered Employment. Kayıtlı İstihdamın Teşviki için Teknik Destek Projesi

NİŞANTAŞI AKADEMİ MART AYI AYLIK BÜLTENİ YILDIZLAR SINIFI

Bilinen hikayedir. Adamın biri, akıl hastanesinin parmaklıklarına yaklaşmış. İçeride gördüğü deliye:

SARIGÖZLER ORMAN DEDEKTİFLİK AJANSI

5. Et et içinde, et fit içinde Dünya dümeni, onun içinde.

27 ŞUBAT 03 MART OKULDA YAPACAĞIMIZ ÇALIŞMALAR

Anneye En Güzel Hediye Olarak Ne Alınması Gerekir?

MİRCEA CĂRTĂRESCU 1 Haziran 1956 tarihinde Romanya nın Bükreş kentinde doğdu yılında, Bükreş Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Rumen Dili ve

Melih Güler. - şiirler - Yayın Tarihi: Yayınlayan: Antoloji.Com Kültür ve Sanat

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi 2018 ARALIK AYI EĞİTİM BÜLTENİ


Merkez Mah. (Yenibosna) Yılanlı Tepe Sok. No:3 Bahçelievler / İSTANBUL Tel: Fax:

Özel Gebze Eğitim Kurumları Öz-Ge Gündüz Bakımevi YILDIZLAR GRUBU ARALIK

En güzel 'Anneler Günü' şiirleri

MÜBDÎ. Allah MUHSÎ dir. MUHSÎ, her şeyin sayısını bilen demektir.

.com. Faydalı Olması Dileklerimizle... Emrah&Elvan PEKŞEN

Okuma- Yazmaya Hazırlık. Türkçe Dil Etkinlikleri Sanat Etkinlikleri Oyunlar Müzik Ve Ritim. Fen Ve Doğa Etkinlikleri

Kuğu Gecesi. Ferda İzbudak Akıncı

Soðaným da kar gibi Elma gibi, nar gibi Kim demiþ acý diye, Cücüðü var bal gibi

Parlar saçların güneşin rengini bana taşıyarak diye yazıvermişim birden.

ünite1 Fen Bilimleri Beş Duyumuz Beş Duyumuz 3. Burundaki kılları koparmak Çok sıcak cisimlere dokunmak

> > ADAM - Yalnız... Şeyi anlamadım : ADAMIN ismi Ahmet değil ama biz şimdilik

3 YAŞ AYIN TEMASI. Cinsiyetim, adım, özelliklerim, görünümümdeki değişiklikler nelerdir?

CHRISTIAN JUNGERSEN Danimarkalı yazar Christian Jungersen 10 Temmuz 1962 yılında Kopenhag da doğdu. İletişim eğitimini ve sosyoloji yüksek lisansını

BARIŞ BIÇAKÇI Aramızdaki En Kısa Mesafe

"Satmam" demiş ihtiyar köylü, "bu, benim için bir at değil, bir dost."

ORTA HAZIRLIK TÜRKÇE ORTAK SINAVI Açıklamalar GRADE. (20 Aralık 2015, Pazar)

EZBERLEMİYORUZ, ÖĞRENİYORUZ. Hafta Sonu Ev Çalışması DAĞINIK ÇOCUK

Transkript:

MELINDA NADJ ABONJI 1968 de Sırbistan ın Voyvodina bölgesindeki Beçe kentinde doğdu. Sırbistan ın Macar azınlığından olan ailesiyle Eski Yugoslavya dan İsviçre ye göç ettiğinde beş yaşındaydı. Aynı zamanda müzisyen (keman ve ses sanatçısı) olan yazar, Zürih te Alman dili ve edebiyatı ve tarih öğrenimi gördü, mastır yaptı. Melinda Nadj Abonji 2010 yılında bu romanıyla Alman Kitap Ödülü ve İsviçre Kitap Ödülü nü kazandı.

Ayrıntı: 826 Edebiyat Dizisi: 213 Güvercinler Havalanırken Melinda Nadj Abonji Kitabın Özgün Adı Tauben Fliegen Auf Almanca dan Çeviren Zehra Aksu Yılmazer Son Okuma Tayfun Koç 2011 Jung and Jung, Salzburg and Vienna Bu kitabın Türkçe yayım hakları Ayrıntı Yayınları na aittir. Kapak Fotoğrafı Okan Metin / Vetta Getty Images Turkey Kapak Tasarımı Arslan Kahraman Kapak Düzeni Gökçe Alper Dizgi Hediye Gümen Baskı ve Cilt Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti Merkez Efendi Mah. Fazılpaşa Cad. No: 8/2 Topkapı/İst. Tel.: (0212) 612 31 85-576 00 66 Sertifika No: 12156 Birinci Basım 2014 Baskı Adedi 2000 ISBN 978-975-539-961-4 Sertifika No: 10704 AYRINTI YAYINLARI Basım Dağıtım San. ve Tic. A.Ş. Hobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No: 3 Cağaloğlu İstanbul Tel.: (0212) 512 15 00 Fax: (0212) 512 15 11 www.ayrintiyayinlari.com.tr & info@ayrintiyayinlari.com.tr

Melinda Nadj Abonji Güvercinler Havalanırken

EDEBİYAT DİZİSİ SON ÇIKAN KİTAPLAR HAVAALANI BALIKLARI Angelika Overath DAYICAN NAPOLYON İyrec-i Pézéşkzâd HARMATTAN Gavin Weston BİR SON DUYGUSU Julian Barnes HEZEYAN Laura Restrepo O ASLA GERİ GELMEYECEK Hans Koppel YARASALAR Marcel Beyer KAYBOLAN Hans-Ulrich Treichel BİR KÜÇÜK İMPARATORLUK Christian Kracht HAYAT DÜZEYLERİ Julian Barnes GÖZYAŞININ KİMYASI Peter Carey ANATHEM Neal Stephenson BEYAZ DÜNYA Andrew McGahan MUTSUZLUK ZAMANLARINDA MUTLULUK Wilhelm Genazino KIRIK KÖŞELİ İLKBAHAR Mario Benedetti GECELERİ DAİRELER ÇİZEREK YÜRÜRÜZ Daniel Alarcon BİR BUĞDAY TANESİ Ngũgĩ wa Thiong o PARROT İLE OLIVER AMERİKA DA Peter Carey İSTİSNA Christian Jungersen KALTENBURG Marcel Beyer ORBITOR Mircea Cărtărescu VÎS İLE RÂMÎN Fahreddin Es ad-i Gorgânî

Melinda Nadj Abonji Güvercinler Havalanırken

Tito nun Yazı Amerikan marka arabamızla, koyu kahve, hatta çikolata rengi denebilecek bir Chevrolet yle kasabaya nihayet vardığımızda, ortalığı acımasızca kavuruyor güneş, evlerin ve ağaçların gölgelerini tamamen yalayıp yutmuş sanki, kasabaya öğle vakti varıyoruz yani ve her şey yerli yerinde mi, her şey geçen yaz ve ondan önceki yıllar gibi mi diye kafamızı uzatıp etrafa bakınıyoruz. Görkemli kavak ağaçlarıyla çevrili yoldan, kasabanın habercisi bulvardan süzülerek geçiyoruz, göğe uzanan bu ağaçların beni baş döndürücü bir ruh haline, Matteo nun yanına ışınlayan bir hale soktuğunu şimdiye kadar hiç kimseye anlatmadım (Matteo yla köyün ormanının en güzel kayranında 7

sarmaş dolaş dönüp dururken hissettiğim o baş dönmesi, alnı alnımda, daha sonra Matteo nun garip bir soğukluktaki dili, bedeninin sarışın güzelliğine tamamen teslim olmuş gibi tenine sokulan siyah kılları). Arabamız kavakların yanından geçerken, o ışıltı aklımı başımdan alırken, çikolata rengi gemimiz bir ağaçtan diğerine sessizce süzülürken, aralarda ovanın havası görülüyor, görebiliyorum havayı, güneş öyle acımasız ki, hava çok durgun şimdi, o sırada babam klimaya bakarak, her şey aynı, diyor alçak sesle, hiçbir şey değişmemiş, hiçbir şey. Babam, profesyonel bahçıvanlardan oluşan bir ekibin en azından dalları budamasını vahşice fışkıran doğanın karşısına uygarlığı koymak! ya da kasabanın habercisi kavakları hünerli makinelerle sonsuza kadar kesip atmasını mı isterdi acaba, diye soruyorum kendime (O zaman kütüklerden birinin üzerine oturur, öğlen sıcağını emmiş ovaya bakışlarımızla hâkim olurduk ve babam kütüklerden birinin üstüne çıkar, kendi etrafında bir kez döndükten sonra, geç de olsa haklı çıkan ama hiç haklı çıkmamaktan iyidir! birinin buruk sesiyle, şu lanet olası tozlu ağaçlardan kurtulduk nihayet, derdi). Kimse bilmiyor bu ağaçların, ağaçların arasından görülebilen berrak havanın benim için ne ifade ettiğini; ağaçlar hiçbir yerde, böyle ferah ferah büyüdükleri bu ovadaki kadar umut verici değil; ve bu kez de yine durmak, bu ağaç gövdelerinden birine yaslanmak, bakışlarımı gökyüzüne kaldırmak, yaprakların küçük hareketleriyle ayartılmak istiyorum; ve yine bu kez de rica etmiyorum babamdan durmasını çünkü neden sorusuna verecek bir yanıtım yok; hedefe varmaya ramak kala neden ille de burada durmak istediğimi açıklayabilmek için çok şey anlatmam gerekirdi, özellikle de Matteo yu. Arabamız, gizli bir güç tarafından çekiliyormuş gibi, yolun engebelerinden pek etkilemeden ilerliyor, tam varmadan önce bir kez daha maruz kalıyoruz hiçbir şey değişmemiş lafına, uygarlık bir gerilemeyi, yani bir duraklamayı daha sineye çe- 8

kerken, biz çocuklar yüzümüzü sol tarafımızdaki camın şaşırtıcı serinliğine bastırıyor, bir çöp dağında yaşayan insanlara inanmayan gözlerle bakıyoruz, hiçbir şey değişmemiş, diyor babam, oluklu saçtan, kauçuktan kulübeler, sanki bundan daha normal bir şey yokmuş gibi araba enkazları ve çöpler arasında oynayan perişan çocuklar; cam kırıkları ne olacak, diye sormak istiyorum, geceleyin ne olacak, gölgeler hareket ettiğinde, böyle uğursuzca etrafa saçılmış bütün bu şeyler canlandığında? Ve minik bir an unutuyorum kavakları, Matteo yu, havadaki parlak titreşimi, Chevrolet yi; ovanın kara gecesi olanca yıkıcı gücüyle kuşatıyor beni, Çingenelerin, o çok çağrılan, hayran olunan şarkılarını duymuyorum, karanlıkta hiçbir sokak lambasının kovmadığı açgözlü gölgeler görüyorum sadece. Babam göz ucuyla pencereden dışarıya bakıyor, başını iki yana sallarken kuru kuru öksürüyor, o kadar yavaş gidiyor ki, arabamızı birazdan durduracağı sanılabilir, şuraya bakın, diyor ve işaretparmağıyla yan pencereye vuruyor (dumanı yolunu kaybeden bir ateşi anımsıyorum), kirden kaskatı yüzleri, keskin bakışları, çaputları, paçavraları, çöp dağları üzerinde titreşen ışığı görüyor, bütün bunları anlamak zorundaymışım gibi uzun uzun bakıyorum bir yatağı, bir şiltesi bile olmayan, o yüzden geceleri belki de kendilerini toprağa, şimdi, yazın, ayçiçekleriyle dolup taşan ama kışın kendini çırılçıplak ifşa ettiğinde acıdığınız kapkara ovaya gömen insanlara; kışın ova göz alabildiğince toprak, tonlarca ağırlıktaki göğün altında ezilen, gökyüzü tarafından rahat bırakıldığında durgun bir denize dönüşen toprak sadece. Şimdiye kadar hiç kimseye söylemedim ama ıssız, umarsız bir çizgi halinde incelen bu ovayı seviyorum; sana hiçbir armağanı yoktur, yapayalnız kaldığında bu ovada, hiçbir şey isteyemezsin ondan, kollarını açarak üzerine uzanabilirsin en fazla, sana sağladığı güven de budur. 9

Matteo yu (yaz tatilinden birkaç hafta önce sınıfımıza paldır küldür giren ciao, sono Matteo de Rosa! * ve kendini öğretmen hariç herkese hemencecik sevdiren bir Sicilyalıyı) sevdiğimi söyleseydim, çoğu insan anlardı beni herhalde; ama bir ovayı, tozlu, kayıtsız, gururlu kavakları ve aralarındaki havayı sevdiğini nasıl söyler ki insan? Yazın ova bir kat daha yükseldiğinde göz alabildiğince uzanır ayçiçeği, mısır, buğday tarlaları ve bu uçsuz bucaksız tarlalarda insanların mütemadiyen ortadan kaybolduğu anlatılır, dikkat etmezsen ova seni de kapar ve yer, derler ama ben inanmam, ovanın kendi yasalarına sahip bir deniz olduğuna inanırım ben. Fukara yavrucaklar, diyor annem, televizyon izliyormuşuz gibi ve kanal değiştirmek yerine geçip gidiyoruz yanlarından, bir tomar paraya alınan soğutucu kutumuzun içinde, sanki bizim malımızmış gibi iyice yayıldığımız yolda ilerliyoruz ve babam, müzik bu sefaleti dans ritimlerine dönüştürsün, gerçeğin sakat ayağı bir anda iyileşiversin diye radyoyu açıyor: Gel yanıma, gitme oraya, gel yanıma, canım benim, bir öpücük ver bana... Lafını bile etmeye değmeyecek bir takırtıyla rayların üzerinden geçiyor, ezelden beri kasabanın adını taşıyan eğri büğrü, paslı tabelayı geride bırakıyoruz, geldik, diyor kız kardeşim Nomi, dikkat çekici bir adaletsizliğin hüküm sürdüğü mezarlığı gösteriyor; kimsenin ilgilenmediği mezarlar, yabani otların bürüdüğü, zar zor seçilen basit, tahta haçlar, silik soluk tarihler, harfler; geldik, diyor Nomi ve gözlerinde, önümüzdeki günlerde bir ara mezarlığı ziyaret etme zorunluluğunun korkusu beliriyor, mezarların başında çaresizce durmanın, annemizle babamızın gözyaşlarından utanmanın, kendimizin de ağlamak istememizin, aşağıdaki tabutta, Nomi yle benim hiç tanımadığımız, baba tarafından dedemizin, anne tarafından ninemizin, büyükamca ve büyükteyzelerin yattığını hayal etmenin korkusu, böyle durumlarda insanın nereye koyacağını * İtalyanca, Merhaba, ben Matteo de Rosa! (ç.n.) 10

bilemediği eller, böyle anlarda hep elverişsiz havalar, insan ağlayabilse, ellerini nereye koyacağını bilirdi en azından; taş levhalarla kaplı mezarların yanında glayöller ve narin güller, taşa kazındığı için isimlerini sonraki kuşakların da okuyabildiği ölüler, ovanın toprağını ezdikleri, altlarında yatan ruhların uçup gitmesini engelledikleri için sevmediğim taş mezar kapakları. Anne ve baba tarafından akrabalarımız, mezarların taş kapakları altında gömülü, en kötü ihtimalle çiçekler, sarı ve pembe güller, glayöller eksiktir, taş kapaklı mezarlar, Azizler Yortusu nda dahi onları kimse ziyaret etmese bile harap olmazlar, der annem, kuzinlerden biri ona telefon açıp ölülere ufacık bir kandil yakmak için kendinden başka kimsenin mezarlığa gitmediğini buruk bir sesle anlattığında, mezarlar harap olmuyor en azından, der annem ve bu cümlede hayatının derin acısı gizli, senede bir kez olsun, Azizler Yortusu nda bile mezarlara çiçek koyamayacak kadar uzaktalar çünkü. Ölüm geleceğini nadiren haber verdiğinden, Voyvodina daki ailemizden biri öldüğünde hemen hemen hiç orada olamıyoruz yani; Manci yengem ya da Móric amcam bize telefon açtığında, çünkü sadece onların evinde telefon var ve maalesef kötü haber vereceklerini söylediklerinde, oturma odamız tuhaf bir sessizliğe bürünür; akrabalarımızla aynı yerde yaşasaydık, ölümle ilgili bir şeyler anlatılırdı herhalde, ölen kişi hakkında anlatılanları dinlerdik en azından ve Mamika * her insanın ruhunun en gizli köşesine bile ulaşan sesiyle bir şarkı söylediğinde biz de etkilenirdik; ama söylendiği gibi fani beden toprağa verilmeden önce insanlar ölüyle üç gün boyunca vedalaşırken biz orada bulunamadığımızdan, sadece bir telefonumuz olduğundan, telafisi olmayan bir şeyin gerçekleştiğini söyleyen uzak bir sesi duyduğumuz o kötü haber gününde ortalıkta hayaletler gibi dolanır, birbirimize bakışlarımızla bile dokunmaktan çekiniriz; Ekim 1979 da bir gün babamın sevgili * Macarca, Büyük annecik, nine. (ç.n.) 11

büyükhalasının öldüğü haberini aldığımız zaman, annemin masanın üzerine koyduğu sarı krizantemleri babamın hışımla alıp çöp tenekesine attığını hatırlıyorum. Ölü çiçekleri yok, diyor babam, ensesi kıpkırmızı, elinde uzaktan kumanda, Nomi yle ben o günden beri krizantemlere yasak çiçekler deriz çünkü onları masaya koymamıza izin verilmez ve memleketimizdeki mezarlığı ziyaret ettiğimizde, ölülerimizin mezarlarını çiçekle süslerken, sonbahar olsa bile asla krizantem koymayız ve yine geç kaldık diye düşünürüm, o zaman bir kez daha baş başa kalırız yasımızla. Ve savaşta sadece canlıları öldürmek yetmediği için birkaç yıl sonra mezar taşlarının da devrileceğini, granit mezar kapaklarının parçalanacağını, çiçeklerin başlarının koparılacağını o zamanlar henüz bilmiyorduk, eğer bilseydik ölülerimizin mezarlarının önünde başımızı eğer, usulca mırıldandığımız ilahilerin sihirli bir koruyucu fanusa dönüşmesi ve ölülerimizin, söylendiği gibi ebedi huzurlarının bozulmaması için de dua ederdik; solucanların, kurtçukların, yaykuyrukların, kırkayakların, her türden böceğin ışığın aniden değişmesinden ürküp alt alta üst üste sürünmemeleri, sonra, bu rahatsızlığın ardından yine koruyucu karanlığa kaçabilmeleri için de yakarırdık. Gıcır gıcır Chevrolet miz sola, Hajduk Stankova ya sapıyor, sokak asfaltlanmadığı için babam frene basmadan önce zarif bir kavis çiziyor ve sokağın ince bir toz tabakasıyla kaplı kupkuru pisliği Chevrolet mizi pudralı bir heyulaya dönüştürüp uygarlığı yine burada da sekteye uğratıyor. Geldik, diyorum, arabamız girişin önünde, belki iki metre yüksekliğinde, üç metre eninde, meraklı bakışlara vaatkâr bir aralıktan daha fazlasını sunan kurumuş, gövermiş tahta çitin önünde duruyor; babam motoru kapatıyor, avlunun içindeki küçük, beyaz eve gözlerimizi kırpıştırarak bakıyoruz, güneşin 12

cırtlak ışığı altında parlayan ev, Mamika nın, babamın annesinin evi ve ilk, en derin sırları barındıran evin prototipi benim için; uzun bir an yerimizden kıpırdamıyoruz, sonra babam avlunun kapısını açıyor, Chevrolet miz yavaş yavaş avluya süzülürken kısa bir korna sesi tavukları ve ördekleri korkutup kaçırıyor. Sizi bana Tanrı getirdi, gülümsemeyen, ağlamayan, bu cümleyi kendine özgü ince sesiyle söyleyen Mamika her birimizin, babamın, çocuğunun da yanağını okşuyor, Tanrı nın bir lütfu bu, bizi aynı zamanda yatak odası olan oturma odasına götürüyor, onun inayeti, bize Traubisoda, tonik, Apa Cola ve aralarda birer yudum şnaps sunuyor; Papa II. Johannes Paul renkli bir resimden bize her zamanki gibi gülümserken, odayı endişeyle inceliyorum, gözlerim büfeyi, evin muskasını, kilimleri arıyor, bütün ümidim, her şeyin eskisi gibi olması çünkü çocukluğumun geçtiği yere döndüğüm zaman en çok da değişimden korkuyorum: Her geldiğimde aynı eşyaları görmem, bu dünyada bir yabancı gibi kalakalma, Mamika nın hayatının dışına itilme korkusundan koruyor beni, hemencecik avluya dönüp endişeli teftişime devam etmeden duramıyorum: Her şey yerli yerinde mi? Mısırların depolandığı, yaramaz farelerin cirit attığı, tel kafesten yapılma iki silo, benim hep bir canlı (bir cüce? tanımlanamayan bir hayvan?) gibi gördüğüm mavi çıkrıklı kuyu, annemin bayıldığı, geceleri insanın aklını başından alan frenkmenekşeleri ve güller, yazın üstünde çişin buharlaştığı, Mamika nın becerikli ellerle boğazladığı tavukların kanının sıçradığı, üzerlerindeki öğütülmüş mısır tanelerini biraz önce tavukların gagaladığı avlu taşları. Her şey yerli yerinde mi? diye soruyorum içimden, oraya vardığım ilk anlarda içimi neden böyle bir huzursuzluğun kapladığını, bu nahoş duyguya yalnızca benim değil, Nomi nin de kapıldığını ama onun bununla başka türlü baş ettiğini çok sonra anladım. Ve avluyu, tavuk kümesini, avludaki tuvaleti, gübre yığınını, bahçeyi ve tabii tavan arasını da ki en güzel sırlar orada- 13

dır teftiş ettikten sonraki ilk işim, çürük iskeleden hızla inmek, o parlak öğle çiçeklerine basmamaya dikkat ederek, olabildiğince hızla avlu kapısına dönmek, kapının kolunu indirip başımı dışarı uzatmak ve ağzını açmadan önce gözleriyle, her şeye inanan ve her şeyi unutan gözleriyle, bana bir şey getirdin mi?, tatlı bir şey?, yüreğim için bir şekercik?, diye soran dağınık saçlı deli kadının orada olup olmadığını görmek oluyor. Juli nin hâlâ orada olup olmadığını görmem lazım; Juli hep çocuk kaldı, diyorlar, oysa çoktandır memeleri var, koltukaltlarında uzun, kara kıllar; Juli bir taş atımı uzakta duvara yaslanarak durur ya da katlanır bir sandalyede oturur, güne, günü izlemekten başka bir kötülüğü dokunmaz; Juli, orada mısın? Biz çocukların korktuğu, hiç durmadan alay ettiği deli kadın; bize inandığı, yabancı bir dünya kokan şeyler anlattığı için çok sevdiğimiz Juli (hey, Nomi, Ildikó, der Juli, sizin bir kız kardeşiniz var, yaa yaa yaa, ben biliyorum, o çok güzel, yaa yaa; ve Juli kıkırdar, biliyorum ben, bakın; ve Juli elbisesindeki iri, turuncu çiçekleri gösterir, bunlar benim gözlerim, yaa yaa...) 14

Nomi yle ben ellerimizi yıkadıktan sonra Mamika nın sofrasına oturunca ve masada plastik bir tepsiye konmuş küçük şişeleri görünce, ikimiz birden aynı anda Traubi!, diye haykırıyoruz, Traubisoda! Memleketimizin sihirli içeceğinin adı bu, beyaz harfleri yeşil camın üzerinde parlayan, etiketsiz, ince küçük bir şişe; bizim için bir sürü Traubisoda almış Mamika, sadece sizin için!, Nomi yle ben, doğudakilerin Coca Cola yı taklit etmeye çalışırken, Apa Cola adında (Apa Cola, ne aptal bir isim!) kahverengi, tadı berbat bir bulaşık suyundan başka bir şey üretmeyi becerememeleriyle dalga geçen batılı şımarık kızlarız tabii; ama Traubi ye bayılıyoruz, Traubi yi o kadar çok seviyoruz ki, eve, İsviçre ye de bir iki şişe götürmeyi, 15

memleketimizde acayip lezzetli bir şey olduğunu arkadaşlarımıza göstermeyi düşündük ama henüz yapmadık. Patatesli tavuk yahnisi, patates ve kabak kızartmalı domuz biftek, güneşte ekşimeye bırakılmış hıyar ve kırmızı soğanlı domates salatasıyla sofrayı donatan Mamika nın, istediğimiz kadar Traubi içmemize izin veren Mamika nın, yumuşak tenini doyasıya öpmek için yemekte bir kez olsun yerimizden kalkmamıza izin verilince, Mamika nın sağından ve solundan elbisesinin sıcaklığına sokuluyoruz, sadece Mamika ya sinir olmuyoruz ikimizin de en az iki parmak uzadığını söylediği zaman, benim koca kızlarım, diyor Mamika, yakında genç kadın olacaksınız! Nomi yle ben ellerimizi sırayla Mamika nın ensesindeki topuzuna koyuyoruz, öyle yumuşak ve hoş ki avucun içindeki örgülü saç ve ben daha o yaz bile bacaklarım fazla uzun, ellerim fazla iriymiş, vücudumda bir terslik varmış gibi hissediyorum, iki parmaktan fazla uzamışımdır yani; ama büyüklerin dünyasından henüz çok uzağım ve bunu özellikle de annem ve babam İsviçre deki hayatımızı, dükkânımızdaki işimizi, ÇAMAŞIRCI, KOLACI, ÜTÜCÜ diye yazıyor siyahbeyaz bir tabelada, anlatmaya başladıklarında anlıyorum; babam Mamika nın gözlerinin önünde rakamlar, harfler çiziyor havaya, bir gömleğin, bir masa örtüsünün, bir fanilanın kaça yıkanıp ütülendiğini, biri on gömlek getirdiğinde ne kadar indirim yapıldığını anlatıyor; annem ise zenginlerin giysilerinin kumaşlarının kolay kumaşlar olmadığını söylüyor, ütünün bu kumaşların üzerinde nasıl gezdirileceğini parmakların önce bir öğrenmesi gerektiğini, bu yüksek fiyatlardan ötürü tek bir kırışığın bile olamayacağını anlatıyor; ve ben, bir kulağımla annemle babamı dinlerken, bir yandan da Nomi yle, İsviçre deki arkadaşlarımızın bizim Traubisoda mıza ne diyeceklerini fısır fısır konuşuyorum, fena değil, ama çok olağanüstü bir şey değil! der Betty mutlaka, Claudia ise şişeyi elinde evirir çevirir, hiçbir şey demez ya da sadece omuz silker herhalde, bir şeyi itiraf etmek kolay değil, diyor Nomi, evet doğ- 16